Arama

Devletler arası ilişkilerde ülkemizin öncelikleri nelerdir?

Güncelleme: 5 Nisan 2012 Gösterim: 4.134 Cevap: 3
esra5512 - avatarı
esra5512
Ziyaretçi
30 Nisan 2011       Mesaj #1
esra5512 - avatarı
Ziyaretçi
devletler arası ilişkilerde ülkemizin öncelikleri neler olabilir acill lazıımmmm hiçbiyerde bulamıyorum yardım ediinnMsn Sad
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2012       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya lütfen acil yardım edin
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Mart 2012       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ilişki, devlet, öncelik ve insanlık Msn Happy
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Nisan 2012       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana Avrupa ile bütünleşmeyi modernleşmenin bir aracı olarak görmüştür.
Türkiye-Avrupa veya Türkiye-AB ilişkilerini, ortak tarih ve kültür faktörünü görmezden gelerek değerlendirmek mümkün değildir. Bugün, gerek Avrupa’nın Türkiye’ye gerekse Türkiye’nin Avrupa’ya bakış açısı, yüzyıllardır var olan tarihsel ilişki ve etkileşimlerin ürünüdür.

1917’de Sovyet Birliği’nin kuruluşu, Batı Avrupa yakınlaşmasına gerekçe sağlamış; kurulan Avrupa Toplulukları da bu ideolojik ortamdan etkilenmiş, hatta bir noktada bu ideolojik yapılanmanın üzerine kurulmuştur.

Soğuk savaş döneminde Avrupa’da demokrasinin koruyuculuğuna en önemli katkıyı yapan ülkemiz, 1990 sonrası ortaya çıkan yeni siyasi coğrafyada; bu sürece hiç katkıda bulunmamış ülkelerin gerisinde, görüşmelere başlatılmamış bir aday ülke durumundadır.

DYP’nin, ekonomik gelişmişlik kıstaslarını sağlamış, insan hakları ve demokrasinin herkes için yaşanabilir kılındığı bir ortamda, bölgedeki ilişkileri ve kültürel zenginliği ile AB’ne girecek bir Türkiye’nin; Bölgede ve Dünya’ da medeniyetlerin buluşmasını sağlayacağına ve bunun da örnek bir model oluşturacağına olan inancı sonsuzdur.

DP ve AP’nin temel siyaset felsefesinin bir uzantısı olan DYP’nin, 1959 yılında ilk başvuruyu yapan Adnan Menderes’ den bu yana gerek iktidar gerekse muhalefet dönemlerinde, AB ile birlikteliği sağlamaya yönelik ilişki ve programlarında hiçbir kırılma noktası yoktur.

Bugün DYP’nin içinden geldiği gelenek, bu anlamda, hem Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yüzünü Batıya çeviren ülkemiz, hem de bölge istikrarı açısından önemli bir misyon oluşturmuş; Türkiye, 1950’lerden itibaren demokratikleşme ve piyasa ekonomisinin uygulanması konusunda büyük atılımlar yapmıştır.

Türkiye, Yunanistan ın 15 Temmuz 1959’da AET’ye başvurması üzerine başlıca ihraç ürünlerimizin Yunanistan ile aynı olması sonucu elinde tuttuğu Pazar payından olabileceği, dış ticaretimizin de olumsuz etkilenebileceği düşüncesiyle 16 gün sonra AET’na başvurmuştur ve 11 Eylül 1959 tarihinde başvurusu kabul edilmiştir.

Böylece başlayan ilişkiler, AT ile 1963 yılında imzalanan ve 1964 yılında yürürlüğe giren Ankara Antlaşmasının temel oluşturduğu ortaklık rejimi çerçevesinde yürümektedir.

Geçiş döneminde Türkiye ile AT arasındaki ilişkiler, Ankara Antlaşmasının yanı sıra 1970 yılında imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren “Katma Protokol” ile düzenlenmiştir.

Geçiş döneminde Türkiye-AT ortaklık ilişkileri beklendiği gibi gelişmemiş ve 1970’li yılların sonunda Bülent ECEVİT başkanlığındaki CHP iktidarı Türkiye-AET ilişkilerini dondurmuştur. 12 Eylül 1980’den sonra tekrar demokratik sisteme geçişle birlikte Turgut ÖZAL hükümetleri gümrük tarifelerini anlamlı bir biçimde aşağı çekerek ve ithalatı önemli ölçüde libere ederek görüşmelerin başlaması için ön zemini hazırlamıştır. Ardından da 14 Nisan 1987’de tam üyelik başvurusu yapılmasına rağmen, AT Komisyonu 18 Aralık 1989 da görüşünü vererek, kendi iç pazarını tamamlamadan yeni bir üye alamayacağını bildirmiştir.

Bu talep reddedilmiş olmakla beraber ilişkiler yeniden canlanmaya başlamıştır. Canlanmaya başlayan ilişkiler çerçevesinde Gümrük Birliğinin en geç 1995’te tam olarak gerçekleşmesini teminen 1993 yılında Türkiye-AT Gümrük Birliği Yönlendirme Komitesi kurulmuştur.

1990’lı yıllarda Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin iki temel belirleyici unsuru soğuk savaşın bitmesi ve Avrupa bütünleşmesi yolunda ortaya çıkan hızlı ilerlemelerdir. Berlin duvarının yıkılması ve Sovyetlerin dağılması, Avrupa’da siyasi, güvenlik ve ekonomi alanlarında önemli politika değişikliklerine neden olmuştur.

Türkiye, tam üyelik hedefi için gerekli bir araç olan Gümrük Birliğinin, geçiş döneminin sona ereceği 1996 yılı başı itibariyle tamamlanmasını teminen, 9 Kasım 1992 tarihli Ortaklık Konseyi toplantısında Gümrük Birliğinin 1995 yılı itibariyle gerçekleştirilmesinin hedeflendiğini, bunun için gerekli yükümlülüklerin yerine getirileceğini ve bu arada nihai hedefinin Topluğa katılmak olduğunu teyiden açıklamıştır.

8 Kasım 1993 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında, taraflar gümrük birliği konusundaki iradelerini teyid eden bir kararı kabul etmişler ve Çalışma Programı’nı onaylamışlardır. Böylece, Gümrük Birliğinin tamamlanması konusunda tarafların alması gereken önlemler tanımlanmıştır.

Öte yandan, Gümrük Birliğinin yürürlüğe girebilmesi ve bu konudaki kararların etkinlikle alınabilmesi amacıyla, bütün kamu kurum ve kuruluşlarının sıkı işbirliği ve koordinasyonunu sağlamak üzere bir Gümrük Birliği Hazırlık Programı düzenlenmiş, tespit edilen hedefler yetkili kurum bazında ayrıntılı bir takvime bağlanmıştır.

Taraflar arasında bu çerçevede yürütülen teknik ve siyasi müzakerelerin sonuçları, gümrük birliğinin işlerliğini ve son dönem koşul ve sürelerini içeren bir “Gümrük Birliği Kararı” altında toplanmıştır.

DYP Genel Başkanı Prof. Dr. Sayın Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde gerçekleştirilen 6 Mart 1995 tarihli ve 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (OKK) ile, Türkiye ile AT arasında sanayi ürünlerini konu alan bir gümrük birliğinin tam olarak kurulması aşamasına gelinmiştir. Ortaklık Konseyi’nin 1/95 sayılı bu Kararı Türkiye ile AT arasındaki ortaklık ilişkisinin 1 Ocak 1996’da başlayan yeni dönemin gelişme doğrultusunu belirlemektedir.

Türkiye’nin yaşadığı siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, Yunanistan ile yaşanan anlaşmazlıklar, Kıbrıs gibi temel sorunlar Türkiye-AB ilişkilerinin gidişatını önceden olmadığı kadar çok etkilemiştir.

Uluslararası teröre destek verdikleri için “terörist ülke” olarak nitelenen yedi ülkeden üçüne komşu olduğumuz gerçeği göz önüne alınacak olursa, DYP iktidarı döneminde, ülkeyi maddi-manevi zarara uğratan teröre karşı kazanılan başarının küçümsenemeyeceği açıkça görülecektir. Terörle mücadelede başarı kazanılması ile birlikte, yıllardır gerçekleştirilemeyen demokratikleşme reformlarının, ekonomik ve sosyal önlemlerin hayata geçirilmesi için uygun bir ortam ortaya çıkmış bulunmaktadır.

AB’ne tam üye olmadan Gümrük Birliğine giden ilk ve tek ülke olan Türkiye, bu entegrasyon kapsamında Topluluk müktesebatının önemli bir kısmını üstlenmiş durumdadır. Uyumlaştırılan alanlar ithalat ve ihracat rejimleri, gümrük mevzuatı, rekabet hukuku, ticari standartlar gibi önemli ve uzmanlık isteyen konuları kapsamaktadır. Ülkemiz, ayrıca, AB’nin imzalamış olduğu uluslararası ticari anlaşmaları üstlenmiş ve malların menşeini belirleyen Avrupa ticaret sistemine dahil olmuştur. Gümrük birliği aynı zamanda, AB ve Türkiye arasında rekabet kuralları, devlet yardımları gibi alanları da kapsayan çok daha ileri bir entegrasyonun sağlanması yolunu da açmıştır.

Gümrük birliği kapsamında Türkiye, ayrıca, iç pazarını Avrupa rekabetine açmış ve sanılanın aksine Avrupa endüstrisi ile rekabet edebilirliğini de kanıtlamış durumdadır.

DYP iktidarının dirayetli tutumu sayesinde bu durum, tam üyelik yolunda Türkiye’ye, diğer adaylarla karşılaştırılmayacak ölçüde büyük bir avantaj sağlamıştır.

Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve 13 Ekim 1999 tarihinde yayımlanan Türkiye’nin Kopenhag kriterleri bakımından performansını inceleyen ikinci raporda, Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliğini gerçekleştirme konusunda ciddi bir performans gösterdiğine dikkat çekilerek, aday ülkeler arasına Türkiye’nin de dahil edilmesi yönünde görüş bildirilmiştir.

10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmiş ve tam üyelik yolunda önemli bir adım atılmıştır.

Bununla beraber, Haziran 1993 Kopenhag Zirvesinde kabul edilen ve Avrupa Birliği Antlaşmasının üyelikle ilgili maddesine eklenen Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamadan, adaylık müzakerelerinin başlaması mümkün değildir.

Kopenhag siyasi kriterleri Türkiye için konmamıştır.

AB Komisyonu, Türkiye’nin kısa ve orta vadede gerçekleştirmesi gereken hedefleri ve uyum çalışmalarına AB’nin vereceği mali ve teknik desteği belirleyen Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB)’ni 8 Mart 2000 tarihinde onaylamıştır. Türkiye KOB’ni esas alarak, 31 ana başlıktan oluşan AB müktesebatına uyumu sağlayacak değişiklikleri ortaya koyan Ulusal Programı hazırlamıştır. Programın adı ulusaldır ancak bu program mevcut hükümet tarafından TBMM’ ne getirilmemiş ve ulusun geleceği ile ilgili bir konuda ulus iradesinin tecellisi engellenmiştir.

AB’ nin genişleme ve kurumsal yapısının yeniden oluşturulduğu 7-9 Aralık 2000 Nice Zirvesinde, Türkiye’nin AB’nin 2010 yılına kadar olan genişleme perspektifine alınmadığını görüyoruz.

Bununla birlikte, 2001 Laeken Zirvesi’nde AB’nin geleceği tartışılarak, Birliğe ilişkin önemli kararlar alınmış; geniş tabanlı bir Konvansiyon oluşturulmasına karar verilmiş ve Birliğe aday tüm ülkelerin de bu Konvansiyona katkıda bulunabileceği vurgulanmıştır.

İşte bu amaçla 2002 yılının başında toplanmaya başlayan Avrupa Birliği Konvansiyonu, Birlik kurumları ile üye ülkeler arasındaki yetki dağılımı, Antlaşma metinlerinin basitleştirilmesi ve sadeleştirilmesi, Temel Haklar Şartı’nın statüsü ve ulusal parlamentoların Birliğin mimarisindeki rolü, konularını tartışmaya başlamıştır.

Benzer Konular

24 Aralık 2012 / Misafir Cevaplanmış
12 Ocak 2013 / ECE38 Soru-Cevap
30 Aralık 2011 / XxcansuxX Taslak Konular
2 Aralık 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
18 Kasım 2013 / Misafir Soru-Cevap