Arama

Limon ağacının yaprakları neden sararır?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 2 Kasım 2011 Gösterim: 19.013 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2011       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
limonun yaprakları neden sararır ?
EN İYİ CEVABI SaKLI verdi
Uçkurutan limon ağaçlarının en önemli hastalıklarından birisidir. Etmenin henüz bilinmediği 1923 yılında uçkurutan İtalyanca ‘‘Mal Secco’’ olarak isimlendirilmiştir. Daha sonra 1923 yılında Petri adlı bir araştırmacı hastalık etmenin Deuteromycetes sınıfının Sphaeropsidales takımına ait olduğunu belirleyerek Deuterephoma tracheiphila adını vermiştir.1948 yılında iki araştırmacı etmenin mikroskobik özelliklerini yeniden incelemişler ve Phoma cinsi içerisine alınması gerektiğini vurgulamışlardır Günümüzde sistematikteki gerçek yerine kavuşmuş ve Phoma tracheiphila adı ile kabul edilmiştir.Uçkurutan Akdeniz bölgesinin önemli limon yetiştiricilik bölgelerini tehdit eden bir hastalıktır. 1940 yılında 20.000 limon ağacı uçkurutan nedeniyle ölmüştür. Bugün halen uçkurutan hastalığı Türkiye’nin toplam limon üretiminin %90’ına yakın bir bölümünü karşılayan İçel ilinde limon plantasyonlarının baş durumundaki bir hastalığı olarak karşımıza çıkmakta, aynı zamanda Tarsus ve Karataş’a doğru da yayılmasını sürdürmektedir. P.tracheiphila, Citrus genusuna ait türleri ,bunun yanında Pancirus,Severina ve Fortunella gibi diğer bazı genuslara ait türler ve bunların tür içi ve türler arası hibridlerini de enfekte edebilme yeteneğine sahiptir.
Uçkurutan değişik faktörlerle ilgili olarak hızlı veya yavaş gelişme gösterbilir. Bu faktörler:
Sponsorlu Bağlantılar
1-) Patojenin bitkiye girdiği yer
2-) Enfeksiyon dönemi
3-) Ekolojik faktörlerin etkisi
4-) Patojenin virülensliği
5-) Konukçu duyarlılığı
Bu ilişkiler nedeniyle simptomlar değişken olabileceği gibi, simptom gelişmesi de hızlı veya yavaş olabilir.
Genellikle ilk simptomlar ağacın tepe sürgünlerindeki yaprakların birincil ve ikincil damarlarında hafif bir renk değişimi şeklinde ortaya çıkar. Daha sonra yapraklar sararır ve dökülür, genellikle petiol sürgün üzerinde kalır. Yaprak dökümü ile birlikte sürgünlerde uçtan geriye doğru sararır, bazen sürgünün sadece bir tarafında sararma olur. Fakat sürgünün daha gerideki taban kısmı normal yeşil rengini korur. Hastalığın daha ileriki döneminde enfekteli sürgünler kahverengi bir renk alır. Yaprakların dökülmesini, ince sürgünlerin, dalların, gövdenin ve sonuçta bitkinin tümünün kuruması izler. Kurumuş sürgünler üzerinde konsantrik şekilde dizilmiş Colletotrichum gloeosporioides’ in aservusları kolaylıkla görülebilir.
Uçkurutanın spesifik bir simptomu da enfekteli sürgünler üzerinde patojenin eşeysiz üreme yapısı olan piknidiumların oluşmasıdır. Bunlar kurumuş 1-2 sürgünler üzerinde epidermisin hemen altında oluşur. Bu sürgünler üzerinde gümüşi renkte boydan boya uzanan çizgiler görülür. Sürgün kırılınca bu kısımlar epidermisin hemen altındaki dokulardan ayrılır ve siyah küre şeklinde çok sayıda piknit açığa çıkar. Bunlar çıplak gözle veya bir mercek yardımıyla görülebilir.
Hastalığın teşhisiyle enfekteli olduğu tahmin edilen sürgünün enine kesitini almak yararlıdır. Enfekteli sürgünlerin odun dokusunda havuç kırmızısı renginde sarımsı-kırmızımsı bir renklenme görülür bu renklenmenin daha kolay görülebilmesi için bazı kimyasal maddeler kullanılabilir. Bunlar:

1) 1-2 damla %20 lik NaOH veya KOH damıtılması ile enfekteli doku havuç kırmızısına sağlam doku ise sarıya boyanır.
2) %95 lik alkol ile %10 luk amonyak karışımı sürüldüğünde ise enfekteli kısım sarımsı- kahverengi bir renk alır. Eski enfeksiyonlarda ise ağacın yıllık halkalarında gri –siyahımsı bir renklenme vardır. Hastalığın gelişmesinde birincil enfeksiyonların lokolize olduğu yer büyük önem taşır.
a)Tepeden başlayan enfeksiyonlar genellikle yavaş seyreder.Bu durumda bitkiler enfekteli olmayan dallardan ve budanmış olan dallardan süren ikincil sürgünlerle yaşamını uzun süre devam ettirebilir.Bu yeni sürgünler de zaman içerisinde peş peşe enfekte edebilir.
b)Eğer hastalığın seyri aşağıdan yukarıya doğru olursa hastalığın ilerlemesi çok hızlıdır ve tüm sürgünü veya ana dalı kuşatabilir. Bu durumda enfekteli sürgün veya dal hızlı bir yaprak dökülmesi ve kuruma gösterir. Bazen kurumuş yaprak ve meyveler de sürgünün üzerinde kalabilir.
c)Patojen toprak yüzeyine yakın olan köklerden girmesi halinde simptom oluşumu çok daha hızlıdır ve tüm bitkiyi kuşatabilir. Buna kısa süre sonra da bitkinin ölümü izler.
Phoma tracheiphila‘nın genellikle sürgün ve yapraklardaki yaralar yoluyla penetrasyonu gerçekleştirdiği kabul edilmektedir. Hatta kök enfeksiyonlarının bile yüzeysel köklerde oluşan yaralardan gerçekleştiği ispatlanmıştır. Bir denemede genç kaba limon ağaçları doğal enfeksiyona maruz bırakılmış ve tüm enfeksiyonların küçük yaralar ve yaprakların yırtılması ile başladığı gözlenmiştir. Aynı şekilde yapay inokulasyonlarda da fungusun misel veya konidilerinin bulunduğu inokulum yaralar yoluyla konukçuya verildiğinde başarılı sonuçlar alınmıştır. Ayrıca bitkilerde yaralanmalara neden olan don, dolu rüzgar gibi doğa olaylarından sonra hastalığın şiddetli saldırısının izlenmesi yaraların Phoma tracheiphila ‘ nın giriş yolu olduğunu indirekt olarak açıklar.
Rüzgar, don ve dolu yanında böcekler, dal kabuklarının dökülmesi konukçunun dikenli oluşu, budamalar, hasat, toprak işleme vb. kültürel işlemlerde yaralara neden olabilir.
Patojen bitki dokusu içerisine girdikten sonra, konukçuda uzun süre canlı olarak kalabildiği, ksilem iletim demetlerine ulaşır. İletim demetlerinde fungus gelişmesi sırasında hifsel tip konidi(fialokonidi) oluşturur. Böylece ksilem iletim demetlerindeki özsu ile pasif olarak hızla yayılan inokulumlar 24 saat sonra inokulasyon noktasının yaklaşık 30 cm yukarısındaki yapraklardan patojen tekrar izole edilebilmiştir.
Sporların ksilem iletim demetlerindeki pasif hareketi yanında, fungus hifleri ile dairesel olarak hücreler arası geçitler sayesinde veya doğrudan doğruya primer hücre duvarını ürettiği pektolitik ve selülotik enzimleri sayesinde parçalayarak bir iletim borusundan diğerine geçebilir. Enfeksiyonun daha sonraki devresinde sürgünler kurumaya başladığında fungal hif ksilemden uzaklaşarak parankimanın en dış tabakasında epidermisin hemen altında yerleşir ve burada piknidiumları oluşturur.
P.tracheiphila ksilem iletim demetlerindeki hifsel gelişmesi sonucunda iletim demetlerinin tıkanmasına neden olur. Bunun sonucunda enfeksiyon noktasının yukarıdaki kısma yeterli miktarda su ve besin maddesi gidemediğinden hastalık simptomları görülmeye başlar diğer yandan ürettiği pektolitik ve selülotik enzimler yardımı ile hücre duvarını parçalayarak da dokulara zarar verirler; ancak son yıllarda yapılan araştırmalar patojenin fitotoksik bir glikopeptit ürettiğini ortaya koymuş ve bu glikopeptite “malseccin” adı verilmiştir. Daha sonra laboratuvarda üretilen toksinin sağlıklı ağaçlara verildiğinde uçkurutan hastalığının simptomları görülmüş ve enfeksiyonda patojenin ürettiği toksinin de önemli rol oynadığı ortaya konmuştur. Aynı zamanda infekteli ağaçlardan da toxin izole edilebilmiştir.
Uçkurutan infeksiyonları bölgenin ekolojik koşullarına bağlı olarak farklı zamanlarda gerçekleşebilir.
1)İnokulumun en önemli primer kaynaklarından birisi hatalıklı bitkilerin genç sürgünleri üzerinde epidermisin hemen altında oluşan piknitlerdir.Diğer bir inokulumun kaynağı da infekteli sürgünler üzerinde yüksek nemli koşıllar altında fialitlere bağlı olarak bol miktarda oluşan hifsel tip konidilerdir.Bunların doğadaki varlığı henüz 1980 yılında saptanmıştır.
2)Patojenin inokulum kaynakları sadece spor formları değildir aynı zamanda infekteli köklerde bulunan miselyumdan ve konukçu olmayan bitkilerde gizlenmiş olarak da yayılmasını başlatabilir.
P.tracheiphila’nınkötü koşullara dayanıklı olan hiçbir dayanıklı formu bilinmemektedir. Bununla beraber konukçu bitkinin ince sürgünleri, kalın dalları, gövdesi ve köklerinde canlı miselyum halinde mevsimlerce kalabilir.Ayrıca hastalıklı sürgünlerde piknit halinde ve konukçu olmayan hallerde latent olarak da canlılığını sürdürebilir.
Rüzgar ve yağmurun etmenin yayılmasındaki rolü sadece indirekt olmaktadır. Rüzgara karşı korunan limon bahçelerinde uçkurutan hastalığının korunmayanlara göre daha az olduğu bilinmektedir. Ayrıca infeksiyonlar sık yağış ve şiddetli yağış ile karakterize edilen kış periyodu boyunca ortaya çıkmaktadır.
Konidilerin yayılması ve infeksiyonların oluşması için %65-90 arasında nisbi nem gereklidir. Yüksek nem düzeyleri özellikle infekteli sürgünler üzerinde fialokonidi üretimi için gereklidir.
P.tracheiphila 10-28 oC sıcaklıklar arası gelişebilir. Bu sıcaklıkların altında ve üstünde gelişme yavaşlar.6 oC ve 30 oC de durur. Optimum gelişme sıcaklığı 20 oC letal sıcaklık ise 32-35 oC dir.Hifsel tip konidi üretimi 12-28 oC arasında piknit oluşumu ise 12-14 oC sıcaklıklarında olmaktadır; ancak 5 oC ye kadar düşük sıcaklıklarda da piknit oluşabilir.
Don, dolu ve rüzgar, bikilerde yaralara neden olarak infeksiyonun oluşmasını sağlar. Rüzgar bitki organlarının birbirine sürtülmesi sonucu yaralara neden olması yanında pikniospor ve hifsel konidilerin yayılmasını sağlayarak önemli bir vektör görevi yapar. Yağışın hastalığın yayılmasında etkili olduğu bilinmektedir; ancak infeksiyonlar da olan ilişkisi kesin olarak saptanamamıştır.
Konukçu bitki uçkurutanın epidemiyolojisinde önemli bir rol oynar. Çeşitli turunçgil türleri ve aynı zamanda tür içinde kültivarların uçkurutana duyarlılıkları farklıdır. Genç bitkiler yaşlı olanlardan daha duyarlıdır; ancak şaşırtma zamanının, aşılama zamanının aşılamanın fidanlıkta veya tarlada yapılmasının hastalığın ortaya çıkışına etki ettiği bilinmektedir.
HASTALIKLA MÜCADELE
Yasal önlemler:Uçkurutan hastalığının yayılmasının önlenmesinde en etkili yollardan birisi olarak görülebilir; çünkü hastalığın şu anda Akdeniz ülkelerine yayılmış olmasına etken üretim materyallerinin kontrolsüz olarak bu ülkelere girmiş olmasıdır.Bugün ülkemizde İçel ilinde yoğun olarak bulunan uçkurutan hastalığının diğer bölgelerimizde de önemli sorunlar yaratmaya başlamadan önce yasal olarak kontrol altında tutulması gereklidir.Özellikle içel ilinden fidan ,aşı gözü ve aşı kalemlerinin diğer bölgelere dağıtılması yasaklanmalı veya yetkili fidan üretim istasyonları kurularak kontrollü bitki çıkışına izin verilmelidir.
Kültürel önlemler: Hastalığın epidemiyolojisi ile çok yakın ilgili olması nedeni ile uçkurutanla mücadele direkt ve indirekt çok sayıda kültülrel işlem uygulanmaktadır. Bunlar;
1) İnokulum miktarını azaltmak için hastalıklı dalların budanması ve yakılması en önemli kültürel işlemdir. Eğer hastalık epidemiyolojisi göz önünde tutulursa uygulanacak kültürel işlemler kendiliğinden ortaya çıkar. İnfektelenmiş hasta dalların üzerinde patojen önemli bir inokukum birimi olan piknitleri oluşturur. İnokulum miktarını azaltmak için hasta dalların budanması birincil derecede önemli bir kültürel işlemdir; ancak budanan dallar bahçe içinde bırakılırsa patojen piknit veya misel formunda uzun süre canlı kalacağı için inokulum kaynağı yok edilmemiş olacaktır. Bunun içinde hasta dallar hemen yakılmalıdır.
2) Patojenin giriş yerlerinin yaralar olması nedeni ile özellikle enfeksiyonlar için uygun olan ekim nisan ayları arasında ağaçlarda fazla yara açmaktan kaçınılmalıdır. Temizlik budamaları, uç alma, kuru alma ve benzeri işlemler patojenin gelişmesinin durduğu yaz aylarında yapılmalıdır; çünkü 30 oC inaktif hale geçer; fakat bu budamalarda tüm hastalıklı kısımların tamamen elemine edilmesi gerekmektedir. Böyle bir işlem ise genç bitkiler için daha uygundur. Yaşlı bitkilerde hastalık kronik devrede ve infeksiyon latent durumda ise ve uygulanacak temizlik budamaları ile patojen tamamen uzaklaştırılamaz ise vejatatif gelişme budama ile teşvik edileceğinden patojen aktif hale geçecek ve sağlıklı kısımları da infekte edecektir. Bu nedenle bazı durumlarda ağacı aşı yerlerinden kesip yeniden aşılamak düşünülebilir. Eğer patojen köklere kadar ulaşmış ise ağacı olduğu gibi sökmek gerekir.
3) Kök infeksiyonlarını önleyebilmek için özellikle infeksiyonlar için uygun olan dönemde toprak işlemeden kaçınılmalı diğer zamanlarda da kültivasyon işlemleri sırasında yüzeysel köklere zarar vermemeye çalışılmalıdır.
4) Uçkurutan enfeksiyonlarını azaltmak için bitkileri rüzgar ve don gibi iklim olaylarından korumak önemli bir işlemdir. Rüzgarlı bölgelerde hakim rüzgar yönünde kurulacak rüzgar kıranlar ağaçlarda yaralanmayı azaltacağı için infeksiyonlar daha azalacaktır; ancak rüzgar kıran olarak turunç ve vb. konukçu bitkiler kullanılmamalıdır.
5) Minarel maddelerin eksikliği ve fazlalığı bitkinin vejetatif durumunu ve böylece de uçkurutana karşı duyarlılığının artmasına ve hastalığın ilerlemesini etkileyebilir. Özellikle fazla azotlu gübrelemeden ve aşırı sulamadan kaçınılmalıdır. Yanlış uygulamaların neden olacağı yaprak dökümü kabuklu bit vb. zararlılar veya fizyolojik bozukluklar infeksiyon için uygun ortam hazırlayacaktır.
6) İnfeksiyonları etkileyen bir diğer konuda genç bitkilerin fidanlıktan bahçeye şaşırtılma zamanıdır. Bitkiler vejatatif dinlenme ve yer değiştirme krizleri sırasında infeksiyonlara karşı az tepki gösterirler. Bu nedenle sonbahar ve kış döneminde şaşırtma uygun değildir. Ayrıca sık tesis edilen bahçeler seyrek tesis edilenlere göre hastalıktan daha fazla zarar görürler.
7) Uçkurutana karşı dayanıklı bitkiler elde etmek için yıllardır değişik yöntemler kullanılmaktadır. Bunlar seleksiyon, hibridizasyon (melezleme) ve mutasyodur. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda hastalığa dayanıklı verim ve meyve kalitesi iyi pratiğe aktarılabilecek bir çeşit elde edilmemiştir. Monachello limon çeşidi bugün için uç kurutana en dayanıklı çeşit olarak bilinmekte olup %0-20 oranında duyarlılık gösterir. Femminello, eureka ve lisbon grubu limonlar ise uçkurutana çok duyarlıdır ve %100’e ulaşan infeksiyon gösterirler. İnterdonata limon çeşidi ise hastalığa orta derecede dayanıklılık gösterebilir. Femminello uçkurutana çok duyarlı olmasına rağmen bazı klonal seleksiyonları, özellikle F. incappuciata F. santa teresa F.continella, orta derecede dayanıklılık göstermektedir. Türkiye’ deki yerli limon çeşitlerinin uçkurutana karşı reaksiyonları şöyledir;
a)Finike yuvarlak ve Molla memed hastalığa çok dayanıklı,
b)Antalya yuvarlak, Kıbrıs ve interdonata orta derecede dayanıklı
c)Lamas, kütdiken, peri ve demre dikensizi ise çok duyarlıdır.
Ancak yinede yapay inokulasyolarda yaralar yoluyla en dayanıklı olan çeşitlerde bile %75 e varan infeksiyonlar gerçekleşmektedir. Ayrıca daha önce de denildiği gibi uçkurutana dayanıklı olarak bulunan çeşitlerde verim ve meyve kalitesinin düşük olması bunların üretimini engellemektedir; fakat böyle dayanıklı çeşitler ıslah çalışmaları için iyi birer materyal oluşturmaktadır. Üretici halen veriminin yüksek olması ve meyve kalitesinin çok iyi olması nedeniyle kütdiken limon çeşidinden vazgeçmek istememektedir; ancak kütdikene alternatif olabilecek ve uçkurutana dayanıklı olan bir çeşidin ortaya çıkması bu durumu değiştirebilecektir.
Kimyasal kontrol: Uçkurutan hastalığının kimyasal kontrolü konusunda bugüne kadar çok sayıda araştırma yapılmış, laboratuarlar da başarılı sonuçlar alınmasına karşı tarla denemeleri aynı başarıyı sağlayamamıştır. Bakırlı bileşikler yanında Ziram, Phalton, Captophol, Mancozeb, Benomyl ve Methyl thiophanate gibi fungusitler laboratuar şartlarında patojenin hastalık oluşumunu engellemişlerdir. Aynı fungusitler doğal koşullar altında ağaçlardaki uç enfeksiyonlar açısından bir dereceye kadar etkili olmuş ancak derin yaralardan oluşan enfeksiyonları engelleyememişlerdir. Ayrıca sistemik etkide olan fungusitlerin özellikle de Benomyl (Yasaklanan etkili maddelerden birisidir) in kullanımını P.tracheiphila da dayanıklılığa yol açacağı düşünülmelidir.
Bu nedenle uçkurutana karşı tek başına bir kimyasal ile kontrol düşünülemez.
Kültürel önlemlerin yanında, koruyucu fungusit uygulamaları, hastalığı daha iyi kontrol edecektir.

Özellikle budama, uç alma, kuru alma, meyve hasadı gibi işlemlerden sonra ağaçlar bakırlı ilaçlarla %0.4’lük dozda ilaçlanmalıdır. Ayrıca don, dolu, rüzgar ve yağışlardan hemen sonra da aynı uygulamayı yapmak gereklidir; Çünkü gerek bakım işlemleri gerekse ekolojik olaylar ağaçlarda yaralanmalara neden olarak, patojen için giriş kapısı oluşturacaktır.
Patojenin yüksek nemli koşullarda infekteli sürgünler üzerinde hifsel tip konidi oluşturması nedeniyle yukarıda sözü edilen ekolojik olaylar olsun veya olmasın infeksiyonların yoğun olduğu Ekim, Aralık ve Mart ayı başlarında 3 defa %0.06 dozunda Benomyl ile yeşil aksam ilaçlaması yapılmalıdır. Ayrıca yeşil aksam ilaçlamaları ile birlikte bahçede ağır enfeksiyona uğramış birkaç ağaca Ekim ayı başlarında bir defa olmak üzere topraktan 100 lt suyu 120 gr Benomyl eriği (ağacın büyüklüğüne göre ağaç başına yaklaşık 25-50 lt ilaçlı su)verilebilir.
NOT: Benomyl Etkili Maddesi 31.12.2011 tarihine kadar kullanımına müsade edilmiştir. Bu tarihten sonra Kullanımı yasaktır.
SaKLI - avatarı
SaKLI
VIP VIP Üye
2 Kasım 2011       Mesaj #2
SaKLI - avatarı
VIP VIP Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Uçkurutan limon ağaçlarının en önemli hastalıklarından birisidir. Etmenin henüz bilinmediği 1923 yılında uçkurutan İtalyanca ‘‘Mal Secco’’ olarak isimlendirilmiştir. Daha sonra 1923 yılında Petri adlı bir araştırmacı hastalık etmenin Deuteromycetes sınıfının Sphaeropsidales takımına ait olduğunu belirleyerek Deuterephoma tracheiphila adını vermiştir.1948 yılında iki araştırmacı etmenin mikroskobik özelliklerini yeniden incelemişler ve Phoma cinsi içerisine alınması gerektiğini vurgulamışlardır Günümüzde sistematikteki gerçek yerine kavuşmuş ve Phoma tracheiphila adı ile kabul edilmiştir.Uçkurutan Akdeniz bölgesinin önemli limon yetiştiricilik bölgelerini tehdit eden bir hastalıktır. 1940 yılında 20.000 limon ağacı uçkurutan nedeniyle ölmüştür. Bugün halen uçkurutan hastalığı Türkiye’nin toplam limon üretiminin %90’ına yakın bir bölümünü karşılayan İçel ilinde limon plantasyonlarının baş durumundaki bir hastalığı olarak karşımıza çıkmakta, aynı zamanda Tarsus ve Karataş’a doğru da yayılmasını sürdürmektedir. P.tracheiphila, Citrus genusuna ait türleri ,bunun yanında Pancirus,Severina ve Fortunella gibi diğer bazı genuslara ait türler ve bunların tür içi ve türler arası hibridlerini de enfekte edebilme yeteneğine sahiptir.
Uçkurutan değişik faktörlerle ilgili olarak hızlı veya yavaş gelişme gösterbilir. Bu faktörler:
Sponsorlu Bağlantılar
1-) Patojenin bitkiye girdiği yer
2-) Enfeksiyon dönemi
3-) Ekolojik faktörlerin etkisi
4-) Patojenin virülensliği
5-) Konukçu duyarlılığı
Bu ilişkiler nedeniyle simptomlar değişken olabileceği gibi, simptom gelişmesi de hızlı veya yavaş olabilir.
Genellikle ilk simptomlar ağacın tepe sürgünlerindeki yaprakların birincil ve ikincil damarlarında hafif bir renk değişimi şeklinde ortaya çıkar. Daha sonra yapraklar sararır ve dökülür, genellikle petiol sürgün üzerinde kalır. Yaprak dökümü ile birlikte sürgünlerde uçtan geriye doğru sararır, bazen sürgünün sadece bir tarafında sararma olur. Fakat sürgünün daha gerideki taban kısmı normal yeşil rengini korur. Hastalığın daha ileriki döneminde enfekteli sürgünler kahverengi bir renk alır. Yaprakların dökülmesini, ince sürgünlerin, dalların, gövdenin ve sonuçta bitkinin tümünün kuruması izler. Kurumuş sürgünler üzerinde konsantrik şekilde dizilmiş Colletotrichum gloeosporioides’ in aservusları kolaylıkla görülebilir.
Uçkurutanın spesifik bir simptomu da enfekteli sürgünler üzerinde patojenin eşeysiz üreme yapısı olan piknidiumların oluşmasıdır. Bunlar kurumuş 1-2 sürgünler üzerinde epidermisin hemen altında oluşur. Bu sürgünler üzerinde gümüşi renkte boydan boya uzanan çizgiler görülür. Sürgün kırılınca bu kısımlar epidermisin hemen altındaki dokulardan ayrılır ve siyah küre şeklinde çok sayıda piknit açığa çıkar. Bunlar çıplak gözle veya bir mercek yardımıyla görülebilir.
Hastalığın teşhisiyle enfekteli olduğu tahmin edilen sürgünün enine kesitini almak yararlıdır. Enfekteli sürgünlerin odun dokusunda havuç kırmızısı renginde sarımsı-kırmızımsı bir renklenme görülür bu renklenmenin daha kolay görülebilmesi için bazı kimyasal maddeler kullanılabilir. Bunlar:

1) 1-2 damla %20 lik NaOH veya KOH damıtılması ile enfekteli doku havuç kırmızısına sağlam doku ise sarıya boyanır.
2) %95 lik alkol ile %10 luk amonyak karışımı sürüldüğünde ise enfekteli kısım sarımsı- kahverengi bir renk alır. Eski enfeksiyonlarda ise ağacın yıllık halkalarında gri –siyahımsı bir renklenme vardır. Hastalığın gelişmesinde birincil enfeksiyonların lokolize olduğu yer büyük önem taşır.
a)Tepeden başlayan enfeksiyonlar genellikle yavaş seyreder.Bu durumda bitkiler enfekteli olmayan dallardan ve budanmış olan dallardan süren ikincil sürgünlerle yaşamını uzun süre devam ettirebilir.Bu yeni sürgünler de zaman içerisinde peş peşe enfekte edebilir.
b)Eğer hastalığın seyri aşağıdan yukarıya doğru olursa hastalığın ilerlemesi çok hızlıdır ve tüm sürgünü veya ana dalı kuşatabilir. Bu durumda enfekteli sürgün veya dal hızlı bir yaprak dökülmesi ve kuruma gösterir. Bazen kurumuş yaprak ve meyveler de sürgünün üzerinde kalabilir.
c)Patojen toprak yüzeyine yakın olan köklerden girmesi halinde simptom oluşumu çok daha hızlıdır ve tüm bitkiyi kuşatabilir. Buna kısa süre sonra da bitkinin ölümü izler.
Phoma tracheiphila‘nın genellikle sürgün ve yapraklardaki yaralar yoluyla penetrasyonu gerçekleştirdiği kabul edilmektedir. Hatta kök enfeksiyonlarının bile yüzeysel köklerde oluşan yaralardan gerçekleştiği ispatlanmıştır. Bir denemede genç kaba limon ağaçları doğal enfeksiyona maruz bırakılmış ve tüm enfeksiyonların küçük yaralar ve yaprakların yırtılması ile başladığı gözlenmiştir. Aynı şekilde yapay inokulasyonlarda da fungusun misel veya konidilerinin bulunduğu inokulum yaralar yoluyla konukçuya verildiğinde başarılı sonuçlar alınmıştır. Ayrıca bitkilerde yaralanmalara neden olan don, dolu rüzgar gibi doğa olaylarından sonra hastalığın şiddetli saldırısının izlenmesi yaraların Phoma tracheiphila ‘ nın giriş yolu olduğunu indirekt olarak açıklar.
Rüzgar, don ve dolu yanında böcekler, dal kabuklarının dökülmesi konukçunun dikenli oluşu, budamalar, hasat, toprak işleme vb. kültürel işlemlerde yaralara neden olabilir.
Patojen bitki dokusu içerisine girdikten sonra, konukçuda uzun süre canlı olarak kalabildiği, ksilem iletim demetlerine ulaşır. İletim demetlerinde fungus gelişmesi sırasında hifsel tip konidi(fialokonidi) oluşturur. Böylece ksilem iletim demetlerindeki özsu ile pasif olarak hızla yayılan inokulumlar 24 saat sonra inokulasyon noktasının yaklaşık 30 cm yukarısındaki yapraklardan patojen tekrar izole edilebilmiştir.
Sporların ksilem iletim demetlerindeki pasif hareketi yanında, fungus hifleri ile dairesel olarak hücreler arası geçitler sayesinde veya doğrudan doğruya primer hücre duvarını ürettiği pektolitik ve selülotik enzimleri sayesinde parçalayarak bir iletim borusundan diğerine geçebilir. Enfeksiyonun daha sonraki devresinde sürgünler kurumaya başladığında fungal hif ksilemden uzaklaşarak parankimanın en dış tabakasında epidermisin hemen altında yerleşir ve burada piknidiumları oluşturur.
P.tracheiphila ksilem iletim demetlerindeki hifsel gelişmesi sonucunda iletim demetlerinin tıkanmasına neden olur. Bunun sonucunda enfeksiyon noktasının yukarıdaki kısma yeterli miktarda su ve besin maddesi gidemediğinden hastalık simptomları görülmeye başlar diğer yandan ürettiği pektolitik ve selülotik enzimler yardımı ile hücre duvarını parçalayarak da dokulara zarar verirler; ancak son yıllarda yapılan araştırmalar patojenin fitotoksik bir glikopeptit ürettiğini ortaya koymuş ve bu glikopeptite “malseccin” adı verilmiştir. Daha sonra laboratuvarda üretilen toksinin sağlıklı ağaçlara verildiğinde uçkurutan hastalığının simptomları görülmüş ve enfeksiyonda patojenin ürettiği toksinin de önemli rol oynadığı ortaya konmuştur. Aynı zamanda infekteli ağaçlardan da toxin izole edilebilmiştir.
Uçkurutan infeksiyonları bölgenin ekolojik koşullarına bağlı olarak farklı zamanlarda gerçekleşebilir.
1)İnokulumun en önemli primer kaynaklarından birisi hatalıklı bitkilerin genç sürgünleri üzerinde epidermisin hemen altında oluşan piknitlerdir.Diğer bir inokulumun kaynağı da infekteli sürgünler üzerinde yüksek nemli koşıllar altında fialitlere bağlı olarak bol miktarda oluşan hifsel tip konidilerdir.Bunların doğadaki varlığı henüz 1980 yılında saptanmıştır.
2)Patojenin inokulum kaynakları sadece spor formları değildir aynı zamanda infekteli köklerde bulunan miselyumdan ve konukçu olmayan bitkilerde gizlenmiş olarak da yayılmasını başlatabilir.
P.tracheiphila’nınkötü koşullara dayanıklı olan hiçbir dayanıklı formu bilinmemektedir. Bununla beraber konukçu bitkinin ince sürgünleri, kalın dalları, gövdesi ve köklerinde canlı miselyum halinde mevsimlerce kalabilir.Ayrıca hastalıklı sürgünlerde piknit halinde ve konukçu olmayan hallerde latent olarak da canlılığını sürdürebilir.
Rüzgar ve yağmurun etmenin yayılmasındaki rolü sadece indirekt olmaktadır. Rüzgara karşı korunan limon bahçelerinde uçkurutan hastalığının korunmayanlara göre daha az olduğu bilinmektedir. Ayrıca infeksiyonlar sık yağış ve şiddetli yağış ile karakterize edilen kış periyodu boyunca ortaya çıkmaktadır.
Konidilerin yayılması ve infeksiyonların oluşması için %65-90 arasında nisbi nem gereklidir. Yüksek nem düzeyleri özellikle infekteli sürgünler üzerinde fialokonidi üretimi için gereklidir.
P.tracheiphila 10-28 oC sıcaklıklar arası gelişebilir. Bu sıcaklıkların altında ve üstünde gelişme yavaşlar.6 oC ve 30 oC de durur. Optimum gelişme sıcaklığı 20 oC letal sıcaklık ise 32-35 oC dir.Hifsel tip konidi üretimi 12-28 oC arasında piknit oluşumu ise 12-14 oC sıcaklıklarında olmaktadır; ancak 5 oC ye kadar düşük sıcaklıklarda da piknit oluşabilir.
Don, dolu ve rüzgar, bikilerde yaralara neden olarak infeksiyonun oluşmasını sağlar. Rüzgar bitki organlarının birbirine sürtülmesi sonucu yaralara neden olması yanında pikniospor ve hifsel konidilerin yayılmasını sağlayarak önemli bir vektör görevi yapar. Yağışın hastalığın yayılmasında etkili olduğu bilinmektedir; ancak infeksiyonlar da olan ilişkisi kesin olarak saptanamamıştır.
Konukçu bitki uçkurutanın epidemiyolojisinde önemli bir rol oynar. Çeşitli turunçgil türleri ve aynı zamanda tür içinde kültivarların uçkurutana duyarlılıkları farklıdır. Genç bitkiler yaşlı olanlardan daha duyarlıdır; ancak şaşırtma zamanının, aşılama zamanının aşılamanın fidanlıkta veya tarlada yapılmasının hastalığın ortaya çıkışına etki ettiği bilinmektedir.
HASTALIKLA MÜCADELE
Yasal önlemler:Uçkurutan hastalığının yayılmasının önlenmesinde en etkili yollardan birisi olarak görülebilir; çünkü hastalığın şu anda Akdeniz ülkelerine yayılmış olmasına etken üretim materyallerinin kontrolsüz olarak bu ülkelere girmiş olmasıdır.Bugün ülkemizde İçel ilinde yoğun olarak bulunan uçkurutan hastalığının diğer bölgelerimizde de önemli sorunlar yaratmaya başlamadan önce yasal olarak kontrol altında tutulması gereklidir.Özellikle içel ilinden fidan ,aşı gözü ve aşı kalemlerinin diğer bölgelere dağıtılması yasaklanmalı veya yetkili fidan üretim istasyonları kurularak kontrollü bitki çıkışına izin verilmelidir.
Kültürel önlemler: Hastalığın epidemiyolojisi ile çok yakın ilgili olması nedeni ile uçkurutanla mücadele direkt ve indirekt çok sayıda kültülrel işlem uygulanmaktadır. Bunlar;
1) İnokulum miktarını azaltmak için hastalıklı dalların budanması ve yakılması en önemli kültürel işlemdir. Eğer hastalık epidemiyolojisi göz önünde tutulursa uygulanacak kültürel işlemler kendiliğinden ortaya çıkar. İnfektelenmiş hasta dalların üzerinde patojen önemli bir inokukum birimi olan piknitleri oluşturur. İnokulum miktarını azaltmak için hasta dalların budanması birincil derecede önemli bir kültürel işlemdir; ancak budanan dallar bahçe içinde bırakılırsa patojen piknit veya misel formunda uzun süre canlı kalacağı için inokulum kaynağı yok edilmemiş olacaktır. Bunun içinde hasta dallar hemen yakılmalıdır.
2) Patojenin giriş yerlerinin yaralar olması nedeni ile özellikle enfeksiyonlar için uygun olan ekim nisan ayları arasında ağaçlarda fazla yara açmaktan kaçınılmalıdır. Temizlik budamaları, uç alma, kuru alma ve benzeri işlemler patojenin gelişmesinin durduğu yaz aylarında yapılmalıdır; çünkü 30 oC inaktif hale geçer; fakat bu budamalarda tüm hastalıklı kısımların tamamen elemine edilmesi gerekmektedir. Böyle bir işlem ise genç bitkiler için daha uygundur. Yaşlı bitkilerde hastalık kronik devrede ve infeksiyon latent durumda ise ve uygulanacak temizlik budamaları ile patojen tamamen uzaklaştırılamaz ise vejatatif gelişme budama ile teşvik edileceğinden patojen aktif hale geçecek ve sağlıklı kısımları da infekte edecektir. Bu nedenle bazı durumlarda ağacı aşı yerlerinden kesip yeniden aşılamak düşünülebilir. Eğer patojen köklere kadar ulaşmış ise ağacı olduğu gibi sökmek gerekir.
3) Kök infeksiyonlarını önleyebilmek için özellikle infeksiyonlar için uygun olan dönemde toprak işlemeden kaçınılmalı diğer zamanlarda da kültivasyon işlemleri sırasında yüzeysel köklere zarar vermemeye çalışılmalıdır.
4) Uçkurutan enfeksiyonlarını azaltmak için bitkileri rüzgar ve don gibi iklim olaylarından korumak önemli bir işlemdir. Rüzgarlı bölgelerde hakim rüzgar yönünde kurulacak rüzgar kıranlar ağaçlarda yaralanmayı azaltacağı için infeksiyonlar daha azalacaktır; ancak rüzgar kıran olarak turunç ve vb. konukçu bitkiler kullanılmamalıdır.
5) Minarel maddelerin eksikliği ve fazlalığı bitkinin vejetatif durumunu ve böylece de uçkurutana karşı duyarlılığının artmasına ve hastalığın ilerlemesini etkileyebilir. Özellikle fazla azotlu gübrelemeden ve aşırı sulamadan kaçınılmalıdır. Yanlış uygulamaların neden olacağı yaprak dökümü kabuklu bit vb. zararlılar veya fizyolojik bozukluklar infeksiyon için uygun ortam hazırlayacaktır.
6) İnfeksiyonları etkileyen bir diğer konuda genç bitkilerin fidanlıktan bahçeye şaşırtılma zamanıdır. Bitkiler vejatatif dinlenme ve yer değiştirme krizleri sırasında infeksiyonlara karşı az tepki gösterirler. Bu nedenle sonbahar ve kış döneminde şaşırtma uygun değildir. Ayrıca sık tesis edilen bahçeler seyrek tesis edilenlere göre hastalıktan daha fazla zarar görürler.
7) Uçkurutana karşı dayanıklı bitkiler elde etmek için yıllardır değişik yöntemler kullanılmaktadır. Bunlar seleksiyon, hibridizasyon (melezleme) ve mutasyodur. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda hastalığa dayanıklı verim ve meyve kalitesi iyi pratiğe aktarılabilecek bir çeşit elde edilmemiştir. Monachello limon çeşidi bugün için uç kurutana en dayanıklı çeşit olarak bilinmekte olup %0-20 oranında duyarlılık gösterir. Femminello, eureka ve lisbon grubu limonlar ise uçkurutana çok duyarlıdır ve %100’e ulaşan infeksiyon gösterirler. İnterdonata limon çeşidi ise hastalığa orta derecede dayanıklılık gösterebilir. Femminello uçkurutana çok duyarlı olmasına rağmen bazı klonal seleksiyonları, özellikle F. incappuciata F. santa teresa F.continella, orta derecede dayanıklılık göstermektedir. Türkiye’ deki yerli limon çeşitlerinin uçkurutana karşı reaksiyonları şöyledir;
a)Finike yuvarlak ve Molla memed hastalığa çok dayanıklı,
b)Antalya yuvarlak, Kıbrıs ve interdonata orta derecede dayanıklı
c)Lamas, kütdiken, peri ve demre dikensizi ise çok duyarlıdır.
Ancak yinede yapay inokulasyolarda yaralar yoluyla en dayanıklı olan çeşitlerde bile %75 e varan infeksiyonlar gerçekleşmektedir. Ayrıca daha önce de denildiği gibi uçkurutana dayanıklı olarak bulunan çeşitlerde verim ve meyve kalitesinin düşük olması bunların üretimini engellemektedir; fakat böyle dayanıklı çeşitler ıslah çalışmaları için iyi birer materyal oluşturmaktadır. Üretici halen veriminin yüksek olması ve meyve kalitesinin çok iyi olması nedeniyle kütdiken limon çeşidinden vazgeçmek istememektedir; ancak kütdikene alternatif olabilecek ve uçkurutana dayanıklı olan bir çeşidin ortaya çıkması bu durumu değiştirebilecektir.
Kimyasal kontrol: Uçkurutan hastalığının kimyasal kontrolü konusunda bugüne kadar çok sayıda araştırma yapılmış, laboratuarlar da başarılı sonuçlar alınmasına karşı tarla denemeleri aynı başarıyı sağlayamamıştır. Bakırlı bileşikler yanında Ziram, Phalton, Captophol, Mancozeb, Benomyl ve Methyl thiophanate gibi fungusitler laboratuar şartlarında patojenin hastalık oluşumunu engellemişlerdir. Aynı fungusitler doğal koşullar altında ağaçlardaki uç enfeksiyonlar açısından bir dereceye kadar etkili olmuş ancak derin yaralardan oluşan enfeksiyonları engelleyememişlerdir. Ayrıca sistemik etkide olan fungusitlerin özellikle de Benomyl (Yasaklanan etkili maddelerden birisidir) in kullanımını P.tracheiphila da dayanıklılığa yol açacağı düşünülmelidir.
Bu nedenle uçkurutana karşı tek başına bir kimyasal ile kontrol düşünülemez.
Kültürel önlemlerin yanında, koruyucu fungusit uygulamaları, hastalığı daha iyi kontrol edecektir.

Özellikle budama, uç alma, kuru alma, meyve hasadı gibi işlemlerden sonra ağaçlar bakırlı ilaçlarla %0.4’lük dozda ilaçlanmalıdır. Ayrıca don, dolu, rüzgar ve yağışlardan hemen sonra da aynı uygulamayı yapmak gereklidir; Çünkü gerek bakım işlemleri gerekse ekolojik olaylar ağaçlarda yaralanmalara neden olarak, patojen için giriş kapısı oluşturacaktır.
Patojenin yüksek nemli koşullarda infekteli sürgünler üzerinde hifsel tip konidi oluşturması nedeniyle yukarıda sözü edilen ekolojik olaylar olsun veya olmasın infeksiyonların yoğun olduğu Ekim, Aralık ve Mart ayı başlarında 3 defa %0.06 dozunda Benomyl ile yeşil aksam ilaçlaması yapılmalıdır. Ayrıca yeşil aksam ilaçlamaları ile birlikte bahçede ağır enfeksiyona uğramış birkaç ağaca Ekim ayı başlarında bir defa olmak üzere topraktan 100 lt suyu 120 gr Benomyl eriği (ağacın büyüklüğüne göre ağaç başına yaklaşık 25-50 lt ilaçlı su)verilebilir.
NOT: Benomyl Etkili Maddesi 31.12.2011 tarihine kadar kullanımına müsade edilmiştir. Bu tarihten sonra Kullanımı yasaktır.
..

Benzer Konular

4 Nisan 2010 / Misafir Soru-Cevap
22 Nisan 2014 / erdal doluca Cevaplanmış
21 Mart 2010 / The Unique Taslak Konular
24 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
21 Aralık 2011 / Misafir Soru-Cevap