Arama

Cüzam (Lepra)

Güncelleme: 11 Mayıs 2011 Gösterim: 24.091 Cevap: 5
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
13 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Bu maddedeki yazılar yalnızca bilgi verme amaçlıdır. Yazılanlar, doktor uyarısı ya da uzman önerisi değildir.

Sponsorlu Bağlantılar

Bir zamanlar toplum dışına itilen kurbanlarıyla korkunç bir hastalık sayılan cüzam, artık tedavi edilebilmektedir. Hastalığa eskiden bütün ülkelerde rastlanılırdı. Günümüzde ise yalnız nemli, tropikal ve yarı tropikal bölgelerde görülmektedir.



Cüzam Nedir, Nasıl Oluşur



Lepra veya Hansen Hastalığı olarak da bilinen cüzam açısından; yeterli besin almayanlar ya da açlık çekenler özellikle tehlikede sayılır. Dünyada, 2-10 milyon arasında cüzamlı bulunduğu sanılmaktadır. Her yıl, yaklaşık 200.000 yeni vakaya rastlanılmaktadır.

Cüzam iki biçimde ortaya çıkar ve her ikisinde de belirtiler, iki ya da üç yıl süren uzun bir kuluçka döneminden sonra görülür. Tüberküloit cüzam denen türünde dirseğin arkasındaki ulna siniri kalınlaşır ve iltihaplanır; bedende çay lekesine benzer lekeler oluşur. Duyum yokluğu nedeniyle farkına varılmayan küçük zedelenmeler ve enfeksiyon daha büyük hasarlara yol açar.

"Lepromatöz cüzam" adı verilen öteki türünde ise ilk belirtiler, altındaki iltihap nedeniyle kalınlaşan, kabaran, buruşan, uyuşmuş bölgelerdir. En ağır biçimlerinde bütün deri etkilenir; daha az şiddetli vakalar ise, daha çok yüz ve kulakları etkiler. Yüz, "aslan yüzü" görünümü alır. Kulaklarda, burunda ve yanaklarda yumuşak derialtı oluşumları gelişir ve genellikle başka bakterilerin bulaşmasıyla, kangrene dönüşen yaralar açılır. Ayrıca çevresel sinirler hasar görür; geniş yama biçimli duyarsız bölgeler ve felçler ortaya çıkar. Bazen bu durum, bütün kolu ya da bacağı etkiler.





Nedenleri



Cüzamın nedeni, "mycobacterium leprae" adlı bakteridir. Bakteri, deri ve sinirleri etkileyerek duyum yitimine, ağır vakalarda ise biçim bozukluğuna yol açar. Hastalığa neden olan bakteri, bir kişiden ötekine deri temasıyla ve - büyük bir olasılıkla burundan çıkan damlacıklarla geçer. Böceklerle, sterilize edilmemiş dövme iğneleriyle, deri altına yapılan şırıngalarla da bulaştığı bilinmektedir. Bulaşıcı bir hastalık olmasına karşılık, uzun süre yakın temas söz konusu değilse cüzama yakalanma olasılığı azdır. Bu yüzden cüzam, çoğunlukla aile içinde etkili olur.

Tüberküloit cüzam hastalığın daha hafif bir biçimidir. Genellikle etkilenenler, kulak arkasındaki yüz sinirleri ve elin bir bölümüne ait ulna siniridir. Yavaşça beliren bir uyuşukluk ve çevresel sinirlerde (omurilikten başlayıp beden yüzeyine yayılan sinirler) duyum yitimiyle ortaya çıkar. Dirseğin arkasındaki ulna siniri kalınlaşır ve iltihaplanır; bedende çay lekesine benzer lekeler oluşur. Duyum yokluğu nedeniyle farkına varılmayan küçük zedelenmeler ve enfeksiyon daha büyük hasarlara yol açar.

"Lepromatöz cüzam" adı verilen öteki türünde ise bakterinin neden olduğu zarar, çok daha ağır ve yaygındır. Cüzam, tedavi edilmezse ilerler. Duyarsız bölgeler kolayca zarar görür; zedelenmeler fark edilmez, iltihaplanır, bazen kangren olur ve böylece el ve ayak parmakları yitirilir. Sinirlerin iltihaplanması, çevresel kas gruplarının felcine yol açarak, bilek ya da ayakta felç yapar. Tedavi edilmeyen hastaların en az yüzde 25 inde yüz biçiminin bozulması ya da ciddi sakatlığa varan biçim bozuklukları görülür.

Toplumdan yalıtılma korkusu, hastaların tedavi için zamanında başvurmasına ve cüzamın çevreye yayılmasına yol açar. Ancak tedavi görmekte olanların genellikle hastalığı bulaştırmadıklarından, yalıtılmaları gereksizdir.





Tedavi



Tanıda "lepromin testi" olarak bilinen deri testinden yararlanılır. Böylece hastanın direnci ölçülür. Direnç yüksekse, tüberküloit cüzamın hafif vakalarında olduğu gibi, bazen kendi kendine ya da birkaç aylık ilaç tedavisiyle geçer. Direnç düşükse, ilaç tedavisi yayılmayı sınırlar. Fakat yineleme eğilimi olduğundan ömür boyu ilaç almak gerekebilir.

Tedavi edilmeyen cüzam genellikle yaşamı kısaltmaz; yavaş ilerlediği için zamanla artan sakatlıklara ve biçim bozukluklarına neden olur. Bununla birlikte, modern tedaviyle ve erken tanıyla bu üzücü sonuçların önlenebildiğini unutmamak gerekir.

Tedavi, bir sülfür bileşiği olan dapson (DDS) ile yapılır. Dapson haftada iki kez ağızdan alınır. Bu tedavi yıllarca, bazen de ömür boyu sürer. Hasta, dapsonun yan etkilerine dayanamazsa, sülfakson ve rifampisin gibi başka bileşikler alabilir. Genellikle hastalarda ilaca tepki olarak karaciğer iltihabı ya da kansızlık oluştuğundan, bu ilaçlarla birlikte vitamin ve demir hapları verilir. Zarar görmüş sinirlere yeniden duyarlılık kazandırmak olanaklı olmasa da, etkilenmiş kaslar fizik tedavi ile sağlığa kavuşturulabilir. Kangrenli bölgeler ameliyatla alınır; yüzün ciddi olarak etkilenmiş bölümlerine plastik cerrahi uygulanabilir.
Son düzenleyen Daisy-BT; 11 Ekim 2009 20:54
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
LEPRA HASTALIĞI NEDİR?
toplu1 1876'da Norveçli bilim adamı Armauer Hansen tarafından keşfedilen lepra basili (=Hansen Basili veya Mycobacterium Leprae) tarafından oluşturulan öncelikle, deri ve siniri tutarak belirtilerini gösteren kronik seyirli bir enfeksiyon hastalığıdır.CÜZZAM HASTALARININ HEPSİ SAKAT OLUR MU?
Sponsorlu Bağlantılar
Eğer cüzamlı hastalara geç tanı konulursa ya da doğru tedavi edilmezlerse, hastalığın seyri sırasında çevresel (periferik) sinir dokusunda oluşan yıkıma bağlı olarak özellikle el, ayak ve gözde bazı şekil bozuklukları(deformite) ve sakatlıklar ortaya çıkabilir. Zamanında tanı konularak etkin tedavi gören hastalarda sakatlık olmaz.HERKES CÜZZAM HASTALIĞINA YAKALANIR MI?
Lepra hastalığını yapan basile karşı insanların pek çoğunda doğal bir bağışıklık hali vardır. "Hücresel immunite" nedeniyle oluşan bu bağışıklık hali insanlara kendinden önceki soylardan gelen bir özelliktir. Bu insanlar lepra basilini almış olsalar da, vücut dirençleri basili yok edeceğiiçin hastalık ortaya çıkmayacaktır. Bu bağışıklık halini ölmüş lepra basilleriyle yapılan Lepromin Testi (Mitsuda Testi) ile anlamak mümkündür. Ancak çok az oranda insanda bu doğal direnç hali kendinden önceki soylarından onlara geçmez. Bu kişiler daha çok lepralı hastaların yakınlarıdır. Eğer bu dirençsiz kişilerin yakın çevrelerinde (aile fertleri içinde) halen dışarıya lepra basili çıkaran tedavisiz bir lepralı hasta varsa ve bu kişiyle uzun süreli ve yakın teması olmuşsa bunun sonucu olarak damlacık yoluyla alacakları çok sayıdaki lepra basili nedeniyle hastalığa yakalanabilirler. Bulaşma genellikle aynı aile içindeki büyüklerden 10-11 yaşına kadar olan çocuklara yönelik olarak ortaya çıkmaktadır.HASTALIK BELİRTİLERİ HEMEN ORTAYA ÇIKAR MI?
Birçok hastalıkta olduğu gibi bu hastalıkta da bir kuluçka dönemi vardır. Yani belirtiler mikrop vücuda girdikten hemen sonra ortaya çıkmaz. Lepra hastalığında etken vücuda alındıktan 2-7 yıl sonra ilk klinik belirtiler ortaya çıkar. Kuluçka süresinin değişken ve uzunolması tanı koymayı güçleştirmektedir.BÜTÜN HASTALARIN BELİRTİLERİ AYNI MIDIR?
Lepra hastalığının temel olarak iki klinik tipi vardır. Bu klinik tipler yine kişinin, hastalık etkenine karşı mevcut olan vücut direnciyle belirlenir. Direncin hiç olmadığı kişilerde basil kolaylıkla çevresel sinirlerin kılıflarını(myelin kılıf) oluşturan Schwann Hücrelerine ulaşıp yerleşerek buralarda çoğalırlar. 7-14 günde bir bölünerek çoğalan basilleri taşıyamayarak parçalanan hücrelerden çıkan basiller hemen komşu hücrelere geçerler. Böylelikle basiller deriye kadar ulaşırlar ve buralardaki sinirlerin kılıflarına yerleşirler. Bu sırada basilin yerleştiği yerlerde bazı deri lezyonları ortaya çıkar. Bu lezyonların şekli değişik olabilir. Klinik tiplere göre bazıları daha fazla görülse de makul, papel, plak ve nodul biçimindeki lezyonların hepsi bir arada bulunabilir. Direncin en az hatta hiç olmadığı kişilerde basiller tüm vücut derisine yerleşerek yaygın nodül şeklinde "leprom" adını verilen nodüler belirtileri meydana getirir. Bu klinik tipe LEPROMATÖZ LEPRA denir.
Lepra hastalığının ikinci tipi vücut direnci sağlıklı insanlarla karşılaştırıldığında daha az olsa da yine de bulunan kişilerde ortaya çıkar ve TÜBERKÜLOİD LEPRA adını alır. Bu tipte az da olsa bulunan direnç hali nedeniyle hastalık vücudun bir bölümüne hapsedilmiş gibidir. Yani belirtiler sadece bir bölgede görülür. Aynı şekilde sinir hasarları da daha az yere yayılmış olacaktır.
Bağışıklık hali bu iki lepra tipinin arasında olan kişilerde bir ara klinik form oluşur. Buna genel olarak BORDERLİNE LEPRA adı veriyoruz. Ancak bu tip lepra kendisi farklı bir klinik tip olarak algılanmamalıdır. Çünkü genellikle iki ana tipten birisine benzer klinik bulgularla karşılaşılır. Bu nedenle bu formadaki lepra hastalarının klinik tanıları "BORDERLİNE LEPROMATÖZ LEPRA" ya da "BORDERLİNE TÜBERKÜLOİD LEPRA" adını alır.
LEPROMATÖZ LEPRA'DA NELER GÖRÜLÜR?
Bu hastalarda ilk dönemde burun tıkanıklığı ve burun kanaması, sonraki dönemlerde de kaş dökülmesi ve burun tabanında çökme, diz ve dirsekte oluşan lezyonların açılarak yara haline dönüşmesi nedeniyle yara izleri (skatris) meydana gelebilir. Hastaların deri belirtilerinde ve lezyonun olmadığı normal görünümlü deri bölgelerinde ve burunlarında tedavi başlayana kadar bol miktarda canlılepra basili (solid asil) bulunur. Bu basiller deriden yapılan yaymalarda (smir) kolaylıkla görülebilir. Genellikle bu dönemde olan tedavisiz hastalar lepranın bulaşmasından sorumludurlar. Lepromatöz lepralı hastalar bu erken dönemlerinde tedavi edilmezlerse sinirlerde basil miktarı çok artacağından ve sinirin myelin kılıfının yıkımına, dolayısıyla da sinirin fonksiyonlarını yerine getirememesine yol açarlar. Bu nedenle otonom liflerin etkilenmesine bağlı deride kuruluk ve kıllarda dökülme, yüzeyel duyu liflerinin etkilenmesi sonucu el ve ayaklarda eldiven çorap şeklinde duyu kaybı ve motor liflerin etkilenmesi sonucu da sinirin motor işlevi kaybolur ve el, ayak hareketleri yapılamaz yani felç hali meydana gelir. Felç hali nedeniyle hareketi sağlayan kaslarda yıkım (kas atrofisi) ve hareketsizlik nedeniyle ortaya çıkan osteoporoza bağlı olarak kemik doku kayıpları (mutilasyon-kemik erimesi) ortaya çıkar. Tüm bunlarla oluşan uçlardaki şekil bozuklukları ve sakatlıklar tedavi edilmeyen hastaların hastalıklarının ileri dönemlerinde (başlangıçtan 5-10 yıl sonra) meydana gelecektir.TÜBERKÜLOİD LEPRA'DA NELER GÖRÜLÜR?
Bu hastalarda basil kol ve bacaklarda bulunan çevresel sinirlerin bir veya iki tanesine yerleşir. Az da olsa bulunan direnç hali nedeniyle basillerin bulaştığı sinirlerin olduğu yerlerde küçük iltihap odakları oluşur ve buna bağlı olarak bu noktalarda erken dönemde lokal yıkım meydana getirerek sinirin fonksiyonunu bozar. Bozulan fonksiyon bu bölgede oluşan duyu kusuru ve eğer hareketle ilgili bir sinirse hareket kaybı oluşması şeklinde kendini gösterir. Bu hastalarda bazen, tutulan sinirin etkilediği vücut bölgesinde, birkaç tane, deriden kabarık, keskin sınırlı ve üzerinde duyu kusuru bulunan, plak şeklinde bir deri lezyonu oluşabilir. "Tüberküloidplak" adı verilen bu lezyonun varlığı kesin tanı için yeterli olmaktadır. Duyu kusurundan emin olunamazsa yapılacak biopsinin özel patolojik özellikleri ve az da olsa sinir kesitleri çevresindeki lepra basillerinin görülmesiyle tanı konulur. Bu tip leprada deriden yapılan yaymalarda basil bulunmaz. Sakatlık ise, hemen tedavi edilmeyen hastalarda sadece tutulan sinir bölgesinde erken dönemde oluşur. Tüberküloid lepralı hastalar vücutlarındaki basil sayısı az olduğu ve basil çıkarmadıkları için hastalığı çevrelerine bulaştıramazlar.
LEPRAYA NASIL TANI KONULUR?
Tanı koymak için öncelikle leprada kuşkulanmak gerekir. Kuşkulanılacak kişiler öncelikle eski lepralı hastaların yakınlarındaki kişilerdir. Bunlarda lepra hastalığı mutlaka aranmalıdır. Klinikte lepradan kuşkulanılacak durumlar ise klinik bulguların olduğu kişiler olacaktır. Genel olarak deri ve periferik sinir sitemi yakınmaları ya da belirtileri olan kişilerde, uzun süredir kalıcı ancak kaşıntı, yanma, ağrı vb. subjektif yakınmaya yol açmayan, hatta duyu kusuru gösteren deri belirtileri olan kişilerde ayırıcı tanı içine leprayı da eklemek uygun olacaktır.
Lepradan kuşkulanıldığında lepra kliniğinin sorgulandığı bir hastalık öyküsü (anamnez) almak çok önemlidir. Lepranın klinik bulguları ve seyrinin klasik bir gelişimi vardır. Hastaya doğru sorular sorulursa bunları öğrenmek mümkündür. Tanıyı kesinleştiren verilerin yaklaşık yarısı bu yolla sağlanır.
Tüm vücudun gözle muayenesi (enspeksiyon) çok önemlidir. Hem aktif dönem deri lezyonları hem de sinir tutulmasının belirtileri, eski lezyonların izleri bu yolla saptanabilir.
Üçüncü muayene yöntemi sinirlerin muayenesidir. Leprada tutulan sinirleri dokunarak muayene etmek (palpasyon) mümkündür. Lepranın tüm tiplerinde tutulan sinirlerde hacimce genişleme kalınlaşma meydana gelir. Doğru bir anatomi bilgisine sahip hekimlerin duyarlı parmakları bu kalınlaşmayı algılayabilir. Çevresel sinirleri kalınlaştıran fazla hastalık yoktur. Dolaysıyla lepradan kuşkulanılan bir kişide saptanacak sinir kalınlaşması hemen hemen tanının konulması anlamına gelir.
Sinirlerin işlevlerini kontrol ederek de tutulup tutulmadığını anlamak mümkündür. Bunun için dokunma veya sıcak soğuk muayenesi ile duyu kusuru olup olmadığı, kas gücü testiyle de sinirin motor fonksiyonunun tam olup olmadığı anlaşılabilir. Otonom liflerin etkilenmesi ise tutulduğu düşünülen deri alanlarına el ile dokunup kuru olup olmadığına bakılarak kontrol edilebilir.
Basil çıkaran tipte burun ve deriden yapılacak yaymalar, kuşkulu deri lezyonlarından alınan biopsilerin patolojik incelemesiyle tanı tama yakın konulabilir. Lepranın doğrulanamadığı durumlarda, ayırıcı tanıya giren diğer hastalıklar aranmalıdır. Bunu için değişik inceleme yöntemleri kullanılabilir.
Leprada tanı birinci basmakta konur, ikinci basamakta doğrulanır, üçüncü basamakta (lepra hastaneleri ve merkezleri) tedavi ve izlemeleri yapılır.LEPRANIN TEDAVİSİ VAR MIDIR?
Lepra tedavisi eskiden Şolmogra yağı adı verilen bir doğal yağ ile yapılmıştır. Daha sonra 1940'larda lepra basilinin üremesini durduran sülfon türevi ilaçlar tedaviye girmiş ve lepralı hastalar bunları tüm yaşamları boyunca kullanmaya başlamışlardır. 1970'lerde yapılan araştırmalar sonucu çoğu tüberküloz tedavisinde de kullanılan Rifampisin, Ethionamid, Prothionamid gibi ilaçlarla, lepra basiline etkili Clofazimin isimli ilaç tedavi için kullanılmaya başlamıştır. 1982 yılında Dünya Sağlık Örgütü bu ilaçların birlikte uygulandığı en çok iki yıl sürede tamamlanan çok ilaçlı tedavi(Multi Drug Treatment=MDT) rejimlerini dünyaya duyurmuştur. Halen pek çok ülkede bu standart tedavi rejimleri neredeyse hastaların tümüne yakın bölümünde uygulanarak tamamlanmıştır. Saptanan yeni olguların da büyük bölümü aynı tedavi altındadır.
Son yıllarda yapılan araştırmalarla Ofloxacin, Sparfloxacin, Clarithromycin ve Minocycline gibi ilaçlar lepra tedavisi için kullanılmaya başlamış ve bunlardan oluşan yeni rejimler, tedavi süresini kısaltmak amacıyla hastalarda uygulanmaya başlanmıştır.
DÜNYADA NE KADAR LEPRALI HASTA VARDIR?
D.S.Ö'nün 2001 yılı verilerine göre, bu yıl içinde tüm dünyada toplam olarak kayıt altında 828.803 hasta olmuştur. Bu yıl içinde ilk kez kaydedilen hasta sayısı 684.998'dir. Bu hastalarla birlikte tüm dünyada toplam olarak 10.151.373 hasta lepranın etkin tedavisi olan KOMBİNE İLAÇ TEDAVİSİNİ tamamlamıştır. Böylelikle dünyadaki tüm lepralı hastaların % 99.4'ü söz konusu etkin tedavi kapsamına alınmıştır
TÜRKİYE'DE NE KADAR HASTA VARDIR?Ülkemizde cüzzam hastalığı sosyal hastalıklar arasında sayılmaktadır. Her yeni bulunan hasta bu nedenle kayıt ve izleme altına alınmakta ve yaşamlarının sonuna kadar değişik gereksinimlerinin çözümlenmesi ve çevrelerinin kontrole açısından kayıt altında tutulmaktadır. Bu nedenle ülkemizde hasta sayısı söz konusu edilince kayıt altına alınmış bütün hastaların sayısı verilmektedir. Yaklaşık 20 yıl içinde yapılan çalışmalarla birlikte ön çalışmaların başladığı 1983 yılından günümüze kadar ülkemizde toplam 554 yeni hasta kayda alınmıştır (Grafik 1). Halen 2001 yılı sonu verilerine göre ülkemizde 2596 hasta bulunmakta ve izleme ve kontrol altında tutulmaktadır. Bu verilere göre hastaların yaş ortalaması 59.41‘dir. Hastaların % 62.85’ini oluşturan 1631 hasta lepranın sakatlık sınıflamasına göre 2. derece (%60) ve daha üzerinde olmak üzere sakattır. Yine aynı verilere göre 2001 yılı sonunda lepra tedavisi süren hasta sayısı 35’dir. Kalan hastaların % 92’sine kombine tedavi uygulanmıştır.
Ancak gerçekten hastalığı taşıyan ve tedavi altında olan hasta sayısı çok azdır. Yine 2002 yılı sonunda tedavisi süren 30-40 kadar hasta vardır. Son yıllarda ülkemizde her yıl ortalama 10-15 yeni hasta saptanmaktadır. Bunlar genellikle eski hastaların çevrelerindeki uzun kuluçka süreli hastalardır. Çünkü ülkemizde basil taşıyan ve bunu yayan hasta çok azalmıştır. Bu nedenle her yıl saptanan hasta sayısı giderek azalmaktadır.
Bu hastaların tamamına yakını İstanbul Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi ile İstanbul Lepra Hastanesi'nin 1984 yılından bu yana yaptığı alan çalışmalarıyla evlerine gidilmek suretiyle kontrol edilmiş ve D.S.Ö'nün önerdiği tedavi rejimi ile tedavi edilmiştir.LEPRALI HASTALARIN YAKINLARI KONTROL EDİLİYOR MU?
Kontrol çalışmalarında kayıtlı hastaların tüm yakınları lepra açısından düzenli olarak kontrol edilmekte ve bunlar arasında saptanan yeni hastalar henüz sakatlıklar oluşmadan erken dönem de tedavi altına alınmaktadır. Yine tüm hastaların tümüne yakın bir bölümü bu tedaviyi tamamlamışlardır. Tedavi çalışmaları sürdürülürken, bir yandan da çoğu ileri derecede sakat olan hastaların yara bakımı ve tedavileri, sakatlıktan koruyucu ve sakatlıkları rehabilite edici çalışmalar düzenli olarak sürdürülmektedir. Yapılan çalışmalarla 2000 yılından sonra sporadik olgular dışında yeni olguların çıkmamaktadır. ÜLKEMİZDE LEPRA İLE İLGİLİ HANGİ MERKEZLER VE KURUMLAR VARDIR?
İstanbul(60 yataklı), Ankara(35 yataklì) ve Elazığ(260 yataklı) illerinde üç adet özel dal hastanesi lepraya yönelik olarak ücretsiz hizmet vermektedir. Ayrıca İstanbul'da kurulmuş olan Cüzzamla Savaş Derneği(İzmir`de bir Şubesi vardır) ve Cüzzamla Savaş Vakfı ile Ankara`da Cüzzam Savaş ve Araştırma Derneği olarak gönüllü örgütlenmeler bulunmaktadır. Ankara`daki dernek Lepra Mecmuası adıyla bilimsel bir yayın organı çıkarmaktadır. İstanbul`daki dernek ve vakıf ise çeşitli sosyal etkinlikler yaparak veyardımseverlerle ilişkiye geçerek hastaların sosyal sorunlarını çözümlemek, ekonomik açıdan yardımcı olmak, hasta çocuklarının eğitimlerini sürdürmeleri amacıyla burs vermek, hastalara iş bulmak ve özellikle kendi yaşadıkları çevrede üretken hale getirmekiçin yoğun çaba harcamaktadır. Tüm merkezler ve gönüllü kuruluşlar Sağlık Bakanlığı ile işbirliği yaparak her yıl Ocak ayının son haftasında Cüzzamla Savaş Haftası düzenlemektedirler. Tüm dünyada her yıl ocak ayının son pazar günü DSÖ`nün önerisiyle "Dünya Cüzzam Günü" olarak anılmaktadır.


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
11 Ocak 2007       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
LEPRA
Lepra (Hansen hastalığı, cüzzam) Mycobacterium leprae (Hansen basili)’nin neden olduğu, primer olarak periferik sinirleri, sekonder olarak da deriyi ve diğer organları tutan kronik, progressif ve bildirimi zorunlu bir hastalıktır. "Lepra" Yunanca "kepekli, kabuklu" anlamına gelen bir kelimedir.
Lepra, insanlık tarihi kadar eski bir hastalıktır. Hastalıktan, insanları çirkinleştirdiği ve sakat bıraktığı için çağlar boyu korkulmuş, birçok deri hastalığı ile sakat bırakıcı ve çirkinleştirici tüm hastalıklar "lepra" olarak isimlendirilmiş, hastalar izole edilmiştir. Osmanlılar döneminde yaptırılan ilk cüzzamhane (leprozari, leprozaryum), Edirne-Kirişhane’de hizmete girdi (1421). Bunu, Üsküdar, Bursa, Lefkoşe ve Girit’te açılan cüzzamhaneler izledi. Hastalığa yakalananlar cüzzamhaneye kapatılarak izole edilirdi. Hastaların bakımları bağış ve Vakıflar İdaresi’nin yardımlarıyla sürdürülürdü. Cüzzamhane bulunmayan kentlerde, dış mahallelerden biri cüzzamlılara ayrılır ve kente girmelerine izin verilmezdi.


Epidemiyoloji:
Kişinin lepraya yakalanabilmesi için, bazı koşulların birarada olması gereklidir:
1. Doğuştan predispozisyon: Lepra, ancak hastalığa doğuştan yatkın olan kişilerde ortaya çıkar.
2. Çocuk yaşta olma: Endemik bölgelerde hastalık, sıklıkla çocuklarda görülür, fakat 2-7 yıl gibi uzun bir kuluçka süresi ve ilk belirtilerin gözden kaçması nedeniyle tanı erişkin yaşta konur. Lepraya karşı genelde erişkinlerin doğal direnci vardır. Erişkin gönüllülere infeksiyonu bulaştırma çabaları sonuçsuz kalmıştır. Şimdiye kadar, lepralılarla uğraşan sağlık personeli arasında lepraya yakalanan yoktur. Evli çiftler arasında, hasta eşten sağlıklı eşe hastalığın geçme oranı % 5 cıvarındadır.
3. Bol basilli tedavisiz hasta: Lepra insana özgü bir infeksiyondur. Dolayısıyla doğal rezervuarı insandır. Lepralı hastaların ancak çok azında başkalarını aşılayacak tipte basil bulunur. Özellikle lepromatöz lepralı olgularda, burun, ağız, boğaz mukozasında ve deride bol miktarda lepra basili vardır. Bulaşma bu hastaların hapşırık, aksırık ve öksürme ile çıkardıkları basillerin inhalasyon yoluyla alınması sonucu olur. Basilller deride derin dermada yerleştiği için, hastalık deri yolu ile bulaşmaz.
Lepra basili plasentadan geçmez, ancak lepralı annelerin çocukları genellikle düşük kilolu doğar, büyümeleri yavaştır.
Hastalık, tedaviye başlandıktan birkaç hafta sonra, basiller parçalandığı için, bulaşıcılığını kaybeder. Tedavisine başlanmış ve birkaç hafta geçmiş hastaların kimseye zararı yoktur; evlerine, işlerine giderler.

4. Bu hasta ile uzun süreli yakın temas:İnfeksiyona yakalanmanın bir koşulu da, basilin yıllarca tekrar tekrar alınmasıdır. Özellikle aile içinde tedavisiz bir hasta ile sürekli ve yakın temasta bulunan çocukların infeksiyona yakalanma olasılığı yüksektir.
5. Bozuk sosyoekonomik durum:
Lepranın sosyoekonomik durumla yakın ilişkisi vardır. Kötü hijyenik koşullar, yetersiz beslenme, içiçe yaşama gibi tüm infeksiyonlara zemin hazırlayan faktörler lepra için de geçerlidir. Sağlığa uygun evlerde yaşayan, iyi besin alan, iyi gelişen toplumlarda lepra kendiliğinden kaybolabilmektedir. Lepra, yüzyıl kadar önce Norveç'de ve daha birçok Avrupa ülkesinde salgın halde bulunduğu ve hiçbir tedavi ve savaş yapılmadığı halde kendiliğinden yok olmuştur.

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, yeryüzünde 10-12 milyon lepralı vardır, 2002 yılı başı itibariyle, bunların 640 bini tedavi altındadır. Olguların % 62'si Asya'da, % 34'ü Afrika'da, % 3'ü Güney Amerika'da yer alır. Lepranın bir sağlık sorunu olduğu ülke sayısı 10’dur. Bu ülkelerin dışındaki ülkelerde prevalans 10 000’de 1’dir.
Ülkemizde 5000-6000 lepralı olduğu sanılmaktadır; 2002 yılı başı itibariyle kayıtlarda 2.600 lepralı bulunmaktadır. Bunların 35’i tedavi altındadır; diğerleri ise tedavileri tamamlanan hastalardır. Hastalığın en yoğun olduğu iller Van, Ağrı, Kars, Malatya, Erzurum ve Sivas'dır. Ancak Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'dan, büyük illere olan göç nedeniyle, hastaların yaklaşık beşte ikisi İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Mersin ve Adana illerinde yaşamaktadır. Rize dışında tüm illerde kayıtlı hasta bulunmaktadır. Yurdumuzda son beş yıldır, her yıl yeni saptanan olgu sayısı 15'in altındadır.
Lepralı hastalarda kadın/erkek oranı yaklaşık 1/2'dir.
Yurdumuzda biri Elazığ'da 260 yataklı, biri İstanbul'da 60 yataklı, biri Ankara’da 35 yataklı olmak üzere üç lepra hastanesi bulunmaktadır.


Klinik:

Lepra aslında bir periferik nöropatidir. Lepra basili vücuda alındığında hedefi, periferik sinirlerin Schwann hücreleridir. Basil Schwann hücresine girdikten sonra hastalığın gelişip gelişmeyeceğini konağın hücresel immünitesi belirler. Buraya gelen basillerle organizma arasında yıllar süren bir savaş olur. Genellikle basiller yok edilir ve hastalık meydana gelmez. Hastalık olacaksa, kişinin immünitesine göre, 2-7 yıllık bir enkübasyon döneminden sonra hastalık tablosu ortaya çıkar.
İnfeksiyon, insanların yaklaşık % 90'ında subklinik seviyede iyileşir, hastalık belirtisi ortaya çıkmaz; % 10'unda indetermine lepra oluşur. İndetermine lepranın 3/4'ü spontan iyileşme gösterir, 1/4'ü konağın hücresel immün yanıtına göre klinik tiplerden birine yerleşir.
Lepranın klinik belirtileri çok çeşitlidir. Hastalık tek bir deri belirtisi veya sayılamayacak kadar çok deri belirtisi, sinir tutulması ve organ bulgusu ile seyredebilir.Olguların hekime başvuru yakınmalarının başında deri belirtileri yer alır. Deride bir veya birkaç hipopigmante makül veya çok sayıda eritemli makül, nodül, papül ile hekime başvurabilir. Lepranın en önemli belirtilerinden birinin duyu kaybı olmasına rağmen, bu yakınma ile başvuran hasta sayısı oldukça azdır, ancak duyu kusurunun komplikasyonu olan yanık, travmatik ülser, planter ülser gibi bir belirti ile hekime gidebilir. Bunların dışında burun tıkanıklığı, burun kanaması, el ve ayak kaslarında pareziler, tenosinovit, nöral ağrı, paresteziler, görme bulanıklığı, testislerde ağrı, eklem ağrıları, lenfadenopati, el ve ayaklarda lokal ödem de başvuru nedeni olabilir.
Belirtilerin bu kadar çeşitli olmasına karşın, lepranın üç kardinal belirtisi vardır. Bunlar, plakta duyu kaybı, sinir kalınlaşması ve lezyonda basil bulunmasıdır.


Lepranın Klinik Formları:
Lepranın klinik formları klinik, bakteriyolojik, immünolojik ve histopatolojik kriterlere göre belirlenir. Buna göre lepranın dört klinik tipi vardır:
1. İndetermine lepra (IL)
2. Tüberküloid lepra (TT)
3. Lepromatöz lepra (LL)
4. Borderlayn lepra
a. Borderlayn tüberküloid lepra (BT)
b. Borderlayn lepromatöz lepra (BL)
c. Midborderlayn lepra (BB)


lepra

Şekil 1 : Lepranın klinik formları.

İndetermine lepra:
İndetermine lepranın klinik belirtisi, deriden kabarık olmayan, net sınırlı, hipopigmente bir veya birkaç adet maküldür. Bazı olgularda hafif duyu kaybı da olabilir. Lezyon daha çok yüze, kol ve bacakların ekstansör yüzlerine, kalçalara yerleşir. Lezyonlar multipl olduğunda yerleşim asimetriktir. Deride basil bulunmaz, biyopsi anlamlı sonuç vermez, duyu kusuru olmayabilir, lepromin testi negatiftir.
Duyu kusuru gelişince tanı kolaylaşır. Bir hastayla yakın temas öyküsü, hekimi yönlendirir. İndetermine yani kararsız lepra denen bu lezyon, ya kendiliğinden kaybolur ya da diğer lepra tiplerinden birine değişir.
Lepromin testi: Leprom ezmelerinden hazırlanan ve ölü basil içeren materyalden 0.1 cc deri altına enjekte edilir. Sonuç 21 gün sonra okunur. 3-10 mm arası papül veya ortası nekrotik, sert, pembe nodül pozitif reaksiyon olarak değerlendirilir. Lezyonun çapı 3-5 mm ise (+), 5 mm’den büyük ise (++), ülserleşmiş ise (+++) olarak kabul edilir.
Lepromin testi tüberküloid leprada (+++), borderlayn tüberküloid leprada (++) veya (+), midborderlayn leprada (+) veya (-), borderlayn lepromatöz lepra, lepramatöz lepra ve indetermine leprada (-)’tir.


Tüberküloid lepra:
Schwann hücresine gelen basil, hücresel immünitesi yüksek olan kişide ancak o sinirde ürer. Sinirde epiteloid histiyositler ve dev hücrelerin oluşturduğu tüberküloid granüloma sonucu kalınlaşma, ağrı, duyu kaybı, kas erimesi ortaya çıkar. Sinirdeki kalınlaşma gözle görülebilir, palpe edilebilir. Bu gelişen lepra tipi tüberküloid lepradır.
Tüberküloid leprada genellikle bir ya da en çok iki-üç sinir hastalanır. En çok yüzeyel ve serin yerlerin sinirleri (yüz, boyun, kol ve bacak) tutulur. Bu sinirlerin innerve ettiği bölgelerde ağrı, dokunma ve sıcak-soğuk duyuları kaybolur.
Deri belirtisi, hasta sinire yakın bölge derisinde, çapı 30 cm’ye kadar varabilen bir veya birkaç adet plaktır. Bu plak hipopigmente veya eritemli, bazan hafif skuamlı, oval veya yuvarlak, net sınırlı, hafifçe kabarık ve infiltredir. Lezyonlarda bül, ülserasyon gelişebilir. Plakta duyu kusuru vardır, kurudur, terleme yoktur, kıllar dökülmüştür.
Lezyonda ve lezyonsuz deride basil yoktur, lepromin testi kuvvetli pozitiftir. Histopatolojisinde epiteloid hücreler ve bunların çevresinde lenfositlerden oluşan tüberküloid granüloma gözlenir. Langhans tipi dev hücreler mevcuttur. Periferik sinirde ise perineuriumu salim bırakan granülomatöz reaksiyon görülür.
Tüberküloid lepra, deri belirtisi olmaksızın sadece sinir belirtileri ile seyredebilir, bu lepra tipi nöral lepra olarak adlandırılır.
Tüberküloid lepra, tedavisiz kalırsa bazen kendiliğinden iyileşebilir, fakat genellikle sinir harabiyeti sonucu felçler, deformiteler ortaya çıkar.

Lepromatöz lepra:
Schwann hücresine gelen basil, hücresel immünitesi bozuk olan insanda alabildiğince ürer ve kan, lenf ve komşuluk yolu ile deri ve içorganlara yayılırsa lepromatöz lepra gelişir. Hastalığın başlangıçta iki bulgusu vardır, ancak sorulmadığı takdirde gözden kaçar: Nazal semptomlar ile el ve ayaklardaki lokal ödemler. Nazal semptomlar olguların çoğunda bulunur; bunlar burun tıkanıklığı, burunda krut oluşumu, burundan kanlı akıntı gelmesidir. Ayak bilekleri çevresinde ödem diğer önemli bulgudur. Bu belirti daha çok akşama doğru şiddetlenir, istirahatla geriler.
Lepromatöz leprada lezyonlar, vücudun açık bölgelerinde (yüz, ekstremiteler) ve gövdede simetrik olarak yerleşmişlerdir. İmmün bölgeler (saçlı deri, aksilla, kasık, perine, sırtın orta hattı) tutulmaz. Başlangıç lezyonları çok sayıda, küçük, sınırları belirsiz, hipo- veya hiperpigmente veya eritemli maküllerdir, bunlarda duyu kusuru yoktur veya hafiftir, terleme ve kıllanma normaldir. Bu dönemde sinirlerde kalınlaşma yoktur. Daha sonra papüller, nodüller (leprom) ve plaklar ortaya çıkar. Lezyonlarda duyu kusuru vardır, terleme durmuştur ve kıllar dökülmüştür. Tüm periferik sinirler kalınlaşır ve ellerde eldiven, ayaklarda çorap tarzında simetrik duyu kusurları oluşur.
Lepromların yüzde kabarık oluşları ve sulkusların derinliği aslan yüzü (fasiyes leonin) denen görünümü yapar. Yüzde kıl kaybı gelişir; başlangıçta kaşlar uçlardan dökülür (sign d`Omnibus), daha sonra tüm kaş ve kirpikler kaybolur (madorosis); saçlı deri genellikle etkilenmez.
Lezyonlarda ve lezyonsuz deride bol basil vardır, lepromin testi negatiftir. Histopatolojisinde orta ve derin dermisde daha çok makrofajlardan oluşan infiltrasyon, seyrek olarak lenfositler gözlenir.
Hasta tedavisiz kalırsa, gözler, retiküloendotelyal sistem, kemikler, testis ve diğer organlar hastalanır, deformiteler ve komplikasyonlar ortaya çıkar.

Borderlayn lepra:
İmmünitenin orta derecede olduğu durumlarda borderlayn lepra gelişir. Eğer immün yanıt tüberküloid lepraya yakın ise borderlayn tüberküloid lepra, lepromatöz lepraya yakın ise borderlayn lepromatöz lepra, tam ortada ise midborderlayn lepra ortaya çıkar.
Borderlayn lepra tipleri stabil değildir ve kolaylıkla tip değiştirebilir. Hastalık tedavi edilmediği takdirde lepromatöz uca, tedavi edildiği takdirde tüberküloid uca doğru kayar.
Borderlayn tüberküloid leprada, çok sayıda plak vardır. Plaklar asimetrik yerleşimlidir, TT'ye göre daha az infiltredir, sınırları daha az belirgindir, çevrelerinde satellit lezyonlar vardır. Birden fazla sinir, asimetrik olarak tutulur; sinirler kalın ve ağrılıdır. Lezyonlarda terleme azalmıştır, duyu kusuru bulunur, basil yoktur. Lepromin testi hafif pozitiftir. Histopatolojisinde epiteloid hücreler, seyrek olarak dev hücreler, orta derecede lenfosit infiltrasyonu gözlenir.
Borderlayn lepromatöz leprada maküller, papüller, nodüller, plaklar vardır; lepromatöz lepradakine benzerler, fakat simetri göstermezler. Mukoza tutuluşu ve kaş, kirpik kaybının olmaması ile lepromatöz lepradan klinik olarak ayrılabilir. Periferik sinirlerin hemen hepsi tutulur, fakat ağrı yoktur. Lezyonlarda duyu kusuru yoktur; bol basil vardır. Lepromin testi negatiftir. Histopatolojisinde daha çok makrofajlardan oluşan bir infiltrasyon vardır. Lenfositler seyrektir ve granülomanın merkezinde kümeler oluşturur.
Midborderlayn lepra, borderlayn spektrumun tam ortasında, nadir görülen, kolaylıkla BT veya BL'ye kayan bir tiptir. Lezyon olarak maküller, papüller, plaklar veya bunların çeşitli kombinasyonları vardır. Lezyonlar simetrik yerleşmeye eğilimlidir. Periferik sinir tutulumu değişkenlik gösterir. Lezyonlarda basil bulunur, lepromin testi negatif veya pozitif olabilir.
Ülkemizde en sık görülen lepra tipi BL ve LL'dır.

Lepra deformiteleri ve komplikasyonları:

1. Gözde ağrı, fotofobi, glokom, keratit, iritis, iridosiklitis, körlük,
2. Ektropiyon, pitoz,
3. Fasyal paralizi,
4. Pençe el, pençe ayak,
5. Düşük el, düşük ayak,
6. Tenar, hipotenar ve avuç içi kaslarının erimesi,
7. Septum perforasyonu sonucu semer burun,
8. Üst kesici dişlerin dökülmesi,
9. Damak perforasyonları,
10. Tekrarlayan yanıklar,
11. Postlezyonel sikatrisler,
12. Osteomiyelit sonucu deformiteler,
13. Osteporoz,
14. Mal perforanlar,
15. Alt ekstremitelerde ihtiyoziform değişiklikler,
16. Testis atrofisi sonucu jinekomasti,
17. Testis atrofisi,over atrofisi sonucu sterilite,
18. Karaciğer infiltrasyonu sonucu hepatomegali,
19. Lenf bezi infiltrasyonu sonucu lenfadenopati,
20. Mutilasyonlar.
Leprada ölüm nedenleri, normal popülasyondan farklı değildir.

Leprada reaksiyonlar:
Leprada ortaya çıkan ve hekimi çok uğraştıran bazı olaylara reaksiyon adı verilir. Bunlar iki grupta toplanır:
1. Reversal (Tip 1) reaksiyon: Varolan belirtilerde birdenbire kabarma, kızarma, sinirlerde şişme olur. Hatta sinirlerde abseleşme ve felçler oluşabilir.
2. Eritema nodozum leprozum (Tip 2 reaksiyon): Kollarda, bacaklarda, yüzde, kalçalarda eritema nodozumlar; eklem, kemik ve sinir ağrıları; vaskülitler, burun kanaması, akut iridosiklit, epididimoorşit, adenopati, ani akşam ateşi olur.

Laboratuvar bulguları:
Lepromatöz ve daha az olmak üzere borderlayn leprada:
1. Hafif anemi,
2. Sedimentasyon yüksekliği,
3. Gammaglobulinlerde artma,
4. Sifiliz serolojik testlerinin pozitifliği,
5. LE hücresi pozitifliği,
6. Soğuk aglutininlerin pozitifliği bulunabilir.

Tanı:
Leprada tanı için gerekli yöntemler şunlardır:
1. Klinik görünüm,
2. Aile anamnezi,
3. Ailede lepralı araştırılması,
4. Duyu kusuru araştırılması,
5. Sinirlerin muayenesi,
6. Basil araştırılması (lezyondan veya sinirden),
7. Lepromin testi,
8. Histopatolojik inceleme.

Ayırıcı tanı:
1. Maküler lezyonlar:
a. Depigmente: Vitiligo, pitriyazis simpleks, morfea, postinflamatuvar depigmentasyon.
b.Hiperpigmente: Café au lait maküller, parapsoriasis an plak, postinflamatuvar hiperpigmentasyon (Fiks ilaç erüpsiyonu, liken plan,...).
2. Papüler lezyonlar:
Dissemine granülom anüler, sarkoidoz, liken plan, sifiliz, layşmanid, leyomiyom, siringom.
3. Plak lezyonlar:
a. Anüler: Tinea korporis, pitriyazis rosea, liken plan, figüre eritemler, granülom anüler, sarkoidoz, deri lenfoması.
b. Solid: Derinin benign ve malign lenfositik infiltrasyonları, psoriasis, sarkoidoz, fasiyal granülom, infeksiyöz granülomlar (mikozik, treponemal, mikobakteriyel, layşmaniyal), deri lenfoması.
4. Nodüler lezyonlar:
Akne vulgaris, ksantoma, granülomlar, eritema elevatum diutinum, pretibial miksödem, liken miksödematöz, nörofibromatozis, Kaposi sarkomu, deri lenfoması.

Tedavi:
Lepralı hastaların izolasyonu bugün tamamen bırakılmıştır. Genellikle evlerinde ve ayaktan tedavi öngörülmektedir. Ancak çok önemli bir reaksiyon, ağır bir infeksiyon varsa, bir operasyon gerekirse herhangi bir hastaneye yatırılmaları ve diğer hastalıklarda uygulanan hijyen kuralları altında tedavileri uygundur.
Başarılı bir lepra tedavisi için en önemli koşul, erken tanı ve yeterli tedavidir. Erken tanı için her hekimin lepranın belirtilerini çok iyi tanıması şarttır.
Ülkemizde lepranın tedavisi “Sağlık Bakanlığı Hansen Hastalığı Teşhis ve Tedavi Yönetmeliği”ne göre yapılır; lepra tedavisi ücretsizdir.
Tedavide kullanılan ilaçlar şunlardır:
1. Sülfonlar (Dapson),
2. Klofazimin (Lampren),
3. Rifampisin,
4. Ethionamid (veya prothionamid).
LL, BL, BB’da dapson+rifampisin+prothionamid kombinasyonu en az 2 yıl uygulanır ve hastalar 5 yıl izlenir.
TT, BT, IL’da dapson+rifampisin kombinasyonu 6 ay uygulanır ve hastalar 2 yıl izlenir.


Korunma:
BCG aşısı, nonspesifik olarak hücresel immüniteyi arttırdığı için lepradan korunmada önemlidir. Yaşam koşulları iyileştirilmelidir.


Yazar Prof. Dr. Süleyman Pişkin
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
EDEBALİ - avatarı
EDEBALİ
Ziyaretçi
1 Mart 2008       Mesaj #4
EDEBALİ - avatarı
Ziyaretçi
Cüzzam, Hansen basili ya da Mycobacterium leprae adı verilen bir mikroorganizmanın yol açtığı , çevresel sinir sistemi ve deri başta olmak üzere birçok sistem ve organı etkileyebilen , bulaşıcı bir hastalıktır.

Diğer ismi lepra olan hastalığa eskiden miskin hastalığı da denirdi.

Çağlar boyu çok korkulan bir hastalık olan cüzzam , birçok yazın ve sinema yapıtına da konu olmuştur

Cüzzam hastalığının ilk kez ne zaman ortaya çıktığını kesin olarak belirlemek halen mümkün olmasa da hastalığı tanısı ile ilgili ilk yazılı kayıtlar M.Ö. 600]'lü yıllara aittir(1). Hint , Mısır ve Çin uygarlıklarının bu tarihten daha önceleri M.Ö. 16-13. yüzyıllarda hastalığı tanıdıkları var sayılmaktadır. Bu zaman dilimine tarihlenen Mısır'da bulunan bazı kalıntılar varsayımı desteklemektedir. Eski Yunanlılar ve Araplar'ın da hastalığı tanıdıkları düşünülmektedir.

Bazı kaynaklar cüzzam'ın Avrupa'ya Hindistan'dan Büyük İskender'in ordusunun askerleri ile , bazıları da Roma askerleri tarafından taşındığını öne sürerler.

Cüzzam Haçlı seferleri sırasında oldukça yaygın bir hal almıştır. Hastalık yaygınlaşmaya başladıkça cüzzamlılar adeta lanetlenmiş kimseler olarak kabul edilip, toplumdan dışlanmışlardır.

Cüzzamlılar yerleşim birimlerinden uzak yerlere hatta özel adalara sürülerek , buralarda kendi hallerine bırakılmaktaydılar. Cüzzamlı hastaları toplayıp barındıran ve miskinhane olarak bilinen kurumlar da vardı. On altıncı asrın başlarına doğru cüzzam Avrupa'da azaldığı için hastalar yeniden bazı sosyal haklara kavuştular.
Hastalık nedeni olan basil 1873 yılında Gerhard Armauer Hansen tarafından tanımlanmıştır. Bu basil birçok özelliği bakımından veremi yapan Koch basiline benzemektedir. Bu mikrop doğada sadece insan vücudunda bulunmaktadır. Bakteri'nin yapay ortamlarda kültürlenbilmesi mümkün olamamıştır. İnsan dışında yalnızca Güney Amerika'da yaşayan Armadillo ve bazı farelerde hastalık yapabilmektedir.

Hastalığın tanısı yalnızca mikroskobik incelemelere dayanır. Çünkü kültür besiyerlerinde üreyememektedir. Mikroskobik inceleme için burun mukozası kazınarak alınan madde Ehrlich Ziehl Neelsen yöntemi ile boyanarak incelenir. Küme ve demet halinde toplu kısmen serbest ya da hücre içinde olan basiller görülür. Ayrıca deri lezyonlarından biyopsi ile parça alınarak boyanarak incelenebilir. Alınan bu örneklerin bir kısmının üzerine; bir damla DOPA = (3-4 dihydroxphenylalanine) karıştırılır ve bakteriler Mycobacterium leprae ise siyahlaşma olur. Tanı için diğer bir işlem Histamin testidir. Sağlam ve hasta deriye iğne ile çizgi çizilerek histamin eriği damlatıldığı zaman sağlam deri reaksiyon verirken cüzzamlı deri reaksiyon veremez.(3)

Cüzzam’ın bulaşma kaynağı sadece insandır. Basil hasta vücudundan dışarıya çeşitli yara salgıları ve özellikle burun salgısı ile çıkar ve etrafa yayılır. İnsanlar arasındaki bulaşmanın nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber bunun daha çok sıkı temasla olduğu ve bu temasın uzun süre devamının gerekli bulunduğu düşünülmektedir. Çocuklara anne sütü ile geçebilmektedir. Hastalığa duyarlılık 3-5 yaşlarında daha fazladır.(3)

Cüzzamın kuluçka süresi oldukça uzundur. Bu süre iki seneden yirmi seneye kadar vücudun direncine bağlı olarak uzayabilir. Cüzzam hastalığının tablosu vücudun direncine bağlı olarak birbirinden ayrılan iki ana tip ve iki ara tipten meydana gelir. Ana tipler Lepramatöz tip ve Tüberküloit tip cüzzamlardır. Ara tipler ise Borderlein tip ve İndetermine tip cüzzamlardır.

Şimdi de bu kötü hastalıgı gösteren birkaç resim..



lepra 0101

lepra



10162 lepra sak

76 77lepra
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 25 Aralık 2008 20:05
Alvarez Ocean - avatarı
Alvarez Ocean
Ziyaretçi
29 Kasım 2009       Mesaj #5
Alvarez Ocean - avatarı
Ziyaretçi
Lepra Hastalığı - Hansen Hastalığı - Lepra Ppt

Alıntı

Bu maddedeki yazılar yalnızca bilgi verme amaçlıdır. Yazılanlar, doktor uyarısı ya da uzman önerisi değildir.



Bulaşıcılık oranı düşük olan bu hastalık tropik bölgelerin çoğunda endemiktir. Aside dirençli miroorganizma Myobacterium leprae'nin etkeni olduğu enfeksiyon uzun süreli yakın ilişki sonucu bulaşır; bu nedenle kuluçka döneminin yıllar sürdüğü bilinmekle birlikte, kesin olarak kaç yıl olduğunu belirlemek güçtür. Bilinen bir rezervuar hayvan veya vektör yoktur.

1) Tüberküloid Lepra: Hastalığın selim türüdür. Esas reaksiyon periferik sinirlerde ve bunların sinirlendirdiği deride görülür. Hastalar uyaşmadan, karıncalanmalardan ve hasta bölgelerde ağrı ve ısı duyumundaki kayıptan yakmalar. Tutulan simin veya sinirler palpasyonla kordon gibi serttir.

Lepra Deri

Kenarları deriden kabarık, sınırları belirgin, halka şeklinde eritem alanları meydana gelir ve bunlar genişledikçe ortaları iyeleşir ve pigmentini kaybeder. Buna borderline tüberküloid veya dimorf lepra adı verilir.

2) Lepromatöz Lepra: Hastalığın habis türüdür. En erken lenyon yüz, baş, göğüs ve kolların ekstensor yüzeylerinde maküler bir döküntüdür. Özellikle yüz ve kulak derilerinde çok sayıda M. leprae içeren granülomatöz reaksiyonlar meydana gelir. Çok az bir enflamatuar reaksiyona neden olduğundan sinir fonksiyonu hastalığın çok geç evrelerine kadar bozulmaz.
Tanı Lepromatöz leprada deri lezyonlarından alınan kazıntılarda karakteristik aside dirençli basillerin bulunmasıyla; tüberküloid ve dimorf lepra türlerindeyse derinin ve sinir lifçiklerinin karakteristik histolojisi ile konur.




ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
11 Mayıs 2011       Mesaj #6
ener - avatarı
Ziyaretçi
Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs

Cüzam

Deride birtakım urlarla başlayan, yer yer kangrenler yapan, parmakları döken, mikroplu ve öldürücü bir hastalık. Lepra, miskin hastalığı gibi adlar da verilir. Etkeni, Hansen basili denen bir mikroptur. Kuluçka devresi 3-5 yıldır. Ağız, burun salgıları, idrar, dışkı, açık lepra yaraları, yiyecekler ve kullanılan eşyalarla bulaşabilir. Mikrop, önce çevredeki sinirleri, sonra da üst solunum yolları mukozası, deri, göz, testisler ve retikulo endotelyel sistemi etkiler. Lepramatöz lepra tipinde, yüz, gövde, kol ve bacaklarda soluk kırmızı lekeler oluşur. Bu lekeler büyüyerek nodül denen şişliklere dönüşür. Deride duyu azalması, kaşların dökülmesi, yüzün aslan yüzüne benzemesi gibi belirtiler görülür. Vücutta hastalığa karşı direnç varsa, mikrop yüzeysel bir sinir hücresine yerleştiğinde hastalık tüberküloid lepra denen biçimde gelişir. Sinire yakın mikroplu bölgede kırmızı, keskin sınırlı, kuru, kılsız, kabuklu bir plak oluşur. Bu plakta duygu kaybolur. Tüberküloid lepra, tedavi edilmezse başka tiplere dönüşür. Hastalık çok bulaşıcı olmadığından hastayı ayırmaya gerek yoktur. Ancak sağlıklı çocukları hasta aileden ayırmalıdır. Eski çağlarda büyük korku yaratan cüzam, bugün korkulacak bir hastalık olmaktan çıkmıştır.