Arama

Nükleer enerjinin doğa üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?

Güncelleme: 14 Ekim 2013 Gösterim: 11.031 Cevap: 3
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Aralık 2009       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nükleer enerjinin doğa üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?
Sponsorlu Bağlantılar
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
29 Aralık 2009       Mesaj #2
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Nükleer enerjinin doğa üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?

Olumsuz Etkileri

Sponsorlu Bağlantılar
Ülkemizde enerji konjektürü değişmiştir, 20 yıl önce hayal bile edilemeyen doğal gaz kullanılmaktadır.
Enerji talep tahminlerinin sağlıklı yapılmamasından dolayı var olacak açık abartılmıştır.

Hidrolik ve termik yerli potansiyelimiz var olanın çok altında hesaplanmıştır, 1970'li yılların sonlarında termik kapasite en çok 50 GWs, hidrolik kapasite ençok 75 GWs, günümüzde ise termik 120 GWs, hidrolik kapasite ise 125 GWs olarak tahmin edilmektedir, hidrolik potansiyelimizin daha yüzde 70'inin bakir durumda olmasından dolayı nükleer enerji teknik bir zorunluluk olamaz ve acele edilmemelidir.


Rüzgar, güneş ve jeotermal gibi yenilenebilir kaynaklar, dünya enerji üretiminde azımsanamayacak katkılar sağlamaktadırlar.

Enerji açığının karşılanmasında acil olarak yeni kaynaklar yaratmak yerine var olan kapasiteyi daha verimli kullanmak için dağıtım şebekesinin rehabilite edilmesi gerekmektedir, Şebeke kayıpları %18 civarındadır, 2010 yılında düşünülen 2000 MWe nükleer kapasitenin, üretilecek toplam enerjinin %5'ini geçemeyeceği hesaplanmıştır, bu %5 ile uğraşmak yerine %18 değerinin azaltılması gerekir.


Nükleer santralların atık sorununu çözülememiştir ve bu konu son derece belirsizdir.

Nükleer enerji üretimi, dünyada vaz geçilen bir teknolojidir.

Türkiye'de yapılması planlanan santral, modası geçmiş ve eski teknoloji ile tasarlanmış olacaktır.


Ülke sanayiine yüksek teknoloji ve kalite getireceği söylenen nükleer santrallar, bu beklentiyi boşa çıkaracaktır, çünkü ülkenin uzun vadeli nükleer teknoloji politikası ve buna yönelik insan kaynağı ve altyapı geliştirme niyeti bulunmamaktadır. Aksine dışa bağımlılığı artıracaktır.

Türkiye, var olan kapasitesiyle bir nükleer santralın kurulmasının, işletilmesinin ve denetiminin altından kalkamaz..


Ülkemizde üzerine nükleer santral yapılacak yer yanlış seçilmiştir. Bu bölge, deprem bölgesindedir ve sismik analizleri tam yapılmamıştır.

Dünyada kazalar saklanmaktadır ve hele Türkiye gibi bir ülkede nükleer santral işletmesiyle ilgili olumsuz her olay saklanacaktır.


Nükleer santrallar, radyoaktif çevresel kirliliğe yol açması nedeniyle son derece tehlikelidir.
LrseRia - avatarı
LrseRia
Ziyaretçi
29 Aralık 2009       Mesaj #3
LrseRia - avatarı
Ziyaretçi
Nükleer Enerjinin Tarihçesi Yararları Ve Zararları






1934
'de İtalyan bilim adamı Enrico FERMİ Roma'da yaptığı deneyler sonucu nötronların çoğu atom türünü bölebileceğini buldu.Uranyum nötronlarla bombalandığında beklediği elementler yerine uranyumdan daha fazla hafif atomlar buldu.

1938'de Almanya'da Otto HAHN ve Frittz STRASSMAN radyum ve berilyum içern bir kaynaktan uranyumu nötronlarla bombaladıklarında Baryum-56 gibi daha hafif elementler bulunca şaşırdılar.Bu çalışmalarını göstermek için Nazi Almanya'sından kaçmış Avustralya'lı bilim adamı Lisa MEITNER'e götürdüler. MEITNER o sıralarda Otto R.FRISCH'le çalışıyordu.Yaptıkları deneyler sonucunda oluşan baryum ve diğer yeni oluşan maddeleri uranyumun bölünmesi sonucu oluşan maddeler olduğunu düşündüler ,ama reaksiyona giren maddenin atomik kütlesiyle ürünlerin atomik kütlesiyle ürünlerin atomik kütleleri birbirini tutmuyordu. Sonra EINSTEN'in E=m.c.c formülünü kullanarak ortaya enerji çıkışını buldular, böylece hem fisyon hem de kütlenin enerjiye dönüşümü teorisini ispatladılar.

1939'da BOHR Amerika'ya geldi. HAHN-STRASSMAN-MEITNER'in araştırmalarıyla ilgilendi. Washington'da FERMI ile buluştu ve kontrollü bir ortamda kendini uzun bir süre canlı tutabilecek zincirleme reaksiyon olasılığını tartıştılar.Bu reaksiyon sonucu atom büyük bir enerji ortaya çıkararak bölünüyordu.

Tüm Dünya'da bilim adamları kendini uzun süre canlı tutabilecek zincirleme bir reaksiyonun olabileceğini açıkladılar.Yeterli miktarda uranyumun uygun koşullarda biraraya getirilmesi gerekiyordu.Gerekli olan bu uranyum miktarına kritik kütle adı verildi.

FERMİ ve Leo SZILARD 1941'de zincirleme uranyum reksiyonuna uygun bir reaktör tasarladılar.Bu bir uranyum ve grafit istifinden oluşuyordu. Uranyum grafit istifi içinde küp şeklinde fisyona uygun bir kafeste saklanıyordu. 1942'de FERMI ve ekibi Chicago Üniversitesi'nde biraraya geldiler ve Dünya'nın ilk rektörünü Chicago-1'iaçtılar.Burada grafite ek olarak bir de kadmiyum ve çubuklar kullanıldı.Kadmiyum metalik bir element idi ve nötron emme özelliği vardı.Çubuklar içeri girdiğinde daha az nötron bulunuyordu ve bu reaksiyonun hızını azaltıyordu. 20 Aralık 1942'de Chicago'da tanıtım için biraraya geldiler. 3:25'te reaksiyon kendini besleyebilir duruma geldi ve Dünya nükleer çağa girmiş oldu.

A.B.D'de Manhattan Proje'si altında nükleer çalışmalar askeri amaçlarla yürütüldü.Savaştan sonra ise sivil amaçlar için nükleer araştırma yapılması için 1946'da A.E.C ( Atomik Enerji Komisyonu ) kuruldu.1951'de Arco'da ilk elektrik üreten reaktör açıldı.1957'de ise finansal elektrik üreten ilk santral Shippingport,Pennsyle-vania'da tam üretime geçti.Askeri alanda da Amerikalılar 1945'te attıkları iki atom bombası dışında 1954'de nükleer bir denizaltı olan Nautilus'u devreye soktular.1951 ve 1952'de gerçekleştirilen iki ön denemeden sonra 1954'de ilk termonükleer bomba'yı Bikini'de başarıyla denediler.

Diğer yandan Ruslar'da 1954'de Obninsk'de küçük bir nükleer santral çalıştırmaya başladı. 1962'de İstanbul'da Küçükçekmece gölü kıyısında kurulan 1 MW'LİK TR-1 araştırma reaktörüyle araştırmalara Türkiye'de de başlandı.1980'lerde bu reaktörün gücü 5 MW'a çıkarıldı.(TR-2) U-235'ce %93 zenginlikte yakıt kullanan havuz tipi bu reaktörde,çekirdek fiziği araştırmaları,radyoizotop üretimi gibi alıştırmalar yapılmaktadır.Şu günlerde ise Akkuyu'da yeni bir nükleer enerji santralin çalışmaları sürdürülmektedir.


2000'lere girdiğimiz şu günlerde Dünya'da nükleer enerji üretimi şöyledir:


Amerika Birleşik Devletleri: %30 - Fransa: %15 - Eski Sovyet Cumhuriyetleri: %10 - Japonya %8 - Almanya %7 - Kanada %4 - İsveç %3.5 - U.K. %3.3 - İspanya %2.7'dir.




Nükleer Enerji Nedir?



Atom Çekirdeklerinin fisyonu yada kaynaşması sırasında açığa çıkan enerjiye nükleer enerji denir. Einstein, belli miktarda bir madde ile belli miktarda enerji arasında eşdeğerlik bulunduğunu göstermiştir. Daha açık bir deyişle m kütleli bir madde yok olursa e=mc2 büyüklüğünde bir enerji açığa çıkar. Bu formüldeki c ışık hızı, çok büyük bir sayıdır, dolayısıyla da çok küçük bir madde kütlesinin yok olması, çok büyük bir miktarda enerjinin açığa çıkmasına yol açar.

Uranyum ya da plütonyum gibi bazı atomların çekirdekleri, nötron bombardımanına tutulduklarında patlamakta ve bu çekirdeklerden çok daha küçük kütleli, sayılamayacak kadar çok tanecik vererek parçalanmaktadır. Patlama öncesi ve sonrasındaki taneciklerin kütleleri arasındaki fark, atom çekirdeklerinin parçalanması sırasında yiten yeni enerjiye dönüşen madde miktarıdır. Bu olaya fisyon (zincirleme tepkime) denir. Eğer bu olay çok sayıda çekirdekte aynı anda doğarsa, bir bomba elde edilir. Bu enerjiyi kullanılabilir duruma getirmek için, nükleer reaktörlerde tepkime yavaşlatılır. Böylece elde edilen büyük enerjiyle bir sıvı ısıtılarak, elektrik enerjisi üretiminde kullanılır.


Nükleer Tepkime


Nükleer tepkimede atomun tam ortasında bulunan, nötron ve protonlardan oluşan atom çekirdeği değişikliğe uğrar ve bu tür tepkime sırasında atom kütlesinin bir bölümü enerjiye dönüşür. Nükleer tepkimede, herhangi bir kimyasal tepkimede açığa çıkabilecek olanın milyonlarca katı kadar enerji açığa çıkar ve kimyasal tepkimeden farklı olarak, bir element bir başka elemente dönüşür.

İki tür nükleer tepkime vardır: Çekirdek bölünmesi (Nükleer fisyon) ve çekirdek kaynaşması (Nükleer füzyon).


Nükleer Fisyon


Nükleer fisyonda, serbest bir nötronla çarpışma sonucu atom çekirdeği çeşitli parçacıklara ayrılır. Bütün bu parçacıkların toplam kütlesi, başlangıçta “hedef” alınan atom ile buna çarpan nötronun toplam kütlesinden daha azdır. Aradaki fark enerji biçiminde açığa çıkar. Bu olguyu ilk olarak 1905’te Albert Einstein belirledi. Bu olaydaki kütle kaybı çok küçük bile olsa e=mc2 formülündeki c (ışık hızı) çok büyük olduğundan açığa çıkan enerji de yine çok büyüktür.

Atom çekirdeği bölünebilen elementlere “bölünebilir element” denir. Doğada bulunan tek bölünebilir element Uranyum’dur. 1938’de iki Alman bilimci, Otto Hahn ve Fritz Strassmann, nötronlarla bombardıman ederek uranyum atomunu bölmeyi başardılar. Gene Alman bilimciler Lise Meitner ve Otto Frish ise, uranyum çekirdeğinin iki parçaya bölündüğünü kanıtladılar. Bir süre sonra bir grup Fransız bilimci, çekirdek bölünmesi sonucunda yalnızca daha hafif iki element ile çok miktarda radyoaktif ışıma (radyasyon) değil, bunların yanı sıra başka serbest nötronların da ortaya çıktığını buldu.Bu nötronların bu kez çevredeki öbür uranyum atomlarında çekirdek bölünmesine yol açacağı, böylece ortaya çıkacak yeni nötronların bütün uranyum atomlarına yayılacak bir “zincirleme tepkime” yaratabileceği ve sonuçta çok büyük bir enerjinin ortaya çıkacağı anlaşıldı.

Çekirdek bölünmesi sonucunda açığa çıkan enerjinin etkisiyle parçacıklar çok büyük bir hız kazanır; bu parçacıklar çevredeki maddenin atomlarıyla çarpıştıkça yavaşlarlar ve böylece hareket enerjileri ısıya dönüşür. Bu enerji nükleer bir reaktörde denetim altına alınabilir.


Nükleer Reaktör


İlk nükleer reaktörü 1942’de İtalyan asıllı ABD’li fizikçi Enrico Fermi, Chicago Üniversitesi’nde kurdu. Kendi kendine ilerleyen ilk yapay zincirleme tepki de burada gerçekleştirildi. Bu reaktörde, zincirleme tepkimenin gerçekleştiği bölüme reaktör kalbi adı verilmiştir. Katışıksız bir karbon türü olan grafitten yapılmış reaktör kalbine ince alümünyum kapların içine yerleştirilmiş uranyum metali çubukları daldırılmıştı. Bir çubuktan salınan nötronlar, grafitteki karbon atomlarıyla çarpışarak yavaşlıyor ve yeniden başka bir çubuğa girerek bölünmesini sürdürüyordu. İşte bu yani bir zincirleme tepkimesini denetim altında tutmanın temel ilkeleri 1942’de Fermi’nin uyguladıklarıyla hemen hemen aynı kaldı.


Nükleer Enerji Santralları


Nükleer enerji santralları, köürle çalışan termik santrallardan pek farklı değildir. Termik santrallarda kömür yakılarak su kaynatılır böylece elde edilen buhar gücüyle bir türbin döndürülür ve türbin elektrik üretir. Nükleer enerji santrallarında ise, gerekli ısı atomların bir reaktörde bölünmesiyle üretilir.

MAGNOX Tipi Santraller : Kullanılabilir miktarda enerji üreten ilk reaktörler 1950’lerde İngiltere’deki Calder Hall’da kuruldu. Bu reaktörler aslında askeri amaçla plütonyum üretmek ve nükleer enerji konusunda deneyim kazanmak amacıyla kurulmuştu; bunlarda elektrik üretimini 1956 yılında başlandı. Bu reaktörlerin, yavaşlatıcıları Fermi’nin reaktöründe olduğu gibi grafitti; yakıt olarak, magnezyum alışımından bir kap içine yerleştirilmiş doğal uranyum metali kullanılıyor ve sistem basınçlı karbon dioksitle soğutuluyordu. Tepkime sırasında oluşan ısıyı emen karbon dioksit bunu ısı değiştiricilerine taşıyor ve ısı burada, elektrik üretmeye yarayan türbo-alternatörleri çalıştıracak buharı elde etmek için kullanılıyordu.

PWR Tipi Santrallar : (Basınçlı Su Soğutmalı Santrallar) Bu reaktörlerde yakıt olarak yaklaşık %3 oranında U-235 içerecek biçimde zenginleştirilmiş ve özel alaşımdan yapılmış bir kutu içerisine yerleştirilmiş uranyum dioksit kullanılır.
Yavaşlatıcı ve soğutucu olarak da sudan yararlanılır. Pompalanan su önce reaktörde dolaştırılır, sonra ısınan su, ısı değiştiricisindeki ikinci bir su devresinde buhara dönüştürülür. Bu buhar ise türbinleri döndürür ve elektrik enerjisi üretilir.

BWR Tipi Santrallar : (Kaynar Sulu Reaktör) Bu tip reaktörlerde reaktörün kalp bölümü, yani zincirleme tepkimenin oluştuğu bölüm PWR’ninkiyle aynıdır; ama bunlarda ikinci bir su sistemi yoktur ve reaktörün soğutma devresinden çıkan buhar doğrudan türbinlere beslenir. Nükleer enerji üreten çoğu ülkelerde bu tip santrallar kullanılır.


Nükleer Enerji Santrallarının Hayatımızdaki önemi


Nükleer santrallar dünyada kullanılmaya başladığından beri birçok konuda yarar sağlıyor. Günümüzde bir çok ülkede nükleer santral yapımı ve kullanımı engellenmeye çalışılmıştır. Bunun nedeni zamanında oluşan felaketler (Çernobil) ve santralların insan üzerine yaptığı olumsuz etkilerdir. Ama teknolojik ortamlarda yapılan bir nükleer santralın hiçbir olumsuz etkisi bulunmamakla birlikte birçok yararı da vardır. Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere, ABD, bazı İskandinav ülkeleri, Bulgaristan, Rusya, Ermenistan ve daha bir çok ülkenin vazgeçilmez enerji kaynağı nükleer enerjidir. Nükleer reaktörler 3 türe ayrılırlar. Araştırma reaktörleri, elektrik üreten güç reaktörler, plütonyum üreten reaktörler. Araştırma reaktörlerinden tıpta ve kimya sanayisinde, izotop gama ışınları ve nötron üretiminde yararlanılır. Bu reaktörlerin güçleri düşürülmüştür ve hiçbir zararları yoktur. Güç reaktörlerini başlıca sorunlarından biri, verimliliktir. Söz konusu reaktörlerde üretilen elektrik enerjisinin kW (kilowatt) saat materyalinin, gelenksel santrallarda üretilenden düşük olması gerekir.
Nükleer santrallar diğer termik santrallar gibi çevreye zarar vermezler. Örnek vermek gerekirse İsveçteki Nükleer santrallerden 29kg/h lik CO2 çıkarken Danimarka’da bu oran 890 kg/h sınırını zorlamıştır. Ayrıca büyük ülkelerden Fransa enerji ihtiyacının %75’ini Nükleer enerji santrallarından üretmektedir. Bu santrallardan çıkan enerji miktarı çok fazla olduğu için diğer ülkelerde 3 santralin yaptığı görevi nükleer santralların sadece 1 tanesi yapar. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri’de enerji ihtiyacının %25’ini Nükleer Santrallardan giderir.



Ülkemizde Enerji


Ülkemizde kurulu barajlarımız dönümlerce arazimizi sular altında bırakmıştır, üstelik yetersizdir. Bu açığı kapatmak için kullandığımız termik santrallerimiz aracılığıyla, tonlarca CO2, CO, SO2, NO2, ağır metallerden Ag, Pb, Sg, U ve daha bir çok zararlı maddeleri doğaya veririz. Bu gazlar en büyük çevre düşmanıdır. Ayrıca ülkemizdeki enerji açığımızı doğal gaz ile kapatmaya çalışıyoruz. Bu enerji türü, doğaya, termik santralden daha az zararlıdır. Ancak çevreye yine zararlı gazlar verilmektedir. Üstelik doğal gaz bulmamız çok ta kolay değil. Eğer komşu doğal gaz ülkeleri bu enerji kaynağı transferini keserse açıkta kalırız. Alternatif enerji diye tasarlananların hiç biri, nükleer enerjiye alternatif olamaz. Alternatif diye düşünülen, güneş ve rüzgar enerjisinden başka bir de termal enerji vardır. Yer altından gelen sıcak su çok korroziftir. Nitekim Denizli de ki su da böyledir. Ayrıca atık su ise çok zehirlidir. Bu suyun tekrar yer altına gönderilmesi gerekir. Çevreye zararlıdır. Bu enerji sistemi de, nükleer enerjiye asla alternatif olamaz. Türkiye nin en büyük barajı Atatürk Barajı dır. Bu barajın gücü 2400 MWh tir. Verimi ise %50 ile 1000 MWh tir. Ama yapılacak bir nükleer enerji santralindeki 8 adet reaktörün gücü ise 8000 MWh civarındadır. Buna göre 8*8000 den 64.000 MWh enerji üretilecektir. Bu da 64 barajın verdiği enerji demektir. Bu hesaplamalara göre yapılacak 8 nükleer enerji santrali 64 enerji üreten barajın ürettiği enerjiyi üretir buda nükleer santral başına 8 baraj demektir.

Ülkemizde Akkuyu üzerine 8 adet nükleer santral kurulması planlanmıştır ama halk çoğunlukla buna karşı çıkmıştır. Ama yukarıdaki koşullara ve hesaplamalara baktıkça bunun ne denli büyük bir kayıp olduğu ortaya çıkmıştır.





NÜKLEER ENERJİNİN ZARARLARI




Yaşam sırasında bir insanın maruz kaldığı ışınlama etkisi şu tablo ile gösterilebilir;


Son 25 yıl içinde gelişen çevre bilinci teknolojik gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucudur. Gelişen teknoloji sadece çevrenin kirliliği üzerinde potansiyel bir tehlike değildir aynı zamanda gelişen teknoloji ölçme sistemlerinin de daha hassaslaşmasını ve etki-tesir arasındaki ilişkilerin detayları ile aydınlatılmasına da vesile olmaktadır.

Diğer bir ifade ile yaşadığımız ortamda herhangi bir yabancı maddenin var olup olmamasının ölçülmesinden öte, çok daha hassas ölçümler gerektiren birim zamandaki değişim oranları da teknoloji sayesinde gerçekleştirilebilmektedir.
Temel prensip olarak doğada her aktivitenin çevreyi etkilediği kabul edilmekle birlikte bu etkilenmenin zararları bakış açısına göre değişmektedir. Doğayı canlıları ve yaşam koşullarını değiştirmeyen etkilerin en azından zararsız olduğu kabul edilmektedir. Buna karşı olarak geliştirilen bir başka görüş ise; etkilenme oranının zaten doğal ortamda mevcut olan değişim sınırları içerisinde kaldığı sürece doğal ortam tarafından kabul edilebilir veya izole edilebilir olacağıdır. Bu tartışmayı nükleer santral ile ilgili tartışma zeminine taşırsak ;


Doğal ortamda mevcut olan radyoaktivite;


* Hava şartlarına bağlı olarak ( alçak basınç alanlarında havadaki radyoaktivitenin azalması veya yüksek basınç şartlarında doğal radyoaktivitenin artması gibi),

* Coğrafi bölgeye bağlı olarak ( dağlık bölgeler, kıyı bölgeleri, toprak yapısı gibi)

* Konut cinslerine göre ( toprak, betonarme,tahta yapılar gibi)

* Kozmik ışınlamaya göre değişmektedir.

Ayrıca insanlar yaptıkları aktiviteler ve aldıkları bazı tıbbi tedaviler sonucunda da bir miktar radyoaktif ışınlamaya maruz kalmaktadır. Şayet nükleer santrallardan zaman ve mekana göre çıkan atıklar çevreyi ve çevrede bu atıkların doğal olarak mevcut değişim bandı içinde kalıyor ise, çevrenin ve bu çevrede yaşayan canlıların nükleer santraldan örneğin radyoaktivite nedeniyle etkilenmeleri doğal değişimlerin ötesinde olmayacaktır.

Almanya’da yapılan bir çalışma; bir insanın yılda ortalama olarak maruz kaldığı doğal radyoaktif ışınlama etkisinin 2.4 mSv ( 4 saatlik bir uçak yolculuğu sırasında 0.02 mSv, göğüs röntgen filmi çektirmek suretiyle 0.5 mSv ve benzer faaliyetler sonucunda ortalama 1.58mSv), olduğunu ortaya koymaktadır.


Endüstriyel bir tesisin çevre etkileri üç aşamada irdelenir:


-Tesisin yapımı sırasında,
-Tesisin işletilmesi sırasında,
-Tesis hizmet dışı kaldığında ,


Bu şıklara ilave olarak ekonomik, sosyo-politik faktörler de göz önüne alınarak projede optimum şartlar sağlanır.
Ancak tesisin çevre etkileri incelenirken izlenen metotların getirdiği kıyaslama ve değerlendirme parametreleri göz önüne alınmadan bir tesisin diğer alternatifleri ile karşılaştırması veya yer seçiminin yapılması imkansızdır. Dolayısıyla tesis ile ilgili güvenlik raporlarının hazırlanmasında belli bir hesaplama yöntemi ve verileri mevcut olmalıdır. Uluslararası Atom Enerji Ajansı ve belli başlı gelişmiş ülkeler bu yöntemleri hazırlamışlardır. Ülkemizde bu konu ile sorumlu olan kuruluş ise Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ( TAEK) dir.

Burada düşünülen üçlü karar yöntemini kısaca şöyle açıklamak mümkündür; Tesisin yapımı için işletici dolayısıyla yatırımcı kuruluş hazırladığı raporla önce inşaat, daha sonra işletme izni için gerekli resmi kuruluşlara başvurur. Bu raporlar bilirkişiler tarafından incelenir ve bu sayede bağımsız kontrol mekanizması tesis edilmiş olur. Bu arada tesisin yapımından etkilenecek olan kişilerin tesisin yapımı ile itiraz hakkı bulunmaktadır.

Bu nedenle kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verecek bir organa ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkmıştır. Bu organ ülkelere göre farklılıklar gösterebilir. Örneğin Almanya’da bu organ mahkemelerdir. Bu mahkemelerde bilirkişiler, itiraz sahipleri ve proje sahipleri dinlenir. Hakim geçerli olan kanun, yönetmenlik ve yöntemlere uygun olarak karar verir.
Farklı kişilerin farklı değerlendirmeleri olabileceği için karara bir üst mahkemede itiraz edilebilir. Sonuçta halk-mahkeme-işletici üçlü karar mekanizması kurulmuş olur. Yerel yönetimler alınan kararları uygulamakla yükümlüdür.

Almanya'da Mülheim-Kahrlich nükleer santralı zemin problemlerinin ortaya çıkması üzerine soğutma kulesinin 20 metre kadar ötelenmesi gerekmiş ve inşaat ve yeni projeye göre tamamlamıştır. Ancak projenin değiştirildiği öne sürülerek mahkemeye yapılan itiraz ile santralın izni iptal edilmiştir. Söz konusu santral halen işletmeye geçememiştir.

Görüldüğü gibi hukuki konular ön plana geçmekte ve karar süreci yıllarca uzayabilmektedir. Kararsız ortamlar daima yatırım maliyetini ve riskleri arttırır. Bu nedenle Almanya'da nükleer elektrik santrallarına olan yatırımlar cazibesini kaybetmiştir. Ülkemizde ise tahkim yasası ile bu riskin sıfırlanması beklenmektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Ekim 2013       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nükleger enerji üretiminin çevreye etkileri Acilllllll
Son düzenleyen _VICTORY_; 14 Ekim 2013 18:18

Benzer Konular

25 Nisan 2012 / Misafirim ben Soru-Cevap
16 Aralık 2014 / Misafir Cevaplanmış
6 Aralık 2014 / Misafir Soru-Cevap