Arama

Otlukbeli Savaşı Osmanlı Devleti'ni sosyal, siyasal, ekonomik açıdan nasıl etkiledi?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 26 Ocak 2012 Gösterim: 5.985 Cevap: 4
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Şubat 2010       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
otlukbeli savaşı, istanbul'un fethi ve osmanlı-venedik barış antlaşması osmanlı devleti'ni sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan nasıl etkiledi
EN İYİ CEVABI LaDyGaGa verdi
Otlukbeli meydan savaşı: Anadolu’da Erzincan ilinin Tercan Ovası’nda Otlukbeli denilen yerde, Osmanlı Padişahı FATİH SULTAN MEHMED’in komuta ettiği Osmanlı ordusuyla AKKO­YUNLU İmparatoru UZUN HASAN’ın komuta ettiği Akkoyunlu ordusu arasında yapılan meydan muharebesidir.
Otlukbeli savaş alanında, o devirde dünyanın en büyük iki Türk İmparatorluğunun ordusuyla iki büyük hükümdarı karşı kar­şıya gelmişlerdi.
Sponsorlu Bağlantılar
Osmanlı ordusunun başkomutanı büyük asker Fatih Sultan Mehmed idi. AKKOYUNLU ordusunun başında, başkomutan (Emir-i Kebir) adıyla anılan UZUN HASAN vardı.


UZUN HASAN; 1453 yıllarında Diyarbakır çevresindeki, Ak­koyunlular’ın başına geçmiş, mahir, dirayetli, cesur bir hükümdar­dı. Uzun Hasan; Karakoyunlu ve Timur Türk İmparatorlarıyla sa­vaşmış, onları öldürterek ülkeye hâkim olmuştu. Bu savaşlar sonu­cu IRAK’ı, İRAN’ı, AZERBAYCAN’ı eline geçirmiş, 1466 yılın­da TEBRİZ’İ başkent yaparak, Gürcistan’ı da ele geçirmek sure­tiyle doğunun en büyük devletini kurmuştur.
Otlukbeli meydan muharebesi yapıldığı sırada yakın doğuda bulunan üç büyük İslam devleti vardı. Bunlardan biri; Osmanlı devleti, ikincisi Akkoyunlu devleti, üçüncüsü de Mısır’da Memluk Devleti idi.
Osmanlılar, 150 senelik bir devletti. Akkoyunlu İmparatorluğu ise; parçalanan Timur İmparatorluğu ’nun enkazı üzerine kurulmuş yeni bir devletti. Gerçi 500 yıllık bir geçmişi varsa da büyük bir imparatorluk halini almaları çok yeni idi. Asya kıtası bu iki Türk asıllı devlete yetecek kadar büyüktü. Birbirlerine sataşmadan bu geniş topraklar üzerinde yerleşebilirler, medeniyetlerini genişlete­rek ve güçlendirerek tarihi görevlerini yapabilirlerdi. Hâlbuki Uzun Hasan, Osmanlı hanedanını ortadan kaldırıp onların tahtları­na oturup, Timur ve Karakoyunlu hanedanlarını da yok edip miras­larına konmak istiyordu. O sırada korkunç fırsatçı düşman Avrupalıydı. Avrupa, bu Müslüman Türklerin birbirlerini hırpalamala­rını istiyor ve Akkoyunluları kışkırtmaktan geri durmuyordu. Çünkü kendilerinin bu iki devletle başa çıkacak kuvvetleri yoktu. Bu iki Müslüman Türk hükümdarının bunu görmeleri ve akıbeti dü­şünmeleri ve bu bakımdan birbirleriyle dalaşmamaları bilakis bir­birlerini desteklemeleri icap ederdi.
Büyük Türk İmparatorluğu hükümdarı Timurlenk ile Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid’in, Otlukbeli meydan savaşından 71 yıl önceki düştükleri tarihi hataya düşmemeleri, birbirlerini yok et­meye çalışmamaları icap ederdi. Çünkü Yıldırım Bayezid, Timur­lenk’e esir olduğu, Osmanlıları Anadolu’dan sürdüğü zaman Avrupalıların gücü kudreti yoktu. Bu bakımdan Osmanlıları Avru­pa’dan sürmeyi düşünemediler bile. Hâlbuki bu sırada fırsat bekli­yorlar ve Akkoyunluları destekliyorlardı. Ama ne var ki bu savaşı Osmanlılar kazanacak, Avrupalıların umutları yine kursaklarında kalacaktı.
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, savaş alanını öyle bir ara­zide seçmişti ki, burada bozulacak bir ordu tamamen yok olmak­tan kurtulamayacaktı. Bu savaş alanı yolsuz, sarp dağlar arasında derin vadiler içerisinde, yenilen tıkanacak, çıkamayacak yok olma­ğa mahkûm olacaktı. Savaşı Uzun Hasan kazanmış olsa idi Os­manlı ordusunun akıbeti bu olacaktı.
Fakat bu savaşı kazanan Osmanlı orduları başkomutanı, düş­manlarının yenilgisini kâfi görmüş, çekilip gitmelerine izin ver­miştir. Bu suretledir ki, iki kardeş millet arasında yapılan bu bo­ğazlaşma, Osmanlılar’ın kazanmasıyla Türklük için bir nimet, bir mutluluk olmuştur. Bu böyle olmayıp da savaşı Uzun Hasan ka­zansaydı; bu savaştan 71 yıl önce Timurlenk ile Yıldırım Bayezid arasında Ankara’nın Çubuk Ovası’nda yapılan ve Osmanlıların ye­nilgisiyle sonuçlanan savaşın sonunda, Avrupalılar Niğbolu yenil­gisinden dolayı henüz bellerini doğrultamamış, Osmanlılar’ın Anadolu’da yok oluşu karşısında kıpırdayamamışlardı. Bu sefer durum böyle olmayacaktı. Bütün Avrupa heyecan içinde ve hazır durumda savaşı izliyor ve sonucu bekliyordu. Rumeli yönünden hemen taarruza geçerler ve Osmanlıları Avrupa’dan atarlardı. Bu­nun zararı da İslam ve Türk dünyasına olurdu.
Cihangir olmak sevdasıyla yaşayan Uzun Hasan, uzağı göre­miyor, tehlikeyi düşünemiyor, bunun aksine Avrupalılarla anlaşa­rak Osmanlılar’ı tahrik ediyor, savaşa zorluyordu. Hâlbuki Os­manlılar, iki kardeş millet arasında bir çatışmayı hiçbir zaman is­tememişler, savaşın önüne geçmek için ellerinden geleni de yap­mışlardı.

OTLUKBELİ MEYDAN MUHAREBESİNİN SEBEPLERİ:

13. yüzyılın sonlarında MOĞOLİSTAN İmparatoru Ergün Han zamanında Türkistan’dan batıya, birbirlerine yakın topraklar­da yaşayan iki Türkmen kabilesi, yaşama sahası bulmak üzere gö­çe mecbur kalmışlardı. Bu iki kabilelerden biri AKKOYUNLU­LAR, diğeri KARAKOYUNLULAR’dı.
AKKOYUNLULAR; Diyarbakır bölgesinde, KARAKOYUN­LULAR da Erzurum bölgesinde yer bulup yerleşmişlerdi. Gelişle­rinden 100 yıl kadar sonra her iki kabile de yerleştikleri yerlerde devlet kurmuşlardı. İlk defa siyası bir varlık gösteren Karakoyun­lular olmuş, 1375’ten 1469 yılına kadar 94 yıl devlet halinde yaşa­mışlardı. Karakoyunluların en kudretli hükümdarı Cihanşah idi. Bu hükümdar devrinde devlet en büyük hale gelmiş, Arabis­tan’dan, İran’dan ve Azerbaycan’dan birçok toprakları kendi top­rakları içine katmayı başarmışlardı. Tebriz’i kendilerine başşehir yapmışlardı.
Akkoyunlular ise; Karakoyunlulardan biraz daha sonra 1406’da devlet kurabilmişler, devlet halinde yaşamaları 99 yıl de­vam etmiş, 1505’te son bulmuşlardı. Bu devletin 9 hükümdarı ol­muştu. Birinci hükümdarı Osman Bey, ağabeyi Mehmed Bey’in kabileye başkan olduğu sırada istiklalini ilana kalkışmış ise de ba­şarılı olamamıştı. Ancak Timur’a sadakati ve hizmetleri dolayısıy­la Diyarbakır çevresi kendisine verilmiş ve burada egemen olma­yı başarmıştı. Osman Bey’e oğlu Hamza, Hamza’ya da amcaoğlu Cihangir halef olmuşlardır. Cihangir’in hükümdarlığı zamanında kendisine amcası Hasan Bey ve Erzincan hâkimi Kılıç Aslan isyan etmişler ve savaşmışlardı. Ülkesinde ve bilhassa asker arasında ce­sareti ve maharetleriyle ün kazanan ve halka güven veren Hasan Bey bir hile ile Diyarbakır ve çevresini ele geçirdi. Hükümdar Ci­hangir’i de kaçırarak, Akkoyunlu Devleti’ni kendi adına 1453’te ilan etmiştir. Lakabı da "Uzun" idi ve ona Uzun Hasan derlerdi. Çok cesur ve savaşçı bir komutan, mahir bir idareci ve devlet ada­mı olan UZUN HASAN, kısa bir süre içinde Kürdistan’ı da sınır­ları içine alarak kudretli büyük bir devlet kurmak başarısını göster­di. Trabzon İmparatorluğu prenseslerinden biriyle evlenerek bu imparatorluğu kendi tarafına çekmişti. Kısa süre içinde kazandığı başarılar güvencini artırmıştı. Henüz kardeşini ortadan kaldırama­mış olmasına rağmen Osmanlılar’a karşı düşmanca girişimlere başlamış, bu meyanda Osmanlılar’a ait KOYUNHİSAR’ı bir bas­kınla ele geçirmişti. Bu kadarla da kalmamış, İstanbul’a Fatih Sul­tan Mehmed’e bir elçi göndererek, Trabzon Devleti’nin Osmanlılar’a ödediği 2000 duka altının (vergi olarak alınıyordu) alınmaktan vazgeçilmesini ve ayrıca büyükçe bir yekûn tutan verginin kendi­sine verilmesini istedi. Etrafının çepeçevre düşmanlarla çevrili ol­duğunu biliyordu. Daha doğru dürüst ülkesinin içişlerini bile kavi­leştirmediğini düşünmeden, zamanın 150 senelik büyük ve esaslı bir kuruluşa sahip Osmanlı Devleti’ne karşı meydan okumaya kal­kıştı. Bu halleri belki de felaketine sebep olacaktı. Ama kendisi bunun farkında değildi.
Elçileri sükûnet içinde soğukkanlılık ile dinleyen Fatih Sultan Mehmed, elçilere:
" Siz gidin hükümdarımca söyleyin, seneye ben gelir bütün borçlarımı öderim" diyerek elçileri yolcu etmişti. (Hakikaten er­tesi yılın yazında güçlü ordusuyla İstanbul’dan doğuya yü­rüyecektir.)
Fatih Sultan Mehmed, o yıl kış aylarında gizliliğe önem vere­rek bütün hazırlıklarını tamamlamış, kimseye de kararını belli et­memişti. İlkbaharla beraber Rumeli’ndeki kuvvetlerini Edirne’de Sadrazam Mahmut Paşa komutasında toplatırken, kendisi de Bur­sa’da Anadolu kuvvetlerini toparlamıştı. Ayrıca bir donanma ha­zırlatmış, orduyu doğu yönüne yürüyüşe geçirirken, donanma da Karadeniz’e açılmış, önce Amasra’yı ele geçirmiş, sonra Sinop’a doğru yol almıştı. Fatih Sultan Mehmed, Ankara üzerinden Si­nop’a inmiş, burasını ele geçirip 1460’da Amasya-Sivas yoluyla Erzincan genel yönünde yürümüştür. Osmanlı ordusunun yığına­ğından ve ilk hareketlerinden nereye ve kime karşı yürüyeceği bir türlü anlaşılmamıştı. Sinop’u ele geçirdikten sonra Fatih Sultan
Mehmed, ordusunu doğuya döndürtmüş, bundan da hareket yönü ve ne yapacağı kestirilememişti. Bütün dikkatiyle Osmanlılar’ın hareketleriyle ilgilenen Uzun Hasan bile, Fatih Sultan Mehmet’in maksat ve kararını anlayamamıştı.

Osmanlı ordusu Koyunhisar önüne geldi. 3 gün devamlı top atışlarıyla bu kaleyi çökertti ve ele geçirdi. Bu durumdan kuşkulanan Uzun Hasan, amcasının oğlu Hurşit Bey’i bir kuvvetle hisara gönderdi. Fakat bu kuvvet, Gedik Ahmet Paşa’nın kuvvetleriyle karşılandı. Yapılan savaşta Hurşit Bey yenilgiye düşerek ordusu dağıldı.

Bu haber Uzun Hasan’ı korkuttu ve ona kendi kuvvetlerinin zayıf olduğunu anlattı. Kâfi bir hazırlığı da yoktu. Bu sırada Osmanlılar’ın kudretli ve düzenli ordularıyla savaşacak durumda değildi. Bu düşünce içinde barış teklifleriyle annesi SARA Hatun’u Fatih Sultan Mehmed’e gönderdi. Sara Hatun, Bulgar dağındaki Osmanlı ordugâhına geldi ve hoşgörü içinde karşılandı. Fatih Sultan Mehmed mecbur kalındığı takdirde Uzun Hasan’la savaşmayı düşünüyordu ve savaşa niyetli idi. Ama o sırada Anadolu’da Osmanlılar için pürüzlü haller vardı. Bunlar tamamen ortadan kaldırılmamıştı. Biraz da bu sebepten Trabzon’un Osmanlılar’ın olması şartıyla barışa razı olundu. Uzun Hasan da son yaptığı basiretsiz siyasi yanlışlığı idrak ettiği için cezasını çekmeye ve bu şartları kabule mecbur oldu. Osmanlılar 1462’de Trabzon ve çevresini tamamen ele geçirdiler ve korunmasını da sağlayarak anavatana döndüler.

Bu durum Uzun Hasan’a rahat bir nefes aldırttı. Şimdilik çok önemli bir tehlikeyi savuşturmuş oldu. Ama kendisine bu acıyı veren hatasını hiçbir zaman unutmayacaktı.

Bu durumdan sonra Uzun Hasan serbest kalmıştı. Şimdi bütün gayretlerini toplayarak dikkatlice etrafındakileri kolluyor, ülkesini genişletme ve kuvvetlendirme yolları arıyordu. Bunu bulmada da gecikmedi. Evvela komşusu Karakoyunlu Devleti ile bozuştu. Erzurum-Bayburt yönlerine yürüdü. Bu saldırıyı durdurmak ve yurdunu savunmak için Karakoyunlu ordusu karşısına çıktı. Uzun Hasan çarptığı kaya sert gelince durdu ve ordusunu geri çekti. Ama fırsat kolladı. Karakoyunluların gafletlerinden faydalanarak onları konak yerinde hazırlıksız yakaladı. 1467 yılında yapılan bu çarpışma sonucu Karakoyunluları yok etmeyi başardı. Hükümdarları Cihanşah’ı öldürterek bu devletin bütün topraklarına sahip çıktı. Saldırısını durdurmadı, ilerlemesine devam ederek Bağdat’ı kuşattı. Bu sırada Azerbaycan’da işlerin bozulduğunu, ayaklanmalar olduğunu duyunca kuşatmasının 40. günü kuşatmayı kaldırarak geri döndü.

Cihanşah’a karşı kazandığı zaferi, dost olan İlhanlı hükümdarı Timur’un oğullarından Ebu Sait’e mağrurane yazılmış zafer namelerle beraber Cihanşah’ ın gövdesinden ayrılmış kesik başını gönderdi. Sultan Mehmed’e Cihanşah’ın üç danışmanının kesik başlarını gönderdi. Fatih Sultan Mehmed bu yakışıksız hareketten çok müteessir oldu, çok üzüldü. Timurlu hükümdarı Ebu Sait ise Uzun Hasan’ın Azerbaycan içişlerine karışmasını (Azerbaycan’ı Ebu Sait adına Cihanşah idare ediyordu) hoş karşılamadı. Uzun Hasan’a karşı savaş açtı. Uzun Hasan ise İlhanlı ordusunu pusuya düşürüp yenilgiye uğratmayı başarınca Ebu Sait’in de başını kestirdi. Bu suretle de Timurluların bütün topraklarına sahip çıktı. Tebriz’i devletinin başşehri yaparak ülkesini buradan idare etmeye başladı. Kendisi için düşman saydığı Gürcistan ve Horasan devletlerini de ortadan kaldırarak topraklarını kendi sınırları içine sokmak için önce Gürcistan’a saldırdı. Tiflis’i aldı. Sonra Horasan Hükümdarı Hüseyin’in hükümdarlığına hak iddia ederek yeğeni Yadigâr Mehmed’i bu devletin başına oturtmak bahanesiyle ve Timur oğullarının birbirine düşmelerinden de faydalanarak Horasan’a yürüdü. Önce Herat’ı ele geçirdi. Ye sonunda Akkoyunlu İmparatorluğu Horasan’dan Karaman’a, Gürcistan’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan büyük ve kudretli bir devlet haline geldi. Her biri evvelce devlet olan bu yerleri birer vilayet haline sokarak, her birinin başına oğullarını getirdi. Uzun Hasan için bu kıtada iki rakip kalmıştı. Biri Osmanlı İmparatorluğu, diğeri Mısır devleti idi. Bir fırsat çıkmasında bunların da haklarından gelmeyi düşünüyor, artık kendisini Timurlenk gibi görüyor, doğunun tek hâkimi olmak istiyor ve her haliyle Timurlenk’i taklide kalkışıyordu. Bu bakımdan harekete geçerek ilk iş olarak toprakları Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisine sokulmuş birçok beyleri, Timurlenk gibi sarayında topladı. Fatih Sultan Mehmed’e Bey diye başlayan, onu aklınca küçülten sözlerle dolu mektuplar yazıyor, Fatih’i kızdırıp arayı açmak istiyordu. Bozuş­maları halinde aralarında yapılacak savaşı mutlaka kazanacak ve Osmanlılar’ı tamamen yok ederek Akkoyunlu İmparatorluğu HO­RASAN’dan TUNA NEHRİ’ne kadar, büyük Cihangir Timurleng’in bile ulaşamadığı geniş topraklara sahip olmayı hayal ediyordu. Kendisini bu gayeye götürecek bir bozuşma sebebi arıyordu. Niha­yet bu sebebi buldu; Fatih Sultan Mehmed, Trabzon savaşında İsfendiyaroğulları ve Canikoğulları topraklarını ele geçirmiş, beyleri­ni ise başka yerlere bey olarak tayin etmişti. Uzun Hasan, toprakla­rı ellerinden alınmış bu beylerin kendisine sığındıkları takdirde, es­ki beyliklerinin kendilerine geri verileceği sözünü vermiş, bu bey­ler de Uzun Hasan’a sığınmışlardı.
Hepsi Diyarbakır’daki BEYENDERİ Sarayı’na yerleşmişler, Uzun Hasan’ın korumasına alınmışlardı. Uzun Hasan ayrıca Avru­pa devletleriyle anlaşma yolları aramış ve bulmuştu. Osmanlı ordu­sunu, Pir Ahmet Bey’den Karaman’ı almasından sonra çıkan ayak­lanma sırasında Rodos Şövalyeleri’ne ve bu yoldan Venediklilere ve Papa’ya birer heyet göndererek, Osmanlılar’ın Akdeniz kıyıla­rındaki yerlere saldırdığını, buraları yakıp yıktığını, kendisine top dökecek ustalar gönderilirse onlarla ittifak yapacağını söylüyor ve bu suretle de Osmanlılar’a karşı koyacağını duyuruyordu. İşte bu sıralarda Osmanlı donanmasının Adriyatik Denizi’ne kadar sokul­muş bulunması ve Karadeniz yollarına da hâkim olması Venediklileri endişeye düşürmüş, onları Avrupa’daki bütün Osmanlı düş­manlarıyla birleşmeye itmişti. Asya’dan Uzun Hasan’dan yeni ge­len teklif ve Uzun Hasan’ın yanındaki Venedik elçisi Katirino Zeno’nun da gayretleriyle son çare olarak kabul edilmiş ve aralarında birbirine saldırmama, yardım anlaşmaları için de ittifak yapılmıştı. Bu anlaşma sonucu Venedikliler, Karamanoğulları’nın kıyılarına, Moçemigo adındaki kaptan komutasında 4 büyük kadırga gönder­mişti. Bu kadırgaların ikisinde 200 kadar top dökücü vardı. Diğer iki kadırgada da barut ve top dökmeye yarayacak malzeme vardı.
Uzun Hasan bununla da kalmamış, Osmanlı ordusunu çeşitli cephelerde uğraştırarak yıpratmak için de tertipler almıştı. Ayrıca Osmanlılar’la Akkoyunlular arasında yapılacak savaş esnasında ya­nında koruduğu beylerin beyliklerindeki halkın (Ankara savaşında olduğu gibi) Osmanlılar’a ihanet ederek kendi tarafına geçeceğine, bu suretle de Osmanlı ordusunun çökeceğine inanıyordu.

Osmanlılar’a gelince; onlar bidayette Akkoyunlular’la bir sava­şı düşünmüyorlardı. Bu yönden de bir mesele çıkarmamak için el­lerinden geleni yapıyorlardı. Çünkü siyasî durumları şimdilik böy­le bir savaşa girişmeye imkân vermiyordu. Rumeli’nde halledilme­ye çalışılan Sırbistan, Eflak, Boğdan, Mora, Arnavutluk, Venedik olayları vardı. Onlar küffarla mücadele içindeydi.
Fatih Sultan Mehmed; Bizans’ı ortadan kaldırdıktan sonra, Mora’nın, Sırbistan’ın ele geçirilmesi, Belgrad’ın kuşatılması, Arna­vutluk’taki İskender Bey tehlikesinin kaldırılması ve Eflâk’ın yola getirilmesiyle uğraşmış ve bunda da başarılı olmuştu. Akkoyunlu­lar, Osmanlılar’a uzaktılar, onlarla aynı din, aynı soydandılar. Kar­deş bir milletle zorunlu kalmadıkça savaşmada bir mana bulamı­yorlardı. İşte bu bakımlardan Fatih Sultan Mehmed, Rumeli’ndeki bütün olaylara hâkim olduktan sonra Anadolu’daki Trabzon’a ka­dar hareketle, önce Amasra’yı, Ereğli’yi Cenevizlilerden almış, bu sırada bir Osmanlı gölü haline getirilmiş olan Karadeniz’e kıyı, Os­manlı donanmasına bir hareket üssü olacak Sinop’u ele geçirmiş, bu güzel limandan sonra da Osmanlı uyruklu Rumlar için bir fesat merkezi halini alabilecek Trabzon’u da ele geçirerek, buradaki Rum hükümranlığına son vermişti. Daha sonra yine Rumeli’ne dönmüş, Eflak’ı yola getirmiş, Ege Denizi’nde birçok adalar Os­manlı hâkimiyetine geçmiş, bu denizde Venedik donanmasıyla savaşmıştı


Fatih Sultan Mehmed, ordusunu doğuya döndürtmüş, bundan da hareket yönü ve ne yapacağı kestirilememişti. Bütün dikkatiyle Osmanlılar’ın hareketleriyle ilgilenen Uzun Hasan bile, Fatih Sultan Mehmed’in maksat ve kararım anlayamamıştı.
Osmanlı ordusu Koyunhisar önüne geldi. 3 gün devamlı top atışlarıyla bu kaleyi çökertti ve ele geçirdi. Bu durumdan kuşkula­nan Uzun Hasan, amcasının oğlu Hurşit Bey’i bir kuvvetle hisara gönderdi. Fakat bu kuvvet, Gedik Ahmet Paşa’mn kuvvetleriyle karşılandı. Yapılan savaşta Hurşit Bey yenilgiye düşerek ordusu dağıldı.
Bu haber Uzun Hasan’ı korkuttu ve ona kendi kuvvetlerinin za­yıf olduğunu anlattı. Kâfi bir hazırlığı da yoktu. Bu sırada Osman­lıların kudretli ve düzenli ordularıyla savaşacak durumda değildi. Bu düşünce içinde barış teklifleriyle annesi SARA Hatun’u Fatih Sultan Mehmed’e gönderdi. Sara Hatun, Bulgar dağındaki Osman­lı ordugâhına geldi ve hoşgörü içinde karşılandı. Fatih Sultan Meh­med mecbur kalındığı takdirde Uzun Hasan’la savaşmayı düşünü­yordu ve savaşa niyetli idi. Ama o sırada Anadolu’da Osmanlılar için pürüzlü haller vardı. Bunlar tamamen ortadan kaldırılmamıştı. Biraz da bu sebepten Trabzon’un Osmanlılar’ın olması şartıyla ba­rışa razı olundu. Uzun Hasan da son yaptığı basiretsiz siyasî yanlış­lığı idrak ettiği için cezasını çekmeye ve bu şartları kabule mecbur oldu. Osmanlılar 1462’de Trabzon ve çevresini tamamen ele geçir­diler ve korunmasını da sağlayarak anavatana döndüler.
Bu durum Uzun Hasan’a rahat bir nefes aldırttı. Şimdilik çok önemli bir tehlikeyi savuşturmuş oldu. Ama kendisine bu acıyı ve­ren hatasını hiçbir zaman unutmayacaktı.
Bu durumdan sonra Uzun Hasan serbest kalmıştı. Şimdi bütün gayretlerini toplayarak dikkatlice etrafındakileri kolluyor, ülkesini genişletme ve kuvvetlendirme yolları arıyordu. Bunu bulmada da gecikmedi. Evvela komşusu Karakoyunlu Devleti ile bozuştu. Er-zurum-Bayburt yönlerine yürüdü. Bu saldırıyı durdurmak ve yur­dunu savunmak için Karakoyunlu ordusu karşısına çıktı. Uzun Ha­san çarptığı kaya sert gelince durdu ve ordusunu geri çekti. Ama fırsat kolladı. Karakoyunluların gafletlerinden faydalanarak onları konak yerinde hazırlıksız yakaladı. 1467 yılında yapılan bu çarpış­ma sonucu Karakoyunlular’ı yok etmeyi başardı. Hükümdarları Cihanşah’ı öldürterek bu devletin bütün topraklarına sahip çıktı. Sal­dırısını durdurmadı, ilerlemesine devam ederek Bağdat’ı kuşattı. Bu sırada Azerbaycan’da işlerin bozulduğunu, ayaklanmalar oldu­ğunu duyunca kuşatmasının 40’ıncı günü kuşatmayı kaldırarak ge­ri döndü.
Cihanşah’a karşı kazandığı zaferi, dost olan İlhanlı hükümdarı Timur’un oğullarından Ebu Sait’e mağrurane yazılmış zafernamelerle beraber Cihanşah’ın gövdesinden ayrılmış kesik başını gön­derdi. Sultan Mehmed’e Cihanşah’ın üç danışmanının kesik başla­rını gönderdi. Fatih Sultan Mehmed bu yakışıksız hareketten çok mütessir oldu, çok üzüldü. İlhanlı hükümdarı Ebu Sait ise Uzun Hasan’ın Azerbaycan içişlerine karışmasını (Azerbaycan’ı Ebu Sa­it adına Cihanşah idare ediyordu) hoş karşılamadı. Uzun Hasan’a karşı savaş açtı. Uzun Hasan ise İlhanlı ordusunu pusuya düşürüp yenilgiye uğratmayı başarınca Ebu Sait’in de başını kestirdi. Bu su­retle de İlhanhlar’ın bütün topraklarına sahip çıktı. Tebriz’i devle­tinin başşehri yaparak ülkesini buradan idare etmeye başladı. Ken­disi için düşman saydığı Gürcistan ve Horasan devletlerini de orta­dan kaldırarak topraklarını kendi sınırları içine sokmak için önce Gürcistan’a saldırdı. Tiflis’i aldı. Sonra Horasan Hükümdarı Hüse­yin’in hükümdarlığına hak iddia ederek yeğeni Yadigâr Mehmed’i bu devletin başına oturtmak bahanesiyle ve Timur oğullarının bir­birine düşmelerinden de faydalanarak Horasan’a yürüdü. Önce He-rat’ı ele geçirdi. Ve sonunda Akkoyunlu İmparatorluğu Horasan­’dan Karaman’a, Gürcistan’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan bü­yük ve kudretli bir devlet haline geldi. Her biri evvelce devlet olan bu yerleri birer vilayet haline sokarak, her birinin başına oğullarını getirdi. Uzun Hasan için bu kıtada iki rakip kalmıştı. Biri Osmanlı İmparatorluğu, diğeri Mısır devleti idi. Bir fırsat çıkmasında bunla­rın da haklarından gelmeyi düşünüyor, artık kendisini Timurlenk gibi görüyor, doğunun tek hâkimi olmak istiyor ve her haliyle Ti-murlenk’i taklide kalkışıyordu. Bu bakımdan harekete geçerek ilk iş olarak toprakları Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisine sokul vaşılmış, tümü sindirilmişti. Fatih Sultan Mehmed, Uzun Ha­san’ın Karaman işlerine karışarak hazırlamakta olduğu tuzağı far-k etmiş, Karamanlılar’a taarruz ederek buraları da ele geçirmişti. Eğer Uzun Hasan, Osmanlı topraklarına fiilen tecavüz etmeseydi, Otlukbeli savaşı hiçbir zaman yapılmayacaktı.
Durumu genel manada özetlersek; Olaylar gösteriyordu ki; Osmanlılar, Akkoyunlular’la savaşı istemiyorlardı. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ise; sadece Cihangir olmak, Osmanlı tah­tına da oturarak Tuna Nehri boylarına kadar uzanan büyük Akko­yunlu İmparatorluğu’nu kurmak hayaliyle bu savaşı daima körük­lemiş, zorlamış ve ateşle kundaklamıştı. Son zamanlarda Uzun Hasan bir çok hileye başvurarak Osmanlı sınırlarını da aşmaya başlamıştı. Akkoyunlu orduları, Afyonkarahisar sancağı sınırları­na kadar sokulmuşlardı.
Afyonkarahisar’da yığmağını yapan ve rastladığı yerde Akko­yunlu ordusuna taarruza karar veren Fatih Sultan Mehmed’in oğ­lu Şehzade Mustafa, 19 Ağustos 1472 günü Eflatunpınarı’nda düşman kuvvetlerine rastladı. Sağma Gedik Ahmed Paşa’yı, so­luna da Rumeli Sancak Beyi Mehmed Bey’i alarak, kendisi de merkezde yer aldığı tertipte, Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Yusufça Mirza kuvvetlerine taarruza geçti. Şiddetli ve kanlı çarpış­malardan sonra ikindi vaktine doğru Eflatunpınarı savaşının so­nucu belli oldu. Osmanlı ordusu, Akkoyunlu ordusunun iki yanı­nı da çevirip onları çember içine alarak tamamını yok etmişti. Bu savaşta Akkoyunlu ve Karamanoğlu kuvvetlerine komuta eden birçok komutan, bu meyanda Mehmet Bakırcan öldürülmüş, Yusufça Mirza ile kardeşi esir edilmişlerdi. Karaman ordusundan yalnız Pir Ahmed ile Kasım beraberindeki pek az bir askerle fır­satını bulup kaçmışlar, ancak canlarını kurtarabilmişlerdi. Bu ha­ber İstanbul’da duyulmuş, Padişah Fatih Sultan Mehmed; artık Akkoyunlular’la bir ölüm kalım savaşının yapılmasının zorunlu olduğunu ve savaştan kaçmanın mümkün olmayacağını anlamış ve hazırlığa karar vermişti. Böyle önemli bir savaş hazırlığı sıra­sında önemli işler başarabilecek yegâne adam Mahmud Paşa idi. Mahmud Paşa o sırada Gelibolu’da demirli bulunan donanmaya komuta ediyordu. İstanbul’a acele olarak çağrıldı. Kendisine sad­razamlık görevi verildi. Aynı zamanda Anadolu’dan Şehzade Mustafa ve Gedik Ahmet Paşa da İstanbul’a çağrıldılar. 1472 Ey­lül ayında Fatih Sultan Mehmed başkanlığında askeri meclis top­landı. Bu toplantıda o devirdeki büyük komutanlar, Sadrazam Mahmud Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Şehzade Mustafa hazır bulun­dular. Genel durumu gözden geçirdiler. Komutanların görüşleri soruldu. Sadrazam Mahmud Paşa; Eylül ayında bulunulduğunu, * kış aylarında Anadolu’nun bu havalisinde kışın çok şiddetli geç­tiğini ve bu şartlar altında savaşın yapılma güçlüklerini anlattı. Ay­rıca bu tür önemli savaşa kısa bir hazırlıkla çıkmanın doğru olma­yacağını, acele toplanmış kuvvetle Uzun Hasan gibi büyük, kudret­li bir Türk hükümdarının üzerine gitmenin tehlikeli olacağını, bu bakımdan şimdilik yalnız KARAMAN’daki düşmanlarına karşı bir hareketin uygun olacağını, Uzun Hasan’a karşı yapılacak harekâtın gelecek bahardan sonraya bırakılmasını, bu kış aylarında, hazırlık ve eğitimle uğraşılmasını söyledi.Gedik Ahmed Paşa da Mahmud Paşa’mn düşüncelerine aynen katıldığını, yalnız bir ilave düşünce olarak; Rumeli’nden Anado­lu’ya geçirilecek Akıncılarla gelecek bahara kadar, düşman sınırla­rı içinde akınlar yapılıp, düşmanın taciz edilmesinin yararlı olaca­ğını anlattı. Padişah ve askeri meclisin geri kalan üyeleri bu düşün­celere katıldıklarını ve uygun bulduklarını söylediler. Gelecek ba­hara kadar savaş hazırlıklarının yapılmasına, askerin eğitilmesine, düşman saldırılarından sıyrılarak akınlar düzenlenmesine, ayrıca Karaman’a bir hareketin düzenlenmesine karar verildi. Bu karar gizliliğine önem verilerek bütün ülkeye duyuruldu, toparlanmaları emredildi.

OTLUKBELİ MEYDAN MUHAREBESİ İÇİN OSMANLI ORDUSUYLA AKKOYUNLU ORDUSUNUN SAVAŞ HA­ZIRLIKLARI, YIĞINAKLARI, SAVAŞ ALANINA YÜRÜ­YÜŞLERİ:

OSMANLI ORDUSU:
1472 sonbaharı ve kışı, Osmanlılar ül­kesinde Otlukbeli savaşı için hazırlıklarla geçti. Beylerbeylerine, sancak beylerine, kadılara ulaştırılan emir gereği; savaşta lazım olacak yiyecek ve yem, taşıyıcı araçlar, ordunun savaş alanına gi-
derken yürüyeceği yollar üzerinde dağıtım noktaları halinde topla­nıyordu. Bahara doğru da ordunun toplanmasına başlandı. Rumeli askerleri için toplanma yeri Bursa ovasının Yenişehir bölümü seçil­di. Kuvvetler beylerbeyi, sancak beyleri komutasında parça parça önce Gelibolu’ya geliyor oradan Çanakkale’ye geçilip, yığınak yer­lerine gidiliyordu. Ordunun Başkomutanı Fatih Sultan Mehmed, Yenişehir’e gelince yığınak sona erecek, ordu doğu genel istikame­tinde yürüyüşe geçecekti. Batı ve Güney Anadolu askeri; Karaman Valisi Şehzade Mustafa komutasında toplanacak, kendilerine yığı­nak yeri olarak gösterilen Beypazarı bölgesine gideceklerdi. (Bu kuvvetler 19.8.1472’de EFLATUN PINARI’NDA AKKOYUNLU ORDUSUNU yenerek KARAMAN’a sahip olmuşlardı.) Bu çarpış­ma ve zafer kazanıldıktan sonra dağılmamışlar bütün kışı silah al­tında savaşa hazırlanarak geçirmişlerdi. Ordu doğu istikametinde yürüyüşe geçince bunlar da BEYPAZARI’ndaki Yığmak yerinden kuzeye doğru yürüyüşe geçtiler.
Kuzey Anadolu kuvvetleri ise, Amasya Valisi Şehzade Baye-zid komutasında KAZOVA’da toplanacak, ordunun büyük kısımı-m bekleyeceklerdi. Bunların da ilerisinde, sınır boylarında Rume­li akıncıları vardı. Rumeli’den buralara evvelki yılın son baharın­da getirilmiş ve kış boyunca sınır boylarında kendilerine verilen görevi yapmışlardı. Bu kuvvetlerden bir bölümünün komutanı olan Rumeli Beylerbeyi Mihaloğlu Ali Bey Sivas eyaletine, karde­şi İskender Bey Kayseri sancağı bölümüne, küçük kardeşi Bali Bey de Niksar subaşılığına atanarak, devletin sınır boylarının ko­runması ve düşman sınırları aşılarak düşmanı taciz etmek, hazırlık­larını bozmak görevi verilmişti. Mihaloğlu Ali Bey de düşman sı­nırlarını geçerek, köy ve kasabalara baskınlar vererek, oraları ya­ kıp yıkarak ve birçok yerleri de yağma ederek aldıkları emirleri yerine getirmiştir.
1473 yılının Mart ayının sonunda Fatih Sultan Mehmed, or­du karargâhı ve kapıkulu yayaları ve süvarileriyle Üsküdar’dan yürüyüşe geçerek, İznik üzerinden Yenişehir’e varmış, burada Rumeli kuvvetleriyle birleşip, yürüyüşüne devam ederek Geyve üzerinden Beypazarı’na varıp, orada kendilerini bekleyen Şehza­de Mustafa’nın kuvvetlerini de arkasına takarak Ankara üzerin­den Kazova’ya gelmişlerdi. Burada kendilerini Şehzade Baye-zid’in komutasındaki Kuzey Anadolu askerleri bekliyorlardı. Ka-zova’da bir süre istirahat edildi ve sonra Sivas’a doğru yürüyüşe geçildi. Sınıra varıldığı halde düşman tarafında bir kıpırdanma görülmüyordu. Bir haber de alınmamıştı. Düşmanı meydana çı­karmak için keşfe karar verildi. Ve düşman toprakları içine doğ­ru yürüyüş için hazırlığa başlandı.

AKKOYUNLU ORDUSUNDA:
Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in gönderdiği mek­tup, kışın ilk ayılarında, Akkoyunlu başşehri Tebriz’e ulaşmıştı. Bu mektupla ezcümle, gelecek yaz aylarında bir savaşın beklen­mesi belirtilmişti. Zaten bir süreden beri Osmanlı akıncılarının sınır boylarındaki hareketleri, ülke içlerine kadar sızarak yaptık­ları yıkma ve yağmalamalar savaşın başlangıcı sayılabilirdi. Ka­raman batısında Eflatunpınarı’nda Uzun Hasan’ın oğlu Yusufça Mirza kuvvetlerinin uğradığı elim yenilgi de bu savaştan canları­nı kurtararak kaçabilen Karamanoğulları’ndan öğrenilmişti. Bu suretle Uzun Hasan artık Osmanlılar’ın bir savaşa her yönden ha­zır olduklarını biliyordu. Bu durum karşısında Uzun Hasan da esaslı bir hazırlığa karar verdi. Akkoyunluların korunmasına gir­miş bütün eyaletlere emirler göndererek baharda Osmanlılar’la yapılacak savaş için toplamlacağı, bu bakımdan şimdiden her türlü hazırlığın yapılması bildiriliyordu. Bu suretle İran, Irak, Azerbaycan, Kürdistan ve bütün Türkmenler için seferberlik ilân edilmiş oldu. İleri toplanışta Erzincan bölgesinde, ordunun asıl kuvvetlerinin Tebriz’de toplanmaları plâna alındı. Genel yığmak yerinin Tebriz olduğu bütün ülkeye duyuruldu. Uzun Hasan, ya­pacağı bu savaşta bütün ümidini Türkmenlere bağlamıştı. Kara-koyunlulara pek inanmıyordu. Ama bunların bir bölümünü para ile, bir bölümünü de aldığı tedbirlerle işe yarayacak bir hale soka­bileceğine inanıyordu.

İKİ ORDUNUN HAREKÂT PLÂNLARI:
Osmanlı ordusunun harekât plânı:
1 - Düşman toplama yaparken Osmanlı akıncıları sınırları geçe­rek yığınak olabilecek yerleri yıkacak, yakacak. Bölgedeki halkın morali bozulacak. Ordunun da rahatlıkla toplanmasına engel olu­nacak,
Ordu toplanırken veya yürüyüşe geçtiği sırada vatan sınırla­rına girmek isteyecek düşmanı önlemek üzere şimdiden tedbirini alacak,
Yığınak mahali çepeçevre korunacak,
Yığınak kuvvetli bir örtü gerisinde emniyet içinde yapıla­cak, Akkoyunlular’m müttefiklerine karşı önleyici tedbirler alına­cak, Toplanmadan sonra mümkün olduğu kadar süratle yürüne­rek, düşmana sokulunacak,
6- Düşmana rastlandığı yerde taarruz edilecekti.
Akkoyunlu ordusunun harekât plânı:
Ordu asıl bünyesiyle ülkenin merkezinde, büyük bir bölü­müyle sınır bölgesinde toplanacak, bu suretle büyük bölümünün tertibatı bir örtü gerisinde hazırlanacak.
Toplanmadan sonra süratle Osmanlı ordusuna doğru derle­necek,
Osmanlılarla temas sağlanınca, ilerde bulundurulacak kuv­vetlerle devamlı düşman ileri kısımlarına taarruz edilerek, gerilere sızılarak Osmanlı kuvvetleri hırpalanacak, rahat hareketlerine en­gel olunacak, aynı zamanda düşman ana kuvvetlerinin hazırlanan savuma mevzileri üzerine gelmeleri sağlanacak (kanalize edile­cek).

4- Sarp yollu, uzak bir yerde hazırlanmış savunma mevzilerin­de savaşa önce savunma ile başlanacak. Osmanlı ordusun bu mev­zilere saldırısı mevzilerde beklenecek, pusuya düşürülmek üzere tertipler alınacak, sonuca gitmek üzere hazırlıksız ve yorgun bir halde savaşa zorlanacak, bu suretle de zamanında karşı taarruza geçerek yok edilecek.
Savaş için her iki tarafın plânları gereği alınmış oldukları ter­tip ve düzenleri:

OSMANLI ORDUSUNDA:
Başkomutan, Osmanlı Devleti Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han. Danışmanı (Kurmay Başkanı) Sadrazam Mahmud Paşa. Sağ yan kuvvetleri: Komutanı Amasya Valisi Şehzade Baye-
zid.
Danışman ve yardımcısı Gedik Ahmet Paşa. (Lalası İbrahim Paşa da yanlarında).
Kuvvetleri: Rumeli ordusu, tahminen 30.000 piyade, süvari...
Merkez Kuvvetleri: Başkomutan Fatih Sultan Mehmed.
Kuvvetleri: 10.000 yeniçeri yaya askeri. 10.000 kapıkulu süva­risi. Toplam: 20.000.
Sol yan kuvvetleri: Konya Valisi Şehzade Mustafa komutasın­da. Danışman va yardımcısı Anadolu Beylerbeyi Davut Paşa..
Kuvvetleri: Anadolu ordusu 50.000 piyade, süvari...
Genel yedek ve gerinin koruyucuları: Komutanı Akıncılar Ko­mutanı Mihaloğlu Ali Bey,
Kuvvetleri: Rumeli akıncıları,
Osmanlı ordusu genel olarak 100.000’den fazla idi. Ordu iyi eğitilmiş mükemmel silahlandırılmıştı. Ellerinde bol topları da vardı.

AKKOYUNLU ORDUSUNDA:
Başkomutan, Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan.
Sağ yan kuvvetleri: Kazvin hâkimi ve Uzun Hasan’ın küçük oğlu Zeynel Mirza ve kuvvetleri.
Merkezde: Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ve kuvvetleri.
Sol yan kuvvetleri: Komutanı Şirvan hakimi ve Uzun Hasan’ın ikinci oğlu Mehmed Mirza ve kuvvetleri.
Akkoyunlu ordusunun eğitimi Osmanlı ordusu derecesinde de­ğildi. Piyadesi az, süvarisi çoktu. Orduda yeteri kadar top da yok­tu. Genel kuvveti 100.000 kadardı.


OTLUKBELİ MEYDAN MUHAREBESİNİN YAPILIŞI 11 Ağustos 1473

Savaş Akkoyunlu öncü kuvvetlerinin taarruzu ile başladı. Ve saatlarce bir öncü savaşı halinde devam etti.
Osmanlı ordusu komutanlarından Davut Paşa, düşman öncü kuvvetleri tepelerden aşağı inmeden derenin ön sırtlarını ele geçi­rip, ordusuna hazırlık zaman ve alanı kazandırmak istiyordu. Bu­nun için dereyi geçti ve tepelere doğru taarruza başladı. Fakat düş­man da durmuyor, üstün kuvvetle geliyordu. Akkoyunlu İshak Bey komutasındaki kuvvetler, Osmanlı öncü kuvvetleriyle karşılaştılar. Davut Paşa kuvvetleri inatla karşı koyuyor ve direniyorlardı. Bu savaş olurken Akkoyunlu ordusu geride tepeler üzerinde hazır bir durumda ve adeta öncü savaşını seyrediyor ve sonucu bekliyordu. Davut Paşa, öncü savaşlarıyla ordunun büyük kısmının hazırlan­ması için gereken zamanı kazandırmıştı. Akkoyunlu öncüleri ye­nildi ve çekildi. Bu yenilgiden faydalanan Osmanlı ordusu fırsatı değerlendirdi ve dere içinde son hazırlıklarını da tamamladı. Os­manlı ordusu, Akkoyunlu ordusunun duraklamasından faydalana­rak iki yan kuvvetleriyle birden aynı zamanda taarruza başlamıştı. Şehzade Mustafa’nın kuvvetleri dereyi geçerek düşmanın sağ ya­nında bulunan Zeynel Mirza’nın kuvvetlerine doğru ilerliyordu. Rumeli azapları, süvarinin önünde gidiyordu.
Düşmanla ok menziline girince, okları kullanmaya başladılar ve hemen cepheyi süvari kuvvetlerine açtılar. Bu sefer Osmanlı kuvvetleri şiddetli taarruza geçtiler. Akkoyunlu süvarileri de karşı koyunca öldüresiye bir boğuşma başladı. Osmanlı Azap askerleri bu sırada yanlardan düşman süvarilerine ok yağdırıyorlardı. Bir süre sonra Akkoyunlu yayaları da bunların üzerine yüklenmeye başladı. Davut Paşa, Şehzade Mustafa’nın komuta ettiği kuvvetle­rini savaşa teşvikte fevkalade bir gayret gösteriyor, kendini feda edercesine ileri atılıyor, cesarette ve şecaatte askerlerine örnek olu­yordu. Şehzade Mustafa kuvvetleri bütün toplarını düşman üzeri­ne çevirmiş, ateş yağdırıyorlardı. Sadrazam Mahmud Paşa’mn al­dığı tadbirler meyanında, gerilerde uygun yerlerde mevzilendiril-miş merkez kuvvetlerine ait toplar da bu ateşe katılıyor, kendile­rinde bu silaha karşı koyacak miktarda topları bulunmayan Akkoyunlular üzerinde Osmanlı topların büyük tesiri oluyor, onlara bü­yük kayıplar verdiriyordu.
Osmanlı ordusunun Bayezid küvetleri de düşmanın sol yanda­ki Mehmed Bey kuvvetlerine saldırıya geçmişlerdi. Dereyi geç­mek bu birliklere zorluk vermiş, havanın çok sıcak olması, dere içinde hava ceryanı bulunmaması askeri bunaltmıştı. Tepeye bir an evvel çıkarak bu kötü durumdan kurtulmak için, çıkması kolay ta­rafa yönelmiş, bu süratle de düşmanın sol yan kuvvetleri yerine, merkez kuuvetlerinin sol bölümüne düşülmüştü. Düşmanın sol yan kuvvetlerinin önündeki dereyi Osmanlı sağ yan kuvvetlerinin geç­mesine meydan vermemesi bunda amil olmuştu. Akkoyunlu sol yan kuvvetlerinin, hareketsizliği uzun bir süre savaşa seyirci kal­maları bu kuvvetlerin umdukları, Osmanlı kuvvetlerinin imhasını sağlama görevi almış olmasında aranır. Halbuki bu halleri Osman­lıların çok işine yaramıştır. Şehzade Bayezid’in lalası İbrahim Pa­şa’mn teşvikiyle yaptığı savaş az sonra kızışmış ve pek şiddetli ta­arruz yapan Osmanlı sol yan kuvvetleri düşmanın içlerine o kadar girmişlerdi ki, sağ ve sol yan kuvvetleri birleşmeye başlamıştı. Ak-koyunlu’nun merkezindeki kuvvetler için çok tehlikeli bir hal alan bu durum karşısında Uzun Hasan bile Anadolu süvarilerinin üzeri­ne at sürmek, boğuşmak zorunda kalmıştı. Bu sırada Osmanlılar’ın Şehzade Mustafa kuvvetlerinde savaşın en kızışmış bir hali yaşa­nıyordu. Dost düşman birbiri içine karışmış ölesiye dövüşüyorlar­dı. Türkmen süvarileri, azap askerlerinin ortalarına kadar girmiş, azap askerleri ise kendilerinden beklenmeyen bir cesaretle karşı koyuyor, ölüyor, ama daha çok öldürüyorlardı. Osmanlı süvarileri de düşman saldırılarını kırıyor, mukabil saldırlarla onları püskür­tüyorlardı. Osmanlılar’da dövüşme nöbeti yapılıyordu. Yorulanla­ra dinlenme fırsatı veren arkadaşlarıyla yer değiştiriyorlar, yeni ve zinde kuvvetlerle düşmanın karşısına çıkıyorlardı (bu fasılalarda namaz kılıyorlardı). Akkoyunlular bütünüyle savaşa katıldıkların­dan, aralıksız savaşa devam çaresizliğinde idiler.
Bu bakımdan Akkoyunlular perişan olup, karşısındaki zinde kuvvetlerin saldırılarına dayanamıyor ve yok oluyorlardı. Bu şart­larda birkaç saat çarpışan düşman süvarilerinin geriledikleri görü­lüyordu. İşte bu sıralarda Osmanlı sağ yan kuvvetleri için bir teh­like başgöstermekte idi. Düşman merkez kuvvetlerinin sol bölü­münde çarpışan Bayezid kuvvetlerinin karşısındaki düşman süva­rileri dereye doğru çekilmeye başlamıştı, ama düşmanın sol yan kuvvetleri yavaş yavaş ilerleyerek bu kuvvetlerin gerisine düşme­ye başlamıştı. Bu sırada Gedik Ahmed Paşa durumu gördü ve Şeh­zade Bayezid’e durumu göstererek, henüz savaşa girmemiş olan kuvvetlerin büyük bir bölümünü geri çevirerek düşmanın sol yanı­nın iç kısmına doğru saldırıya geçirdi. Biraz sonra bütün Rumeli ordusu düşman merkez kuvvetlerine yaptığı saldırıdan, düşman merkez kuvvetlerinin Şehzade Mustafa kuvvetleriyle çok sıkı bir şekilde boğuşmakta olmasından faydalanarak sıyrılmış ve düşma­nın sol yan kuvvetlerine dönme imkânı bulmuştu, Şehzade Baye-zid’in bu yeni saldırısı, düşmanın sol yanındaki Mehmed Bakır komutasındaki süvarilerine çattı. Bu kuvvetlerle, çok kanlı hücum­lar ve bunlara ilave olarak çok şiddetli top, tüfek atışları ile düş­man sarsılmış komutanları Mehmed Bakır esir düşmüştü. Bu birli­ğin sancağı da Osmanhlar’m eline geçmişti. Bozulan bu süvari bir­liği kaçmaya başladı, kovalanarak Oğuzlu Mehmed’in üzerine atıl­dılar. Osmanlı taarruzu daha da şiddetlendi. Bu kuvvetlere de yük­lendi. Bu sırada Osmanlı ordusu sol yan kuvvetlerinden bir Ana­dolu sipahisi olan Sivaslı ORUÇ, düşman sağ yan kuvvetleri ko­mutanı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Mirza ile karşılaştı. Ve onu bir kılıç darbesi ile atından düşürdü, bir hamlede başını gövdesinden ayırarak, bu başı düşman süvarilerine gösterdi. Komutanlarının ke­sik başını gören Akkoyunlular’ın morali bozuldu ve yüzgeri ede­rek tepelerden derelere doğru kaçmaya başladılar. Bu kuvvetlerin elindeki bütün tepeler Osmanlılar’ın eline geçti. Şehzade Musta­fa’nın taarruzlarına karşı koyamayan Akkoyunlu Oğuzlu Mehmed, kendi merkez kuvvetleri üzerine ve gerisine doğru gerilemeye baş­ladı. Uzun Hasan da yan kuvvetlerine yardım etmek için sağa sola saldırıyordu. Ama başarılı olamıyor, Osmanlı saldırılarını durudu-ramıyordu. Çaresiz genel duruma uymak zorunda kaldığından tut­tuğu tepeleri boşaltmak zorunda kaldı.
Bu çarpışmalar yapılırken Fatih Sultan Mehmed’in komuta et­tiği merkezdeki kuvvetler karşılarına isabet eden çok sarp tepelere çıkmaya çalışıyor ve bu çıkış çok müşkilatlı oluyordu. Tepeye yaklaştığı sırada, Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Mir-za’nm kesik başı padişaha getirilmiş ve düşmanın sol yan kuvvet­lerinin bozguna uğratıldığı haberi de verilmişti.
Uzun Hasan savaşın aleyhine döndüğünü görmüş, bütün ye­deklerini de kullanarak savaşa girişmişti, ama bir sonuç alamamış, İki yanda bulunan kuvvetlerinin de bozguna uğratıldığını öğren­mişti. Bugüne kadar yaptığı bütün savaşlarda daima kazanan ted­birli, kudretli ve eli, kolu olan bir oğlunun komuta ettiği kuvvetler bozulmuş, oğlu esir edilmişti. Şecaatlarıyla ve korkusuzluklarıyla tanınmış diğer iki oğlunun da öldürülmüş olduğunu artık biliyor­du. Gerçi kendi merkezdeki kuvvetlerini henüz kullanmamıştı, ama bir bölümüyle savaşmak zorunda kalmış olmasına rağmen, Osmanlı ordusu yedekleri henüz hiçbir savaşa katılmamış zinde ve hazır bir halde bulunuyordu. Ayrıca uzun bir çalışma ile tahkim et­tirip hazırlattığı savunma mevzilerinin bulunduğu tepeler hemen hemen tamamı Osmanlıların eline geçmiş ve Osmanlı ordusunu üstün bir duruma çıkarmıştı. Savaşı biraz daha devam ettirse, biraz sonra Osmanlı merkez kuvvetlerinden bir daha yakasını kurtara­mayacak, bütün Akkoyunlu ordu bakiyesi dereler içinde tıkanıp kalacaklar ve bu sebeple de tamamen yok olacaklardı. Bu suretle Uzun Hasan kendi kazdığı kuyuya düşmek üzereydi.
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın yaptığı durum muhake­mesi mükümmeldi. Kararını vermişti. Çekilecekti. Acele, ordusu­na çekilme emri verdi. Yalnız ordusunun büyük bir kısmı Osman­lı ordusunun elinde kolay çözülebilecek durumda değildi. Uzun Hasan ancak kendi yakınlarından bazılarıyla kaçabildi. Ve canını kurtarabildi. Pir Ahmed, Oğuzlu Mehmed Bey kaçıp kurtulanlar arasında idi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, 3 günlük yolu bir günde alarak Bayburt’a vardı. Burada bulunan aile efradını topla­yarak Tebriz’e yolladı. Uzun Hasan ve bazı büyük komutanların ordularını başıboş bırakıp kaçtıklarını öğrenen Akkoyunlu askeri artık can derdine düşmüşlerdi. Savaş 8 saat sürmüş, akşamın ka-ranlığıyla beraber çarpışmalar sona ermişti. Akkoyunlu ordusu ye­nik ve perişan bir halde derelerin içini doldurmuş, canını kurtar­mak için galibin lütfunu bekliyorlardı. Ordunun bütün ağırlıkları ve hatta hükümdarın bütün hazinesi tamamen Osmanlılar’ın eline geçmişti.
Ertesi gün savaş meydanında divan toplandı. Durum yeniden gözden geçirildi. Kaçan düşmanın takip edilip edilmemesi hakkın­da komutanların fikirleri soruldu. Bütün komutanlar düşmanın ta­kip edilerek sonucun kesinleşmesini istiyorlardı. Yalnız Sadrazam Mahmud Paşa; komutanların düşüncesinde değildi. Çünkü genel duruma tamamen vakıftı; Osmanlı Devleti’nin siyasî durumu iyi değildi. Bir an evvel anavatana dönmek, eldeki meseleleri hâllet­mek icap ediyordu. Takip edip yok edilecek düşman, İslâm ve Türk’tüler. Çiğnenecek topraklar, din ve ırk kardeşlerinin toprak­ları idi. Bu bakımdan bu yerleri yakıp yıkmak ve yağma etmek doğru bir hal tarzı olmazdı.
Çiğnenecek alanlar, ele geçmekle büyük kazançlar beklenen yerler de değildi. Mevsim de geçmekte, kış yaklaşmakta idi. Bu düşünceler karşılaştırılmasından da çıkacak hüküm belli idi. Düş­man ordusunun takibi faydadan ziyade zarar verici olacaktı. Hal­buki kazanılan bu zafer, artık düşmanın en az 20-25 yıl belini doğ­rultmasına imkân vermeyecek şekilde zayıf ve perişan düşürmüş­tü. Sadrazam Mahmud Paşa’mn bu konuşması ve muhakemesi, Padişah Fatih Sultan Mehmed ve bütün komutanlarca haklı görül­müş ve düşmanın takibinden vazgeçilmiştir. Osmanlı ordusu daha 3 gün savaş alanında kalmış, 4’üncü günü dönüş hazırlıklarına baş­lamıştı. Savaş alanında kalınan günler içinde, esirler gözden geçi­rilmiş, Karakoyunlu büyükleri ve askerleri tamamen salıverilmiş, esir düşen Akkoyunlu büyüklerinin çoğu idam edilmiş, bir bölümü de tutuklanmıştı. Bunlardan Timur oğullarından Mehmed Bakır, komutanları Zeynel, Muzaffer Mirza’lar, Amasya tutukevine gön­derilmişlerdi. Başlıca Akkoyunlu büyüklerinden ve Uzun Ha­san’ın akıl hocası, hiyle ve hud’a adamı Alpagut Mehmed ile Ça­kırlı Bayezid’in oğlu Ömer Bey de tutuklular arasına katılmışlardı. Osmanlı uyruklu iken, bilim için İran’a giden, orada Uzun Ha­san’ın emrine giren ve Uzun Hasan’ın Osmanlılar’a savaş açması için telkinlerde bulunan, onu teşvik eden Titrek Sinan Bey oğlu Si­nan Bey de idam edilenler arasında idi. İlim irfan sahibi kişilere il­tifat edildi. Bunlar içerisinde, 10-15 şöhretli bilgin vardı. Ayrıca sanatkârlar da ayrıldı. Bunlar topluca Padişah’ın misafiri olarak Osmanlı ülkelerine gönderildi. Ördu dönüşünde beraberinde gö­türdüğü 4000 kadar Akkoyunlu’dan her gün 400 kadar Akkoyun­lu idam edilerek cezalandırıldı. Dönüş Afyonkarahisar yoluyla ya­pıldı. Yürüyüşe başladıktan 8 gün sonra Afyonkarahisar kalesine gelindi. Kale kuşatılarak ele geçirildi. Zaten Uzun Hasan’ın ordu­sunun yenik düştüğünü kale komutanı Dırop Bey öğrenince kaleyi savaşsız Osmanlılar’a teslim etmişti. Karahisar sancağı da bu su­retle Osmanlılar’ın eline geçmiş oldu. Buradan her tarafa zaferna-meler yazıldı ve gönderildi. Bu mektuplardan birerleri de o sıralar­da Kastamonu Valisi olan Fatih’in oğlu Şehzade CEM’e ve Hora­san hükümdarı Hüseyin Yadigâr’a gönderilmişti. Ülkenin bütün sancak beylerine zafer şenlikleri yapılması emredildi. Uzun Ha­san’ın oğlu Zeynel Mirza’nm kesik başı da halka gösterilmesi için İstanbul’a gönderildi. Ordu yoluna devam ederek, geceleri konup gündüzleri yürüyerek İstanbul’a geldi. Savaş alanında ele geçiril­miş olan Akkoyunlular’ın hazinesi çok yüklü idi. Hazineden bu sa­vaş için alman 100 yük akçe hazineye iade edildi. Savaşa başlama­dan evvel askerlere maaşlarına karşılık avans olarak verilen 10 milyon akça da askere bağışlandı.
Osmanlı ordusu, Otlukbeli meydan savaşından muzaffer bir şe­kilde anavatana dönünce, Rumeli kuvvetleri yerlerine, daimi ordu da İstanbul’a gitmiş bulunuyordu. Anadolu ordusu ise Karaman’a dönmüş, bütün Karaman topraklarını ele geçirerek, Osmanlılar için daima bir tehlike olmuş bu bölgeyi ebediyen ortadan kaldırmış ve Osmanlı sınırları içine almıştı. Kazanılan Otlukbeli zaferiyle 1514 yılında Şah İsmail’le Yavuz Sultan Selim’in yapacakları Çal­dıran savaşına kadar doğudan hiçbir tehlike gelmemiş, Osmanlılar bu 40 yılı doğuya karşı rahat ve huzur içinda geçirirken, batıda Av­rupa’da istedikleri gibi at oynatmışlar, batıdaki düşündükleri bütün hedeflerine rahatlıkla ulaşmışlar, uygarlıklanı buralara da eriştir­meyi başarmışlardır.
Buradada var:Otlukbeli Savaşı (Otlukbeli Zaferi)

_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
6 Şubat 2010       Mesaj #2
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

otlukbeli savaşı, istanbul'un fethi ve osmanlı-venedik barış antlaşması osmanlı devleti'ni sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan nasıl etkiledi

Otlukbeli Savaşı

Sponsorlu Bağlantılar

Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet, 1453’te İstanbul’un fethiyle Bizans İmparatorluğunu ve 1461’de de Trabzon’u alarak Pontus Rum Devletini yıkması, bu sayede büyük güç kazanması Osmanlı'nın doğusundaki Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ı telaşlandırdı.
Türkmen asıllı Akkoyunlu Uzun Hasan, kısa zamanda devletin sınırlarını genişleterek; Irak-ı Acem, Irak-ı Arap, Azerbaycan, İran ve kısmen Doğu Anadolu’ya hakim olmuştu. Pontus Rum Kralının damadı olması dolayısıyla Trabzon’un mirasının kendisinin olduğunu iddia etti. Bu sebeple, Fatih’ten Trabzon’u istedi. İsteği kabul edilmedi. Uzun Hasan, tek başına Osmanlıları mağlup edemeyeceğini bildiğinden, kendisine müttefik aradı. Neticede, batıda Haçlı devletleri ve doğuda hakimiyet mücadelesi veren Türk devlet ve beyleriyle anlaştı. Venedik, Papa ve Napoli, ittifak teklifleri neticesinde, ateşli silahlar ve bunu kullanacak usta ve asker gönderip Uzun Hasan’ın yanında yer aldılar. Venediklilerin yardımı karşılığı, Karadeniz’de serbest faaliyet yanında, Mora, Midilli, Ağrıboz ve Argos’un iadesi temin edilecekti. Topraklarını Osmanlıların zaptettiği Karaman ve Candar beyleri de bu ittifaka dahil oldular.
Uzun Hasan’ın bu faaliyetlerine karşı Fatih de tedbir aldı. Batıdan gelecek saldırılara karşı Rumeli ve İstanbul’un emniyet tedbirlerini arttırdı. Rumeli’nin muhafazası, Şehzâde Cem Sultan'a verildi. Mısır Memlûkları ile anlaşma yapılarak, Akkoyunlular ile ittifakları önlendi. Akkoyunlu-Venedik ittifakını da bozmak isteyen Fatih, Venediklilerin Ağrıboz Adasını Osmanlılardan istemeleri üzerine, anlaşmaya yanaşmadı. Venedikliler, Uzun Hasan’a yardım için Napoli, Rodos, Papalık ve Kıbrıs donanmalarıyla; Akdeniz ve Ege sahillerindeki Osmanlı şehirlerinden Antalya, İzmir şehir ve kalelerini yağma edip, yaktılar.
Fatih, Uzun Hasan’a karşı sefere çıkmadan önce, Anadolu’ya öncü kuvvetler gönderdi. 1473 Martında doğu seferine çıkan Fatih’e; Bursa’da Rumeli Beylerbeyi Has Murad Paşa, Beypazarı’nda Karaman Valisi Şehzâde Mustafa Çelebi, Kazova’da Amasya Valisi Şehzâde Bayezid ve kuvvetleri katıldılar. Böylece Osmanlı ordusunun mevcudu, yüz bine çıktı. Rumeli akıncı kumandanı Mihaloğlu Ali Bey, öncü gönderilerek, Akkoyunlular'a ilk darbeyi vurmaya ve haber almaya memur edildi. Osmanlı ordusu Erzincan’a geldiği halde, Uzun Hasan ve Akkoyunlular'a rastlayamadı. Erzincan’dan itibaren asıl muharebe şartları gözetilerek, ani taarruzlara karşı ihtiyatla harekete devam edildi.
Tercan’da iki tarafın da öncüleri karşılaştı. Uzun Hasan da yetmiş bin askerle Tebriz’den hareketle Tercan istikametine gelmekteydi. Önden giden ve Tercan Nehrini takip eden Has Murad Paşa, karşılaştığı Akkoyunlu kuvvetlerini üst üste mağlup etti. Has Murad Paşa, bu muvaffakiyetleri üzerine daha da ilerlemek istedi. Vezîriâzam Mahmud Paşa, Fırat’ı geçmemesini tavsiye ettiyse de, dinlemeyip ilerledi. Has Murad Paşa, Fırat’ı geçince Akkoyunlular'la muharebeye tutuştu. Sahte ricat taktiğine kapılarak Akkoyunluların içine girdi ve kuvvetleriyle birlikte pusuya düştü. Osmanlı öncü kuvvetlerinin bir kısmı telef olurken, bir kısmı esir düştü. Has Murad Paşa da Fırat’ta boğuldu.
Osmanlıların meşhur kumandanlarının ve seçme askerlerinin esir alınıp, öldürülmesiyle ümitlenen Uzun Hasan, Otlukbeli’nde Osmanlılara kesin darbeyi indirmek için harekete geçti. Merkezden epeyce uzaklaşan Osmanlı ordusunun levazım stoku, devamlı azalıyordu. Atlı Türkmen kuvvetlerine sahip Akkoyunlular, şaşırtıcı muharebe planları tatbik ederek imha harbi yapıyorlardı. Akkoyunlu baskınlarına karşı Anadolu Beylerbeyi Davud Paşa ve takviye kuvvet olarak da Vezîriâzam Mahmud Paşa gönderildi. Otlukbeli’nin tepeleri, Akkoyunlular tarafından tutulduğundan, Osmanlı ordusu Üçağızlı mevkiinde savaş düzeni aldı. Merkezde Fatih Sultan Mehmed Han, sağ kolda Şehzade Bayezid, sol kolda Şehzade Mustafa bulunuyor, Padişah, kapıkulu azaplarına, şehzadeler de, eyalet askerlerine kumanda ediyorlardı. Akkoyunlu ordusunun merkezine Uzun Hasan, sağ kola oğullarından Zeynel Mirza, sol kola da Uğurlu Mehmed Mirza kumanda ediyorlardı.
Otlukbeli’nde, 11 Ağustos 1473 tarihinde meydana gelen muharebe, Osmanlıların ateşli silahlarda, Akkoyunluların da süvari kuvvetlerinde üstünlüğü ile başladı. Sol koldaki Şehzade Mustafa’nın üstün gayreti sonucunda, Akkoyunlular'a karşı sağladığı üstünlükle, muharebe, Osmanlılar lehine döndü. Osmanlıların, Uzun Hasan’ın merkez kuvvetlerini şiddetli top ve tüfek atışlarıyla ateş altında tutması, Akkoyunlu kuvvetlerini iyice bozdu. Hasan Bey, muharebe meydanından kaçtı. Sağ koldaki Zeynel Mirza ve yardımcı Gürcü kuvvetleri kumandanları öldürüldü. Muharebede kesin olarak üstünlüğü sağlayan Osmanlı kuvvetleri, pek çok Akkoyunlu devlet adamı, bey, kumandan ve yardımcıları ile askerlerini esir aldı. Fakat muharebe meydanından kaçan Uzun Hasan, yakalanamadı.
Fatih Sultan Mehmet, esir alınan Akkoyunlu alimlerine hürmet gösterip, serbest bıraktı. Uzun Hasan safında olan Karakoyunluları da affetti. Akkoyunluların elindeki Osmanlı esirleri kurtarıldı. Fatih, Otlukbeli Zaferinden sonra, üç gün muharebe meydanında bekledi. Zaferin şükrünü yaparak, dört bin köle ve cariye azad etti. Doğu Seferine çıkmadan önce borç olarak dağıtılan yüz yük akçeyi (altı milyon altın lira, on milyon gümüş para) askere hediye etti. Sefer dönüşü, Şebinkarahisar fethedildi.


Sonuçları

Bu savaş neticesinde, Fırat Nehrinin batısı kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Batılılar, Osmanlı Devleti'ni mağlup edip, İstanbul’a tekrar hakim olamayacaklarını kesin olarak anladılar. Anadolu birliğinin Osmanlılar tarafından sağlanacağı kesinleşip, Orta-Doğu yolu açıldı. Akkoyunlu ülkesinde taht mücadelesi başlayıp, hanedan parçalandı. Karamanlı ülkesi, Osmanlı hakimiyetine geçti. Otlukbeli Zaferi öncesi ve sonrası, tecavüzlerini arttıran Haçlı korsanlarının Akdeniz ve Ege sahillerindeki saldırıları da neticesiz kaldı. Venedikliler de anlaşma istemek zorunda kaldı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Mart 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
otluk beli şavaşından sonra akkoyunlular nereye sürgün edildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Ocak 2012       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
LALE DEVRİ

Devri, 18.yy'ın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu'nda, Avrupa ile başlayan kültür etkileşiminin gerçekleştiği ve yenileşme hareketlerine girişildiği bir dönemdir. Lale Devri olarak anılmasının sebebi, o dönemde saray ve çevresinde Avrupa'ya özenilerek sosyal yaşantıda, mimaride ve sanatta değişimlere gidilmesi ve Lale'nin yeniliklerin sembolü olarak ön plana çıkmasıdır.

Lale Devri'nde yenileşme hareketlerine girişilmesinin temelinde yatan sebepler, 17.yüzyıldan itibaren gücünü fetih siyaseti ve ekonomisinden elde eden imparatorluğun, bilim ve teknik alanında güç kazanan Avrupalı devletlere karşı giriştiği savaşlarda başarılı olamaması ve onunla gelen yenilgilerle, duraklama dönemine girmesiyle başladı. Yenilgiler, Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi yapısını etkilediği gibi, sosyal ve ekonomik yapısını da etkiledi. Bunlara bağlı olarak ülkede isyanlar başladı. Devleti eski gücüne kavuşturmak için başta sultanlar olmak üzere, birçok devlet adamı çare arayışlarına gitti. Bunlardan ilki, 17.yüzyılda tahtta bulunan sultanlardan Genç Osman (1618-1622), IV.Murad (1623-1640) ve Köprülü ailesinden olan vezirlerden geldi. Bu devlet adamlarının çözüm öngördükleri, otoriter bir yönetimle isyan hareketlerini bastırmaktı. Ancak, ülke içinde isyanların bastırılıp otoritenin sağlanması, yeterli çözüm üretememişti, çünkü, imparatorluk sınırları dışından da diğer devletlerin saldırılarına uğruyor ve birçoğuna karşı koyacak gücü de bulamayabiliyordu. İmparatorluğun sınırları da savaş alanı haline geldiğinden buralarda idari, sosyal ve ekonomik düzeni sağlamak güçleşiyordu. Bu çaresizliğe yol açan, imparatorluğun hala, merkeziyetçi yönetim ve kapalı ekonomik sistemi sürdürmesi ve böylece de değişime girmeden varlığını sürdürmeye çalışması idi. Oysa, Osmanlı İmparatorluğu'nun karşısında yer alan Avrupa devletleri, teknik ilerlemenin sağladığı avantajlarla, Osmanlı ordularına karşı başarı elde ediyor ve Osmanlı topraklarını da ele geçiriyordu. İmparatorluğu eski gücüne kavuşturmak için girişilen çabalar, sadece reformcu padişahlar ve dönemin yöneticilerine bağlı olarak disiplinli yürütüldüğü için, onlar öldükten sonra yürütülemedi.

Osmanlı Devletini eski gücüne kavuşturmak için ikinci tedbirler, 18.yy'da padişah III.Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın, Avrupa'dan esinlenerek gerçekleştirdiği ıslahat çabalarıyla geldi. Bu çabalar, Lale Devri olarak anılan dönemde gerçekleşmiştir. Yeni bir dünya anlayışına dayanan Lale Devri, Osmanlı İmparatorluğu'nun, Avusturya ve müttefikleri ile yaptıkları savaşın ardından 26 Ocak 1699'da imzalanan Karlofça Antlaşması sonrası başladı. Bu anlaşma, Osmanlı devletinin ilk toprak kaybına yol açtı. Bu kayıpların yol açtığı zayıflamayı durdurmak ve devlete eski gücünü kazandırmak amacıyla ilk bilinçli batılılaşma çabalarına başlanıldı.

Lale Devri'nde yönetimde bulunan padişah III.Ahmet (1703-1730), önceki padişahların aksine, "kafir" diye dışlanan Avrupa devletlerinde yapılan yenilikleri merak ederek, dış teması başlatmıştı.


Osmanlı sadrazamlarından biri tarafından yabancı bir devletin elçisinin kabulü

Bu konuda ona büyük destek veren, dönemin sadrazamı Damat İbrahim Paşa idi. Paşa, devletin 1718 Pasarofça Antlaşması ile de toprak kaybına uğramasının ardından gelebilecek sonraki kayıpları önlemek, Avrupa'nın askeri gücünün kaynağını öğrenmek amacıyla, önce Viyana’ya(1719), ardından da Paris’e(1721) bir elçi heyeti gönderdi. Heyetlerin görevi, Avrupa'da gelişmeleri sağlayan araçlardan Osmanlıda uygulanabilecek olanlarının tesbitini yapmaktı. Bu gezilerin sonucu ortaya çıkan, orduda düzenlemelerin yapılması ve matbaanın Osmanlı devletinde de kurulması idi.
Orduda önemli düzenlemeler sonraya bırakılırken, matbaa önemle ele alınmıştı. Matbaanın kurulmasında öncülük eden, Damat İbrahim Paşa tarafından Paris’e elçi olarak gönderilmiş olan Yirmisekiz Mehmet Sait’in oğlu Sait Çelebi idi. Sait Çelebi, Paris'te gördüğü matbaadan esinlenerek Osmanlı devletinde de açılması için, Sadrazamı ikna etti. Sait Çelebi, Şeyhülislam'dan, sadece din konuları dışında Türkçe kitap basabileceklerine ilişkin alınan fetva ve padişahtan alınan özel bir fermanla sonradan bu işi önemle sürdürecek olan İbrahim Müteferrika ile birlikte 5 Temmuz 1727'de ilk Türk matbaasını kurdular. Bu matbaada, Vankulu adlı sözlük ile tarih, coğrafya ve dil konularında Türkçe kitaplar basıldı. Bunlar arasında, Fransızca Türk Grameri, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Paris Elçiliği sırasında kaleme aldığı Sefaretnamesi, İbrahim Müteferrika’nın kaleme aldığı Tabiat Bilimi(Naturalizm) hakkında “Usul-ül Hikem” adlı kitap da vardı.
Aslında, Osmanlı Devleti’nde matbaa ilk kez, İspanya’dan Osmanlı Devleti’ne sığınan Yahudilerce 15.yüzyıl'da kurulmuştu. İstanbul başta olmak üzere, ülkenin çeşitli yerlerinde açılan matbaalarda Türkçe ve Arapça dışında diğer dillerde basım yapılabiliyordu. Yahudilerin dışında Ermeni ve Rum asıllı olan Osmanlılar da matbaa kurmuşlardı. Onlar bu matbaalarda, din kitabı dışında her türlü kitabı basabiliyorlardı.

Lale Devri'nde gerçekleştirilen yenileşme hareketleri, devlete eski gücüne kazandıracak kadar etkili olamasa da, Avrupa'nın etkisi ve Avrupalıların Osmanlıdaki yenileşmelerdeki etkisini göstermesi açısından önemli örneklerdi. Bunlardan biri, Fransız David'in (Osmanlı vatandaşı olunca Gerçek adını almış) 1720’de itfaiye teşkilatını kurması idi. Bir diğer düzenleme, Gemicilik ve denizcilik teşkilatlarında yapılmıştı. Bu dönemde Avrupa ile başlıyan kültür etkileşiminin sonucu olarak mimaride ve mobilya tarzında özellikle Fransız etkisi olmuştu. Saray ve çevresinde düzenlemeler, Fransız tarzına göre yapılmıştı.

Lale Devri’nde yapılan yenileşme hareketlerinde özellikle yabancı elçilerin desteği de rol oynamıştı. Avrupa’dan şairler, Flandre’lı van Mour gibi ressamlar ve bilginler gelmişti. Avrupalı devletlerle elçilikleri vasıtasıyla, karşılıklı hediye alışverişi yapılmaya başlanmıştı. Avrupa’dan hediye olarak, çiçekler, çeşitli bitkiler, mobilyalar, vazolar gönderiliyordu. Ancak, bütün bu gelişmeler herşeyin yolunda gittiği anlamına gelmiyordu. Yenilikler, halk tarafından tasvip edilmiyor ve gelişen ekonomik ve sosyal sorunların sebebi olarak görülüyordu. Nitekim, 1730’da İran ile başlayan savaş, Pasarofça antlaşmasından sonra başlayan uzun bir barış döneminin sona ermesine yol açtı. İran ile girişilen savaşta yenilgiye uğranılması, zevk ve safaya dalıp halkın sorunlarını unutmakla suçlanan Padişah III.Ahmet’e karşı İstanbul’da, Patrona Halil’in önderliğinde bir ayaklanmanın olmasına yol açtı. Padişah tahttan indirildi, Sadrazam Damat İbrahim Paşa ve diğer devlet adamları öldürüldü. Bu yenileşme çabalarında en temel yanlış, eski olan herşeyi muhafaza edip, yeni düzenlemelerin yapılmasıydı. Yenilik hareketleri toplum tabanına yayılmadan, yönetici kadro ve halk desteğinden yoksun olarak yapılmıştı. Eğitim, medreselerde yürütülüyordu. Medreseler, gelişmeyi teşvik eden eğitim tarzından uzaklaşmış, pozitif bilimlerin öğretildiği merkez olmaktan uzak, yenilik hareketlerine karşı çıkan taasubun merkezi haline gelmiş ve isyanlarda öncü olmuştu.

Lale Devri'nin ardından yenileşme hareketleri, padişah I.Mahmut döneminde Matbaa Müdürü İbrahim Müteferrika'nın yardımıyla sürdürüldü. Müteferrika'nın padişaha sunduğu bir muhtırada, devletin eski gücüne kavuşmasının iyi bir yönetimle sağlanabileceği yer alıyordu. Muhtıraya göre, bu iyi yönetim de ancak, ülkenin kendisini ve komşularını iyi tanımasını sağlayacak, vilayet ve askerlik idaresinde düzenlemelere yardımcı olacak bilimsel coğrafya bilgisi ve Batıdaki teknik ve ona bağlı olarak askeri gelişmelerin ve tekniklerin örnek alınması ile mümkün olabilir ve Osmanlı devleti için yararlı olabilirdi. İbrahim Müteferrika’nın muhtırası dikkate alınmış ve gerekli düzenlemeler yapılmıştı. Bu dönemde Batıda, askeri alanda elde edilen teknik gelişmelerin Osmanlı devletindeki uygulamaları, Osmanlı devleti hizmetine girmiş Fransız Comte de Bonneval ile sürdürüldü. Humbaracı Ahmet Paşa olarak da anılan De Bonneval, Osmanlı Ordusu’nda Humbaracı Ocağı’nı Avrupa’daki sisteme göre düzenledi.

Osmanlı Devleti’ndeki yenilik arayışları, 1757'de tahta çıkan III. Mustafa tarafından da sürdürüldü.


Resim: III. Mustafa bir bayram alayından Topkapı Sarayı'na dönerken

III.Selim’in babası olan III.Mustafa döneminde, daha önceki dönemlerde Avrupalı devletlerle başlatılan siyasi temaslar sürdürüldü. Orduda ıslahat hareketlerine girişildi. Bu konuda, Macar asıllı Baron de Tott yardımcı oldu. Baron de Tott, Topçu Ocağı'nda Avrupa tarzında düzenlemer yaptı. Tophane’yi yeniden düzenletti ve denizcileri eğitmek üzere, padişahı ikna ederek 1773'de Mühendishane-i Bahri Hümayun’unu(Deniz Mühendislik Okulu) öğrenime açtırdı. Bununla da kalmayarak, 1773’de Hendesehane’nin açılmasını sağladı. Ancak, kendi işleri ellerinden alınacağı korkusuyla Yeniçeriler bütün yeniliklere karşı çıktılar ve bu okulu da kapattırdılar. Gerici güçlerin tüm çabasına karşın askerlik alanında eserler yazılmış ve batıda yayınlanan kitaplardan tercümeler yapılmıştı. Tott’tan başka, İngiliz Mustafa olarak adını değiştiren İskoçyalı Campbell de İstihkam ve Topçu kıtaalarının eğitiminde önemli görevler yaptı. 18.yüzyılda Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmiş olan yabancıların Osmanlı Ordusu’nun modernleştirilmesinde büyük hizmetleri olmuştu. III.Mustafa döneminde, Tıp alanında Batı’daki eserlerden yararlanmak için kitaplar tercüme edildi. Astronomiye de ilgi gösteren III.Mustafa, Paris İlimler Akademisi’nden Lalende vasıtasıyla astronomi kitapları getirtmişti. Ancak, yenilikleri destekleyen padişah fallara ve büyülere inanmaktan da geri kalmadı. Örneğin, Prusya gibi küçük bir ülkenin, Avrupa’nın büyük devletler karşısında başarılı olmasını, Prusya Kralı’nın falcılarının ona verdiği bilgilerle gerçekleştiğine inanıyordu. Bu inançla, krala Giritli Resmi Ahmet Efendi’yi elçi olarak göndermiş ve ondan üç tane iyi falcı göndermesini istemişti.


Mustafa III'ün Yerköy Barış Görüşmeleri'ne gelen Rus temsilcilerinin geçeceği yollara gömülmesini istediği büyüler hakkındaki emir

Prusya Kralı Fredrick’de elçiye, “iyi bir orduya sahip olmak, barış zamanında savaşa girebilecek bir şekilde orduyu talim ettirmek ve hazineyi dolu tutmak” işte benim üç falcım bunlar demişti. Aslında III.Mustafa’nın sergilediği bu hareket, bazı Osmanlı padişahlarının ülkeyi nasıl yönettiğini, akılcı olmayan şeylerden umud beklediğini çok iyi gösteriyordu. Bu durum, Osmanlıların yenileşme hareketlerinde yaşadığı ikilemin de en iyi göstergesi idi. Avrupa, düşün alanındaki atılımlarından, teknik atılımlarına geçerken, Osmanlı padişahları öbür dünyadan umut bekliyordu. Kral Fredrick’in bu öğütleri padişah üzerinde etkili olmuştu. III.Mustafa ile 18.yüzyıl'da sürdürülen ıslahat hareketleri, İstihkam Okulu ve Mühendishane-i Bahri Hümayun açılması, Avrupa’dan kara ve deniz kuvvetleri ile kalelerin ıslah edilmesi için uzmanlar getirtilmesi ve Hendesehane'nin kurulması ile sınırlı kaldı. III.Mustafa, başlattığı yenileşme hareketlerinin devamı vasiyeti üzerine oğlu padişah III.Selim tarafından sağlanacaktı.

Osmanlı Devleti’nde 18.yüzyılda girişilen yenileşme hareketlerinde örnek olarak alınan, Rus Çarı Petro(Deli Petro)nun Rusya'da gerçekleştirdiği yenileşme hareketleri idi. Ancak, Rusya’da farklı olan şey, "yenilikler dine uygun değildir" bahanesiyle ayaklanarak bunları ortadan kaldıran gerici grupların olmaması idi. Çünkü, Hristiyan dinine mensup Rusya’da yapılan yenilikler, yine hristiyan Avrupa’dan alındığı için tepki çekmiyordu. Oysa, Osmanlı devletinde durum farklı idi.

Osmanlı Devleti'nde Avrupa'dan esinlenilerek yapılan yenilikler, hep teknik alanda oldu. Avrupa’da, teknik gelişmeyi sağlayan; kültür, sanat, edebiyat ve düşün alanındaki yenilikleri dikkate almadılar. Çünkü, Osmanlılara göre bunlar, hristiyan dünyasının kafir fikirleri idi. 18.yüzyılın padişahları, Fatih Sultan Mehmet’in Avrupa’daki kültür, sanat ve bilim alanlarındaki yenilikleri örnek alarak, ünlü bilginlere fizik ve astronomi alanında çalışmalar yaptırması gayretindeki cesareti gösterememişlerdi. Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki, bütün olumsuz tepkilere rağmen Osmanlı devletinde, 18.yüzyıla kadar Avrupa’daki çalışmalardan esinlenerek, Tarih yazımı, harita yapımı konusunda çalışma yapmış Türk bilimadamları da vardı.

18.Yüzyıl'daki yenileşme çabaları, imparatorluğun çöküşünü engelliyemedi. Özellikle 1768-1774 Rus Savaşı’ndan sonra yapılan 1774 Kaynarca Antlaşması ile ilk kez müslümanların yoğun bulunduğu Kırım’ın kaybedilmesi ve özerk olması, Rusya’nın İstanbul’da daimi bir elçilik açarak, diğer Avrupa devletlerinin elçileri ile aynı imtiyazlara sahip olmasının kabul edilmesi, Osmanlı Devleti’nin artık zayıfladığının göstergesi idi. Bu anlaşma gereği, Kırım müslümanlarının Osmanlı Halifesine bağlı kalacakları maddesi de büyük bir yarar sağlamamıştı. Böylece 18.yüzyıl, Osmanlı devletinde bir yandan yenileşme hareketlerine, öte yandan yenilgilerle çöküşüne sahne oldu.

18.Yüzyıl'ın son döneminde tahta çıkan III.Selim Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yenileşme hareketlerini kararlı bir şekilde sürdürdü ve Nizam-ı Cedid olarak adlandırılan yeni bir yenileşme dönemini başlattı.



OSMANLI DEVLETİ

Anadolu(Türkiye) Selçuklularının 1308 yılında ortadan kalkmasıyla beraber, özellikle Batı Anadolu'daki beylikler arasında, Türk birliğini yeniden tesis etmeyi amaçlayan mücadeleler kızışmış idi. İşte bu mücadelelerin neticesinde Anadolu'da Osmanoğullarının yıldızı parlayacak ve altı yüz yılı aşan muhteşem bir Türk devletine tarih tanıklık edecektir.

Osmanoğullarının Menşe'i:
Tarihi kaynaklara göre Osmanlı devletini kuranlar, Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı boyuna mensuptur. Oğuz an'anesine göre Kayılar, sağ kolda yer alan Boz-okların Günhan kolunun en büyük boyudur. Dolayısıyla Oğuz teşkilât yapısında Kayılar, hakim unsurdur. Bundan dolayı Dede Korkut'ta "hâkimiyet bir gün Kayı'ya değe; bu dediğim Osman neslidir" denilerek Osmanoğullarının hâkimiyeti meşrulaştırılır.

Kayılar, Malazgirt Savaşı'nın hemen akabinde Anadolu'ya gelen Oğuz boylarındandır. Dolayısıyla onların Anadolu coğrafyası içerisinde yurt tutmaya yönelik göç hareketleri hem Anadolu'nun Türkleşmesi hem de Türkiye tarihinin şekillenmesi bakımından oldukça önemlidir. Tarihî kaynaklara göre elli bin kadar Tatar ve Türkmen gaza ve cihat maksadıyla önce Erzurum ve Erzincan'a, ardından da Artuklu sahasında yer alan Güneydoğu Anadolu'ya yönelmişlerdi. Kayı boyunun beyi Süleyman Şah, Halep'e giderken Fırat'ta boğulmuş ve "Türk Mezarı" da denilen Caber Kalesi'nde defnedilmiştir. Beylerini kaybeden "göçer evli"lerin bir kısmı, bugünkü Urfa-Viranşehir ve Mardin-Derik kazaları arasında bulunan Beriyye'ye gitmiş bir kısmı ise Anadolu'ya dağılmıştır. Bu sahalar, Kayı boyuna mensup Karakeçililer'in günümüzde de yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdir.

Babasının ölümü üzerine dört yüz kadar göçer evli ile bölgeyi terk eden Ertuğrul Gazi önce Pasin Ovası'na, Sürmeliçukuru'na varıp bir müddet burada kalmış, sonra Selçuklu Hükümdarı Sultan Alaaddin'in çağrısı üzerine Adıyaman ve ardından Ankara civarına gelmiştir. Yaklaşan Moğol tehlikesi ve uçları basan Bizans'a karşı yardımını gördüğü Ertuğrul Gazi liderliğindeki
Kayıları Ankara civarındaki Karacadağ'a konduran Sultan Alaaddin, Rumlara karşı Sultanönü (Eskişehir)'nde kazanılan zaferde, ordusunun akıncılığını üstlenen Ertuğrul Gazi'ye Söğüt, Domaniç ve Ermeni Beli'ni yaylak ve kışlak olarak tahsis etmiştir. Ertuğrul Gazi'nin vefatı üzerine (1281 veya 1288), küçük oğlu Osman Bey, Kayıların başına geçmiştir.

1-Kuruluş Devri:
a- Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu:
Osman Bey, Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçtikten sonra, siyasî ve dinî bakımdan Anadolu'nun en itibarlı ve nüfuzlu tarikatlerinden Ahilerin mühim bir şahsiyeti olan Şeyh Edebali'nin kızı ile evlenerek, gücünü artırmış idi. Bundan sonra Osman Gazi, Bizans'a karşı genişleme politikasını uygulayarak, İnegöl, Karacahisar ve Yarhisar'ı ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden olan Bilecik'i alarak, burayı beyliğin merkezi yaptı (1299). Bu tarih devletin kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubad'ın İlhanlı Hükümdarı Gazan Han'ın kuvvetleri tarafından tutulup, İran'a götürülmesi üzerine Selçuklu ümerasından bazıları ve bölgedeki Türkmen beyleri Osman Bey'e teveccüh göstermiş; Oğuz an'anesine göre onun hâkimiyetini tanımayı kabul etmişlerdir. Nitekim Oğuz beyleri Oğuz Han
töresine göre tertip edilen bir törende Osman Bey'in önünde diz çökerek, onun verdiği kımızı içmek suretiyle tâbiyetlerini sunmuşlardır. Ancak henüz küçük bir beylik durumundaki Osmanoğullarının, şeklen de olsa bu dönemde, İlhanlı hâkimiyetini tanıdıkları bilinmektedir. Osman Gazi, beyliğini ilân ettikten sonra idaresi altındaki bölgeleri beş kısma ayırarak buraları güvendiği ve savaşlarda yararlık gösteren kimselere tevcih etti. Oğlu Orhan'a Sultanönü, büyük kardeşi Gündüz Bey'e Eskişehir'i, Aykut Alp'e İn-önü'yü, Hasan Alp'e Yarhisar'ı ve Turgut Alp'e de İnegöl'ü verdi. Diğer oğlu Alaaddin'e ise şeyh Edebali'nin emin ve nazırlığında, ailenin geçimi için, Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis edildi.1302'de Bursa tekfurunun liderliğinde birleşen Rum tekfurlarının Koyunhisar (Bafeon) savaşında ağır bir mağlûbiyet tatmaları, Osman Bey'in Bursa ve Kocaeli taraflarına akınlar yapmasını oldukça kolaylaştırmıştı. Bir taraftan Bursa öte taraftan İznik Türk kuşatması altında tutuluyordu. Ancak yaşlılık sebebiyle Osman Bey, fetihler için oğlu Orhan'ı görevlendirmişti. Nitekim 1324 yılında Osman Bey vefat etti ve oğlu Orhan Bey Osmanlı tahtına çıktı.

Orhan Bey, 1326 yılında Bursa'yı, uzun süren kuşatmanın ardından, ele geçirince babasının vasiyetini yerine getirerek, Osman Gazi'nin naaşını Bursa'ya nakletti ve burayı devletin yeni merkezi yaptı. Orhan Bey'in komutanlarından Akçakoca ve Karamürsel ise İstanbul kıyılarına kadar akınlarda bulunuyorlardı. Bu fetih ve akınlardan telâşlanan Bizans İmparatoru Andranikos büyük bir ordunun başında Osmanlılara karşı harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savaşı'nda ağır bir yenilgi aldı (1329). Bu zafer, İznik ve İzmit'in ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır.

b- Rumeliye Geçiş;
Karasi Beyliğinde başlayan taht mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey, Balıkesir ve civarını topraklarına katarak, ileride gerçekleşecek olan Rumeli fetihleri için mühim bir mevkiye sahip olmuştur. Nitekim Karasi Beyliğinin deniz gücü ve Hacı İl Bey, Evrenos Bey gibi değerli komutanlar artık Osmanlıların emrine girmişlerdir. Bizans içindeki taht kavgaları ve Bulgar-Sırp saldırıları karşısında, gittikçe güçlenen Osmaoğullarından yardım isteyen Kantakuzen'in talebi üzerine Orhan Bey'in oğlu Süleyman, bir orduyla Rumeli'ye geçti (1345). Edirne'yi kuşatan Bulgar-Sırp kuvvetlerini bozan Süleyman Paşa bu zaferin karşılığında Gelibolu'daki Çimpe Kalesi'ni Bizans'tan aldı. Böylece Osmanlılar ilk kez Rumeli yakasında bir üs elde etmiş oluyordu (1356). Süleyman paşa Gelibolu'nun ardından Tekirdağ'a kadar olan bölgeleri de ele geçirerek buralara Anadolu'dan getirilen Türkmenleri yerleştirdi.

Böylece Rumeli'de de Türkleşme hareketi başlamıştır. Süleyman Paşa'nın ölümünden sonra Rumeli'deki fetihler için kardeşi Murat Bey görevlendirildi (1359). Ancak 1362'de babası Orhan Bey'in de ölümü üzerine Murat Bey, Bursa'ya döndü ve Osmanlıların 3. hükümdarı olarak tahta çıktı (1362).

c- Rumeli ve Balkanlarda Fetihler;
I.Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden kardeşlerini bertaraf etmekle işe başladı ve bu arada elden çıkan Ankara'yı yeniden aldı. Anadolu'da birliğin sağlanmasının ardından Murat Hüdavendigar, inkitaya uğrayan Rumeli ve Balkanların fethine yöneldi. Bu sırada Balkanlar karşıklık içindeydi. Bir taraftan Sırp Hükümdarı Düşan'ın ölümü ile Sırplar arasında iç mücadeleler şiddetlenmiş, öte yandan Macar Kralı Layoş, Balkanlarda Ortadokslara olan baskıları artırmıştı. Evrenos ve Hacı İl Bey komutasındaki kuvvetler bu durumdan da yararlanarak Keşan'dan Dimetoka'ya kadar olan yerleri fazla bir mukavemet görmeden ele geçirmişlerdi. Sazlıdere Zaferi ile Edirne ve Filibe, Lala Şahin Paşa tarafından fethedildi (1363/4). Bu savaşlarda Bulgarların yanında yer alan Bizans barış yapmak zorunda kaldı. Türk ilerleyişini durdurmak isteyen Macar, Bulgar,Sırp ve Ulahlardan müteşekkil bir Haçlı ordusu Macar Kralı Layoş'un liderliğinde Edirne üzerine yürüdü. Ancak Meriç sahilindeki Sırp Sındığı denilen mevkiide, kalabalık Haçlı ordusunu hazırlıksız yakalayan 10 bin kişilik kuvvetiyle Hacı İl Bey, büyük bir bozguna uğrattı (1364). Sırp Sındığı zaferiyle Osmanlılar, Balkanlardaki fetihlerine hız verdiler ve bunu kolaylaştıracağı için Osmanlı başkenti Bursa'dan Edirne'ye nakledildi. Fetihler karşısında çaresiz kalan Bulgarlar Türk himayesini kabul etmek zorunda kaldılar (1369). Çirmen Zaferi ile (1372) Batı Trakya ve Makedonya'nın bir kısmı Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Selanik ile Köstendil'in de ele geçirilmesinin ardından Sırp Kralı Lazar, vergi verip, gerektiğinde asker göndermek şartıyla Osmanlılarla barış anlaşması imzaladı(1374).

Yaklaşık on yıl süren mücadelede, Rumeli ve Balkanlarda fethedilen bölgelere Anadolu'dan mütemadiyen Türk nüfus kaydırılarak bölgede demografik dengeler Osmanlılar lehine değiştirilmeye başlanmıştı. Bu tarihten sonra bir müddet Balkanlardaki fetihlere ara verilmiş ve Anadolu'da Türk birliğini sağlamlaştırmaya yönelik düzenlemelere geçilmiştir. Bu maksatla I. Murat, oğlu Bâyezid'i Germiyan beyinin kızı ile evlendirmiş; Tavşanlı, Emet ve Simav gelinin çeyizi olarak Osmanlılara verilmiştir. Aynı şekilde Akşehir, Yalvaç, Beyşehri gibi bazı şehir ve kasabalar Hamidoğulları'ndan para karşılığı satın alınmış, Candaroğullar da Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Artık Osmanlıların karşısında tek bir güç kalmıştı; Karamanoğulları.

Alaaddin Ali Bey, Osmanlıların yeniden Balkanlara yönelmesini de fırsat bilerek, harekete geçmiş ancak I. Murat Konya önlerinde Karamanoğullarını yendiğinde Karaman beyi af dilemek zorunda kalmıştır(1387) Murat Hüdavendigar'ın yeniden Rumeli'ye yönelmesiyle birlikte Niş ve Sofya da dahil olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi.(1385/88). Timurtaş Paşa'nın Sırp kuvvetleri tarafından baskına uğratılıp, yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar, Leh, Çek ve Macar kralları da Sırpların yanında yer aldılar. Fakat Çandarlı Ali Paşa, Bulgar Kralı Şişman'ı esir alarak Bulgarları bu ittifakın dışına attı. Buna rağmen Haçlı ordusu ilerleyişini sürdürünce, I. Murat ordusunun başına geçerek düşmanı Kosova'da karşıladı. I.Murat'ın oğulları Bâyezid ve Yakup'un da yer aldığı Osmanlı birlikleri büyük bir zafer kAzandı. Sırp Kralı Lazar ve oğlu esir edilmiş, düşman kuvvetlerinin büyük bir kısmı imha olmuştu. (20 haziran 1389). Fakat I.Murat savaş meydanını gezerken bir Sırp tarafından hançerlenerek şehit düştü. Bunun üzerine Sırp kralı da Osmanlı askerleri tarafından öldürüldü. Osmanlılar için Balkanlarda tutunabilmek yolunda ölüm kalım savaşı olarak görülen I.Kosova Zaferi Sırplar tarafından asla unutulmamıştır. Günümüzde dahi masum Müslüman halka yönelik vahşetin arkasında bu mağlûbiyetin ezikliği ve intikam hissi yatmaktadır.

d- Anadolu'da Türk Birliği'nin Sağlanması;
I. Murat'ın şehit edilmesinin ardından oğlu Bâyezid, devlet adamlarının ittifakıyla hükümdar ilân edildi. Babasının ölümünü fırsat bilen Anadolu'daki beyliklerin Osmanlılar'a bıraktığı toprakları yeniden ele geçirmek maksadıyla harekete geçtiklerini haber alan Bâyezid, süratle Anadolu'ya döndü. 1390 yılında Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan beylikleri ortadan kaldırıldı. Ertesi yıl Hamidoğulları Beyliği toprakları ele geçirildi ve bu beyliklerin yer aldığı topraklarda Anadolu beylerbeyliği adıyla idarî bir ünite oluşturuldu. Ardından Osmanlıların en önemli rakip olarak gördüğü Karaman Beyliğine yönelen Yıldırım Bâyezid, Konya'yı kuşattı. Alaaddin Ali Bey'in barış talebi, Beyşehir ve çevresinin Osmanlılara bırakılmasıyla kabul edildi.(1391). Fakat Yıldırım Bâyezid'in Mora ile ilgilenmesini fırsat bilerek
Ankara Sancak Beyi Sarı Timurtaş Paşa'yı esir alması üzerine, Yıldırım Bâyezid, Alaaddin Bey'e kesin bir darbe vurmaya karar verdi. Anadolu'ya geçen Yıldırım, üç gün süren savaşın ardından ele geçirilen Alaaddin Bey'i ortadan kaldırdı ve toprakları Osmanlılara ülkesine dahil edildi(1397).

Karamanoğlu tehlikesinin bertaraf edilmesiyle, Anadolu'da Osmanlılara direnebilecek en güçlü devlet olarak Kadı Burhaneddin devleti kalmış idi. Daha 1392 yılında, Kadı Burhaneddin'in müttefiki durumundaki Candaroğlu Süleyman anî bir baskınla öldürülüp beyliğin Kastamonu şubesi ortadan kaldırılmıştı (1392). Ardından, ertesi yıl Amasya ve Merzifon civarı Osmanlı hâkimiyetine alınmıştı. Kadı Burhaneddin'in 1398'de Kara Yülük tarafından öldürülmesi üzerine, ona bağlı Sivas, Tokat, Kayseri, Malatya gibi şehirler birer birer ele geçirildi. Böylece Fırat'ın batısında kalan Anadolu toprakları Osmanlı sancağı altında birleştirilmiş oluyordu. Yıldırım Bâyezid'in İstanbul Kuşatması ve Balkanlardaki Fetihleri. Yıldırım Bâyezid'in Karaman seferine anlaşma gereği katılan Bizans İmparatoru V.Yuannis'in oğlu Manuel'in, babasının ölümü üzerine anlaşmayı çiğneyerek İstanbul'a kaçması sebebiyle Yıldırım, İstanbul'u kuşatmaya karar verdi. 1391'de başlayan ilk muhasara 1396 yılına kadar sürdürüldü. Bu maksatla İstanbul Boğazı'nda Anadolu Hisarı inşa edildi. Şehre dış yardımların gelmesini önlemeyi ve iaşe zorluğu altında savunmayı kırmayı hedefleyen bu muhasara Timur'un Anadolu'ya ulaşmasına kadar fasılalarla devam ettirilmiştir. Bu kuşatma sürerken bir yandan da Yıldırım, Bulgaristan, Arnavutluk ve Bosna taraflarında fetih hareketlerine devam etmekteydi. Kuşatma altındaki Bizans'ın da talebi ile Türklere karşı yeni bir Haçlı ittifakı oluşturan Macar Kralı Sigismund, İngiltere dahil bütün Avrupa devletlerinden topladığı 120 bin kişilik bir orduyla harekete geçti. Yıldırım Bâyezid düşmanı şaşırtan bir hızla Niğbolu Ovası'nda düşmanı karşıladı. 50-60 bin kişilik Osmanlı ordusu, sayıca çok üstün olan Haçlı ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Savaş meydanından kurtulabilenler, kaçarken Tuna'da boğuldular.(1396) Haçlılardan geriye sadece muazzam bir ganimet kalmıştı. Bu ganimetle, Edirne ve Bursa'da pek çok cami, medrese ve imaret inşa edilmiştir. Zaferin ardından, Eflâk, Bosna, Macaristan ve Mora üzerine seferler düzenlendi. İtibarı bu zaferle bir kat daha artan Yıldırım, Niğbolu dönüşünde Anadolu birliğini kurmaya yönelik nihaî adımları atmaya başlayacaktır.

2-Fatih ve Cihan Devleti'nin Doğuşu:
İstanbul'un Fethi:
II. Mehmet, babasının ölümü üzerine ikinci kez Osmanlı tahtına oturduğunda, devletin ortasında bir şer adacığı hâlinde kalmış köhne Bizans'ı ortadan kaldırmayı öncelikle hedef olarak belirlemişti. Böylelikle Osmanlı devleti tam bir cihan devleti haline gelebilecekti. Hedefini gerçekleştirmek için ilkin Sırbistan ve Eflâk ile anlaşma imzalayan Fatih, Karamanoğlu tehlikesini de geçici de olsa bertaraf etti. Bizans'a ulaşabilecek muhtemel yardımı önlemek için Boğaz'ın Avrupa yakasına Rumeli Hisar'ını yaptırarak kuşatma hazırlıklarını tamamladı. Nihayet kuşatılan İstanbul'a karşı 6 Nisan 1453'te kara ve denizden saldırı başlatıldı. II. Mehmet, Edirne'de döktürdüğü çağının en güçlü toplarıyla İstanbul surlarını karadan sarsarken 18 Nisan'da donanma bütün İstanbul adalarını ele geçiriyordu.

Fakat, Haliç'in zincirle kapatılması sebebiyle kara ve deniz birlikleri müşterek bir harekâta geçemiyor ve bu durum da kuşatmanın başarısına gölge düşürüyordu. Nihayet 22 Nisan'da Osmanlı donanmasının karadan Haliç'e indirilmesi gibi müthiş bir plânın gerçekleştirilmesi, kuşatmanın seyrini değiştirmeye başlamıştı. Seksen parçalık donanmayı bir anda karşılarında gören Bizans'ın direnme gücü artık kırılmıştı. 29 Mayıs 1453'teki nihaî harekâtla İstanbul fethedildiğinde, II. Mehmet, Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile "Fatih"lik şerefini elde ediyordu.Bizans'ın ortadan kaldırılması hem Türk tarihi hem de dünya tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu fetihle Osmanlı Devleti, artık tam bir cihan devleti hâline gelmiş, İslâm dünyası ve Avrupa içinde büyük bir prestij ve güç kazanmıştır. Avrupa için bu fetih çağ açıp, çağ kapayan bir fetihtir. Katolik Avrupa'nın, Ortadoks dünyasıyla bütünleşme çabaları, İstanbul'un fethiyle önlenmiş, aksine Balkanları da tamamen ele geçirmek suretiyle Fatih, kısa zamanda Ortadoksları himayesi altına almıştır. Nitekim Papa V.Nikola'nın Türklere karşı harekete geçilmesi fikri pek taraftar bulamamış, aksine, Ege adalarındaki halk, Balkanlardaki bazı despotluklar ve prensler Fatih'i İstanbul'un fethinden dolayı kutlayan mektuplar yazmışlardır. Papa'nın isteğine sadece Almanya, Napoli ve Venedik olumlu cevap vermiş fakat onlar da kendilerinden ziyade Sırp, Macar ve Arnavutları kışkırtarak sonuç almaya çalışmışlardır.

1- Fatih'in Batı Politikaları:
a- Sırbistan Seferleri; İstanbul'un fethinden sonra Osmanlılara bağlılığını bildiren ve ele geçirdiği bazı kaleleri geri veren Sırplar Macarlar ile iş birliği yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye başlamışlardı. Bunun üzerine 1454-1457 arasında üç kez peşpeşe Sırbistan'a sefer düzenlendi. Belgrat dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi. Sırp Kralı Bronkoviç'in ölümüyle başlayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlılar, Sırpları vergiye bağladılar. Taht kavgalarının yeniden alevlenmesi üzerine, Mora seferinde bulunan Fatih, Sırp meselesine son verilmesini emretti. Mahmut Paşa, 1459'da başkentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyliğini oluşturdu. Böylece Sırbistan'da 350 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başlamış oluyordu.

b- Arnavutluk Seferleri;
Papalık ve Napoli krallığının desteği ve kışkırtmasıyla harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vurkaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çıkmaya karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen I.seferde, İlbasan Kalesi'ni yaptırıp, içine asker yerleştiren Fatih, Balaban Paşa'yı bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa'yı şehit etti ve İlbasan kalesi'ni kuşattı. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferi'ne çıktı (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar oluşturuldu. Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Jean geçmişti. Arnavutlukta başlayan kargaşa sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk seferini başlattı. Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı. Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti haline gelmiş oluyordu.

c- Mora Seferleri; İstanbul'un fethinden sonra Bizans İmparatoru XII. Konstantin'in oğulları, rakipleri Kantakuzen ailesine karşı Mora'da, Osmanlıların yardımını istemişlerdi. Turahanoğlu Ömer Bey, akıncıları ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardeş arasında mücadele başlamıştı. Bölge ülkelerinin Mora'yı istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti. Korent'i ele geçiren Fatih, Mora'nın bir kısmını merkeze bağlayarak, burada bir sancak oluşturdu. Atina ve diğer bölgeler ise Osmanlı yönetimini kabul etti. Kardeşi Dimitrios'a karşı Arnavutların desteğini alan Tomas'ın Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine 2.kez Mora'ya sefer düzenlendi. Tomas, Papa'nın yanına kaçmak zorunda kaldı. Bölgeye çok sayıda Türk yerleştirildi. Venedikliler bölge halkını Osmanlılara karşı ayaklandırmaya çalışıyorlardı. Ancak bunda başarı kazanamayan Venedik, Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı (1465).

d- Eflâk ve Boğdan Seferleri; Yıldırım zamanında vergiye bağlanan Eflâk Prensliği'nin başına Fatih tarafından Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirilmişti(1456). Osmanlılara bağlı görünen Vlad aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu Vlad'ın Fatih'in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi. Boğdan'dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri voyvodayı uzun süre takip etti. Neticede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine Vlad'ı esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih voyvodalığa Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyaleti hâline geldi. 1455'ten itibaren Osmanlı Hâkimiyetini tanıyan Boğdan Prensliği'nin Kefe'nin fethinden sonra izlediği düşmanca siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1476'da Boğdan'a girdi. Fatih'in bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı hâkimiyetini tanımış oluyordu.

e- Bosna-Hersek Seferleri;
Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralının, anlaşmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmut Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey'e Bosna'nın tamamen fethedilmesi emrini vermişti. 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı. Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu. Fakat ordunun İstanbul'a dönmesi üzerine aynı yıl, Macar kralı Bosna'ya girdi. İkinci kez düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasında Hersek Kralı Stefan da ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması şartıyla tahtında bırakılmıştı. Ancak 1483 yılında Hersek tamamen Osmanlı toprağı hâline gelecektir.Fatih, Bosna'yı Osmanlı topraklarına kattığı zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davranmıştı. Hem Katolik hem de Ortadoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve kendilerine sağlanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuşlardı. İşte bu Müslüman Bosnalılara "Boşnak" denilmektedir.

Fatih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakibi Macarlar, denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlılarla baş edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir savaşı göze alamamış, Fatih de tabiî sınır olan Tuna'yı geçmeyi düşünmemiştir. Ancak akıncılar vasıtasıyla, Macaristan'a güvenliğin sağlanmasına yönelik yüzlerce başarılı akın düzenlenmiştir. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlılarla doğrudan karşılaşmaktansa Balkanlardaki diğer devletleri kışkırtmayı yeğ tutmuştur. Güçlü donmasıyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlılar karşısında istediği sonucu alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri Osmanlıların eline geçmiştir.

f- Ege Adalarının Fethi; İstanbul'u ele geçiren Fatih, Bizans'a ait bütün toprakları hâkimiyeti altında birleştirmek istiyordu. Böylece Bizans'ın yeniden dirilmesini önleyeceği gibi, iktisadî ve siyasî açıdan da nüfuz alanını genişletebilecekti. Öncelikle Anadolu kıyısına yakın adaları hedef alan Fatih, Bizans, Venedik ve Cenevizlilerin elindeki bu adalardan Anadolu'ya yapılan korsan akınlarının önünü kesmiş olacaktı. İkinci olarak Orta ve Doğu Akdenizdeki adalar hedef alınmıştı ki, bu adalar Fatih'in İtalya'ya yani eski Roma'ya geçişini kolaylaştıracaktı.( Nitekim Gedik Ahmet Paşa komutasındaki bir Osmanlı donanması Napoli Krallığının elindeki Otranto'yu fethetmiş ve buradan Güney İtalya'ya akınlar düzenlenmiştir.(1480) Fakat Fatih'in ölümünden sonra başa geçen II. Bâyezid, Gedik Ahmet Paşa'yı geri çağırınca, şehir savunmasız kalmış ve İtalyanlar kaleyi tekrar ele geçirmişlerdir).1456 yılında öncelikle Çanakkale Boğazı'na hâkim olan adalardan Gökçeada (İmroz), Taşoz Enez ve Semendirek adaları ele geçirildi. Aynı tarihlerde Limni ve Midilli halkı Türk yönetimine girmek için Osmanlılara başvurmuştu. Önce Limni, ardından, uzun süren kuşatmayı müteakip Midilli (1467) ele geçirildi.

Venedikliler 264 yıldır ellerinde tuttukları Ağrıboz Adası'ndan Mora ve Ege adalarındaki Türk birliklerine karşı saldırılarını yoğunlaştırmaktaydılar. Bunu önlemek maksadıyla Ağrıboz'un fethine karar veren Osmanlılar neticede 17 gün süren kuşatmadan sonra amaçlarına ulaştılar. Epir despotunun elindeki Zanta, Kefalonya ve Ayamavra gibi adalar da Fatih'in saltanatının son zamanlarında Osmanlı topraklarına dahil edilmiştir. Ancak St. Jean şovalyelerinin elindeki Rodos'a karşı girişilen birkaç muhasara neticesiz kalmıştır.

2-Fatih'in Doğu Politikası:
a- Karadeniz Politikası;
Osmanlılar, Anadolu'nun büyük bir kısmını hâkimiyetleri altına almalarına rağmen kuzeyde, Karadeniz kıyısındaki bazı yerler Trabzon Rumları, Cenevizliler ve Candaroğullarının elinde bulunuyordu. Anadolu Türk birliğinin sağlanması ve ticaret güvenliği açısından bu bölgelerin ele geçirilmesi şarttı. İşte bu sebeplerle, Fatih karadan ve denizden kuvvetlerini harekete geçirdi. 1461 yılında Cenevizlilerin elindeki önemli bir üs olan Amasra teslim olmak zorunda kaldı. Seferin kendisine karşı yapıldığını sanan Candaroğlu İsmail Bey, Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a çekildi. Bursa'ya dönerek birliklerini takviye eden Fatih, Trabzon seferine çıkarken, Sinop da dahil Candaroğullarının topraklarını savaşmaksızın ele geçirdi. Fatih'in asıl amacı 1204 yılında Lâtinlerin İstanbul'u işgal etmesi üzerine Bizans hanedanına mensup Komnenlerin ayrı bir devlet oluşturdukları Trabzon idi. Osmanlılara vergi vermeyi kabul eden Trabzon Rumları bir taraftan Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak içine girmişti. Nihayet Fatih, karadan birliklerini Trabzon'a gönderirken, bir donanma da Sinop'tan kalkarak bölgeye yöneldi.

Bu sırada Uzun Hasan'ın Osmanlı ordusunu arkadan çevirebileceği ihtimaline karşı Fatih, ordusunu Sivas'ın güneyinden Yassıçemen'e çevirdi. Uzun Hasan'ın annesi Sara Hatun'un ricası üzerine Akkoyunlularla bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre Akkoyunlular, Trabzon Rumlarına yardım etmemeyi vaat etmişlerdir. Anlaşmanın akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden kuşatıldı. Çaresiz kalan Trabzon Hâkimi David Komnen şehri teslim etmeyi kabul etti (26 Ekim 1461). Böylece 258 yıl devam eden Trabzon Rum İmparatorluğu da tarihe karışmış oldu.Karadeniz'in Anadolu kıyılarını tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in bundan sonraki hedefi, önemli ticaret limanları olan Ceneviz kolonilerini ortadan kaldırarak, Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak idi.

Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma 1475 yılında Kefe, Azak ve Menkup iskele ve kalelerini ele geçirdi. Böylece Osmanlılar, Altınorda Hanlığı'nın zayıflamasıyla ortaya çıkan Kırım Hanlığı ile komşu oldu. Azak Kalesi'nin düşürülmesi sonucunda bazı Cenevizliler ile birlikte Kırım hanlarından Mengli Giray Han da esir edilmişti. Mengli Giray Han'ın İstanbul'a getirilmesiyle Kırım Hanlığı Osmanlı hâkimiyetine girmiş oldu. (1478). Kırım hanları 350 yıl boyunca Osmanlıların batıya karşı en güçlü müttefikleri olarak hizmet vermişlerdir.

b- Anadolu'da Türk Birliğinin Gerçekleşmesi;
Osmanlıların kuruluş devrinden beri en ciddî rakipleri durumundaki Karamanoğulları, Fatih'in politikalarına karşı, Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin desteğini sağladığı gibi, Venediklilerle de bir ittifak kurmakta sakınca görmemişlerdi. Bu düşmanca tavır üzerine Fatih 1466 yılında Karamanoğulları üzerine yürümeye karar verdi. Beylik topraklarının büyük kısmı Osmanlıların eline geçmesine rağmen Fatih, Larende ve Silifke yörelerine çekilen Karamanoğullarına karşı mücadeleyi, Otlukbeli Savaşı'nın sonrasında da sürdürmüştür. Fakat Karaman Beyi Kasım'ın ölümünden sonra (1483) beylik tamamen oradan kalkmış olacaktır. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan, 1467 yılında Karakoyunlu topraklarına sahip olunca Osmanlılar aleyhine hâkimiyetini genişletmeye başlamıştı. Anadolu birliği yönündeki bu tehlike üzerine Fatih, 1473'te harekete geçti. Otlukbeli mevkiinde yapılan savaşta Osmanlılar büyük bir zafer kazandılar.

Artık Akkoyunlular Osmanlılar için bir tehlike olmaktan çıkmıştı. Fatih bundan sonra Hicaz su yolllarının onarımı hususunu bahane ederek Memlûklar'a karşı harekete geçti. Fakat bu dönemde Memlûklarla büyük bir savaşa girilmemiştir. Fatih'in 1481'de hazırlık yaptığı ve ölümüyle yarım kalan seferin ya Rodos'a ya da Mısır'a yönelik olduğu söylenir.

Fatih'in ölümü üzerine Osmanlı tahtına büyük oğlu Bâyezid geçmişti. Ancak diğer oğlu şehzade Cem, Rodos şovalyelerinin eline düşmesiyle sonuçlanan,taht mücadelesine girmişti. Bâyezid'in mütereddit ve ihtiyatlı politikaları sebebiyle, Akkoyunluların yerini alan Safaviler güçlenerek Anadolu'da Şahkulu İsyanı gibi ayaklanmaları kışkırtmış, Memlûklara karşı başarısız seferler düzenlenmiştir. Buna rağmen Bâyezid döneminde Kili ve Akkerman ele geçirilerek Boğdan tamamıyla Osmanlı hâkimiyetine girmiş(1484), Venedik ve Haçlılara karşı denizlerde üstünlük kurulmuş, Modon, Koron, İnebahtı ve Navarin gibi Mora kıyılarındaki kale ve limanlar zapt edilmiştir(1502).

Barbaros kardeşlerin denizlerdeki zaferlerine rağmen özellikle doğudaki olumsuz gelişmeler ve Şahkulu İsyanı(1511), devlet işlerinden elini çeken Bâyezid'in sağlığında şehzadeler arasındaki taht mücadelesinin kızışmasına vesile olmuştur. Nitekim Şehzade Selim'in mücadeleyi kazanması üzerine 1512 yılında II. Bâyezid tahttan feragat etmiştir.

c- Yavuz Sultan Selim Devri;
Henüz Trabzon'da vali iken Doğu'da Safavilerin nasıl güçlendiğini gören ve onlarla başarılı bir mücadeleye giren Selim, tahta çıktıktan sonra, Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son vermek için Safavilerle doğrudan savaşa girmeyi kaçınılmaz görmekteydi. Nihayet ordusunun başında Doğu seferine çıkan Yavuz Selim, Çaldıran Ovası'nda Şah İsmail'in ordusuyla büyük bir meydan muharebesi yaptı. İki Türk hükümdarının mücadelesinden Selim üstün çıktı (23 Ağustos 1514). Doğu Anadolu toprakları Osmanlıların eline geçti. Yavuz, Tebriz'e kadar Şah İsmail'i takip etti. Dulkadiroğulları beyliği Osmanlı yönetimine alındı ve sonra ilhak edildi (1515) Babası döneminde Memlûklara karşı yapılan seferlerin çoğu kez başarısızlıkla neticelenmesi, Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyasında üstünlük kurmaları önündeki en büyük engel idi. Bu sebeple, Safavi tehlikesini bertaraf ettikten sonra Yavuz, Memlûklara karşı büyük bir ordu hazırladı. Mısır Memlûk Sultanı Kansu Gavri, Osmanlı ordusunu Halep'in kuzeyinde karşıladı. Ancak Mercidabık Savaşı Osmanlıların zaferiyle son buldu (24 Ağustos 1516).

Kansu Gavri savaş sırasında öldü. Malatya'dan Sina yarımadasına kadar olan topraklar Osmanlıların
eline geçti. Kışı Şam'da geçiren Yavuz, tekrar Mısır'a yöneldi. Yeni Memlûk Sultanı Tomanbay ile Kahire'nin kuzeyindeki Ridaniye mevkiinde yapılan savaşı da Osmanlılar kazandı. (22 Ocak 1517). Bu savaş Memlûk Devleti'nin sonu oldu. Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz Osmanlı hâkimiyetine girdi. Hülagû'nun Bağdat'ı işgal etmesiyle Memlûk himayesine giren halifelik müessesesi de böylece Osmanlılara geçmiş oluyordu. Nitekim Mekke şerifi şehrin anahtarını Yavuz Sultan Selim'e sunarak itaatini bildirmişti. Yavuz dönemi Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyası'nda en büyük güç haline geldiği bir dönemdir.

3-Yükseliş Döneminin Zirvesi:
Kanuni Sultan Süleyman Yavuz Sultan Selim'in sekiz yıl süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanlı tahtına oğlu I.Süleyman geçti (1520). I.Süleyman'ın 46 yıllık saltanatında Osmanlı Devleti siyasî, askerî ve iktisadî açılardan zirveye ulaşmıştır. Bu sebeple dost düşman ona Kanuni, Muhteşem, Büyük Türk gibi lâkaplarla hitap etmiş ve tarihe de böyle geçmiştir.

a- Avrupa'daki Gelişmeler;
Kanuni döneminde özellikle Avrupa'da önemli dinî ve siyasî değişiklikler söz konusudur. Güçlü Macar krallığının Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonra, Kutsal Roma- Cermen İmparatoru Şarlken en ciddî rakip hâline gelmiş, onun oluşturduğu imparatorluğun uzantısı durumundaki Avusturya Arşidükalığı Osmanlılara sınırdaş olmuştur. Bu devlet ile Avrupa'nın en güçlü hanedanı olacak olan Habsburglar Avrupa'yı âdeta parselleyeceklerdir. Bu dönemde güçlenmeye başlayan Protestanlık, Avrupa'da mezhep çatışmalarının şiddetlenmesine sebep olmuştu. Doğu Avrupa'da da Lehistan ve Ortadoks Rusya güçlenmeye başlamıştı. Kanuni, Avrupa'daki siyasî ve dinî çekişmelerden faydalanarak, onların birleşmemesine özen göstermiş ve bunu bir devlet politikası hâline getirmiştir. Yine bu dönemde Akdeniz'de ve Okyanuslarda güçlü bir ticarî ve iktisadî filo oluşturan İspanyol ve Portekiz donanmaları Venedik'in yerini almış görünüyordu.

b- Belgrat'ın Fethi ve Macaristan Seferi;
Fatih'in Sırbistan seferinde ele geçirilemeyen Belgrat, Avrupa içlerine yapılacak akınlar için bir sıçrama noktası idi. Bu sebeple Kanuni, Macaristan seferine çıktığında ilkin Belgrat'ı kuşattı ve ele geçirdi(1521). Burayı bir üs olarak kullanan Osmanlılar artık rahatlıkla Avrupa içlerine sefer yapabilecekti. Nitekim Şarlken'e tutsak olan Fransa Kralı Fransuva'yı, kendisinden yardım talep etmesi üzerine, kurtarmayı amaçlayan Kanuni, 1526 yılında karşısındaki ittifakı parçalamak amacıyla yeniden Macaristan üzerine bir sefer düzenledi. 29 Ağustos 1526'da Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar ordularını imha eden Kanuni, Budin'i (Budapeşte) ele geçirdi. Macaristan'ın bir bölümü ilhak edildi ve kalan kısmı Erdel Krallığı oluşturularak Osmanlı hâkimiyetine alındı.

c- Avusturya Seferleri;
Macaristan'ın ele geçirilmesi üzerine, ölen Macar kralı ile akrabalığını öne süren Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macar topraklarında hak iddia etmiş ve Budin'i işgal etmişti. Bunun üzerine Kanuni, yeniden Macaristan'a sefer düzenledi. Budin kurtarıldı. Ancak Kanuni'nin asıl maksadı Viyana idi. Osmanlı ordusu şehri kuşattı ise de ele geçirmeye muvaffak olamadı(1529). I.Viyana Kuşatması'nın sonuçsuz kalmasından cesaretlenen Ferdinand, Budin'i tekrar işgal etti. Kanuni ünlü "Alman Seferi" ile mukabele ederek işgal edilen yerleri geri aldı. Ferdinand ile İstanbul'da bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve Osmanlı hâkimiyetini tanıyacak ve elinde bulundurduğu Macaristan'a ait topraklar için de Osmanlılara vergi verecekti.(1533).

Ferdinand'ın Macar kralının ölümünü fırsat bilerek anlaşmayı bozması üzerine Kanuni yeniden sefere çıktı. 1562'deki bu sefer sonucunda Macaristan'da Erdel Beylerbeyliği oluşturuldu. Avusturyalılar fırsat buldukça Macar topraklarına tecavüz etmişler ve her seferinde de Osmanlılardan gerekli cevabı almışlardır. Nitekim Kanuni'nin son seferi de Avusturya'ya karşı olmuş ve Zigetvar Kalesi kuşatılmıştır (1566)

d- Fransa ile Münasebetler ve İlk Kapitülâsyon;
Avrupa birliğini sağlamak isteyen Roma-Cermen İmparatoru Şarlken, bu maksatla Fransız Kralı Fransuva'yı esir etmişti. Kendisinden yardım isteyen kral ile iyi ilişkiler kuran Kanuni böylece Şarlken'e karşı bir müttefik kazanmış oluyordu. 1535 yılında iki ülke arasında ticaret ve dostluk anlaşması imzalandı. Anlaşma ile her iki ülke serbest ticaret hakkı elde edecek ve bu haklar iki hükümdarın yaşadığı sürece geçerli olacaktı. Lâkin kapitülasyon adıyla tarihe geçecek olan bu ticarî imtiyazlar sürekli hâle getirilmiş, sonraki devlet adamlarının basiretsizliği sebebiyle tek taraflı işlemeye başlamış ve başka devletlere de imtiyazların tanınmasıyla Osmanlı ekonomisi giderek dışa bağımlı hâle gelmiştir.

e- İranla Münasebetler;
Şah İsmail'in yerine geçen oğlu I.Şah Tahmasp, babası gibi, Osmanlıların düşmanı olan Venedik ve Avusturya ile ittifak kurmakta bir beis görmüyordu. Osmanlı ordusu, Avrupa'ya sefere çıktığında Safaviler, Doğu Anadolu topraklarına karşı saldırıya geçiyordu. Bu sebeple, Kanuni, Irakeyn (iki Irak; Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap) seferi diye bilinen bir sefere çıktı (1534-35). Tebriz ve Bağdat Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlının Avrupa ile ilgilenmesinden yararlanan Safaviler fırsat buldukça yeniden harekete geçtiklerinde, bölgeye 1555 yılına kadar Nahcivan ve Tebriz üzerine birkaç kez sefer düzenlenmiştir. Osmanlılar karşısında fazla bir varlık gösteremeyen Şah Tahmasp nihayet barış anlaşması imzalamayı kabul etmek zorunda kalmış ve Amasya Antlaşması (1555) ile Osmanlı üstünlüğünü kabul ederek Bağdat, Tebriz ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu tasdik etmiştir.

f- Deniz Seferleri ve Fetihler;
Kanuni devri karada olduğu gibi denizlerde de büyük bir üstünlüğün sağlandığı bir devirdir. Fatih'in alamadığı, St.Jean şövalyelerinin elindeki Rodos ve çevresindeki adacıklar, başarılı bir kuşatma sonunda ele geçirilmiş(1522), II. Bâyezid zamanından beri Akdeniz'de serbestçe faaliyet gösteren Barbaros kardeşlerin devlet hizmetine alınmasıyla deniz ve kıyılarda pek çok yer Osmanlı hâkimiyetine dahil olmuştur. Cezayir'i ellerinde bulunduran ve Osmanlılar adına, 1492 yılında İspanya'da soy kırıma uğrayan Musevîleri İstanbul'a gemilerle nakleden Barbaros kardeşler haklı bir üne sahip olmuşlardı. 1533 yılında Cezayir'i Osmanlılara bırakarak kaptan-ı deryalık görevini kabul eden Barbaros Hayrettin Paşa (Hızır Reis), 1538 yılında Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasını Preveze'de büyük bir bozguna uğratarak, Osmanlılardın Akdeniz'in tek hâkimi olduğunu bütün dünyaya kabul ettirdi.

Barbaros'un ölümünden sonra yerine geçen Turgut Reis de fetihlere devam etti.Nitekim St. Jean şövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp onun tarafından fethedilmiş (1551), Preveze'den sonraki en büyük deniz zaferi sayılan Cerbe Savaşı sonunda Haçlı donanması bir kez daha hezimeti tatmıştır. Sadece Akdeniz'de değil Kızıl Deniz ve Hint Okyanusunda da Osmanlı donanması faaliyette bulunmuştur. Uzak denizlerde istenilen sonuçlar elde edilememişse de bu dönemde Yemen ve Arabistan'ın güney kıyıları ile Habeşistan ele geçirilmiştir.

g- Kanuni'nin Ölümü ve Sonrası;
Zigetvar Muhasarası esnasında hastalanan Kanuni kalenin fethini göremeden 66 yaşında öldü (1566). Siyasî, askerî ve iktisadî bakımlardan Osmanlıyı zirveye çıkaran bu büyük hükümdarın yerine geçen ne II. Selim (1566-1574) ne de III. Murat (1574-1595) aynı evsafta kişiler değillerdi. Ancak Kanuni devrinde başlayan fetih rüzgârları o derece şiddetliydi ki, bu hükümdarlar devrinde de hızını devam ettirebildi. Şüphesiz bu başarılarda sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'nın dirayetli siyasetinin de rolü büyüktür. Anadolu'nun Akdeniz'e bakan kıyılarında bir çıban başı gibi duran Venedik'in elindeki Kıbrıs bu fetih rüzgârıyla kuşatıldı. Lala Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı donanması adayı ele geçirir geçirmez (1571), buraya Anadolu'nun çeşitli sancaklarından Türkler yerleştirildi. Artık Kıbrıs da Türk olmuştu. Bu durumu hazmedemeyen Venedik, İspanyol, Malta donanmaları papa ve diğer bazı Avrupa devletlerinin de desteği ile harekete geçerek büyük bir savaş filosu oluşturdular. Korent Körfezi yakınlarında, İnebahtı önlerinde yapılan deniz savaşını Osmanlılar kaybetti (1571).

Ancak kendileri de oldukça fazla zaiyat verdiğinden, Haçlı donanması Osmanlı kadırgalarını takip edecek durumda değildi. Sokullu kısa zamanda donanmayı yenileyerek yeniden Akdeniz'e indirdi. Venedik bu durum karşısında yeni bir savaşı göze alamadı ve Osmanlılara vergi vermeyi kabul etti. Kılıç Ali Paşa komutasındaki donanma Tunus'u yeniden Osmanlı topraklarına kattı (1574). Bu esnada II.Selim ölmüş ve yerine III. Murat geçmişti. Bu padişah devrinde, Şah Tahmasp'ın ölümüyle çalkanan İran'a savaş açıldı (1576) Gürcistan ve Azerbaycan'ın büyük bir kısmının ele geçirilmesiyle neticelenen ilk seferden sonra savaş 15 yıl sürdü. Bu uzun savaş ile daha fazla yıpranmak istemeyen Osmanlı Devleti ile İran arasında 1590'da bir barış anlaşması yapıldı. Yine bu dönemde başlayan Türk-Macar Savaşı I.Ahmet devrine kadar devam etti. Don ve Volga nehirlerini birleştirmeyi amaçlayan kanal projesi ile Süveyş kanalı teşebbüsünün mimarı olan Sokullu'nun 1579'daki ölümü ile Osmanlı Devleti büyük bir yara almıştır. Özellikle III.Murat'ın oğlu III.Mehmet'in (1595-1604), hükümet işlerini annesine bırakıp, bir köşeye çekilmesi Osmanlı'yı XVII. yüzyılda daha kötü yılların bekleyeceğinin âdeta habercisi idi.
LaDyGaGa - avatarı
LaDyGaGa
Ziyaretçi
26 Ocak 2012       Mesaj #5
LaDyGaGa - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Otlukbeli meydan savaşı: Anadolu’da Erzincan ilinin Tercan Ovası’nda Otlukbeli denilen yerde, Osmanlı Padişahı FATİH SULTAN MEHMED’in komuta ettiği Osmanlı ordusuyla AKKO­YUNLU İmparatoru UZUN HASAN’ın komuta ettiği Akkoyunlu ordusu arasında yapılan meydan muharebesidir.
Otlukbeli savaş alanında, o devirde dünyanın en büyük iki Türk İmparatorluğunun ordusuyla iki büyük hükümdarı karşı kar­şıya gelmişlerdi.
Osmanlı ordusunun başkomutanı büyük asker Fatih Sultan Mehmed idi. AKKOYUNLU ordusunun başında, başkomutan (Emir-i Kebir) adıyla anılan UZUN HASAN vardı.

Otlukbeli Savaşı Osmanlı Devleti'ni sosyal, siyasal, ekonomik açıdan nasıl etkiledi?
UZUN HASAN; 1453 yıllarında Diyarbakır çevresindeki, Ak­koyunlular’ın başına geçmiş, mahir, dirayetli, cesur bir hükümdar­dı. Uzun Hasan; Karakoyunlu ve Timur Türk İmparatorlarıyla sa­vaşmış, onları öldürterek ülkeye hâkim olmuştu. Bu savaşlar sonu­cu IRAK’ı, İRAN’ı, AZERBAYCAN’ı eline geçirmiş, 1466 yılın­da TEBRİZ’İ başkent yaparak, Gürcistan’ı da ele geçirmek sure­tiyle doğunun en büyük devletini kurmuştur.
Otlukbeli meydan muharebesi yapıldığı sırada yakın doğuda bulunan üç büyük İslam devleti vardı. Bunlardan biri; Osmanlı devleti, ikincisi Akkoyunlu devleti, üçüncüsü de Mısır’da Memluk Devleti idi.
Osmanlılar, 150 senelik bir devletti. Akkoyunlu İmparatorluğu ise; parçalanan Timur İmparatorluğu ’nun enkazı üzerine kurulmuş yeni bir devletti. Gerçi 500 yıllık bir geçmişi varsa da büyük bir imparatorluk halini almaları çok yeni idi. Asya kıtası bu iki Türk asıllı devlete yetecek kadar büyüktü. Birbirlerine sataşmadan bu geniş topraklar üzerinde yerleşebilirler, medeniyetlerini genişlete­rek ve güçlendirerek tarihi görevlerini yapabilirlerdi. Hâlbuki Uzun Hasan, Osmanlı hanedanını ortadan kaldırıp onların tahtları­na oturup, Timur ve Karakoyunlu hanedanlarını da yok edip miras­larına konmak istiyordu. O sırada korkunç fırsatçı düşman Avrupalıydı. Avrupa, bu Müslüman Türklerin birbirlerini hırpalamala­rını istiyor ve Akkoyunluları kışkırtmaktan geri durmuyordu. Çünkü kendilerinin bu iki devletle başa çıkacak kuvvetleri yoktu. Bu iki Müslüman Türk hükümdarının bunu görmeleri ve akıbeti dü­şünmeleri ve bu bakımdan birbirleriyle dalaşmamaları bilakis bir­birlerini desteklemeleri icap ederdi.
Büyük Türk İmparatorluğu hükümdarı Timurlenk ile Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid’in, Otlukbeli meydan savaşından 71 yıl önceki düştükleri tarihi hataya düşmemeleri, birbirlerini yok et­meye çalışmamaları icap ederdi. Çünkü Yıldırım Bayezid, Timur­lenk’e esir olduğu, Osmanlıları Anadolu’dan sürdüğü zaman Avrupalıların gücü kudreti yoktu. Bu bakımdan Osmanlıları Avru­pa’dan sürmeyi düşünemediler bile. Hâlbuki bu sırada fırsat bekli­yorlar ve Akkoyunluları destekliyorlardı. Ama ne var ki bu savaşı Osmanlılar kazanacak, Avrupalıların umutları yine kursaklarında kalacaktı.
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, savaş alanını öyle bir ara­zide seçmişti ki, burada bozulacak bir ordu tamamen yok olmak­tan kurtulamayacaktı. Bu savaş alanı yolsuz, sarp dağlar arasında derin vadiler içerisinde, yenilen tıkanacak, çıkamayacak yok olma­ğa mahkûm olacaktı. Savaşı Uzun Hasan kazanmış olsa idi Os­manlı ordusunun akıbeti bu olacaktı.
Fakat bu savaşı kazanan Osmanlı orduları başkomutanı, düş­manlarının yenilgisini kâfi görmüş, çekilip gitmelerine izin ver­miştir. Bu suretledir ki, iki kardeş millet arasında yapılan bu bo­ğazlaşma, Osmanlılar’ın kazanmasıyla Türklük için bir nimet, bir mutluluk olmuştur. Bu böyle olmayıp da savaşı Uzun Hasan ka­zansaydı; bu savaştan 71 yıl önce Timurlenk ile Yıldırım Bayezid arasında Ankara’nın Çubuk Ovası’nda yapılan ve Osmanlıların ye­nilgisiyle sonuçlanan savaşın sonunda, Avrupalılar Niğbolu yenil­gisinden dolayı henüz bellerini doğrultamamış, Osmanlılar’ın Anadolu’da yok oluşu karşısında kıpırdayamamışlardı. Bu sefer durum böyle olmayacaktı. Bütün Avrupa heyecan içinde ve hazır durumda savaşı izliyor ve sonucu bekliyordu. Rumeli yönünden hemen taarruza geçerler ve Osmanlıları Avrupa’dan atarlardı. Bu­nun zararı da İslam ve Türk dünyasına olurdu.
Cihangir olmak sevdasıyla yaşayan Uzun Hasan, uzağı göre­miyor, tehlikeyi düşünemiyor, bunun aksine Avrupalılarla anlaşa­rak Osmanlılar’ı tahrik ediyor, savaşa zorluyordu. Hâlbuki Os­manlılar, iki kardeş millet arasında bir çatışmayı hiçbir zaman is­tememişler, savaşın önüne geçmek için ellerinden geleni de yap­mışlardı.

OTLUKBELİ MEYDAN MUHAREBESİNİN SEBEPLERİ:

13. yüzyılın sonlarında MOĞOLİSTAN İmparatoru Ergün Han zamanında Türkistan’dan batıya, birbirlerine yakın topraklar­da yaşayan iki Türkmen kabilesi, yaşama sahası bulmak üzere gö­çe mecbur kalmışlardı. Bu iki kabilelerden biri AKKOYUNLU­LAR, diğeri KARAKOYUNLULAR’dı.
AKKOYUNLULAR; Diyarbakır bölgesinde, KARAKOYUN­LULAR da Erzurum bölgesinde yer bulup yerleşmişlerdi. Gelişle­rinden 100 yıl kadar sonra her iki kabile de yerleştikleri yerlerde devlet kurmuşlardı. İlk defa siyası bir varlık gösteren Karakoyun­lular olmuş, 1375’ten 1469 yılına kadar 94 yıl devlet halinde yaşa­mışlardı. Karakoyunluların en kudretli hükümdarı Cihanşah idi. Bu hükümdar devrinde devlet en büyük hale gelmiş, Arabis­tan’dan, İran’dan ve Azerbaycan’dan birçok toprakları kendi top­rakları içine katmayı başarmışlardı. Tebriz’i kendilerine başşehir yapmışlardı.
Akkoyunlular ise; Karakoyunlulardan biraz daha sonra 1406’da devlet kurabilmişler, devlet halinde yaşamaları 99 yıl de­vam etmiş, 1505’te son bulmuşlardı. Bu devletin 9 hükümdarı ol­muştu. Birinci hükümdarı Osman Bey, ağabeyi Mehmed Bey’in kabileye başkan olduğu sırada istiklalini ilana kalkışmış ise de ba­şarılı olamamıştı. Ancak Timur’a sadakati ve hizmetleri dolayısıy­la Diyarbakır çevresi kendisine verilmiş ve burada egemen olma­yı başarmıştı. Osman Bey’e oğlu Hamza, Hamza’ya da amcaoğlu Cihangir halef olmuşlardır. Cihangir’in hükümdarlığı zamanında kendisine amcası Hasan Bey ve Erzincan hâkimi Kılıç Aslan isyan etmişler ve savaşmışlardı. Ülkesinde ve bilhassa asker arasında ce­sareti ve maharetleriyle ün kazanan ve halka güven veren Hasan Bey bir hile ile Diyarbakır ve çevresini ele geçirdi. Hükümdar Ci­hangir’i de kaçırarak, Akkoyunlu Devleti’ni kendi adına 1453’te ilan etmiştir. Lakabı da "Uzun" idi ve ona Uzun Hasan derlerdi. Çok cesur ve savaşçı bir komutan, mahir bir idareci ve devlet ada­mı olan UZUN HASAN, kısa bir süre içinde Kürdistan’ı da sınır­ları içine alarak kudretli büyük bir devlet kurmak başarısını göster­di. Trabzon İmparatorluğu prenseslerinden biriyle evlenerek bu imparatorluğu kendi tarafına çekmişti. Kısa süre içinde kazandığı başarılar güvencini artırmıştı. Henüz kardeşini ortadan kaldırama­mış olmasına rağmen Osmanlılar’a karşı düşmanca girişimlere başlamış, bu meyanda Osmanlılar’a ait KOYUNHİSAR’ı bir bas­kınla ele geçirmişti. Bu kadarla da kalmamış, İstanbul’a Fatih Sul­tan Mehmed’e bir elçi göndererek, Trabzon Devleti’nin Osmanlılar’a ödediği 2000 duka altının (vergi olarak alınıyordu) alınmaktan vazgeçilmesini ve ayrıca büyükçe bir yekûn tutan verginin kendi­sine verilmesini istedi. Etrafının çepeçevre düşmanlarla çevrili ol­duğunu biliyordu. Daha doğru dürüst ülkesinin içişlerini bile kavi­leştirmediğini düşünmeden, zamanın 150 senelik büyük ve esaslı bir kuruluşa sahip Osmanlı Devleti’ne karşı meydan okumaya kal­kıştı. Bu halleri belki de felaketine sebep olacaktı. Ama kendisi bunun farkında değildi.
Elçileri sükûnet içinde soğukkanlılık ile dinleyen Fatih Sultan Mehmed, elçilere:
" Siz gidin hükümdarımca söyleyin, seneye ben gelir bütün borçlarımı öderim" diyerek elçileri yolcu etmişti. (Hakikaten er­tesi yılın yazında güçlü ordusuyla İstanbul’dan doğuya yü­rüyecektir.)
Fatih Sultan Mehmed, o yıl kış aylarında gizliliğe önem vere­rek bütün hazırlıklarını tamamlamış, kimseye de kararını belli et­memişti. İlkbaharla beraber Rumeli’ndeki kuvvetlerini Edirne’de Sadrazam Mahmut Paşa komutasında toplatırken, kendisi de Bur­sa’da Anadolu kuvvetlerini toparlamıştı. Ayrıca bir donanma ha­zırlatmış, orduyu doğu yönüne yürüyüşe geçirirken, donanma da Karadeniz’e açılmış, önce Amasra’yı ele geçirmiş, sonra Sinop’a doğru yol almıştı. Fatih Sultan Mehmed, Ankara üzerinden Si­nop’a inmiş, burasını ele geçirip 1460’da Amasya-Sivas yoluyla Erzincan genel yönünde yürümüştür. Osmanlı ordusunun yığına­ğından ve ilk hareketlerinden nereye ve kime karşı yürüyeceği bir türlü anlaşılmamıştı. Sinop’u ele geçirdikten sonra Fatih Sultan
Mehmed, ordusunu doğuya döndürtmüş, bundan da hareket yönü ve ne yapacağı kestirilememişti. Bütün dikkatiyle Osmanlılar’ın hareketleriyle ilgilenen Uzun Hasan bile, Fatih Sultan Mehmet’in maksat ve kararını anlayamamıştı.

Osmanlı ordusu Koyunhisar önüne geldi. 3 gün devamlı top atışlarıyla bu kaleyi çökertti ve ele geçirdi. Bu durumdan kuşkulanan Uzun Hasan, amcasının oğlu Hurşit Bey’i bir kuvvetle hisara gönderdi. Fakat bu kuvvet, Gedik Ahmet Paşa’nın kuvvetleriyle karşılandı. Yapılan savaşta Hurşit Bey yenilgiye düşerek ordusu dağıldı.

Bu haber Uzun Hasan’ı korkuttu ve ona kendi kuvvetlerinin zayıf olduğunu anlattı. Kâfi bir hazırlığı da yoktu. Bu sırada Osmanlılar’ın kudretli ve düzenli ordularıyla savaşacak durumda değildi. Bu düşünce içinde barış teklifleriyle annesi SARA Hatun’u Fatih Sultan Mehmed’e gönderdi. Sara Hatun, Bulgar dağındaki Osmanlı ordugâhına geldi ve hoşgörü içinde karşılandı. Fatih Sultan Mehmed mecbur kalındığı takdirde Uzun Hasan’la savaşmayı düşünüyordu ve savaşa niyetli idi. Ama o sırada Anadolu’da Osmanlılar için pürüzlü haller vardı. Bunlar tamamen ortadan kaldırılmamıştı. Biraz da bu sebepten Trabzon’un Osmanlılar’ın olması şartıyla barışa razı olundu. Uzun Hasan da son yaptığı basiretsiz siyasi yanlışlığı idrak ettiği için cezasını çekmeye ve bu şartları kabule mecbur oldu. Osmanlılar 1462’de Trabzon ve çevresini tamamen ele geçirdiler ve korunmasını da sağlayarak anavatana döndüler.

Bu durum Uzun Hasan’a rahat bir nefes aldırttı. Şimdilik çok önemli bir tehlikeyi savuşturmuş oldu. Ama kendisine bu acıyı veren hatasını hiçbir zaman unutmayacaktı.

Bu durumdan sonra Uzun Hasan serbest kalmıştı. Şimdi bütün gayretlerini toplayarak dikkatlice etrafındakileri kolluyor, ülkesini genişletme ve kuvvetlendirme yolları arıyordu. Bunu bulmada da gecikmedi. Evvela komşusu Karakoyunlu Devleti ile bozuştu. Erzurum-Bayburt yönlerine yürüdü. Bu saldırıyı durdurmak ve yurdunu savunmak için Karakoyunlu ordusu karşısına çıktı. Uzun Hasan çarptığı kaya sert gelince durdu ve ordusunu geri çekti. Ama fırsat kolladı. Karakoyunluların gafletlerinden faydalanarak onları konak yerinde hazırlıksız yakaladı. 1467 yılında yapılan bu çarpışma sonucu Karakoyunluları yok etmeyi başardı. Hükümdarları Cihanşah’ı öldürterek bu devletin bütün topraklarına sahip çıktı. Saldırısını durdurmadı, ilerlemesine devam ederek Bağdat’ı kuşattı. Bu sırada Azerbaycan’da işlerin bozulduğunu, ayaklanmalar olduğunu duyunca kuşatmasının 40. günü kuşatmayı kaldırarak geri döndü.

Cihanşah’a karşı kazandığı zaferi, dost olan İlhanlı hükümdarı Timur’un oğullarından Ebu Sait’e mağrurane yazılmış zafer namelerle beraber Cihanşah’ ın gövdesinden ayrılmış kesik başını gönderdi. Sultan Mehmed’e Cihanşah’ın üç danışmanının kesik başlarını gönderdi. Fatih Sultan Mehmed bu yakışıksız hareketten çok müteessir oldu, çok üzüldü. Timurlu hükümdarı Ebu Sait ise Uzun Hasan’ın Azerbaycan içişlerine karışmasını (Azerbaycan’ı Ebu Sait adına Cihanşah idare ediyordu) hoş karşılamadı. Uzun Hasan’a karşı savaş açtı. Uzun Hasan ise İlhanlı ordusunu pusuya düşürüp yenilgiye uğratmayı başarınca Ebu Sait’in de başını kestirdi. Bu suretle de Timurluların bütün topraklarına sahip çıktı. Tebriz’i devletinin başşehri yaparak ülkesini buradan idare etmeye başladı. Kendisi için düşman saydığı Gürcistan ve Horasan devletlerini de ortadan kaldırarak topraklarını kendi sınırları içine sokmak için önce Gürcistan’a saldırdı. Tiflis’i aldı. Sonra Horasan Hükümdarı Hüseyin’in hükümdarlığına hak iddia ederek yeğeni Yadigâr Mehmed’i bu devletin başına oturtmak bahanesiyle ve Timur oğullarının birbirine düşmelerinden de faydalanarak Horasan’a yürüdü. Önce Herat’ı ele geçirdi. Ye sonunda Akkoyunlu İmparatorluğu Horasan’dan Karaman’a, Gürcistan’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan büyük ve kudretli bir devlet haline geldi. Her biri evvelce devlet olan bu yerleri birer vilayet haline sokarak, her birinin başına oğullarını getirdi. Uzun Hasan için bu kıtada iki rakip kalmıştı. Biri Osmanlı İmparatorluğu, diğeri Mısır devleti idi. Bir fırsat çıkmasında bunların da haklarından gelmeyi düşünüyor, artık kendisini Timurlenk gibi görüyor, doğunun tek hâkimi olmak istiyor ve her haliyle Timurlenk’i taklide kalkışıyordu. Bu bakımdan harekete geçerek ilk iş olarak toprakları Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisine sokulmuş birçok beyleri, Timurlenk gibi sarayında topladı. Fatih Sultan Mehmed’e Bey diye başlayan, onu aklınca küçülten sözlerle dolu mektuplar yazıyor, Fatih’i kızdırıp arayı açmak istiyordu. Bozuş­maları halinde aralarında yapılacak savaşı mutlaka kazanacak ve Osmanlılar’ı tamamen yok ederek Akkoyunlu İmparatorluğu HO­RASAN’dan TUNA NEHRİ’ne kadar, büyük Cihangir Timurleng’in bile ulaşamadığı geniş topraklara sahip olmayı hayal ediyordu. Kendisini bu gayeye götürecek bir bozuşma sebebi arıyordu. Niha­yet bu sebebi buldu; Fatih Sultan Mehmed, Trabzon savaşında İsfendiyaroğulları ve Canikoğulları topraklarını ele geçirmiş, beyleri­ni ise başka yerlere bey olarak tayin etmişti. Uzun Hasan, toprakla­rı ellerinden alınmış bu beylerin kendisine sığındıkları takdirde, es­ki beyliklerinin kendilerine geri verileceği sözünü vermiş, bu bey­ler de Uzun Hasan’a sığınmışlardı.
Hepsi Diyarbakır’daki BEYENDERİ Sarayı’na yerleşmişler, Uzun Hasan’ın korumasına alınmışlardı. Uzun Hasan ayrıca Avru­pa devletleriyle anlaşma yolları aramış ve bulmuştu. Osmanlı ordu­sunu, Pir Ahmet Bey’den Karaman’ı almasından sonra çıkan ayak­lanma sırasında Rodos Şövalyeleri’ne ve bu yoldan Venediklilere ve Papa’ya birer heyet göndererek, Osmanlılar’ın Akdeniz kıyıla­rındaki yerlere saldırdığını, buraları yakıp yıktığını, kendisine top dökecek ustalar gönderilirse onlarla ittifak yapacağını söylüyor ve bu suretle de Osmanlılar’a karşı koyacağını duyuruyordu. İşte bu sıralarda Osmanlı donanmasının Adriyatik Denizi’ne kadar sokul­muş bulunması ve Karadeniz yollarına da hâkim olması Venediklileri endişeye düşürmüş, onları Avrupa’daki bütün Osmanlı düş­manlarıyla birleşmeye itmişti. Asya’dan Uzun Hasan’dan yeni ge­len teklif ve Uzun Hasan’ın yanındaki Venedik elçisi Katirino Zeno’nun da gayretleriyle son çare olarak kabul edilmiş ve aralarında birbirine saldırmama, yardım anlaşmaları için de ittifak yapılmıştı. Bu anlaşma sonucu Venedikliler, Karamanoğulları’nın kıyılarına, Moçemigo adındaki kaptan komutasında 4 büyük kadırga gönder­mişti. Bu kadırgaların ikisinde 200 kadar top dökücü vardı. Diğer iki kadırgada da barut ve top dökmeye yarayacak malzeme vardı.
Uzun Hasan bununla da kalmamış, Osmanlı ordusunu çeşitli cephelerde uğraştırarak yıpratmak için de tertipler almıştı. Ayrıca Osmanlılar’la Akkoyunlular arasında yapılacak savaş esnasında ya­nında koruduğu beylerin beyliklerindeki halkın (Ankara savaşında olduğu gibi) Osmanlılar’a ihanet ederek kendi tarafına geçeceğine, bu suretle de Osmanlı ordusunun çökeceğine inanıyordu.

Osmanlılar’a gelince; onlar bidayette Akkoyunlular’la bir sava­şı düşünmüyorlardı. Bu yönden de bir mesele çıkarmamak için el­lerinden geleni yapıyorlardı. Çünkü siyasî durumları şimdilik böy­le bir savaşa girişmeye imkân vermiyordu. Rumeli’nde halledilme­ye çalışılan Sırbistan, Eflak, Boğdan, Mora, Arnavutluk, Venedik olayları vardı. Onlar küffarla mücadele içindeydi.
Fatih Sultan Mehmed; Bizans’ı ortadan kaldırdıktan sonra, Mora’nın, Sırbistan’ın ele geçirilmesi, Belgrad’ın kuşatılması, Arna­vutluk’taki İskender Bey tehlikesinin kaldırılması ve Eflâk’ın yola getirilmesiyle uğraşmış ve bunda da başarılı olmuştu. Akkoyunlu­lar, Osmanlılar’a uzaktılar, onlarla aynı din, aynı soydandılar. Kar­deş bir milletle zorunlu kalmadıkça savaşmada bir mana bulamı­yorlardı. İşte bu bakımlardan Fatih Sultan Mehmed, Rumeli’ndeki bütün olaylara hâkim olduktan sonra Anadolu’daki Trabzon’a ka­dar hareketle, önce Amasra’yı, Ereğli’yi Cenevizlilerden almış, bu sırada bir Osmanlı gölü haline getirilmiş olan Karadeniz’e kıyı, Os­manlı donanmasına bir hareket üssü olacak Sinop’u ele geçirmiş, bu güzel limandan sonra da Osmanlı uyruklu Rumlar için bir fesat merkezi halini alabilecek Trabzon’u da ele geçirerek, buradaki Rum hükümranlığına son vermişti. Daha sonra yine Rumeli’ne dönmüş, Eflak’ı yola getirmiş, Ege Denizi’nde birçok adalar Os­manlı hâkimiyetine geçmiş, bu denizde Venedik donanmasıyla savaşmıştı


Fatih Sultan Mehmed, ordusunu doğuya döndürtmüş, bundan da hareket yönü ve ne yapacağı kestirilememişti. Bütün dikkatiyle Osmanlılar’ın hareketleriyle ilgilenen Uzun Hasan bile, Fatih Sultan Mehmed’in maksat ve kararım anlayamamıştı.
Osmanlı ordusu Koyunhisar önüne geldi. 3 gün devamlı top atışlarıyla bu kaleyi çökertti ve ele geçirdi. Bu durumdan kuşkula­nan Uzun Hasan, amcasının oğlu Hurşit Bey’i bir kuvvetle hisara gönderdi. Fakat bu kuvvet, Gedik Ahmet Paşa’mn kuvvetleriyle karşılandı. Yapılan savaşta Hurşit Bey yenilgiye düşerek ordusu dağıldı.
Bu haber Uzun Hasan’ı korkuttu ve ona kendi kuvvetlerinin za­yıf olduğunu anlattı. Kâfi bir hazırlığı da yoktu. Bu sırada Osman­lıların kudretli ve düzenli ordularıyla savaşacak durumda değildi. Bu düşünce içinde barış teklifleriyle annesi SARA Hatun’u Fatih Sultan Mehmed’e gönderdi. Sara Hatun, Bulgar dağındaki Osman­lı ordugâhına geldi ve hoşgörü içinde karşılandı. Fatih Sultan Meh­med mecbur kalındığı takdirde Uzun Hasan’la savaşmayı düşünü­yordu ve savaşa niyetli idi. Ama o sırada Anadolu’da Osmanlılar için pürüzlü haller vardı. Bunlar tamamen ortadan kaldırılmamıştı. Biraz da bu sebepten Trabzon’un Osmanlılar’ın olması şartıyla ba­rışa razı olundu. Uzun Hasan da son yaptığı basiretsiz siyasî yanlış­lığı idrak ettiği için cezasını çekmeye ve bu şartları kabule mecbur oldu. Osmanlılar 1462’de Trabzon ve çevresini tamamen ele geçir­diler ve korunmasını da sağlayarak anavatana döndüler.
Bu durum Uzun Hasan’a rahat bir nefes aldırttı. Şimdilik çok önemli bir tehlikeyi savuşturmuş oldu. Ama kendisine bu acıyı ve­ren hatasını hiçbir zaman unutmayacaktı.
Bu durumdan sonra Uzun Hasan serbest kalmıştı. Şimdi bütün gayretlerini toplayarak dikkatlice etrafındakileri kolluyor, ülkesini genişletme ve kuvvetlendirme yolları arıyordu. Bunu bulmada da gecikmedi. Evvela komşusu Karakoyunlu Devleti ile bozuştu. Er-zurum-Bayburt yönlerine yürüdü. Bu saldırıyı durdurmak ve yur­dunu savunmak için Karakoyunlu ordusu karşısına çıktı. Uzun Ha­san çarptığı kaya sert gelince durdu ve ordusunu geri çekti. Ama fırsat kolladı. Karakoyunluların gafletlerinden faydalanarak onları konak yerinde hazırlıksız yakaladı. 1467 yılında yapılan bu çarpış­ma sonucu Karakoyunlular’ı yok etmeyi başardı. Hükümdarları Cihanşah’ı öldürterek bu devletin bütün topraklarına sahip çıktı. Sal­dırısını durdurmadı, ilerlemesine devam ederek Bağdat’ı kuşattı. Bu sırada Azerbaycan’da işlerin bozulduğunu, ayaklanmalar oldu­ğunu duyunca kuşatmasının 40’ıncı günü kuşatmayı kaldırarak ge­ri döndü.
Cihanşah’a karşı kazandığı zaferi, dost olan İlhanlı hükümdarı Timur’un oğullarından Ebu Sait’e mağrurane yazılmış zafernamelerle beraber Cihanşah’ın gövdesinden ayrılmış kesik başını gön­derdi. Sultan Mehmed’e Cihanşah’ın üç danışmanının kesik başla­rını gönderdi. Fatih Sultan Mehmed bu yakışıksız hareketten çok mütessir oldu, çok üzüldü. İlhanlı hükümdarı Ebu Sait ise Uzun Hasan’ın Azerbaycan içişlerine karışmasını (Azerbaycan’ı Ebu Sa­it adına Cihanşah idare ediyordu) hoş karşılamadı. Uzun Hasan’a karşı savaş açtı. Uzun Hasan ise İlhanlı ordusunu pusuya düşürüp yenilgiye uğratmayı başarınca Ebu Sait’in de başını kestirdi. Bu su­retle de İlhanhlar’ın bütün topraklarına sahip çıktı. Tebriz’i devle­tinin başşehri yaparak ülkesini buradan idare etmeye başladı. Ken­disi için düşman saydığı Gürcistan ve Horasan devletlerini de orta­dan kaldırarak topraklarını kendi sınırları içine sokmak için önce Gürcistan’a saldırdı. Tiflis’i aldı. Sonra Horasan Hükümdarı Hüse­yin’in hükümdarlığına hak iddia ederek yeğeni Yadigâr Mehmed’i bu devletin başına oturtmak bahanesiyle ve Timur oğullarının bir­birine düşmelerinden de faydalanarak Horasan’a yürüdü. Önce He-rat’ı ele geçirdi. Ve sonunda Akkoyunlu İmparatorluğu Horasan­’dan Karaman’a, Gürcistan’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan bü­yük ve kudretli bir devlet haline geldi. Her biri evvelce devlet olan bu yerleri birer vilayet haline sokarak, her birinin başına oğullarını getirdi. Uzun Hasan için bu kıtada iki rakip kalmıştı. Biri Osmanlı İmparatorluğu, diğeri Mısır devleti idi. Bir fırsat çıkmasında bunla­rın da haklarından gelmeyi düşünüyor, artık kendisini Timurlenk gibi görüyor, doğunun tek hâkimi olmak istiyor ve her haliyle Ti-murlenk’i taklide kalkışıyordu. Bu bakımdan harekete geçerek ilk iş olarak toprakları Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisine sokul vaşılmış, tümü sindirilmişti. Fatih Sultan Mehmed, Uzun Ha­san’ın Karaman işlerine karışarak hazırlamakta olduğu tuzağı far-k etmiş, Karamanlılar’a taarruz ederek buraları da ele geçirmişti. Eğer Uzun Hasan, Osmanlı topraklarına fiilen tecavüz etmeseydi, Otlukbeli savaşı hiçbir zaman yapılmayacaktı.
Durumu genel manada özetlersek; Olaylar gösteriyordu ki; Osmanlılar, Akkoyunlular’la savaşı istemiyorlardı. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ise; sadece Cihangir olmak, Osmanlı tah­tına da oturarak Tuna Nehri boylarına kadar uzanan büyük Akko­yunlu İmparatorluğu’nu kurmak hayaliyle bu savaşı daima körük­lemiş, zorlamış ve ateşle kundaklamıştı. Son zamanlarda Uzun Hasan bir çok hileye başvurarak Osmanlı sınırlarını da aşmaya başlamıştı. Akkoyunlu orduları, Afyonkarahisar sancağı sınırları­na kadar sokulmuşlardı.
Afyonkarahisar’da yığmağını yapan ve rastladığı yerde Akko­yunlu ordusuna taarruza karar veren Fatih Sultan Mehmed’in oğ­lu Şehzade Mustafa, 19 Ağustos 1472 günü Eflatunpınarı’nda düşman kuvvetlerine rastladı. Sağma Gedik Ahmed Paşa’yı, so­luna da Rumeli Sancak Beyi Mehmed Bey’i alarak, kendisi de merkezde yer aldığı tertipte, Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Yusufça Mirza kuvvetlerine taarruza geçti. Şiddetli ve kanlı çarpış­malardan sonra ikindi vaktine doğru Eflatunpınarı savaşının so­nucu belli oldu. Osmanlı ordusu, Akkoyunlu ordusunun iki yanı­nı da çevirip onları çember içine alarak tamamını yok etmişti. Bu savaşta Akkoyunlu ve Karamanoğlu kuvvetlerine komuta eden birçok komutan, bu meyanda Mehmet Bakırcan öldürülmüş, Yusufça Mirza ile kardeşi esir edilmişlerdi. Karaman ordusundan yalnız Pir Ahmed ile Kasım beraberindeki pek az bir askerle fır­satını bulup kaçmışlar, ancak canlarını kurtarabilmişlerdi. Bu ha­ber İstanbul’da duyulmuş, Padişah Fatih Sultan Mehmed; artık Akkoyunlular’la bir ölüm kalım savaşının yapılmasının zorunlu olduğunu ve savaştan kaçmanın mümkün olmayacağını anlamış ve hazırlığa karar vermişti. Böyle önemli bir savaş hazırlığı sıra­sında önemli işler başarabilecek yegâne adam Mahmud Paşa idi. Mahmud Paşa o sırada Gelibolu’da demirli bulunan donanmaya komuta ediyordu. İstanbul’a acele olarak çağrıldı. Kendisine sad­razamlık görevi verildi. Aynı zamanda Anadolu’dan Şehzade Mustafa ve Gedik Ahmet Paşa da İstanbul’a çağrıldılar. 1472 Ey­lül ayında Fatih Sultan Mehmed başkanlığında askeri meclis top­landı. Bu toplantıda o devirdeki büyük komutanlar, Sadrazam Mahmud Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Şehzade Mustafa hazır bulun­dular. Genel durumu gözden geçirdiler. Komutanların görüşleri soruldu. Sadrazam Mahmud Paşa; Eylül ayında bulunulduğunu, * kış aylarında Anadolu’nun bu havalisinde kışın çok şiddetli geç­tiğini ve bu şartlar altında savaşın yapılma güçlüklerini anlattı. Ay­rıca bu tür önemli savaşa kısa bir hazırlıkla çıkmanın doğru olma­yacağını, acele toplanmış kuvvetle Uzun Hasan gibi büyük, kudret­li bir Türk hükümdarının üzerine gitmenin tehlikeli olacağını, bu bakımdan şimdilik yalnız KARAMAN’daki düşmanlarına karşı bir hareketin uygun olacağını, Uzun Hasan’a karşı yapılacak harekâtın gelecek bahardan sonraya bırakılmasını, bu kış aylarında, hazırlık ve eğitimle uğraşılmasını söyledi.Gedik Ahmed Paşa da Mahmud Paşa’mn düşüncelerine aynen katıldığını, yalnız bir ilave düşünce olarak; Rumeli’nden Anado­lu’ya geçirilecek Akıncılarla gelecek bahara kadar, düşman sınırla­rı içinde akınlar yapılıp, düşmanın taciz edilmesinin yararlı olaca­ğını anlattı. Padişah ve askeri meclisin geri kalan üyeleri bu düşün­celere katıldıklarını ve uygun bulduklarını söylediler. Gelecek ba­hara kadar savaş hazırlıklarının yapılmasına, askerin eğitilmesine, düşman saldırılarından sıyrılarak akınlar düzenlenmesine, ayrıca Karaman’a bir hareketin düzenlenmesine karar verildi. Bu karar gizliliğine önem verilerek bütün ülkeye duyuruldu, toparlanmaları emredildi.

OTLUKBELİ MEYDAN MUHAREBESİ İÇİN OSMANLI ORDUSUYLA AKKOYUNLU ORDUSUNUN SAVAŞ HA­ZIRLIKLARI, YIĞINAKLARI, SAVAŞ ALANINA YÜRÜ­YÜŞLERİ:

OSMANLI ORDUSU:
1472 sonbaharı ve kışı, Osmanlılar ül­kesinde Otlukbeli savaşı için hazırlıklarla geçti. Beylerbeylerine, sancak beylerine, kadılara ulaştırılan emir gereği; savaşta lazım olacak yiyecek ve yem, taşıyıcı araçlar, ordunun savaş alanına gi-
derken yürüyeceği yollar üzerinde dağıtım noktaları halinde topla­nıyordu. Bahara doğru da ordunun toplanmasına başlandı. Rumeli askerleri için toplanma yeri Bursa ovasının Yenişehir bölümü seçil­di. Kuvvetler beylerbeyi, sancak beyleri komutasında parça parça önce Gelibolu’ya geliyor oradan Çanakkale’ye geçilip, yığınak yer­lerine gidiliyordu. Ordunun Başkomutanı Fatih Sultan Mehmed, Yenişehir’e gelince yığınak sona erecek, ordu doğu genel istikame­tinde yürüyüşe geçecekti. Batı ve Güney Anadolu askeri; Karaman Valisi Şehzade Mustafa komutasında toplanacak, kendilerine yığı­nak yeri olarak gösterilen Beypazarı bölgesine gideceklerdi. (Bu kuvvetler 19.8.1472’de EFLATUN PINARI’NDA AKKOYUNLU ORDUSUNU yenerek KARAMAN’a sahip olmuşlardı.) Bu çarpış­ma ve zafer kazanıldıktan sonra dağılmamışlar bütün kışı silah al­tında savaşa hazırlanarak geçirmişlerdi. Ordu doğu istikametinde yürüyüşe geçince bunlar da BEYPAZARI’ndaki Yığmak yerinden kuzeye doğru yürüyüşe geçtiler.
Kuzey Anadolu kuvvetleri ise, Amasya Valisi Şehzade Baye-zid komutasında KAZOVA’da toplanacak, ordunun büyük kısımı-m bekleyeceklerdi. Bunların da ilerisinde, sınır boylarında Rume­li akıncıları vardı. Rumeli’den buralara evvelki yılın son baharın­da getirilmiş ve kış boyunca sınır boylarında kendilerine verilen görevi yapmışlardı. Bu kuvvetlerden bir bölümünün komutanı olan Rumeli Beylerbeyi Mihaloğlu Ali Bey Sivas eyaletine, karde­şi İskender Bey Kayseri sancağı bölümüne, küçük kardeşi Bali Bey de Niksar subaşılığına atanarak, devletin sınır boylarının ko­runması ve düşman sınırları aşılarak düşmanı taciz etmek, hazırlık­larını bozmak görevi verilmişti. Mihaloğlu Ali Bey de düşman sı­nırlarını geçerek, köy ve kasabalara baskınlar vererek, oraları ya­ kıp yıkarak ve birçok yerleri de yağma ederek aldıkları emirleri yerine getirmiştir.
1473 yılının Mart ayının sonunda Fatih Sultan Mehmed, or­du karargâhı ve kapıkulu yayaları ve süvarileriyle Üsküdar’dan yürüyüşe geçerek, İznik üzerinden Yenişehir’e varmış, burada Rumeli kuvvetleriyle birleşip, yürüyüşüne devam ederek Geyve üzerinden Beypazarı’na varıp, orada kendilerini bekleyen Şehza­de Mustafa’nın kuvvetlerini de arkasına takarak Ankara üzerin­den Kazova’ya gelmişlerdi. Burada kendilerini Şehzade Baye-zid’in komutasındaki Kuzey Anadolu askerleri bekliyorlardı. Ka-zova’da bir süre istirahat edildi ve sonra Sivas’a doğru yürüyüşe geçildi. Sınıra varıldığı halde düşman tarafında bir kıpırdanma görülmüyordu. Bir haber de alınmamıştı. Düşmanı meydana çı­karmak için keşfe karar verildi. Ve düşman toprakları içine doğ­ru yürüyüş için hazırlığa başlandı.

AKKOYUNLU ORDUSUNDA:
Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in gönderdiği mek­tup, kışın ilk ayılarında, Akkoyunlu başşehri Tebriz’e ulaşmıştı. Bu mektupla ezcümle, gelecek yaz aylarında bir savaşın beklen­mesi belirtilmişti. Zaten bir süreden beri Osmanlı akıncılarının sınır boylarındaki hareketleri, ülke içlerine kadar sızarak yaptık­ları yıkma ve yağmalamalar savaşın başlangıcı sayılabilirdi. Ka­raman batısında Eflatunpınarı’nda Uzun Hasan’ın oğlu Yusufça Mirza kuvvetlerinin uğradığı elim yenilgi de bu savaştan canları­nı kurtararak kaçabilen Karamanoğulları’ndan öğrenilmişti. Bu suretle Uzun Hasan artık Osmanlılar’ın bir savaşa her yönden ha­zır olduklarını biliyordu. Bu durum karşısında Uzun Hasan da esaslı bir hazırlığa karar verdi. Akkoyunluların korunmasına gir­miş bütün eyaletlere emirler göndererek baharda Osmanlılar’la yapılacak savaş için toplamlacağı, bu bakımdan şimdiden her türlü hazırlığın yapılması bildiriliyordu. Bu suretle İran, Irak, Azerbaycan, Kürdistan ve bütün Türkmenler için seferberlik ilân edilmiş oldu. İleri toplanışta Erzincan bölgesinde, ordunun asıl kuvvetlerinin Tebriz’de toplanmaları plâna alındı. Genel yığmak yerinin Tebriz olduğu bütün ülkeye duyuruldu. Uzun Hasan, ya­pacağı bu savaşta bütün ümidini Türkmenlere bağlamıştı. Kara-koyunlulara pek inanmıyordu. Ama bunların bir bölümünü para ile, bir bölümünü de aldığı tedbirlerle işe yarayacak bir hale soka­bileceğine inanıyordu.

İKİ ORDUNUN HAREKÂT PLÂNLARI:
Osmanlı ordusunun harekât plânı:
1 - Düşman toplama yaparken Osmanlı akıncıları sınırları geçe­rek yığınak olabilecek yerleri yıkacak, yakacak. Bölgedeki halkın morali bozulacak. Ordunun da rahatlıkla toplanmasına engel olu­nacak,
Ordu toplanırken veya yürüyüşe geçtiği sırada vatan sınırla­rına girmek isteyecek düşmanı önlemek üzere şimdiden tedbirini alacak,
Yığınak mahali çepeçevre korunacak,
Yığınak kuvvetli bir örtü gerisinde emniyet içinde yapıla­cak, Akkoyunlular’m müttefiklerine karşı önleyici tedbirler alına­cak, Toplanmadan sonra mümkün olduğu kadar süratle yürüne­rek, düşmana sokulunacak,
6- Düşmana rastlandığı yerde taarruz edilecekti.
Akkoyunlu ordusunun harekât plânı:
Ordu asıl bünyesiyle ülkenin merkezinde, büyük bir bölü­müyle sınır bölgesinde toplanacak, bu suretle büyük bölümünün tertibatı bir örtü gerisinde hazırlanacak.
Toplanmadan sonra süratle Osmanlı ordusuna doğru derle­necek,
Osmanlılarla temas sağlanınca, ilerde bulundurulacak kuv­vetlerle devamlı düşman ileri kısımlarına taarruz edilerek, gerilere sızılarak Osmanlı kuvvetleri hırpalanacak, rahat hareketlerine en­gel olunacak, aynı zamanda düşman ana kuvvetlerinin hazırlanan savuma mevzileri üzerine gelmeleri sağlanacak (kanalize edile­cek).

4- Sarp yollu, uzak bir yerde hazırlanmış savunma mevzilerin­de savaşa önce savunma ile başlanacak. Osmanlı ordusun bu mev­zilere saldırısı mevzilerde beklenecek, pusuya düşürülmek üzere tertipler alınacak, sonuca gitmek üzere hazırlıksız ve yorgun bir halde savaşa zorlanacak, bu suretle de zamanında karşı taarruza geçerek yok edilecek.
Savaş için her iki tarafın plânları gereği alınmış oldukları ter­tip ve düzenleri:

OSMANLI ORDUSUNDA:
Başkomutan, Osmanlı Devleti Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han. Danışmanı (Kurmay Başkanı) Sadrazam Mahmud Paşa. Sağ yan kuvvetleri: Komutanı Amasya Valisi Şehzade Baye-
zid.
Danışman ve yardımcısı Gedik Ahmet Paşa. (Lalası İbrahim Paşa da yanlarında).
Kuvvetleri: Rumeli ordusu, tahminen 30.000 piyade, süvari...
Merkez Kuvvetleri: Başkomutan Fatih Sultan Mehmed.
Kuvvetleri: 10.000 yeniçeri yaya askeri. 10.000 kapıkulu süva­risi. Toplam: 20.000.
Sol yan kuvvetleri: Konya Valisi Şehzade Mustafa komutasın­da. Danışman va yardımcısı Anadolu Beylerbeyi Davut Paşa..
Kuvvetleri: Anadolu ordusu 50.000 piyade, süvari...
Genel yedek ve gerinin koruyucuları: Komutanı Akıncılar Ko­mutanı Mihaloğlu Ali Bey,
Kuvvetleri: Rumeli akıncıları,
Osmanlı ordusu genel olarak 100.000’den fazla idi. Ordu iyi eğitilmiş mükemmel silahlandırılmıştı. Ellerinde bol topları da vardı.

AKKOYUNLU ORDUSUNDA:
Başkomutan, Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan.
Sağ yan kuvvetleri: Kazvin hâkimi ve Uzun Hasan’ın küçük oğlu Zeynel Mirza ve kuvvetleri.
Merkezde: Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ve kuvvetleri.
Sol yan kuvvetleri: Komutanı Şirvan hakimi ve Uzun Hasan’ın ikinci oğlu Mehmed Mirza ve kuvvetleri.
Akkoyunlu ordusunun eğitimi Osmanlı ordusu derecesinde de­ğildi. Piyadesi az, süvarisi çoktu. Orduda yeteri kadar top da yok­tu. Genel kuvveti 100.000 kadardı.


OTLUKBELİ MEYDAN MUHAREBESİNİN YAPILIŞI 11 Ağustos 1473
Otlukbeli Savaşı Osmanlı Devleti'ni sosyal, siyasal, ekonomik açıdan nasıl etkiledi?
Savaş Akkoyunlu öncü kuvvetlerinin taarruzu ile başladı. Ve saatlarce bir öncü savaşı halinde devam etti.
Osmanlı ordusu komutanlarından Davut Paşa, düşman öncü kuvvetleri tepelerden aşağı inmeden derenin ön sırtlarını ele geçi­rip, ordusuna hazırlık zaman ve alanı kazandırmak istiyordu. Bu­nun için dereyi geçti ve tepelere doğru taarruza başladı. Fakat düş­man da durmuyor, üstün kuvvetle geliyordu. Akkoyunlu İshak Bey komutasındaki kuvvetler, Osmanlı öncü kuvvetleriyle karşılaştılar. Davut Paşa kuvvetleri inatla karşı koyuyor ve direniyorlardı. Bu savaş olurken Akkoyunlu ordusu geride tepeler üzerinde hazır bir durumda ve adeta öncü savaşını seyrediyor ve sonucu bekliyordu. Davut Paşa, öncü savaşlarıyla ordunun büyük kısmının hazırlan­ması için gereken zamanı kazandırmıştı. Akkoyunlu öncüleri ye­nildi ve çekildi. Bu yenilgiden faydalanan Osmanlı ordusu fırsatı değerlendirdi ve dere içinde son hazırlıklarını da tamamladı. Os­manlı ordusu, Akkoyunlu ordusunun duraklamasından faydalana­rak iki yan kuvvetleriyle birden aynı zamanda taarruza başlamıştı. Şehzade Mustafa’nın kuvvetleri dereyi geçerek düşmanın sağ ya­nında bulunan Zeynel Mirza’nın kuvvetlerine doğru ilerliyordu. Rumeli azapları, süvarinin önünde gidiyordu.
Düşmanla ok menziline girince, okları kullanmaya başladılar ve hemen cepheyi süvari kuvvetlerine açtılar. Bu sefer Osmanlı kuvvetleri şiddetli taarruza geçtiler. Akkoyunlu süvarileri de karşı koyunca öldüresiye bir boğuşma başladı. Osmanlı Azap askerleri bu sırada yanlardan düşman süvarilerine ok yağdırıyorlardı. Bir süre sonra Akkoyunlu yayaları da bunların üzerine yüklenmeye başladı. Davut Paşa, Şehzade Mustafa’nın komuta ettiği kuvvetle­rini savaşa teşvikte fevkalade bir gayret gösteriyor, kendini feda edercesine ileri atılıyor, cesarette ve şecaatte askerlerine örnek olu­yordu. Şehzade Mustafa kuvvetleri bütün toplarını düşman üzeri­ne çevirmiş, ateş yağdırıyorlardı. Sadrazam Mahmud Paşa’mn al­dığı tadbirler meyanında, gerilerde uygun yerlerde mevzilendiril-miş merkez kuvvetlerine ait toplar da bu ateşe katılıyor, kendile­rinde bu silaha karşı koyacak miktarda topları bulunmayan Akkoyunlular üzerinde Osmanlı topların büyük tesiri oluyor, onlara bü­yük kayıplar verdiriyordu.
Osmanlı ordusunun Bayezid küvetleri de düşmanın sol yanda­ki Mehmed Bey kuvvetlerine saldırıya geçmişlerdi. Dereyi geç­mek bu birliklere zorluk vermiş, havanın çok sıcak olması, dere içinde hava ceryanı bulunmaması askeri bunaltmıştı. Tepeye bir an evvel çıkarak bu kötü durumdan kurtulmak için, çıkması kolay ta­rafa yönelmiş, bu süratle de düşmanın sol yan kuvvetleri yerine, merkez kuuvetlerinin sol bölümüne düşülmüştü. Düşmanın sol yan kuvvetlerinin önündeki dereyi Osmanlı sağ yan kuvvetlerinin geç­mesine meydan vermemesi bunda amil olmuştu. Akkoyunlu sol yan kuvvetlerinin, hareketsizliği uzun bir süre savaşa seyirci kal­maları bu kuvvetlerin umdukları, Osmanlı kuvvetlerinin imhasını sağlama görevi almış olmasında aranır. Halbuki bu halleri Osman­lıların çok işine yaramıştır. Şehzade Bayezid’in lalası İbrahim Pa­şa’mn teşvikiyle yaptığı savaş az sonra kızışmış ve pek şiddetli ta­arruz yapan Osmanlı sol yan kuvvetleri düşmanın içlerine o kadar girmişlerdi ki, sağ ve sol yan kuvvetleri birleşmeye başlamıştı. Ak-koyunlu’nun merkezindeki kuvvetler için çok tehlikeli bir hal alan bu durum karşısında Uzun Hasan bile Anadolu süvarilerinin üzeri­ne at sürmek, boğuşmak zorunda kalmıştı. Bu sırada Osmanlılar’ın Şehzade Mustafa kuvvetlerinde savaşın en kızışmış bir hali yaşa­nıyordu. Dost düşman birbiri içine karışmış ölesiye dövüşüyorlar­dı. Türkmen süvarileri, azap askerlerinin ortalarına kadar girmiş, azap askerleri ise kendilerinden beklenmeyen bir cesaretle karşı koyuyor, ölüyor, ama daha çok öldürüyorlardı. Osmanlı süvarileri de düşman saldırılarını kırıyor, mukabil saldırlarla onları püskür­tüyorlardı. Osmanlılar’da dövüşme nöbeti yapılıyordu. Yorulanla­ra dinlenme fırsatı veren arkadaşlarıyla yer değiştiriyorlar, yeni ve zinde kuvvetlerle düşmanın karşısına çıkıyorlardı (bu fasılalarda namaz kılıyorlardı). Akkoyunlular bütünüyle savaşa katıldıkların­dan, aralıksız savaşa devam çaresizliğinde idiler.
Bu bakımdan Akkoyunlular perişan olup, karşısındaki zinde kuvvetlerin saldırılarına dayanamıyor ve yok oluyorlardı. Bu şart­larda birkaç saat çarpışan düşman süvarilerinin geriledikleri görü­lüyordu. İşte bu sıralarda Osmanlı sağ yan kuvvetleri için bir teh­like başgöstermekte idi. Düşman merkez kuvvetlerinin sol bölü­münde çarpışan Bayezid kuvvetlerinin karşısındaki düşman süva­rileri dereye doğru çekilmeye başlamıştı, ama düşmanın sol yan kuvvetleri yavaş yavaş ilerleyerek bu kuvvetlerin gerisine düşme­ye başlamıştı. Bu sırada Gedik Ahmed Paşa durumu gördü ve Şeh­zade Bayezid’e durumu göstererek, henüz savaşa girmemiş olan kuvvetlerin büyük bir bölümünü geri çevirerek düşmanın sol yanı­nın iç kısmına doğru saldırıya geçirdi. Biraz sonra bütün Rumeli ordusu düşman merkez kuvvetlerine yaptığı saldırıdan, düşman merkez kuvvetlerinin Şehzade Mustafa kuvvetleriyle çok sıkı bir şekilde boğuşmakta olmasından faydalanarak sıyrılmış ve düşma­nın sol yan kuvvetlerine dönme imkânı bulmuştu, Şehzade Baye-zid’in bu yeni saldırısı, düşmanın sol yanındaki Mehmed Bakır komutasındaki süvarilerine çattı. Bu kuvvetlerle, çok kanlı hücum­lar ve bunlara ilave olarak çok şiddetli top, tüfek atışları ile düş­man sarsılmış komutanları Mehmed Bakır esir düşmüştü. Bu birli­ğin sancağı da Osmanhlar’m eline geçmişti. Bozulan bu süvari bir­liği kaçmaya başladı, kovalanarak Oğuzlu Mehmed’in üzerine atıl­dılar. Osmanlı taarruzu daha da şiddetlendi. Bu kuvvetlere de yük­lendi. Bu sırada Osmanlı ordusu sol yan kuvvetlerinden bir Ana­dolu sipahisi olan Sivaslı ORUÇ, düşman sağ yan kuvvetleri ko­mutanı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Mirza ile karşılaştı. Ve onu bir kılıç darbesi ile atından düşürdü, bir hamlede başını gövdesinden ayırarak, bu başı düşman süvarilerine gösterdi. Komutanlarının ke­sik başını gören Akkoyunlular’ın morali bozuldu ve yüzgeri ede­rek tepelerden derelere doğru kaçmaya başladılar. Bu kuvvetlerin elindeki bütün tepeler Osmanlılar’ın eline geçti. Şehzade Musta­fa’nın taarruzlarına karşı koyamayan Akkoyunlu Oğuzlu Mehmed, kendi merkez kuvvetleri üzerine ve gerisine doğru gerilemeye baş­ladı. Uzun Hasan da yan kuvvetlerine yardım etmek için sağa sola saldırıyordu. Ama başarılı olamıyor, Osmanlı saldırılarını durudu-ramıyordu. Çaresiz genel duruma uymak zorunda kaldığından tut­tuğu tepeleri boşaltmak zorunda kaldı.
Bu çarpışmalar yapılırken Fatih Sultan Mehmed’in komuta et­tiği merkezdeki kuvvetler karşılarına isabet eden çok sarp tepelere çıkmaya çalışıyor ve bu çıkış çok müşkilatlı oluyordu. Tepeye yaklaştığı sırada, Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Mir-za’nm kesik başı padişaha getirilmiş ve düşmanın sol yan kuvvet­lerinin bozguna uğratıldığı haberi de verilmişti.
Uzun Hasan savaşın aleyhine döndüğünü görmüş, bütün ye­deklerini de kullanarak savaşa girişmişti, ama bir sonuç alamamış, İki yanda bulunan kuvvetlerinin de bozguna uğratıldığını öğren­mişti. Bugüne kadar yaptığı bütün savaşlarda daima kazanan ted­birli, kudretli ve eli, kolu olan bir oğlunun komuta ettiği kuvvetler bozulmuş, oğlu esir edilmişti. Şecaatlarıyla ve korkusuzluklarıyla tanınmış diğer iki oğlunun da öldürülmüş olduğunu artık biliyor­du. Gerçi kendi merkezdeki kuvvetlerini henüz kullanmamıştı, ama bir bölümüyle savaşmak zorunda kalmış olmasına rağmen, Osmanlı ordusu yedekleri henüz hiçbir savaşa katılmamış zinde ve hazır bir halde bulunuyordu. Ayrıca uzun bir çalışma ile tahkim et­tirip hazırlattığı savunma mevzilerinin bulunduğu tepeler hemen hemen tamamı Osmanlıların eline geçmiş ve Osmanlı ordusunu üstün bir duruma çıkarmıştı. Savaşı biraz daha devam ettirse, biraz sonra Osmanlı merkez kuvvetlerinden bir daha yakasını kurtara­mayacak, bütün Akkoyunlu ordu bakiyesi dereler içinde tıkanıp kalacaklar ve bu sebeple de tamamen yok olacaklardı. Bu suretle Uzun Hasan kendi kazdığı kuyuya düşmek üzereydi.
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın yaptığı durum muhake­mesi mükümmeldi. Kararını vermişti. Çekilecekti. Acele, ordusu­na çekilme emri verdi. Yalnız ordusunun büyük bir kısmı Osman­lı ordusunun elinde kolay çözülebilecek durumda değildi. Uzun Hasan ancak kendi yakınlarından bazılarıyla kaçabildi. Ve canını kurtarabildi. Pir Ahmed, Oğuzlu Mehmed Bey kaçıp kurtulanlar arasında idi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, 3 günlük yolu bir günde alarak Bayburt’a vardı. Burada bulunan aile efradını topla­yarak Tebriz’e yolladı. Uzun Hasan ve bazı büyük komutanların ordularını başıboş bırakıp kaçtıklarını öğrenen Akkoyunlu askeri artık can derdine düşmüşlerdi. Savaş 8 saat sürmüş, akşamın ka-ranlığıyla beraber çarpışmalar sona ermişti. Akkoyunlu ordusu ye­nik ve perişan bir halde derelerin içini doldurmuş, canını kurtar­mak için galibin lütfunu bekliyorlardı. Ordunun bütün ağırlıkları ve hatta hükümdarın bütün hazinesi tamamen Osmanlılar’ın eline geçmişti.
Ertesi gün savaş meydanında divan toplandı. Durum yeniden gözden geçirildi. Kaçan düşmanın takip edilip edilmemesi hakkın­da komutanların fikirleri soruldu. Bütün komutanlar düşmanın ta­kip edilerek sonucun kesinleşmesini istiyorlardı. Yalnız Sadrazam Mahmud Paşa; komutanların düşüncesinde değildi. Çünkü genel duruma tamamen vakıftı; Osmanlı Devleti’nin siyasî durumu iyi değildi. Bir an evvel anavatana dönmek, eldeki meseleleri hâllet­mek icap ediyordu. Takip edip yok edilecek düşman, İslâm ve Türk’tüler. Çiğnenecek topraklar, din ve ırk kardeşlerinin toprak­ları idi. Bu bakımdan bu yerleri yakıp yıkmak ve yağma etmek doğru bir hal tarzı olmazdı.
Çiğnenecek alanlar, ele geçmekle büyük kazançlar beklenen yerler de değildi. Mevsim de geçmekte, kış yaklaşmakta idi. Bu düşünceler karşılaştırılmasından da çıkacak hüküm belli idi. Düş­man ordusunun takibi faydadan ziyade zarar verici olacaktı. Hal­buki kazanılan bu zafer, artık düşmanın en az 20-25 yıl belini doğ­rultmasına imkân vermeyecek şekilde zayıf ve perişan düşürmüş­tü. Sadrazam Mahmud Paşa’mn bu konuşması ve muhakemesi, Padişah Fatih Sultan Mehmed ve bütün komutanlarca haklı görül­müş ve düşmanın takibinden vazgeçilmiştir. Osmanlı ordusu daha 3 gün savaş alanında kalmış, 4’üncü günü dönüş hazırlıklarına baş­lamıştı. Savaş alanında kalınan günler içinde, esirler gözden geçi­rilmiş, Karakoyunlu büyükleri ve askerleri tamamen salıverilmiş, esir düşen Akkoyunlu büyüklerinin çoğu idam edilmiş, bir bölümü de tutuklanmıştı. Bunlardan Timur oğullarından Mehmed Bakır, komutanları Zeynel, Muzaffer Mirza’lar, Amasya tutukevine gön­derilmişlerdi. Başlıca Akkoyunlu büyüklerinden ve Uzun Ha­san’ın akıl hocası, hiyle ve hud’a adamı Alpagut Mehmed ile Ça­kırlı Bayezid’in oğlu Ömer Bey de tutuklular arasına katılmışlardı. Osmanlı uyruklu iken, bilim için İran’a giden, orada Uzun Ha­san’ın emrine giren ve Uzun Hasan’ın Osmanlılar’a savaş açması için telkinlerde bulunan, onu teşvik eden Titrek Sinan Bey oğlu Si­nan Bey de idam edilenler arasında idi. İlim irfan sahibi kişilere il­tifat edildi. Bunlar içerisinde, 10-15 şöhretli bilgin vardı. Ayrıca sanatkârlar da ayrıldı. Bunlar topluca Padişah’ın misafiri olarak Osmanlı ülkelerine gönderildi. Ördu dönüşünde beraberinde gö­türdüğü 4000 kadar Akkoyunlu’dan her gün 400 kadar Akkoyun­lu idam edilerek cezalandırıldı. Dönüş Afyonkarahisar yoluyla ya­pıldı. Yürüyüşe başladıktan 8 gün sonra Afyonkarahisar kalesine gelindi. Kale kuşatılarak ele geçirildi. Zaten Uzun Hasan’ın ordu­sunun yenik düştüğünü kale komutanı Dırop Bey öğrenince kaleyi savaşsız Osmanlılar’a teslim etmişti. Karahisar sancağı da bu su­retle Osmanlılar’ın eline geçmiş oldu. Buradan her tarafa zaferna-meler yazıldı ve gönderildi. Bu mektuplardan birerleri de o sıralar­da Kastamonu Valisi olan Fatih’in oğlu Şehzade CEM’e ve Hora­san hükümdarı Hüseyin Yadigâr’a gönderilmişti. Ülkenin bütün sancak beylerine zafer şenlikleri yapılması emredildi. Uzun Ha­san’ın oğlu Zeynel Mirza’nm kesik başı da halka gösterilmesi için İstanbul’a gönderildi. Ordu yoluna devam ederek, geceleri konup gündüzleri yürüyerek İstanbul’a geldi. Savaş alanında ele geçiril­miş olan Akkoyunlular’ın hazinesi çok yüklü idi. Hazineden bu sa­vaş için alman 100 yük akçe hazineye iade edildi. Savaşa başlama­dan evvel askerlere maaşlarına karşılık avans olarak verilen 10 milyon akça da askere bağışlandı.
Osmanlı ordusu, Otlukbeli meydan savaşından muzaffer bir şe­kilde anavatana dönünce, Rumeli kuvvetleri yerlerine, daimi ordu da İstanbul’a gitmiş bulunuyordu. Anadolu ordusu ise Karaman’a dönmüş, bütün Karaman topraklarını ele geçirerek, Osmanlılar için daima bir tehlike olmuş bu bölgeyi ebediyen ortadan kaldırmış ve Osmanlı sınırları içine almıştı. Kazanılan Otlukbeli zaferiyle 1514 yılında Şah İsmail’le Yavuz Sultan Selim’in yapacakları Çal­dıran savaşına kadar doğudan hiçbir tehlike gelmemiş, Osmanlılar bu 40 yılı doğuya karşı rahat ve huzur içinda geçirirken, batıda Av­rupa’da istedikleri gibi at oynatmışlar, batıdaki düşündükleri bütün hedeflerine rahatlıkla ulaşmışlar, uygarlıklanı buralara da eriştir­meyi başarmışlardır.
Buradada var:Otlukbeli Savaşı (Otlukbeli Zaferi)

Benzer Konular

12 Kasım 2013 / Misafir Soru-Cevap
19 Aralık 2014 / Misafir Soru-Cevap
9 Şubat 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
19 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap
24 Kasım 2011 / Misafir Soru-Cevap