Arama

Mitlerin bizim için bir etkisi var mıdır?Destana ne zaman geçilmiştir?

Güncelleme: 1 Ekim 2009 Gösterim: 2.930 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Ekim 2009       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
mitlerin bizim dünyamızda etkisi var mıdır?
destana nasıl geçilmiştir?
Sponsorlu Bağlantılar
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
1 Ekim 2009       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

mitlerin bizim dünyamızda etkisi var mıdır?
destana nasıl geçilmiştir?

Mitlerle anlatılan başka dünya insanüstü nitelikte olan, 'aşkın' bir düzeyi, mutlak gerçekler düzeyini temsil eder. Bir şeyin gerçekten var olduğuna insana kılavuzluk edebilecek ve insan yaşamına bir anlam verebilecek mutlak değerlerin var olduğu düşüncesi, kutsalla tanışmada, insan-ötesi bir gerçeklikle karşılaşmada ortaya çıkar.
Sponsorlu Bağlantılar
Mitin açık olan tartışmasız değeri hep aynı süreler içinde yinelenen ritüellerle yeniden doğrulanır. En eski olayın yeniden anımsanması ve yeniden gerçekleşme aşamasına getirilmesi, ilkel insana gerçek olanı ayırt etmesinde ve akılda tutmasında yardımcı olur. Paradigmatik bir hareketin sürekli yinelenmesi sayesinde herhangi bir şey, evrensel akış içinde sabit ve sürekli olarak kendini gösterir. Başlangıç zamanında yapılanın hep aynı süreler içinde yinelenmesiyle, herhangi bir şeyin mutlak bir biçimde var olduğu kesinleşir. Bu 'herhangi bir şey' 'kutsal'dır, yani insan-ötesidir ve dünya-ötesidir; ancak insan bunu kendi deneyimiyle öğrenebilir. 'Gerçeklik', 'aşkın' bir düzeyden hareketle kendini belli eder ve oluşturulmaya elverişli bir duruma gelir; ama bu 'aşkın' düzey, ritlerde yaşanmaya elverişlidir ve giderek sonunda insan yaşamının bütünleyici bir parçası durumuna gelir.
Tanrıların, mitsel Kahramanların ve Atalar'ın bu 'aşkın' nitelikteki dünyasına girilebilir, çünkü arkaik insan, Zaman'ın tersine çevrilemezliğini kabul etmez . Bunu birçok kez saptadık: Ritüel yardımıyla dindışı ve kronolojik olan Zaman ortadan kaldırılır, mitin kutsal zamanı yakalanır. Tanrıların, başlangıç zamanında gerçekleştirdikleri başarılarla çağdaş duruma gelinir. Zaman''ın tersine çevrilemezliğine karşı başkaldırı, insana 'gerçekliği oluşturma'da yardımcı olur, öte yandan da onu ölmüş olan Zaman'ın ağırlığından kurtarır, geçmişi yıkabileceğine, yaşamına yeniden başlayabileceğine ve kendi dünyasını yeniden yaratabileceğine inandırır.
İlk bakışta, arkaik toplum insanının, aynı ilk örnek jestini durmaksızın yinelemekten başka bir şey yapmadığı sanılır. Ama gerçekte, o, bıkıp usanmadan dünyayı fethetmektedir, onu düzenlemekte, doğal görünümü kültür ortamına dönüştürmektedir. Kozmogoni mitinin açıkladığı örnek oluşturan model sayesinde, insanda yaratıcı olur. Mitler, dokunulmaz modeller olarak ortaya çıkmakta, insanın girişimini engellemeye yönelik gibi görüneceklerine, gerçekte insanı yaratıcı olmaya sürüklerler, onun yaratıcı karakterine yeni ufuklar açarlar.
Mit, insana yapmaya hazırlandığı şeyin daha önce yapılmış olduğu konusunda güvence verir, girişiminin sonucuyla ilgili aklına gelebilecek kuşkuları kovmasında kendine yardımcı olur. Madem ki mitsel kahraman daha önce mitolojik bir zamanda gerçekleştirmiş, o halde bir deniz seferi karşısında neden duraksamalı? Tek yapılacak şey, onun örneğini izlemektir.
Miti, yaşayan bir şey olarak kabul eden toplumların insanı, 'şifreli' ve gizemli olmasına karşın 'açık' bir dünyada yaşar, Dünya insanla konuşur, bu dili anlamak için de mitleri bilmek ve simgeleri çözmek yeterlidir. İnsan mitleri bilince dünya artık, raslantısal olarak bir araya fırlatılıp atılmış nesnelerden oluşan yoğun bir kütle değil, yaşayan, eklemli bütünlüğü olan ve anlam taşıyan bir kozmos olur. Dünya insan ile kendi öz var olma biçimi, kendi yapıları ve kendi ritmleri aracılığıyla konuşur.
Dünya'nın varoluşu tanrısal bir yaratma eyleminin sonucudur; yapıları ve ritmleri de Zaman'ın başlangıcında olup biten olayların ürünüdür. Ay'ın kendi mitsel tarihi , ama aynı zamanda Güneş'in de, Sular'ın da, bitkiler ve hayvanlarında kendi mitsel tarihi vardır. Her kozmik nesnenin bir tarihi vardır. Bu da onun insanla konuşabilecek güçte olduğu anlamına gelir. Nesne kendisinden kökeninden en eski olaylardan söz ettiği için gerçek ve anlamlı durumuna gelir. Artık bir bilinmeyen, saydamsız, anlaşılamaz ve anlamdan yoksun, kısacası gerçekdışı olmaktan kurtulmuştur. İnsanın dünyasıyla aynı olan dünyaya katılır.
Böyle bir ortak katılım, Dünya'yı yalnızca bildik ve anlaşılır kılmakla kalmaz aynı zamanda onu saydamlaştırır. Bu dünyanın nesneleri aracılığıyla başka bir dünyaya ait varlıkların ve güçlerin izleri farkedilir. İşte biz bu nedenle arkaik insan için dünya'nın hem açık hem de gizemli olduğunu söyledik. Dünya kendisinden söz etmekle, kendini yaratanlara ve koruyucularına iletir ve kendi tarihini anlatır. İnsan durgun ve saydamsız bir dünyada yaşamaz, öte yandan dünyanın dilini çözüp deşifre ederken gizemle karşı karşıya gelir. Çünkü doğa doğaüstü olan'ı aynı zamanda hem açıkça ortaya koyar hem de kamufle eder; arkaik insan için de, temel ve ortadan kaldırılamaz olan gizemde işte burada yatar.
İnsan ve Dünya
Böylesi bir dünyada, insan kendisini kendi varoluş biçiminin duvarları içine kapanmış hissetmez. O da açıktır. Dünya ile ilişki içindedir çünkü onunla aynı dili kullanır, bu dil simgedir. Dünya onunla yıldızları, bitkileri ve hayvanları, ırmakları ve kayaları, mevsimleri ve geceleri aracılığıyla konuşur; insan da rüyaları ve düşsel yaşamıyla Ataları ya da, totemleriyle aynı zamanda inisyasyon törenlerinde ritlere uygun olarak ölme ve dirilme yeteneğiyle maske takarak bir ruhu canlandırma gücüyle vb. ona yanıt verir. Dünya arkaik insan için saydamdır, insan da Dünya'nın kendisine baktığını ve kendisini anladığını hissedir. Av hayvanı ona bakar ve onu anlar (Hayvan çoğu kez kendisini yakalatır çünkü insanın aç olduğunu bilir) ama kaya yada ağaç veya ırmakta onu anlar. Herbirinin ona anlatacağı kendi tarihi, ona verebileceği bir öğüdü vardır.
Mitin işlevi, modelleri açıklamak ve böylelikle Dünya'ya ve insanın varlığına bir anlam vermektir. Bu nedenle de insanın oluşumundaki rolü son derece önemlidir. Dediğimiz gibi, mit sayesinde gerçeklik, değer aşkınlık fikirleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Mit sayesinde Dünya Kozmos olarak, yetkin bir biçimde eklemlenmiş, bütünlenmiş, anlaşılır ve anlamlı bir kozmos olarak kavranmaya başlar. Mitler şeylerin nasıl gerçekleştiğini anlatırken, bunların kimler tarafından, niçin ve hangi koşullarda yapıldıklarını da açıklığa kavuşturur. Bütün bu açıklamalar insanı az çok dolaysız biçimde bağımlı kılar, nedeni de kutsal bir tarih oluşturmalarıdır.
Hayalgücü ve Yaratıcılık
Sonuç olarak, mitler Yeryüzünde çok büyük olayların olup bittiğini ve bu 'görkemli geçmiş'in belli ölçüde yakalanıp geri alınmaya elverişli olduğunu sürekli biçimde anımsatır. Rit, insanı kendi sınırlarını aşmaya zorlar; onu, Tanrıların ve Mitsel kahramanların yanında yer almak zorunda bırakır; bundaki amaç onların eylemlerini insanın da yapabilmesini sağlamaktır. Mit, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak insanın 'yücelme'sini sağlar. Bu durum arkaik toplumlarda, mitoloji geleneklerinin ezberden söylenmesinin birkaç bireye özgü kaldığı göz önünde tutulursa daha açık seçik biçimde belli olur. Mitleri ezberden söyleyenler kimi toplumlarda şamanlar ve sihirbaz-hekimler ya da gizli derneklerin üyelerinden oluşur. Her, ne olursa olsun, mitleri ezberden söyleyen kişi yeteneğini kanıtlamış ve yaşlı ustalar tarafından yetiştirilmiş olmalıdır. Kişi her zaman ya belleğinin gücü yada yazınsal yeteneğiyle çevresindekilerden ayrılır.
Bir mitin yada bir folklor temasının varyantları kaydedilebilmiştir, ama yeni bir mitin uydurulduğu kaydedilememiştir. Her daha önce var olan bir metnin, bir dokunun az çok hissedilir değişiklikleri sözkonusudur.
Geleneksel mitoloji konusunu yenileyen, dinsel hayal gücü düzeyindeki bir yaratıcılıktır. Buradan da , yaratıcı kişiliklerin rolünün sanıldığından da büyük olması gerektiği ortaya çıkar.
Arkaik toplumlarda, tıpkı başka heryerde olduğu gibi kültür, birkaç bireyin yaratıcı deneyimleri sayesinde oluşur ve yenilenir. Ancak arkaik kültür, mitlerin çevresinde döndüğü için ve mitleri de kutsalla ilgili usta kişiler tarafından sürekli olarak yeniden yorumlandıkları ve derinleştirildiklere için, toplum bütün olarak bu birkaç bireyin ortaya çıkardığı ve ilettiği değerler ve anlamlara doğru sürüklenir. Bu anlamlarda, mit insana, kendi sınırlarını ve koşullanmalarını aşmada yardımcı olur, onu 'en büyüklerin yanına' yükselmede yüreklendirir.

HOMEROS
Mit, epik şiire, trajediye ve komediye olduğu kadar plastik sanatlarada yalnız Yunanistan'da esin kaynağı olmuş ve yön vermiştir; ama aynı zamanda, mit yalnız Yunan kültüründe uzun uzadıya ve derinlemesine bir incelemeden geçirilmiş ve bundan kesin biçimde mitleri yıkılmış olarak çıkmıştır. İyon akılcılığının gelişmesi, Homeros ve Hesiodos'un yapıtlarında olduğu gibi , klasik mitolojinin giderek daha yıpratıcı nitelik kazanan bir eleştirisi ile aynı döneme rastlar. Bütün Avrupa dillerinde mit sözcüğünün bir kurmacayı belirtmesinin nedeni Yunanlıların daha yirmibeş yüzyıl önce bunu ilan etmiş olmasıdır.
Akılcıların yaptığı saldırıların hedefini özellikle tanrıların serüvenleri ve keyfi kararları, kaprisli ve haksız davranışları, ölümsüzlükleri oluşturmuştur. En önemli eleştiride giderek daha yüce bir Tanrı fikri adına yapılmıştır: Gerçek bir Tanrı adaletsiz, ahlaksız, kıskanç, kinci, cahil vb. olamazdı. Aynı eleştiri, daha sonra Hıristiyanlığın savunucuları, apolojistler tarafından yeniden ele alınmış ve daha da sertleştirilmiştir. Bu sav, yani ozanların sunduğu, tanrılara ilişkin mitlerin gerçek olamıyacakları savı , başlangıçta Yunanlı aydın seçkinler arasında egemen olmuş sonunda da Hıristiyanlığın kendini kabul ettirmesiyle tüm Yunan ' Roma dünyasında benimsenmiştir.
Ama burada Homeros'un bir tanrıbilimci yada bir mit yazarı olmadığını anımsanmak yerinde olur. O Yunan dini ve mitolojisini bir bütün olarak sistem ve tümü kapsayıcı bir biçimde sunmak savında değildi. Platon'un söylediği gibi Homeros'un tüm Yunanistan'ı eğittiği doğruysa da, o , şiirleriyle çok özel bir okur topluluğuna seslenmişti: Bu okurlar, askeri ve feodal bir aristokrasi üyelerinin oluşturduğu topluluktu. Onun, yazın alanındaki dehası erişilmemiş derecede bir etki ve hayranlık uyandırmıştır; bu nedenle de Yunan kültürünün birlik ve eklemli bütünlüğünün sağlanmasında Homeros'un yapıtlarının büyük katkısı olmuştur.
Ancak Homeros'un dehası ve klasik sanatın bu tanrısal dünyaya eşsiz bir parıltı kazandırmış olması, önemsenmemiş olan bütün herşeyin karanlık, anlaşılmaz, aşağı düzeyde ya da sıradan olduğu anlamına gelmez. Sözgelimi bir Dionysos vardır ki, onsuz bir Yunanistan düşünülemez, oysa Homeros onunla ilgili olarak yalnızca çocukluk dönemindeki bir olaya telmihte bulunmakla yetinir. Öte yandan, tarihçiler ve bilginlerin kurtarmış oldukları mitoloji parçaları, bizleri hiçte küçümsenmeyecek bir manevi atmosfere sokar. Homeros'a özgü olmayan ve genellikle de 'klasik' olmayan bu mitolojiler daha çok 'popüler' niteliktedir. Bu popüler mitolojilerin kalıntılarının günümüz Yunan ve Akdeniz inanışlarında örtülü olarak, Hıristiyanlaştırılmış bir biçimde varlıklarını sürdürdükleri de olasılık dışı değildir.
TEOGONİ VE SOY SOP
Hesiodos ise başka çeşit bir okur topluluğunun arayışı içindeydi . O, Homeros'un şiirlerinde adı geçmeyen ya da kaba taslak sözü edilmiş olan mitleri anlatırdı. Hesiodos mitleri kaydetmekle yetinmemiştir. Bunları sistemli kılmış ve böyle yaparken de, mitsel düşüncenin söz konusu yaratılarına daha o zaman akılcı bir ilkeyi getirmiştir. Hesiodos'un Tanrıların soy sopundan anladığı, birbirini izleyen bir dizi dünyaya getirme olgusudur. Dünyaya getirme olgusu ona göre varolmanın ideal biçimidir. Hesiodos'un Kaos ve Dünya'dan sonra ortaya çıkan ilk Tanrı'nın Eros olduğu düşüncesi, daha sonra Parmenides ve Empedokles tarafından geliştirilmiştir. Platon Şölen'de bu anlayışın Yunan felsefesi için önemi üstüne dikkati çekmiştir.
AKILCILIK VE MİT
Thales 'herşey tanrılarla dolu' dediğinde tanrıları kimi kozmik bölgelerde sınırlı yerlere yerleştiren Homeros'un anlayışına karşı çıkmıştır. Anaksimandros, tanrısız ve mitsiz topyekün bir Evren anlayışı önermiştir. Ksenophanes'e gelince o, Homeros tanrılarına açıkça saldırmaktan çekinmez. Tanrı'nın Homeros'un anlattığı gibi coşup sinirlendiğine, kıpırdanıp durduğuna inanmayı kabul etmez. Ayrıca Ksenophanes tanrılara özgü dünyaya getirme olgusunu da kabul etmez Özellikle de tanrıların insan biçimli olmalarını eleştirir 'Öküzlerin ve atların ve aslanların elleri olsaydı, elleriyle de insanlar gibi resim yapabilseler ve yapıtlar oluşturabilselerdi, atlar atlara benzer tanrı figürleri, öküzler de öküzlere benzer tanrı figürleri çizerler ve onlara kendilerininki gibi bedenler verirlerdi ' Ksenophanes'e göre 'bütün tanrılar ve insanların üstünde bir tanrı vardır; biçiminin de düşüncesinin de ölümlülerinkilerle hiçbir ortak yanı yoktur
Bu klasik mitoloji eleştirilerinde, ozanların insan biçimlilikle ilgili anlatımlarından, söz konusu tanrısal varlık kavramını çıkarmak için harcanan çaba sezilmektedir. Pindaros gibi son derece dindar bir yazar da inanılmaz mitleri kabul etmez. Euripides'in Tanrı anlayışı tümüyle Ksenophanes'in eleştirisinden etkilenmiştir. Thukydides'in yaşadığı dönemde mythodes sıfatı, masal gibi ve kanıtlanamaz anlamına geliyordu. Platon ozanları, tanrıları sunuş biçimlerinden dolayı suçladığı zaman olasılıkla önceden ikna olmuş bir okur topluluğuna seslenmiştir.
ALEGORİZMLER VE EVHEMEROSÇULUK
Mitler artık sözcüklere bağlı kalınarak anlaşılan şeyler olmaktan çıkmıştı: Artık onlarda gizli anlamlar imalar aranıyordu. Alegori yöntemi Philon tarafından Eski Ahit'teki gizlerin çözülmesi ve açıklanmasıyla yayılmıştır. Belli bir alegorizm Kilise babaları özellikle de Origenes tarafından büyük ölçüde kullanılmıştır. Değişik alegorili yorumlar sayesinde, Homeros ve Hesiedos, Yunanlı seçkin toplulukların gözünde kurtulmuş, Homeros tanrıları da yüksek bir kültür değerini korumayı başarmıştır. Homeros tanrılarının ve mitolojisinin kurtarılması, yalnızca alegori yönteminin işi değildir. İÖ 3. Yy ın başlarında Evhemeros'un felsefi yolculuk biçiminde bir roman yazdığı görülür : 'Kutsal Tarih' yapıt kısa sürede büyük başarı sağlamış Evhemeros tanrıların kökenini keşfettiğini sanmıştı ona göre tanrılar nitelik kazanmış eski krallardı. Bu da Homeros tanrılarını akılcı yoldan başka bir koruma olasılığıydı. Söz konusu tanrıların şimdi artık bir gerçekliği vardı.
Evhemerosçu nitelik kazanmış olan Yunan tanrıları, klasik biçimlerini yitirmiş olsalar ve en beklenmedik kılıklar altına gizlenmiş olsalar bile, bütün Ortaçağ boyunca varlıklarını sürdürmüşlerdir. Rönesans'ın yeniden keşfi özellikle saf klasik biçimlerini yeniden ele alınıp canlandırılmasından oluşur. Batı dünyası da zaten Yunan ' Latin paganizmi ile Hıristiyanlığın uzlaştırılma olasılığının bulunmadığını ancak Rönesans'ın sonuna doğru farketmiştir. Bu mitoloji mirası, Hıristiyanlık tarafından benimsenebilmiş ve özümlenebilmiştir, nedeni de artık yaşayan dinsel değerlerle yüklü olmamasıdır. Giderek bir kültür hazinesi haline gelmiştir. Sonunda klasik miras, ozanlar, sanatçılar ve filozoflar tarafından kurtarılmıştır.
YAZILI BELGELER VE SÖZLÜ GELENEKLER
Kültür sayesinde kutsallığı kalkmış bir dinsel evren ve mitleri yıkılmış bir mitoloji, örnek gösterilebilecek tek uygarlık olmayı başaran Batı uygarlığını oluşturmuş ve beslemiştir. Burada logos'un mitos'a karşı kazandığı zaferden öte bir şey vardır. Burada kitap'ın sözlü geleneğe karşı kazandığı zafer, belgenin elinde anlatım araçlarından başka bir şey bulunmayan yaşanmış bir deneyime karşı kazandığı zafer söz konusudur.
Klasik Yunan mitleri daha o dönemde yazınsal yapıtın dinsel inanışa karşı kazandığı zaferi temsil eder. Kendi kült bağlamıyla birlikte bize kadar ulaşmış hiçbir Yunan miti yoktur. Bizler mitleri bir rite bağlı dinsel bir deneyimin kaynakları ya da anlatımları olarak değil de yazınsal ve sanatsal belgeler halinde öğreniriz. Yunan diniyle ilgili yaşayan popüler nitelikte olan bütün bir alan elimizin altından kayıp gitmiştir, nedeni de kesinlikle sistemli bir biçimde yazılı olarak betimlenmemiş olmasıdır.
Homeros mitlerinin yanı sıra klasik din mitlerinin yıkılması, Akdeniz dünyasında Hıristiyanlığın hemen hemen hiçbir direnmeyle karşılaşmadan yerleşebileceği dinsel bir boşluk yaratacağının düşünülmesini sağlamaktadır. Gerçekte Hıristiyanlığın pek çok türden din duygusuyla karşı karşıya gelmiştir. Asıl direnme alegori ve evhemerosçu nitelik kazanmış klasik din ve mitolojiden gelmemiştir, onların gücü özellikle siyasal ve kültürel türden olmuştur. Avrupa'daki Hıristiyanlık öncesi dinler üstüne elimizde biraz daha fazla bilgi bulunduğunda bunların ne kadar karmaşık ve ne kadar zengin olduğu görülür. Ama söz konusu halklar, geçirdikleri paganizm döneminde kitap yazmadıkları için bizler hiçbir zaman onların başlangıçtaki dinlerini ve mitolojilerini tam olarak öğrenemeyeceğiz On yüzyıl boyunca Hıristiyanlığa ve kilise yetkililerinin sayısız saldırılarına direnmede yeterince güçlü bir dinsel yaşam ve bir mitoloji söz konusu olmuştur. Bu dinin kozmik bir yapısı vardı ve sonunda Kilise tarafından hoşgörüyle karşılanmış ve benimsenmişti.
Dinsel özelliklerini kökünden yitirmiş ve mitleri yıkılmış olan Yunan dini ve mitolojisi, Avrupa kültüründe eğer varlığını sürdürmüşse, bunun nedeni yazınsal ve sanatsal başyapıtlarla yansıtılmış olmasıdır. Buna karşılık, Hıristiyanlığın kendini kabul ettirdiği sırada yaşayan tek pagan biçimleri olan popüler dinler ve mitolojiler, kırsal kesim halklarının geleneklerinde varlığını sürdürmüş, Hıristiyanlaşmıştır. Kökleri Cilalıtaş döneminde kadar uzanan, temelde tarımsal yapılı bir din söz konusu olduğundan Avrupa dinsel folklorünün hala tarih öncesine ait bir mirası koruma olasılığı vardır. Bu arkaik mitler ve dinsel davranışların kalıntıları, önemli bir dinsel olgu oluşturduğu halde, kültür düzeyinde ancak önemsiz sonuçlar doğurmuştur. Yazı'nın gerçekleştirdiği devrimden geriye dönülmez. Bundan böyle kültür tarihi yalnızca arkeoloji belgelerini ve yazılı metinleri göz önünde tutacaktır. Bu tür belgelerden yoksun bir halk, tarihi olmayan bir halk olarak kabul edilir..

kaynak
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
1 Ekim 2009       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Mitler
Yunan Mitolojisi "Başlangıçta kaos vardı" der bize. Bu kaos nedir nasıl birşeydir pek bilinmez doğrusu. Belki de bu belirsizlik ona kaos ismini vermiştir . Ama durup dururken, bu kaos'tan bir anda Gaia oluşmuştur, yani toprak, başka bir deyişle "Toprak Ana"...
Hesiod der ki, "Gaia'dan gökyüzü yükseldi" , yani Uranos... Gökyüzü, yani Uranos; toprağın, yani Gaia'nın hem oğlu hem eşi oldu. (Garipsemeyelim, ensest ilişki, mitolojide çok sık rastlanan bir olaydır.) O zamanlarda, gökyüzü ve yeryüzü birbirine o kadar yakındı ki, birbirlerine öyle büyük bir aşkla sarılmışlardı ki, aralarındaki sınır ayırt edilemezdi. Bereketli, yeşil Gaia, Uranos'un yağmurlarıyla ıslanınca, Eros ortaya çıktı; yaratıcı aşkın ruhu... Eros, bir varlıktan çok, Gaia'nın ruhu olarak tanımlanır; yeryüzü ve gökyüzünü birlikte kılan bir güç. Gaia ve Uranos'un kucaklaşmasıyla ilk varlıklar oluşmaya başladı. Gaia, Uranos'un kolları arasında mutlulukla kıpırdandığında, narin, yeşil, yumuşak tepeler oluştu, ve Gaia bu tepelerden Titanları doğurdu; düşünme yeteneğine sahip ilk varlıkları. Titanlardan sonra, Gaia yüz kollu, dev canavarlar doğurdu. Babaları Uranos onlardan görür görmez nefret etti, iğrendi ve toprağın içine geri itti. Gaia acıyla kıvranıyordu, bu kıvranmalardan yeryüzündeki büyük taşlık dağlar oluştu. Ancak Uranos Gaia'ya eziyet etmekten vazgeçmiyordu.
Gaia, acı içinde ilk çocukları olan Titanlar'a seslendi. Babaları ve yarı kardeşleri olan Uranos'a karşı kendisiyle birlik olmalarını istedi. Ancak Titanların hemen hepsi Uranos'tan ölesiye korkuyorlardı, yardım çağrısına karşılık vermediler Gaia'nın. Ancak içlerinden biri, Cronus annesine yardım edeceğini belirtti. Titanların en cesuru olan Cronus, annesine yardım edip babasını saf dışı bıraktıklarında evrenin idaresinin kendisine geçeceğini sezinliyor olmalıydı. Bunun üzerine Gaia, Cronus'un pençeye benzeyen güçlü elleri için demiri yarattı. Yerden biten bu demiri çakıltaşıyla biledi, bir orak haline getirdi ve Cronus'a verdi. "Bununla babanı hadım edeceksin!" dedi. Cronus orağı aldı, ve gece olduğunda uykuya çekilen babasının üzerine atıldı ve onu hadım etti. Böylece gökyüzü sonsuza dek yeryüzünden ayrılmış oldu, artık dünyaya hükmedecek hükümdarların, toprağa ayak basmaları gerekecekti, gökyüzünden yeryüzüne hükmetmek olanaksızlaşmıştı.
Babasının erkeklik organını kesen Cronus, ardına bile bakmadan ordan uzaklaştı. Kesilmiş erkeklik organından toprağa damlayan kanlardan yeni varlıklar doğdu. (Gökyüzünün erkeklik organı olur mu, hadi oldu diyelim, kanı olur mu diye düşünmeyeceğiz tabii.. Mitolojide "olmaz" yok.. Oluyor işte bir şekilde.)
İlkin, İntikam Tanrıçaları Erinysler... Bu tanrıçalar birçok söylende yer almış olan korkunç yaratıklardır. "Suçluları kovalayıp duran bir nevi mitolojik polistirler" diye anlatır onları bir yazar. Niçin İntikam Tanrıçaları olduklarına gelince.. Erkeklik organı kesilmiş olan Uranos, korkunç bir acı duymuştu, duyduğu ilk acıydı bu, korkunç bir çığlık attı. Uranos' un intikam arzusuyla dolu bu çığlığından ve havada uçmakta olan kesik organdan damlayan ilk kan damlalarından İntikam Tanrıçaları doğdu...
Ardından, Uranos'un kesilmiş erkeklik organından damlayan ikinci kan damlalarından Gigantlar doğdular. Yeryüzü görünümündeki Gaia, gökyüzü görünümündeki Uranos, fiziksel özellikleri pek bilinmeyen ancak insan görünümünde olduklarını düşündüğümüz Titanlar ve yüz kollu devlerden sonra; Gigantların dış görünüşleri pek garipti. İnsanlara benzer bir yapıları vardı ancak vücutlarının alt kısmında yılan biçimli bir kuyruk bulunuyordu. İki ayakları üzerinde duruyorlar ancak sürüngen özellikleri de gösteriyorlardı..
Organ uçtu, uçtu, sonunda suya düştü... Üzerinde bulunan spermler tuzlu deniz suyu ile birleşti ve bir köpük oluşturdu. Bu köpük Kıbrıs kıyılarında karaya vurdu ve içinden güzeller güzelli Aşk Tanrıçası Aphrodite çıktı. Aphrodite göğün kızıdır ve ilk tanrıçalardan biridir. Roman mitinde kendisine Venüs ismi verilmiştir, sabah ve akşam yıldızı olarak görünmüştür. (Hemen bir uyarı... Roman mitindeki karakterlerin hemen hepsi Grek mitinden alınmış, isimleri değiştirilerek anlatılmıştır...)
Uranos hadım edilip (Böyle ayrıntılı bir hadım tasviri ancak mitolojide mümkündür zaten..) , kesik organından Erinysler, Gigantlar ve Aphrodite doğduktan sonra, Cronus tahta geçmiş oldu. (Hangi taht diye sormayacaksınız, değil mi?)
Ancak Cronus'un babasından daha da zalim bir tanrı olacağını kimse bilemezdi.. Yüz kollu dev kardeşlerini kurtaracağı yerde, ona umut bağlamış olan zavallıcıkları daha da gerinlere, Tartaros'a itti. Tartaros, Yeraltı Dünyası'nın en derin, en korkunç, en karanlık yeridir ve Homeros tarafından "Tartaros'un yeraltı dünyasına olan uzaklığı, dünyanın gökyüzüne uzaklığı kadardır." diye tanımlanır. Oraya düşmek, bir varlığın başına gelebilecek en kötü şeydir.
Cronus, kendisine ayak bağı olacaklarını düşündüğü kardeşlerini Tartaros'a hapsettikten sonra keyfine baktı ve kardeşi Rhea'yı kendisine eş olarak aldı. Fakat hayal kırıklığına uğramış olan Gaia, Cronus'un ihanetine bir kehanetle yanıt verdi, ve Cronus'un keyfini kaçırdı... "Babana yaptıklarının aynısını günün birinde çocuklarından biri de sana yapacak."
Rhea, Cronus'a bir sürü çocuk doğurdu... Böylece eski Yunan Tanrıçaları ve Tanrıları birer birer ortaya çıktılar. Kendilerinden birazdan bahsedeceğim.
Cronus, annesinin kehanetinden korkuyor, Rhea doğurdukça çocukları yutuyordu. Rhea bu durumdan elbette hoşnut değildi ancak, günün birinde doğacak çocuğunu sever de kıyamaz yutamaz umuduyla doğurmaya devam ediyordu. Ancak Cronus akıllanacağa benzemiyordu. Oysa Rhea'nın sabrı tükenmişti, yine hamileydi ve bu sefer doğacak çocuğunu Cronus'un midesine göndermeye hiç niyeti yoktu!
Annesi Gaia'dan akıl aldı, ve onun öğüdüne uyarak çocuğunu dağlık bir yere gidip doğurdu ve oğlunu keçi sütü ile besledi. Sonra da onu ne idüğü belirsiz Kuretler'e verdi. Kuretler o dağlık bölgede yaşayan küçük tanrıcıklardı, ama neden tanrıydılar, ne gibi tanrısal özelliklere sahiptiler bilinmemektedir. Ben onları tanrıdan çok, Doğa'nın Ruhu olarak düşünüyorum. Rhea, oğlunu işte bu Kuret'lere emanet etti. Kuret'ler eğer Cronus oralara yaklaşacak olursa korkunç sesler çıkarıp bebeğin sesini duymamasını sağlayacaklarına söz verdiler.
Sonra Rhea, yerden bir kaya parçası aldı, onu battaniyelere sardı sarmaladı ve yutması için Cronus'a sundu. Cronus'un gözü öylesine dönmüştü ki, battaniyeyle beraber yuttu kayayı, ohh bundan da kurtulduk diye düşündü, Rhea'nın bir sonraki doğumuna kadar rahatladı... Ancak Rhea bir daha doğurmadı, en azından böyle bir kayda rastlamıyoruz.
Aradan yıllar geçti, Zeus büyüdü, genç ve kuvvetli bir tanrı oldu. (Yaaa, evet. İşte Kuret'lere emanet edilen şanslı bebek, daha sonra Tanrıların Tanrısı olacak Yüce Zeus idi...)
Günün birinde Metis'e, Akıllı ve Bilge Peri'ye rastladı. Zeus hemen ona aşık oldu. (ilerde Zeus'un ne kolay aşık olan, çapkın bir tanrı olduğunu göreceğiz ) Metis'e hayatını anlattı. Babasının çılgınlıklarından, yeraltına hapsedilmiş kardeşlerinden bahsetti. Metis öğrendikleri karşısında kayıtsız kalamadı ve Zeus'a yardım etmeye karar verdi. Hemen büyülü bir iksir hazırladı, ve babasına içirmesini tembihleyerek bunu Zeus'a verdi.
Zeus, babasının sarayına saki olarak bir şekilde kendisini kabul ettirdi ve şarabına büyülü iksiri karıştırıp içirmeyi başardı. İksir hemen etkisini gösterdi, Cronus birer birer yuttuğu çocuklarını kusmaya başladı. (Mantıksal değerleri unutunuz, onlar nasılsa, babalarının karnından ölmemiş, hatta büyümüş, gelişmiş bir şekilde çıktılar. Ölmemiş olmaları çok doğal aslında, çünkü onlar tanrı ve tanrıçalardır. Ama Cronusun karnı ve ağzının boyutları hakkında; çocukların onun karnında nasıl sindirilmeden kalabildikleri ve hatta orada büyümeyi başarabildikleri hakkında hiçbir fikrim yok!)
Çocukları, Cronus'un midesinden çıktıktan sonra babalarının karşısına dikildiler: İlerde Olympos'ta bir nevi ev kadını olan Ocak ve Ev Düzeni Tanrıçası Hestia, kolunda bir demet başak ile tasvir edilen Bereket Tanrıçası Demeter, evliliğin koruyucusu Hera (ilerde kocası olacak Zeus tarafından bol bol aldatıldığından olsa gerek) , sonradan Yeraltı Dünyası'nın tanrısı olan Hades ve sonradan Denizler Tanrısı olan Poseidon...
Hepsi de Zeus'un önderliğinde babalarına karşı birleştiler ve şiddetli bir savaş başladı. Zeus, Tartaros'tan yüz kolluları çıkardı. Onlar da kendilerini esaretten kurtaran Zeus'a minnettarlıklarını bildirmek için onun yanında savaştılar. Hatta Zeus'a şimşekli silahlar armağan ettiler. Böylece savaş Zeus ve kardeşlerinin üstünlüğü ile sona erdi.
Bu savaşın 10 yıl kadar sürdüğü söylenir. Niçin bu kadar uzun sürmüştür belli değil. Oldukça saçma oysa.. Bildiğimiz savaşlara benzemez bu. Kimse kimseyi öldürüp yaralayamaz, zaten ölümsüzlerdir çünkü. Sanırım amaç salt iktidar ve koltuk kavgası olduğundan, bunca süre Zeus, Cronus'u artık iktidarı kendisine teslim etmesi için ikna etmeye çalışmıştır. 10 yıl sonra da Cronus yorgun düşmüş olmalı ki, Zeus ile anlaşmaya razı olmuş, iktidarı devredip Mutlular Adası'na, kader ve kısmete yön vermek üzere atanmıştır. Böyle zalim birine nasıl böyle bir görev verilir o da garip, ama Zeus onu ancak bu yolla kandırabilmiş olmalı...
Cronus altedilince, Zeus önderliğinde yepyeni bir düzen kurulmuştur. Zaten Zeus'un önderliği herkes tarafından kabul edildiği için, bu pek de zor olmasa gerek. Zeus, kendisini "Gökyüzünün ve Yeryüzü'nün Tanrısı" , Poseidon'u "Denizler ve Irmakların Tanrısı", Hades'i "Yeraltı Dünyası'nın Tanrısı" ilan edip, zirvesi devamlı bulutlarla kaplı olan Olympos Dağı'na yerleşti.
Ah, bu arada unutmadan: Zeus kendisine karşı gelen Titanları Tartaros'a kapatarak cezalandırdı. Ancak birer Titan oldukları halde kendisine başkaldırmayan Prometheus ve Epimetheus kardeşleri "İnsanın Yaratılışı"nda görevlendirdi. Savaşta diğer Titanların başında bulunan Atlas ise en büyük cezayı, yerküreyi omuzlarında taşıma cezasını aldı...

Mesajın devamı için Mitler (Mitos-Halk Hikayeleri)

Benzer Konular

3 Nisan 2010 / efsane38trtc Soru-Cevap