Arama

Anaerkil - Babaerkil Toplum ve Kan Bağı

Güncelleme: 18 Mayıs 2010 Gösterim: 3.542 Cevap: 0
korsanuye - avatarı
korsanuye
Ziyaretçi
18 Mayıs 2010       Mesaj #1
korsanuye - avatarı
Ziyaretçi
Eski topluma ilişkin olarak yapılan 'ana erkil toplum', 'baba erkil toplum' gibi ayrımlardan ve bunlara bağlı olarak geliştirilen 'ana soylu' ve 'baba soylu' akrabalık biçimleri tezlerinden bu yana, insan toplumunun örgütlenmesini ve kurallarını incelemeye yönelik çalışmalarda, bu ayrımların doğru olduğunu varsaysak bile, birinden ötekine, yani ’anaerkil’düzenlenişten ‘baba erkil’ tipi topluma geçişin sorunları yeterince incelenmemiştir.

Sponsorlu Bağlantılar
Bilim dünyamızın önceki temsilcileri döneminde, araştırma alanları daha çok Amerika ve Avustralya yerlileri arasına kapanmış görünüyor. Fakat 20.yüzyılın başlarından beri, artık daha somut bulgulara, eski yazılı yasalara, evlilik ve boşanma anlaşmalarını ve miras dağılım anlaşmalarını içeren tablet kayıtlarına artık sahibiz. Modern dönemin sosyolojisi bunlardan yeterince yararlanmış, bu konuları ele almış sayılmaz. Tıpkı felsefi alanda olduğu gibi, sadece kategorik kavramlara bağlı bir toplum açıklaması çabasını sürdürme doğru bir metot değildi. Bu bağıntıda, 'ana yanlı' soydan, 'baba yanlı' denilen soy'a geçişin adeta birden bire gerçekleştiği yönündeki ön yargıları da aşmak gerekecektir.

Eski toplumda çocukların, 'ana soylu' denilen yapıdan 'baba soylu' denilen yapıya geçiş süreçlerinin ayrıntılarını incelememiz gerekiyor.

Anlamları kararmış, unutulmuş olan, eski toplumda 'büyük oğul' ve 'küçük oğul' kategorik ayrımını dinsel metinlerden olduğu kadar, eski miras kayıtları üzerinden ve eski yazılı yasalar üzerinden, önemli ölçüde meydana çıkarmış durumdayız artık. Erken Mezopotamya topluluklarının önemli bir bölümünde de keşfettiğimiz bu kategorik ayrım, çocukların sadece yaş veya doğum önceliğine dayanmıyordu. Hatta başlangıçta belki de bu noktayla çok az ilgiliydi. Herhangi iki erkek evladın, baba-koca toplum birimi ile doğuran kadının aid olduğu toplum birim arasında paylaşılması edimiyle ilgiliydi ve bu erkek evlatlar, giderek bugünkü haline doğru evrilmekte ve şekillenmekte olan “çekirdek aile” içinde, koca-baba toplum biriminin ve doğuran kadının aid olduğu toplum birimin temsilci ve aidleri olarak vardılar. “Düşman kardeşlik” kategorisi toplumsal bir paylaşımın yansıması olarak ortaya çıkmıştı. “Büyük ve Küçük oğul” ayrımını, İsak’ın Büyük oğul Esad’ı “daha çok sevmesi”, buna karşılık anaları Rebekka’nın Küçük oğul Yakup-Esrail’i “daha çok sevmesi” biçimindeki ayrımların toplumsal temellerini, evlilik ve miras ile ilgili düzenlenişi tarzlarında bulmamız gerekliydi. Eski Türk yazıtlarında ağırlıkla yer alan “büyük oğul-küçük kardeş” çatışmalarının vurgulanması nedenleri de, Osmanlı padişahlık düzeninde başlangıçta küçük şehzadelerin padişah ilan edilmesi töresine değin uzatılmalı; eski Türk-Moğol toplulukların bazılarında saptadığımız “küçük oğul üstünlüğü” ile tamamlanmalıydı.

Eski farklı toplum birimlerde, oğulların ve kızların cinsiyet olarak ve-ya oğulların (ve kızların) da “büyük” ile “küçük” halinde ayrıştırılıyor ve bu kategorik sınıflamalar yoluyla baba ve ana mirasçılığı ile evlilik sistemlerinin düzenlenişi tamamen iç içe konular olarak ele alınmaktaydı.

Bu süreçte, erkek ve kız evlatların, bazı sınıflayıcı kurumlar haliyle, 'aile' içinde, ya baba-koca toplum biriminin, ('baba tarafının') veya ana toplum biriminin ('ana yanının') aidi olarak sayıldıklarını görüyoruz.

Çerkez ve genel olarak Kafkas topluluğuna ilişkin bulgularda da bu temel fonksiyonel ayrımlar bulunmaktadır.

Dolayısıyla, bu örneklerde, “ana yanı”na ait sayılan bir erkek çocuğun, ana tarafının baba’sının, ata’sının, totem adlandırmasının vb. 'adını' alması; eğer baba toplum birim ağırlığı artmış ise, ananın babasının adının çocuğun kulağına gizlice fısıldanmasıyla “göbek adı” uygulaması; bu somut oğulun “hala kızları”yla ; baba yanlı akrabalarla evlenmeye meyilli olması vb. çok doğal sonuçlardı.


Eğer, bu tür topluluklarda anası, “kızından daha çok sevdiği” ve dolayısıyla kendi toplum biriminin aidi saydığı oğluna açık ismi ile hitap etmiyorsa, bu şimdiki değer yargılarıyla “saygı” veya “korku”dan kaynaklanmıyordu ; “oğul”u baba toplum birim topraklarında gizli tutma, onun aidiyetini açığa vurmama maksatlıydı… Bu tür topluluklarda sadece oğul’un “ad”ının değil (“ad” eski toplumda totem aidiyetini ortaya koyan bir tanımdı), bu oğul’un anasının adının da, kocası, Kayın validesi ve öteki akrabalar tarafından açıkca anılmıyor olması, koca topluluğu içinde gelin ve erkek torun’un o toplum birim içindeki 'yabancılığı’nın açığa çıkarılmaması için olmalıydı. Eski toplumun erken davranışlarının “hurafe” kaynaklı olduğunu vazeden güya “bilimci”lerin, bu tür bilimsel verilerin yanına bile yaklaşamamış olmaları onlar adına bir talihsizliktir.


Çerkezlerde, Kafkaslarda (bu, İlyada topluluklarında da bu genel çerçevede görünüyor), gelen misafirin adının bile sorulmaması “misafirseverlik” uygulamasının altında, daima, yabancının yabancılığını açığa çıkarmama kaygısı yatar. Bu davranışlar, farklı bir toprakta “yabancılığın” açığa çıkarılmasının eski toplumdaki zorunlu sonuçlarından duyulan korkudur bu. Çünkü ,en erken dönemlerde bu “zorunlu sonuç”, basitçe, yabancının derhal öldürülmesiydi.

Günümüze ilişkin aktarılan bulgularda, son derece karmaşıklık yaşanması, eski temel ayrımların zamanla gevşemiş olması gibi nedenler, görüntünün ve uygulamaların kaynaşmasına yol açsa da, dikkatli bir analitik inceleme, eski ayrımları ve bunların erken temellerini ortaya koyabilir.

Orada bu ayrımların izleri, kendisini 'çocuk giysi'sine değin ortaya koymaktadır. Görüyoruz ki, Çerkezlerde özel bir “çocuk giysisi” yoktu ve eğer sözkonusu olan kız çocuk ise, kadın giysisinin minyatür biçimini; erkek çocuk ise erkek giysisinin minyatür biçimini taşıyordu. Bu demektir ki, o topluluklarda çocuk, doğduğu andan itibaren 'kadın/kız' ve 'erkek' ayrımına tabii idi. Ve dolayısıyla doğduğu andan itibaren erkek ise 'ana soylu', kız ise 'baba soylu’ sayılıyordu. İlgili çocuk, derhal “kadın” veya “erkek” kategorisi kazanıyor ; özel bir “nötr cocukluk dönemi” geçirmiyor ; erkek bebek erkekler gibi,erkek olarak ; kız bebek kadın gibi,kadın olarak ele alınıyor ; ve onların bu konumlanışları yiyecekten giysi biçimlerine ; hitabet biçimlerinden evlilik ve miras sistemlerine değin yansımasını derhal buluyordu.

Arap topluluklarda ise kız’ın ana ön ad takısı, oğlan çocuğun ise baba ön ad takısı ile anıldığını anımsayalım.

Bizde de, Kürtler ve belki Suriye yakınındaki Arap, Süryani topluluklar ( daha ayrıntılı incelemek gerekli) arasında, baba-koca tarafından kız’lar “evlat sayısı” içinde ele alınmıyor, sadece oğul sayısı hesap ediliyor ise, bundan kadının veya kadın cinsin küçümsendiği sonucunu çıkarmak oldukça hatalıdır. Bu tarz bir evlat düzeneği, sonuç itibariyle günümüzde kadın cinsin aşağılanmasına yol açmıştır ama sosyolojik bakımdan, kadının doğurduğu çocukların bu sayım türünün ardında, çocukların cins itibariyle baba ve ana tarafına ait sayılması olgusu yatıyordu.

Çocukların cins itibariyle olduğu kadar, sıralama itibariyle de bir paylaşım konusu olduğunu ve baba yönüyle, Mezopotamya topluluklarında “ilk göz ağrısı”nın (bu deyim, ilgili kişilerin çocuğa karşılık gözlerinin adanması, göz çıkarılması ile ilgili görünüyor) 'büyük' oğul olmasına karşılık, bazı eski Türk-Moğol topluluklarda baba mirasçının 'en küçük oğul' biçiminde bulunduğunu da görmüştük. Bazı topluluklar “Büyük” oğul üstünlüğünü haklı göstermek için, onun tecrübesi vb.ni “gerekçelendirirken” ; öteki topluluklar ise, “küçük” oğulun daha uzun yaşaması vb. gerekçe göstereceklerdir ama, bunlara bizim inanmamız gerekmiyor.

Bu geçiş sureci içinde, bir dizi düzenleme yapılmış olmalıdır ve bize olayın bir yönü yansıtılmıştır. Diyelim ki, eğer Mezopotamya’da, baba-koca için, 'büyük oğul' öncelikli, 'sevdiği oğul', 'mirasçısı', 'Vekil'i ise, bunun karşısında, ana (ve dayı) bakımından ise ,'küçük oğul’un mirasçı, gözde, daha çok sevilen vb. olacağı açıktır.

Giyim kuşam, ad, ilişki tarzları, yakın davranma veya soğuk durma vb. biçimli 'görenekler'in tamamı, eski toplumda bu eksenler üzerinde anlam bulurlar.

Yeri geldiğinde, 'aile'si kız ve erkek çocuk biçimli ayrımlara sahip topluluklardaki kadın cinsine karşı soğukluğun veya şiddet uygulamanın altında, farklı topluluklara sahip oldukları için 'bu kardeş’lerin arasındaki cinsel ilişkileri engelleme güdülerinin bulunduğunu daha geniş olarak ortaya çıkarmak yararlı olacak. Kadın cinsin aşağılandığı ve küçük görüldüğü varsayılan “Doğu toplumları”na daha yakından bakıldığında, erkeğin ilk eşini boşama hakkı bile olmadığını; bu ilk eşin ev içinde çok üstün bir konuma sahip olduğunu; en içli aşk şarkılarının bu toplumlarda bulunabildiğini görerek şaşırmaya başlayabiliriz. Gerçekten de, ilgili bu toplumlarda kadının aşağılanması, dış evlilik; yabancı gelin ve kızların ana toplum birim aidiyetine tabii oluş gibi eski ilişki tarzlarının geçirdiği evrim sırasında oluşmuştu ve giderek de şimdiki “aile içi evliliği” yasaklana güdüleriyle çok yakından ilgiliydi.


Eski toplumda, eğer, onlar 'iç evlilik' yapmıyor iseler, 'Aile'nin zıt toplum birim temsilcilerinden oluştuğunun ve çocukların da cins ve yaş itibariyle, çok uzun ve acılı bir süreç boyunca, bu iki taraf arasında paylaşımının tarihini incelemek, aslında, eski toplumun bir döneminin tarihini incelemek anlamına gelir.

Doğum öncesinden başlamak üzere karsılaştığımız, doğumun hangi topraklarda olacağı, doğuran kadının bu çocuğa süt verip veremeyeceği, bebeği ve anayı “40 basması”, “al basması”, “diş hediği”, yaşgünü törenleri, sütten kesme töreni, ilk saçı kesme töreni gibi, ilgili bebeğin sayısız 'ölme/dirilme' geçiş ritüelleri, eski toplumun baştan bu yana yaşadığı tüm dönemlerin uygulamalarının iç içe geçmiş bir anlatım özetidir.

'Aile' bileşiminin eski toplumdaki yapısı ve çocuk paylaşım süreci anlaşılmadan, bütün bunlar garip, seçilmiş, anlamsız “hurafe”ler gibi görünse de, bu dağınık tespih taneleri tarihin ipine sırasına göre geçirilince, onlardan son derece özenle hazırlanmış bir “tespih toplum” elde ederiz. Bu, eski toplumun gerçek yapısı, gerçek ilişkileridir.

Buradaki ikinci temel soru da şudur:


Eğer kirvelik kurumu, taraflara doğrudan evlilik yasağı getiriyorsa, eğer bir süt kardeşlik kategorisi taraflara, bir kaç kuşak boyunca evlilik yasakları getiriyorsa, burada, şimdi anlaşılan anlamıyla bir 'kan' bağından bahsetmek mümkün müdür?

Bilim dünyamızın 'kandaş’lık üzerine eski önyargılarını da aşması gereken zaman gelmiştir.

Binlerce sayfalık kitaplarında sosyoloji üzerine teori yaratıcılarında, ne yazık ki, 'süt kardeşlik' veya 'kirvelik' kurumlarının tarafları arasındaki evlilik yasakları, hemen hiç, kelimesel olarak bile, yeterince ele alınmış değildir.

Yaşadığımız coğrafyada hala etkili olan bu tür kurumları ve onların tarihteki ve şimdiki sonuçlarını tanımak ve tanıtmak da, bize düşüyor.

Fakat eklenmeli ki, süt veya “sünnet kirveliği” dışında da, Afrika veya uzak Asya’da, doğrudan biyolojik yakınlığı olmayanlar arasında evlilik yasaklarına yol açan bir dizi başka kurum var olmalıdır. Bunlara 'kurgusal akrabalık', 'hayali akrabalık', ‘şakacıktan akrabalık’ kurumları diye bakmak, bilim dünyasına artık yakışmıyor.

Fakat ne yapalım ki, ders kitaplarımızda, sonuçları gerçek evlilik yasakları getiren, varlıklarına eski tablerde, Hammurabi yasalarında, Homeros’ta ve dini kitaplarda rastladığımız 'süt kardeş’liğine 'hayali akrabalık' denilmeye hala devam edilmektedir.


ALINTIDIR...


Benzer Konular

13 Mayıs 2016 / webwebweb Tıp Bilimleri
12 Mayıs 2016 / Misafir Tıp Bilimleri
17 Şubat 2016 / Misafir Cevaplanmış
7 Mayıs 2011 / Misafir Taslak Konular
18 Kasım 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük