Türkiye'de Arkeoloji hakkında ansiklopedik bilgi
Türkiye'de arkeoloji Cumhuriyet'in ilanından sonra Atatürk'ün ilgisiyle önem kazandı. R. O. Arık ve H. Z. Koşay başkanlığında bir ekip tarafından Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazıları yapıldı.
Türk Tarih Kurumu'nun kurulup kazılara mali destek sağlaması ve kazı raporlarının kurum matbaasında basılması da arkeolo¬jiye büyük katkılar sağladı. Önce İstan¬bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde, sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde arkeoloji kürsüleri kuruldu. Daha sonra Âsar-ı Atika Nizamna¬mesi ile güvence altına alman ören yerlerin¬de yerli ve yabancı uzmanlarca birçok kazılar yürütülmeye başladı. Bu kazılara gitgide yenileri eklendi ve Türkiye pek çok kazının sürdürüldüğü arkeolojik bir merkez haline dönüştü. Sonuçta kazılardan ele geçen yapıtları koruyabilmek amacı ile Tür¬kiye'nin hemen hemen her ilinde müzeler açıldı. Türkiye'de kazı yapmak yasalara bağlıdır. Kazı yapmak isteyen bilim adamı ya da uzman, kazı için gerekli mali desteği Türk Tarih Kurumu'ndan, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden ya da üyesi olduğu bir bilim kurumundan sağlar. Kazı izni için Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne başvurulur. Yabancılar bu başvuruyu ülke¬lerinde bulunan Türkiye temsilcilikleri ara¬cılığı ile yaparlar. Bir bilim adamına kazı izninin verilmesi Bakanlar Kurulu kararına bağlıdır. Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün kendi sür¬dürdüğü kazılar dışındaki yerli ve yabancı bütün kazılara, bakanlığı temsil eden bir denetleyici katılır. Kazılarda ele geçen bu¬luntuların tümü kazı mevsiminin bitiminde Türkiye müzelerine teslim edilir.
Yüzey araştırması. Arkeolojik yerleşmele¬rin bulunması, belgelenmesi ve bunların kazı yapılmadan bilimsel yöntemlerle ince¬lenmesi eylemine yüzey araştırması denir. Henüz bilinmeyen yerler, açık arazide yürü¬yerek ya da araba ile dolaşılarak bulunur. Amaçlı olarak yapılan bu araştırma, arkeo¬lojik yüzey araştırmasının gerekli bir bölü¬müdür ve çalışmanın ilk basamağını oluş¬turur.
Eski kayıtların ve yer adlarının incelenme¬si, çoktandır unutulmuş yerlerin yeniden bulunmasına yol açabilir. Bu nedenle eski ve yeni yerlerin haritaya işlenmesi>de arkeo¬lojik araştırmanın gerekli bir parçasıdır. Bu da gerek arkeolojik merkezlerin normal topografik haritalara işlenmesinde, gerekse belirli dönemlere özgü haritaların hazırlan¬masında çok yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Özellikle insanın yaptığı nesne¬lerin dağılımını gösteren haritalar arkeolo¬jik incelemelerde anahtar niteliğindedir.
Hava fotoğrafçılığının gelişmesi de, yüzey araştırmasında önceleri yalnızca araziye bağlı olan arkeologa büyük bir kolaylık sağlamıştır. Hava fotoğrafçılığının arkeolo¬jik araştırmalarda kullanılması, I. Dünya Savaşı sırasında askeri keşiflerin bir yan ürünü olarak başlamıştır. II. Dünya Sa-vaşı.'nda, savaşan ülkelerin fotoğrafla h ber alma bölümlerinde daha çok arkeologların görev yaptığı izlenir. Bunlar bu alanda kazandıkları deneyimle savaştan sonra ar¬keolojik yüzey araştırmalarında hava fotoğ¬rafçılığından yararlanmaya yönelmişlerdir. Bugün Cambridge Üniversitesi'nc^ J. K. S. St. Joseph başkanlığında bir hava fotoğraf¬çılığı bölümü vardır. Bu bölüm üyeleri, kendi uçakları ve pilotları ile uçuşlar yapıp fotoğraf çekerler ve her yıl yeni yeni arkeolojik yerleşmeler saptarlar. Saptanan yerleşmelerden bir bölümü, sabahın erken saatlerinde ya da akşamüstü, yani özel ışık koşullarında daha iyi seçilebilen, yıkıntılatoprak üstünde yer aldığı yerleşmeler¬dir. Ama büyük bir bölümü, yürüyerek ya da araçla giderken gözle asla seçilmeyecek yerleşmeler olup ancak fotoğrafta toprak renginin ya da ekin yoğunluğunun değişme¬si ile kendilerini ele verirler. Arkeolojik merkezleri saptama çalışması, olağan yüzey araştırmaları ve havadan yapı¬lan tarama ve fotoğraflama yöntemlerinden başka yollarla da yürütülür. Çok basit bir yöntem, toprağın dövülmesidir. Böylelikle alttaki yapılar ve dip topraktaki eşitsizlikler sese dayanarak bulunur. Dip sondalanyla duvar ve hendeklerin izini yakalama olanağı vardır. Roma ve Milano'daki Lerici Vakfı, ilk kez 1957'de Monte Abbatorre Mezarlı-ğı'ndaki bir Etrüsk mezarını Nistri perisko
pu aracılığı ile bulmuştur. Bu periskopun geliştirilmesinden bu yana, bu yöntemle büyük başarılar elde edilmiştir. Örneğin periskop bir mezar odasına sokulup odanın duvarlarının ve mezarın içindeki eşya¬nın fotoğrafı çekilir. Bu, bir ön çalış¬ma için çok başarılı bir sonuçtur. Arkeolo¬jik yüzey araştırmasında uygulanan başka çağdaş tekniklerden biri de arazinin elektrik iletkenliğinin ölçülmesine dayanır, özellik¬le geniş ölçekli petrol aramaları için gelişti¬rilmiş olan bu yöntem, 1940'ların sonlarında arkeologlarca kullanılmaya başlamış ve ya¬rarlı sonuçlar vermiştir. Bîr başka teknik, magnetik arama ya da jeofiziksel arama yöntemidir. Bu yöntemde toprağın altın¬daki nesneler, yarattıkları magnetik sap¬malara dayanılarak bulunur. Proton magnetometresi gibi aygıtların kullanıldığı bu yöntemler İlk kez 1957-58'de denenmiştir. Bir Amerikan araştırma heyeti Sicilya'dakİ Sybaris'i bu yöntemle keşfetmiştir. Jeofi¬ziksel araştırma yöntemi Türkiye'de arkeo¬lojik amaçlarla ilk kez 1968'de, Keban kazılan sırasında kullanılmıştır. Kazı. Kazı, toprak altındaki kalıntının kazılıp çıkarılması eylemidir. Arkeolojik kazılar amaçlarına göre "planlı kazılar", "kurtarma kazılan" ve "rastlantısal kazılar" diye sınıflara ayrılır. Çoğu kazı önceden planlanarak yapılır. Örneğin bir bölgede bir kent kalıntısına rastlanması ya da bir yüzey araştırmasında ele geçen malzemenin çoklu¬ğu, kazı yapılmasına neden olur. Bir kentin adına yazılı kaynaklarda rastlanmasıyla da planlı bir kazıya karar verilebilir. Bir profe¬sörün sırf öğrencilerine kazı yöntemlerini öğretmek amacı ile herhangi bir yerde gerçekleştirdiği eğitim kazısı da planlanarak yapılır ve genellikle çok uzun yıllar sürer (örn. Boğazköy, Perge, Kültepe, Ephesos kazılan). Bu kazıların amacı arkeolojik yerleşmeyi en iyi ve en doğru biçimde kazmak, buluntuları en iyi biçimde çıkar¬mak ve değerlendirmektir.Birçok kazı da, özellikle Orta ve Kuzey Avrupa'nın yoğun yerleşim bölgelerinde olduğu gibi, isteyerek değil de zorunlu¬luk nedeniyle yapılır. Çeşitli özel ve kamu¬ya ait yapıların inşası sırasında sık sık arkeolojik kalıntılara rastlanır. Bu kalıntılar tümüyle yok olmadan, geçmişe ilişkin mad¬di belgeleri kurtarmak için ivedi kazılar yapılır, Bu kazılara "kurtarma kazısı" adı verilir. Türkiye'de bugün Keban Baraj Gö¬lü altında kalan pek çok yerleşmede 1968-72 arasında yoğun kurtarma kazıları yapılmış¬tır (bak. Keban kazıları). Türkiye'de toplu olarak kurtarma kazılarının yürütüldüğü bir başka bölge de Atatürk ve Karakaya Baraj göllerinin oluşacağı Aşağı Fırat yöresidİr (bak. Aşağı Fırat Projesi).
Arkeolojik yerleşmelerin ve taşınabilir kalıntıların bulunmasında bazen şansın da büyük rolü olur. Çiftçiler tarla sürerken sık sık arkeolojik buluntulara rastlarlar. Güney Fransa'daki Paleolİtik Çağın ünlü Lascaux Mağarası, 194Û'ta dört öğrencinin kökün¬den sökülmüş bir ağacın oluşturduğu çuku¬ru incelemeye kalkışması üzerine ortaya çıkmıştır. Lut Gölü Ruloları(
) da 1947' de, sürüden ayrılan hayvanını arayan bir Bedevi tarafından benzer biçimde rastlan¬tıyla bulunmuştur. Bu rastlantısal buluşlar çoğu kez önemli kazılara yol açar.Arkeolojik kazıların tümü büyük deneyim, beceri, özen ve dikkat gerektirir. Uzun süren bir eğitim olmaksızın bir kazıyı denet¬leyip' örgütlemek olanaksızdır. Bu nedenle yabancı ülkelerde üniversiteler ve müzeler "eğitim kazılan" düzenlerler. Türkiye'de de bu gelenek gittikçe yaygınlık kazanmaya başlamış, üniversiteler 1968'den bu yana eğitim kazılarına ağırlık vermişlerdir. Eği¬tim kazılarında öğrenciler defter tutmayı, buluntuları toparlayıp etiketlemeyi, plan ve stratigrafi çizmeyi, elek malzemesini sınıfla¬mayı, fotoğraf çekmeyi, kazı buluntularının üstünü yazmayı, çizim ve envanter yapmayı uygulamalı olarak öğrenirler.
Bir kazıda kazı başkanı, benimsediği bir kazı tekniğini uygulayarak kazılacak alanı karelere böler. Her kare sayı ya da harflerle işaretlenir. Bazen tek bir kare, bazen yan yana iki üç tane ya da daha çok kare bir arada kazılır. Bu çukurlara "açma" adı verilir. Açmalar mala, ıspatula, fırça ve dişçi aletleri gibi küçük aletlerle kazılır. Kazı sırasında bir kerpiç duvarın topraktan ayırt edilmesi ne kadar büyük bir dikkat isterse, ezilmiş bir kafatasını dağıtmadan çıkarmak da o kadar beceri ve deneyim gerektirir. Bu nedenle, eğitim görmemiş amatörlerin kazı yapması büyük zararlara yol açabilir. Amatör arkeoloji birçok ülke¬de yasalarla yasaklanmıştır. Türkiye'de ise bu tür kazılar "define kazısı" adı altında hâlâ sürdürülmektedir. Amatörler, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne başvurup, bakanlıkça uygun görülürse bir temsilci denetiminde define kazıları yapabilirler.
Arkeolojik merkezler çok çeşitlidir. Örne¬ğin tapınak, kale, yol, köy, antik kert, saray ve sınai kalıntı yerleri yü. ;y 'în kolayca görülebilen merkezlerdir. Höyük¬ler, tümülüsler ve piramitlerse dıştan görü¬lebilen, ama kazmadan içlerinde ne olduğu anlaşılamayan örneklerdir. Bu nedenle ka¬zılarda şaşırtıcı ve çarpıcı sonuçları höyük denen yapay tepeler verir. Höyükler, aynı yerde yüzyıllar boyu oturan çeşitli topluluk¬lara ait maddi kültür belgelerinin üst üste yığılmasıyla oluşur. Troya ve Ur bu tür ünlü höyük yerleşmeleridir. Mağaralar ve kaya sığmakları da dışarıdan saptanamayan arke¬olojik merkezlerdir.
Farklı tiplerdeki arkeolojik merkezlerin hepsinde birden uygulanabilecek tek bir kazı yöntemi yoktur. Her arkeolog kendi kazı yerine uygulayabileceği en uygun yön¬temi kendisi seçer. Arkeologların kullan¬dıkları kazı yöntemleri, farklı türdeki mer¬kezlere uygulandıklarına göre çeşitlilik gös¬terir. Örneğin bir höyükle bir mezar odasını açmak çok farklı yöntemleri gerektirir.
Kazı sonuçlarının yayımlanması ve yorum. Kazının boyutu ve arkeolojik merkezin türü ne olursa olsun, her arkeolojik kazının ortak bir teknik Öğesi vardır. Bu da, buluntuların çıktığı andaki durumunun yazı, ölçüm, çizim ve fotoğraflarla saptanmasına aşın özen gös¬terilmesidir. Çünkü arkeologun arazide tuttu¬ğu notlar ve kazıdan sonra bu notlara dayanarak yayımladığı rapor, birinci dere¬cede arkeolojik belge haline dönüşür.
Kazı sonuçlarının yayımlanmasının makul bir süreyi aşarak gecikmesi, arkeolojik yön¬tem açısından ciddi bir kusurdur. Kazı raporu basılıp tüm dünyaya ulaşmadıkça, bir kazı bitmiş sayılmaz. Çoğu kez raporun yayımlanması, arazideki çalışma süresi ka¬dar, hatta daha uzun bir süre gerektirir.
Kazı bittikten sonra, çıkarılan küçük eşya ile mimari buluntuların durumu dikkate alınmalıdır. Binlerce yıl toprak altında ka¬lan bu malzemenin yeni koşullara uyum sağlaması, onanlıp onanlmayacağı, restora-tör ve konservatörlerle işbirliği sonucu ka¬rara bağlanır. Yüzey araştırması ve kazı, arkeolojinin yalnızca küçük bir bölümüdür. Arkeologun en önemli görevi, rastlantıyla ele geçen ya da yüzey araştırması ve kazıda bulduğu insanın geçmişini simgeleyen mad¬di kültür varlıklarını, kültürel ve tarihsel bağlamlar içine oturtarak yorumlamaktır. Bunun için her şeyden önce buluntuların hepsinin kesin ve doğru tanımlarını yap¬mak, sınıflamak, yapıldıkları malzemeyi çö¬zümlemek gerekir. Bu çözümleme sırasında başka disiplinlerden uzmanların işbirliği zo¬runludur. Örneğin tahıl kalıntılarını bota¬nikçiler, hayvan kemiklerini zoologlar ince¬ler. Böylece araştırılan evrede yaşayan insa¬nın çevre koşullarının ne olduğu öğrenilir ve maddi kültür belgesi tek başına değil, doğal çevresi içinde görülüp irdelenir. Bundan sonra en büyük sorun tarihlemedir. Çünkü arkeolojide, örneğin yüzeyleri aşınmamış sikkeler, yazıtlar, mezar taşları gibi tarihleri üstlerinde yazılı olan malzeme azdır. Bu nedenle de (karşılaştırmalı, göreli ve mutlak tarihleme, dendrokronoloji, karbon-14'le, potasyum-argonla, ısıl ışıldamayla, arkeo-magnetizmayla tarihleme gibi) çeşitli tarih-leme(
) yöntemleri geliştirilmiştir.Sualtı arkeolojisi. Sualtı arkeolojisi, ancak 20. yüzyılda gelişmiş bir kazı dalıdır. Kara arkeolojisinin temelini oluşturan araştırma, keşif ve kayıt teknikleri aynen, ama sualtın¬da çalışmanın getirdiği özel koşullara uyar¬lanmış olarak burada da söz konusudur. Denizaltındaki batıklarda çalışan bir arkeo¬log dalgıç eğitimi görür ve sualtı arkeologu adını alır. Fransız bilim adamı Jacques Yves Cousteau su altında soluk alıp vermeye yarayan aygıtı geliştirmiş, bunun oksijen tüpü (su ciğeri) denen türü de yaygın biçimde kullanılır hale gelmiştir. Cousteau' nun Marsilya yakınındaki Le Grand Cong-lou^'de, Amerikalı Peter Throckmorton ve George Bass'ın da Türkiye'nin güney kıyıla¬rında yaptıkları çalışmalar, sualtı kazıların¬da öncü niteliktedir.
Throckmorton 1958'de Türkiye'de Bod¬rum yakınındaki Yassı Adada eski bir ge¬mi kalıntısı bulmuş; daha sonra Gelidon-ya Burnunda İÖ 14. yüzyıla, yani Tunç Çağına tarihlenen ve bugüne değin bilinen¬lerin en eskisi olan batığı keşfetmiştir. Pennsylvania Üniversitesi'nden George Bass, 1961'den başlayarak Yassı Adada bir Bizans batığında çalışmıştır. Bu arada ba¬tıkların stereofotoğraflarla fotogrametrik olarak haritalarının çıkarılması yöntemini geliştirmiştir. Bu amaçla 1964'te iki kişilik bir denizaltı aracı kullanmıştır. "Asherah" adındaki bu araç, dünyada arkeolojik araş¬tırma için inşa edilen ilk denizaltıdır.
Türkiye'de oldukça yeni bir dal olan sualtı arkeolojisi gittikçe gelişmektedir. Bugün Bodrum'da bir sualtı arkeoloji müzesi var¬dır; burada birçok sualtı arkeologu çalış¬maktadır.
alıntı