Arama

Atatürk'ün dini inancı neydi?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 5 Temmuz 2015 Gösterim: 3.866 Cevap: 15
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk türklerin atası kabul edildiginden bu gerceği bilmemiz son derece önemli Atatürk müslüman mıydı yoksa değil miydi?
EN İYİ CEVABI Misafir verdi
Saklanan gerçek: Atatürk Müslüman değildi

Sponsorlu Bağlantılar
Mustafa Kemal Atatürk yıllarca Türkiye Cumhuriyeti’ni bedeninde temsil eden bir ikon oldu. Çocukluğumuzdan üniversiteye kadar onun sözleri üzerinden inşa edilmiş bir ‘dünya görüşü’ zerk edildi kafalarımıza.

Mustafa Kemal askeri vesayetin kendini
meşrulaştırdığı bir bedendi. Bu ikonu once kendisi oluşturmaya başladı. Fakat zaman içinde devlet Atatürk’ü gidişata uygunlaştırdı.

Zamanla Atatürkçü devlet Mustafa Kemal’in sözlerini sansürleme ihtiyacını hisseti. Onu kendisinden kopardı.

Bu sansürün en açık uygulandığı meselelerden birisi dindir. Mustafa Kemal’in cumhuriyetin sahipleri tarafından yüzde 99’u Müslüman olan Türk halkına kolay kolay açıklanamayacak bir özelliği vardı. Atatürk Müslüman değildi. Ve bunu pek çok metinde çok açıkça yazmıştı.

Müslüman olmadığı gibi İslamın Arapların dini olduğunu ve Türklerin gerilemesinin sebebi olduğunu düşünüyordu.

Mustafa Kemal’in agnonstik mi, ateist mi olduğunu bilmiyoruz ama dinsiz olduğu ve bir yaratıcıya inanmadığını gösteren pek çok metin mevcut elimizde. İsterseniz bu noktadan sonra sözü ona bırakalım.

Mustafa Kemal’in yaratılış ve evrim üzerine görüşleri:

“İnsanlar, sürfeler gibi sulardan çıktılar ilk önce... İlk ceddimiz balıktır. İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır.” (Ruşen Eşref Ünaydın Atatürk T. ve D.K.H)

“Hayat her hangi bir doğa dışı etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde doğal ve zorunlu bir kimyasal ve fiziksel olaylar dizisi sonucudur. Hayat sıcak, güneşli ve sığ bir bataklıkta başladı. Oradan sahillere ve denizlere yayıldı; denizlerden tekrar karalara geçti.” (Afet İnan Atatürk hakkında Hatıralar va Belgeler 1968)

“Hayat, her hangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesidir.” (Afet İnan Atatürk Hakkında 1930)

Mustafa Kemal’in din ve İslam üzerine görüşleri:

"Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)

"Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)

"Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..)

"... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra..." (Mustafa Kemal'in yazdığı Afet inan imzasıyla çıkan Medeni Bilgiler kitabı 1931)

''Aziz Millet Vekilleri,
Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.'' (Kaynak:Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri / Cilt 1 / Syf. 389)

“Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” (Atatürk -Kazım Karabekir-Paşaların Kavgası Syf,159 )

''Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum” (Kaynak: Andrew Mango, Atatürk Syf.447 )

''Kimi yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir? Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir." (Kaynak: Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II., s. 217.)

Aslında bu kaynaklar fazlasıyla uzatılabilir ama kanımca durum çok açıktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Müslümanlık ve dinle alakası yoktur.

ufuk uras



ATATURK VE DİN
(Unutturulan gerçekler)
₪ "Türk ulusunun yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif bilimdir."

- Kaynak: ATATÜRK, 1933, 10.Yıl Nutku, Söylev ve Demeçleri

₪ "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."

- Kaynak: ATATÜRK, 1925, Kastamonu Nutku, Söylev ve Demeçleri

Atatürk'ün ilkokullarda dahi öğretilen, çokça bilinen bu popüler sözlerinin arkasında yatan asıl "dünya görüşünü" birçok insan kavrayamamış durumdadır. Devrimlerinin çoğunu (hilâfetin kaldırılması, tevhid-i tedrisat, anayasadan "Türkiye devletinin dini islâmdır" maddesinin kaldırılması, laiklik ilkesinin getirilmesi, Arap harflerinin kaldırılıp Latin harflerinin kabulü vs.) dinin ümmet toplumu üzerindeki hegemonyasını kırma ve millet toplumu yaratma amacıyla yapmış bir liderin hâlâ "samimi bir dindar" sanılması, şüphesiz ki yalancı devletin ve onun şaklabanlarının başarılı sansür politikasının sonucudur. O halde biraz daha ileri gidelim; insan değil koyun yetiştiren korkak devletin politikaları yüzünden okullarda bahsi geçmeyen, unutturulan, sansürlenen, görmezden gelinen sözlerini ele alarak Türk milletinden gizlenen gerçek M.Kemal Atatürk'ü anlayalım:

----

₪ "Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."

- Kaynak: ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip'e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi

Dine inanan bir insan, ayetleri "dogma" olarak nitelendiremez. Kuran'daki "Allah'ın hükümlerinin asla değiştirilemeyeceğini" belirten ayete atfen "asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur" diyerek Kuran'ın akla aykırı olduğunu söyleyebilen birinin Kuran'a ve dine inandığı düşünülemez.

----

₪ "Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an denir. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed'e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur. Muhammed birdenbire Allah'ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları islah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur."

- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı

İslâm'a inanan bir insan İslâm peygamberine saygı gereği "Hz.Muhammed" olarak hitap eder. Yalnızca "Muhammed" hitabında bulunabilecek bir kimse ancak İslâm'a inanmayan biri olabilir.

Ayetlerin Allah tarafından Cebrail aracılığıyla vahyedildiği kesin bir dille Kuran'da belirtilirken, "İslam ananesinde böyle kabul olunur" diyerek, bunun bir done değil bir varsayım olduğunu vurgulamıştır.

Muhammed'in, çevresindeki olaylardan etkilenerek vahiy ve ilham fikri ile harekete geçip peygamberlik iddiasında bulunduğunu söylemiştir. Burada vahiyin Allah kelamı değil, Muhammed'in kendi tasarladığı bir fikir olduğunu belirtmektedir. Böyle bir yorumu ancak dinsiz birisi yapabilir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Saklanan gerçek: Atatürk Müslüman değildi

Sponsorlu Bağlantılar
Mustafa Kemal Atatürk yıllarca Türkiye Cumhuriyeti’ni bedeninde temsil eden bir ikon oldu. Çocukluğumuzdan üniversiteye kadar onun sözleri üzerinden inşa edilmiş bir ‘dünya görüşü’ zerk edildi kafalarımıza.

Mustafa Kemal askeri vesayetin kendini
meşrulaştırdığı bir bedendi. Bu ikonu once kendisi oluşturmaya başladı. Fakat zaman içinde devlet Atatürk’ü gidişata uygunlaştırdı.

Zamanla Atatürkçü devlet Mustafa Kemal’in sözlerini sansürleme ihtiyacını hisseti. Onu kendisinden kopardı.

Bu sansürün en açık uygulandığı meselelerden birisi dindir. Mustafa Kemal’in cumhuriyetin sahipleri tarafından yüzde 99’u Müslüman olan Türk halkına kolay kolay açıklanamayacak bir özelliği vardı. Atatürk Müslüman değildi. Ve bunu pek çok metinde çok açıkça yazmıştı.

Müslüman olmadığı gibi İslamın Arapların dini olduğunu ve Türklerin gerilemesinin sebebi olduğunu düşünüyordu.

Mustafa Kemal’in agnonstik mi, ateist mi olduğunu bilmiyoruz ama dinsiz olduğu ve bir yaratıcıya inanmadığını gösteren pek çok metin mevcut elimizde. İsterseniz bu noktadan sonra sözü ona bırakalım.

Mustafa Kemal’in yaratılış ve evrim üzerine görüşleri:

“İnsanlar, sürfeler gibi sulardan çıktılar ilk önce... İlk ceddimiz balıktır. İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır.” (Ruşen Eşref Ünaydın Atatürk T. ve D.K.H)

“Hayat her hangi bir doğa dışı etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde doğal ve zorunlu bir kimyasal ve fiziksel olaylar dizisi sonucudur. Hayat sıcak, güneşli ve sığ bir bataklıkta başladı. Oradan sahillere ve denizlere yayıldı; denizlerden tekrar karalara geçti.” (Afet İnan Atatürk hakkında Hatıralar va Belgeler 1968)

“Hayat, her hangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesidir.” (Afet İnan Atatürk Hakkında 1930)

Mustafa Kemal’in din ve İslam üzerine görüşleri:

"Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)

"Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)

"Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..)

"... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra..." (Mustafa Kemal'in yazdığı Afet inan imzasıyla çıkan Medeni Bilgiler kitabı 1931)

''Aziz Millet Vekilleri,
Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.'' (Kaynak:Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri / Cilt 1 / Syf. 389)

“Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” (Atatürk -Kazım Karabekir-Paşaların Kavgası Syf,159 )

''Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum” (Kaynak: Andrew Mango, Atatürk Syf.447 )

''Kimi yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir? Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir." (Kaynak: Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II., s. 217.)

Aslında bu kaynaklar fazlasıyla uzatılabilir ama kanımca durum çok açıktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Müslümanlık ve dinle alakası yoktur.

ufuk uras



ATATURK VE DİN
(Unutturulan gerçekler)
₪ "Türk ulusunun yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, pozitif bilimdir."

- Kaynak: ATATÜRK, 1933, 10.Yıl Nutku, Söylev ve Demeçleri

₪ "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."

- Kaynak: ATATÜRK, 1925, Kastamonu Nutku, Söylev ve Demeçleri

Atatürk'ün ilkokullarda dahi öğretilen, çokça bilinen bu popüler sözlerinin arkasında yatan asıl "dünya görüşünü" birçok insan kavrayamamış durumdadır. Devrimlerinin çoğunu (hilâfetin kaldırılması, tevhid-i tedrisat, anayasadan "Türkiye devletinin dini islâmdır" maddesinin kaldırılması, laiklik ilkesinin getirilmesi, Arap harflerinin kaldırılıp Latin harflerinin kabulü vs.) dinin ümmet toplumu üzerindeki hegemonyasını kırma ve millet toplumu yaratma amacıyla yapmış bir liderin hâlâ "samimi bir dindar" sanılması, şüphesiz ki yalancı devletin ve onun şaklabanlarının başarılı sansür politikasının sonucudur. O halde biraz daha ileri gidelim; insan değil koyun yetiştiren korkak devletin politikaları yüzünden okullarda bahsi geçmeyen, unutturulan, sansürlenen, görmezden gelinen sözlerini ele alarak Türk milletinden gizlenen gerçek M.Kemal Atatürk'ü anlayalım:

----

₪ "Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."

- Kaynak: ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip'e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi

Dine inanan bir insan, ayetleri "dogma" olarak nitelendiremez. Kuran'daki "Allah'ın hükümlerinin asla değiştirilemeyeceğini" belirten ayete atfen "asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur" diyerek Kuran'ın akla aykırı olduğunu söyleyebilen birinin Kuran'a ve dine inandığı düşünülemez.

----

₪ "Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an denir. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed'e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur. Muhammed birdenbire Allah'ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları islah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur."

- Kaynak: ATATÜRK, 1931, Lise için yazdığı Tarih kitabı

İslâm'a inanan bir insan İslâm peygamberine saygı gereği "Hz.Muhammed" olarak hitap eder. Yalnızca "Muhammed" hitabında bulunabilecek bir kimse ancak İslâm'a inanmayan biri olabilir.

Ayetlerin Allah tarafından Cebrail aracılığıyla vahyedildiği kesin bir dille Kuran'da belirtilirken, "İslam ananesinde böyle kabul olunur" diyerek, bunun bir done değil bir varsayım olduğunu vurgulamıştır.

Muhammed'in, çevresindeki olaylardan etkilenerek vahiy ve ilham fikri ile harekete geçip peygamberlik iddiasında bulunduğunu söylemiştir. Burada vahiyin Allah kelamı değil, Muhammed'in kendi tasarladığı bir fikir olduğunu belirtmektedir. Böyle bir yorumu ancak dinsiz birisi yapabilir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk ve Islam – Atatürk ateist mi? Kemal Atatürk müslüman mı? Atatürk tabiata mı tapıyor?
Atatürk ve din – Atatürk ve Islam – Atatürk ateist mi? Kemal Atatürk müslüman mı? Atatürk tabiata mı tapıyor?

Konuya girmeden evvel meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlamak istiyorum. Bu yüzden uzunca bir giriş bölümü hazırladım, buyrun…

Müslümanım ama Atatürkçüyüm diyenler, M. Kemal Atatürk’ün 1925 yılından evvelki demeçlerini, onun müslümanlığına delil sayarlar… Halbuki o demeçler, halkın ve muhafazakarların desteğini almak için verilmişti. M. Kemal Atatürk’ün o dönem verdiği demeçlere itibar ettiğimiz takdirde, onun aynı zamanda padişahçı, saltanatçı, hilafetçi, şeriatçı olduğuna da hükmetmek lazım gelir. Zira o dönem padişahı, hilafeti övmüş ve o meşhur Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde yaptığı konuşmada Kur’an-ı Kerim’in Anayasa olduğunu beyan etmiştir. Lakin daha sonra tam aksi istikamette hareket ettiği herkesçe malumdur. M. Kemal Atatürk’ün o meşhur Balıkesir konuşmasını övenler, o halde gelin M. Kemal’in o konuşmada söylediklerini hayata geçirelim; Kur’an, “Anayasa olsun.” Var mısınız? Kabul ediyorsanız, bu durumda bizim gibi düşünenlere yardımcı olmanız gerekir. Eğer kabul etmiyorsanız, o halde M. Kemal’in o dönem yaptığı konuşmaları onun müslüman olduğuna delil göstermekten artık vazgeçin.

M. Kemal Atatürk’ün saltanat ve hilafeti övdüğüne ve dini kullandığına dair birkaç misal vermek istiyorum:

M. Kemal Atatürk TBMM’nin açılışının öncüsü ve en örgütlü son kongrede, Sivas Kongresi’nde, şöyle and içmiştir:

“Makam-ı Celil-i Hilâfet ve Saltanata, Islâmiyete, Devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye takip etmeyerek… çalışacağıma… namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billâh.”[1]

Üstelik, 24 Nisan 1920 tarihli Meclis konuşmalarında da Hilafet makamını ve Saltanatı koruyacağını söylemiştir (sadeleştirdik) :

Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz, Hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa sahip, hilâfet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, islâm dünyası içinde yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır. (Hararetli alkışlar)”[2]

Ayrıca aynı gün Meclis’te, Sultan Vahidüddin’e (rahmetullahi aleyh) “Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri M. Kemal” imzasıyla şöyle bir telgraf çektiğini beyan etmiştir (sadeleştirdik) :

“Millet bağımsızlığına kavuşsun, saltanat makamı ile yüce ve büyük hilâfet yok olmaktan kurtulsun. Sonsuz bağlılığımın daima artmakta olduğunu bildirerek buna inanmanzı rica ederim.”[3]

M. Kemal Atatürk’ün o dönem yaptığı konuşmalar baz alınacaksa, bu durumda onu hilafetçi, saltanatçı, padişahçı, şeriatçı da göstermek icab eder ama bu tabii ki mümkün değil. Zira daha sonra o makamları kaldıran ve hatta söven bizzat kendisidir. Bundan da anlaşılıyor ki, M. Kemal’in o dönem yaptığı açıklamalar gerçek düşüncelerini yansıtmamaktadır. Hedefi milleti aldatmaktı…

Nitekim milleti aldatmak için bu tür açıklamalarda bulunduğunu kendisi Nutuk’ta itiraf ediyor:

“Gerçek, Osmanlı Saltanatının ve Hilâfetin yıkılmış ve ortadan kalkmış olduğunu düşünerek yeni temellere dayanan, yeni bir devlet kurmaktan ibaretti. Fakat durumu olduğu gibi dile getirmek amacın büsbütün kaybedilmesine yol açabilirdi…”[4]

Yani, amacının büsbütün kaybedilmemesi için durumu olduğu gibi dile getirmemiş. Açıkça yalan söylediğini itiraf ediyor.

Hedefine ulaşınca, Hilafet makamının gereksiz, anlamsız, yalnızca zarar ve yıkım getiren bir makam olduğunu[5] söylemekten çekinmemiştir.

Hatta şu sözlerle de, Fatih Sultan Mehmed (rahmetullahi aleyh) gibi ülkeler feth eden Sultanlara ve millete hakaret etmekten kendini alamayacak kadar ileri gitmiştir:

“Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Romenler sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle **fatihlerin** arkasında **serserilik** etmiş…”[6]

Evvelce verdiği “namus” sözünü çabucak unutmuş olmalı…

Öte yandan, Mazhar Müfit Bey, M. Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmanın sonunda şu sözlere yer verdiğini yazar:

“En son olarak niyazım şudur ki, Cenâb-ı Vacibü’l-Amal Hazretleri, Habib-i Ekrem’i hürmetine, bu mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyaneti celile-i Ahmediye’nin ilâyevnilkıyâme- haris-i estakı olan millet-i necibemizi ve makam-ı saltanat ve hilâfet-i kübrâyı masun ve mukaddesatımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvafık buyursun.”

Şu sözlere bakın, sanki ulemadan, evliyaullahtan birisi…

Uçtu uçacak…

Fakat gerçek böyle değil. Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan bir kitapta M. Kemal’in başka bir itirafını görüyoruz:

“Mazhar Müfit, bu konuşmayı **yadırgayarak** Paşa’ya **niçin böyle bir konuşma** yaptığını sorar.

Kongre akşamı Paşa’ya:

– ‘Erzurum, nutkunuzun sonunu **müftü efendinin duası gibi** bitirdiniz’, dedim. Bu tarz konuşmamı hoş gördüğü için sadece güldü ve:

‘Maksadını anlıyorum, anlıyorum amma şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir padişahı kurtarmaya **inandırmaktan** ibarettir.”[7]

Işte bu itiraf, gerçeğin ta kendisidir. Neticede Nutuk’ta, “müslümanlığı bir yana bırakmanın tatlı bir hayal olduğunu inkar edecek değiliz”[8] diyen de kendisidir.

Başka söze ne hacet?

Bu uzun girizgâhtan sonra gelelim asıl konumuza…

Atatürk tabiata mı tapıyor?

Altta sıraladığımız sözler bizzat M. Kemal Atatürk’e aittir:

(Ali Rıza Sağman’a) “…Evet, ben bilirim ki insan dinsiz olmaz. Fakat Türk’ün dini tabiattır. Bunu size münevversiniz (Aydınsınız) diye söylüyorum.”[9]

**

“Çobanlar, güneş, bulut ve yıldızlardan başka bir şey bilmezler. Yeryüzündeki köylüler de ancak bunu bilirler. Çünkü, ürün havaya bağlıdır. Türk yalnız doğayı kutsal sayar.”[10]

**

“Natür / Tabiat insanları türetti; onları kendine taptırdı da. Ancak; insanların dünyada yaşayabilmeleri için, onların tabiata egemenliğinide şart kıldı. Tabiata egemen olmasını bilemeyen yaratıklar varlıklarını koruyamamışlardır. Tabiat onları kendi unsurları içinde ezmekten, boğmaktan, yok etmekten ve ettirmekten çekinmemiştir.”[11]

**

“Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir. Bu tarif Hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan, tabiatın mahlukudur.”[12]

**

“Yaşam, herhangi bir doğa dışı etkenin karışması olmaksızın dünya üzerinde doğal ve zorunlu bir kimya ve fizik seyri sonucudur.”[13]

**

“…Türk yalnız tabiatı kutsal bilir.”[14]

**

“Tabiatın **herşeyden büyük** ve **her şey** olduğu anlaşıldıkça, tabiatın çocuğu olan insan, kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı.”[15]

***

Ayrıca M. Kemal Atatürk’ün inancıyla ilgili Osman Nuri Ergin’in vardığı sonuç da onun Determinist ve Tabiatçı olduğu yönündedir.[16]

Osman Nuri Ergin’in vardığı sonuca yakın bir yargıya Prof. Dr. Mete Tunçay da varmaktadır.[17]

Yakın yıllarda çıkan bir yabancı kitapta M. Kemal Atatürk’ün Tanrı-tanımazlığı hakkında; “Berkes gibi kimi uzmanlar Atatürk’ün Tanrı-tanımazlığını yadsıyor olsalar da, kendisinin **dinsizliğini** kabul eden hemen tek reformcu” olduğu yazmaktadır.[18]

***

M. Kemal Atatürk’ün inancı bizim için neden mi önemlidir?

Zira;

1 – Nisa Suresi’nde “sizden olan (yani müslüman olan) emir sahiplerine/ idarecilere itaat edin” buyuruluyor.

Nisa Suresi

59 – Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.

***

2 – Allah’ın “nimet verdiği mutlu kimselerin yoluna” uyulması gerekiyor. Bunlar şüphesiz, “müslüman olmayanlar” değildir.

Fatiha Suresi

6 – Hidayet eyle bizi doğru yola,

7 – O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.

***

3 – Allahu Teala kafirlerin dost edinilmesini mü’minlere yasaklamış, hatta babaları veya kardeşleri olsalar bile onlardan beri olmalarını, onları yüceltmemelerini kendilerine farz kılmıştır.

Tevbe Suresi

23 – Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz. Sizden her kim onları dost edinirse işte onlar da zalimlerin ta kendileridir.

***

Son olarak bir Hadis-i Şerif zikredelim:

193 – ……Bize Cerir, el-A’meş’ten tahdîs etti ki, Ebû Vâil şöy­le demiştir: Abdullah ibn Mes’ûd (radıyallahu anh) şöyle dedi: Rasûlullah’ın huzu­runa bir adam geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Henüz kendilerine katılmamış olduğu bir kav­mi, bir zümreyi seven bir kimse hakkında nasıl bir hüküm söylersi­niz? diye sordu.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) :

— “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurdu.

Hadis-i şerifin kaynağı: Buhârî, Edeb, 96. Ve daha başka kaynaklarda da mevcuttur.



**********



KAYNAKLAR:

[1] Sivas Kongresi Tutanakları, Haz: Uluğ Iğdemir, Ankara 1969, sayfa 5, 3.

[2] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, Içtima senesi 1, Içtima 2, 24 Nisan 1920, celse 3, cild 1, sayfa 29, 30. (Meclis tutanakları) Fotoğrafa bakınız.

[3] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, Içtima senesi 1, Içtima 2, 24 Nisan 1920, celse 1, cild 1, sayfa 11. (Meclis tutanakları) Fotoğrafa bakınız.

[4] M. Kemal Atatürk, Nutuk, 6. Bölüm: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Toplanması, 3. Konu: Hükümetin Kurulması.

[5] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay. 1959, sayfa 173-182.

[6] Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Atatürk’ün Söylev ve Demeçeri I-III, Bugünkü dille yayına hazırlayanlar: Prof.Dr. Ali Sevim, Prof.Dr. M.Akif Tural, Prof.Dr. İzzet Öztoprak, Türkiye İktisat Kongresi’ni Açış Söylevi İzmir 17 Şubat 1923.

[7] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk ile Beraber, Türk Tarih Kurumu yay. 1986, cild 1, sayfa 85.

[8] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Bölüm 14: Lozan Barış Konferansı ve Saltanatın Kaldırılmasına İlişkin Gelişmeler, Hilafet Meselesi, 24. Konu: Hilafet Konusunda Halkın Şüphe ve Endişesini Gidermek İçin Yaptığım Açıklamalar.

[9] Ali Rıza Sağman, Hatıralar, Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi içerisinde, Istanbul 1943, cild 5, sayfa 1631, 1632.

[10] Ayın Tarihi: 1930, No.73, sayfa 6049-6055.

Ayrıca bakınız: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Bugünkü dille yayına hazırlayanlar: Prof.Dr. Ali Sevim, Prof.Dr. M.Akif Tural, Prof.Dr. İzzet Öztoprak.

[11] Mustafa Kemal Atatürk, Havacılık Hakkında Konuşma, 3 Mayıs 1935. 4 Mayıs 1935 tarihinde Ulus gazetesinde de yayınlanmıştır.

Ayrıca bakınız: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Bugünkü dille yayına hazırlayanlar: Prof.Dr. Ali Sevim, Prof.Dr. M.Akif Tural, Prof.Dr. İzzet Öztoprak.

[12] Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Dr. A. Afetinan (Atatürk’ün manevi kızı), Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, sayfa 450.

[13] [1930]. Prof. Dr. A. Afetinan (Atatürk’ün manevi kızı), Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, sayfa 267.

[14] 30 Kasım 1929, Vossische Zeitung (Alman gazetesi) Muhabirine Demeç. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1989, cild 3, sayfa 124.

Ayrıca bakınız: Atatürkçü sitede yayınlanmıştır: Türk Kültürünü ve Tarihini Yaşatma Derneği, Daniel Dumoulin – Ali Kaman – Ece Develi – Hüseyin Develi.

[15] Atatürk’ün manevi kızı Prof. Dr. A. Afetinan, M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları Medeni Bilgiler (Türk Tarih Kurumu) kitabından naklen; Atatürk ve Hukuk, Yargıtay, 130. Yıl Armağanı, Yargıtay Yayınları no: 27, Yargıtay Birinci Başkanlığı Yayın Işleri Müdürlüğü, Pan Matbaacılık, Ankara 1999, sayfa 312. Fotoğrafa bakınız.

[16] Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, cild 5, Istanbul 1943, sayfa 1673.

[17] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931) Yurt Yayınları, Ankara 1981, sayfa 219/dipnot 17.

[18] James A. Bill ve Carl Leiden, Politics in Middle East, Boston ve Toronto, Little, Brown and Co., 1979, sayfa 54, 55/dipnot 26.
runeşya - avatarı
runeşya
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #4
runeşya - avatarı
Ziyaretçi


ATATÜRK`ÜN DİNİ DÜŞÜNCE VE İNANÇLARI
Yakın yıllara kadar Atatürk`ün İslam dini ile ilgili söylediklerini, yaptıklarını, yapmak istedikleri gerçek yönü ile ele alıp objektif olarak incelenmemiş, Atatürk`ün dine ve İslam’a karşı olduğu hiçbir temele dayanmadan, bazı çevrelerce kasıtlı olarak yayılmak istenmiştir.Bu konu sürekli işlenerek inanan kişileri Atatürk düşmanı yapmakta kullanılmıştır.
Bugün Türkiye`de Ulu Önder Atatürk`e sığınılarak yürütülen din düşmanlığı yanında, dine sığınarak yapılan Atatürk düşmanlığı da had safhaya ulaşmıştır. Atatürk`e dayanılarak yapılan bu iki faaliyetin maksat ve hedefleri değişik olup, bu iki grubun propaganda ve baskısı öyle büyük boyutlara ulaşmıştır ki; dindar olmakla,bu kutsal vatanı düşman işgalinden kurtaran Atatürk`ü sevmek
birbirine aykırı olarak sergilenmiş, birine Müslümanlık derken, diğerine kafirlik gözü ile bakılmaya başlanmıştır.
Atatürk`ün dinsiz ve İslam’a karşı olduğu, dini isteklere hoşgörü göstermenin laiklikten taviz vermek olduğu düşüncesi tamamen yanlış ve maksatlı düşüncelerin ürünü olup, milli birlik ve bütünlüğümüze yönelik propagandaların başını çekmektedir.
Atatürk`ün din aleyhine, özellikle İslam dini ve Müslümanlık aleyhine söylediği tek bir kelime dahi bulunmamaktadır. Aksine İslam dininden ve Hazret-i Peygamberimizden övgü ve saygıyla bahseden ve Müslümanlığı ile iftihar eden birçok sözleri bulunmaktadır.
Öncelikle hepimizin bilmesi gereken bir konu vardır ki; Atatürk Müslüman bir toplum içinde ve Müslüman bir aileden doğmuştur.
Bir insanın dini inançları, dini duyguları ve dini kültürü; doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, içinde bulunduğu toplum, çevresi ve okuduğu okullar arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır.Bu açıdan baktığımızda Atatürk`ün hayatında din ile ilgili son derece önemli ayrıntılar görmekteyiz.
Atatürk, öncelikle dini inançları çok yüksek olan bir aileden, Müslüman olan bir anne ve babadan doğmuştur. Atatürk ilk dini bilgilerini ailesinden, özellikle annesinden alıştır.Atatürk`ün annesi Zübeyde hanım Atatürk`ü devrin geleneklerine uygun bir Müslüman ailenin çocuğu gibi yetiştirmiştir.Yine zamanın adetlerine göre ilahilerle diğer bir deyişle "Amin Alayı" ile okula başlatmıştır.
İlk eğitimine başladığı okullarda ciddi bir din eğitimi almış daha sonra okuduğu Selanik Askeri Rüştiyesi ve Manastır Askeri İdadisinde ciddi ve üst seviyede din kültürü almıştır. Selanik Askeri Rüştiyesi ve Manastır Askeri İdadisi ders programları incelendiğinde bu okullarda çok ciddi ve üst seviyede din eğitimi verildiği görülmektedir.
Atatürk aldığı bu din eğitimi sayesinde din ile ilgili olarak okuduğu ve incelediği Cactani`nin "İslam Tarihi",Corci Zeydan`ın "Medeniyet-i İslamiye Tarihi" gibi bugün ancak İlahiyat Bilginlerince okunan ve incelenen eserleri belirtmek yerinde olur. Atatürk`ün İslam dini ile ilgili bilgi ve kültürü daha sonraki dönemlerde liseler için yazdırdığı tarih kitabının "İslam Tarihi" bölümünü bizzat kendisinin yazması ile ortaya çıkmıştır.(1)
Milletinin tarihini yazan büyük liderler, mensup oldukları milletin maddi ve manevi değerlerine sahip ve bunları hayatlarının her safhasında başarıyla uygulamış kişilerdir. Unutulmamalıdır ki! Ulu Önder Atatürk bir ferdi olmakla iftihar ettiği Yüce Türk Milletinin maddi ve manevi değerlerini benimsemiş, özellikle milletimizi yüzyıllar boyu etkilemiş, ruh ve şekil vermiş manevi değerlerimizden en önemlisi olan Kutsal Dinimizle bütünleşmiş ve İslam dinine olan inancını hayatının her safhasında vicdanının en huzurlu köşesinde saklamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk`ü dine, İslam’a karşı göstermek isteyenler çok iyi bilmelidirler ki; Atatürk softa ve yobazların yanında olmamış,yalnız dinin yanında olmuştur.Türk Milletinin tertemiz inanç ve inanışına her zaman saygı duymuş,inanmış,dinin yüce bir kuru olduğunu devamlı söylemiş,ancak din duygusunun sömürülmesine asla izin vermemiş ve verdirmemiştir.
Türk`ü ve Türk Milletini yürekten seven bir kişi olarak Milleti gibi İslam Dinine yürekten inanmış, hatta bu yüce milletin "Daha da dindar olması gerektiğini" açık yüreklilikle söylemiştir.(2)
Fransız gazetecisi Mavrice Perno`nun sorduğu sorulara verdiği cevaplar bunun en güzel ve net kanıtlarıdır.
M.Perno: Şu halde yeni Türkiye`nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak mı?
Atatürk: Siyasetimizi dine aykırı olmak şöyle dursun, dini bakımdan eksik bile hissediyoruz.
M.Perno: Düşündüklerinizi daha açık izah eder misiniz?
Atatürk: Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, gelişmeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor.Halbuki Türkiye`ye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık,suni,batıl inanışlardan ibaret olan bir din daha vardır.Fakat bu cahiller,bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır.Eğer ışığa yaklaşmazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir.Onları kurtaracağız.(3)
Atatürk diğer bir konuşmasında ise Peygamberimiz Hazret- i Muhammet için şunları söylemiştir."O Allah`ın birinci ve en büyük kuludur O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor .Benim,senin adın silinir,fakat sonuca kadar O ölümsüzdür"(4)
Yine Atatürk saltanatın kaldırılmasıyla ilgili 30 Ekim 1922 günü TBMM. de yaptığı konuşmada;
"Ey arkadaşlar! Allah birdir,büyüktür."Adet-i İlahiye`nin gerçekleşmesine bakarak diyebiliriz ki.diye başlayan konuşmasına devamla,"Onlara Hazret-i Adem Aleyhisselam`dan itibaren bilinen ve bilinmeyen ve sayısız denecek kadar çok nebiler,peygamberler ve resuller göndermiştir.Fakat Hazret-i Peygamberimiz aracılığı ile son dini ve medeni gerçekleri verdikten sonra artık insanlarla aracı kullanarak ilişki kurmaya gerek görmemiştir.İnsanların bilinç düzeyi,aydınlanma ve gelişimi her kulun doğrudan doğruya ilahi ilhamlarla ilişki kurma yeteneğine vardığı kabul buyurmuştur.Ve bu sebepledir ki Cenab-ı Peygamber,Hatem-ul-embiya olmuştur ve kitabı,son kitaptır.Son peygamber olan Hazret-i Muhammet Sallallahualeyhivesselam,bin üç yüz doksan dört sene evvel Rumi Nisan içinde ve Rebülevvel ayının onu,ikinci pazartesi gecesi sabaha karşı tan yeri ağarırken doğdu........
Bugün o gündür, gerçekten Arab’i tarihlerde bu akşamı doğum gününün tam yıldönümüne rastlıyor, inşallah bu hayırlı tesadüftür. Hazret-i Muhammet çocukluk ve gençlik günlerini geçirdiği dönelerde yüzü nurani, sözü ruhani, doğru yolda ödünsüz, sözüne sadık, mertlik ve güzel huy sahibi olarak başkalarına üstün olan Hazret-i Muhammet Mustafa,önce bu özel ve üstün özellikleri ile kabilesi içinde "Muhammed-ul Emin" oldu.Ondan sonra kırk yaşında peygamberlik ve kırk üç yaşında elçilik geldi.
Alemlerin Peygamberi Efendimiz sayısız tehlikeler içinde, sonsuz zahmetler içinde yirmi sene çalıştı ve İslam Dinini kurmaya ait peygamberlik görevini yerine getirmeyi başardıktan sonra "Yüce mevkisine kavuştu".(5)
Atatürk’ün 1 Mart 1922 tarihinde yine mecliste yaptığı bir konuşmasında hutbe ile ilgili soruları şöyle cevaplıyordu.”Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek ,en verimli kaynaklardır .Mimberlerden halkın anlayabileceği dilde, ruh ve beyine hitap olunmakla Müslümanların vücudu canlanır,beyni temizlenir,imanı kuvvetlenir,kalbi cesaret bulur.Fakat buna karşılık,hutbe okuyanların taşıması gereken özellikler ve dünyanın durumunu anlayıp bilmesi önemlidir.”Msn Demon
Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuşmasından takriben bir yıl sonra ”Balıkesir Zağanos Paşa Camii”nde bir Cuma hutbesi okumuştur.
“Ey Millet !
Allah birdir, şanı büyüktür.Allah’ın selamı,atıfeti,hayrı üzerinizde olsun.Peygamberimiz Muhammet Mustafa (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık ve akaid-i katiyyeyi(kesin inançları) telkin etmek için memur olmuştur,mersul olmuştur.
Peygamber Efendimiz Hazretlerinin delalet-i peygamberanesiyle tesis etmiş olan dinimizin Kanun-i aslisi cümlenizce malumdur ki Kuran-ı Azimüşşanın ihtiva ettiği nusuhtur (Öğütlerdir).Bu nusuha istinaden tesis etmiş olan dinimiz 1300,bu kadar seneden beri alem-i beşere feyz-i ruhaniye vermiş son dindir ve din-i ekmeldir.Çünki tabiata,akla,mantığa tamamen muvafık ahkamı ihtiva eder.
Filhakika böyle olması ve en son din olabilmesi için bu mezayayı aliyeyi (yüksek meziyetleri) cami bulması (içine alması) icap eder Çünkü aksi takdirde kavanin-i ilahiye (İlahi Kanunlar) betinde tezat olması lazımdır .Zira bilcümle Kavanin-i diniyeyi yapan ve kuran Allah Azimüşşan’dır.
Biliyosunuz Cenab-ı Peygamber bütün mesai-i zatiyesinde (şahsi çalışmalarında) iki haneye malik bulunuyordu .Biri kendi evi,diğeri Allah’ın evi idi.Millet işlerini ekseriya Allah’ın einde,camide Eshab-ı Kiram ile iştişare ederek yapardı.Biz bu dakikada Allah’ın evinde bulunuyoruz.
Allah’ın huzurunda, Peygamberimiz Aleyhissalatü VesselamEfendimizin Ehl-i İman ile beraber içtima ettiği Dar-ı Kudside bulunuyoruz .Böyle bir sevaba beni muzahir eden (kavuşturan) Balıkesir’in didar,çok kıymetkar ve kahraman insanlarının huzurudur.Bundan dolayı çok memlunum.Çünkü Cenab-ı Hak’ka karşı en kıymetli bir vazife ifa ettiğimizden naşi (dolayı) en büyük sevaba nail olacağım.
Ey Balıkesir Halkı !
Camiler yalnız birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için değildir. . Camiler bilhassa din ve dünya için neler yapmak mecburiyetinde olduğumuzu düşünmek, meşveret etmek içindir. Her şey ancak meşveretle iyi tarika (yola)sevk edilir.
Biliyorsunuz ki Cenab-ı Peygamber ekseriya rufeka-ı mesaisiyle (çalışma arkadaşlarıyla) meşveret eder.dünya umurunda (işlerinde) kendinden kuvvetli,daha zeki arkadaşları olduğunu teslim buyururlardı.
Binaenaleyh, sizin de kendi işlerinizde her birinizin dimağları mutlaka ayrı ayrı hal-i faaliyette (çalışma halinde) bulunmalıdır.
Bugün burada memleketimizin mamuriyeti için , bütün bunların istinat ettiği istiklal-i tammemiz (tam bağımsızlığımız) bila kayd-ı şart hakimmiyemiz için neler düşündüğümüzü açıkça söyleyelim,hasbihal edelim.
Ben size yalnız kendi düşündüklerimi değil sizin düşündüklerinizi bilmek istiyorum .Esasen amal-i milliye (milli emeller),irade-i milliye.temayulat-ı milliye demek,halkın içerisinden şu veya bu birkaç kişinin emelleri değil,bütün milletin muhassalası (özü) demektir.Bu muhassalanın fevkine çıkmak ve tahtında (Altında) kalmak mutlaka yanlıştır.
Hakiki yolu bulabilmek için halkın efkarı hissiyatını (fikri duygularını) daima bilmek lazımdır. Buna binaen sizden çok rica edeceğim Bana ne sormak istiyorsanız sorunuz, dinleyeceğim. Cenab-ı Hakka tekrar hamd ve sena ederek burasını terk ve sizi dinlemek üzere aşağıya iniyorum”.
Atatürk mimberden indikten sonra “Hutbe” ile ilgili olarak sorulan bir soruya şu cevabı vermiştir.
“Hutbe demek halka hitap etmek. yani söz söylemek demektir.Hutbenin manası budur.Hutbe denildiği zaman bundan bir takım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır.Hutbeyi söyleyen hatiptir.Yani söz söyleyen demektir.
Biliyoruz ki , Hazret-i Peygamber Efendimiz hayatta bulunduğu dönemde hutbeyi kendileri söylerlerdi.Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek ilk dört Halife’nin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki,gerek Peygamberin,gerek dört Halifenin söylediği şeyler o günün meseleleridir.O günün askeri ,idari,mali,siyasi ve sosyal konularıdır.Müslümanlar çoğalmaya,İslam ülkeleri genişlemeye başlayınca,Hazret-i Peygamber’in ve dört Halife’nin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkan kalmadığından,halka söylemek istedikleri şeyleri tebliğe bazı kişileri görevlendirmişlerdir.Bunlar herhalde Müslümanların en büyük reisleri idi.Onlar cami şeriflerde ve meydanlarda ortaya çıkar,halkı aydınlatır ve doğru yolu göstermek için ne söylemek lazımsa söylerlerdi.
Bu usülun devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aydınlatması.Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir.Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın aklı faaliyet durumunda bulunacak,iyi şeyleri yapacak ve illetin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunu arkasından gitmeyecektir…
Ancak , millete ait işleri milletten gizli tuttular.Hutbelerin halkın anlamıyacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü gereklere ve ihtiyaçlarımıza değinmemesi,halife ve padişah adını taşıyan zorbaların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbeden maksat halkın aydınlanması ve doğru yolun gösterilmesidir , başka bir şey değildir.Yüz,iki yüz hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak,insanları bilgisiz ve tembellik içinde bırakmak demektir..Hatiplerin halkın kullandığı dille konuşması lazımdır.
Geçen sene Millet Meclisi’nde söylediğim bir nutukta demiştim ki; Mimberler ,halkın şuurları ve vicdanları için bir ilim ve nur kaynağı olmuştur.Böyle olabilmesi için mimberlerden yankılanacak sözlerin bilinmesi,anlaşılması ve ilmi ve fenni hakikatlere uygun olması lazımdır.Asil hatiplerimizin siyasi,sosyal ve medeni gelişmeleri her gün takip etmeleri gerekmektedir.Bundan dolayı hutbeler tamamen Türkçe ve zamanımızın ihtiyaçlarına uygun olmalıdır ve olacaktır.”(7)
Atatürk 16 mart 1923 tarihinde Adana’da yaptığı bir konuşmada İslam dininin mahiyeti, çalışmaya verdiği değer ve gerçek din alimi konularına değinmiş,fikir ve düşüncelerini şöyle açıklamıştır.
“Bizi yanlış yola sevk edenler, bilirsiniz ki çoğu din perdesine bürünmüşler ,saf ve temiz halkımızı hep dini kural sözüyle aldata gelmişlerdir.Tarihimizi okuyunuz.Dinleyiniz.Görürsünüz ki milleti mahveden,esir eden,harap eden kötülükler hep,din perdesi arkasındaki dinsizlikten ve kötülükten gelmiştir.Elhamdülillah,hepimiz Müslümanız.Hepimiz dindarız.Artık bizim dinin icabatını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur.Analarımızın,babalarımızın kucaklarında verdiği dersler bile,bize dinimizin esaslarını anlatmaya kafidirler.Buna rağmen,hafta tatili dine muğayyirdir gibi hayırlı ve akla dine mufafık meseleler hakında,sizi iğfal ve idlale çalışan habislere ittiat etmeyin.Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır.Milletimiz bu gibi ulamasıyla müfteridir.Onlar milletinin emniyetine ve ümmetinin itimat’ına mazhardırlar.Bu gibi ulemaya gidin.Bu efendi bize böyle diyor,siz ne diyorsunuz deyiniz.Fakat suret-i umumiyette buna ihtiyaç yoktur.
Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu değer ölçüsü ile herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla,mantığa,toplum çıkarına uygundur.Biliniz ki o dinimize uygundur.Bir şey akıl ve mantığa,toplum çıkarına,İslam’ın çıkarına uygunsa,kimseye sormayın o şey dindir.Eğer bizim diniz akıl ve mantıkla uyuşan bir din olmasaydı en mükemmel din olmazdı,en son din olmazdı.Bizim dinimiz milletimize hakir,miskin ve zelil olmayı tavsiye etmez.Bilakis Allah’ta,Peygamber’de insanların ve milletlerin izzet ve şereflerini muhafaza etmeyi emrediyor.Msn Note
Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgili olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı inançsız olma sanıyorlar, asıl inançsızlık onların bu inanıştır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı İslam’ın inançsızlara esir olmasını istemek değil de nedir .Her sarıklıyı hoca sanmayın,hoca olmak sarıkla değil akılladır.(9)
Atatürk’ün 20 Mart 1923 tarihinde Konyalı gençlerle yaptığı konuşmasında aşağıdaki değerlendirmelerini yaptığını görmekteyiz.
“Müslüman kavimler içinde pek azı bizim ulusumuz olan Türkler kadar ulusal gelenek ve görenekleri bakımından sakat şeylere sahip değildi Türk toplumsal geleneklerinden pek çoğu İslam gerçeğine uygun ve yakındı. Ama Türkler bulundukları alan, yaşadıkları bölgeler bakımından bir yandan İran ve öbür yandan Arap ve Bizans uluslarıyla temas içindeydiler.Kuşku yok ki temasların uluslar üzerinde etkileri görülür.Türklerin temas ettiği ulusların o zamanki uygarlıkları ise bozulmaya başlamıştı.Türkler bu ulusların sakat adetlerinden,kötü yönlerinden etkilenmekten kendilerini alıkoymuşlardır.Bu durum kendilerinde karma karışık,bilinç dışı,insanlık dışı düşünüşler doğurmaktan uzak kalmamıştır.İşte düşünüşümüzün belli başlı nedenlerinden birini bu nokta oluşturuyor.
Yine biliyorsunuz ki İslam alemi içindeki toplumlar ile Hıristiyanlık alemi yığınları arasında birbirini bağışlamaz gören karşıtlık vardır.İslamlık Hıristiyanların,Hıristiyanlar İslamların sonuna değin düşmanları oldular..
Aydınlar asıl yığını kendi hedefine yöneltmek ister halk yığınları ise bu aydınlar sınıfına bağımlı olmak istemez o başka bir yön belirtmeye çalışır.Aydın sınıfı telkinle,uyarılarıyla çoğunluk yığını kendi amacına göre inandırmayı başaramayınca başka araçlara başvurur.,Halka baskı ve zorlamada bulunmaya başlar…artık burada asıl çözümleyici noktaya geldik:halkı ne birinci yol ile,ne zorlama ve baskı ile kendi hedefinde sürüklemeyi başaramadığımızı görüyoruz;neden?Arkadaşlar bunda başarılı olması için aydın sınıfla halkın düşünüş ve hedefi arasında doğal bir uyum olması gerekir.Yani aydınlar sınıfının halka telkin edeceği ülküler,halkın ruh ve vicdanından almış olmalı,oysa bizde aydınların telkinleri ulusumuzun ruhunun derinliğinden alınmış ülküler midir?Kuşkusuz hayır;aydınlar içinde çok iyi düşünenler vardır.Ama genellikle şu yanlışımız da vardır ki inceleme ve araştırmalarımıza alan olarak çoğunlukla kendi ülkemizi,kendi özelliklerimizi ve gereksinmelerimizi almalıyız.Aydınlarımız belki bütün dünyayı,büyün başka ulusları tanır ama kendilerini bilmezler.”(10)
Yine Atatürk 1923 yılında İzmit ve Eskişehir konuşmalarında şunları söylemiştir.
“Cenab-ı Peygamber bu devletlere gönderdiği peygamberlik mektuplarında buyurmuşlardır ki ; Allah birdir ve ben O’nun tarafından size gerçekleri anlatmakla vazifeliyim.Hak dini İslam dinidir ve bunu kabul ediniz.Ben size Hak dinini kabul ettirmekle zannetmeyiniz ki,sizin milletinize,sizin hükümetinize el koymuş olmayacağım.Siz hangi hükümet şeklinde hangi durunda bulunuyorsanız o yine aynı kalacaktır.Yalnız Hak dinini kabul ediniz ve koruyunuz.”(11)
Atatürk başka bir konuşmasında İslam dininde ruhban sınıfının olmadığını şöyle söylüyordu;”Her şeyden önce şunu en basit bir dini gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur.Ruhbanlığı reddeden bir din,tekelciliği kabul etmez.O halde biz diyemeyiz ki,bizde özel bir sınıf vardır.Diğer insanlar dini yönden aydınlatma hakkından yoksundur.Böyle düşünecek olursak kabahat bizde,bizim cahilliğimizdedir.Hoca olmak için yani dini gerçekleri halka telkin etmek için mutlaka hoca elbisesi şart değildir.Bizim yüce dinimiz her erkek ve kadın Müslüman’a genel olarak araştırmayı farz kılar ve her erkek ve kadın Müslüman toplumu aydınlatmakla yükümlüdür.
Efendiler bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek din adamları,din adamlarımız içinde de milletimizin hakkı ile iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır.Fakat bunlara karşı hoca elbisesi altında gerçek ilimden uzak,gereği kadar öğrenmemiş,ilim yolunda gereği kadar ilerleyememiş hoca görünüşlü cahillerde vardır.Bunların ikisini birbiriyle karıştırmamalıyız.Seyahatlerimizde birçok gerçek aydın,din bilginimizle temas ettim,onların en yeni ilmi terbiyeyi almış sanki Avrupa’da tahsil etmiş bir seviyede gördüm. İslamiyet ruhu ve hakikatlerini çok iyi bilen din adalarımızın hepsi bu olgunluk derecesindedir. Şüphesiz ki,bu gibi din adamlarımızın karşısında imansız ve hain din adaları da vardır,bunları onlarla karıştırmak doğru değildir.”(12)
Bir gün Ankara Orman Çiftliğinde çeşitli konular görüşülürken yanlarında bulunan Asaf İLBAY’a Atatürk’ün din hakkındaki fikirlerini öğrenmek için fırsat doğmuştur. Atatürk ile baş başa kaldığı bir andan faydalanarak “Paşam din hakkında düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum” der.
Atatürk;”Din vardır ve lazımdır .Temeli çok sağlam bir dinimiz var.Malzemesi iyi,Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış,harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş.Aksine bir çok yabancı unsur binayı fazla hırpalamış,bu gün bu binaya dokunulamaz,tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üzerine yeni bir bina kurma lüzumu hasıl olacaktır. Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakla serbesttir.Biz dine saygı gösteririz.Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz.Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor,kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz.Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz.”diye belirtmiştir.(13)
“Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar” isimli eserin yazarı Münir Hayri EĞELİ, “Atatürk için dinsiz diyenler oldu.Bunu bir moda imiş gibi yayanlar vardı.Onun laiklik anlayışını dinsiz gibi göstermekte fayda bulanlar oldu.Halbuki Atatürk yobaz aleyhtarı idi.Size başımdan geçen bir vakayı naklederek başlayayım.
Bir gün Necip Ali Ona; Efendim Münir Hayri namaz kılar dedi.En yakın dostunun beni bu şekilde takdim ettiğini gören beni sevmeyenler;şimdi kovulacağımı zannederek gülüştüler.Atatürk ile aramızda şu konuşma geçti.
-Sahi mi ?
-Evet,Paşam.
-Niçin namaz kılıyorsun ?
-Namaz kılınca içimde bir huzur ve sukun hissederim.
Atatürk demin gülenlere döndü.
-Batmak üzere bulunan bir gemide bulunsanız ,herhalde yetiş gazi demesiniz;Allah dersiniz.Bundan tabii ne olabilir.Sonra bana döndü.
-Dünyadaki işlerine zarar getirmemek şartıyla namazını kıl, heykel yap ,resim de.
Atatürk asla dinsiz değildi .Laikti.Taassubun şiddetli düşmanıydı.Medreseleri kapattığı zaman yakınında bulunan Rahmetli Galip’e;
-Yahya Galip Bey , Müslümanlıkta rakiplik yoktur.Medreseler eski Türklerin kurdukları modern üniversitelerin taassubun elinde ıslah olmayacak tereddiye uğramış harabeleridir.Bunları ne ıslah,ne de idame ettirmek kabildir.Yıkmaktan kastımız budur.Müslümanlıkta imam,cemiyetin en üstün adamıdır,zamanın en münevver adamıdır.Dört beş yüzyıl birbirini tutmayan içtihatlarla,esen rüzgarlara göre verilmiş fetfalarla inançlarıyla oynanan Türk Milletinin din duygularını,bir sürü skolastik cahilin eline bırakamayız.İleride bu işi bizzat elime alacağım.” Diyerek konuya açıklık getiriyordu.(14)
Yine konuşmalarında üstünde önemle durduğu iki konuya değinerek ”Din lüzumlu bir müessesedir .Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur.”diyordu.(15)
“Milletimiz ,din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir.Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanlarından cekip alamamıştır ve alamaz.”diyordu.
Yukarı da açıklamaya çalıştığımız gibi Atatürk Din ve Peygamberimiz hakkında samimi bir inanca sahiptir Ancak bir takım hurafeler,safsatalar ve çıkar hesaplarıyla,inananların saf ve temiz inançlarını

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2015       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mustafa Kema’in din hakkındaki görüşleri


“Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.”
Mustafa Kemal Atatürk

“Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Türkiye Cumhuriyetinin resmi dini yoktur.

Türkiye’de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilemez.”
M.Kemal Atatürk

“Taassupsuzluk o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı hiçbir kin duymaz, bilakis hürmet eder.”
M. Kemal Atatürk
( Yukardaki anlatımda dini inanışlar yerine vicdani inanışlar ifadesinin yer almasına dikkat edilmelidir. )

“Bizi yanlış yola sevkeden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir.”
M. Kemal Atatürk

Atatürk ve İslam

Atatürk’ün İslam Dini hakkındaki gerçek düşüncelerine geçmeden önce bilmek gerekir ki, bugüne kalmış yüzlerce fotografı vardır ancak içlerinde namaz kılarken çekilmiş tek bir fotograf karesi yoktur ve öldüğünde cenaze namazı kılınmamış, kardeşinin son anda isteği üzerine kısa bir dua okunarak, Dolmabahçe Sarayı bahçesinde bir tören yapılmıştır..Cenazesi herhangi bir camiden kalkmamıştır..
Halk önünde yapılan konuşmalarında, İslam’a karşı bir görüş belirtmediği gibi, Atatürk, 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir’deki Paşa Camii’nde verdigi hutbede, Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmistir. şeklinde konuşmuştur.. Burada unutmamalıdır ki, Napolyon gibi bir imparator dahi, Mısır seferi sırasında, Mısırlılara kendisinin de bir Müslüman olduğunu söylemiştir.. Atatürk’de aynı şekilde, uygulamak istediği siyaset icabı, halk önünde İslam’a karşı bir konuşma yapmamayı uygun görmüştür. Ancak, kendi öz düşüncelerine baktığımızda, İslam hakkındaki görüşlerinin Müslümanlar tarafından pek kabul edilebilir nitelikte olmadığı açıkça görülür.
Türkiye’nin geleceğine yönelik aldığı bütün kararlarda, dehası tartışılmaz olan ulu önderin ilkelerini savunan her Türk’ün, O’nun, İslam Dini hakkındaki gerçek düşüncelerini de çok dikkatli bir şekilde okuyup anlaması gerekir.

Atatürk diyor ki,

1-) Muhammed’in peygamberlik vazifesinin nasıl başladığını izah etmek en nazik ve en müşkül meseledir. Muhammed’in bir melek ve Allah ile hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Muhammed’in isteyerek böyle söylediğini ileri sürenler de olmuştur. Bu faraziyeleri bir tarafa bırakmak ve meseleyi ilmi ve mantık çerçevesi içinde mutalaa etmek daha doğru olur.

2-) Din birliğinin’de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.

3-) Türk’ler Arap’ların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve nede Mısırlıların vesairenin Türk’lerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi.. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu.

4-) Bu pek tabii idi çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arab milliyeti siyasetine muncer oluyordu. Bu Arab fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdurlar. Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın Arab kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti bir çok asırlar ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler..

5-) Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince karışık **** hocalar ağzıyla ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan dini hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa’da Allah kelimesinin ilası parulası altında, ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler. Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek bir kuvvetli millet yaptılar. Mısır’da belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palaspareyi hilafet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular.

6- Kah şarka, kah garba veya her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini topraklarını menfaatlerini benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaad ve temin eden dini akide ve dini his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mani olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin, ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatina kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın acısı duyulan tokatıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk vicdanı umumisi derhal yüzlerce asırlık kudret ve kusayısiyle büyük heyecanlarla çarpışıyordu.. Ne oldu..? Türk’ün milli hissi artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk cenneti değil, eski hakiki büyük cedlerinin mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra..

Gene Atatürk’le ilgili aşağıdaki kaynaklara baktığımızda, Atatürk’ün gerçekte İslam’ı hiç benimsemeyen yaklaşımlarını görebiliriz.

1- Atatürk’ün emriyle liselerde okutulan Tarih Kitabı (1931) II. cilt, “Kur’an ve Vahiy”: “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir….. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur.
Tarihi nokta-ı nazardan da mütalaa edildiği zaman görülüyor ki; Muhammed birdenbire Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve iptidai ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları islah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur…..”

2- Atatürk’ün El Yazmaları ( Medeni Bilgiler Afet İnan):
“Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir…..
Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.
”Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkansızdır.”

3- Kralların ve Padişahların istibdadına, dinler mesnet olmuştur.
Medeni Bilgiler Syf. 30

4- Kuvvetinin ve selahiyetinin Allah’tan geldiğini ve yalnız ona karşı, ahırette, hesap verebileceğini farzeden ve devleti, memleketi mevrus bir malikane kabul eyliyen bir hükümdar, hertürlü kayıttan kendini verasete görür.
Medeni Bilgiler Syf. 33

Radikal İslami Düşünce’nin Atatürk Hakkındaki Düşünceleri

Türkiye’de özellikle tartışma konusu olan meselelerden birisi de M. Kemal’in kimliğidir.
Çeşitli çevreler, bu konuda farklı düşünürler. Rejim de M. Kemal’in söylediği sözleri bir idare düstûru olarak kullanmaktadır.

M. Kemal ve avanesi, belli zaman Müslüman görünmüşler ve Müslümanları avutmuşlardırsa da, zaman zaman dinsiz ilkelerini göstermişlerdir. İslam’a karşı savas açmada gecikmemişlerdir.

Bu hususta Cafer Tayyar Paşa şunları söyler:
“Bu adamlar, iktidarı ellerine geçirmisler ve diledikleri gibi herseyi yapma sevdasına düşmüşlerdi. Ne yapacaklarını da doğru dürüst bilmiyorlardı. Kimisi komünist olma, kimisi dindar olma peşinde, kimisi de bilmem ne. Sonunda tabii bu güçlü grup laiklik namı altında din
düşmanlığına ve diktatörlüğe yürüdü.” (1)
Durum böyleydi. Ama asıl amaç dinsizlikti! Çünkü M. Kemal tam anlamıyla dinsiz, Kur’an’a ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Mekke müşriklerinin yaptıkları iftiraları atmaktan çekinmeyen bir kafirdi. Aşağıda bunların örneklerini göreceksiniz.

1- M. Kemal Allah’a inanmaz:
M.Kemal, dünyayı ve insanları yaratanın Allah değil, tabiat olduğunu iddia eder ve der ki, Natür ( Tabiat ) insanları türetti, onları kendisine taptırdı da.. (2)
M. Kemal yine bu fikrini pekiştirir ve materyalist batı felsefecileri gibi, “İnsanlar bu manada hürriyete hiç bir zaman sahip olmamışlardır ve olamazlar. Çünkü, malumdur ki, insan tabiatın mahlukudur.” (3)
“Tabiatın ve tarihin mahsulü olan bir milletin fertleri daima bu hakikatle karşı karşıya bulunur ve ona hürmet eder.” (4)
Allah korkusunu hiçe sayar ve bu konuda şöyle der:
“Ibtidaî insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kâim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır!”
Allah’ı değil de tabiatı büyük görür:
“Tabiatın herşeyden büyük ve herşey olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı.” (5)
Böylelikle M. Kemal Allah’ın yaratıcılığını inkâr etmekte ve ateistler gibi düşünmekte. İnsanı tabiatın yarattığını tereddüt etmeden söylemektedir.

2- Hz. Muhammed (s.a.v.) Hakkındaki Görüşleri:
M. Kemal, Allah’ın yaratıcılığını kabul etmedikten sonra tabii ki, Hz. Peygamber’in peygamberliğini hiç kabul etmez.
Hatta Mustafa Kemal Hz. Muhammed (s.a.v.)’ı yalancılıkla itham eder:
“Muhammed, Mekke’de müşriklik muhitinde ve tesirinde büyümüş olmasına rağmen, dinî meseleler ve dinî düşünceler, pek derin bir surette, zihnini işgal ediyordu. Muhammed, 40 yaşına geldiği zaman, vatandaşlarını kendinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davete başladı. Muhammed’in davet ettiği bu dine, o zamanın Hanif’lerine imtisalen İbrahim Dini, yahud inkiyad manasina ifade eden “İslam” denilmiştir!”
Mustafa Kemal aynı Mekke müşriklerinin dediğini diyerek Kur’an Muhammed’in sözüdür demiştir.
Aynı müşrikler gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’ı cinli olarak gösteriyordu:
“Tarihi nokta-ı nazardan da müteala edildiği zaman görülüyor ki, Muhammed, birden bire Allah’ın Resulü’yüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arap’larin ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek ibtidaî ve islaha muhtaç olduğunu anlamış, bunların islahı için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisine vahiy ve ilham fikri doğmuştur.”
Devamla Hz. Peygamber (s.a.v)’ı cinli olarak görür ve cinlerden ilham aldığını söyler:
“Vahiy, ilham fikri Muhammed’den evvel de Arap’lar, şairlerin akıl erdiremedikleri kuvvetlerden ilham aldıklarına inanırlardı. Bu kuvvetler Arap’lar için cinlerdi. Cinlerin güya kahinlere gaibten
haber vermek kudretini ilham etmek kudretini ilham ederlerdi. Bu nev’i itikadlar Arabistan’da her zaman o kadar canlı ve derin olmuştur ki, Muhammed dahil cinlerin vücuduna samimi olarak
inanmışlardı. O hakikaten cinlerin şairlere şiir ilham ettiğine kâni idi. Arap’lar şairleri bir kahin gibi telakki ederlerdi. Muhammed’in Musa, İsa dinlerine dair öğrendikleri de kendisinde bu itikadi kuvvetlendirmiştir. Bu peygamberlerde melek telakkisi vardı. Dinler nazarında cinler kötü olduğundan peygamberler onlardan mülhem olamazlardı. Muhammed de diğer peygamberler gibi kendisine ilham eden kuvvetin insanları iğfal eden bir kuvvet olmayıp onları hayır ve saadete irşad eden ilahî bir kuvvet olduğuna samimi olarak inandı.” Msn Demon
M. Kemal, ilk inen ayetler belli olduğu halde bunları inkâr etmektedir:
“Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok rivayetler vardir. Bunlara pek çok efsaneler karışmıştır. Hakikatte Peygamber’in ilk söylediği Kur’an ayetlerinin ne olduğu kati surette mâlum değildir.
Muhammed, uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu. Bununla beraber kendisini tahrik eden kuvvetin tabiat fevkinde bir mevcudiyet olduğuna samimi surette kani idi. Muhammed’i harekete getiren ilk âmil, bu samimi heyecanlar olmuştur. Muhammed, bidayete irticalen dini hitabette bulunan bir vaiz oldu. Vaizlikten Nebi’liğe, Nebi’likten nihayet Allah’in Resulü haline geçti.” (7)
Bununla da kalmayıp Kur’an hükümlerinin geçici olduğunu iddia eder. Halbuki Kur’an ve hükümleri ebediyyen kalıcıdır ve geçerlidir. O bunu inkâr ederek, “Hukukî hükümler zaman ve
mekân içinde içtimaî heyetlerin uğradıkları değişiklere göre değişegeldiğinden on dört asır evvelki zaman ve mekânın ihtiyacına göre lüzumlu ve kafi görülmüş olan esaslar yerine
bugün birçok mütenevvi kanunlar ve usuller konulmak zarureti görülmüştür. Bunlar dahi ebedî olmayıp zamanla değişmeye mahkûmdurlar.” Msn Note
Mustafa Kemal İslam’ın ilme mani ve fene aykırı olduğunu söyler, bu fikri savunurdu:
“Tarihe ait mâlumata gelince: Yeni fenler sayesinde meydana çıkarılan hakikatler en yakın tarih bilgilerini bile temellerinden sarsmaktadır.” (9)
Hz. Muhammed (s.a.v.)’ı sorumsuz, kendi kafasına göre hareket eden bir kimse olarak niteleyerek Yüce Peygamber’e iftira atar:
“Muhammed, gerek dinî meselelerde, gerekse içtimaî hususlarda bir islah yapmak lazım geldiği zaman kendini hiçbirseyle bağlı görmemiştir.” (10)

3- Sahabe Hakkındaki Görüşleri:
M. Kemal, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ashabı hakkında da kötü konuşmaktan bir adım geri durmaz. Peygamber (s.a.v.), “Ashabım yıldızlar gibidir!” dediği halde M. Kemal onlari “alık”, yani aptal olarak görür:
“Muhammed’in ölümünden Ebu Bekir’in ölümüne kadar geçen kısa bir müddet zarfında bunlardan hiçbiri mevcudiyetini ihsas edemedi: Bunlar tamamen alıklaşmışlardı !” (11)
Sahabe-i Kiram’ı menfaatçi ve hırs düşkünü olarak nitelendirir:
“Ne kadar ibrete sayan bir vakiyettir ki, daha Muhammed’in öldüğü anda bütün eski nifaklar, ihtiraslar, hirîicaklar zincirden boşandılar. O derece ki, hakkında korku ve hürmet beslenen
Peygamber’in ılık cesedi, son nefesini verdiği basit odada unutulmuş ve ihmal edilmişti.” (12)
Müseyleme’yi, yani peygamberlik iddiasında bulunan kişiyi haklı görür ve sahabenin onları yok ettiğini söyler:
“Müseyleme, taraftarlarının şarap içmelerine müsaade gösterdi. Müseyleme’ye imtisal eden başka adaklar olmuştur. Müseyleme, başlangıçta muvaffak olur gibi oldu. Müseyleme, Muhammed’e gönderdiği mektupta, Arap’lar üzerinde hüküm ve nüfuzun paylaşılmasını teklif etti. Hakikatte Müseyleme de kıymetsiz sayılmayacak ahlakî ve dinî mezhep İslamiyyet seviyesinden pek aşağı değildi. Nihayet Müseyleme ve onun gibiler birer suretle bertaraf edilmişlerdir.” (13)

4- Ahireti Kabul Etmez:
M. Kemal, imanın şartlarından birisi olan ahirete, hesap çekilmeye inanmaz, “Millî duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca asıl hakiki saadete öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaad ve temin eden dinî akide ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı gerçeği görmesine mani olamadı.” Devamla: “Artık Türk, cenneti değil, eski hakiki, büyük Türk cedlerini mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. Türk milleti, millî hissi, dinî hisle değil, fakat insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır.” (14)

5- Hafızlık Hususundaki Görüşü:
Hafızlık için, yani Kur’an’ı ezberleyenleri deli olarak görür, “Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler!” der.

6- Kaza Kader Hakkında:
M. Kemal kaza ve kaderi kabul etmez. Bunları Arabî terimler olarak kabul eder:
“Kaza ve kader, talih ve tesadüf tâbirleri Arapça’dır; Türk’leri âlakadar etmez.” (16)

7- İmam Nikâhını Kabul Etmez:
M. Kemal dinî nikâhı kabul etmez. Yani İslam’ın emri olan nikâhı kerih görür ve dinî nikâhın kıyılmasını kabul etmez. Bu sözü M. Kemal’in evleneceği Nazmiye Hanım söylemiştir. M. Kemal, “Ben prensiplere bağlı bir adamım. Nikâhimızı imam değil de sefir bey kıyacaktır!” dedi. (17)

8- Duaya İnanmaz:
“Allahü Teala dua ediniz, ben de duanıza katılayım!” buyurduğu halde, M. Kemal duayı kabul etmez ve inanmaz. Ali Kılıç (bu adam meşhur Ali’lerden birisidir. İstiklâl Mahkeme’leri savcısıdır. Merhamet nedir bilmez) anlatıyor:
“Meclise geldik. Bir de müezzin geldi. Müezzin ezan okudu. Meclis kapısından içeri girdiğimiz zaman Atatürk’ün önüne sırmalı elbiseler giyinmis bir imam dikildi. Atatürk ne istediğini sordu. İmam ellerini kaldırarak, “Dua etmeden girilmez!” dedi. Atatürk, “Bu yurt Mehmed’ciğin süngüsü ile kurtarıldı ve bu meclis onun gayretiyle kuruldu. Yoksa senin duanla degil! Çekil oradan!” dedi ve imamı eliyle iterek meclise girdi.” (18)
Aynı Atatürk yanına hocaları alıp dualarla meclisi açmıştı. Ama artık emeline ulaşmıştı. Kendisi tam bir dinsiz, faşist bir diktatördü. Bu durum ilkokul kitaplarına bile geçmistir. Ufacık yavrulara dinsizlik öğretilmektedir. Devletin dinsiz olduğu aşılanmaktadır. İlkokul kitaplarında “Atatürk, devletin dini olamaz ilkesini getirmiştir!” ibaresi yazılıdır. (19)
Bu durum karşısında bu adama nasıl Müslüman denilir ve müslüman milleti kurtardı diye söylenebilir?!.

9- Kâbe Hakkındaki Görüşleri:

M. Kemal Kâbe’nin ne zaman yapıldığı ve kimin yaptığı hususunda Kur’an’da ayetler var iken onları kabul etmez ve ne zaman yapıldığı ve kim tarafından yapıldığı belli değil der. Müşriklerin, batılıların, haçlı ordularının ve dünyada kimsenin söyliyemediği, yapmadığı veya yapamadığı hakareti yapmıştır. M. Kemal Kâbe hakında şunları söyler:
“Kâbe, mikab, yani tavla zarı şeklinde demektir. Fil-hakika, Kâbe zar şeklinde, insan boyunda dört duvardan ibaretti; duvarlar harçsız, adi taştan yapılmıştı. Binanın çatısı da yoktu; dört
köşesinde dört taş vardı; bunların en meşhuru Hacer-i Esved denilen bir kara taştı. Kâbe çok eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Arab ananesi, Kâbe’nin insanı
İbrahim Peygamber’e atfetmektedir. Bu mukaddes kara taş ananesi, aynen Frik’lerde de vardı. Frik’ler mukaddes sayarak ihtiram ve ibadet ettikleri kara taş, bugünkü Afyonkarahisar şimalinde, kadim Pessinüs şehrinde bulunuyordu.
Bunun kudsiyeti ananesi, bu şehrin Romalı’lar tarafından zabtına kadar devam etmişti. Demek ki, Kâbe’nin bir köşesindeki kara taşın kudsiyet almasından, ziyaret ve tavaf edilmesinden çok evvel, Frik’ler de kara taşın mâbed ve ziyaretgâh esası olması adeti teessüs eylemiş bulunuyordu. Kâbe, bidayette mahalli bir mâbed iken, Mekke ahalisi burasını bir millî mâbed derecesine yükseltmişlerdi. Mekke’liler, Arap’ları kendi mâbedlerine celp edebilmek için, Arap yarımadasının muhtelif yerlerinde mâbud tanılan 360 putu Kâbe’de yerleştirmişlerdi. Kâbe’nin kudsiyetini, Yahudi ananelerine de rabt etmişlerdi. Bu uydurmalara göre, İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail’i buraya getirmişti; Zemzem de onlar için fışkırmıştı; İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Hacer-i Esved’i getirmişti; bu taş sonradan günahkârların ellerine sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi bit-tabi sonradan uydurulmuş masallardır.”
Kur’an’da bu konu açıkça bellidir. Ama M. Kemal Kur’an’a inanmaz ki, kabul etsin!..
M. Kemal hacc için de ağza alınmayacak sözleri sarf etmekten çekinmez ve şöyle der:
“(…) Mekke zabt olunduktan ve Kâbe’deki putları parçalandıktan sonra da yıllık haccın müşrikler tarafından da eski müşriklik âdetleri dairesinde yapılmasına müsaade olundu. Onun için, müslümanlarla müşrikler aynı zamanda hacc ve aynı şenliklere iştirak ederlerdi. Bundan anlıyoruz ki, o zaman hacc, dinî maksatla yapılan ve her yıl kurulan büyük bir ictimadan ziyade her yıl kurulan büyük bir panayırdı.”

Kaynaklar:
(1) Teklif Dergisi, Sayı 6
(2) Atatürk’ten Düşünceler, Derleyen: Prof. Enver Ziya Karal
(3) Prof. Afet Inan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün Elyazıları.
(4) A.g.e.
(5) A.g.e.
Msn Demon Tarih, c. 2, Orta Zamanlar, Devlet Matbaası, Ist., 1931
(7) A.g.e.
Msn Note A.g.e.
(9) A.g.e.
(10) A.g.e.
(11) A.g.e.
(12) A.g.e.
(13) A.g.e.
(14) Prof. Afet Inan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün Elyazıları.
(15) A.g.e.
(16) Prof. İlhan Arsel, Teokratik Devlet Anlayışından Laik Devlet Anlayışına.
(17) Hürriyet Gazetesi, Atatürk’ün Gönlündeki Kadın, 8 Mayıs 1988
(18) Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anekdotlar-Anılar
(19) İlkokul 5. sınıf, Din Kültürü ve Ahlak Dersi, sf. 85
(20) Tarih, c. 2, Orta Zamanlar, Devlet Matbaası, İst. 1931
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2015       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk’ün din hakkındaki sözleri
   Tarihe baktığımız zaman iki farklı Atatürk görüyoruz. Bunlar Cumhuriyet’ten öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılıyor.

   Öncesinde bir Şeyhü’l İslam edasıyla İslamı müdafaa eden Atatürk görmenize karşılık sonrasında İslamın ve dinin karşısına dikilmiş bir insan görüyorsunuz. Yazımızın değişmesi, giyim kuşamımızın batılılaştırılması, şapka kanunu, medreselerin kapatılması ve daha bir çok uygulama da bunun bir göstergesi oluyor.

   Atatürk Cumhuriyeti kurduktan sonra gerçek düşüncelerini saklamıyor ve her platformda açıklıyordu. İşte o sözlerden bazıları:

Kuran: “Gökten indiği sanılan kitapların doğmaları”
…Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. M. Kemal (Kaynak: Söylev ve demeçler, cilt 1, s 389. (1 Kasım 1938’deki son meclis konuşması)

“Suçlu Allah’ın dinidir.”
Kralların ve padişahların istibdadına (baskılı yönetim), dinler mesnet olmuştur. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, s 30.)

“Kuran’ın yasalarını Muhammed yazmıştır.”
Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. (Kaynak: Atatürkün emriyle liselerde okutulan tarih kitabı (1938), 2. cilt)

“Din, körü körüne bağlanmaktır.”
Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur, din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan)

“Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar (!)”
Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan)

“İnsanları Allah değil “tabiat” üretti”
Natür (Tabiat) insanları üretti, onları kendisine taptırdı da… M. Kemal (Kaynak: Atatürkten Düşünceler, Derleyen: Prof. Enver Ziya)

Çünkü malumdur ki, insan tabiatın mahlukudur. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan)
“Duanın faydası yoktur.” M. Kemal
   Ali Kılıç (İstiklal mahkemeleri savcısı, merhamet nedir bilmez)anlatıyor: “Meclise geldik. Bir de müezzin geldi. Müezzin ezan okudu. Meclis kapısından içeri girdiğimiz zaman atatürkün önüne sırmalı elbiseler giyinmiş bir imam dikildi. Atatürk ne istediğini sordu. İmam ellerini kaldırarak: “Dua etmeden girilmez!” dedi. Atatürk, “Bu yurt askerin süngüsü ile kurtarıldı ve bu meclis onun gayretiyle kuruldu. Yoksa senin duanla değil! Çekil oradan!” dedi ve imamı eliyle iterek meclise girdi.” (Kaynak: Kemal Arıburnu, Atatürkten Anekdotlar-Anılar)

   Aynı M.Kemal yanına hocaları alıp dualarla meclisi açmıştı. Ama artık emeline ulaşmıştı. İktidarı ele almış ve içindekileri alenen dışa vurmaya başlamıştı.

“Arapların dini Türkleri mahvetti”
Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir milletti. Arap dinini kabul ettikten sonra Türk milletinin milli rabıtaları gevşedi; milli hisleri ve heyecanı uyuştu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, bir arap milleti siyasetine müncer oluyordu. M. Kemal (Kaynak: Medeni bilgiler ve Atatürkün El Yazmaları, Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365)

Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkilabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız.
M. Kemal (Kaynak: Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası; Emre Yayınları, Aralık 1991, s 165.)

İnsanlar ilk devirlerinde pek acizdi. Kendilerini koruyamıyorlar, hiçbir hadisenin de sebebini bilmiyorlardı. Kendilerini koruyacak bir kuvvet aradılar. Nihayet insanlık vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte Allah’tır. Herşeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allah’larından istediler. Fakat modern çağlarda insan herşeyi Allah’tan beklemedi. Ancak toplumdan bekledi. Her şeyin koruyucusu insan cemiyetidir. Bizi koruyan, refah içinde yaşatan toplumdur.
M. Kemal (Kaynak: Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 1932, s 305.)

Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allah’ları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir. M. Kemal (Kaynak: Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930, Devlet Matbaası, s 220-221 )

   İnsanlar, kurtçuklar gibi sulardan çıktılar en önce… İlk ceddimiz balıktır. İşler daha daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. “Biz maymunlarız”; düşüncelerimiz insandır. M. Kemal (Kaynak: Ruşen Eşraf Ünaydın, Atatürk Tarih ve Dil Kurumları, s 53.)

Muhammed, iptida Allah’ın resuluyüm diyerek ortaya çıkmamıştır, bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisinde hasıl olmuştur. M. Kemal (Kaynak: Nokta Dergisi, 17 Kasım 1985)

Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok eski rivayetler vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu malum ve belki de mazbut değildir. Kuran sureleri Muhammed’e açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdi. Muhammed’in söylediği sureler uzun bir devirde dini düşüncelerinin ürünü olmuştur. Muhammed, bu surelere birçok çalıştıktan ve incelemeler yaptıktan sonra edebi şeklini vermiştir. M. Kemal (Kaynak: Afet İnan, Atatürkün El Yazmaları, 2000’e Doğru Dergisi, 8. Sayı, s 15-16.)

“Beyni sulanmış hafızlar”
Türk milleti, bir kelimesinin manasını bilmediği halde, Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. M. Kemal (Kaynak: Medeni Bilgiler, Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365.)

Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar. Onun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız.(Kaynak:İstanbul, Tekin Yayınevi, 1990, s 83-84.)

Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. M. Kemal (Kaynak: Andrew Mango, Atatürk, s 447.)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2015       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bildiğiniz gibi kemalist rejim, bayrağı haç olan Isviçre’nin Medeni Kanunu’nu Müslümanlara dayatmıştır. Işte Kadir Mısıroğlu, kemalist rejim tarafından Müslümanlara dayatılan 1926 tarihli Medeni Kanun’un müzakeresiz cumburlob Meclis’ten geçirildiğini iddia ediyor.

Buna delil olarak ise Resmi Gazete’de yayınlanmış Kanun’un 92’nci maddesinde yer alan bir ifadenin, kitaplaştırılmış Medeni Kanun’da yer almamasını gösteriyor. Olay özetle şöyle gelişiyor; Kemalist rejimin lider kadrosu, Islami kanunları bir an evvel atabilmek için, Isviçre Medeni Kanunu’nu Fransızca bilen Milletvekillerine forma forma dağıtıp alelacele tercüme ettiriyor. Vekiller de verilen formaları kendi üslub ve anlayışlarına göre tercüme ediyorlar. Ardından kanun müzakere edilmeden Meclis’ten geçirilip Resmi Gazete’de yayınlanıyor. Yani kanun yürürlüğe giriyor… Artık değişmesi hukuken mümkün değildir. Değişmesi için tekrar meclise gelmesi gerekir. Lakin kemalistin biri kanunda dini bir hüküm olduğunu farkediyor, bunun üzerine kanun tekrar meclise getirilmeden sözkonusu dini hüküm -resmi gazetede yayınlandığı halde- çıkarılıp o şekilde kitaplaştırılıyor. Eğer mecliste müzakere edilmiş olsaydı, ki madde madde müzakere edilmesi gerekirdi, vekillerden biri bu dini hükmü farkedecek ve Resmi Gazete’de yayınlanmayacaktı.

Peki Resmi Gazete’de yayınlanıp daha sonra kitaba alınmayan o dini hüküm neydi?

Karşılaştırmak için evvela Resmi Gazete’de yayınlanan Medeni Kanun’un ilgili bölümünü dikkatlerinize arz ediyoruz:

 

Madde: 92 – Aşağıdaki kimseler arasında evlenmek memnudur (yasaktır) :

1. Nesep, sahih olsun, olmasın usul ve füruğ arasında, ana, baba bir veya baba bir yahut ana bir kardeşler arasında,

Bir kimse ile amca, dayı, hala ve teyzesi arasında,

Süt ana ve kardeşler arasında.

2. Sıhriyet hısımlığını tevlit etmiş olan evlenme feshedilmiş veya vefat yahut boşan ile zail olmuş ise bile karı ile kocanın usul ve füruğu ve koca ile karının usul ve füruu arasında,

3. Evlâtlık ile evlâtlık edinen ve bunlardan biriyle diğerinin koca veya karısı arasında.[1]



[1] no’lu dipnotla ilgili… Resmi Gazete’de yayınlanan Medeni Kanun’da, “Süt ana ve kardeşler arasında” (evlenmek yasaktır) ifadesi geçiyor…

***

Şimdi de -Meclis tutanaklarından- Türk Medeni Kanunu kitabına bakalım:

 

Madde: 92 – Aşağıdaki kimseler arasında evlenmek memnudur (yasaktır) :

1. Nesep, sahih olsun, olmasın usul ve füruğ arasında, ana, baba bir veya baba bir yahut ana bir kardeşler arasında,

Bir kimse ile amca, dayı, hala ve teyzesi arasında. (Boş…)

2. Sıhriyet hısımlığını tevlit etmiş olan evlenme feshedilmiş veya vefat yahut boşan ile zail olmuş ise bile karı ile kocanın usul ve füruğu ve koca ile karının usul ve füruu arasında,

3. Evlâtlık ile evlâtlık edinen ve bunlardan biriyle diğerinin koca veya karısı arasında.[2]



[2] no’lu dipnotla ilgili… Medeni Kanun kitabında “Süt ana ve kardeşler arasında” ifadesi çıkarılmış…

***

Farkı gördünüz mü?

Müzakere edilmeden meclisten geçtiği için gözden kaçan, dolayısıyla Resmi Gazete’de yayınlanmış olan 92’nci maddenin birinci fıkrasında yer alan “Süt ana ve kardeşler arasında” ifadesi, kitapta yok!

Yani Müslümanların kitabı Kur’an’da, nikahı haram kılınan “süt ana ve kardeşler”, kemalist rejim tarafından helal kılınıyor.

Allahu Teala’nın haram kıldığı bir iş, kemalist rejim tarafından, üstelik hukuk ihlal edilerek helal kılınıyor.

M. Kemal’in meclisi işte böyle hukuksuz, yönetimi ise böyle diktatörce idi. M. Kemal burada açıkça hem Islam Hukukuna, hem de evrensel hukuk kaidelerine aykırı hareket etmiştir. Nitekim, “Hedefimize varmak için kanunlarımız müsait değilse o kanunları değiştiririz, yeni kanun yaparız. En nihayet lüzum ve mecburiyet görürsek bu yolda her şeyin üstüne çıkarak hedefimize yürümekte, asla tereddüt etmeyiz.”[3] diyen de kendisinden başkası değildi.

Peki bu dini hükmün kitaba girmesini kim engelledi? Kadir Mısıroğlu, “Isviçre-Türk Hukukuna Göre Iktisabi Müruru Zaman” kitabının yazarı Prof. Dr. Ismet Gülümser’in bir derste şunları anlattığını aktarıyor:

“Bu dini hükmü farkeden biri, M. Kemal’e giderek Medeni Kanun’a süt kardeşliğiyle ilgili dini bir hüküm sokuşturulduğunu haber veriyor, M. Kemal’in cevabı ise net: “Ben süt kardeşliği, peynir kardeşliği tanımam; Çıkarın!”

Zaten onun zamanında ondan başka kimse böyle bir hukuksuzluğa cüret edemezdi.

Kur’an’da nikahı haram kılınan “süt ana ve kardeşler”le ilgili ayet (Elmalılı Meali) :

Nisa Suresi

23 – “Size şunları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kızkardeşleriniz ve karılarınızın anneleri, ve kendileri ile zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan olan ve evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Eğer üvey kızlarınızın anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Sulbünüzden gelen (öz) oğullarınızın hanımları ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte nikahlamanız da haramdır. Ancak cahiliyyet devrinde geçen geçmiştir. Şüphesiz ki Allah gafur (çok bağışlayıcı) ve çok merhamet edicidir.”

Ey Müslümanım ama Atatürkçüyüm diyenler! Allah’ın Kanunu mu, yoksa M. Kemal’in Kanunu mu?

Karar sizin!

 

**********

 

KAYNAKLAR:

 

[1] 04.04.1926 Tarih ve 339 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi, sayfa 12.

[2] TBMM Zabıt Ceridesi, Içtima 57, cild 22, 17.02.1926, sayfa 237’den sonra Türk Kanunu Medenisi kitabı tutanağa geçirilmiş. Kitap sayfa no: 10.

[3] (1931) Ayın Tarihi, cild 25, sayı 82, 83.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2015       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mustafa Kemal Atatürk Müslüman mıydı, Değil miydi?
Bu Yazıya kişisel hiçbir yorum ve düşüncemizi katmıyor. Sadece Kaynakların konuyu anlatmasını sağlıyoruz.
Kaynaklar;

Mustafa Kemal Atatürk askeri vesayetin kendini meşrulaştırdığı bir bedendi. Bu ikonu önce kendisi oluşturmaya başladı. Fakat zaman için devlet ve özellikle 12 Eylülcüler darbecileri Türk-İslam sentezcisi bir ”Atatürk” imal ettiler.(Doğu Perinçek Kemalist Devrim-2 Din ve Allah s.29)

Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi kurduğu Türk Tarih Kurumu 1930 yıllarda özellikle İslam dini hakkındaki görüşlerinden dolayı sansürleme ihtiyacını hissetmiş ve Onu kendisinden koparmışdı. (Manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan Medeni Bilgiler 1931)

Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetin sahipleri tarafından yüzde 99’u Müslüman olan Türk halkına kolay kolay açıklanamayacak bir özelliği vardı. Atatürk Müslüman değildi. Ve bunu pek çok metinde çok açıkça yazmıştı. (Afet İnan Medeni Bilgiler, Atatürk’ün El yazıları 1931)

Müslüman olmadığı gibi İslamın Arapların dini olduğunu ve Türklerin gerilemesinin sebebi olduğunu düşünüyordu.

Mustafa Kemal Atatürk’ün agnonstik mi, ateist mi olduğunu bilmiyoruz ama dinsiz olduğu ve bir yaratıcıya inanmadığını gösteren pek çok metin mevcut elimizde.

Kaynak ve belgeler ışığında Mustafa Kemal Atatürk önceden beri İslam inancının olmadığnı da görebiliyoruz.

Erzurum Kongresi (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) kapanışında en yakın arkadaşı Mazhar Müfit Kansu şöyle aktarıyor : “Erzurum, nutkunuzun sonunu müftü efendinin duası gibi bitirdiniz”, dedim. Bu tarz konuşmamı hoş gördüğü için sadece güldü ve: “Maksadını anlıyorum, anlıyorum amma şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir padişahı kurtarmaya inandırmaktan ibarettir.”(Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk ile Beraber, TTK. 1988, cild 1, sayfa 85.)

Mustafa Kemal Atatürk İslam dini hakkında görüşleri ve beyanları iki dönem olarak değerlendirmek çok doğru olur.

1-) Kurtuluş Savaşının başlangıcı 1919 ile 3 MART 1924 Halifeliğin kaldırmasına kadar olumlu ve övücü sözleri ve görüşleri

2-) Halifeliği kaldırılması 3 Mart 1924 tarihinden yani iktidarı tam olarak eline alması ile 10 Kasım 1938 vefatına arasındaki olumsuz görüş ve beyanları.

29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin İlanı oylamasında, TBMM’nin 334 Milletvekilinden % 47,3 katılmış , % 52,7’sı muhalif olduğu için katılmamıştır.

» Ve 15 dakika sonra Mustafa Kemal Paşa’nın tek aday olarak girdiği Cumhurbaşkanı seçiminde, TBMM’nin 334 Milletvekilinden 158 milletvekilin (kendi tarafındaki milletvekilleri) oyları ile Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Geriye kalan 176 Milletvekili (muhalif) oylamayı katılmamıştır.
(Çankaya Savaşları, Y.Faruk Mangırcı,1999 baskı, s.34)

Bütün bu süreçleri göz önüne aldığımızda Mustafa Kemal Paşa 3 Mart 1924 Halifeliğin kaldırılmasından sonra iktidarı tam eline almıştır. Artık devrimin siyasal proğramını tamamlanmış, kültürel ve ideolojik hesaplaşma dönemine girilmiştir. (Doğu Perinçek Kemalist Devrim-2 Din ve Allah s.17)

İsterseniz bu noktadan sonra sözü ona bırakalım.

Mustafa Kemal Atatürk’ün yaratılış ve evrim üzerine görüşleri:

“İnsanlar, sürfeler (kurtçuklar) gibi sulardan çıktılar ilk önce… İlk ceddimiz balıktır. İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır.” (Ruşen Eşref Ünaydın Atatürk T. ve D.K.H, 1954, s.53)

“Hayat her hangi bir doğa dışı etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde doğal ve zorunlu bir kimyasal ve fiziksel olaylar dizisi sonucudur. Hayat sıcak, güneşli ve sığ bir bataklıkta başladı. Oradan sahillere ve denizlere yayıldı; denizlerden tekrar karalara geçti.” (Afet İnan Atatürk hakkında Hatıralar va Belgeler 1969)

“Hayat, her hangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesidir.” (Afet İnan Atatürk Hakkında 1930)

“İnsanları Allah değil “tabiat” üretti”
Natür (Tabiat) insanları üretti, onları kendisine taptırdı da… (Atatürkten Düşünceler, Prof. Enver Ziya KaralMayıs 1935, s.162, 1969 Baskı )

Mustafa Kemal Atatürk’ün din ve İslam üzerine görüşleri:

‘’İkra, Bismi, Rabbi Safsatasını esas tutmuş Araplar -Muhammed’in halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanlar -Bir hırka ve bir hurma hikâyesi artık bir insanlık erdemi olarak gösterilmek felsefesi esas tutularak tarih yazılmamalıdır. (Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu.16-17 Ağustos 1931 tarihli , Atilla Oral)

“Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)( Afet İnan, 1931 Meden Bilgiler s.366)

“… din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan 

Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra…” (Mustafa Kemal Paşa’nın yazdığı manevi kızı Afet inan imzasıyla çıkan Medeni Bilgiler kitabı 1931)

“Arapların dini Türkleri mahvetti”
Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir milletti. Arap dinini kabul ettikten sonra Türk milletinin milli rabıtaları gevşedi; milli hisleri ve heyecanı uyuştu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, bir arap milleti siyasetine müncer oluyordu. M. Kemal (Medeni bilgiler ve Atatürkün El Yazmaları, Afet İnan, 1931 yılı Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365)

”Aziz Millet Vekilleri,
Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri / Cilt 1 / Syf. 389, 1 Kasım 1937)

“14 Ağustos 1923, Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini (saçmalıklarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” (Atatürk -Kazım Karabekir-Paşaların Kavgası Syf,159, kendi aralarında )

”10 Temmuz 1923′de Ankara İstasyon’undaki Kalem-i mahsus binasında fırka nizamnamesini müzakereden sonra Gazi ile yalnız kalarak hasbıhallere başlamıştık.
— ‘Dini ve ahlâkı olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar..’ dediler.
— Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar.

Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için önce din ve namus telâkkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur..” (Kazım Karabekir anlatıyor, 1993, Uğur Mumcu, s. 83, 84, kendi aralarında)

”19 Ağustos 1923 günü … Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılâbı yapmazsak hiçbir zaman yapamayız.. ilk Fethi Bey grubundan işittiğim bu yeni inkılâp zihniyetini İsmet Paşa da bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak bu üç şahsiyetin üç maddelik programı kulaklarımda tekrarlandı:
1 — İslâmlık terakkiye manidir.
2 — Arap oğlunun yavelerini Türklere öğretmeli.
3 — Hocaları toptan kaldırmalı.”
(Kazım Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu s97, 98, veya Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası; 1991, s 165. Kazım Karabekir paşa, İsmet İnönü, Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi Okyar kendi aralarında)

”İlk yapacağım icraat bu millet ve devletin bu hale gelmesinde en büyük sorumluluğu taşıyan yobazları, sarıklı softaları (bir inanışa körü körüne bağlanan kimse-ler yada yaşadığı çağın gerisinde kalmış, geri kafalı) sarıklarından yakalayıp ibareti alem için dizi dizi asmak olacaktır.’’ (Atatürk Ansiklopesi, 1971 , Cild 1,s 148, May yayınları, Türkiye Cumhuriyeti Siyasi Tarihi)

”Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum” (Andrew Mango, Atatürk Syf.447, 1926)

”Kimi yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir? Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II., s. 217.)

“Suçlu Allah’ın dinidir.”
Kralların ve padişahların istibdadına (baskılı yönetim), dinler mesnet olmuştur. (Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, s 30. 1931 yılı)

“Kuran’ın yasalarını Muhammed yazmıştır.”
Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. (Atatürk’ün emriyle liselerde okutulan tarih kitabı (1931), 2. cilt)

“Din, körü körüne bağlanmaktır.”
Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur, din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir.(Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan 1931 yılı)

“Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar (!)”
Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.(Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan 1931 yılı)

İnsanlar ilk devirlerinde pek acizdi. Kendilerini koruyamıyorlar, hiçbir hadisenin de sebebini bilmiyorlardı. Kendilerini koruyacak bir kuvvet aradılar. Nihayet insanlık vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte Allah’tır. Herşeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allah’larından istediler. Fakat modern çağlarda insan herşeyi Allah’tan beklemedi. Ancak toplumdan bekledi. Her şeyin koruyucusu insan cemiyetidir. Bizi koruyan, refah içinde yaşatan toplumdur.
Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 1932, s 305.)

Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allah’ları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticeleridir.(Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930, Devlet Matbaası, s 220-221)

Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok eski rivayetler vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu malum ve belki de mazbut değildir. Kuran sureleri Muhammed’e açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdi. Muhammed’in söylediği sureler uzun bir devirde dini düşüncelerinin ürünü olmuştur. Muhammed, bu surelere birçok çalıştıktan ve incelemeler yaptıktan sonra edebi şeklini vermiştir. ( Afet İnan, Atatürkün El Yazmaları, 1931 yılı, 2000′e Doğru Dergisi, 8. Sayı, s 15-16.)

Alıntıdır, Düzenlenmiştir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2015       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
5 Şubat 2013 / M. Kemal Atatürk’ün Okuttuğu Lise Tarih kitabı

Sanılanın aksine, dinimize aykırı muhtevalı kitaplar M. Kemal Atatürk’ten “sonra” ortaya çıkmış değildir. Bilakis, inancımıza aykırı bu kitaplar M. Kemal döneminde ve onun direktifiyle yazılmış ve onun ölümünden sonra da kaldırılmıştır. Bunu aşağıda, biri, M. Kemal Atatürk döneminde; diğeri ise onun ölümünden sonra okullarda okutulan iki kitaptan yapacağımız alıntılarla ayrıntılı bir biçimde göreceğiz.

Buna rağmen koskoca -sözde- ilim adamlarının televizyon kanallarında utanmadan 1930 yılının din dersi kitabını ekranlarda gösterip “Atatürk ve Inönü döneminde din dersi vardı” şeklinde nutuk çektiklerini gördükçe hakikaten hayrete düşüyorum. Insanları aptal yerine koymaları ilim adamlarına hiç yakışmıyor… Hiç mi ilim haysiyetleri yok doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum.

M. Kemal döneminde din dersi vardı, fakat M. Kemal din derslerini aşama aşama tasfiye etmiştir. Nitekim 1933 yılında din dersleri müfredattan tamamen çıkarılmıştır. Bunu neden söylemiyorlar çok merak ediyorum.

Bu bir süreçti, aslolan ise sonuçtur; yoksa sonuca giden yolda atılan adımlar değil. Kısaca, haticeye değil neticeye bakmak lazım.

M. Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele döneminde, yani halkın desteğine ihtiyacı olduğu dönemde Hilafeti övdüğü meclis tutanaklarında kayıtlıdır.[1] Ancak dizginleri ele alınca Hilafet’i kaldırmıştır. Bu durumda M. Kemal Atatürk’e “Hilafetçi” demek ne kadar gayrı ilmî ve gayrı ciddî ise, “M. Kemal Atatürk din derslerine karşı değildi” demek de aynı şekilde gayrı ilmî ve gayrı ciddîdir.

Hatta Milli Mücadele’den sonra da kendi tabiriyle “tavizler” vermişti.

Mesela 20 Nisan 1924 tarih ve 491 numaralı Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 2’inci maddesine, “Türkiye Devleti’nin Dini Islamdır” yazılmasına karşı çık(a)mamış, ancak 1927 yılında yazdığı Nutuk’ta bu ve benzer maddelerle ilgili şunları söylemiştir (sadeleştirildi) :

“Cumhuriyetin ilanından sonra da, yeni Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yapılırken, laik devlet deyiminden dinsizlik anlamı çıkarmak eğiliminde olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere fırsat vermemek için, kanunun ikinci maddesini (Türkiye Devleti’nin dini, Islam dinidir) anlamsız kılan bir deyimin sokulmasına göz yumulmuştur. Kanunun gerek 2′nci ve gerek 26′ncı maddelerinde fazladan yer alan, yeni Türkiye Devleti’nin ve Cumhuriyet rejimimizin çağdaş karakteriyle bağdaşmayan deyimler, inkılap ve Cumhuriyet’in ogün için sakıncalı görmediği tavizlerdir.

Millet, bu fazlalıkları, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’muzdan ilk fırsatta kaldırmalıdır!”[2]


[2] no’lu dipnot ile ilgili… M. Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta yer alan sözleri

***

Nitekim 10 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı kanun ile kaldırılmıştır da.[3]

Bu durumda, M. Kemal’in ses çıkar(a)mamasından ötürü 1924 Anayasa’sına giren “Türkiye Devleti’nin dini, Islam dinidir” maddesini referans göstererek, “M. Kemal laikçi değildi, Şeriatçı idi” diyebilir miyiz?

Tabi ki hayır!

O halde aynı şekilde, din derslerinin 1933 yılında müfredattan tamamen çıkarılmış olmasına rağmen 1930 yılına ait din dersi kitabını ekranlarda -mal bulmuş mağribi edasıyla- gösterip, “işte Atatürk zamanında din dersleri vardı, Atatürk din derslerine karşı değildi” de denilemez![4]

Denilirse, bunun adı milleti aldatmak olur!..

Artık bu tür yalanlardan vazgeçilmelidir.

M. Kemal Atatürk’ü kimse müslüman göstermeye kalkmasın. M. Kemal Atatürk darwinizmden etkilenmiştir. Tabiatın “herşeyden büyük” ve “her şey” olduğunu söylemiştir.[5]

Sadece bununla da yetinmemiş ve bu teorinin okullarda (Din değil, Tarih kitaplarında) okutulmasını sağlamıştır. Yazının başında da ifade ettiğimiz gibi, sanılanın aksine, dinimize aykırı muhtevalı kitaplar M. Kemal Atatürk’ten “sonra” ortaya çıkmış değildir. Bilakis, bu kitaplar M. Kemal’in direktifiyle yazılmış ve onun ölümünden sonra da inancımıza aykırı muhtevası kitaptan çıkarılmıştır.

Örneğin M. Kemal Atatürk’ün Yüksek Direktifleri dairesinde Türk Tarih Kurumu tarafından yazdırılmış olan Lise Tarih Kitaplarının birinci cildinin baş tarafına 8 sayfa tutan yazıda tabiat yahut kainatın yaradılışından, insanın zuhurundan, maymunla insan arasındaki münasebetlerden uzun uzadıya bahsedildikten sonra şu neticeye varıldığı görülmektedir:

“Filhakika insan, tabiatın mahlûkudur. Hayatın büyük kaidesi de tabiate tâbi olmaktır. Tabiatte hiç bir şey yok olamaz. Ve hiç bir şey yoktan var olamaz. Yalnız tabiati vücude getiren varlıklar, tabiatın kanunları icabı olarak şekillerini değiştirirler. Arzın ve hayatın mütalea ve tetkiklerinde bu hakikat pek açık görülür.

Fakat şunu söyliyelim ki insanların bütün bilgileri ve inanışları insanın zekası eseridir. Zeka tabiî olan dimağdan (beyinden) çıkar. Bundan tabiatı anlamakta zekanın, en büyük cevher ve müessir olduğu anlaşıl­dığı gibi tabiatın fevkinde (üstünde) ve haricindeki bütün mefhumların, insan dimağı için kendi tarafından uydurma şeylerden başka birşey olmıyacağı meydana çıkar.”

Bu yazıda tabiatın üstünde ve dışındaki bütün mefhumların insan dimağı için kendi tarafından uydurma şeyler denilmekle uluhiyet mefhumunun da bunlar arasında olduğu söylenilmiş oluyor.

Yine bu kanaate göre Peygamberliğin ve bilhassa vahyin de insan beyni tarafından uydurma olacağı fikri müdafaa edilerek deniliyor ki:

“… Muhammed birdenbire Allah’ın Resûliyim diyerek ortaya çık­mamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidaî ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çeki­lerek senelerce düşünüşten sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğ­muştur.

Vahiy ve ilham fikri Muhammed’ten evvel de Araplarca meç­hul değildi. Bütün iptidaî kavimler gibi, Araplar da, şairlerin, akıl er­diremedikleri kuvvetlerden ilham aldıklarına inanırlardı. Bu kuvvet­ler Araplar için cinlerdi. Cinler, gûya kahinlere kayıptan haber ver­mek kudretini ilham ederlerdi. Bu nevi itikatlar Arabistan’da her za­man o kadar canlı ve derin olmuştur ki, Muhammed dahi cinle­rin vücuduna samimî olarak inanmıştır. O, hakikaten cinlerin, şair­lere, şiir ilham ettiğine kani idi. Araplar şairleri bir kahin gibi te­lakki ederlerdi. Muhammed’in Musa, Isa dinlerine dair öğrendik­leri de kendisinde bu itikadı kuvvetlendirmiştir. Bu Peygamberler de melekler vasıtasiyle ilham aldıklarını söylemişlerdi.

O dinlerde de cin ve melek telakkisi vardı. Dinler nazarında cin­ler kötü ruhlar olduğundan Peygamberler onlardan mülhem olmaz­lardı. Muhammed’de diğer Peygamberler gibi kendisine ilham eden kuvvetin insanları iğfal eden bir kuvvet olmayıp, onları hayır ve saadete irşat eden ilahî bir kuvvet olduğuna samimî olarak inandı.

Muhammed uzun bir devredeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu. Bununla beraber kendisini tahrik eden kuvvetin tabiat fevkinde bir mevcudiyet oldu­ğuna samimi surette kani idi. Muhammed’i harekete getiren ilk amil bu samimî heyecanlar olmuştur.”[6]

Yani, -haşa- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz için; “aldandı”, Onun “sandığı” gibi değildi denmek isteniyor.

Yazıklar olsun!

Yıllarca Müslümanlara bunları okuttular.



***



***

(Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ismini saygı ifadesine lüzum hissetmeden yazmışlar. Salavat lütfen: Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed Ve Ala Ali Seyyidina Muhammed)

M. Kemal Atatürk bu fikirde olmasaydı Tarih Kurumu bu tarzda bir mütalaayı hiçte münasip olmadığı halde, Lise kitaplarının başına geçirme­ğe cesaret edemiyeceğinde şüphe edilemez. Nitekim M. Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra 1939’da bu Tarih Kitapları Kurumca yeniden gözden geçirtilerek yazdırıldığı sırada bahsi geçen 8 sayfa yazı kitaptan çıkartılmıştır.

M. Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Türk Tarih Kurumu tarafından yeniden yazdırılan Lise Tarih kitabı “Müslüman inancına göre kaydıyla” şu tarzda değiştirilmiş, daha doğrusu düzeltilmiştir:

“Hazreti Muhammed, çok defa Mekke yakınında bir dağdaki ma­ğaraya çekilir, düşünceye dalardı. Bir gece bu mağarada, ne oldu­ğunu anlamadığı sesler duydu. Müslüman inancına göre Allah, O ’na, Cebrail ile Kur’an’ın ayetlerini gönderiyor idi ki buna vahiy denir. Ilk önce bundan hiç bir şey anlamıyan ve büyük bir heyecana uğrayan Hz. Muhammed evine döndü, eşi (zevcesi) Hatice’ye söyledi. Hatice’nin akrabalarından biri, Hz. Muhammed’e Peygamberlik geldiğini anlattı.

Bir zaman arası kesildikten sonra, vahiy tekrar başladı. Artık Hz. Peygamber’in ölümüne kadar arkası kesilmedi.

Hazreti Muhammed, insanlığa Hak dinini bildirmeğe memur ol­muştu. Müslümanlık adı verilen bu din, tek Tanrıya yani, Allah’a inanmayı ve Hz. Muhammed’i Peygamberlerin sonuncusu olarak ta­nımayı öğretiyor, namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadet ve ödevlerin yapılmasını emrediyordu. Müslümanlık, puta tapıcılığı kaldırmış, Hı­ristiyan dinindeki üçüzlü Tanrı sistemini de reddetmişti. Yahudilerin yalnız kendi tanrıları olarak gösterdikleri Allah’ı da bütün alemlerin Allah’ı olarak tanımıştır.

Vahiy ile gelen Kur’an, Müslümanların din ve inanışlarını yoluna koyan ve dil bakımından da pek yüksek olan bir kitaptı. Araplar gibi edebiyata meraklı bulunan bir kavim üzerinde Kur’an’ın belağatı şa­şırtıcı bir etki yapıyordu.”[7]

***

Gördüğünüz gibi, M. Kemal Atatürk döneminde okutulan kitapta, “tabiatın fevkinde (üstünde) ve haricindeki bütün mefhumların, insan dimağı için kendi tarafından uydurma şeylerden başka birşey olmadığı” açıkça yazmaktadır. Buna karşılık M. Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra bu tür ifadeler kitaptan çıkarılmış ve Islam inancına uygun bir şekilde okutulmuştur.

Hiç kimse Milletimizin bu hakikatleri görmesini engelleme hakkına sahip değildir.

***

NOT: Necip Fazıl Kısakürek’in bu kitaptan dolayı M. Kemal Atatürk’e yazdıkları için bakınız;
Son düzenleyen nötrino; 5 Temmuz 2015 10:16 Sebep: Kırık link!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2015       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Uyeniz aciklama yapmis farkindaysaniz benim yazdiklarimda sizin yazdiklarinizda ataturkun sozleri. Ataturk gerekli ortamlarda kitlelere hitabinda bu sekil konusmus fakat islami asaglayan hz. Muhammedin uydurdugu bir din oldugunu soylemektende geri durmamistir burda goruluyor ki Ataturk iki farkli profil sergilemekteydi cumhuriyetten once ama cumhuriyetten sonra artik gercek dusuncelerini hayata gecirme imkani buldugu vakit dine olan karsitligini gizlememis yaptigi devrimler onun devrinde basilan ders kitaplari muslumanlarin cektigi zulum islamdan uzaklastirma cabasi alimlerin hapislere gonderilmesi surgunleri idamlari islamdan siyrilma cabasi kendilerince yeni bir din anlayisi insanlara asilamak istemeleri butun eski arsiv belgeleriyle sabittir yinede cevaplar gonderdim belgeleriyle umarim sansur uygulamaz yayinlarsiniz benim kanitlarim cumhuriyet oncesi ve sonrasi olmak uzere belgeleriyle sabittir.

Benzer Konular

16 Ocak 2012 / Misafir Cevaplanmış
16 Mart 2015 / Ziyaretçi Cevaplanmış
2 Ekim 2006 / Misafir Din/İlahiyat
20 Mart 2015 / erkan Soru-Cevap
26 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat