Arama

1. Dünya Savaşı'ndan sonra düşmanlar hangi topraklarımızı işgal etmişlerdir? - Sayfa 5

Güncelleme: 22 Kasım 2015 Gösterim: 88.268 Cevap: 44
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Kasım 2014       Mesaj #41
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ingilizler birinci savaşı sonunda ............................ilerimizi işgale başlamıstı .................. yerine ne gelcek?
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Kasım 2014       Mesaj #42
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Yunanistan---------->İzmir
İngiltere--------->Urfa,Antep,Maraş

Sponsorlu Bağlantılar
Fransa-----------> Adana ve çevresi
italya---------------->Antalya ve Konya

tarafından işgal edildi bunu bilmeyen varmı?
BEN BUNU 4 YAŞINDA EZBERLEDİM
ŞİMDİ BEN BUNUN SAYESİNDE 36 MADALYA KAZANDIM BUNU İYİ BİLİN

kardeş fransa Adana ve çevresiyle savaşmadı
fransa Urfa,Antep,Maraş'la savaştı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2015       Mesaj #43
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1. Dünya Savaşı'ndan sonra hangi topraklarımız düşman istilasına uğramıştır?
Son düzenleyen nötrino; 4 Şubat 2015 14:37 Sebep: Soru düzeni!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Mart 2015       Mesaj #44
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
yüzde yüz emin olmamakla birlikte ( 8. sınıflara il il de sorulabiliyor o nedenle bu şekilde yazdım):
İngiltere: Musul (ilk işgal), Urfa, Antep, Maraş, Afyon, Merzifon, Batum.
Fransa: Adana, Mersin, Toros tünelleri, Dörtyol.
İtalya: Antalya, Konya , Fethiye, Bodrum, Marmaris, Burdur
İtilaf Devletleri Olarak : Boğazlar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Kasım 2015       Mesaj #45
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sakarya Meydan Muharebesi, Anadolu Türk tarihinin en önemli savaşlarından biridir. Yunan General Papulas tarafından Yunan ordularına Ankara'ya harekat emri verilmişti. Savaşı Yunan tarafı kazanırsa TBMM, Sevr Antlaşması'nı kabul etmek durumunda kalacaktı. Öte yandan yirmi dört tümen Rus askeri Kafkaslarda bu savaşın sonucunu beklemekteydi. Savaşı Türklerin kaybetmesi halinde Sevr hızlı bir şekilde uygulamaya geçirilecekti.

Muharebe[değiştir | kaynağı değiştir]

TBMM Ordusu, Kütahya-Eskişehir Muharebelerindeki yenilgisinden sonra cephe kritik bir duruma düşmüştü. Cepheye gelerek durumu yerinde gören ve komutayı eline alan TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi birliklerinin Yunan ordusuyla arada büyük bir mesafe bırakılarak Sakarya Nehri'nin doğusu'na çekilmesine ve savunmayı bu hatta devam ettirmesine karar verdiler.

Mustafa Kemal Paşa, "Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz." emrini vererek muharebeyi geniş bir alana yaydı. Böylece Yunan kuvvetleri de karargâhlarından uzaklaşıp bölünmüş olacaktı.

TBMM, 3 Ağustos 1921'de Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa'yı azlederek, aynı zamanda Başvekil ve Milli Müdafaa Vekili de olan Fevzi Paşa'yı bu makama da atadı.

22 Temmuz 1921'de Sakarya Nehri Doğusu'na çekilmeye başlayan Türk ordusu, güneyden kuzeye 5. Süvari Kolordusu (Çal Dağı güneyinde), 12., l., 2., 3., 4. Gruplar ve Mürettep Kolordu birinci hatta olacak şekilde tertiplendi. Çekilişin hızlı bir şekilde tamamlamasından sonra Yunan birlikleri taarruz pozisyonu için tam 9 gün Türk birlikleri ile karşılaşmadan yürüdü. Bu yürüyüşün hangi yöne doğru olduğu Türk keşif birlikleri tarafından tespit edilerek cephe komutanlığına bildirildi. Bu savaşın kaderini belirleyecek stratejik hatalardan biri oldu. Yunan taarruzu baskın olma özelliğini kaybetti. Ancak 14 Ağustos'ta ileri harekata geçen Yunan ordusu, 23 Ağustos'tan itibaren 3. Kolordusu ile Sakarya Nehri doğusundaki Türk kuvvetlerini tespit, 1. Kolordusu ile Haymana istikametinde, 2. Kolordusu ile Mangal Dağı güneydoğusunda kuşatıcı taarruza başladı. Fakat bu taarruzlarında başarısız oldular.





Polatlı'ya ilerleyen Yunan piyadeleri. (Ağustos 1921)
Kuşatma taarruzunda başarı sağlayamayan Yunan kuvvetleri, siklet merkezini ortaya kaydırarak savunma mevzilerini Haymana istikametinde yarmak istedi. 2 Eylül'de Yunan birlikleri, Ankara'ya kadar en stratejik dağ olan Çal Dağı'nın tamamını ele geçirdi. Fakat Türk birlikleri Ankara'ya kadar geri çekilmeyerek alan savunması yapmaya başladı. Yunan birlikleri Ankara'ya 50 km kalacak derecede bazı ilerlemeler sağlasa da Türk birliklerinin yıpratıcı savunmasından kurtulamadı. Ayrıca 5. Türk Süvari Kolordusu tarafından cephe ikmal hatlarına yapılan taarruzlar Yunan taarruzunun hızının kırılmasında önemli etkenlerden biri oldu. Yunan ordusu 9 Eylül'e kadar süren yarma teşebbüsünde de başarılı olamayınca, bulunduğu hatlarda kalarak savunmaya karar verdi.

Türk Ordusu'nun 10 Eylül'de başlattığı, bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği, genel karşı taarruzla Yunan kuvvetlerinin savunma için tertiplenmesine mani olundu. Aynı gün Türk birlikleri stratejik bir nokta olan Çal Dağı'nı geri aldı. 13 Eylül'e kadar süren Türk taarruzu sonucunda Yunan ordusu, Eskişehir-Afyon'un hattının doğusuna kadar çekilerek bu bölgede savunma için tertiplenmeye başladı.

Çekilen Yunan Ordusunu takip amacıyla harekata 13 Eylül 1921 itibariyle süvari tümenleri ve bazı piyade tümenleri ile devam edildi. Fakat teçhizat ve istihkâm yetersizliği gibi sebeplerle taarruzlar durduruldu. Aynı gün Batı Cephesi'ne bağlı birliklerin komuta yapısı değiştirildi. 1. ve 2. Ordu kuruldu. Grup Komutanlıkları lağvedilerek yerine 1.,2.,3.,4.,5. Kolordular ve Kolordu seviyesinde Kocaeli Grup Komutanlığı kuruldu.

Savaş, 22 gün ve gece sürerek 100 km uzunluğunda bir alanda cereyan etti. Yunan Ordusu Ankara'nın 50 km kadar yakınından geri çekildi.

Yunan ordusu geri çekilirken Türklerin kullanabileceği hiçbir şey bırakmamak için özen gösterdi. Demiryollarını ve köprüleri havaya uçurdu ve birçok köyü yaktı.[18]

Muharebe sonrası[değiştir | kaynağı değiştir]

Sakarya Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zayiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 39.289'dur. Yunan ordusunun zayiatı ise; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007'dir. Sakarya Meydan Muharebesinde çok fazla subay kaybı olduğu için bu Muharebeye “Subay Muharebesi” adı da verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk bu muharebe için "Sakarya Melhame-i Kübrası" yani kan gölü, kan deryası demiştir.[6]

Yunanlar için geri çekilmek haricinde başka bir seçenek kalmadı. Geri çekilirken Türk sivil halkına karşı yaptığı tecavüzler, kundaklamalar ve yağmacılık sonucunda 1 milyonun üzerinde sivil Türk evsiz kaldı.[19]

Mayıs 1922'de Yunan Ordusu Başkomutanı General Anastasios Papoulas ve kurmay heyeti istifa etti. Yerine General Georgios Hatzianestis atandı.

Mustafa Kemal Atatürk ünlü "Hattı Müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz." sözünü bu savaşa atfen TBMM'de söylemiştir. Savaşın ardından Albay Fahrettin Altay, Albay Kazım Fikri Özalp, Albay Mehmet Selahattin Adil ve Albay Mehmet Rüştü Sakarya, Mirliva (Tuğgeneral)liğe terfi etti. Mustafa Kemal Paşa ise TBMM tarafından Mareşal rütbesine terfi ettirildi ve Gazi unvanı verildi.

Atatürk, Sakarya Meydan Muharebesi'ne kadar bir askeri rütbesi olmadığını, Osmanlı Devleti tarafından verilmiş olan rütbelerin yine Osmanlı Devleti tarafından alınmış olduğunu belirtir. Nutuk'ta şu ifadeleri kullanır: "Sakarya muharebesi neticesine kadar, bir rütbei askeriyeyi haiz değildim. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisince Müşir (mareşal) rütbesi ile Gazi unvanı tevcih edildi. Osmanlı Devletinin rütbesinin, yine o devlet tarafından alınmış olduğu malûmdur." [20]

Sakarya Savaşı,Türk Tarihi'nde bir dönüm noktasıdır.
1.Sakarya Savaşı'nın kazanılmasıyla,Türk Milleti'nin savaşın kazanılacağına olan inancı yerine gelmiştir. İstanbul'da, tüm camilerde Sakarya Şehitlerine mevlütler okunmuştur. O ana kadar, Ankara'ya mesafeli duran İstanbul Basını'nda dahi bir sevinç duygusu oluşmuştur.
2.Uluslararası toplumun (özellikle İngiltere'nin) TBMM güçlerine bakışı değişmiş ve Yunanistan, arkasındaki İngiltere desteğini kaybetmiştir.
3.13 Eylül 1683 2. Viyana Kuşatması ile başlayan Türk geri çekilmesi yine bir 13 Eylül günü bu savaş ile durmuş, yeniden ilerleme başlamıştır. Bu yönden bu savaşın sembolik önemi de Türk Tarihi açısından çok fazladır.

Üst kademe komutanları[değiştir | kaynağı değiştir]
TBMM Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanı: Mustafa Kemal Atatürk
Başvekil ve Genelkurmay Başkanı: Birinci Ferik Mustafa Fevzi Çakmak
Milli Müdafaa Vekili: Mirliva Refet Paşa
Batı Cephesi: Komutanı Mirliva Mustafa İsmet İnönü 1. Grup: Komutanı Albay İzzettin Çalışlar 24. Tümen: Komutanı Yarbay Ahmet Fuat Bulca
23. Tümen: Komutanı Yarbay Ömer Halis Bıyıktay

2. Grup: Komutanı Albay Mehmet Selahattin Adil 4. Tümen: Komutanı Albay Mehmet Sabri Erçetin
5. Tümen: Komutanı Yarbay Mehmet Kenan Dalbaşar
9. Tümen: Komutanı Albay Sıtkı Üke

3. Grup: Komutanı Mirliva Yusuf İzzet Met 7. Tümen: Komutanı Yarbay Ahmet Derviş
8. Tümen: Komutanı Albay Kazım Sevüktekin
15. Tümen: Komutanı Albay Şükrü Naili Gökberk

4. Grup: Komutanı Albay Kemalettin Sami Gökçen 5. Kafkas Tümeni: Komutanı Yarbay Cemil Cahit Toydemir
61. Tümen: Komutanı Albay Mehmet Rüştü Sakarya

5. Grup: Komutanı Albay Fahrettin Altay 14. Süvari Tümeni: Komutanı Yarbay Mehmet Suphi Kula
4. Süvari Tugayı: Komutanı Yarbay Hacı Mehmet Arif Örgüç

12. Grup: Komutanı Albay Halit Karsıalan 11. Tümen: Komutanı Albay Abdülrezzak sonra Yarbay Saffet

Mürettep Kolordu: Komutanı Albay Kazım Fikri Özalp 1. Tümen: Komutanı Yarbay Abdurrahman Nafiz Gürman
17. Tümen: Komutanı Albay Hüseyin Nurettin Özsu
41. Tümen: Komutanı Yarbay Şerif Yaçağaz
1. Süvari Tümeni: Komutanı Yarbay Osman Zati Korol

Batı Cephesine Doğrudan Bağlı Birlikler 2. Süvari Tümeni: Komutanı Yarbay Ethem Servet Boral
3. Süvari Tümeni: Komutanı Yarbay İbrahim Çolak

Mürettep Tümen: Komutanı Yarbay Ahmet Zeki Soydemir 3. Kafkas Tümeni: Komutanı Yarbay Halit Akmansü
6. Tümen: Komutanı Yarbay Hüseyin Nazmi Solok
57. Tümen: Komutanı Yarbay Hasan Mümtaz Çeçen


Birinci Dünya Savaşı'nın Nedenleri ve Sonuçları

Sebepleri ;
•ham madde ve sömürge arayışı.
•İngiltere ve Almanya arasındaki ekonomik rekabet.
•silahlanma yarışının hızlanması.
•Fransız ihtilalinin getirdiği milletçilik akımının etkisi.
•Fransızların alsos-loren bölgesini Almanlardan geri almak istemesi.
•devletlerarası bloklaşma.
•Avusturya'nın ve Rusya'nın balkanlar üzerindeki çıkar çatışmaları.
•siyasi birliğini geç tamamlayan Almanya ve İtalya'nın siyasi dengeleri değiştirmesi

1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin Savaştığı Cepheler

Kafkasya cephesi:
Osmanlı devleti doğu Anadolu'da Ruslarla savaştı. Ruslar 1914 yılının aralık ayında doğu ana doluya saldırdı. Enver paşanın yönettiği karşı taarruz, şiddetli soğuklar yüzünden başarısız oldu. Bu nedenlerden dolayı Sarıkamış ve yöresinde askeri birliklerimiz çok kayıplar verdi.

1916 yılında Muş ve Trabzon'u ele geçirdi. Ancak Çanakkale savaşlarından sonra gönderilen Mustafa kemal, muş ve Bitlis'i Ruslardan geri aldı.1917 Rus ihtilali, Kafkas cephesi'nde savaşın durmasına neden oldu.

Kanal cephesi:
Osmanlı Devleti, Mısır'da yeniden egemenlik kurmak ve Süveyş kanalı'nı ele geçirmek amacındaydı. Bu kanal Osmanlılar tarafından alınırsa, İngilizlerin, sömürgeleriyle olan bağlantısı kesilecek ve oralara n aldığı asker ve malzeme desteği önlenecekti.

Bu yüzden Osmanlı Almanya'nın etkisiyle İngilizlerin Elinde bulunan Süveyş kanalı'na bir saldırı düzenledi.(1915) ancak gerekli önlemler alınmadan, hazırlıksız olarak yapılan savaşta İngiliz birlikleri karşısında başarılı olamadı. İngilizler, Sina yarımadası'nı ele geçirerek Suriye sınırına dayandı (1916)
Hicaz ve yemen cephesi:
Bir kısım Osmanlı birlikleri kutsal yerleri korumak için bu bölgede İngilizlerle çarpıştı.

Ancak Sina'da gerek çölün olumsuz koşulları gerekse güçlü İngiliz kuvvetleri karşısında bir sonuç alınamadı.

Osmanlı devleti bu cephede, İngilizler Veonların kışkırttığı Araplarla mücadele etmek zorunda kaldı. Bu cephede İngiliz üstün duruma geçti.

Irak cephesi:
İngilizler, Türk kuvvetlerinin İran' a girmesi ve Hindistan'ı tehdit etmesini önlemek istiyordu. Ayrıca, kuzeye çıkarak Ruslarla birleşmek amacındaydılar. Irak petrollerini ele geçirmeyi planlayan İngiltere, Basra'ya asker çıkardı. İngiliz birlikleriyle savaşan Osmanlı kuvvetleri başarılı oldu.
Küt' ül amare denilen yerde, İngiliz kuvvetleri geri çekildi(1915). Ancak elde edilen bu başarı uzun sürmedi. Yeniden Basra'ya asker çıkaran İngilizler, 1917 yılında Bağdat' a girdiler.

Suriye ve Filistin cephesi:
Bu cephede Türk kuvvetlerine, yıldırım ordular grup komutanı olan alman general liman Von Sanders komuta ediyordu. Bu general, ateşkes hükmü gereğince görevden alındı, yerine Mustafa kemal paşa atandı. Suriye cephesi'nde İngilizlere karşı bazı başarılar kazandı. Mustafa kemal paşa, bugünkü Suriye sınırımızı savunmak için önlemler aldı.

Galiçya, Romanya ve Makedonya cepheleri:
Osmanlı devleti, Avrupa cephelerine kuvvet göndererek, kendi bağlaşıklarını desteklemişti gönderilen kuvvetler 1916-1917 yıllarında Avrupa cephelerinde muharebelere katıldılar. Rusya, Romanya ve Fransa' ya karşı mücadele ettiler.

Çanakkale cephesi:
Türk tarihinin kaderini değiştiren, Türk milletinin vatanını savunmak için canını feda etmekten çekinmediği önemli bir savaştır.

İtilaf devletlerinin bu cephedeki amacı; Rusya'ya silah yardımı yaparak bu devletin doğu Avrupa'ya yönelik saldırısını kolaylaştırmak, Almanya'nın doğuya yayılmasını önlemek, boğazlar ve İstanbul' u alarak Osmanlı devleti'ni savaş dışı bırakmaktı.

İngiltere ayrıca, mısır'daki varlığını güvence altına almak, Ortadoğu'daki zengin petrol yataklarına sahip olmak istiyordu.

İtilaf devleri, Çanakkale boğazı'ndan geçmek için, Şubat 1915'ten itibaren saldırıya geçtiler. Güçlü top atışı ve Nusret mayın gemisinin önceden boğaz'a döktüğü mayınlar yüzünden başarısızlığa uğradılar. 18 Mart 1915' te, daha büyük bir saldırı başlattılar. İtilaf devletleri' nin savaş gemilerinin bir kısmı batırıldı, bir bölümü ise saf dışı edildi.

Böylece Çanakkale'yi denizden geçilemeyeceğini anladılar. Bunun üzerine 25 Nisan tarihinde Gelibolu yarımadası' nda Seddülbahir ve Arı burnu kıyılarına çıkarma yaptılar.

Amaç; Çanakkale'yi karadan geçmekti. İçlerinde Avusturya ve yeni Zelandalı askerlerden oluşan Anzakların da bulunduğu itilaf devleti'nin birlikleri, karşılarında Mustafa kemal' i ve onun inançlı askerlerini buldular.

Türk ordusu, bu cephede büyük bir zafer kazandı. Boğazlar ve İstanbul'a yönelen tehlike önlendi. İtilaf devletleri amaçlarına ulaşamadılar. Bu cephede kazanılan zafer nedeniyle savaş bir süre uzadı.
1 dünya savaşı sonuçları
1.Avrupa ve Asya'da devletlerarası dengeler bozulmuş, Osmanlı, Avusturya-Macar imparatorluğu ve Rusya tarihe karıştı.
2.Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Macaristan kuruldu.
3.yeni siyasi rejimler ortaya çıktı.
4.yenilen devlerin imzaladığı ağır antlaşmalar 2. dünya savaşına ortam hazırladı.
5.sömürgecilik isim değiştirerek "mandacılık" adı altında devam etti.
6.Osmanlı devleti parçalanmış Hıristiyan azınlıktan sonra Müslüman Araplarda bağımsızlıklarını ilan etti.
7.ABD bu savaştan sonra Avrupa politikasına karışmaya başladı.
8.cemiyet-i akvam kuruldu.

1. Dünya Savaşında Yenilen devletlerin imzaladığı antlaşmalar:
•Almanya: versay antlaşması
•Avusturya: st. germain antlaşması
•Macaristan:riyanon antlaşması
•Bulgaristan: nöyyi antlaşması
•Osmanlı devleti: Sevr antlaşması

Ankara’nın başkent ilan edilmesiyle birlikte hızlı bir nüfus artışı yaşanmış ve bu artış beraberinde mimariden ulaşıma toplumsal alanda
hızlı bir yapılanmayı getirmiştir. Bu dönemde tüm ülkelerin ekonomilerini ve ilişkilerini de derinden etkileyen II. Dünya Savaşı patlak
vermiş, Türkiye savaşa girmesede pekçok alanda ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşamıştır. Bu çalışmanın amacı, savaşın Ankara’nın
şehir içi ve şehirler arası ulaştırma sektörüne etkilerini araştırmaktır. Ulaştırma sektörünün ne kadar kullanıldığını gösteren veriler,
halkın gelir düzeyi ile beraber yaşam şeklini de ortaya koymaktadır. II. Dünya savaşı yıllarında Ankara’daki ulaşım verilerini kapsayanbu çalışma, savaşın diğer şehirlerdeki etkilerine de ışık tutacaktır

Özel ve Ticari Araçlar
Özel otomobil kullanımı, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında
Türkiye’de yaygın bir ulaşım türü olmamıştır. Ülkede
özel otomobil sahipliğini etkileyen iki önemli faktör
ortalama gelir düzeyinin düşük, otomobil ve yakıt fiyatlarının
yüksek oluşudur (EGO, 1987, s. 24). Özel otomobil
Ankara’da; hâkimlerin, doktorların, milletvekillerinin ve
zengin esnafın kullandığı, halk için lüks bir ulaşım aracıydı.
Savaşın başlamasıyla beraber çoğu araç sahipleri otomobillerini
ellerinden çıkarmayı daha kârlı görmüşler, paralarını
gayri menkul ve hızla değer kazanan altına yatırmışlardır.
1939 yılında 14,32 lira olan Reşat altını 1940 yılında % 47’lik
artış ile 21,06 lira olmuştur. Ankara’da 1945 Mart ayında
görülen 344,6 oranındaki geçinme endeksi savaş süresince
ölçülen en yüksek seviyedir. 1938 yılında baz olarak 100 esas
alındığında 1939-1946 yıllarına ait Ankara’nın geçinme endeksi
değerleri, 1939’da 102,5; 1940’da 112,1; 1941’de 130,7;
1942’de 220,5, 1943’de 302,6, 1944’de 327,2, 1945’de 344,6,
1946’da 359,5’dir (Bilkur, 1945, s. 14; Eyüboğlu, 1946, s. 16;
T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, 1961, s. 5).
Savaş döneminde, otomobil fiyatları çok büyük orandayükselmiş, yaşanan benzin sıkıntısından dolayı yükselen
benzin fiyatları özel otomobil sahiplerine ekstra külfet
getirmiştir. Can Kıraç Anılarımla Vehbi Koç kitabında bu
durumu şöyle özetlemiştir: “İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği
ekonomik sıkıntılar işleri zora sokuyordu. Nitekim o
günkü değerlerle üç bin liraya Ankara’da otomobil satmak
kolay bir iş değildi” (1996, s. 136).
1944 yılında 1937 model Chevrolet marka arabanın fiyatı
3.000 lira; 1939 modelinin ise 5.000 liradır ve bu rakam
orta düzeyde bir memur maaşının yaklaşık 100 katıdır. Ayrıca
hükümet savaş yıllarında motorlu taşıtlar ile ilgili iki
önemli karar alarak doktorlar hariç tüm özel araçların trafiğe
çıkmalarını yasaklamış ve taksi gibi ticari araçlar için
de tek-çift uygulaması başlatmıştır (Öymen, 2002, ss. 241-
242). Özel otomobil kullananların sayısında görülen düşüşlerde
bu kararlar da etkili olmuştur. Tüm bu nedenlerden
dolayı Ankara’da 1938 yılında otomobil sayısı 668 iken
1943 yılında bu sayı 551’e, 1944 yılında ise 323’e inmiştir.
1945 yılına gelindiğinde otomobil sayısı 1938 yılına oranla
G.yarıdan fazla düşüş göstermiştir. Savaş yıllarında Ankara
halkı için mali külfet getiren otomobilin önemi ancak savaş
bittikten sonra yeniden artmaya başlamıştır.
Bisiklet sayılarında ise otomobil sayısındaki düşüşün aksine
bir artış yaşanmıştır. Başbakanlık İstatistik Umum Müdürlüğü
İstatistik Yıllığı’ndaki rakamlardan, Ankara halkının
1938-1945 yılları arasında, özellikle de 1943’e kadar,
vasıta olarak bisikleti tercih ederek aile bütçelerine katkıda
bulundukları anlaşılmaktadır (1946, s. 489). Bisiklet satışlarındaki
artış 1945 yılı sonuna kadar devam etmiş, savaşın
bitmesiyle beraber 1946 yılında halk tekrar otomobile yönelmiştir
(Tablo I).
II. Dünya Savaşı yıllarında sayısı artan tek motorlu taşıt
kamyondur. Savaş yıllarında bisiklet, mali külfet getirmemesi
nedeniyle şehir içi ulaşımda tercih sebebi olurken,
benzin fiyatlarının çok yükseldiği ve benzin kıtlığının yaşandığı
bu yıllarda kamyon sayısında görülen artışlar, ticari
bir araç olduğundan çoğu ailenin geçim kaynağı olarak
yük ve eşya nakliyatında kamyonun kullanıldığını göstermektedir.
Belediye Otobüsleri
Ankara halkının şehir içi ulaşımda kullandığı diğer bir ulaşım
aracı belediye otobüsleridir. Belediye otobüs işletmesi,
1 Ekim 1935 tarihinde Belediye Otobüs İdaresi adı altında
faaliyete geçmiştir. Ankara Belediyesi’ne bağlı Otobüs
İdaresi’nin kurulması ve ithal edilen 100 otobüsün hizmete
girmesiyle yolcuları, sadece sabah, öğle, akşam taşıyan idare,
kısa zamanda Ankara’da tüm gün hizmet vermeye başlamıştır
(EGO, 1987, ss. 44-45). 1937 yılında, Ulus, Bakanlıklar,
Kavaklıdere, Çankaya ve Yenişehir arasında işleyen
otobüslerin temiz ve bakımlı olmasına özen gösterilmiştir
(Günver, 1990, ss. 71-72). Bu dönemde belediye otobüslerinin
ismi EGO değil, Ankara Belediye Otobüsleri anlamına
gelen ABO’dur.1935 yılında 100 olan belediye otobüsü sayısı, savaşın ülke
ekonomisine getirdiği olumsuz etkiler nedeniyle 1942’ye
kadar artış gösterememiştir. Artan Ankara nüfusuna karşın
belediye otobüslerinin azlığı, duraklarda izdihamların
yaşanmasına yol açmıştır. Ankara Belediyesi bu sıkıntıyı
duraklardaki demir kafes sayısını artırarak çözmeye çalışmıştır
(“Otobüs duraklarında,” 1944, s. 1). Tablo II’de görüleceği
gibi, 1942 yılında belediye otobüsleri saat 06.45’de
başlayan seferlerini 23.20’de tamamlamaktadırlar.
1941 yılından itibaren Balkanlarda üç büyük gücün çıkar
kavgaları görülmeye başlanır. Almanların Balkanlara
yayılma politikası kapsamında Bulgaristan’a yerleşmeleri,
Ortadoğu petrolleri ve Akdeniz ticareti açısından
İngiltere’yi telaşlandırmış, Sovyet-Alman ilişkilerinin de
gerginleşmesine neden olmuştur. Bütün bunlar karşısında
Türkiye’nin tutumu, İngiltere’nin savaşa katılma baskısına
ve Almanya’nın kendi saflarına çekme isteğine karşı durmak
olmuştur. Almanya, Türkiye’nin bu tutumu karşısında,
çözümü, Sovyetlere saldırdığında bu bölgeden emin olmak
amacıyla, Türkiye ile 18 Haziran 1941 yılında Türk-Alman
Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nı imzalamakta bulmuştur.
22 Haziran 1941’de Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne
saldırması Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den uzaklaşmasına
neden olmuş, daha önce sipariş edilmiş olan ve ancak
1942 yılında gelen 7 yeni otobüs dışındaki diğer belediye
otobüsleri İsviçre ve Amerika’ya sipariş edilmiştir. Savaş
sadece Ankara’da otobüs sayılarını azaltmakla kalmamış,
Sovyetler Birliği’nden temin edildiği için halk arasındakullanılan Uray ismini de silmiştir.

II. Dünya Savaşı başlayana dek belediye otobüsleri Ankara
halkı için önemli bir ulaşım aracı olmuştur. Savaşın başlamasıyla
halk, belediye otobüslerine binmek yerine, günlük
ihtiyaçlarını karşılamak, iş yerine ya da hafta sonu gezinti
yerlerine gitmek için yürümeyi tercih etmiştir. Ankara
Belediyesi’nin özellikle 1940-1943 yılları arasında çocuklara
ve yükseköğretim öğrencilerine uyguladığı indirimler
ile otobüs yolcu sayısında önemli artışlar sağlanmıştır
(Cumhuriyet Halk Partisi, 1940, s. 30). Örneğin Dikmen
hattı ile Baraj-Çiftlik hattının ücretleri tatil günleri de dahil
olmak üzere, 20 kuruştan 15 kuruşa indirilmiştir. Ancak
1943 yılında Belediye giderlerinin artması, benzine yapılan
zamlar, savaşın çok şiddetlenmesi ve seyrinin ne olacağı konusundaki
endişeler otobüs bilet fiyatlarına da yansımıştır.
6 kuruşluk bilet 8 kuruşa, 8,5 kuruşluk bilet 11 kuruşa, 11
kuruşluk bilet 13 kuruşa, 13,5 kuruşluk bilet 16 kuruşa çıkarılmıştır
(“Otobüs bilet,” 1943, s. 6). Bilet fiyatlarına yapılan
bu zamlar, Ankara’da belediye otobüslerini kullanan kişi
sayısında önemli azalmalara neden olmuştur (Tablo III).
Tablo II. Ankara’da Belediye Otobüslerinin 1942 Yılında İlk
ve Son Kalkış Saatleri
İlk Kalkış Son Kalkış İstikamet
06.45 23.00 Ulus-Kavaklıdere
07.15 23.20 Kavaklıdere-Ulus
07.25 23.00 Ulus-Çankaya
07.10 23.20 Çankaya-Ulus
06.30 20.00 Ulus-Dikmen
07.00 20.30 Dikmen-Ulus
06.30 21.00 Ulus-Etlik
07.00 23.00 Etlik-Ulus
07.10 23.00 Ulus-Yenişehir
07.00 23.00 Yenişehir-Ulus
07.00 23.00 Ulus-Cebeci
07.00 23.00 Cebeci-Ulus
07.00 23.00 Cebeci-Askeri Fabrikalar
07.00 17.00 Askeri Fabrikalar-Cebeci
07.00 23.15 Bahçelievler-Ulus
07.00 23.00 Ulus-Bahçelievler
07.00 23.00 Ulus-İstasyon
Kaynak: “Şehir otobüsleri,” 1942, s. 4.
Tablo III. 1935-1947 Yılları Arasında Belediye Otobüsleriyle
Taşınan Yolcu Sayıları
Yıl Yolcu Sayısı
1935 4.318.740
1936 7.713.510
1937 8.666.155
1938 9.628.449
1939 10.150.000
1940 10.900.000
1941 12.400.000
1942 14.150.000
1943 13.850.000
1944 11.271.000
1945 15.612.000
1946 18.490.000
1947 20.671.702
Kaynak: Ankara Belediyesi EGO Genel Müdürlüğü, 1973.
Ülkelerin stratejileri

I. Elizabeth’in uzun ve başarılı saltanatında (1558-1603) İskoçya'daki İngiliz etkisinde farklılık görülmeye başlandı. İngiltere'deki Tudor Hanedanı'yla, İskoçya'daki Stuart Hanedanı arasındaki evlenmeler, iki geleneksel düşmanı birbirine yaklaştırdı. İskoçya Kralı I. James aynı zamanda İngiltere kralı oldu. 1707 yılında iki krallığı birleştiren bir antlaşma imzalandı. Bu tarihten sonra Büyük Britanya tarihi başlar.

1642-1651 yılları arasında gerçekleşen İngiliz İç Savaşı sonucunda krallık devrildi. Bunun yerine önce parlamento idaresinde (1649–1653) sonra da Oliver Cromwell iktidarında (1653–1659) kısa süren bir cumhuriyet kuruldu. Cromwell'in ölümünün ardından parlamento iç karışıklıkları önlemek için sürgündeki kral II. Charles'ı krallığı yeniden kurmak üzere İngiltere'ye davet etti.

18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere, büyük bir sanayi devleti ve sömürge gücü haline gelen Britanya İmparatorluğu'nun merkezi konumundaydı. 19. yüzyılın başlarında Avustralya, Kanada, Hindistan, Afrika’da bazı devletler, Antiller ve Hong Kong gibi dünyanın büyük bir kısmına yayılan dev bir sömürge imparatorluğu kurulmuştu. Kraliçe Victoria (1837-1901) zamanında Birleşik Krallık dünyanın en büyük gücü durumuna geldi. 1877'de Hindistan sömürgeleştirildi. 1882'de Mısır ele geçirildi.

Britanya 20. yy.'a gelindiğinde dünyanın en büyük gücü konumundaydı. Bu gücü sömürgeler, deniz yolları hakimiyeti, küresel şirketler aracılığıyla askeri ve siyasi anlamda da sağlamayı başarabilmiştir. 1871'den itibaren Alman İmparatorluğu'nu kendi etkinliğine karşı en önemli tehdit olarak algılamıştır. Çünkü güçlü bir Almanya, İngitere için en büyük tehdit olacaktır. Fransa ile sürdürdüğü ortaklıkta, Fransa'nın da 1871 yenilgisinden itibaren Alman İmparatorluğu'na karşı olan düşmanlığı belirleyici nokta olmuştur. Yine aynı şekilde Rusya ile I. Dünya Savaşı öncesinde temin ettiği ittifak da, Balkanlar ve Doğu Avrupa'da Rusya'nın Pan-Slavizm politikası ile Almanya'nın Pan-Cermen politikası karşıtlığı temeline oturmuştur.

Britanya, bir ada ülkesi olması nedeniyle, savunma stratejisini Hollanda ve Belçika'nın Almanya'ya karşı dirençli olması esasına dayandırmaktaydı.[14]

Alman İmparatorluğu'nun İngiltere için gerek ekonomik gerekse de siyasi tehdit haline gelmesi Britanya için tartışmasız bir savaş nedeniydi. Aynı zamanda, sömürgelerin korunması, deniz yollarının kontrol altında tutulması, küresel şirketlerin hakimiyeti ve en önemlisi Ortadoğu Enerji Koridoru'na sahip olmak stratejileri tamamen Alman İmparatorluğu çıkarlarıyla çatışmaktaydı.[14][15][16]

Fransa[değiştir | kaynağı değiştir]

1815 yılında yapılan Waterloo Muharebesi'nde Napolyon'un son yenilgisinden sonra Fransa'da krallık yönetimine geri dönüldü. Ancak bu kez kralın yetkilerine anayasal kısıtlamalar getirildi. 1830 yılında çıkan bir sivil ayaklama olan Temmuz Devrimi'yle Bourbon Hanedanı tümüyle kaldırılarak anayasal krallığa dayanan Temmuz Monarşisi getirldi. Bu yönetim biçimi 1848 yılına dek sürdü. Bu arada kurulan İkinci Cumhuriyet oldukça kısa süreli oldu ve 1852 yılında III. Napolyon İkinci İmparatorluğu kurunca yıkıldı. 1870 yılında başlayan Fransa-Prusya Savaşı'nda yenilen III. Napolyon bunun üzerine tahttan indirildi ve bu yönetim rejimi de Üçüncü Cumhuriyet'in kurulmasıyla fesh edildi.

Fransa 17. yüzyıldan başlayarak 1960'lara dek bir sömürge devleti kimliğiyle var oldu. 19. ve 20. yüzyıllarda dünyanın dört bir yanında edindiği sömürge toprakları Fransa'yı İngiltere'den sonra ikinci büyük sömürge imparatorluğu hâline getirdi.

Fransa ve Almanya, 1871 yılından itibaren birbirlerini tehdit olarak görmüşlerdir. Fransa için, kaybettiği Alsace-Lorraine bölgesi hem ekonomik hem de askeri açıdan büyük öneme sahipti. Öte yandan Ren Nehri üzerindeki köprüler ve Belçika'nın güçlü savunmaya sahip olması, Fransa için diğer iki askeri strateji unsuruydu.[14]

Fransa için Alman İmparatorluğu, Merkezi Avrupa'da olduğu kadar, sömürgeleri için de büyük tehdit oluşturuyordu.Çünkü Fransız Askeri-ekonomik-siyasi gücünün temeli sömürgeler üzerine kuruluydu.[14][15][16]

Rusya İmparatorluğu[değiştir | kaynağı değiştir]

Rusya İmparatorluğu'nun başlangıcı 1721 yılındadır. 1866 yılında toprakları Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika'nın belirli bölümlerini kapsamıştır. 19. yüzyılın başında dünyanın en büyük ülkesi olmuş, toprakları kuzeyde Kuzey Buz Denizi'nden güneyde Karadeniz'e, doğuda Büyük Okyanus'tan batıda Baltık Denizi'ne kadar uzanmıştır.

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında, İmparatorluğun ekonomik yapısı geniş ölçüde köylü ve sayıca daha az ama etkili bir işçi sınıfına dayanmaktaydı. Sanayileşme yetersizdi ve üretim büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Şehirleşme 2-3 şehir dışında son derece az ve nüfusun büyük çoğunluğu taşrada yaşamaktaydı. 1905 Devrimleri, ve ardından gelen 1917 Devrimleri, Rusya'nın bu ekonomik ve siyasi yapısından kaynaklanmıştır.

Rusya 19. yüzyıl'da temelde dört hedef doğrultusunda siyasetini yapmaktaydı:
1.Batısında Panslavizm Politikasıyla Balkanlar ve Doğu Avrupa'da hakimiyet sağlamak. Böylece Slav kökenli halkların kontrolünü eline geçirilmiş olunacaktı.
2.Güneyde Osmanlı İmparatorluğu (Boğazlar'ı ve Doğu Anadolu'yu ele geçirmek) ve İran (Petrol alanları) üstünde hakimiyetini sağlamak.
3.19. yy.'de Orta Asya'nın büyük bölümünü ele geçirmekle elde edilen hakimiyeti devam ettirmek.
4.Doğuda Japonya-Rusya-İngiltere-ABD arasındaki güç dengesini kaybetmemek.

1904-1905 Rus Savaşı'nda büyük yenilgiye uğrayan Rusya, aynı tarihlerde, İngiltere ile İngiliz-Rus Sömürge Antlaşması'nı imzalamak zorunda kalmıştır.[17]

Batıda Almanya İmparatorluğu'nun Pan-Cermenizm Politikası, güneyde Osmanlı İmparatorluğu ile yüz yılı aşkın süren savaşlar, Pasifik'te İngiltere'ye karşı ABD ile yardımlaşma vb. stratejiler nedeniyle Rusya, İtilaf Devletleri safında yeralmıştır.

[14][15][16]

Almanya[değiştir | kaynağı değiştir]

18 Ocak 1871 yılında Versay Antlaşması'yla kurulan Alman İmparatorluğu, tüm dağınık Alman devletçiklerini -Avusturya hariç- bir arada topladı. İmparatorluk 1884 yılından itibaren ülke dışında sömürgeler kurmaya başladı.[18] Alman İmparatorluğu 1914 yılına kadar, birliğini geç oluşturması nedeniyle geri kaldığı İngiltere-Fransa-Rusya ittifakıyla, ekonomik,siyasi ve askeri yönden başabaş noktasına geldi. Hatta sanayileşme ve iş gücü alanında İngiltere'den (1914 verilerine göre) daha ileri bir seviyeye ulaştı.[19]

II. Wilhelm döneminde Almanya, diğer Avrupa güçleri gibi emperyal bir politika izlemiş ve zaman zaman sömürgeleri konusunda komşu devletlerle sürtüşmeye girmiştir. Bu, Almanya'nın dostluklarını zedelemiştir. Bu yüzden Almanya'ya karşı Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya İmparatorluğu bir anlaşma imzalayarak kutup oluşturmuşlardır. Almanya ise sadece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ittifak kurabilmiştir.[20] Almanya'nın emperyal politikası ülke dışına taşmış ve devlet diğer Avrupa güçleri gibi Afrika'nın paylaşımına katılmıştır. Berlin Konferansı'nda bu kıta Avrupa güçlerine pay edilmiştir. Almanya'nın payına Alman Doğu Afrikası, Alman Kuzey-Batı Afrikası, Togo ve Kamerun düşmüştür. Afrika'da, büyük güçler arasında yaşanan bu mücadele I. Dünya Savaşı'nın nedenlerinden biri olmuştur.[21]

Almanya siyaset alanında ve denizlerde, o sırada Britanya'ya ait olan küresel konumu ele geçirmek ve böylece Britanya'yı otomatik olarak daha alt statüye indirgemek istiyordu.[19] 1900'lerde emperyal ve emperyalist çağın en yüksek noktasında hem Almanya'nın "Alman Ruhu dünyayı yenileyecektir!" deyişiyle yegane küresel statü iddiası, hem de Avrupa Merkezli bir dünyanın tartışmasız "büyük güçleri" olan Britanya ve Fransa'nın iddiası hala etkiliydi.[22]

Alman Ulusal Birliği'nin kurulduğu 1871 ile I. Dünya Savaşı'nın çıktığı 1914 tarihleri arasında Avrupa Tarihi'nin hiç değişmeyen öğesi Almanya ile Fransa arasındaki düşmanlıktır.[23] Fransa'nın 1871 Alman yenilgisi bu düşmanlığın en önemli etkenidir. Aynı zamanda Alsace-Lorraine'in kaybedilmesi iki ülke için, hem ekonomik hem de askeri önemi, bu düşmanlıklarda etkili olmuştur. Çünkü iki ülke arasındaki en önemli savunma noktaları olan Alsace-Lorraine ve Ren Nehri Köprüleri'ne sahip olmak önemliydi.

Öte yandan, Hohenzollern Hanedanı yönetiminde ve mutlakiyetçi yapıdaki Alman İmparatorluğu, siyasi olarak cumhuriyetçi İngiltere ve Fransa'nın yönetim sistemi yönünden de rakibiydi. Bu rekabet, I. Dünya Savaşı'nı, bir nevi mutlakiyet ve cumhuriyet mücadelesi şekline de getirmiştir. Bu mücadelenin sonucu olarak, savaş sonrasında mağlubiyete uğrayan taraftaki bütün mutlakiyetler çökmüş, yerine yeni cumhuriyetler kurulmuştur.[24]

Alman İmparatorluğu 1914'e gelinirken, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ittifakı dışında, Avrupa'da güçlü bir müttefike sahip değildi. Belki de savaşın daha başındaki bu durum, savaşın sonucunu belirleyecek olaylarda Alman stratejisinin, savaşın kaybı konusundaki en büyük eksikliğiydi. Çünkü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun çok uzun ömürlü olamayacağı, 1914'lerde neredeyse kesin gibi duruyordu. Bu konuda Adolf Hitler bile Kavgam'da, Eğer Reich, Schoenerer'in Habsburglar hakkındaki ikazlarına kulak vermiş olsa idi, Almanya'nın başına bütün dünyaya karşı savaşa girerek uğradığı felaket gelmeyecekti demiştir.[25]

Almanya'nın oluşturmak zorunda kaldığı diğer ittifakları da (Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan) savaşın sonucuna etki edebilecek ekonomik ve askeri düzeyde değildi. Almanya için güvenilmesi gereken temel güç, kendi öz gücüydü.

[14][15][16][26]

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu[değiştir | kaynağı değiştir]

Kutsal Roma İmparatorluğu'nun etkinliği azaldıkça Avusturya'nın arşidükleri bağımsız olarak hareket etmeye başladılar. 1804 yılında arşidükler kendilerini imparator ilan ettiler. 1866'da Prusya-Avusturya Savaşı yenilgisi, ve Alman Konfederasyonu'nun dağılmasından sonra prestijini kaybeden Avusturya İmparatorluğu, 1867 yılında da Macaristan'la birleşerek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu kurdular. Avusturya ve Macaristan aslında içişlerinde bağımsız olan iki ayrı ülkeydiler. Fakat dışişleri açısından tek bir Habsburg İmparatoru tarafından yönetilmekteydiler.

Emperyal bir devlet olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda, 11'in üzerinde etkili etnik grup mevcuttu. Bu etnik grupların büyük kısmı Almanlar, Slavlar ve Macarlar'dan oluşmaktaydı. Etkinlik sahasında (doğu bölgesinde yoğun Slav devletleri, batısında da Germen toplumları) farklı etnik gruplar bulunmaktaydı. 1789 Fransız Devrimi ve beraberinde getirdiği süreç, emperyal devletlerin sonunu hazırlamaktaydı. Uyanan milliyetçilik akımları 19. yüzyıl'da en fazla Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na zarar vermiştir.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun karşısındaki en büyük tehdit Rusya ve Rusya'nın Pan-Slavizm Politikası'ydı. Rusya, Doğu Avrupa'ya ve Balkanlar'a doğru güç alanını genişletmek istiyordu. Bu amaçla gerek Osmanlı içindeki, gerekse de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içindeki tüm etnik unsurlara -başta Slavlar olmak üzere- açık (veya el altından) destek veriyordu. Bunun yanı sıra, batı kanadının güvenliğini sağlamak için, Almanya'yla yapılan ittifak ile sağlamlaştıran Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, diğer taraftaki Rusya etkinliğini yok etmek istiyordu.

Aslında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun da durumu Osmanlı İmparatorluğu'ndan farklı değildi. İki imparatorluk da kendi geleceklerini tamamen savaş sonunda alınacak bir galibiyete bağlamışlardı. Yani savaş, bir ölüm-kalım mücadelesi idi.

1882 yılında yapılan antlaşmayla kurulan Üçlü İttifak ile Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya arasında oluşturulan birliktelik (1902 yılında yenilenerek) I. Dünya Savaşı'na kadar sürmüştür. (İtalya, savaşın başında tarafsız kaldıktan sonra, İtilaf Devletleri safında savaşa girmiştir.)[14][27][28]

İtalya[değiştir | kaynağı değiştir]

19. yüzyılın ilk yıllarında İtalya I. Napolyon tarafından işgal edilerek Fransız etkisi altına girdi. Viyana Kongresi İtalya'nın, Fransız işgalinden önce yöneten hanedanlara geri verilmesini öngörüyordu. Böylece Papalık Devleti, Sardinya-Piemonte Krallığı, Toskana Grandüklüğü, Modena Düklüğü ve Lombardiya-Venedik Krallığı tekrar kuruldu. Ancak Carbonari adı verilen gizli dernekler İtalya'nın birleşmesi için çalışmaya başladılar. Giuseppe Mazzini ve Giuseppe Garibaldi birleşme hareketinin öncüleri arasında yer alıyorlardı. Ayrıca Sardinya Kralı II. Victor Emmanuel de bu birleşme hareketini destekleyenler arasındaydı.

1848 yılında Lombardiya Avusturya'nın elinde bulunuyordu. İtalya'yı birleştirmek konusunda Fransa'nın desteğini almayı başaran İtalya, 1859'da Fransa ile birlikte Avusturya'yı mağlup etti ve 11 Kasım 1859'da Avusturya ile Piyemonte arasında Zürih'te barış antlaşması yapıldı. Buna göre; Avusturya, Lombardiya'yı Piyemonte'ye verdi. Venedik dâhil olmak üzere diğer İtalyan Devletleri arasında bir konfederasyon oluşturulması ve konfederasyonun fahri başkanının papa, fiilî başkanının Piyemonte olması kabul edildi. Bir süre sonra Kuzey İtalya'daki küçük devletler de Piyemonte'ye katılma kararı aldılar. Böylece bütün Kuzey ve Orta İtalya Piyemonte'ye katılmış oldu. 1870'de Roma, 1886'da da Venedik İtalya birliğine dâhil oldu. Bunların da katılımı sonucu İtalyan Millî Birliği tamamlanmış oldu. İtalya Krallığı kuruldu.

İtalya, Roma devrinden sonra ilk kez tek bir ülke hâline gelebilmişti. Yeni İtalyan Krallığı'nda 20. yy'da Kuzey İtalya hızlı sanayileşerek gelişirken, Güney İtalya'da nüfus hızla yükseliyor ve milyonlarca insan daha iyi bir yaşam için yurtdışına göç etme yolları arıyordu.

19. yüzyılın son yirmi yılından başlayarak İtalya da diğer Avrupa ülkeleri gibi sömürgeleşme yoluna gitti. Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yaptığı Trablusgarp Savaşı'nı kazandı. Batı Türkiye'de Oniki Ada; Afrika'da Libya, Etiyopya ve Somali gibi bazı ülkeleri de işgal ederek sömürgeleştirdi.

1882 Yılında, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Üçlü İttifak'ı oluşturan İtalya, 1.Dünya Savaşı'nın başında tarafsız olmasına rağmen, 1915'te Londra Paktı ile İtilaf Devletleri arasına katıldı. İtalya'ya savaşa girmesi koşuluyla Trento, Trieste, Istria, Dalmaçya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bazı bölgeleri vadedildi. Savaş süresince 600.000 İtalyan askeri yaşamını yitirdi ve İtalya ekonomisi çöktü. Savaşın sonucunda İtalya'ya verilen sözlerden çoğu tutulmadı. St. Germain Antlaşması ile İtalya galip tarafta olmasına karşın yalnızca Trento, Trieste ve Bolzano'yu alabildi. Bu sonuç İtalyan toplumu arasında büyük hoşnutsuzluklara yol açtı.[29]

İtalya savaş öncesi dönemde mevcut sömürgelerini korumak isterken, aynı zamanda Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika'daki gücünü de arttırmak amacındaydı. Fransa ile eski düşmanlıkları ve yeni ortaya çıkan durum nedeniyle 1915 yılına kadar ortada bir siyaset takip ederken, bu tarihte itilaf devletleri safında savaşa katılmıştır.

[14][15][16]

Osmanlı İmparatorluğu[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlı İmparatorluğu, 1699 Karlofça Antlaşması'ndan beri süregelen gerileme döneminin,son ağır yenilgisini 1912-1913 yıllarındaki Balkan Savaşları ile almıştı.Bu savaşlarda,imparatorluktan ayrılmış küçük devletlerle dahi başa çıkamaz durumda olduğu görülmüştür. Ülkenin genel Durumu şöyledir:

Ekonomik durumu: Maliye iflas etmiş, yıllık enflasyon %300'lerde (Temmuz-Kasım 1914 aralığında %50)[30], tamamen dışa bağımlı ve cari harcamaları dahi karşılayamayacak durumdadır.

Siyasi durumu: Balkanları ve Mısır'ı kaybetmiş, Ortadoğu'daki kalan toprakları için de endişeli bir Osmanlı İmparatorluğu vardır. Etnik gruplarındaki milliyetçilik ve ayrışma hareketleri nedeniyle, Anadolu'da dahi güvenlik sorunları en üst düzeydeydi. İmparatorluk, İngiliz ve Fransızlar'ın Ortadoğu konusundaki niyetlerini ve -sanılanın aksine- petrolün yeni dönemdeki önemini son derece iyi bilmekteydi. Öte yandan yüzyıldan fazla süredir aralıklarla savaştığı Rusya'nın da Boğazlar ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi üzerindeki hedeflerinin farkındaydı.

Askeri durumu: Balkan Savaşları sonucunda ordunun son derece zayıflamış yapısının ortaya çıkmasına rağmen, İttihat-Terakki Hükümeti iki yıldan kısa bir sürede bu yapıyı reforme ederek, yeni bir ordu oluşturma başarısı göstermiştir. Hükümet, ordu yapısı içerisindeki alaylı/okullu sistemini değiştirerek, okullu subayları faal birliklere, alaylı subayları da ya emekliye ya da geri görevlere sevketmiştir. Öte yandan personel yapısında çok başarılı bir değişim gösteren ordu, aynı başarıyı -ekonomik nedenlerden dolayı- teknoloji ve silahlar yönünde yakalayamamıştır. Alman ekolünün hakim olduğu Osmanlı Ordusu, özellikle lojistik ve sevkiyat konusunda da gerekli düzeyde kabiliyete sahip değildi.

1913 Bab-ı Ali Baskını ile iktidara gelen İttihat-Terakki Hükümeti, savaşın kaçınılmaz olduğunu farkettiği andan itibaren, İngiltere ve Fransa ile uzlaşmak amacıyla çalışırken, Almanya ile de ilişkilerini aynı ölçüde sıkı tutmaya çalışmıştır. Hatta bu öylesine yoğun bir çift taraflı mücadele olmuştur ki, her iki tarafla da son dakikaya kadar görüşmeler devam etmiştir.[31] İngiltere ile yapılan görüşmelerde Osmanlı Hükümeti'nin ittifak için temel beklentisi olan savaş sonrası toprak bütünlüğünün garanti altına alınması isteği, İngiliz tarafından ancak savaş sonrası görüşülebileceği şeklinde yanıtlanmıştır.[32] İngiltere ve Fransa ile ittifakı sağlayamayacağı kesin görünen İttihat ve Terakki hükümeti, 2 Ağustos 1914 günü Almanya ile gizli bir ittifak antlaşması (Osmanlı-Alman Gizli Antlaşması) imzalayarak savaşa İttifak güçleri yanında girmeyi taahhüt etmiş ve silahlı kuvvetlerinin genel sevk ve idaresi için bir Alman askeri heyetini yetkili kılmayı uygun görmüştür.[33]

Anlaşmadan haberdar olan İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu'nun sipariş ettiği iki zırhlıyı Osmanlı İmparatorluğu'na teslim etmekten vazgeçer. Rauf Orbay ve ekibi Londra'dan eli boş döner. Kalabalık bir İngiliz donanmasının Çanakkale Boğazı'na kadar kovaladığı Goben ve Breslav adlı iki Alman zırhlısının Çanakkale Boğazı'ndan geçmesine izin verilir. İki gemi 11 Ağustos'ta İstanbul'a gelir. İngiltere'nin bu durumu yansızlığın ihlali olarak değerlendiren bir nota vermesi üzerine, Alman zırhlıları Osmanlı donanmasınca 'satın alınmış' ve gemi mürettebatı fes giydirilerek Osmanlı hizmetine alınmıştır. Goeben (Yavuz Muharebe Kruvazörü), Breslau ise (Midilli Kruvazörü) ismini almıştır (Yavuz ve Midilli Olayı).

26 Ekim'de Osmanlı donanması bir keşif tatbikatı için hazırlanma emri aldı ve ertesi gün toplanma bölgelerine gitmek için Haydarpaşa'dan ayrıldı. 28 Ekimde Osmanlı filosu 4 ayrı görev gücüne ayrılarak Rusya kıyılarında farklı hedeflere yöneldi. Koramiral Souchon 29 ekim 1914 sabah 6:30'da 3 Osmanlı destroyerinin refakatinde bulunan Goeben ile Sivastopol'daki kıyı bataryalarına ateş açtı. Hamidiye kruvazörü 6:30'da Kefe'ye geldi ve yerel yetkilileri 2 saat içinde çatışmaların başlayacağı konusunda uyardı. Hamidiye 9:00 da bir saat süren bir ateşe başladı ve daha sonra da Yalta'ya giderek burada 7 Rus ticaret gemisini batırdı. 2 Osmanlı destroyeri 6:30'da Odessa'ya hücum etti ve 2 Rus gambotunu batırarak birkaç tahıl silosunu tahrip etti. Breslau kruvazörü ve ona eşlik eden Osmanlı destroyeri Novorossisk'e geldi yerel yetkilileri uyararak 10:30'da kıyı bataryalarına ateş etti ve 60 mayın döşediler. Limandaki 7 gemi hasar gördü, biri battı.

30 Ekim günü Rusya Osmanlı İmparatorluğu'na savaş açmış, bundan birkaç saat sonra Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun Rusya'ya savaş ilan ederek, savaşa İttifak Bloku yanında girdiğini duyurmuştur. Bu duyurudan sonra İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir.

[14][15][16][31][32][34]

Ayrıca bakınız: Osmanlı-Alman İttifakı

Bulgaristan[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemeye başlaması ve Rusya İmparatorluğu'nun da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş hareketi alevlenmişti. 93 Harbi'nden yenilgiyle çıkan Osmanlı, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımıştır.

Bulgaristan Krallığı'nın Balkan Savaşları sonrası konumu, Yunanistan-Sırbistan-Karadağ-Romanya ile batıda Osmanlı İmparatorluğu arasında sıkışmasına yol açmıştı. Savaş öncesi dönemde diğer Balkan Devletleri ile olan düşmanlığı, Bulgaristan için Almanya ile ittifaktan başka bir seçenek bırakmamıştır.[14]
Savaşın Çıkışı

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'yı ziyaretinde bir Sırp Milliyetçisi olan Gavrilo Princip tarafından öldürüldü. İki devleti bir arada tutan tek unsur olan Habsburg Hanedanı'nın tek veliahtı öldürülmüştü. Avusturya Hükümeti'nin tepkisi çok sert oldu. Fakat Rusya'yı tek başına karşısına almaya çekinen Avusturya, öncelikle Almanya'ya danıştı. Almanya'nın verdiği üstü kapalı desteğin ardından, Avusturya Sırbistan'a 48 saat süreli ve bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği ağır bir nota verdi. Sırbistan bu notaya -Rusya'nın desteğiyle-, kaçamak yanıtlar verdi. Bunun üzerine Avusturya 28 Temmuz 1914'te Belgrad'ı bombalamaya başlayarak, Sırbistan'a savaş ilan etti. Bunun üzerine Rusya 31 Temmuz'da genel seferberlik ilan etti. Daha önceden Rus Seferberliği'ni savaş ilanı kabul edeceğini açıklamış bulunan Almanya 1 Ağustos'ta Rusya'ya, 3 Ağustos'ta da Fransa'ya savaş ilan etti. Almanya, barış zamanında hazırlamış olduğu Schlieffen Planı'na uygun olarak, Fransa'yı hemen ezip, seferberliğini tamamlama çabası içinde bulunan Rusya'ya daha sonra dönmek istediğinden, Fransa'ya saldırıda ordusunu, en kolay yol olan, Flander Düzlükleri'nden geçirmek istedi ve bunun için Belçika'ya 'Zararsız Geçiş Hakkı' için başvurdu. Tarafsız bir ülke olan Belçika, İngiltere'ye danıştıktan sonra Almanya'nın önerisini reddedince, Almanya 4 Ağustos 1914 tarihinde Belçika'ya saldırdı. İngiltere de Almanya'ya savaş açtı. Böylece, 4 Ağustos 1914 tarihine gelindiğinde üç cephede savaş başlamıştı: Alman-Fransız Cephesi, Alman-Rus Cephesi ve Avusturya-Sırbistan Cephesi.[35]

[36][37][38]
Cepheler
Savaş başında taraflar arasında, savaşın süresinin çok da uzun olmayacağı konusunda neredeyse bir fikir birlikteliği vardı. Almanya, Schlieffen Planı ile Fransa’yı altı hafta gibi kısa bir sürede devre dışı bırakacağını varsayıyordu. Bu planı 4 Ağustos 1914 tarihinde Belçika’ya saldırarak uygulamaya koysa da, Belçika’nın umulandan daha uzun süre dayanması sonucunda (plandan 12 günlük bir gecikmeyle Liege ele geçirilebildi), Almanya Schlieffen Planı’nın başarısızlığı ile karşı karşıya kaldı. 6-12 Eylül 1914 I. Marne Muharebesi, savaşın akıbeti hakkında taraflara bir fikir vermişti. Schlieffen Planı başarısız olduktan sonra Almanya’nın alternatif bir planı yoktu ve gecikmeler sonucunda Rusya seferberliğini tamamlamak üzereydi.

Almanya’nın hızlı bir harekâtı sonuca ulaştıramamasının ardından, I. Dünya Savaşı’nın yeni ve belirleyici bir özelliği olan ‘siper savaşı’ başlamış oldu.

I. Dünya Savaşı cepheleri 2 ana başlıkta toplanabilir.[26][37][38][39]
Yıllarına göre yaşananlar
Batı Cephesi'nde Schlieffen Planı’na göre altı haftada Fransa’yı işgal etmeyi öngören Almanya, Belçika’nın direnmesi sonucunda bu planda başarısız olmuştur. Almanya’nın ‘Yıldırım Harekatı’ Marne Muharebeleri ile engellenmiştir. Batı Cephesi’nde savaş, 1914 yılında siper savaşına dönmüştür.[36][37][38]

Doğu Cephesi’nde savaş, 2 Ağustos 1914’te Avusturya’nın Sırbistan’a saldırısı ile başladı. Avusturya, Bosna yolu ile Belgrad’a doğru ilerledi. Avusturya’nın Belgrad’a kolayca gireceği sanılırken, Belgrad ancak üç ay sonra düştü. Ardından iki hafta sonra Sırplar, Belgrad’ı tekrar geriye aldılar. Avusturya Orduları, Tuna’nın kuzeyine çekilmek zorunda kaldılar. Bu olay Avusturya’nın güçsüzlüğünü ortaya koyması bakımından önemlidir. Almanya, Batı Cephesi’nde Fransız direnişiyle karşılaştıktan sonra, doğuda da Avusturya’ya güvenemeyeceğini anlamıştır.

Rusya seferberliğini beklenenden kısa sürede tamamlayarak, 17 Ağustos 1914‘te Doğu Prusya’ya girdi. Rusya’nın ilerlemesi karşısında doğudaki Alman Orduları’nın başına Hindenburg ve Ludendorff getirildi. Alman Orduları, Rus Orduları karşısında geri çekilmeye başlayınca, Rus Orduları’nın komutanı Samsonov, Alman Orduları’nın bozgun halinde geri çekildiği düşüncesine kapıldı.Rus Orduları, haberleşmede şifre kullanmayı bıraktı ve hızla Almanya içlerine doğru ilerleyerek, ikmal merkezleriyle olan bağlantılarını zayıflattı.Gerçekte Alman Generalleri, Rus Orduları’nı bilinçli olarak Tannenberg Bölgesi’nde oluşturdukları pusuya doğru çekiyorlardı.Sonunda Rus Ordusu, çember altına alınarak Tannenberg Bölgesi’nde yenilgiye uğratıldı ve 120.000 Rus Askeri esir alındı.Almanya büyük bir zafer kazanmıştı.Rusya vurucu gücünü yitirmişti.

Bundan sonra Batı Cephesi’nde Fransa’nın yükünü hafifletmek isteyen İngiltere ve Fransa, Rusya’ya acil silah yardımı yapmak amacıyla 1915 yılındaki Çanakkale Savaşları’na yol açacak planlarını oluşturmaya başlamışlardır.

Diğer taraftan Avusturya, Galiçya Cephesi’nde Rusya’ya karşı bir üstünlük elde edemedi. Bu cephede uzun ve kanlı savaşlar sonucunda taraflar birbirine karşı bir avantaj elde edememiştir.[36][37][38]

1915 yılı[değiştir | kaynağı değiştir]

1915 Yılında Batı Cephesi, İsviçre sınırından Manş Denizi’ne kadar uzanan ve yıl boyunca taraflara somut hiçbir şey kazandırmayan; uzun ve son derece kanlı muharebelerden oluşmaktaydı. Siper savaşının kanlı ve sonuç almaktan uzak niteliği yüzünden bu dönemde (zehirli gazların da yoğun kullanımıyla) binlerce kişi ölmüştür. 1915 Sonbaharı’na kadar geçen sürede Batı Cephesi kayıpları şöyledir: İngiltere 60.000, Fransa 190.000, Almanya 210.000 kişi.

Diğer yönden, Almanya 1915 yılı içerisinde İngiltere’yi (bu savaşta ilk kez kullanılan) zeplinler ile havadan bombalamaya başladı. Bu bombardımanlar 1916 yılına kadar sürdü. Ağır ve kolay hedef olan zeplinler önemli zayiata yol açamadı (İngiltere’de 11.000 kişi bu saldırılarda ölmüştür) ve 1916’da Almanya Zeplin Bombardımanı’nı kesti. Fakat, İngiltere kamuoyu üzerinde bu bombardımanların etkisi büyük oldu. Bir ada ülkesi olan İngiltere’de ilk kez bir saldırıyla karşılaşan halkta Almanya’ya karşı büyük bir nefret uyandı. Günlük yaşam, savaş algısıyla bozuldu.

Savaşın getirdiği bir diğer teknolojik yenilik de Almanlar’ın kullandığı U-Boat(Unterseeboot)’tur. Almanlar denizaltı kullanımıyla, savaş gemilerinin yanında ticaret gemilerini de batırarak, lojistik yönünden başta İngiltere olmak üzere tüm rakip devletlere ciddi zararlar vermiştirler.[36][37][38]

1915’in kış aylarında Rusya’ya karşı yapılan Almanya-Avusturya ortak harekatı başarılı oldu. Almanya ve Avusturya-Macaristan Birlikleri iki hafta içerisinde Rusya içinde 120 km ilerlediler. Rusya’nın talebiyle Osmanlı İmparatorluğu üzerinden yeni bir cephenin açılması bu dönemde kararlaştırıldı. Bu cephe Çanakkale Cephesi olacaktı.[36][37][38]

1916 yılı[değiştir | kaynağı değiştir]

1916 yılı savaşları da taraflarına hemen hemen hiçbir avantaj kazandırmamıştır. Bu yılın Batı Cephesi’ndeki en önemli savaşları, Verdun Bölgesi’nde olmuştur. Bu savaşlar, aynı zamanda I. Dünya Savaşı’nın da en kanlı savaşlarıdır. İngiltere tarafından, denizden sıkı bir ablukayla kuşatılmış olan Almanya -zaten sınırlı sayıdaki sömürgelerinden lojistik sağlayamıyordu-, savaşın uzamasının en büyük zararı kendisine vereceğini biliyordu. Schlieffen Planı’nda arkasından dolaşmayı tasarladığı Verdun’u düşürüp Paris’e girmek ve hiç olmazsa Batı Cephesi’nde savaşı bitirmek istiyordu. Başlangıçta başarılar kazanan Almanya, sonradan Fransız komutan Mareşal Petain’in uyguladığı cephe gerisi stratejisi-Fransa’nın diğer bölgeleri ile Verdun arasındaki ulaşım olanaklarının arttırılması ve lojistik sağlamada kolaylık-ile birlikte sonuca gidememiştir.

Verdun Savaşları, Şubat-Haziran 1916 arasında sürmüş ve çok sayıda kayba neden olmuştur (Fransa 350.000, Almanya 300.000). Buna karşın, her iki taraf da bir sonuca ulaşamamıştır. Daha sonra İngiltere, Somme Bölgesi’nden bir karşı saldırıya geçmişse de bunda başarılı olamamıştır. İngilizler'in, bu saldırının ilk gününde 60.000 olmak üzere toplam kaybı 420.000 kişi olmuştur.

1916’da, Batı Cephesi’nde ölü sayısı 1.263.000’e ulaşmıştır. Ayrıca ilk kez bu cephede savaş tarihinde tank kullanılmıştır.[40][41]

1915’in sonlarında İtalya savaşa dahil oldu.Yine aynı dönemde Bulgaristan da savaşa katıldı. Bu iki katılım ile savaş güçleri her iki taraf için de dengelendi. 1916’da Romanya, Almanya ve müttefiklerine savaş açtı. Doğu Cephesi’nde açılan bu yeni rota, Alman ve Avusturya Orduları’nın dört ay gibi kısa bir sürede -1916 Aralık ayında- Bükreş’e girmesiyle son buldu.

Bunun dışında, Doğu Cephesi’nde de Batı Cephesi’nde olduğu gibi, 1916 yılında yapılan savaşlar iki tarafa da bir üstünlük sağlamadı.[36][37][38]

1917 ve 1918 Yılları[değiştir | kaynağı değiştir]

Denizaltı Savaşları[değiştir | kaynağı değiştir]

Askeri açıdan değerlendirildiğinde İttifak Devletleri, 1917’ye kadar olan dönemde başarılı görünmektedir. Fakat, savaş uzadıkça Almanya için sıkıntılar had safhaya çıkmaya başlıyordu. Sömürgelerinin lojistik desteğine rahatlıkla ulaşan İngiltere ve Fransa, denizden abluka altına aldığı Almanya’ya aynı şansı tanımıyordu. Almanya bu ablukayı denizaltıları ile kırmaya çalışıyordu. Bu amaçla deniz savaşlarına ağırlık vermişti.[36][37][38]

ABD'nin Savaşa Girmesi[değiştir | kaynağı değiştir]

Almanya’nın denizaltı savaşına yönelmesi, ABD’nin dış ticaretine çok olumsuz etki yapmıştı. Aynı zamanda, Almanya’nın kurmaya çalıştığı Alman-Meksika İttifakı’da ABD’de büyük bir tepkiye yol açmıştı (Almanya ABD’nin savaşa girmesi durumunda Meksika’nın ABD’ye saldırmasını istiyordu).

Bu iki nedenin ABD’de kamuoyu oluşturmasıyla, Amerikan Kongresi 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etti.

ABD’nin savaşa girmesi, aynı zamanda dönemin en büyük ekonomik imkânlarına sahip olan bir devletin savaşa girmesi demekti. Bu da savaşın kaderine çok önemli etkilerde bulunmuştur.[36][37][38]

Rus İç Savaşları[değiştir | kaynağı değiştir]

1917 Şubat Devrimi[değiştir | kaynağı değiştir]

1905 Devrimleri ile son dönemecine giren İmparatorluğu Rusyası, Tannenberg Savaşı’nda kaybettiği gücünü –Çanakkale Savaşları sonucunda da yardım alamayarak- savaşın sonuna kadar toparlayamadı. Bunun üzerine Menşevikler ve Beyaz Ordu ülkede Şubat Devrimi'ni yaptılar. Menşeviklerin iktidara gelişi, Rusya'nın tüm saldırılarını durdurmasını neden oldu.

1917 Ekim Devrimi[değiştir | kaynağı değiştir]

Bolşevik Partisi öncülüğünde işçiler, köylüler ve askerler 1917 yılının Ekim ayında gerçekleşen Ekim Devrimi'ni yaptılar. Bunun sonucunda, Rusya Brest-Litowsk Antlaşması'yla tamamen savaştan çekildi. Böylece Doğu Cephesi kapanmış oldu. Fakat, Almanya için bu olay savaşın kazanılmasına yol açmamıştır. Ama Osmanlı için, bu olay eski doğu sınırlarına geri dönüş anlamına geri geliyordu.[36][37][38]

Savaşın Sonuçlanması[değiştir | kaynağı değiştir]

1918 Yılı Almanya için sonun başlangıcı olmuştur.Sınırlı kaynakları ile abluka altında, hammadde ve gıda sıkıntısı had safhaya ulaşan Alman İmparatorluğu'nda, Rusya'dan Ekim Devrimi sonucunda hızla yayılan Bolşevik Hareketleri ile grevler ve ayaklanmalar başlamıştı. Bu grevleri önlemeye çalışan hükümet, çok kritik bir hata yaparak, grevcileri -ceza olarak- savaş alanlarına sürdü. Grevciler, bu sefer de Alman Ordusu içerisinde isyanlara ve itaatsizliklere yol açtılar. 1918'de savaş tamamen İttifak Devletleri'nin aleyhine dönmüştü. Rusya'nın savaştan çekilmesiyle, Doğu Cephesi'ndeki gücünü Batı Cephesi'ne kaydıran Almanya, mart ayında General Ludendorff komutasında büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırı sonucunda Almanya kısmen başarılı olup cepheyi yarmayı başarsa da, Alman Ordusu içerisindeki isyancılar ve karşı tarafta da Amerikan Tankları'nın cepheye sokulması ile daha fazla ilerleyemedi.İtilaf Devletleri, Alman Ordusu'nu geriye doğru püskürtmeye başladı. Bu saatten sonra, artık İttifak Devletleri için yapılacak pek bir şey kalmamıştı.

İtilaf Devletleri'yle tek tek İttifak Devletleri arasında yapılan mütarekelerle çatışmalar resmi olarak sonlandırılmıştır. Bu mütarekeler, Bulgaristan ile 29 Eylül 1918 tarihinde Selanik Ateşkes Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile 3 Kasım 1918 tarihinde Villa Giusti Antlaşması ve Almanya ile 11 Kasım 1918 günü Rethondes Antlaşması'dır.
. Dünya Savaşı, kendinden önceki savaşlardan çok farklı özellikler gösterir. Bu, modern çağlardaki en ağır ve en acımasız insan buluşu olan ‘Topyekün Savaş’tır. 20. yüzyıl’dan önceki savaşlar belirli cephelerde sürerdi. Savaşa katılan ülkelerin halkları direkt olarak savaşın etkilerine maruz kalmazlardı. Daha çok gıda ve ihtiyaç maddeleri sıkıntısı halklar üzerinde etkili olurdu. Fakat I. Dünya Savaşı bu durumu değiştirdi. Cephe gerisi saldırıları, sabotajlar vb. savaş taktikleriyle, savaşan devletlerin sosyal hayatlarını düzenli bir şekilde sürdürmeleri imkânsız hale geldi.

Kara teknolojisi[değiştir | kaynağı değiştir]

I. Dünya Savaşı’nın getirdiği bir savaş tarzı siper savaşıdır. Tahkim edilmiş, ağır silahlarla donatılmış siperlerde, iki tarafın çok ağır insan kayıplarına yol açacak çatışmalar yaşanmıştır. Ayrıca, Almanya Ypres Çatışmalarında klor gazı kullanarak tarihteki ilk kimyasal saldırıyı gerçekleştirmiştir.[kaynak belirtilmeli] Başlangıçta itilaf devletlerini korkutsa da, gaz maskesi kullanımı ile zehirli gaz saldırıları etkilerini yitirmiştir. Korumaya karşın kimyasal silahların kullanımı, halkların gözünü korkutmuştur.

Siper savaşlarında kullanılan silahlar büyük gelişmeler gösterdi. Mitralyözler ve yarı otomatik tüfekler kullanıldı. Piyade tüfeklerin atış hızı arttırıldı. Siper aralarında süngü çarpışmaları görülüyordü. Gemilere karşı kullanılan sabit ve hareketli toplar güçlendirildi. 15 km. uzağa ateş edebilen sabit toplar kullanıldı.

İlk olarak İngilizler tarafından Batı cephesinde tanklar ve zırhlı araçlar kullanılmıştır. Tanklara karşı da tanksavarlar geliştirilmiştir.

Ayrıca haberleşme de gelişmiştir. Güçlü sistemler geliştirilip, karşı taraftan istihbarat alma; ve karşı tarafın fark edemeyeceği şekilde haberleşme sistemleri kuruldu.

Deniz teknolojisi[değiştir | kaynağı değiştir]

Denizde ise menzili 15 km'ye varan savaş gemileri ve denizaltılar kullanılmıştır. İlk denizaltı olarak bilinen Alman U-Botları, ABD'nin İngiltere'ye insani ve askeri yardım ulaştırmasını engelleyerek itilaf devletlerine ciddi kayıplar verdirtmişlerdir. Denizaltıların kullanımı, sonarın geliştirilmesine neden olmuştur.

Hava teknolojisi[değiştir | kaynağı değiştir]



Dosya:Bombers of WW1.ogg
Medyayı oynat



"Ace of Aces" olarak tanınan ABD'li pilot Yüzbaşı "Eddie" Rickenbacker komutasındaki uçakların Alman hattına karşı düzenlediği bombardıman saldırısını görüntüleyen belgesel
Havada ise uçaktan yararlanılmaya devam edilmiştir. I. Dünya Savaşı'nda hava gücü, daha çok istihbarat elde etme ve düşmanın istihbarat almasını engelleme görevlerinde kullanılmıştır. Almanlar ise, yine tarihte bir ilk olarak zeplinleri İngiltere’yi bombalama amaçlı kullanmışlardır. Fakat zeplinlerin ağır ve korumasız olması nedeniyle 1916 yılında faaliyetlerine son vermişlerdir. Bunların yanında, düşmanın yük trenlerini bombalama, donanmaları bombalama gibi amaçlarda da kullanıldı. Bir yandan da uçaklara karşı olarak uçaksavar silahlar geliştirilmiştir.

[14][15][37][38]

Etkileri[değiştir | kaynağı değiştir]



I. Dünya Savaşı'nda çenesini kaybedip sakat kalan Fransız gazisi Kızılhaç tarafından temin edilen maskeyi taktığı hali. I. Dünya Savaşı'nda çenesini kaybedip sakat kalan Fransız gazisi Kızılhaç tarafından temin edilen maskeyi taktığı hali.

I. Dünya Savaşı'nda çenesini kaybedip sakat kalan Fransız gazisi Kızılhaç tarafından temin edilen maskeyi taktığı hali.


Tüm ülkelerden 65.038.810 askerin katıldığı savaş, arkasında resmi rakamlara göre toplam 8.556.315 ölü, 21.219.452 yaralı ve 7.750.945 kayıp veya esir bırakmıştır.[43] I. Dünya Savaşı ülkeler arasındaki sorunları çözümlememiş, ağır yaptırımlar içeren antlaşmaların sonucu olarak savaş sonrası gelişen aşırı milliyetçilik, yeni oluşan faşizm ve nasyonal sosyalizm gibi ideolojiler II. Dünya Savaşı'na zemin hazırlamıştır.

Benzer Konular

29 Kasım 2009 / Ziyaretçi Cevaplanmış
12 Kasım 2014 / buketsoyer2005 Cevaplanmış
20 Ekim 2009 / angelova Soru-Cevap