Ziyaretçi
B - 1
BÂB:
1. Kapı. Mescîd-i Nebî'nin şimdi beş bâbı vardır. İkisi batı duvarında olup, kıbleye yakın olana Bâb-üs-selâm, kuzey köşesine yakın olana Bâb-ür-rahme adı verilir.
2. Bir kitâbın bölümlerinden her biri. Riyâd-un-nâsihîn kitâbı ikinci kısım ikinci bâbı birinci faslında diyor ki: Tövbe kalb ile, dil ile ve günâh işliyen âzâ ile olmalıdır. Kalb pişmân olmalı, dil duâ etmeli ve yalvarmalı, âzâ da günâhtan çekilmelidir.
3. Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad. (Bkz. Bâbîlik) El-Bâb Ali Muhammed kendisinin beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyledi, daha sonra da peygamberlik iddiâsında bulundu. El-Bâb Ali Muhammed'in kendisine bâb demesi sebebiyle kurduğu bozuk yola Bâbîlik adı verildi. (Muhammed Ebû Zühre)
Bâb-ı Cibrîl:Peygamber efendimizin Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip çıkmayı âdet edindikleri için Bâb-ün-Nebî de denilmiştir.
Peygamber efendimiz Kureyzâ yahûdîleri üzerine sefer düzenlendiği zaman, Cebrâil aleyhisselâm Peygamber efendimize yardım için geldiğinde Bâb-ı Cibrîl önünde beklemişti. (Eyyûb Sabri Paşa)
Bâb-ür-Rahme:Rahmet kapısı. Medîne-i münevverede Peygamber efendimizin yaptırdığı mescidin batı duvarındaki iki kapıdan biri. Bâb-ül-Âtike ve Bâb-üs-Sûk diye de bilinir.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir Cumâ günü hutbede iken batı tarafındaki kapıdan gelen bir kimse; "Yâ Resûlallah! Susuzluktan hayvanlarımız, âile ve çocuklarımız perişân oldu. Bizim için cenâb-ı Hakk'a duâ edin de yağmur ihsân buyu rsun" deyince, Peygamber efendimiz mübârek ellerini kaldırıp duâ buyurdular. Bu sırada Sel dağının üzerinde rahmet alâmetleri (bulutları) belirip yağmur yağdı. Bu sebeple bu kapıya Bâb-ür-Rahme denildi. (Ebû Abdullah Tilemsânî)
Bâb-üs-Selâm:
1. Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ın doğu tarafına açılan kapı. Bâb-ı Şeybe de denir. Peygamber efendimiz 35 yaşında iken, yağan yağmur ve seller sebebiyle Kâbe-i muazzama tahrîb olmuştu. Yeniden inşâ edilmesi sırasında Hacer-ül-Esved taşının yerine konulması husûsunda kabîleler arasında anlaşmazlık ç ıktı. Nihayet Bâb-ı Şeybe kapısı tarafından ilk gelecek kimsenin hakemliğini kabûl etmek üzere anlaştılar. O kapıdan ilk olarak Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. Peygamber efendimizin hükmüne râzı olup Hacer-ül-Esved'i yerine koydular. Anla şmazlığa son veren Muhammed aleyhisselâm bu kapıdan Kâbe-i muazzamanın yanına geldiği için Bâb-üs-Selâm adı verildi. (İbn-i Hişâm ve Abdülhak Dehlevî)
2. Peygamber efendimizin Medîne-i münevverede yaptırdığı Mescid-i Nebî'nin batı duvarında kıbleye yakın olan kapısı. Bâb-ı Mervân diye de bilinen bu kapı, Mescid-i Nebî'nin beş kapısından en büyüğü ve en zînetlisidir (süsl üsüdür).
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem vefâtından önce Eshâb-ı kirâmın evlerinden mescide açılan kapıların kapatılmasını emir buyurduğunda, sâdece Ebû Bekr-i Sıddîk'in (r.anh) kapısının açık kalmasını istemişti. Bâb-üs-Sıddîk adıyla bilinen bu kapı, Bâb-üs-Selâmın sol tarafından üçüncü küçük kapıdır. (Eyyûb Sabri Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa)
Bâb-üt-Tevessül:Peygamber efendimizin Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidin kuzeye açılan kapısı. Bu kapı Osmanlı sultanlarından Abdülmecîd Han tarafından yeniden yaptırıldığından Bâb-ı Mecîdî diye de bilinir. Hicretin ikinci senesi Receb ayında, kıblenin Kudüs'ten Kâbe'ye dönmesi emr olununca, mescidin Mekke'ye karşı olan kapısı kapatılıp, karşısına, Şam tarafına yeni bir kapı açıldı. Şimdi bu kapıya Bâb-üt-Tevessül denmektedir. (Eyyûb Sabri Paşa)
İlk Mescid-i Nebî'nin üç kapısı vardı. Mihrâbı Bâb-üt-Tevessül yerinde idi. Şimdiki mihrâbın yerinde bulunan kapısından cemâat girer çıkardı. (Eyyûb Sabri Paşa)
BÂBÎLİK:19. yüzyılın ikinci yarısında İran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduğunu iddiâ eden, beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adıyla devâm etti. (Bkz. Behâîlik)
BÂĞÎ:Âsî. Haksız olarak devlet başkanına isyân eden. Çoğulu buğât'tır.
Bâğîler başkaldırınca, devlet başkanı onların isyân etme sebeblerini araştırır. Niçin isyân ettiklerini sorar ve kendisine itâate dâvet eder. Şâyet bâğîler, yapılan dâveti kabûl etmeyip, harbe başlarsa, devlet başkanı, onların topluluklarını dağıtınc aya kadar harb eder. (İbn-i Âbidîn)
Haksız olarak devlet başkanına baş kaldıran bâğîler döğüşürken öldürülünce, namazları kılınmaz. Bunları yıkamak da câiz değildir. (İbn-i Nüceym)
BAHÎL:Cimri. (Bkz. Cimrilik)
Bahîl, Allahü teâlâdan, Cennet'ten ve insanlardan uzaktır. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Cömert olan câhil, Allahü teâlâya, bahîl olan âbidden (çok ibâdet edenden) daha sevimlidir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Allahü teâlâ kıyâmet günü, üç kimse ile konuşmayacak, hepsine çok acı azâb yapacaktır. Zinâ eden ihtiyâr, başa kakan bahîl ve kibirli olan fakir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
BAHT:Tâlih, nasîb, kısmet. Bahtı açık olan ve işi rast gelen her kişi mutlu sayılmaz. Bahtlı, ancak cenâb-ı Hakk'ın, emirlerine uymakta ve yasaklarından kaçınmakta muvaffak (başarılı) ettiği kalben huzûrlu kimsedir. (Ahmed Rıfat)
BAHTİYÂR:Tâlihli, mes'ûd, mutlu. Bahtiyâr kişi, her zaman bulunduğu hâlden memnun, dâimâ nasîbine râzı ve şükredici olup, kimseye ihtiyâcını arzetmez. (Ahmed Rıfat)
Ey mes'ûd ve bahtiyâr kardeşim! Amel ve ibâdet, niyet ile dürüst ve doğru olur. Kâfirlere karşı muhârebeye giderken, önce niyeti düzeltmelidir. Ancak, bundan sonra sevâb kazanılır. Muhârebeye gitmekten maksad; Allahü teâlânın ismini, dînini yaymak ve yükseltmek ve din düşmanlarını zayıflatmak ve bozguna uğratmak olmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
BÂİN:
1. Ayırıcı. Talâk-ı bâin.
2. Tasavvuf'ta bir terim. İnsanlardan uzak olan. (Bkz. Kâin ve Bâin)
Bâin Talak:Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama. (Bkz. Talâk)
BÂİS (El-Bâisü):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Öldükten sonra, kabirlerinde çürümüş ve dağılmış olan cesedleri diriltip mahşere, (arasât meydanına) sevkeden, gönderen.
Kim uyumazdan önce elini göğsüne koyar ve yüz kerre el-Bâisü ismi şerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalbini nurlandırır, ilim ve hikmet ile doldurur. (Yûsuf Nebhânî)
BÂKÎ (El-Bâkî):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Devamlı, ebedî, sonsuz. Varlığının sonu olmayan.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ancak) celâl ve ikrâm sâhibi olan Rabbinin zâtı bâkîdir. (Rahmân sûresi: 27)
Allahü teâlâ kadîmdir, ezelîdir. Varlığından evvel yokluk olamaz. Kadîm ve ezelî olan, öncesi, başlangıcı olmayan bâkî ve ebedî olur. Hâdis ve mahlûk (sonradan yaratılmış) olan, fânî (yok olucu) ve muvakkat (geçici) olur. (İmâm-ı Rabbânî).
El-Bâkî ismi şerîfini bin kerre söyleyen kimse, zarar ve kederden korunmuş olur. (Yûsuf Nebhânî)
BÂLİĞ:Bülûğa eren, ergenlik çağına gelen. Cünüp olup, gusül (boy) abdesti almağa başlayan, evlenecek yaşa gelen erkek. (Bkz. Âkıl-Bâliğ)
BÂLİĞA:Bülûğa eren, ergenlik çağına gelen. Hayız (regl) görmeye başlayan, evlenecek yaşa gelen kız. (Bkz. Âkıl Bâliğ)
BÂRÎ (El-Bâri):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaradan, yoktan var eden. Yarattıklarını farklı şekiller ve özelliklerle birbirinden ayıran.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ Bârî'dir. (Haşr sûresi: 24)
Yedi gün arka arkaya yüz defâ el-Bârî ism-i şerîfine devam eden belâlardan selâmet bulur, kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)
BARNABAS İNCÎLİ:Hazret-i Îsâ'nın havârîlerinden biri olan Barnabas'ın, Îsâ aleyhisselâmdan görüp işittiklerini doğru şekilde yazıp derlediği İncil.
Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâ tarafından göğe kaldırılınca, hakîkî İncil kaybolup İncil adıyla bir takım kitaplar yazıldı. Bunun üzerine Barnabas, hazret-i Îsâ'dan görüp işittiklerini bir araya getirdi. Barnabas İncîli denen bu kitap hazret-i Îsâ'da n sonra ilk üç yüz senede elden ele dolaşıp okundu. Mîlâdî 325 senesinde İznik rûhânî meclisi, İbrânice yazılı İncillerin kaldırılmasına karar verince, Barnabas İncîli ve nüshaları yakıldı. Pâkistan Kur'ân-ı kerîm Cemiyeti büyük bir gayretle imhâ edilmeyen bir İngilizce nüshasını bulup, tekrar basmaya muvaffak olmuştur. (Müslimmerks Mecmûası-Pâkistan)
Barnabas İncîli'nden bir bölüm şöyledir:
"Ben bu dünyâya, cenâb-ı Hakk'ın dünyâya selâmet getirecek olan Resûlünün (Muhammed aleyhisselâmın) yolunu hazırlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz. O gelinceye kadar bir çok yalancı peygamberler çıkabilir. Benim İncîl'im bozulabilir." ( 72. Bâb)
BA'S:Dirilme, diriltme, diriltilme. Kıyâmet koptuktan sonra Allahü teâlâ tarafından ölülerin diriltilmesi.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ kabirlerde olanları elbette ba's eder. (Hac sûresi: 7)
Ölüler, kefenleri ile ba's olunur. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî)
Ba'se inanmak lâzımdır. Kemikler, etler çürüyüp toprak ve gaz olduktan sonra, hepsi bir araya gelecek, rûhlar bedenlerine girip, herkes mezârlarından kalkacaktır. (Kemahlı Feyzullah Efendi)
Ba'se inanmıyan birini görürsen, ona de ki: "Ben inanıyorum. Senin dediğin doğru çıkarsa, benim hiç zarârım olmaz. Benim dediğim doğru olunca, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın!" (Hazret-i Ali)
İsrâfil aleyhisselâm, sûr'a (bizce nasıl olduğu bilinmeyen boruya) iki defâ üfürecektir. Birincisinde; Allahü teâlâdan başka her diri (canlı) ölecektir. İkincisinde; hepsi tekrar ba's olunacaktır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
BASAR:Âletsiz ve şartsız olarak, gizli ve âşikâr (açık) her şeyi görmesi mânâsına, Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından biri.
Allahü teâlânın Basar sıfatı ezelî ve ebedîdir. Zâtı ile kâimdir. O'nun basar sıfatı, göze, herhangi bir âlete ve ışığa bağlı değildir. Karanlık bir gecede kara karıncanın siyah bir taş üzerinde yürüdüğünü görür. (İmâm-ı Birgivî)
BASÎR (El-Basîr):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Gizli ve açık her şeyi hakkıyle görücü. (Bkz. Basar)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Şüphesiz O, semî'dir (her şeyi hakkıyle işitendir) , Basîr'dir. (İsrâ sûresi: 1)
Bir kimse Cumâ namazından sonra yüz kerre el-Basîr ism-i şerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalb gözünü açar. (Yûsuf Nebhânî)
BASÎRET:İşlerin iç yüzünü görebilme; kalb gözü.
Gözü âmâ (görmeyen) kimse kör değildir. Asıl âmâ basîreti kör olan kişidir. (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
Allahü teâlâ mü'minlere basîretler ve nûrlar lütûf eylemiştir. Onlar bu sâyede işlerin iç yüzünü anlarlar. Resûlullah efendimizin "Mü'min Allah'ın nûru ile nazar eder" hadîs-i şerîfi bu mânâda anlaşılmalıdır. (İmâm-ı Kuşeyrî)
BÂSİT (El-Bâsit):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından bâzısına rızkı az, bâzısına çok veren, sadakaları kabûl edip sevâb veren. Bâzısının rûhunu kabzeden (alan) bâzısının ömrünü uzatan, bâzısının kalbini daraltıp hayırlara (iyiliklere) rağbetsiz, bâzısınınkini ise geniş yapıp, hayırlara arzulu kılan.
Bir kimse ellerini açıp, el-Bâsit ismi şerîfini söylese geçimi genişler. Bol rızka kavuşur. (Yûsuf Nebhânî)
BAST:Tasavvufta gönül ferahlığı, rûhen rahatlama. Sıkıntı ve gönül darlığının zıddı.
Kabz ve bastın ikisi de kalbe gelen hâllerdendir. Sanki yolumuzun erkânından, şartlarındandırlar. (İmâm-ı Rabbânî)
Kabz (Gönül darlığı) ve bast insanı uçuran iki kanat gibidir. Kabz, sıkıntı hâsıl olunca, üzülmeyiniz. Bast hâli gelince de sevinmeyiniz. (İmâm-ı Rabbânî)
Güzel sesle, tecvîde uyarak okunan Kur'ân-ı kerîmi dinlemek, kalbdeki kabzı (sıkıntıyı) bast hâline çevirir. (Muhammed bin Mahmûd)
BÂT SATIŞI:Şartsız, kesin satış, alış-verişte şart koşmama.
Bât satışında ikrah (zorlama), muhayyerlik gibi şartlar bulunmaz ve satın alınan mal geri verilmez. (İbn-i Âbidîn)
BÂTIL:
1. Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
En güzel söz, (şâir) Lebîd'in "Allahü teâlâdan başka her şey bâtıldır" sözüdür. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)
2. Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz bâtıl olarak yaratmadık. (Bilâkis, kudretimize ve birliğimize delîl olsunlar diye yarattık.) (Sâd sûresi: 27)
3. Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Aranızda birbirinizin mallarını bâtıl (yollar) ile yemeyin. (Bekara sûresi: 188)
Bir kimsenin malını içki, kumar ve zinâ gibi dînin yasakladığı şeylere harcaması da bâtıl (yol) ile yemektir. (Yûsuf Sinânüddîn)
4. Şirk, putlara tapmak.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hak (İslâmiyet) gelince bâtıl gider. Bâtıl her zaman gidicidir. (İsrâ sûresi: 81)
Bâtıl Satış:Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz, içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.
Bâtıl satışlar câiz değildir, haramdır, günâhtır. Bâtıl satışla müşteri malı teslim alsa bile mülkü olmaz. (İbn-i Âbidîn)
Mülkü olmayan şeyi satmak bâtıldır. Meselâ havadaki kuşu, denizdeki balığı yakalamadan satmak bâtıldır. (Mecelle)
BÂTIN:
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). His (duyu) organları ile hissedilemiyen, hayâl gücü ile hayâl edilemiyen, akıl ile anlaşılamayan.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ Bâtındır. (Hadîd sûresi: 3)
2. Kalb ve rûh, iç âlem, gönül.
Bütün âzâları (organları) İslâmiyet'in emirlerini yapmakla süsledikten sonra, bâtına teveccüh etmeli (yönelmeli), böylece yapılan ameli, ibâdeti gafletten, Allahü teâlâyı unutarak yapmaktan uzak tutmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Bu dünyâda, amel, ibâdet lâzımdır. Bu amellerin, bâtına çok yardımı vardır. Bâtının ilerlemesi, zâhirin (görünüşün, bedenin) İslâmiyet'e uymasına bağlıdır. O hâlde bu dünyâda her zaman, zâhir de bâtın da İslâmiyet'e muhtaçtır. Bedenin işi İslâmiyet'e uymak, bâtının işi de, İslâmiyet'in (ona uymanın) meyvelerini toplamaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
Öyle yaşayınız ki, etrâfınızda bulunanların bâtınları toparlansın. (İmâm-ı Rabbânî)
BÂTINİYYE:Mecûsîlikteki ve çeşitli bâtıl dinlerdeki inanışları İslâm dînindenmiş gibi göstermeye çalışan İranlı Meymûn bin Deysân el-Kaddah tarafından kurulan bozuk yol.
Bâtıniyye; "Kur'ân-ı kerîmin zâhirî, açık ve anlaşılır mânâsı olduğu gibi, bâtınî, gizli mânâsı da vardır. Bâtınî mânâsı lazımdır. Zâhirî, görünen mânâsı lazım değildir." derler. Bu fırka, Seb'iyye, Hurremiyye, Muhammire, Ta'limiyye, Karamita, Bâbeki yye, Haşhâşiyye, İsmâiliyye isimleriyle de anılır. (Şehristânî, Ebû Zühre)
Bâtıniyye fırkasında olanlar; Kur'ân-ı kerîmin zâhir mânâsını bırakıp bâtın dedikleri kendi uydurdukları şeylere inandılar. Hâlbuki Peygamberimiz, Kur'ân-ı kerîmin zâhir, açık mânâsını bildirdi. Zâhir mânâyı bırakıp gizli mânâ uydurmak küfr olur. (Şehristânî)
Kur'ân-ı kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meşhûr mânâları verilir. Bu mânâları değiştirerek bâtınîlere uyanlar, kâfir olur. (İmâm-ı Birgivî, Nesefî)
BÂYİ':Satan, satıcı, dînimizce satış yapabilme ehliyetine sâhib kimse.
Bâyi'in satış yapabilmesi için akıllı olması şarttır. Bâyi', malın aybını müşteriden (alıcıdan) gizlememeli, hepsini olduğu gibi göstermelidir. Resûlullah, buğday satan birisinin buğdayına mübârek parmaklarını sokup içinin yaş olduğunu görünce; "Bu nedir?" buyurdu. Buğday satan kimse; "Yağmur ıslatmıştır" deyince; "Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hîle eden bizden değildir" buyurdu. (İmâm-ı Gazâlî)
BAYRAM:
1. İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
Resûlullah efendimiz, Medînelilerin câhiliyye âdetlerinden kalma bayramları kutladıklarını görünce; "Allahü teâlâ size onlardan daha hayırlı iki bayram (Ramazan ve Kurban bayramı) ihsân buyurdu" diyerek, sevinç ve neş'e günlerini göstermiştir. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Rahmet kapıları dört gece açılır: O gecelerde yapılan duâ, tövbe red olmaz. Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şâban (ayının) on beşinci (Berat) gecesi ve Arefe gecesi. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Arabî aylardan Şevvâl ayının birinci günü Ramazan (Fıtr) bayramı, Zilhicce ayının onuncu günü Kurban bayramıdır. Ramazan bayramı üç, Kurban bayramı ise dört gündür. Bu günlere; günâhlar affedildiği ve müslümanların sevinçli, neş'eli günleri tekrar ge ri geldiği için (İyd) yâni bayram denildi. (Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ)
2. Cumâ günü.
Günlerin en kıymetlisi Cumâdır. Cumâ günü, bayram günlerinden ve aşûre gününden daha kıymetlidir. Cumâ, dünyâda ve Cenet'te mü'minlerin bayramıdır. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsıhîn)
Cumâ, mü'minlerin ve gök ehlinin bayramıdır, Cennet'te bayram günüdür. (Hadîs-i şerîf-Huccet-ül-İslâm)
3. Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
Hazret-i Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp böyle eğlenip neş'elenmelerinin sebebini sorduğunda onlar; "Bugün bayramımızdır" dediler. Bunun üzerine hazret-i Ali de; "Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır" buyurdu. (İmâm-ı Gazâlî) Bayram bineklere binenler için değildir Ancak hatâ ve isyânı bırakanlar içindir.
(Behlül Dânâ)
4. Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zaman rahmet meleklerini ve Cennet hûrîlerini görmenin zevkiyle can verme vakti.
Bayram Namazı:Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci günü güneş doğduktan yaklaşık 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kılmaları vâcib olan iki rek'atlik namaz. Bayram namazının şartları, Cumâ namazının şartları gibidir. Burada namazdan sonra okunan hutbe sünnettir. (İbrâhim Halebî)
BAYRAMİYYE:Anadolu'da yetişen evliyânın büyüklerinden Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bayramiyye yolu bir koldan Bâyezîd-i Bistâmî'ye diğer koldan Hasen-i Basrî'ye ulaşır.
Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İslâmiyet'i yaymak için çalıştı. Vefâtından sonra Bayramiyye yolunu talebelerinden Akşemseddîn ile Bıçakçı Ömer Efendi devâm ettirdiler. (Hüseyin Vassâf)
Bayramiyye yolunda esâs maksad, Allahü teâlâdan başka herşeyin sevgisini kalbden çıkarmak ve gönlü Allah sevgisi ile doldurmaktır. Buna gönle varmak denir. (Sâdık Vicdânî)
BÂZGEŞT:Nakşibendiyye yolunda on bir temel esastan biri. Sâlik'in (tasavvuf yolcusunun) Kelime-i tevîhdden sonra kalbinden; "İlâhî! Maksûdum Sensin. Matlûbum (maksadım) Senin rızândır."demesi.
Bâzgeşt, zikr (Kelime-i tevhîdi söylemek ile hâsıl olan kalb uyanıklığının devam etmesi, kalbin Allahü teâlâdan başkasına bağlılıktan kurtulması içindir. Kelime-i tevhîd söylemek, kalbdeki her türlü düşünceyi giderir. Yalnızca Allahü teâlâyı anmak ka lır. Böylece kalb, Allahü teâlâyı anmaktan başka her şeyden boşalır. (Şeyh Ali bin Vâiz Hirevî)
Sponsorlu Bağlantılar
1. Kapı. Mescîd-i Nebî'nin şimdi beş bâbı vardır. İkisi batı duvarında olup, kıbleye yakın olana Bâb-üs-selâm, kuzey köşesine yakın olana Bâb-ür-rahme adı verilir.
2. Bir kitâbın bölümlerinden her biri. Riyâd-un-nâsihîn kitâbı ikinci kısım ikinci bâbı birinci faslında diyor ki: Tövbe kalb ile, dil ile ve günâh işliyen âzâ ile olmalıdır. Kalb pişmân olmalı, dil duâ etmeli ve yalvarmalı, âzâ da günâhtan çekilmelidir.
3. Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad. (Bkz. Bâbîlik) El-Bâb Ali Muhammed kendisinin beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyledi, daha sonra da peygamberlik iddiâsında bulundu. El-Bâb Ali Muhammed'in kendisine bâb demesi sebebiyle kurduğu bozuk yola Bâbîlik adı verildi. (Muhammed Ebû Zühre)
Bâb-ı Cibrîl:Peygamber efendimizin Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip çıkmayı âdet edindikleri için Bâb-ün-Nebî de denilmiştir.
Peygamber efendimiz Kureyzâ yahûdîleri üzerine sefer düzenlendiği zaman, Cebrâil aleyhisselâm Peygamber efendimize yardım için geldiğinde Bâb-ı Cibrîl önünde beklemişti. (Eyyûb Sabri Paşa)
Bâb-ür-Rahme:Rahmet kapısı. Medîne-i münevverede Peygamber efendimizin yaptırdığı mescidin batı duvarındaki iki kapıdan biri. Bâb-ül-Âtike ve Bâb-üs-Sûk diye de bilinir.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir Cumâ günü hutbede iken batı tarafındaki kapıdan gelen bir kimse; "Yâ Resûlallah! Susuzluktan hayvanlarımız, âile ve çocuklarımız perişân oldu. Bizim için cenâb-ı Hakk'a duâ edin de yağmur ihsân buyu rsun" deyince, Peygamber efendimiz mübârek ellerini kaldırıp duâ buyurdular. Bu sırada Sel dağının üzerinde rahmet alâmetleri (bulutları) belirip yağmur yağdı. Bu sebeple bu kapıya Bâb-ür-Rahme denildi. (Ebû Abdullah Tilemsânî)
Bâb-üs-Selâm:
1. Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ın doğu tarafına açılan kapı. Bâb-ı Şeybe de denir. Peygamber efendimiz 35 yaşında iken, yağan yağmur ve seller sebebiyle Kâbe-i muazzama tahrîb olmuştu. Yeniden inşâ edilmesi sırasında Hacer-ül-Esved taşının yerine konulması husûsunda kabîleler arasında anlaşmazlık ç ıktı. Nihayet Bâb-ı Şeybe kapısı tarafından ilk gelecek kimsenin hakemliğini kabûl etmek üzere anlaştılar. O kapıdan ilk olarak Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. Peygamber efendimizin hükmüne râzı olup Hacer-ül-Esved'i yerine koydular. Anla şmazlığa son veren Muhammed aleyhisselâm bu kapıdan Kâbe-i muazzamanın yanına geldiği için Bâb-üs-Selâm adı verildi. (İbn-i Hişâm ve Abdülhak Dehlevî)
2. Peygamber efendimizin Medîne-i münevverede yaptırdığı Mescid-i Nebî'nin batı duvarında kıbleye yakın olan kapısı. Bâb-ı Mervân diye de bilinen bu kapı, Mescid-i Nebî'nin beş kapısından en büyüğü ve en zînetlisidir (süsl üsüdür).
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem vefâtından önce Eshâb-ı kirâmın evlerinden mescide açılan kapıların kapatılmasını emir buyurduğunda, sâdece Ebû Bekr-i Sıddîk'in (r.anh) kapısının açık kalmasını istemişti. Bâb-üs-Sıddîk adıyla bilinen bu kapı, Bâb-üs-Selâmın sol tarafından üçüncü küçük kapıdır. (Eyyûb Sabri Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa)
Bâb-üt-Tevessül:Peygamber efendimizin Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidin kuzeye açılan kapısı. Bu kapı Osmanlı sultanlarından Abdülmecîd Han tarafından yeniden yaptırıldığından Bâb-ı Mecîdî diye de bilinir. Hicretin ikinci senesi Receb ayında, kıblenin Kudüs'ten Kâbe'ye dönmesi emr olununca, mescidin Mekke'ye karşı olan kapısı kapatılıp, karşısına, Şam tarafına yeni bir kapı açıldı. Şimdi bu kapıya Bâb-üt-Tevessül denmektedir. (Eyyûb Sabri Paşa)
İlk Mescid-i Nebî'nin üç kapısı vardı. Mihrâbı Bâb-üt-Tevessül yerinde idi. Şimdiki mihrâbın yerinde bulunan kapısından cemâat girer çıkardı. (Eyyûb Sabri Paşa)
BÂBÎLİK:19. yüzyılın ikinci yarısında İran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduğunu iddiâ eden, beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adıyla devâm etti. (Bkz. Behâîlik)
BÂĞÎ:Âsî. Haksız olarak devlet başkanına isyân eden. Çoğulu buğât'tır.
Bâğîler başkaldırınca, devlet başkanı onların isyân etme sebeblerini araştırır. Niçin isyân ettiklerini sorar ve kendisine itâate dâvet eder. Şâyet bâğîler, yapılan dâveti kabûl etmeyip, harbe başlarsa, devlet başkanı, onların topluluklarını dağıtınc aya kadar harb eder. (İbn-i Âbidîn)
Haksız olarak devlet başkanına baş kaldıran bâğîler döğüşürken öldürülünce, namazları kılınmaz. Bunları yıkamak da câiz değildir. (İbn-i Nüceym)
BAHÎL:Cimri. (Bkz. Cimrilik)
Bahîl, Allahü teâlâdan, Cennet'ten ve insanlardan uzaktır. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Cömert olan câhil, Allahü teâlâya, bahîl olan âbidden (çok ibâdet edenden) daha sevimlidir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Allahü teâlâ kıyâmet günü, üç kimse ile konuşmayacak, hepsine çok acı azâb yapacaktır. Zinâ eden ihtiyâr, başa kakan bahîl ve kibirli olan fakir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
BAHT:Tâlih, nasîb, kısmet. Bahtı açık olan ve işi rast gelen her kişi mutlu sayılmaz. Bahtlı, ancak cenâb-ı Hakk'ın, emirlerine uymakta ve yasaklarından kaçınmakta muvaffak (başarılı) ettiği kalben huzûrlu kimsedir. (Ahmed Rıfat)
BAHTİYÂR:Tâlihli, mes'ûd, mutlu. Bahtiyâr kişi, her zaman bulunduğu hâlden memnun, dâimâ nasîbine râzı ve şükredici olup, kimseye ihtiyâcını arzetmez. (Ahmed Rıfat)
Ey mes'ûd ve bahtiyâr kardeşim! Amel ve ibâdet, niyet ile dürüst ve doğru olur. Kâfirlere karşı muhârebeye giderken, önce niyeti düzeltmelidir. Ancak, bundan sonra sevâb kazanılır. Muhârebeye gitmekten maksad; Allahü teâlânın ismini, dînini yaymak ve yükseltmek ve din düşmanlarını zayıflatmak ve bozguna uğratmak olmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
BÂİN:
1. Ayırıcı. Talâk-ı bâin.
2. Tasavvuf'ta bir terim. İnsanlardan uzak olan. (Bkz. Kâin ve Bâin)
Bâin Talak:Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama. (Bkz. Talâk)
BÂİS (El-Bâisü):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Öldükten sonra, kabirlerinde çürümüş ve dağılmış olan cesedleri diriltip mahşere, (arasât meydanına) sevkeden, gönderen.
Kim uyumazdan önce elini göğsüne koyar ve yüz kerre el-Bâisü ismi şerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalbini nurlandırır, ilim ve hikmet ile doldurur. (Yûsuf Nebhânî)
BÂKÎ (El-Bâkî):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Devamlı, ebedî, sonsuz. Varlığının sonu olmayan.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ancak) celâl ve ikrâm sâhibi olan Rabbinin zâtı bâkîdir. (Rahmân sûresi: 27)
Allahü teâlâ kadîmdir, ezelîdir. Varlığından evvel yokluk olamaz. Kadîm ve ezelî olan, öncesi, başlangıcı olmayan bâkî ve ebedî olur. Hâdis ve mahlûk (sonradan yaratılmış) olan, fânî (yok olucu) ve muvakkat (geçici) olur. (İmâm-ı Rabbânî).
El-Bâkî ismi şerîfini bin kerre söyleyen kimse, zarar ve kederden korunmuş olur. (Yûsuf Nebhânî)
BÂLİĞ:Bülûğa eren, ergenlik çağına gelen. Cünüp olup, gusül (boy) abdesti almağa başlayan, evlenecek yaşa gelen erkek. (Bkz. Âkıl-Bâliğ)
BÂLİĞA:Bülûğa eren, ergenlik çağına gelen. Hayız (regl) görmeye başlayan, evlenecek yaşa gelen kız. (Bkz. Âkıl Bâliğ)
BÂRÎ (El-Bâri):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaradan, yoktan var eden. Yarattıklarını farklı şekiller ve özelliklerle birbirinden ayıran.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâ Bârî'dir. (Haşr sûresi: 24)
Yedi gün arka arkaya yüz defâ el-Bârî ism-i şerîfine devam eden belâlardan selâmet bulur, kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)
BARNABAS İNCÎLİ:Hazret-i Îsâ'nın havârîlerinden biri olan Barnabas'ın, Îsâ aleyhisselâmdan görüp işittiklerini doğru şekilde yazıp derlediği İncil.
Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâ tarafından göğe kaldırılınca, hakîkî İncil kaybolup İncil adıyla bir takım kitaplar yazıldı. Bunun üzerine Barnabas, hazret-i Îsâ'dan görüp işittiklerini bir araya getirdi. Barnabas İncîli denen bu kitap hazret-i Îsâ'da n sonra ilk üç yüz senede elden ele dolaşıp okundu. Mîlâdî 325 senesinde İznik rûhânî meclisi, İbrânice yazılı İncillerin kaldırılmasına karar verince, Barnabas İncîli ve nüshaları yakıldı. Pâkistan Kur'ân-ı kerîm Cemiyeti büyük bir gayretle imhâ edilmeyen bir İngilizce nüshasını bulup, tekrar basmaya muvaffak olmuştur. (Müslimmerks Mecmûası-Pâkistan)
Barnabas İncîli'nden bir bölüm şöyledir:
"Ben bu dünyâya, cenâb-ı Hakk'ın dünyâya selâmet getirecek olan Resûlünün (Muhammed aleyhisselâmın) yolunu hazırlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz. O gelinceye kadar bir çok yalancı peygamberler çıkabilir. Benim İncîl'im bozulabilir." ( 72. Bâb)
BA'S:Dirilme, diriltme, diriltilme. Kıyâmet koptuktan sonra Allahü teâlâ tarafından ölülerin diriltilmesi.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ kabirlerde olanları elbette ba's eder. (Hac sûresi: 7)
Ölüler, kefenleri ile ba's olunur. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî)
Ba'se inanmak lâzımdır. Kemikler, etler çürüyüp toprak ve gaz olduktan sonra, hepsi bir araya gelecek, rûhlar bedenlerine girip, herkes mezârlarından kalkacaktır. (Kemahlı Feyzullah Efendi)
Ba'se inanmıyan birini görürsen, ona de ki: "Ben inanıyorum. Senin dediğin doğru çıkarsa, benim hiç zarârım olmaz. Benim dediğim doğru olunca, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın!" (Hazret-i Ali)
İsrâfil aleyhisselâm, sûr'a (bizce nasıl olduğu bilinmeyen boruya) iki defâ üfürecektir. Birincisinde; Allahü teâlâdan başka her diri (canlı) ölecektir. İkincisinde; hepsi tekrar ba's olunacaktır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
BASAR:Âletsiz ve şartsız olarak, gizli ve âşikâr (açık) her şeyi görmesi mânâsına, Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından biri.
Allahü teâlânın Basar sıfatı ezelî ve ebedîdir. Zâtı ile kâimdir. O'nun basar sıfatı, göze, herhangi bir âlete ve ışığa bağlı değildir. Karanlık bir gecede kara karıncanın siyah bir taş üzerinde yürüdüğünü görür. (İmâm-ı Birgivî)
BASÎR (El-Basîr):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Gizli ve açık her şeyi hakkıyle görücü. (Bkz. Basar)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Şüphesiz O, semî'dir (her şeyi hakkıyle işitendir) , Basîr'dir. (İsrâ sûresi: 1)
Bir kimse Cumâ namazından sonra yüz kerre el-Basîr ism-i şerîfini söylerse, Allahü teâlâ onun kalb gözünü açar. (Yûsuf Nebhânî)
BASÎRET:İşlerin iç yüzünü görebilme; kalb gözü.
Gözü âmâ (görmeyen) kimse kör değildir. Asıl âmâ basîreti kör olan kişidir. (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
Allahü teâlâ mü'minlere basîretler ve nûrlar lütûf eylemiştir. Onlar bu sâyede işlerin iç yüzünü anlarlar. Resûlullah efendimizin "Mü'min Allah'ın nûru ile nazar eder" hadîs-i şerîfi bu mânâda anlaşılmalıdır. (İmâm-ı Kuşeyrî)
BÂSİT (El-Bâsit):Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından bâzısına rızkı az, bâzısına çok veren, sadakaları kabûl edip sevâb veren. Bâzısının rûhunu kabzeden (alan) bâzısının ömrünü uzatan, bâzısının kalbini daraltıp hayırlara (iyiliklere) rağbetsiz, bâzısınınkini ise geniş yapıp, hayırlara arzulu kılan.
Bir kimse ellerini açıp, el-Bâsit ismi şerîfini söylese geçimi genişler. Bol rızka kavuşur. (Yûsuf Nebhânî)
BAST:Tasavvufta gönül ferahlığı, rûhen rahatlama. Sıkıntı ve gönül darlığının zıddı.
Kabz ve bastın ikisi de kalbe gelen hâllerdendir. Sanki yolumuzun erkânından, şartlarındandırlar. (İmâm-ı Rabbânî)
Kabz (Gönül darlığı) ve bast insanı uçuran iki kanat gibidir. Kabz, sıkıntı hâsıl olunca, üzülmeyiniz. Bast hâli gelince de sevinmeyiniz. (İmâm-ı Rabbânî)
Güzel sesle, tecvîde uyarak okunan Kur'ân-ı kerîmi dinlemek, kalbdeki kabzı (sıkıntıyı) bast hâline çevirir. (Muhammed bin Mahmûd)
BÂT SATIŞI:Şartsız, kesin satış, alış-verişte şart koşmama.
Bât satışında ikrah (zorlama), muhayyerlik gibi şartlar bulunmaz ve satın alınan mal geri verilmez. (İbn-i Âbidîn)
BÂTIL:
1. Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
En güzel söz, (şâir) Lebîd'in "Allahü teâlâdan başka her şey bâtıldır" sözüdür. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)
2. Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz bâtıl olarak yaratmadık. (Bilâkis, kudretimize ve birliğimize delîl olsunlar diye yarattık.) (Sâd sûresi: 27)
3. Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Aranızda birbirinizin mallarını bâtıl (yollar) ile yemeyin. (Bekara sûresi: 188)
Bir kimsenin malını içki, kumar ve zinâ gibi dînin yasakladığı şeylere harcaması da bâtıl (yol) ile yemektir. (Yûsuf Sinânüddîn)
4. Şirk, putlara tapmak.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hak (İslâmiyet) gelince bâtıl gider. Bâtıl her zaman gidicidir. (İsrâ sûresi: 81)
Bâtıl Satış:Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz, içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.
Bâtıl satışlar câiz değildir, haramdır, günâhtır. Bâtıl satışla müşteri malı teslim alsa bile mülkü olmaz. (İbn-i Âbidîn)
Mülkü olmayan şeyi satmak bâtıldır. Meselâ havadaki kuşu, denizdeki balığı yakalamadan satmak bâtıldır. (Mecelle)
BÂTIN:
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). His (duyu) organları ile hissedilemiyen, hayâl gücü ile hayâl edilemiyen, akıl ile anlaşılamayan.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ Bâtındır. (Hadîd sûresi: 3)
2. Kalb ve rûh, iç âlem, gönül.
Bütün âzâları (organları) İslâmiyet'in emirlerini yapmakla süsledikten sonra, bâtına teveccüh etmeli (yönelmeli), böylece yapılan ameli, ibâdeti gafletten, Allahü teâlâyı unutarak yapmaktan uzak tutmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Bu dünyâda, amel, ibâdet lâzımdır. Bu amellerin, bâtına çok yardımı vardır. Bâtının ilerlemesi, zâhirin (görünüşün, bedenin) İslâmiyet'e uymasına bağlıdır. O hâlde bu dünyâda her zaman, zâhir de bâtın da İslâmiyet'e muhtaçtır. Bedenin işi İslâmiyet'e uymak, bâtının işi de, İslâmiyet'in (ona uymanın) meyvelerini toplamaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
Öyle yaşayınız ki, etrâfınızda bulunanların bâtınları toparlansın. (İmâm-ı Rabbânî)
BÂTINİYYE:Mecûsîlikteki ve çeşitli bâtıl dinlerdeki inanışları İslâm dînindenmiş gibi göstermeye çalışan İranlı Meymûn bin Deysân el-Kaddah tarafından kurulan bozuk yol.
Bâtıniyye; "Kur'ân-ı kerîmin zâhirî, açık ve anlaşılır mânâsı olduğu gibi, bâtınî, gizli mânâsı da vardır. Bâtınî mânâsı lazımdır. Zâhirî, görünen mânâsı lazım değildir." derler. Bu fırka, Seb'iyye, Hurremiyye, Muhammire, Ta'limiyye, Karamita, Bâbeki yye, Haşhâşiyye, İsmâiliyye isimleriyle de anılır. (Şehristânî, Ebû Zühre)
Bâtıniyye fırkasında olanlar; Kur'ân-ı kerîmin zâhir mânâsını bırakıp bâtın dedikleri kendi uydurdukları şeylere inandılar. Hâlbuki Peygamberimiz, Kur'ân-ı kerîmin zâhir, açık mânâsını bildirdi. Zâhir mânâyı bırakıp gizli mânâ uydurmak küfr olur. (Şehristânî)
Kur'ân-ı kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meşhûr mânâları verilir. Bu mânâları değiştirerek bâtınîlere uyanlar, kâfir olur. (İmâm-ı Birgivî, Nesefî)
BÂYİ':Satan, satıcı, dînimizce satış yapabilme ehliyetine sâhib kimse.
Bâyi'in satış yapabilmesi için akıllı olması şarttır. Bâyi', malın aybını müşteriden (alıcıdan) gizlememeli, hepsini olduğu gibi göstermelidir. Resûlullah, buğday satan birisinin buğdayına mübârek parmaklarını sokup içinin yaş olduğunu görünce; "Bu nedir?" buyurdu. Buğday satan kimse; "Yağmur ıslatmıştır" deyince; "Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hîle eden bizden değildir" buyurdu. (İmâm-ı Gazâlî)
BAYRAM:
1. İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
Resûlullah efendimiz, Medînelilerin câhiliyye âdetlerinden kalma bayramları kutladıklarını görünce; "Allahü teâlâ size onlardan daha hayırlı iki bayram (Ramazan ve Kurban bayramı) ihsân buyurdu" diyerek, sevinç ve neş'e günlerini göstermiştir. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Rahmet kapıları dört gece açılır: O gecelerde yapılan duâ, tövbe red olmaz. Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci geceleri, Şâban (ayının) on beşinci (Berat) gecesi ve Arefe gecesi. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Arabî aylardan Şevvâl ayının birinci günü Ramazan (Fıtr) bayramı, Zilhicce ayının onuncu günü Kurban bayramıdır. Ramazan bayramı üç, Kurban bayramı ise dört gündür. Bu günlere; günâhlar affedildiği ve müslümanların sevinçli, neş'eli günleri tekrar ge ri geldiği için (İyd) yâni bayram denildi. (Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ)
2. Cumâ günü.
Günlerin en kıymetlisi Cumâdır. Cumâ günü, bayram günlerinden ve aşûre gününden daha kıymetlidir. Cumâ, dünyâda ve Cenet'te mü'minlerin bayramıdır. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsıhîn)
Cumâ, mü'minlerin ve gök ehlinin bayramıdır, Cennet'te bayram günüdür. (Hadîs-i şerîf-Huccet-ül-İslâm)
3. Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
Hazret-i Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp böyle eğlenip neş'elenmelerinin sebebini sorduğunda onlar; "Bugün bayramımızdır" dediler. Bunun üzerine hazret-i Ali de; "Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır" buyurdu. (İmâm-ı Gazâlî) Bayram bineklere binenler için değildir Ancak hatâ ve isyânı bırakanlar içindir.
(Behlül Dânâ)
4. Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zaman rahmet meleklerini ve Cennet hûrîlerini görmenin zevkiyle can verme vakti.
Bayram Namazı:Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramının birinci günü güneş doğduktan yaklaşık 45 dakika sonra erkeklerin cemâat hâlinde kılmaları vâcib olan iki rek'atlik namaz. Bayram namazının şartları, Cumâ namazının şartları gibidir. Burada namazdan sonra okunan hutbe sünnettir. (İbrâhim Halebî)
BAYRAMİYYE:Anadolu'da yetişen evliyânın büyüklerinden Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bayramiyye yolu bir koldan Bâyezîd-i Bistâmî'ye diğer koldan Hasen-i Basrî'ye ulaşır.
Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İslâmiyet'i yaymak için çalıştı. Vefâtından sonra Bayramiyye yolunu talebelerinden Akşemseddîn ile Bıçakçı Ömer Efendi devâm ettirdiler. (Hüseyin Vassâf)
Bayramiyye yolunda esâs maksad, Allahü teâlâdan başka herşeyin sevgisini kalbden çıkarmak ve gönlü Allah sevgisi ile doldurmaktır. Buna gönle varmak denir. (Sâdık Vicdânî)
BÂZGEŞT:Nakşibendiyye yolunda on bir temel esastan biri. Sâlik'in (tasavvuf yolcusunun) Kelime-i tevîhdden sonra kalbinden; "İlâhî! Maksûdum Sensin. Matlûbum (maksadım) Senin rızândır."demesi.
Bâzgeşt, zikr (Kelime-i tevhîdi söylemek ile hâsıl olan kalb uyanıklığının devam etmesi, kalbin Allahü teâlâdan başkasına bağlılıktan kurtulması içindir. Kelime-i tevhîd söylemek, kalbdeki her türlü düşünceyi giderir. Yalnızca Allahü teâlâyı anmak ka lır. Böylece kalb, Allahü teâlâyı anmaktan başka her şeyden boşalır. (Şeyh Ali bin Vâiz Hirevî)