Alman ekonomi sisteminin en önemli iki özelliği sert vergi ve çalışan lehine düzenlenmiş çalışma sistemi. Reform yapmak istiyorlar; ama güçlü sendikalarla ve büyük grevlerle karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Alman rasyonalizmi ile bağdaşmasa da deniz bitene kadar radikal önlemler almaktan kaçınıyorlar. Yine Almanya’daki sosyal devlet anlayışı globalleşmenin ucuz iş gücü, düşük maliyet gibi iki unsuru ile örtüşmüyor. Alman müteşebbisi yatırımlarını dışarıya kaydırma eğilimine girince çalışma yasasında kolaylığa gitme ihtiyacı hissedilmiş. Alman Şansölyesi Gerhard Schröder, 50 yıllık sosyal güvenlik anlayışını mutlaka değiştireceğini söylemesine rağmen henüz bir şey yapmış değil. İşsizlik sigortası ve sağlık hizmetlerinin de değişmesi halinde Almanya’da yaşayan Türklerden de anavatana önemli bir göç dalgası bekleniyor.
Almanya hiç alışık olmadığı bir imtihandan geçiyor. İşsizlik ve hayat pahalılığı arttıkça Alman vatandaşları arasında yabancı düşmanlığı ve radikal eğilimler artma eğilimine girdi. Almanya’daki Türkleri ve Alman vatandaşlarını zor yıllar bekliyor
Alman Christian August Crusius ve yine Alman Moses Mendelssohn. 18. yüzyıl'da akılcılığa en büyük eleştiri deneyci çevrelerden gelmiştir. Bununla birlikte, örneğin Alman filozof Kant da geleneksel akılcı düşünce okulunu tenkit etmiştir. Kant eleştirel bir değerlendirmeyle yeni bir rasyonalizm fikrini temellendirmeye yönelir. Rasyonalizm geleneği başlangıcından itibaren ele alındığında karşımıza pek çok farklı türlerde rasyonalizm yorumları ya da yaklaşım biçimiyle karşılaşılır.
Rationalismus. İng. Rationalism, İt. Razionalismo) Doğruluğun ölçütünü ussallıkta bulan görüşlerin ve öğretilerin genel adı.
1. Usçuluk deyimi, felsefe tarihlerinde çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Genel anlamı düşünceci ve metafiziktir, bilginin duyumsal yanını yadsıyıp ussal yanını saltıklaştıran ve bilgiyi sadece usun ürünü sayan öğretiler bu adla andılır. Antikçağ Yunan düşüncesinde Parmenides, Sokrates ve Platon bu bilimdışı anlayışın başlıca temsilcileridir. Başta Parmenides olmak üzere Ksenofanes, Zenon ve Melissos gibi tüm Elea'lılar doğruya ancak düşünceyle, usla erişilebileceğini savunmuşlardır. Onlara göre, duyularımızla algıladığımız nesnel gerçeklik bir görüntüden, bir yanılsamadan ibarettir. Gerçek varlık ancak usun gözüyle görülebilir. Elealıların bu ilkel ve kesin usçuluklanndan sonra Platon'dan Descartes'a kadar usçuluk, doğuştancılıkla karışır. Kaldı ki bu iki anlayış arasında pek de önemli bir ayrım yoktur. Metafizik yapılı felsefe tarihleri, bilginin kaynağı üstünde ileri sürdükleri varsayımlar açısından, öğretileri dörde ayırırlar: 1. Bilgilerimizin ustan geldiğini ileri süren bütün öğretiler usçuluk (rasyonalizm), 2. Bilgilerimizin duyumlarımızla geldiğini ilerisüren bütün öğretiler duyumculuk (sansüalizm), 3. Bilgilerimizin doğuştan geldiğini, doğduğumuz anda bütün bilgilerin bizde mevcut bulunduğunu ileri süren bütün öğretiler doğuştancılık (meizin-nativizm), 4. Bilgilerimizin sezgimizle elde edildiğini ileri süren bütün öğretiler sezgicilik (entüvisyonizm -mistisizm) adı altında toplanır. Oysa, doğuştancılar da usçudurlar, çünkü bilgilerimizin doğduğumuz anda usumuzda mevcut bulunduğunu savunurlar. Örneğin Sokrates, gerçekte doğuştancıdır. Çünkü Sokratese göre bilgilerimiz doğuşumuzda mevcuttur, eğitimle meydana çıkarılabilir, uyandırılabilir. Sokrates gibi usçu sayılan antik çag Yunan düşünürü Platon da gerçekte doğuştancıdır, ona göre de bilgilerimiz doğduğumuz anda mevcuttur, o kadar ki dünyada görülenler bizde mevcut olan bu bilgilerin (ideler-idealizm) gölgelerinden başka bir şey değildir, insanlar da ilkin ideler âlemindeydiler ve tüm bilgiydiler, dünyaya gelirken işte bu mevcut bilgilerini getirmektedirler. Bir başka açıdan usçuluk, sezgicilikle de karışır. Örneğin "Düşünüyorum, öyleyse varım" formülüyle varlığını düşünceye ve dolayısiyle usa indirgediğinden ötürü usçu sayılan Fransız düşünürü René Descartes, geçekte, usa pek az iş bırakmaktadır. Descartes'a göre nesnelerin niteliklerine özgü bilgiler duyumların işidir, başkalarından öğrendiğimiz bilgiler imgelenim (muhayyile) işidir, kitaplardan öğrendiğimiz bilgiler belleğin (hafıza) işidir, ancak Tanrılık bilgileridir ki ussal "seziş"in işidir. Descartes, şüpheci yönteminde ustan yola çıktığı halde bu sonuncu işi bile doğrudan usa vermemiş ve sezgiye bağlamıştır. Sinoza da bu anlamda sezgicidir. O da "ussal sezgi"nin sözünü eder. Usçu sayılan Alman düşünürü Immanuel Kant'ın da belli bir anlamda usçu sayılmaması gerekir, hernekadar bilgilerimizin doğuştan-ussal (Önsel) ulamlar içinde oluştuklarını ilerisürmüşse de bilgi sürecinde duyumların rolünü de yadsımamış, dahası, görünürlerin (fenomenlerin) altındaki kendiliğinde şey (numen)'in duyularımızla algılanamayacağı gibi usumuzla da bilinemeyeceğini savunmuştur. Kant'ın tüm çabası, bilgi sürecinde duyumun ve usun paylarını doğru olarak saptamaktır. Usçuluğun büyük temsilcilerinden sayılan Alman düşünürü Leibniz'e göre kimi kavramlar (örneğin tanrı kavramı, geometrik kavramlar, sayılar) daha doğuşumuzda, deneyden önce (önsel olarak) usumuzda bulunurlar; deney bize ne tanrıyı, ne bir üçgen kavramını, ne de sayıları verebilir. Ama bunlar duyu izlenimleri olmaksızın anlık (La. Intellectus)'ımıza çıkamazlar. Leibniz, Nouveaux essais (Yeni denemeler)'sinde usçuluğu şiddetle eleştiren İngiliz görgücüsü (ampiristi) Locke'a hak verir; elbette yeni doğan bir çocuk ne tanrıyı, ne geometrik kavramları, ne de sayıları bilir. Ama bunlar onun ruhunda gizlidirler ve duyu izlenimleriyle gelişip belirginileşirler. Leibniz, Locke'un "duyulardan geçmemiş olan anlıkta da bulunamaz" sözüne anlıgın kendisinden başka (La. Nisi ipse intellectus) sözünü ekler, demek ister ki "anlık olmazsa duyular da hiç bir bilgi getiremez". Metafizikiçi felsefe tarihçileri, Alman düşünürü Hegel'i de usçuluğun doruğu sayarlar, hiç de öyle değildir. Hegel, tüm nesnel gerçekliği kavramlardan, eşdeyişle ussal olandan türetiği halde ussalla duyumsalın eytişimsel birliğini ilk sezen düşünürdür. Bu düşünceci ve metafizik anlamdaki usçuluk, görgücülüğe (ampirizme) ve duyumculuğa (sansüalizme) karşıttır. Ne var ki görgücülük ve duyumculuk da, usçuluk kadar, yanılgılıdır; bilgilenme sürecinin duyumsal yanını abartıp saltıklaştırır ve ussal yanını yadsır ya da en azından küçümser. Bundan ötürüdür ki burjuva ideologlannca duyumculuk ve görgücülük de, usçuluk kadar, tutulur ve yayılmaya çalışılır (Burjuva ideologları yanılgılı olmayan ve bundan ötürü de yanıltıcı olmayan hiç bir öğretiyi tutmazlar). Usçuluğu, nesnel gerçekliği küçümseyip örneğin sömürü kavramı dilden atılırsa sömürü olayının da yokolacağı gibi varsayımlara olanak sağladığından; görgücülükle duyumculuğu, ussal olanı küçümseyip yüzeysel görünuşlerle yetinerek örneğin sömürü düzeninin içyüzünü ortaya çıkarmaya olanak sağlamadığından tutarlar. Bu bilimdışı görüşler, Marksist öğretiyle aşılmıştır.
2. Tanrıbilimsel anlamda usçuluk, dinin usauygun bulunduğunu dilegetirir. Çünkü, bu anlayışa göre, us tanrı vergisidir. Tanrıbilimsel usçuluk (Os. Aklîyyei lâhutîyye, Fr. Rationalisme théologique)'un bir başka anlamı da vardır, bu başka anlamda dinsel inakların ancak usauygun bulunmasıyla kabul edilebileceğini dilegetirir. Ne var ki hiçbir dinsel inak tanrıbilimcilerce usauygun olmadığı gerekçesiyle yadsınmamıştır, ancak ussal sözçevirim (Os. Tevil, Fr. Dénaturer)'lerle açıklanmaya çalışılmıştır.
3. Gerçek anlamda usçuluk, din ve idealizm egemenliğine karşı insan usunun sınırsız olanaklarına güveni dilegetirir. Özellikle XVII. yüzyıldaki Descartes usçuluğu bu açıdan ilerici bir yapıdadır. Usçuluk, bu anlamında, usdışı ve usaaykırı olana karşı koyan öğretilerin genel adıdır. İnana karşı usu çıkarır ve her türlü doğaüstü verileri yadsır. Daha Homeros'ta bile insanlar tanrılarını kendi uslarına göre biçimlendirirler, tanrıların yaş**ını kendi ussal tasarımlarıyla düzenlerler. Aristoteles, Platon'un doğuştancı usçuluğuna karşı çıkar. Aristoteles'e göre usumuzda bilgi yoktur, bilgiler duyumlarımızla deneylerden elde ettiğimiz öğelerden usumuz tarafından yapılır. Daha açık bir deyişle us, bilgi taşıyıcısı değil, bilgi yapıcısıdır, bilgi yapmak için gerekli malzemeyi dış dünyadan alır. Gerçek usçuluğun anlamı da bundan ibarettir. Aristoteles usu, etkin us (aktif akıl) ve edilgin us (pasif akıl) olmak üzere ikiye ayırır, deney ve gözlemlerle elde edilen maddi malzemeyi algılayan edilgin us, bu malzemeden bilgi yapan da etkin ustur. Aristoteles bu düşüncesiyle, Alman düşünürü Immanuel Kant'a öncülük etmiştir. Usçuluk, bu anlamda, usaaykırıcılığın (irrasyonalizmin) karşıtıdır.
.