Arama

Osmanlı Devleti zamanından günümüze gelen eğitim kurumları hangileridir? - Sayfa 4

En İyi Cevap Var Güncelleme: 13 Şubat 2014 Gösterim: 54.801 Cevap: 37
Ysmn_99 - avatarı
Ysmn_99
Ziyaretçi
18 Mart 2012       Mesaj #31
Ysmn_99 - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı devletinde eğitim veren kurumlar ı arıyorum . Kısa ve öz bir şekilde . Lütfen yardımcı olabilir misiniz ?Msn Rolleyes
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Ocak 2013       Mesaj #32
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Batı İle Temaslar Ve Yenileşme Dönemi Eğitim Kurumları

Sponsorlu Bağlantılar
Kuruluşundan itibaren Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile siyasi ve askeri çekişmeler içerisinde gelişen münasebetlerinde görülen bariz niteliklerden birisi Osmanlılar’ın kendilerini her bakımdan Avrupalılar’dan üstün kabul etmeleridir. Osmanlılar askeri ve ekonımik yönden Avrupa devletlerinden ve diğer Müslüman devletlerden daha güçlü durumdaydı. Zengin maden yataklarını ellerinde bulundurmaları ticaret yollarını kontrol etmeleri ve giriştikleri bütün muharebelerden galip çıkmaları Osmanlılar’ın hem ekonomik yönden hem de kendilerini Avrupa’ya karşı üstünlük şuuru içerisinde görmelerine vesile olmuşur. Osmanlılar mensup oldukları İslam dininin en son ve en doğrusu olduğu inancı içerisinde ve varisi oldukları parlak Ortaçağ İslam medeniyeti tesiriyle manevi yonden de kendilerini Avrupa’ya karşı üstün görmekteydiler. İşte bu sebepler Osmanlılar’ın Rönesans dönemi ve sonrası Batı Avrupa’Da ortaya çıkan yeni entelektüel anlayışı fark etmelerine ona bağlı gelişmelerin Avrupa toplumlarının gelişmesinde icra edeceği tesirleri ve bütün bunların kendilerine karşı potansiyel tehlike olabileceğini takdir etmelerine mani olmuştur. Osmanlılar Avrupa dışındaki güçlü diğer bazı devletler gibi Avrupa’nın ilerlermesini ve aradaki mesafenin kolay aşılamayacağını Sanayi devriminin yarattığı yayılmacı politikalar ile askeri ve iktisadi gücün ezici üstünlüğünü görünce fark ettiler.

Osmanlılar bir taraftan 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa’daki harp teknolojisi madencilik haritacılık pusula ve saatçilik konularındaki gelişmeleri arada fazla zaman farkı olmadan takip ederken diğer taraftan coğrafya astronomi ve tıp gibi belirli alanlarda bilgi transferini de gerçekleştirmiştir. Coğrafya ve haritacılık alanında 16. yüzyıldan itibaren Piri Reis’in çalışmalarıyla en büyük eserlerini vermeye başlamıştır. Piri Reis çalışmalarında bir çok haritadan yararlandığını belirtmektedir. Bir yandan eski bilgileri derlemiş diğer taraftan yeni gelişmeleri takip etmiş olması ve bunlara ilaveten kendi müşahadelerini de not etmesi Piri Reis’in ilmi tavrını göstermektedir.
Osmanlılar’ın Rönesans tıbbı ile ilk temaslarını oldukça erken zamana rastlar. II.Murad zamanında sarayda hizmete giren Avrupalı hekimler ile Osmanlı tababeti 15. yüzyılın sonunda ve 16. yüzyılın ilk yarısında büyük ölçüde Rönesans tıbbını tanıma imkanına kavuşmuştur. 1393-1394’te II. Murad zamanında Fransa’dan ve Almanya’dan sürülen Yahudiler Türkiye’ye sığındıktan sonra 1491-1492’de İspanyadan çıkarılan Yahudiler de Osmanlı Devleti’nin himayesinde dinlerini ve hayatlarını teminat altında bulmuşlardır. Osmanlı Devleti’ne iltica eden Yahudiler arasında İspanyol Portekiz ve İtalyan asıllı hekimler de bulunmaktaydı. Rönesans tıbbının tesirlerinin Osmanlı tıbbına daha çok bu ikinci dalgada gelen hekimler ile ulaştığı söylenebilir.

2.1 Yeni Eğitim Kurumlarının Kuruluşu


Osmanlılar Avrupa’da gelişen teknolojiden ve özellikle askeri sahalardaki lerlemelerden etkilenmeleri sonucunda yeni bilimi öğretecek yeni eğitim kurumları kurma yoluna gitmişlerdir. Osmanlı klasik eğitim kurumlarına dokunmadan kurulan bu müesseseler imparatorlukta yeni bir bilim ve eğitim anlayışının doğuşunu hazırlamışlardır.

* Askeri Mühendislik Eğitimi

a. Humbaracı Ocağı

Osmanlılar’da Avrupa kaynaklı modern askeri teknik eğitim 18. yüzyılın başlarından itibaren orduda yapılan ıslahat haraketiyle başlamıştır. 1730’da Lale devrinine son veren ve Sultan III.Ahmed’in tahttan indirilerek I.Mahmud’un tahta çıkmasına sebep olan Patrona Halil ayaklanması ile Osmanlı siyasi hayatında yeni bir donem açılmıştır. Bu tarighten itibaren Osmanlı ordusunun ıslahı konusunda ilk teşebbüsler Osmanlı Devleti’ne iltica ederek Müslüman olan Fransız Generali Comte de Bonneval nezaretinde 1735 yılında kurulan Humbaracı Ocağı ile başlamıştır. Burada Avrupa uslulü yeni bir askeri eğitim gerçekleştirilmiştir. Bu ocağın en önemli özelliği zabitler arasında teorik ve tatbiki olarak matematik ve modern harp sanatları konusunda ders veren Avrupalı ve Osmanlı hocaların mevcudiyetidir. Humbaracılar burada teorik ve pratik eğitim yanında yeni harp tekniklerinin uygulamarı hakkında da bilgi sahibi olmuşlardır. Avrupa tarzı modern eğitimde bir diğer teşebbüs de Fransız subayı Baron de Tott’ın İstanbul’da bulunduğu sırada (1770-76) kurulmuş olan “Topçu Mektebi” ve “Hendese Odası”nı örnek gösterebiliriz.

b. Hendesehane’nin Kurulması

Kaptan-ı Derya Gazi Hasan Paşa’nın isteği ile Tersane personeline ihtiyaç duyulan teorik eğitimi vermek üzere 29 Nisan 1775’de Tersane ambarlarında bir odada “Hendese Odası” kurulmuştur. Burada Baron de Tott’un nezaretinde Campbell Mustafa Ağa ve Fransız S. Kermovan ders vermişlerdir. Denizciliğe Donanmaya Coğrafya ve Haritacılığa dair dersler verilerek Osmanlı Donanmasında bu ilimlerden anlayan kaptanlar yetiştirilmeye çalışılmıştır.
1789’da Sultan III.Selim’in tahta çıkması ile başlattığı “Nizam-ı Cedid” haraketi çerçevesinde ele alınan askeri ıslahat çalışmaları askeri teknik eğitim konusunda yeni bir sayfayı başlatmıştır. 1792 yılında kışlaları tanzim ve nizamların yeniden ele alınan Humbaracı ve Lağımcı Ocakları’na gerekli görülen aritmetik ve hendese eğitimini vermek üzere bu kışlara bitişil yeni bir mühendishane açılmıştır. Mühendishane-i Cedid adı verilen bu müessese doğrudan Humbaracı Ocağı’na bağlı bir statüde kurulmuştur.




c. Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn (Deniz Mühendishanesi)

Mühendishane-i Cedid açıldıktan sonra Tersane mühendishanesindeki hoca ve 7 nefer talebe buraya nakledilmiştir. Tersane mühendishanesi gemi inşa haritacılık ve coğrafya eğitimi veren bir deniz mühendishanesi haline getirilmiştir. Fransız bir subay olan Jacques Balthasar le Brun bu kurumun başına getirilmiş burada Avrupa usulüne uygun olarak gemi inşa dersi vermiştir. Bu mühendishane 1821 yılına kadar “fenn-i inşa” ve “fenn-i harita ve coğrafya” adlarında iki şubeli olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 1845 yılında Heybeliada’ya taşınmıştır. Günümüzde Deniz Harb Okulu olarak faaliyetlerine devam etmektedir.

d. Mühendishane-i Cedid (Kara Mühendishanesi)

1795-96 yılında Humbaracı ve Lağımcı kışlasına bitişik olarak inşa edilen binada eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam eden Mühendishane 1801 yılında Başhocalığa getirilen Hüseyin Rıfkı Tamani ile sistemli olarak Avrupa tarzı fen eğitimine geçmiş ve 1806 yılında Sultan III. Selim tarafından Humbaracı ve Lağımcı ocağından ayrılarak müstakil bir kurum haline getirilmiştir. Devletin bu yeni müesseseyi kurmaktan maksadı her şeyden önce ordunun yeni bir nizama sokulması yeni tekniklerle donanmış ve Avrupa orduları karşısında mağlup olmamak için fen tahsili görmüş zabit yetiştirmek gibi acil ihtiyaca cevap verecek insan gücüne sahip olmaktır. 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılıp yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin zabit ihtiyacını karşılamak üzere mühendishane talebe kontenjanı çoğaltılmıştır.

* Sivil Mühendislik Eğitimi

19. Yüzyılın son çeyreğine kadar ülkede modern tarzda sivil mühendislik hizmetini verecek eleman yetiştirmek üzere bir müessese kurulmamıştır. Ancak yüzyıl boyunca ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda da geniş bir uygulama sahası bulan modern teknolojiler buhar ve daha sonraları elektrik gücüne dayalı olarak çalışan endüstri kuruluşları küçük sanayi işletmeleri telgraf ve demiryolları karayolları ve sivil inşaatlar İmparatorluğun mühendis ihtiyacını arttırmıştır. Devlet bu ihtiyacını kısmen askeri mühendis kıskem de yabancı uzmanlar veya Avrupa’da tahsil görmüş gayri Müslimler vasıtasıyla karşılamaya gayret ederken ihtiyaç duyulduğunda küçük çapta sivil amaçlarla teknik eleman yetiştirmek üzere bazı mektepler açtığı görülmektedir. Bunların ilk örnekleri “Telgraf Mektebi” (1860) ile Midhat Paşa’nın gayretile açılan “Sanayi Mektebi” (1868) olmuştur. Sanayi Mektebi’nin en önemli özelliği teorik ve pratik eğitimin bir arada verilmiş olması ve o güne kadar İmparatorlukta cari olan “usta-çırak” usulü yerine yeni tekniklerle eğitilmiş bilgili sanatkarlar yetiştirmek hedeflenmiştir. 1884’de kurulan Mülkiye Mühendis Mektebi kuruluş safhasında Mühendishane-i Berri-i Humayun gibi idaresi Tophane Nezareti’ne bağlanmış ancak mezunları Nafıa Nezareti’nin kontrolune bırakılmıştır. Bu şekilde askeri makamlara bağlı olduğu halde mezunlarının sivil sahalarda istihdam edildiği bir müessese meydana getirilmiştir. 1946’da İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür.

* Tıp Mektepleri

Osmanlı Devleti’nde modern tıp eğitiminin başlangıcı 19. yüzyılın başlarına kadar dayanmaktadır. Ocak 1806 yılında Mühendishane-i Cedide’den ilham alınarak “Tersane Tıbbiyesi” adlı bir tıp mektebi kurulmuştur.Tersane-i Amire’de donanmanın tabip ve cerrah ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan bu mekteple asıl olarak imparatorlukta tıp tahsilinin yaygınlaştırılması ve Devlet-i Aliye tebaasından tabiplerin sayısının artması hedeflenmiştir. İmparatorluğun Tersane’de açılan bu ilk modern tıp okulunun faaliyetleri kısa ömürlü olmuş ve kuruluşundan iki yıl sonra sırasyıla Kabakçı İsyanı Sultan Selim’in tahttan indirilmesi onun yerine Mustafa’nın geçişi onun kısa süren saltanatından sonra 1808’de meydana gelen “Alemdar Olayı” Sultan III. Selim’in öldürülmesi ve II. Mahmud’un tahta çıkışı gibi büyük çalkantılar arasında bu mektebin de faaliyelerinin kesilmiş olduğunu zannediyoruz. Tersane’de açılan Tıp Mektebi’nden yaklaşık yirmi yıl sonra 1827 yılında ordunun tabip ve cerrah ihtiyacını karşılamak maksadıyla Mustafa Behçet Efendi’nin önderliğinde “Tıbhane-i Amire” adında İstanbul’da yeni bir tıp mektebi açılmasına teşebbüs edilmiştir. 1832’de Topkapı Sarayı’na bitişik Gülhane bahçesinde mevcut binalarda “Cerrahhane-i Amire” kurulmuştur. Tıbhane-i Amire daha sonra Cerrahane-i Amire ile birleştirilip Mekteb-i Tıbbiye adını almıştır. Bu kurumlara yabancı doktorlar müdür olarak atanmışlar ve eğitim dili Fransızca olmuştur. İlk başta sadece Müslüman öğrenciler alınırken 1839 Tanzimat Fermanı ile gayr-i Müslim öğrenciler de bu kurumlara girebilmişlerdir.1865 yılında mektebin başına getirilen Cemaleddin Efendi bu kurumun eğitim dilini Türkçeleştirme çabalarına girmiş ve organize ettiği öğrenci sınıfıyla Türkçe ilk tıp lügatı olan Lügat-ı Tıbbıye’yi neşretmişlerdir. 1909’da Mekteb-i Tıbbıiye-i Askeriye ile birleştirilerek Haydarpaşa’ya nakledilmiştir. 1915’de Darül Fünun’a bağlanarak bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne dönüşmüş ve daha sonra Türkiye’de kurulan diğer tıp fakülteierine kaynaklık etmiştir.

* Mekteb-i Harbiye

1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın ilgası ile Sultan II.Mahmud tarafından “Asakir-i Mansure Muhammediye” adı altında yeni bir ordu kurulmuştur. Bu orduda yeni savaş usul ve tekniklerini bilen subayların yetiştirilmesi maksadıyla 1832-1833 yılında bir askeri mektep kurulmasına teşebbüs edilmiştir. 1834-1835’te tamir ettirilerek 400 talebe alacak kapasitede bir mektep haline getirilmiş olan Maçka Kışlası’nda “Mekteb-i Harbiye” resmen kurulmuştur. Başına da tahsilini Avrupa’da tamamlamış ve Batı dillerini iyi bilen Namık Paşa getirilmiştir. Mühendishane’den getirilen hocalarla ders programları düzenlenerek eğitim seviyesi yükseltilmiştir. Ayrıca Sultan II. Mahmud bu mektebin muallim ihtiyacını karşılamak için bazı talebe ve subayları özellikle Viyana ve Paris’e tahsile göndermiştir. Burada düzenli eğitim 1838-1839’da Avrupa’da tahsilini tamamlayıp dönen Mühendishane’nin başhocalarından Hüseyin Rıfkı Tamani’nin oğlu Emin Paşa’nın bu mektebin nazırlığına getirilmesinden sonra başlamıştır. 1848 yılında bir yıl öğretim süreli Erkân-ı Harbiye Mektebi açıldı. Daha sonra askerî okulların rüşdiye kısımları da açıldı (1875). Harbiye'deki esas yenilikler 1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra olmuştur. O zamana kadar Fransa Harp Okulu örneğine göre öğretim yapan okul Alman subayı Von der Goltz tarafından Alman sistemine göre kurulmuştur (1884). İçerde askerî ıslahat yapılırken II. Abdülhamit devri olmasına rağmen 1883 ve 1887 tarihlerinde Avrupa'ya iki gurup askerî öğrenci gönderildi. 1905 yılında Edirne Manastır Erzincan Şam ve Bağdat gibi ordu merkezlerinde de birer Harp Okulu açıldı. Ama 1908 yılında bunlar kapatıldı. 1913 ve 1914'te Okulda Alman Uzman Heyeti önemli değişiklikler yaptı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Alman Albayı Berek von Erlich Askerî Okullar Genel Müdürü olarak çalıştı. Esasen Harbiye 1914-1920 arasında kapalı kaldı. 1920'de de ancak üç ay kadar açık kaldı. Bu sırasa Türk Ordusunun yönetim merkezi İstanbul'dan Ankara'ya kaymıştı. Ankara'da 1920'de kurulan Zabit Namzetleri Talimgâhı 1923 yılında Harp Okulu "ilk adım" olarak İstanbul'a taşındı 1936 da ise yeniden Ankara'ya döndü.
3. Osmanlı Devleti’nin Tahsil İçin Avrupa’ya Yönelmesi
3.1. Avrupa’ya Tahsile Talebe Gönderilmesi
Osmanlılar’da Avrupa’ya tahsile talebe gönderilmesi uygulaması Sultan II. Mahmud zamanında başlamıştır. İlk olarak 1830 yılında Serasker Hüseyin Paşa’nın himayesinde 4 talebe masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere Fransa’ya tahsile gönderilmiştir.1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar tamamı askeri mekteplerden ve mühendishanelerden seçilen otuz altı kişi Avrupa’nın Londra Paris ve Viyana gibi büyük şehirlerine Avrupa teknolojisini öğrenmek ve döndükten sonra Osmanlı askeri fabrikaları ve imalathanelerinde görevlendirilmek üzere gönderilmişlerdir. Tanzimat’ın ilanından sonra Müslüman öğrencilerin yanında gayri müslim tebaadan da çok sayıda talebe gönderilmiştir. Bu öğrenciler döndüklerinde devletin değişik kademelerinde görevlendirilmişlerdir sadrazamlık dahil olmak üzere nazırlık büyük elçilik ordunun her kademesinde komutanlık valilik çeşikli devlet şuralarında azalık Mühendishane Tıbbıye Harbiye ve diğer mekteplerde hocalık mühendislik doktorluk ve mütercimlik yanında müze ve kütüphane müdürlüğü gibi mühim vazifelerde bulunanlar olmuştur.
3.2. Mekteb-i Osmani
Osmanlı idaresi Paris’e gönderilmiş olan talebelerin oradaki eğitim ve disiplin işlerini üzene koymak maksadıyla 1857 yılında açtırdığı okuldur. Mektebin kuruluşunun asıl maksadı Paris’de bulunan Osmanlı talebelerinin Fransız hükümetinin değişik okullarının derslerini veri

Kaynak: Osmanlı Devleti zamanından günümüze gelen eğitim kurumları hangileridir?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ocak 2013       Mesaj #33
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
lütfen madde madde verin
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Aralık 2013       Mesaj #34
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
osmanlıdan günümüze kalan okullar nelerdir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Aralık 2013       Mesaj #35
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
mümkünse madde madde olsun
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Ocak 2014       Mesaj #36
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya bunların içinde günümüzde hala eğitim görülenler marmi....
misafir - avatarı
misafir
Ziyaretçi
11 Şubat 2014       Mesaj #37
misafir - avatarı
Ziyaretçi
yeni eğitim kurumları ve galatasaray lisesi ile konu anlatım yok mu yaaaa
yarın bununla ilgili dersim oldugu icin calısmam lazım
Misafir :D - avatarı
Misafir :D
Ziyaretçi
13 Şubat 2014       Mesaj #38
Misafir :D - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devleti 17. yüzyılın sonlarına doğru kaybedilen savaşlarla tanışmaya başlamıştır. Kaybedilen savaşlar sonrasında sarsılan askeri otorite ve devlet düzeninin yanında, ekonomik ve sosyal hayatta olumsuz yönde etkilenmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti bu durumu düzeltmek için kendi içinde arayışlara başlamıştı. Fakat bu amaç doğrultusunda yapılan çalışmalardan iyi bir derecede başarı sağlanamamıştı. Osmanlı bu içinde bulunduğu durumu düzeltmek için yüzünü artık batıya çevirmeye başladı. Bunun ilk örneklerini III. Selim ve II. Mahmut’la vermiştir. Güçsüzleşen, Osmanlı’nın durumundan yararlanmaya çalışan batılı devletlerin baskısından, kurtulmak amacıyla Osmanlı Devleti 1839 da Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanı’nı yayınlamıştır. Bu fermanların yayınlanması bile Osmanlı’nın hem içteki hem de dıştaki baskıları azaltmada yeterli olamamıştı. Değişen dünya şartları doğrultusunda Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu düzeltmek için II. Abdülhamit ve Mithat Paşa birlikteliyle Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-i Esasi 23 Aralık 1876’da ilan edilmiştir. Bu anayasa doğrultusunda ülke içinde seçimler yapılarak, 19 Mart 1877 de, Dolmabahçe sarayında padişah tarafından Osmanlı’nın ilk meclisi açılmıştır. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 93 harbinin patlak vermesiyle kapatma yetkisi elinde bulunduğuna padişah II. Abdülhamit 28.6.1877 günü meclisi kapatmıştır.

1.OSMANLI’DA YENİLEŞME ÇABALARI

Her imparatorluk yükseliş dönemini yaşadığı gibi bu sürecin sonunda duraklama ve daha sonrasında da dağılma dönemi yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu da yükseliş döneminin sonrasında duraklama dönemine girmiştir. Bu dönemde batı karşısında gerileyen, taşra birimleri üzerindeki denetimini yitiren, tüm kurum ve kuruluşlarıyla hızla çöküşe doğru giden devletin, içinde bulunduğu kötü durumdan telaşa düşen yöneticiler çözüm arayışlarını hızlandırdılar. Yeniden eski gücün kazanılması için, yerli kurum ve geleneklerin diriltilmesi yönündeki girişimler, bunları uygulayacak kadroların yetersizliği yüzünden başarılı olunamadı. Ayrıca kendisini yenileyecek iç dinamikleri tamamen körelen kurumlar, bozulanyapıyı onarmada yetersiz kalıyordu. Bu durumda, daha kolay ve uygulamaya konulabilecek hazır çözümler öneren Batılılaşma gündeme geldi.

Avrupa’da yeni bir siyasal düzen ve toplum anlayışının kapılarını açan 1789 Fransız İhtilali,, Osmanlı Devleti’nde “yenilikçi padişahlar dönemi”nin başlangıcıdır. III. Selim, 1808’e kadar süren iktidarında, askeri, idari, mali ve iktisadi alanlarda ilk köklü değişiklikleri başlattı. Bu köklü değişim çabaları daha çok askeri alanda olmuştur. Batı orduları karşında alınan mağlubiyetler sonunda tekrar başarılar kazanmak amacı güdülüyordu. Bu uğurda III. Selim Nizam-ı Cedid’i (Yeni Düzen) teşkil edecektir. Hareket esas itibariyle, dış görüntüsünde belirlendiği üzere sadece askeri değildir. Talim ve terbiyesi kalmamış bir insan yığınından ibaret olan yeniçeriler karşısında modern bir ordu tesis etmenin yanında, ulema sınıfının nüfuzunu kırmak, selâhiyetlerini azaltmak ve ayrıca Avrupalıların sanat ve ilimdeki ilerlemelerine ortak olucu sınâi, ziraî, iktisadi müesseselerden iktibaslar yapmak arzu ve iştiyakı mühim rol oynamıştır.

Yenileşme çabalarının süreklilik kazanması ancak II. Mahmud’un saltanatının son devresinden itibaren mümkün olabildi. Zarar gören devlet otoritesini onarmak, iç ve dış güvenliği sağlayabilecek askeri güce sahip olmak, mali ve ekonomik yapıyı güçlendirmek ve nihayet sosyal ihtiyaç olarak öne çıkan yenilikleri yapmak Sultan’ın esas amacı idi. İşte 1808 tarihinde Padişahın arzusu üzerine Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri İstanbul’a gelmişler ve devletin bu kötü durumuna son vermek için çareler aramaya başlamışlardır. Neticede Sadrazam ve Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri bir metin tespit edip, bu metinde belirtilen esaslara sadık kalındığı takdirde, Osmanlı Devleti’nin eski haline gelmesinin mümkün olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Bu metne Sened-i İttifak ismi verilerek 7 Ekim 1808 tarihinde ilan edilmiştir. Bu imzalanan metin o tarihe gelinceye kadar hükümdarlık haklarını hiçbir kayıt ve şarta tabi olmaksızın kullanabilme hakkını bu metinle tespit edilen esaslara göre sınırlandırılmıştır.
Osmanlıda başlayan bu yenileşmenin yanında batılaşma hareketleri iç ve dış sebepler sonucunda devam etmiştir.

TANZİMAT FERMANI (TANZİMAT- HAYRİYE) (GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU) – 3 KASIM 1839
·
Tanzimat Fermanını, Londra elçiliğinden Dışişleri Bakanlığına getirilen ” Mustafa Reşit Paşa ” hazırlamıştır.
·Ferman, Topkapı sarayının Gülhane bahçesinde, padişah, sadrazam, yabancı devletlerin elçileri, patrikler, büyük devlet memurları önünde “Mustafa Reşit Paşa ” tarafından okunmuştur. Yeniçeri Ocağı’nın bozulmaya başlaması nedeniyle Sultan II. Mahmud döneminde başlayan yenilik hareketleri ve Sultan Abdülmecid’in tahta çıkar çıkmaz ıslahat hareketine devam etmek amacında olduğunu göstermesi Osmanlı Devlet yapısındaki değişimin başlangıcıydı. Sadrazam Mustafa Reşid Pasa, Gülhane Hatt-i Hümayununu Padişah adına kaleme almış; devlet ve birey arasındaki ilişkilerde devletin modernleştirilmesi amacına dayanan temel ilkeler kabul ve ilan edilmiştir. Tanzimat Fermanı’nın tam metni şöyledir ;
Herkesin bildiği gibi, devletimizde, kurulusundan beri Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tab’asinin refah ve mutluluğu en yüksek noktaya çıkmıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini izleyen karışıklıklar ve çeşitli nedenlerle şeriata ve yüce yasalara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüştü. Oysa, şeriat yasaları ile yönetilmeyen bir ülkenin varlığını sürdürebilmesinin imkansızlığı açık seçik ortadadır.

Tahta geçtiğimiz mutlu günden bu yana bütün çabalarımız, hep ülkenin kalkınması, ahalimiz ve fakirlimizin refahı amacına yönelik oldu. Eğer, yüce devletimize dahil ülkelerin coğrafi konumu, verimli toprakları ve halkının yetenekleri göz önünde tutularak gerekli girişimler yapılırsa, yüce Tanrı’nın yardımı ile, beş-on yılda kalkınabileceğimiz söz götürmez.
Ulu Tanrı’nın yardımına ve Peygamberimiz hazretlerinin ruha niyetine sığınarak, yüce devletimizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli görüldü.

Söz konusu yasaların basında can güvenliği; irk, namus ve malin korunması; vergi toplanması; halkın askere alınıp silah altında tutulma süresi gibi hususlar gelmektedir. Söyle ki; Dünyada can, ırz ve namustan daha kıymetli birsek yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce, yaradılıştan kötü olmasa bile, canini ve namusunu korumak için olmadık çarelere başvurur. Bunun devlet ve memlekete zarar vereceği açıktır. Buna karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse sadakat ve doğruluktan ayrılmaz, isi ve gücü ile devletine ve milletine yararlı olur.
Mal güvenliğinin olmadığı yerde ise kimse devlet ve ulusuna ısınamaz, ülkesinin yükselmesi ile ilgilenmez, hep korku ve üzüntü içinde yasar. Buna karşılık, malından, mülkünden emin olmadığı zaman hep kendi isi ve isinin genişletilmesi ile uğraşır. Devlet ve millet gayreti, vatan sevgisi kendisinde her gün artar.

Vergi konusuna gelince: Bir devlet, ülkesini korumak için askere ve gerekli öbür masraflara muhtaçtır. Bu, para ile olur. Para, tabladan toplanacak vergiler ile oluştuğundan bunun en iyi şekilde toplanması gerekir.

Evvelce gelir sanılmış olan “yeddi vahit” belasından ülkemiz ham dolsun, kurtulmuşsa da yıkıcı bir yöntem olup hiçbir zaman yararlı sonuç doğurmamış olan iltizam usulü hala sürüyor. Bu, ülkenin siyasi islerini ve mali konularını bir adamın keyfine, hatta cebir ve zulmüne teslim etmek demektir. Bu adam iyi bir insan değilse hep kendi çıkarına bakar, bütün davranışlarında kötülüğe, zulme yönelir. Bu nedenle, ülkemiz insanlarının her biri için, malına ve gelirine göre bir verginin saptanması ve kimseden bundan fazla birsek alınmaması gerekir. Yüce devletimizin karada ve denizdeki askeri masrafları ile öbür masrafları yasalarla belirlenip sınırlandırılmalı ve uygulama ona göre yapılmalıdır.
Askerlik de, yukarıda belirtildiği gibi, önemli konulardan biridir. Ülkenin korunması için asker vermek halkın baslıca borcudur. Fakat, bir memleketin mevcut nüfusuna bakılmaksızın, şimdiye kadar yapıldığı gibi, kiminden tahammülünden çok, kiminden az asker alınması hem düzesizliğe; hem tarım, ticaret ve bayındırlık işerinin kötü gitmesine; hem ömür boyu askerlik bıkkınlığa; hem de nüfusun azalmasına yol açar. Bu nedenle, her memleketten alınacak asker miktarı için uygun yöntem konulmalı ve dört veya beş yıl hizmet için sıra usulsü getirilmelidir. Bunlar yapılmadıkça devletin kuvvetlenip gelişmesi, huzur ve asayişin sağlanması mümkün olmaz. Bütün bunların dayanağı yukarıda açıklanan hususlardır.

Bu nedenle, bundan böyle suç isleyenlerin durumları şeriat yasaları gereğince açıkça incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse, başkasının ırz ve namusuna saldırmayacaktır. Herkes malına, mülküne tam sahip olacak, bunları dilediği gibi kullanacak, bunu yaparken de devlet büyüklerinin müdahalesine uğramayacaktır. Birinin suçlulugunun saptanmasi halinde mirasçilarin o isle ilgileri bulunmayacagindan suçlunun mallari elinden alinip varisleri miras hakkindan yoksun birakilmayacaklardir.
Yüce devletimizin tab’asi Müslümanlarla öbür uluslar bu haklardan tam yararlanacaklardir. Can, irz, namus ve mal konularinda, ülkemizin tüm halkına şeriat yasaları gereğince garanti verilmiştir. Öbür konularda da oybirliği ile karar verilmesi için, Meclisi Ahkam-i Adliye üyeleri gerektikçe artırılacaktır. Yüce devletimizin bakanları ile ileri gelenleri belirli günlerde orada toplanarak, görüşlerini çekinmeden açıkça söyleyeceklerdir. Can, mal güvenliğine ve vergilerin belirlenmesine ait yasalar böyle hazırlanacaktır.

Askerlikle ilgili konular Baba-i Seraskeri Dar-i Şurası’nda görüşülüp karara bağlandıktan sonra sonsuza dek uygulanmaları için tasdik edilmek üzere tarafıma gönderilecektir. Söz konusu yasalar sırf din, devlet, ülke ve ulusu kalkındırmak amacı ile çıkarılacaklarından bunlara tam uyacağımıza yemin ederiz. Bu konuda, Hırka-i Şerife odasında, tüm din adamları ile bakanların hazır bulunacakları bir sırada yemin edecektir.

Din adamı ve vezirlerden yasalara aykırı hareket edenlerin, kanıtlanacak suçlarına göre, rütbelerine ve hatır ve göçüle bakılmaksızın cezalandırılmaları için özel ceza yasası çıkarılacaktır.
Memurlara yeterli maaş bağlanmış olup, henüz bağlanmış olanlarınkiler de belirlenecektir. Bu yolla da, şeriata aykırı olan ve ülkenin gerilemesinde başrolü oynayan rüşvet belası güçlü bir yasa ile ortadan kaldırılmış olacaktır.
Bütün bu sayılan hususlar eski hükümlerin tümden değiştirilmesi demek olacağından işbu fermanımız İstanbul halkına ve ülkemiz halkına duyurulacaktır. Bundan başka, dost devletlerin de bu yönetimin sonsuza dek uygulanmasına tanık olmaları için fermanımız, İstanbul’daki tüm büyükelçilere resmen bildirilecektir.

Tanrı hepimizi basarili kilsin; yasalara uymayanlar Tanrı’nın lanetine uğrasın ve ömürleri boyunca rahat yüzü görmesin. Amin.
İlanının Nedenleri :
·Avrupalıların içişlerimize karışmasını engellemek
·Halkın sosyal yapısında yenilikler yaparak çağdaşlaşmayı sağlamak
·Mısır valisi M.li Paşaya karşı Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak
Önemi : Tanzimat fermanıyla Osmanlılara ” Kanun ” gücü girmiş oluyordu. Esaslı sonucu, Tanzimat dönemi aydın tipi yetiştirerek eğitimde vermiştir.

ISLAHAT FERMANI ( 1856 )

Tanzimat fermanı yeterli bulunmayarak, gayr-i Müslimlere daha fazla hakların verilmesi için 1856′da yayınlanan ferman. Gül hâne Halt-i hümâyûnu gibi, imparatorlukta yapılması kararlaştırılan yeni bir düzenin program ve prensiplerini içine alır. Bu ferman esâs olarak Tanzîmât hükümlerini tekrarlayan, onları açıklayan ve genişleten bir fermandır.
Rusya, Avrupa siyâsetinde TED’ sırlı bir rol oynamaya başladıktan sonra, Osmanlı Devleti’ni tasfiye ederek sıcak denizlere inmeği ana siyâseti kabul etmişti. Bu gayesine erişebilmek için devletlerarası münâsebetlerin ortaya çıkardığı imkânlara göre; ya Osmanlı topraklarını Rus imparatorluğuna katacak, bu olmazsa ayni toprakları alâkalı Avrupa devletleriyle paylaşacak, bu da olmazsa, Osmanlı arazisi üzerinde muhtar veya müstakil devletler kurulmasını sağlayıp, bunları yeri geldikçe kontrolü altına alacaktı. İlk iki yol imkânsız göründüğü için Rusya bilhassa üçüncü yolu seçip, faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Bu gayenin tahakkuku için Osmanlı Devleti içerisindeki Ortodoks tebeayi himaye etme ve imtiyazlarını çoğaltmak isteklerinde bulundu. Diğer taraftan, Rusya’nın sıcak denizlere inmesini, bilhassa Akdeniz’e inerek Hindistan yolunda tehlike teşkil etmesini istemeyen İngiltere de Ruslara karsı çıkıyor ve Osmanli Devleti’ni destekler görünüyordu. Böylece bir taraftan Ruslara mâni olurken, diğer taraftan Osmanlı Devleti’ni Ruslarla meşgul ederek Hindistan’da serbestçe hareket ediyordu. Fransa ise; Avrupa siyâsetinde Rusya ve İngiltere’den geri kalmak istemiyor, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinin Fransızların buradaki ticâretine sekte vuracağını düşünüyordu. Bu maksatla Osmanlı Devleti’ni Ruslara karsı destekliyordu. Diğer taraftan da Osmanlı Devleti içindeki Katoliklerin hâmiliğine talim oluyordu. İste bu siyâsî atmosferde 1854 senesinde çıkan Osmanlı Rus harbinde, Avrupa devletleri Osmanlı kuvvetlerinin yanında yer aldılar.

İngiltere, Fransa ve Avusturya daha Nisan 1855′de Viyana’da Kirim savası sonrasında yapılacak antlaşmanın esaslarını görüşerek bâzı kararlar almışlar ve 16 Aralık 1855′de bir antlaşmaya varmışlardı. Bu kararlar dört madde olup, Avusturya imparatorunun ültimatomuyla çara bildirildi. Bu kararların dördüncü maddesi; “Osmanlı memleketlerinde bulunan Hıristiyan tebeanin hakları, pâdişâhın istiklâl ve hâkimiyetine asla dokunulmamak şartıyla tasdîk olunacak, pâdişâh bu hususta Rusya’nın muvafakatini icaba ettiren bir taahhütte bulunacak” idi. Bu maddede de görüldüğü üzere Osmanlı ordusunun kazandığı zafer bile, gayr-i Müslimlere imtiyaz sebebi oluyordu. Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa, İngiltere ittifakı tehlikesi karsısında bu kararları kabul etti. Osmanlı hükümeti, kendi Hıristiyan tebersi ile ilgili maddenin devletin iç islerine karışma anlamına geleceğini bildirerek, 16 Aralık tarihli kararlar arasında yer almamasına çalıştı ise de basarili olamadı. Neticede bu maddenin programlaştırılması için su tezler ortaya atıldı. Rus tezi: “Osmanlı Devleti sınırları içinde yasayan Hıristiyanların hak ve imtiyazları Avrupa devletlerinin müşterek garantileri altına alınmalıdır.” İngiliz tezi: “Tam ölçüde bir din serbestliği ve hukuk eşitliği sağlanmalıdır.” Fransız tezi: “Müslüman tebaa ile Hıristiyan tebaa arasında cemiyet, haklar, vergiler, millî eğitim ve devlet meç’ murluklarina geçme bakımından sürüp gelen farklar, bir ferman ile kaldırılarak Gülhâne hattında işaret edilen tebaa eşitliği tam manâsıyla geliştirilmelidir.” Baba-i âlî, Rusya’nın teklifini, hükümranlık haklarına müdâhale, İngiliz teklifini de İslâmiyet’i küçültücü gördüğü için, Fransız teklifini kabul etti. Ayrıca yapılacak Paris konferansında Rusların gayr-i Müslimler konusunda bir istekleri ile karsılaşmak istemiyordu. Fransız tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline getirilmesi Baba-i Âli’ye bırakıldı.
Alî Pasa hükümeti tarafından îlân edilen bu fermanın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Bu şekilde hazırlanan ferman, Paris konferansından önce, 28 Şubat 1856′da Baba-i Âli’de Islâhat halt-i hümâyûnu adıyla devlet erkânı, şeyhülislâm, patrikler, hamambaşı ve cemâatlerin ileri gelenleri önünde okunarak îlân edildi. Otuz beş maddeden meydana gelen fermanın getirdiği önemli hususlar özetle şunlardı:

1- Tanzimat fermanı ile değişik din ve mezheplerdeki bütün tebaaya verilen teminât, bu fermanla yenilendiğinden, bunların uygulaması için gerekli tedbirler alınacaktır.
2- Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar kânun önünde eşit olacaklardır.
3- Patrikhanelerde yeni meclisler kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar Baba-i âlî tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecektir.
4- Patrikler kayda-i hayat şartıyla bu makama seçileceklerdir.
5- Cemâatlerin ruhanî reislerine verdikleri ceviz ve av âidât tamimiyle kaldırılarak hepsi maaşa bağlanacaktır.
6- Şehir ve kasabalarda bulunan azınlıklara ait kilise, manastır, mezarlık, okul ve hasta hâne gibi yerlerin tamir veya yeniden yapılmasına izin verilecektir.
7- Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacaktır.
8- Devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara bütün tebaa eşit olarak kabul edilecektir.
9- Irk, din, dil, farkı gözetilmeyecek ve hiç bir mezhebe diğerine üstün sayılmayacaktır.
10- Bütün toplumlar okul açabilecektir.
11- Hangi uyruktan olursa olsun her vatandasın eşit ve serbest şekilde ticâret ve ekonomik girişimlerde bulunması sağlanacaktır.
12- Müslümanlar ile gayr-i Müslimler arasındaki dâvaları görmek üzere, karışık mahkemeler kurulacaktır.

13- Yabancı devlet ile yapılacak antlaşmalar gereğince yabancılar da Osmanlı Devleti sınırlan içerisinde mülk sahibi olabileceklerdir.
14- Her cemâatin ruhanî reisiyle, devlet tarafından bir sene müddetle tâyin edilecek birer meç’ mumu, bütün tebeayi ilgilendiren meselelerde Meclis-i valeyi ah kâm-i adliye müzâkerelerine iştirak ettirilecektir.

Islâhat fermanı da, maddelerinden anlaşılacağı üzere Tanzimat fermanı gibi Osmanlı imparatorluğu içerisindeki gayr-i Müslimleri, özellikle Hıristiyanları Müslümanlarla ayni haklara kavuşturmayı esas almıştır. Bu iki fermanın görünürdeki gayeleri, bütün Osmanlı toplumunu; irk, din ve dil ayrımı gözetmeden kaynaştırmayı sağlamak idiyse de tatbiki aksi oldu. Bu ferman, gayr-i Müslimlerle Müslümanları kaynaştırmak söyle dursun, çeşitli gayr-i Müslim unsurların hattâ ayni mezhepten olan çeşitli ırkların bile birbirleriyle bir arada yasamalarını sağlayamadı.

Bu ferman, konu olarak, sâdece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını genişletmiştir. Nitekim Tanzimat’ın ve arkasından 1856 Islâhat fermanının getirdiği yeni haklarla, Osmanlı tebersi içindeki gayr-i Müslimlerin durumu Müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi. Avrupa’nın himaye siyâseti sayesinde büyük ekonomik güce sahibe olan azınlıklar, yavaş siyâsî haklara da kavuşuyorlardı. Artık resmen millet terimiyle tanımlanan dînî cemâatlerin gelişme ve genişleme imkânları artmış bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin, Osmanlı hükümetini böyle bir fermanı îlâna mecbur bırakması, kendilerine siyâsî, ekonomik, hukukî ve kültür alanlarında yeni çıkarlar sağlamayı hedef alıyordu. İngiltere, Kirim savası ile Rusların sıcak denizlere inmesini önlemiş, Fransa da Akdeniz ticâretini emniyete almış, ayrıca Katoliklerin hâmiliğini üzerine almıştı. Rusya ise savaşta kaybettiğini bu fermanla masa basında kazanmıştı. Ayrıca Alî Pasa’nin bu fermanı Pâris antlaşması maddeleri içinde yer almasını istemesi, batili devletlerin iç islerimize müdâhalesine imkân verdi.

Islâhat fermanı, Gülhâne Halt-i hümâyûnu gibi sessizlikle karşılanmamış ve çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. En büyük eleştiriyi Fransız elçisi; “Devlet-i âliyyenin bu kadar fedâkârlık edeceğini me’ mûl etmez idik (ummazdık). Can ning (İngiliz elçisi) ne dediyse vükelâyı devlet-i âliyye (Osmanlı devlet adamları) kabul etti. Eğer biraz dayanılmış olsaydı, ben bâzı mertebe kendilerine yardim ederdim” diyerek olmaması gereken bir gafleti dile getirmiştir. Cevdet Pasa da; “Bu Islâhat fermanından dolayı millet-i islâmiyye dilgîr (gönlü kırık) olarak vükelâyı hâzirayi fasi ve mezemmet (kötüler) oldular” diyerek fermanın nasıl karşılandığını ifâde etmektedir. Hâriciye nâzın Fuâd Pasa ise aksine bu belgenin andlasmaya konulması ile yabancı müdâhalenin önleneceğini savunmuştur.
Islâhat fermanında gayr-i müslim vatandaşların lehine olduğu kadar, onları tedirgin eden hükümler de bulunmakta idi. Askerlik mükellefiyeti, Fâtih devrinden beri bahsedilen dînî imtiyazlarla muafiyetlerin yeni şartlar dâhilinde tetkiki, papazların öteden beri cemâatlerinden almakta oldukları haraç ve keyfî aidatın ilgâsıyla aylığa bağlanmaları ve bütün ruhanî reislerin sadâkat yeminiyle mükellef tutulması gibi esaslar, onlara çok ağır gelen hükümler idi. Bu yüzden Müslümanlar kadar gayr-i Müslimlerde (Tanzimat fermanında olduğu gibi) Islâhat fermanının aleyhinde bulunmuşlardır. Devlet içerisinde bu şekilde karşılanan Islâhat fermanı, uygulamada da bir çok güçlüklerle karsılaştı. Bunlar, Osmanlı Devleti’nin yapısı, Avrupa’nın siyâset, cemiyet ve ekonomi alanında geçirdiği gelişme ve Paris andlasmasina imza koyan devletlerin islerine karışmalarından doğuyordu. Bu sebeple de bâzı hükümleri kağıt üzerinde kaldı.
Mustafa Reşîd Pasa tarafından hazırlanan Tanzîmât fermanı ile onun yetiştirmesi Alî Pasa tarafından hazırlanan Islâhat fermanı arasındaki fark, hazırlık safhasında kendisini gösterir. Tanzîmât fermanı hazırlanırken açık bir yabancı tefsiri görülmezken, Islâhat fermanı Alî Pasa ile İstanbul’daki Fransız ve İngiliz elçileri arasında kararlaştırılmıştır. Gülhâne halt-i hümâyûnu, yayınlandıktan sonra yabancı elçilere sâdece bilgi edinmeleri için bildirildiği hâlde, Islâhat fermanı Paris konferansına katılan devletlere, Paris andlasmasinin bir maddesinde işaret edilmek için gönderilmişti. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin iç ve diş siyâsetinde bir yabancı müdâhalesine yer vermişti.

Bâzı bati tarzı kuruluşların ülkeye girmesi ile cemiyetteki kuruluş ve anlayış farklılaşması, islimi müesseselerin yanında bati taklitçisi bir anlayış ve bati taklidi kuruluşların TEDsisine sebebe olmuştur. Tanzimat ve Islâhat fermanları devletin çöküşünü engellemesinde hiç bir müspet tefsiri olmamış, aksine ülkedeki tebaa ve cemiyetler arasında yeni ve daha büyük problemlerin çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Meselâ Suriye’de büyük bir galeyan başladı. Arkasından 1858′de Cidde’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çatışma çıktı. Fransız ve İngiliz konsolostan öldürüldü. Bunun üzerine İngiliz ve Fransız donanmaları Osmanlı Devleti’ne sormadan şehri bombaladılar. Faillerden on kişiyi yakalayarak idam ettiler. Cidde bir Osmanlı toprağı idi. Bağımsız bir devletin topraklarında islenen bir suçun failini ancak o devletin cezalandırması milletlerarası bir kaide, teamül olduğu hâlde, batili devletlerin buna aldırdıkları bile yoktu. Nihayet, Lübnan’da da büyük bir isyan patlak verdi. Uzun mücâdelelerden sonra 9 Haziran 1861′de “Lübnan Nizâmnâmesi” imzalandı. Buna göre; Hıristiyan bir valinin başkanlığında Lübnan muhtar eyâlet hâline getirildi. Böylece Islâhat fermanı batili devletlerin istediği, meyveleri vermeye başladı.

I.Meşrutİyet ( 23 Aralık 1876 ) (kanun-İ esasİ) ( İlk anayasa )
·
Tanzimat döneminde, Avrupa ile yakın ilişkiler içinde olan, Avrupa’yı yakından gören ve onların Osmanlı Devleti üzerine siyasi emellerini öğrenen bir aydın sınıf yetişti. Bunlara “Jön Türkler” ya da “Genç Osmanlılar ” denilmiştir. Mithat Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa , Serasker Hüseyin Avni Paşa önemli temsilcileridir.
·Genç Osmanlılar, Osmanlı Devletinin kurtuluşunu içinde yaşayan halka yönetme hakkı vermekle, gerçekleşeceğine inanıyorlardı.Böylece halk yönetime katılacak, kendisini temsil edecek, dış devletlerin Osmanlı Devleti içine müdahalesine ortam hazırlanmamış olacaktı.
·Meşrutiyeti ilan etme sözü veren, II.Abdülhamit V.Murat’ın yerine tahta çıkarılmıştır.
Önemi :
·Osmanlı Devletinde ilk kez rejim değişikliği oldu.
·Tüm azınlık guruplara parlamentoda temsil hakkı tanınmıştır.
·Osmanlı halkı ilk kez yönetime katılma, seçme ve seçilme haklarına kavuşmuştur.
·Osmanlı Devletinde ilk kez Anayasal Düzen kuruldu.
·Osmanlı Parlamentosu ; Padişahın seçtiği üyelerden oluşan Ayan Meclisi ve Halkın seçtiği milletvekillerinden oluşan millet Meclisi olarak iki meclisten oluşmuştur.
·Hıristiyanlardan 44, Yahudilerden ( Musevilerden ) 4, Müslümanlardan 71, (Toplam 119) ve Padişahın belirlediği 26, ayandan oluşmuştur. Meclis başkanlığına Ahmet Vefik Paşa seçilmiştir.
Not : 1877-78 Osmanlı – Rus Savaşının başlaması üzerine, meclisin uyumlu çalışmadığı gerekçesiyle II.Abdülhamit, parlamentoyu dağıtarak, Meşrutiyet rejimini yürürlükten kaldırmış, 30 yıl boyunca sıkı, baskıcı bir yönetim izlemiştir.

II.Meşrutiyet ( 24 Temmuz 1908 )

1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşını ( 93 Harbi ) bahane eden II.Abdülhamit Meclis-i Mebus an’ı kapatarak,Anayasayı yürürlükten kaldırdı.Ülkede İstibdat ( Baskı ) uygulayarak yönetmeye başladı. Aydınlar bu durum üzerine Meşrutiyetin yeniden yürürlüğe girmesi amacıyla gizlice mücadele etmeye başladılar.Bu mücadelede merkezi Makedonya’da Selanik bulunan ” İttihat ve Terakki Partisi ” en etkili olan kuruluştur. Bu dönemde M. Kemal’de Suriye’de ” Vatan ve Hürriyet ” adlı bir cemiyet kurduysa da bu cemiyetin Suriye’de etkili olamaması nedeniyle bu cemiyet İttihat ve Terakki Cemiyetiyle birleşmiştir.
1908 yılında İngiltere ve Rusya’nın Reval’de görüşmeleri , bu görüşmelerde İngiltere’nin Rusya’yı Osmanlı Devletine karşı izlediği politika da serbest bırakması üzerine mücadele hızlanmış Makedonya’da Resneli Niyazi adlı subayın isyan etmesiyle II.Abdülhamit Meşrutiyeti II.defa ilan etmek zorunda kalmıştır.( 24 Temmuz 1908 ).
II.Meşrutiyetle birlikte İttihat ve Terakki Partisinin karşısına ” Ahrar ” partisi kurulmuştu.Parti Meşrutiyet rejimine karşı tavır izlemekteydi.Sonuçta İstanbul’da 31 Mart Olayı ( 13 Nisan 1909 ) dediğimiz ayaklanma çıktı.

Önemi : Osmanlı Devletinde rejime karşı çıkan ilk ayaklanmadır.
Bu ayaklanmayı merkezi Selanik’te bulunan “Hareket ordusu” bastırdı.Ordunun komutanı Mahut Şevket Paşa, Kolağası
( Kurmay başkanı) M. Kemal’di.

Sonuçları :
·Hareket ordusu isyanı bastırdı,İstanbul’da düzen yeniden sağlandı.
·II.Abdülhamit ayaklanmayı bastırmadığı, hatta ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle tahttan indirilerek yerine V.Mehmet Reşad tahta geçirildi.
·Anayasada bazı demokratik değişiklikler yapılarak,Padişahın yetkileri sınırlandırıldı.
·Karışıklıklar tam olarak önlenemedi.

YENILEŞME DÖNEMI TÜRK EDEBIYATI

Yenileşme Dönemi Türk Edebiyatı
yenileşme dönemi türk edebiyatı hakkinda bilgiler – yenileşme dönemi türk edebiyatı nasildi – yenileşme dönemi türk edebiyatı hakkinda genis bilgi

Edebiyat topluluklarının ortaya çıktığı XIX. yüzyılda Osmanlı devletinde tarihi ve sosyal görünüm, diğer alanlarda olduğu gibi, pek iyi değildir. Devletteki gerilemenin durdurulabilmesi için, XVIII. yüzyılda yapılan düzenlemeler, köklü tedbirler olmadığı için, problemlere çözüm olmamış, aksine zaman kaybına yol açmıştır. Ancak bu yüzyılın son padişahı ve XIX.yüzyılın ilk bir kaç yılında tahtta bulunan

III. Selim devrinden (1789-1807) itibaren köklü düzenlemelere gidilmiştir.III. Selim tahta çıktığında, Osmanlı-Avusturya-Rus savaşı devam etmektedir. Avusturya imparatoru II. Joseph’in ölmesi ve Fransa’da ihtilâl (1789) olması üzerine, Osmanlı Devleti büyük bir toprak kaybına uğramadan savaş sona ermiştir. Avusturya ile Ziştovi (1791), Rusya ile Yaş (1792) anlaşması imzalanır. Devletin durumuyla ilgili olarak bilgi isteyen III. Selim, Sadrazam Koca Yusuf Paşa ve 17 devlet adamı tarafından hazırlanan rapor doğrultusunda ıslahatlara girişir. Askerî alandaki ıslahatlara öncelik veren Padişah, Nizâm-ı Cedit adıyla yeni bir ordu oluşturur (1794). Yeniçerilerin tepkisini çekmemek için de yeni ordunun masraflarının karşılanması amacıyla, “İrâd-ı Cedit” adıyla yeni bir vergi konulur. Yeni ordu için Selimiye kışlasını, Fransa ve İsveç’ten mühendisler getirterek inşa ettiren padişah, Fransız usulü top dökümü ve daha modern gemiler yaptırır. Mühendishâne-i Berr-i Hümâyun, Mühendishâne-i Bahr-ı Hümayun gibi askerî okulların programında yenilikler yapılır. Yabancı dillerden yeni kitaplar tercüme edilir. Osmanlı Devleti ile Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkileri düzeltmek ve yeni politikalar geliştirebilmek amacıyla; Viyana, Berlin, Paris ve Londra’da daimi elçilikler açılır. Vezir ve vali tayinleri belli esaslara bağlanırken, ulemâ sınıfıyla ilgili bazı düzenlemeler yapılır. Hazineyi güçlendirmek amacıyla saraydaki altın ve gümüş eşyalar paraya çevrilir. Dokuma fabrikaları açılır. Askerî, idarî, siyasî ve sosyal alanlarda önemli ıslahatlar yapan III. Selim, 26-30 Mayıs 1807 tarihli isyanda tahttan indirilir. Yerine geçen IV. Mustafa, III. Selim’i boğdurtur. Bir yıllık saltanatında Nizâm-ı Cedit’i kaldıran IV. Mustafa’yı (1807-1808) Alemdar Mustafa Paşa’nın desteğiyle tahttan indiren ve öldürten II. Mahmut, tahta çıkar (1808).

II. Mahmut, sadece askerî alanda yapılan yeniliklerin çözüm olmayacağını düşünerek, dönemi (1808-1839) ‘nden sonraki gelişmeleri de etkileyen siyasî, sosyal ve kültürel alanlarla beraber asayişle ilgili düzenlemelere öncelik verir. Ayanları İstanbul’a çağırarak, devlet otoritesini sağlamak amacıyla, Sened-i İttifak (1808) adıyla bir anlaşma yapar. IV. Mustafa tarafından kaldırılmış olan Nizâm-ı Cedit yerine Sekbân-ı Cedit ocağını kurar. İsyana kalkışan Yeniçeri Ocağı’nı kapatıp (1826) yerine Asâkir-i Mansure-i Muhammedî adıyla yeni bir ordu oluşturur. Devletteki işleyişi hızlandırmak amacıyla; Divan-ı Hümâyun yerine Bakanlıklar ihdas edilir. Devlet dairelerine padişahın resminin asılması, resmi kıyafet olarak ceket, pantolon ve fesin kabul edilmesi, muhtarlık sisteminin kurulması, ilk nüfus sayımı yapılması, pasaport ve karantina usulünün uygulanması, ilköğretimin mecburi olması, Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi, ilk Türkçe gazete Takvim-i Vekâyi’nin yayınlanması, II. Mahmud devrinde yapılan önemli yeniliklerdir. II. Mahmut’tan sonra tahta çıkan oğlu I.Abdülmecit (1838-1861) babasının başlattığı ıslahat hareketlerini Avrupa devletlerinin desteğini sağlamak amacıyla genişletir. Mustafa Reşit Paşa’nın öncülüğünde hazırlanan Gülhane Parkı’nda yabancı elçilerin de hazır bulunduğu devlet erkanının huzurunda okunan Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839) ile Osmanlı Devleti bati medeniyeti dairesine girişim resmen, onun döneminde, ilân eder.

Gülhane Hatt-ı Hümayûn’u da denilen bu fermanla yeni bir dönem başlar. Osmanlı Devleti artık bati medeniyetiyle entegrasyona girmek isteğini padişahın buyruğuyla bütün dünyaya duyurur. Bu fermana göre Osmanlı Devletinde bir kısmı daha önce de var olan bazı hususlar resmî bir beyanname ile teminat altına alınır. Herkesin can ve mal güvenliğinin sağlanacağı, mahkeme edilmeden hiç kimsenin suçlu sayılamayacağı ve suçun şahsiliği, mal müsaderesinin kaldırılacağı, herkesin gelir durumuna göre vergi vereceği, belli bir süre askerlik yapılması gibi hususlar bu fermanla iç ve dış kamuoyuna bildirilir. Bir fert, bir de toplumsal yönü olan fermandaki esasların, gayr-ı müslimlere; müslümanlar kadar haklar tanımadığı bahanesiyle İngiltere ve Fransa, siyasi yönden güç durumda olan Osmanlı Devletine, Islahat Fermanı adıyla yeni bir deklarasyon yayınlatır (18 Şubat 1856). Osmanlı tebası olan herkesin kanunlar karşısında eşit olması, gayr-ı müslimlerin devlet memuru olabilmeleri ve para vererek askerlikten muaf tutulmaları, kendi dinlerinde yemin edebilmeleri ve karma mahkemelerin açık yapılması gibi haklar getiren fermana karşılık, Paris Konferansı’nda Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğü katılımcı devletler tarafından tescil edilir.

I. Abdülmecid’in ölümü üzerine kardeşi Abdülaziz tahta geçer. Abdülaziz devrinde (1861-1876) babası ve ağabeyi döneminde başlayan ıslahatlara devam edilir. 1871 yılma kadar Ali ve Fuat Paşalar öncülüğünde idarî, hukukî ve eğitim alanında düzenlemeler yapılır. Devlet Şurası (Danıştay) kurulur. İdari ve ticareti yeni kanunlar çıkarılır. Cevdet Paşa başkanlığında Mecelle hazırlanır. Mülkiye, hukuk, tıp fakültelerinin yanında Galatasaray, Daruşşafaka ve kız öğretmen okulları gibi eğitim kurumları açılır. III. Napolyon ve ingiltere kraliçesi Victoria’nın daveti üzerine önce Paris’e sonra Londra’ya gezi amacıyla giden ilk Osmanlı Padişahı olan Abdülaziz’in ıslahatları, 1826-1840 yılları arasında doğan ve Batı düşüncesiyle eğitim gören gençler tarafından yeterli görülmez. 1865′te “Yeni Osmanlılar Cemiyeti” adıyla yurt içinde örgütlenen bu gençler, daha sonra yurt dışında Fransa, ingiltere, isviçre ve Mısır’da faaliyetlerini sürdürürler. Paris, Londra Cenevre ve Kahire’de bazı yabancı devletlerin ve Osmanlı Paşalarının desteğiyle gazeteler çıkarırlar. Jön Türkler adıyla bilinen bu grup, Osmanlı Devletinin Meşrutiyet yönetimine geçmesini isterler.Dışarıdaki ve içerdeki yenilik yanlıları Abdülaziz’i hâl ederek V. Murat’ı tahta çıkarırlar (30 Mayıs 1876). Üç ay tahtta kalan V. Murat hasta olduğu için, yerine kardeşi II. Abdülhamit geçer. Meşrutiyet yanlılarının taleplerine karşı olmasına rağmen, isteklerini kabul eden, II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) çok kritik olaylar yaşanır. Meşrutiyet taraftarı Mithat Paşa sadrazam olur, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi isimlerle anayasa hazırlanır. Anayasa Padişah tarafından imzalanarak Meşrutiyet ilân edilir (23 Aralık 1876). Bu anayasaya göre; yürütme Padişaha, yasama meclise, yargı mahkemelere bırakılır ve bir nevi kuvvetler ayrılığı prensibi benimsenir. Ayan Meclisi Padişah, Mebuslar Meclisi halk tarafından seçilecektir. Meclisin ilk toplantısı 19 Mart 1877 tarihinde yapılır. Birinci mecliste azınlık milletvekilleri (Rum, Ermeni, Bulgar, Makedon, Sırp v.s.) oranının %60′lara varması ve mecliste Osmanlı Devletinin millî menfaatlerinin zıddına hareket edilmesi nedeniyle, azınlık temsilcilerinin, devleti bir çıkmaza sürüklediklerini gören Padişah II. Abdülhamit; Osmanlı-Rus savaşını (93-Harbi, 1877-1878) gerekçe göstererek meclisi tatil eder. Otuz yıl süren bu tatil, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Manastır’da ihtilâl yapması üzerine; Padişah II. Abdülhamit’in yeniden Kanun-i Esasiye göre Meşrutiyeti ilân etmek zorunda kalmasıyla son bulur (24 Temmuz 1908). Meclis, 17 Aralık 1908′de açılır. Basından sansür kalkar ve daha serbest bir ortam oluşur. Ancak bu serbestliği layıkıyla kullanamayan basın, ikiye bölünür. İttihatçılar; Şura M Ümmet, Siper-i Saika, Tanin, muhalifler Volkan, Serbest?,Mizan gibi yayın organlarında kalem kavgasına tutuşurlar. Bu kavga, Serbesti gazetesinin sahibi Hasan Fehmi’nin öldürülmesiyle hiç arzu edilmeyen bir boyut kazanır. İstanbul’da karışıklıkların artarak sürmesi üzerine, III. Ordu İstanbul’a gelerek duruma el koyar. Tarihe “31 Mart Vakası” olarak geçen bu olayların sonunda Prens Sabahattin’in kışkırtmasıyla II. Abdülhamit tahttan indirilir (27 Mayıs 1909). Yerine V. Mehmet Reşat getirilir. Böylece İttihat ve Terakki, yönetimi başlar.

Abdülhamit’in istibdatçı olduğunu her fırsatta dile getiren İttihat ve Terakki yöneticileri ile Meşrutiyeti ilân ettiren çevreler daha sonra kendi istibdatlarını kurarlar. Mehmet Reşat dönemi (1909-1918)’de on sekiz hükümet değişikliği yaşanır. Bu istikrarsızlıkta İttihat ve Terakkinin büyük payı olduğu muhakkaktır. İngilizler Mısır’ı, Fransızlar Tunus’u, işgal ederler. İtalya Trablusgarp kara savaşında Mustafa Kemal gibi subayların gayretleriyle durdurulur, ancak Ege denizine donanma göndererek on iki adayı işgal eder. Bu arada Balkan Savaşı çıkar. Zor durumda kalan devlette, İttihatçı-İtilafçı parti çekişmeleri ve mali kriz yüzünden Osmanlı ordusu savaşı kaybeder. Sonuçta Londra Anlaşması’yla Midye-Enez hattının batısında kalan topraklar Balkan devletlerine bırakılır (1912). Galip devletlerin toprak paylaşımından dolayı aralarında çıkan anlaşmazlık II. Balkan savaşının başlamasına sebep olur. Osmanlı devleti Bulgarlarla Sırplar arasındaki savaş durumundan faydalanarak Edirne’yi gerialır.Ancak sonuçta Osmanlı Devleti Balkanlardaki topraklarını kaybeder (1913). V Mehmet döneminde eğitim ve öğretimin iyileştirilmesi İçin yapılan düzenlemeler önemlidir. 1913′te üniversitelerde müfredat değişikliğine gidilir. Bayanlar için üniversiteler açılır.

18. YÜZYIL ISLAHAT HAREKETLERI

İbrahim Müteferrika’ AÇIKLAMA:

17. yüzyılda II. Osman(1618-1622), IV.Murat(1623-1640), Kuyucu Murat Paşa, Tarhuncu Ahmet Paşa ve Köprülüler sülalesinden sadrazamların ıslahatlar yaptıklarını belirtmiştik. Daha çok iç isyanları bastırmak, asayişi sağlamak, devlet otoritesini yeniden kurmak, maliyeyi düzeltmek, Tımar sistemini düzeltmek ve Kapıkulu ocaklarını ıslah etmek şeklinde gelişen bu ıslahatlar genel olarak yüzeysel kaldığından istenen sonuçlara tam olarak ulaşılamamıştı. Daha çok eski devirlerdeki uygulamaların devamı şeklinde olan ve çok sert tedbirlerle kötülükleri önleme düşüncesine dayanan bu ıslahatlar kalıcı sonuçlar getirmedi. Devletin eski gücüne ulaşmasını sağlayamadı.
18. YÜZYIL ISLAHATLARININ GENEL KARAKTERİ:

18. yüzyılda daha köklü değişikliklere ihtiyaç duyuldu. Avrupa’nın askeri ve teknik üstünlüğü görüldü ve kabul edildi. Bu yönde gelişme sağlanmaya çalışıldı. Bu yüzyıldaki Islahatları şöyle sıralayabiliriz:
1) LALE DEVRİ ISLAHATLARI(1718-1730):

1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşmasından 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı”na kadar geçen döneme Lale Devri denir. Bu dönemin padişahı III. Ahmet, Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır.
Lale Devrinin Özellikleri:

Bu dönemde Avrupa ile savaş yaşanmamış, barış içinde yaşamak fikri ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti Avrupa’yı daha iyi tanıyabilmek için Paris, Londra gibi şehirlere elçiler göndermiştir. Bu devirdeki diğer yenilikler ve ıslahatlar şunlardır:

a) Matbaa kuruldu. (Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından 1727′de İstanbul’da kuruldu. Matbaada basılan ilk eser Vankulu Lügatı’dır.)
b) Yeniçerilerden bir itfaiye bölüğü oluşturuldu.
c) Yalova’da kağıt, İstanbul’da kumaş ve çini fabrikaları kuruldu.
d) Yeni Kütüphaneler açıldı. Doğu ve batı eserleri tercüme edildi.
e) Çiçek aşısı yaygınlık kazandı.
f) Lağımcı ve Humbaracı ocaklarında ıslahatlar yapıldı.
g) Mimarlık, resim ve minyatür sanatları gelişti.
2) I.MAHMUT DEVRİ ISLAHATLARI(1730-1754)

Patrona Halil İsyanı sonucu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve yakınları öldürüldü. Padişah III. Ahmet tahttan indirildi, yerine I. Mahmut getirildi.
Önemli Siyasi Olayları:

a) 1736-1739 Osmanlı-Rus+Avusturya Savaşları sonucunda BELGRAT Antlaşması imzalandı.
b) 1740 Yılında Fransızlara verilen Kapitülasyonlar sürekli hale getirildi.
c) 1746 yılında İran’la Kasr-ı Şirin Antlaşmasındaki sınırları kabul eden antlaşma imzalandı.
Islahatlar:

a) Humbaracı Ahmet Paşa, Topçu ve Humbaracı ocaklarında ıslahatlar yaptı.
b) Üsküdar’da KARA MÜHENDİSHANESİ (Mühendishane-i Berri Hümayun) adlı bir subay okulu açıldı.
3) III.MUSTAFA DEVRİ ISLAHATLARI (1757-1774):

III.Mustafa döneminde Lehistan meselesi yüzünden 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı yapıldı. Savaş Osmanlı Devleti için felaketle sonuçlandı. III. Mustafa kederinden öldü.(1774)
Islahatlar:

a) ”Baron Dö Tot” Sürat topçuları adlı bir birlik kurdu, topçu ve istihkam sınıflarını yetiştirdi.
b) Hendeshane adlı okulda denizcilik ve topçuluk eğitimi verildi.(Mühendishane-i Bahri Hümayun)
c) Maliyede düzenlemeler yapıldı.
4) I.ABDÜLHAMİT DEVRİ ISLAHATLARI(1774-1789):

III. Mustafa’nın ölümüyle yerine I.Abdülhamit geçti.
Önemli Siyasi Olayları:

a) Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı.(1774)
b) 1783′de Ruslar Kırım’ı işgal etti.
c) 1787-1792 Osmanlı-Rus+Avusturya savaşı başladı. 1789′da ölümüyle yerine III.Selim geçti.
Islahatlar:

a) İstanbul’da bir istihkam okulu açıldı.
b) Maliye’de ve askeri alanda ıslahatlara devam edildi.
5) III.SELİM DEVRİ ISLAHATLARI(1774-1789):

Önemli Siyasi Olayları:

a) Başa geçtiğinde Osmanlı Devletiyle Rusya+Avusturya savaşı devam ediyordu.(1787-1792)
b) 1789′da Fransız ihtilali çıktı.
c) Bunun üzerine Avustuya 1791′de savaştan çekilerek Ziştovi Antlaşmasını imzaladı.
d) Tek başına kalan Rusya da 1792′de YAŞ antlaşmasını imzaladı.
e) Napolyon 1798′de Mısır’ı işgal etti. Nizamı Cedit Fransız ordusunu AKKA’da yendi. Fransızlar Mısır’dan çekildi.
f) Fransız ihtilalinin etkileri Osmanlı Devletinde görülmeye başlandı. 1804′de Sırp İsyanı çıktı.
g) 1806-1812 Osmanlı Rus Savaşı başladı.
h) 1807′de Kabakçı Mustafa Olayı ile tahttan indirildi.
Islahatlar:

III. Selim Döneminde yapılan Islahatlara genel olarak Nizam-ı Cedit(Yeni Düzen) denilmiştir.

a) Nizam-ı Cedit Ordusunu kurarak, yeniçeri ocağını geri plana düşürdü.(İsveçli subayların eğittiği bu ordu, Akka’da Napolyon’u yenmeyi başardı.)
b) Islahat hareketlerine ve Nizam-ı Cedit ordusuna gelir sağlamak amacıyla İRAD-I CEDİT adıyla yeni bir hazine kurdu.
c) Kara ve deniz mühendishaneleri genişletildi.
d) Yeniçeri ve diğer Kapıkulu Ocakları düzene sokuldu.
e) Tersaneler yenilendi, modern toplar döküldü.
f) Avrupa’daki gelişmeleri öğrenmek için Paris, Londra,Viyana ve Berlin’de devamlı elçilikler açıldı.
g) İlmiye sınıfında ve devlet dairelerinde düzenlemeler yapıldı.
h) Bilim ve sanat eserleri batı dillerinden Türkçe’ye çevrildi.

Benzer Konular

18 Mayıs 2017 / muroq123 Cevaplanmış
25 Nisan 2012 / klara Soru-Cevap
31 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
13 Nisan 2014 / Misafir Soru-Cevap