Arama

Hoşgörüsüz bir toplumun özellikleri nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 25 Aralık 2012 Gösterim: 5.305 Cevap: 3
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
HOŞGÖRÜSÜZ BİR TOPLUMUN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
Modern insan farklı olandan korkuyor. Kendine benzemeyen, kendi gibi giyinip, kendine benzer alışkanlıkları, yaşama biçimi olmayan herkesi bir tehdit olarak algılıyor.

Sponsorlu Bağlantılar
Genelleştirici ifadeler çok hoş değil; ama Almanya, Fransa gibi bugünün modern Avrupa ülkeleri tarih boyunca farklı olanla birlikte yaşayamamış, daha doğrusu farklı olana hayat hakkı tanımamış. Mesela Fransa, yirminci yüzyılın başında kendi toprakları üzerinde yaşayan bütün farklı kültür ve etnik yapıyı Fransızlaştırmıştı. İspanyollar İber yarımadasında hükümranlığı ele geçirdiğinde bütün Yahudi ve Müslümanları ya kılıçtan geçirdiler ya da tamamen sürdüler. Yüzlerce yıl Müslümanların egemenliği altında kalan bu yarımadada hiçbir Müslüman topluluk kalmadı. O zamanın şartlarına göre el değiştirmeler, ele geçirmeler normal karşılanabilir; normal olmayan, eskisini tamamıyla kazımak, ondan geriye herhangi bir şeyin kalmasına müsaade etmemekti.
Birbirleri arasında kendi dillerinde konuşan işçilerin işten çıkartıldığını hatırlayacaksınız. Benzer bir olay Almanya’da yaşanmış, Türkçe konuştuğu için devam ettiği kulüpten atılan Türk’ün hikâyesi de basına yanmıştı.
Avrupa’ya gelen yabancılar entegrasyona zorlanıyor. Yani üstü kapalı ya da açık olarak şu deniliyor: “Eğer bana benzersen seni kabul eder ve burada yaşamana müsaade ederim. Yoksa senin burada işin yok.” Vicdan testi de kendisi gibi olmayanı istemediğinin en açık delili. Batı farklı olandan korkuyor. Kendisine benzemeyen kendisi gibi düşünmeyen, herkesi potansiyel düşman ve tehdit olarak algılıyor.
Osmanlı, hükmettiği bölgelerde, birbirinden farklı inanç ve kültürlerin varlığını devam ettirmesine müsaade etmişti. Fethettiği yerlerin yerli halkını oradan silme yolunu asla benimsememişti. İstanbul’da Müslümanların yanı sıra, Ermeni, Rum, Yahudi, Bulgar gibi gayrimüslimler kendi varlıklarını rahatlıkla devam ettirdikleri gibi vakıf, hastane ve okul açmalarına imkân sağlanmıştı.
Anadolu farklı olanların, farklı yaşayanların birlikte yaşadığı, yaşama biçimlerine hoşgörüyle baktığı bir gelenekten geliyor. Alevi, Sünni, Ermeni, Rum, Kürt, Türk, Çerkez, Yahudi, Süryani, Keldani, hatta Yezidiler yüzyıllarca kendi kimlikleriyle hayatlarını ve geleneklerini sürdürebilmişlerdi. Anadolu’ya bugünkü dünyanın anlayışı hâkim olsaydı hiçbir farklı etnik ve dinî kimlik olmayacaktı.
Modern çağ tekdüzeliği adeta dayatıyor. Tek dil, tek düşünce, tek inanç, tek etnik köken, tek tip yiyecek, tek tip giysi vs. Farklı olandan korku bu. “Öteki” adeta kendi hayatını tehdit eden, kendisini yok etmek isteyen bir heyula. Mutlaka ondan kurtulmayı ya da kendine benzetmeyi istiyor. Bu benzetme isteği ölümüne bir istek.
İdeolojik olan devletin ana omurgası, kişinin varlığını kabul etmek için vatandaş olmayı yeterli görmüyor. Bir de kendisine ne kadar benzediğini ölçüyor. Kişiyi ehliyetiyle, yetenekleriyle, birikimiyle değil dünya görüşüyle sorguluyor. Temel düşüncesi şu: “Farklı olan tehdittir.”
Demokrasi sadece bir yönetim biçimi değildir. Demokrasi birbirinin aynı olanların arasında birilerini yönetici olarak seçme özgürlüğü de değildir. Başkasına, farklı olanın varlığını kabul etme, kimliğini tanıyarak onunla birlikte yaşayabilme biçimidir.
Bu topraklar daha önce farklı olanla birlikte yaşıyordu. Entelektüel bir bakış açısıyla yapmıyordu belki; ama karşıdakini anlama ve onun varlığını kabul etme esasına göre kurulmuş bir hayat vardı. Kendimiz olmaktan çıktıkça tahammülsüzlük başladı. Korku bilinçaltımıza yerleşti. Bizim gibi düşünüp bizim gibi yaşamayan hiç kimseye hayat hakkı tanımaz olduk.
Biz bu değiliz.


kaynak
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
7 Ocak 2009       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Modern insan farklı olandan korkuyor. Kendine benzemeyen, kendi gibi giyinip, kendine benzer alışkanlıkları, yaşama biçimi olmayan herkesi bir tehdit olarak algılıyor.

Sponsorlu Bağlantılar
Genelleştirici ifadeler çok hoş değil; ama Almanya, Fransa gibi bugünün modern Avrupa ülkeleri tarih boyunca farklı olanla birlikte yaşayamamış, daha doğrusu farklı olana hayat hakkı tanımamış. Mesela Fransa, yirminci yüzyılın başında kendi toprakları üzerinde yaşayan bütün farklı kültür ve etnik yapıyı Fransızlaştırmıştı. İspanyollar İber yarımadasında hükümranlığı ele geçirdiğinde bütün Yahudi ve Müslümanları ya kılıçtan geçirdiler ya da tamamen sürdüler. Yüzlerce yıl Müslümanların egemenliği altında kalan bu yarımadada hiçbir Müslüman topluluk kalmadı. O zamanın şartlarına göre el değiştirmeler, ele geçirmeler normal karşılanabilir; normal olmayan, eskisini tamamıyla kazımak, ondan geriye herhangi bir şeyin kalmasına müsaade etmemekti.
Birbirleri arasında kendi dillerinde konuşan işçilerin işten çıkartıldığını hatırlayacaksınız. Benzer bir olay Almanya’da yaşanmış, Türkçe konuştuğu için devam ettiği kulüpten atılan Türk’ün hikâyesi de basına yanmıştı.
Avrupa’ya gelen yabancılar entegrasyona zorlanıyor. Yani üstü kapalı ya da açık olarak şu deniliyor: “Eğer bana benzersen seni kabul eder ve burada yaşamana müsaade ederim. Yoksa senin burada işin yok.” Vicdan testi de kendisi gibi olmayanı istemediğinin en açık delili. Batı farklı olandan korkuyor. Kendisine benzemeyen kendisi gibi düşünmeyen, herkesi potansiyel düşman ve tehdit olarak algılıyor.
Osmanlı, hükmettiği bölgelerde, birbirinden farklı inanç ve kültürlerin varlığını devam ettirmesine müsaade etmişti. Fethettiği yerlerin yerli halkını oradan silme yolunu asla benimsememişti. İstanbul’da Müslümanların yanı sıra, Ermeni, Rum, Yahudi, Bulgar gibi gayrimüslimler kendi varlıklarını rahatlıkla devam ettirdikleri gibi vakıf, hastane ve okul açmalarına imkân sağlanmıştı.
Anadolu farklı olanların, farklı yaşayanların birlikte yaşadığı, yaşama biçimlerine hoşgörüyle baktığı bir gelenekten geliyor. Alevi, Sünni, Ermeni, Rum, Kürt, Türk, Çerkez, Yahudi, Süryani, Keldani, hatta Yezidiler yüzyıllarca kendi kimlikleriyle hayatlarını ve geleneklerini sürdürebilmişlerdi. Anadolu’ya bugünkü dünyanın anlayışı hâkim olsaydı hiçbir farklı etnik ve dinî kimlik olmayacaktı.
Modern çağ tekdüzeliği adeta dayatıyor. Tek dil, tek düşünce, tek inanç, tek etnik köken, tek tip yiyecek, tek tip giysi vs. Farklı olandan korku bu. “Öteki” adeta kendi hayatını tehdit eden, kendisini yok etmek isteyen bir heyula. Mutlaka ondan kurtulmayı ya da kendine benzetmeyi istiyor. Bu benzetme isteği ölümüne bir istek.
İdeolojik olan devletin ana omurgası, kişinin varlığını kabul etmek için vatandaş olmayı yeterli görmüyor. Bir de kendisine ne kadar benzediğini ölçüyor. Kişiyi ehliyetiyle, yetenekleriyle, birikimiyle değil dünya görüşüyle sorguluyor. Temel düşüncesi şu: “Farklı olan tehdittir.”
Demokrasi sadece bir yönetim biçimi değildir. Demokrasi birbirinin aynı olanların arasında birilerini yönetici olarak seçme özgürlüğü de değildir. Başkasına, farklı olanın varlığını kabul etme, kimliğini tanıyarak onunla birlikte yaşayabilme biçimidir.
Bu topraklar daha önce farklı olanla birlikte yaşıyordu. Entelektüel bir bakış açısıyla yapmıyordu belki; ama karşıdakini anlama ve onun varlığını kabul etme esasına göre kurulmuş bir hayat vardı. Kendimiz olmaktan çıktıkça tahammülsüzlük başladı. Korku bilinçaltımıza yerleşti. Bizim gibi düşünüp bizim gibi yaşamayan hiç kimseye hayat hakkı tanımaz olduk.
Biz bu değiliz.


kaynak
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Aralık 2012       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Modern insan farklı olandan korkuyor. Kendine benzemeyen, kendi gibi giyinip, kendine benzer alışkanlıkları, yaşama biçimi olmayan herkesi bir tehdit olarak algılıyor.

Genelleştirici ifadeler çok hoş değil; ama Almanya, Fransa gibi bugünün modern Avrupa ülkeleri tarih boyunca farklı olanla birlikte yaşayamamış, daha doğrusu farklı olana hayat hakkı tanımamış. Mesela Fransa, yirminci yüzyılın başında kendi toprakları üzerinde yaşayan bütün farklı kültür ve etnik yapıyı Fransızlaştırmıştı. İspanyollar İber yarımadasında hükümranlığı ele geçirdiğinde bütün Yahudi ve Müslümanları ya kılıçtan geçirdiler ya da tamamen sürdüler. Yüzlerce yıl Müslümanların egemenliği altında kalan bu yarımadada hiçbir Müslüman topluluk kalmadı. O zamanın şartlarına göre el değiştirmeler, ele geçirmeler normal karşılanabilir; normal olmayan, eskisini tamamıyla kazımak, ondan geriye herhangi bir şeyin kalmasına müsaade etmemekti.
Birbirleri arasında kendi dillerinde konuşan işçilerin işten çıkartıldığını hatırlayacaksınız. Benzer bir olay Almanya’da yaşanmış, Türkçe konuştuğu için devam ettiği kulüpten atılan Türk’ün hikâyesi de basına yanmıştı.
Avrupa’ya gelen yabancılar entegrasyona zorlanıyor. Yani üstü kapalı ya da açık olarak şu deniliyor: “Eğer bana benzersen seni kabul eder ve burada yaşamana müsaade ederim. Yoksa senin burada işin yok.” Vicdan testi de kendisi gibi olmayanı istemediğinin en açık delili. Batı farklı olandan korkuyor. Kendisine benzemeyen kendisi gibi düşünmeyen, herkesi potansiyel düşman ve tehdit olarak algılıyor.
Osmanlı, hükmettiği bölgelerde, birbirinden farklı inanç ve kültürlerin varlığını devam ettirmesine müsaade etmişti. Fethettiği yerlerin yerli halkını oradan silme yolunu asla benimsememişti. İstanbul’da Müslümanların yanı sıra, Ermeni, Rum, Yahudi, Bulgar gibi gayrimüslimler kendi varlıklarını rahatlıkla devam ettirdikleri gibi vakıf, hastane ve okul açmalarına imkân sağlanmıştı.
Anadolu farklı olanların, farklı yaşayanların birlikte yaşadığı, yaşama biçimlerine hoşgörüyle baktığı bir gelenekten geliyor. Alevi, Sünni, Ermeni, Rum, Kürt, Türk, Çerkez, Yahudi, Süryani, Keldani, hatta Yezidiler yüzyıllarca kendi kimlikleriyle hayatlarını ve geleneklerini sürdürebilmişlerdi. Anadolu’ya bugünkü dünyanın anlayışı hâkim olsaydı hiçbir farklı etnik ve dinî kimlik olmayacaktı.
Modern çağ tekdüzeliği adeta dayatıyor. Tek dil, tek düşünce, tek inanç, tek etnik köken, tek tip yiyecek, tek tip giysi vs. Farklı olandan korku bu. “Öteki” adeta kendi hayatını tehdit eden, kendisini yok etmek isteyen bir heyula. Mutlaka ondan kurtulmayı ya da kendine benzetmeyi istiyor. Bu benzetme isteği ölümüne bir istek.
İdeolojik olan devletin ana omurgası, kişinin varlığını kabul etmek için vatandaş olmayı yeterli görmüyor. Bir de kendisine ne kadar benzediğini ölçüyor. Kişiyi ehliyetiyle, yetenekleriyle, birikimiyle değil dünya görüşüyle sorguluyor. Temel düşüncesi şu: “Farklı olan tehdittir.”
Demokrasi sadece bir yönetim biçimi değildir. Demokrasi birbirinin aynı olanların arasında birilerini yönetici olarak seçme özgürlüğü de değildir. Başkasına, farklı olanın varlığını kabul etme, kimliğini tanıyarak onunla birlikte yaşayabilme biçimidir.
Bu topraklar daha önce farklı olanla birlikte yaşıyordu. Entelektüel bir bakış açısıyla yapmıyordu belki; ama karşıdakini anlama ve onun varlığını kabul etme esasına göre kurulmuş bir hayat vardı. Kendimiz olmaktan çıktıkça tahammülsüzlük başladı. Korku bilinçaltımıza yerleşti. Bizim gibi düşünüp bizim gibi yaşamayan hiç kimseye hayat hakkı tanımaz olduk.
Biz bu değiliz.
HayaLPeresT - avatarı
HayaLPeresT
VIP VIP Üye
25 Aralık 2012       Mesaj #4
HayaLPeresT - avatarı
VIP VIP Üye
Hoşgörülü Olmayan İnsanların ve Toplumların Karşılaşacağı Olumsuzluklar Nelerdir?
Hoşgörü, vurdum duymazlık ve bananecilik gibi algılamamalı.

Hoşgörü olmazsa, toplumsal ve insani ilişkilerimizi yürütmemiz mümkün değildir. Her nerede olursa olsun insani ilişkiler doğru veya yanlış gibi keskin ve katı değildir. Hoşgörülü olarak çevremizde bizden başka insanların da var olduğunu ve onlarında bizden farklı düşünebileceklerini kabullenmek lazım.
Şunu hiç unutmayalım; herhangi bir olayda hiç kimse yüzde 100 haklı veya haksız değildir. Mutlaka ikisinde de haklılık ve haksızlık payı vardır. Hoşgörülü olmazsak evde, yolda, araçta ve iş yerlerinde ilişkilerimizin doğru bir şekilde yürümesi mümkün olamaz. Toplumumuzda her zaman hoşgörüye ihtiyacımız vardır.
Toplumda ne kadar çok hoşgörü olursa o kadar az şiddet, ne kadar az hoşgörü olursa o kadar çok şiddet çok olur. Bunu hiç bir zaman unutmamalıyız
İnsanlar birbirlerini hoş görmezlerse kavgalar sürüp gider. Her iki tarafın dayatması ile hiç bir çözüm olmaz.
Hoşgörü, tahammül demek değildir. Sürekli olarak hoşgörülü olmayı nasihat etmek yerine niçin hoşgörülü olamadığımızı sorgulayan uzlaşmaya hazır bir topluma ihtiyacımız var
Toplumda Hoşgörülü olmazsa; ne ahlak ne saygı kalır ve bir gün yok olur gider

Benzer Konular

28 Eylül 2014 / Misafir Soru-Cevap
5 Şubat 2014 / ghost_fine Cevaplanmış
3 Mart 2013 / meltem Soru-Cevap