Arama

Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde Türkçe ile ilgili yapılan çalışmalar nelerdir? - Sayfa 7

Güncelleme: 7 Nisan 2014 Gösterim: 41.725 Cevap: 68
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Kasım 2013       Mesaj #61
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayan dil tartışmaları, gerçekte yüzyıllardır yaşanan bir sorunla Türk aydınlarının yüzleşmesidir. Osmanlı devletinde dil sorunu ilk defa en ciddi biçimde, Kanun-ı Esasi’nin hazırlanışında ve Heyet-i Mebusan’da (Birinci Meclis-i Mebusan) resmi makamların gündemine gelmişti. Devletin bünyesine yeni bir kurum olarak katılacak Heyet-i Mebusan, ülkenin değişik yörelerinden gelecek mebuslardan oluşacaktı. Üç kıtaya yayılmış bulunan Memalik-i Devlet-i Osmaniye’nin farklı uluslardan oluşan tebaasını temsil edecek bu mecliste farklı dilleri konuşan insanların bulunacağı muhakkaktı. Farklı dilleri konuşan mebusların mecliste nasıl anlaşacağı, yasama işlevini hangi dille yerine getirecekleri önemli bir sorundu. Bu nedenle, Kanun-ı Esasi hazırlanırken 18. ve 68. maddeler devletin diline ayrıldı. Kanun-ı Esasi’nin 18. maddesinde "Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır." denilerek hem devletin resmi dilinin Türkçe olduğu belirtiliyor, hem de devlet kadrolarında görev alacak kişilere Türkçe bilme şartı getiriliyordu. Heyet-i Mebusan’a kimlerin seçilemeyeceği de 68. maddede sıralanırken ".salisen Türkçe bilmeyen.mebus olamaz" denilmektedir (Kili 1982: 18). Bu maddenin son cümlesi, dört yıl sonra yapılacak seçimlerde mebus olabilmek için Türkçe okumak ve yazmak şartı aranacağı şu cümleyle belirtilir "Dört seneden sonra icra olunacak intihaplarda mebus olmak için Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak dahi şart olacaktır.".
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Kasım 2013       Mesaj #62
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayan dil tartışmaları, gerçekte yüzyıllardır yaşanan bir sorunla Türk aydınlarının yüzleşmesidir. Osmanlı devletinde dil sorunu ilk defa en ciddi biçimde, Kanun-ı Esasi’nin hazırlanışında ve Heyet-i Mebusan’da (Birinci Meclis-i Mebusan) resmi makamların gündemine gelmişti. Devletin bünyesine yeni bir kurum olarak katılacak Heyet-i Mebusan, ülkenin değişik yörelerinden gelecek mebuslardan oluşacaktı. Üç kıtaya yayılmış bulunan Memalik-i Devlet-i Osmaniye’nin farklı uluslardan oluşan tebaasını temsil edecek bu mecliste farklı dilleri konuşan insanların bulunacağı muhakkaktı. Farklı dilleri konuşan mebusların mecliste nasıl anlaşacağı, yasama işlevini hangi dille yerine getirecekleri önemli bir sorundu. Bu nedenle, Kanun-ı Esasi hazırlanırken 18. ve 68. maddeler devletin diline ayrıldı. Kanun-ı Esasi’nin 18. maddesinde "Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır." denilerek hem devletin resmi dilinin Türkçe olduğu belirtiliyor, hem de devlet kadrolarında görev alacak kişilere Türkçe bilme şartı getiriliyordu. Heyet-i Mebusan’a kimlerin seçilemeyeceği de 68. maddede sıralanırken ".salisen Türkçe bilmeyen.mebus olamaz" denilmektedir (Kili 1982: 18). Bu maddenin son cümlesi, dört yıl sonra yapılacak seçimlerde mebus olabilmek için Türkçe okumak ve yazmak şartı aranacağı şu cümleyle belirtilir "Dört seneden sonra icra olunacak intihaplarda mebus olmak için Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak dahi şart olacaktır.".
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Aralık 2013       Mesaj #63
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
inasi, Arap harflerinin basımda yaşattığı güçlükler karşısında yeni harfler ve noktalama işaretleri döktürtmüş, uyguladığı sistemle baskı sisteminde yaklaşık 400 olan işaretleri 112’ye indirmişti. Ali Suavî Ulûm gazetesindeki yazılarında Arap alfabesinin kusurlarına değinmişti. Namık Kemal de alfabe sorununa değinmiştir. Ancak Şinasi de, Ali Suavî de, Namık Kemal de alfabenin değiştirilerek Lâtin yazısının kabulünü hiç düşünmemişlerdir. Hatta alfabe konusunda İran Elçisi Melkum Han ile tartışmaya girişen Namık Kemal, Lâtin harflerinin alınmasına karşı olduğunu yazmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Aralık 2013       Mesaj #64
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk toplumunda 1860-1896 yılları arasındaki edebiyat etkinlikleri “Tanzimat edebiyatı” adı altında toplanır. “Batılılaşma” olgusunu gerek basın gerek edebiyat yapıtları aracılığıyla yaygınlaştırmaya çalışan Tanzimat dönemi yazarları Batı şiir roman ve tiyatrosundan oldukça etkilendiler. Bu etkilenmeler özellikle çeviri yoluyla gerçekleşti. Tanzimat yazarları sanat anlayışları bakımından ikiye ayrılabilir: Namık Kemal Şinasi Ahmet Mithat Efendi ve Ziya Paşa’yı kapsayan birinci kuşak (1860-1875); Recaizade Mahmut EkremSarnipaşazade Sezai Nabizade Nazım ve Abdülhak Hamit’i kapsayan ikinci kuşak (1875-1896). Birinci kuşak “sanat toplum içindir” ikinci kuşak ise “sanat sanat içindir” İlkesini benimsemiştir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Aralık 2013       Mesaj #65
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Öf ya bi türlü bulamadım lütfen meşrutiyet dönemi ile ilgili cvp...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Ocak 2014       Mesaj #66
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tanzimat döneminde ilk olarak Batı edebiyatından bazı romanlar çevrilmiş, bu çevirileri örnek alan Tanzimat romancıları, "Batılılaşma", "yanlış eğitim", "esirlik" gibi toplumsal kavram ve kurumları bazen alaycı, bazen de gerçekçi bir biçimde işlemişler, romantizm (Namık Kemal, Ahmet Mithat Ffendi, Şemsettin Sami) ve gerçekçilik (Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nâzım, Samipaşazade Sezai) akımlarını benimsemişlerdir. Ayrıca bu dönemde, Türk tiyatrosu oluşmaya başlamıştır.

Kaynak: Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde Türkçe ile ilgili yapılan çalışmalar nelerdir?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Şubat 2014       Mesaj #67
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Meşrutiyet dönemi çalışmaları

Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayan dil tartışmaları, gerçekte yüzyıllardır yaşanan bir sorunla Türk aydınlarının yüzleşmesidir. Osmanlı devletinde dil sorunu ilk defa en ciddi biçimde, Kanun-ı Esasi’nin hazırlanışında ve Heyet-i Mebusan’da (Birinci Meclis-i Mebusan) resmi makamların gündemine gelmişti. Devletin bünyesine yeni bir kurum olarak katılacak Heyet-i Mebusan, ülkenin değişik yörelerinden gelecek mebuslardan oluşacaktı. Üç kıtaya yayılmış bulunan Memalik-i Devlet-i Osmaniye’nin farklı uluslardan oluşan tebaasını temsil edecek bu mecliste farklı dilleri konuşan insanların bulunacağı muhakkaktı. Farklı dilleri konuşan mebusların mecliste nasıl anlaşacağı, yasama işlevini hangi dille yerine getirecekleri önemli bir sorundu. Bu nedenle, Kanun-ı Esasi hazırlanırken 18. ve 68. maddeler devletin diline ayrıldı. Kanun-ı Esasi’nin 18. maddesinde "Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır." denilerek hem devletin resmi dilinin Türkçe olduğu belirtiliyor, hem de devlet kadrolarında görev alacak kişilere Türkçe bilme şartı getiriliyordu. Heyet-i Mebusan’a kimlerin seçilemeyeceği de 68. maddede sıralanırken ".salisen Türkçe bilmeyen.mebus olamaz" denilmektedir (Kili 1982: 18). Bu maddenin son cümlesi, dört yıl sonra yapılacak seçimlerde mebus olabilmek için Türkçe okumak ve yazmak şartı aranacağı şu cümleyle belirtilir "Dört seneden sonra icra olunacak intihaplarda mebus olmak için Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak dahi şart olacaktır.".
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2014       Mesaj #68
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
LÜTFEN MEŞRUTİYET İLE İLGİLİ DRAMA LÜÜÜÜÜTFEN
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Nisan 2014       Mesaj #69
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ooof birisi artık şu cevacı yazsın

Benzer Konular

7 Aralık 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
12 Aralık 2013 / horon Soru-Cevap
5 Kasım 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
12 Kasım 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
8 Ocak 2014 / please Soru-Cevap