HASTANE. Yalnızca aile doktorunun gözetimi altında evde bakılamayacak kadar ağır hasta ve yaralıların tedavisi için en uygun yer hastanelerdir. Çünkü hastanelerde tedavi ve ameliyat için gerekli bütün araç, gereç ve donanım ile hepsi kendi alanında uzmanlaşmış doktoru, hemşiresi, laboratuvar görevlisiyle kalabalık bir sağlık ordusu tek bir çatı altında toplanmıştır. Bu kurumda hastalığa tanı koymak için gereken bütün testler yapılır, uygun görülen tedavi uygulanır ve hasta iyileşinceye kadar orada barındırılarak doktor gözetiminde tutulur. Bugün büyük hastanelerin çoğu aynı zamanda önemli birer araştırma merkezi ve stajyer doktorların deneyim kazanarak kendilerini geliştirdikleri birer eğitim kurumudur.
Eski Hastaneler
Eski Yunanlılar, sağlık tanrısı Asklepios adına Anadolu'da kurdukları bazı tapınakları hem hastalar için tedavi ve dinlenme yeri, hem de doktorlar için bir eğitim merkezi olarak kullanırlardı. Mısır, Babil ve Hindistan'da da bu tip hastaneler kurulmuştu. Çok sık savaşan ve yaralı askerlerin bakımı için askeri hastanelere gerek duyan Romalılar zamanında bu hastaneler çok büyük önem kazandı.
İS 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nda, kapılarını yalnız yaralı askerlere değil bütün hastalara açan kilise hastanelerinin kurulmasıyla yeni bir dönem başladı. Bu gelenek yüzyıllarca sürdü ve bütün ortaçağ boyunca Avrupa'daki hastanelerin çoğu manastırların yönetimi altında hizmet verdi; hastaların bakımını da rahipler ile rahibeler üstlendi.
Zenginler daha ağır bir hastalığa yakalanmamak için kendi evlerinde tedavi gördüklerinden, bu manastır hastaneleri hemen hemen yalnızca yoksul hastaların bakımını üstlenmişti. Ama hiçbir hastanın geri çevrilmediği bu manastırlara bile cüzamlılar kesinlikle alınmazdı. Çünkü o çağlarda cüzam en korkulan hastalıktı ve çok bulaşıcı olduğuna inanılıyordu. Bu yüzden her ülkede toplumdışına itilen cüzamlılar ya özel cüzam hastanelerinde tedavi oldular ya da uzak adalarda sürgün gibi yaşamak zorunda kaldılar.
Türkler'de Hastane Geleneği
Aynı çağlarda Türkler devlet eliyle çok büyük ve gelişmiş hastaneler kuruyorlardı. Ama o zamanlar bu kurumların adı hastane değildi. "Hastalar yurdu", "hasta evi" ya da "sağlık yurdu" anlamındaki maristan, bimaristan, bi-marhane, darüşşifa ve şifahane gibi adlarla anılıyordu.
Büyük Selçuklular'ın 1194'te Şam'da kurdukları Bimaristan el-Nuri aynı zamanda bir tıp fakültesiydi ve tedavi yöntemleri Avrupa' daki benzerlerinden daha ileriydi. Özellikle ruh hastalıklarının müzikle tedavisi belki de ilk kez bu hastanede uygulanmıştı. Sonradan aynı yöntemi Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar da geliştirerek sürdürdüler.
Türkler'in Anadolu'da kurdukları ilk hastaneler 12. yüzyıldan kalmadır. Artuklular'ın Mardin, Silvan ve Harput'ta kurdukları bu hastaneleri Anadolu Selçukluları'nın Kayseri' deki Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Sivas'taki I. İzzeddin Keykavuş Darüşşifası gibi ünlü sağlık kurumları izledi. 13. yüzyılın başlarında kurulan bu yapılar günümüze kadar ayakta kalabilmiştir.
Osmanlı padişahlarının ya da yakınlarının kendi adlarına hastane kurma geleneği daha imparatorluğun ilk dönemlerinde yerleşmişti. Bunların ilk örneği 1400'de kurulan Yıldırım Darüşşifası'dır. Fatih Sultan Mehmed'in 147()'te yaptırdığı 70 odalı Fatih Darüşşifası ise o dönemde Avrupa'nın en büyük hastanelerinden biriydi. Hekim de yetiştiren bu hastanede yoksul hastalardan tedavi ve ilaç parası alınmazdı. 1488'de Edirne'de yapılan II. Bayezid Darüşşifası da temiz ve titiz bir hastane olarak ün kazanmıştı. Hastanenin kusursuz bir havalandırma sistemi vardı ve haftada üç kez hastalara konser verilirdi. 1551'den günümüze kadar gelebilen köklü hastanelerden biri de İstanbul'daki Haseki Hastanesi'dir. Yüzyıllarca yalnız kadın-doğum hastanesi olarak kullanılan ve 1860'ta kadın tutukevine dönüştürülen bu hastane 188()'de İstanbul Belediyesi'ne devredilince yoksul ve yetimlerin bakımına ayrıldı.
Osmanlı hastaneleri külliyelerin, yani cami, medrese, aşevi, kitaplık, türbe, hamam, çeşme, çarşı, han gibi bölümlerden oluşan bir yapılar bütününün parçası olarak planlanır, sağlık hizmetlerinin yanı sıra usta çırak yöntemiyle hekim yetiştirilirdi. Bu uygulama 19. yüzyılın ortalarına kadar sürdü. O tarihte ilk çağdaş hastaneler kurulmaya başladı; pek çok askeri ve sivil hastane yapıldı. Ayrıca, savaş sırasında bu yerleşik hastaneler yaralıların bakımına yetişemediği için hızla gezici hastaneler kuruluyordu. Örneğin Balkan ve I. Dünya savaşları sırasında yalnızca İstanbul' da 40 kadar gezici hastane vardı.
19. yüzyılda kurulan sivil hastanelerin en önemlisi yalnızca sarayda oturanların tedavisiyle ilgilenen Mabeyn Hastanesi'dir. Bunu. 1837'de Edirnekapı'da kurulan Gariplere ve Bekârlara Mahsus Hastane ile 1845'te Yeni-bahçe'de kurulan Bezmiâlem Gureba-yı Müs-limin Hastanesi izledi. Türkiye'nin ilk paralı hastanesi 1861'de kurulan ve 1935'te doğumevi olarak yeniden düzenlenen Zeynep Kâmil Hastanesi, ilk çocuk hastanesi ise 1899'da Hamidiye Etfal Hastanesi adıyla kurulan Şişli Çocuk Hastanesi'dir. 20. yüzyılın başında kurulan Cerrahpaşa Hastanesi (1910), Haydarpaşa İntaniye Hastanesi (1924), Heybeliada Sanatoryumu (1924) ve Bakırköy Akliye ve Asabiye Hastanesi (1927) bugün de sağlık hizmetlerini sürdürmektedir.
Çağdaş Hastanelerin Başlangıcı
Hastanelerin bugünkü anlamda birer tıp kurumuna dönüşmesinde iki önemli buluşun çok büyük payı olmuştur. Bunlardan biri, eter, kloroform ve diazot monoksit (güldürücü gaz) gibi anestezik maddelerle ilk kez ağrısız ameliyat olanağının doğmasıdır. Bu maddeler hastanın bilincini ve ağrı duyumunu yok ettiği için uzun süren karmaşık ameliyatlar yapılabiliyordu.
İkinci büyük gelişme, 1867'de İngiliz cerrah Joseph Lister'ın ameliyat sırasında antiseptik (mikrop öldürücü) maddelerin kullanılmasını önermesidir. Lister, hastaları sağlıklarına kavuşturabilmek ve ameliyat sonrası ölümleri engelleyebilmek için mutlaka mikropsuz bir ortamda çalışmaları gerektiğini savunarak öncülüğünü kendisi yaptı. Ameliyatların yapılması, araç gereçlerin saklanması, ameliyattan önce ve sonra hastanın bakımı için özel bir yer gerekiyordu. Bu tanıma uygun yerlerin düzenlenmesiyle çağdaş hastaneler dönemi başlamış oldu.
19. yüzyılın ortalarına kadar hastanelerin en sıradan temizlik ve bakım personeli olarak görülen hemşireler, Kırım Savaşımdan (1853-56) sonra Florence Nightingale'in çabalarıyla bu mesleğe gerçek anlamını kazandırdılar. Çok geçmeden birçok ülkede hemşirelik okulları açıldı ve bu okullardan yetişen hemşireler hastanelerin çağdaşlaşmasında önemli görevler üstlendiler.
Gene 19. yüzyılın sonlarına doğru hastanelerdeki çok yataklı genel koğuşlara ilk kez hastaların para ödeyerek kaldıkları özel odalar eklendi. Bu odaların belirli bir ücreti yoktu; hastalar kendi olanaklarınca bağışta bulunuyorlardı. 20. yüzyılın ortalarında birçok ülkede sağlık hizmetlerinin devletçe denetlenmesi ve devlet bütçesinden hastanelere ödenek ayrılması için yasalar çıkarıldı. Halk sağlığının güvence altına alınmasını amaçlayan sosyal sigorta kurumlarının başlangıcı da aynı döneme rastlar . Ama bu sağlık sigortası sisteminin yapısı bütün ülkelerde aynı değildir. Örneğin Türkiye'de Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur gibi sosyal güvenlik kurumlarına pirim ödeyenlerin sağlık, bakım ve hastane giderleri bu kurumlarca
rinin tümüyle parasız olduğu ve bütün yurttaşların hastane, tedavi ve bakım giderlerinin devlet bütçesinden ödendiği ender ülkelerden biridir. Buna karşılık ABD'de parasız tedavi olanağı sunan devlet hastaneleri çok azdır ve hemen herkes kendi adına özel sağlık sigortası yaptırır.
bayı andıran çok hareketli bir yerdir. Hastanenin yönetiminden sorumlu olan başhekim ve yardımcıları, hastaların tedavi ve bakımıyla ilgilenen uzman ve pratisyen doktorlar, cerrahlar, hemşireler, hastabakıcılar, her hasta için gerekli kayıtları tutan görevliler, muhasebe elemanları, hastaların ilaçlarını sağlayan eczacılar, ambulans şoförleri, kapıcılar, hademeler, mutfak personeli, temizlikçiler, elektrikçiler, teknisyenler, marangozlar, güvenlik görevlileri ve daha pek çok kişi, hastalara yardımcı olabilmek, hastanenin ve bütün araç gereçlerin kusursuz çalışmasını sağlamak için üstlerine düşen görevleri yürütürler. Üstelik hastaneye günün her saatinde hasta ve yaralı gelebileceği için bu görevlerden çoğu 24 saat aralıksız sürdürülmek zorundadır.
Genellikle her hastanede, belirli alanlarda uzmanlaşmış özel bölümler bulunur. Örneğin röntgen (radyoloji) bölümünde X ışınlarıyla ve bilgisayarlı tomografi gibi gelişmiş tekniklerle vücudun görünmeyen dokuları taranarak bütün ayrıntılarıyla incelenebilir. Diyet bölümü bazı hastalar için özel yemek listeleri hazırlar. Patoloji laboratuvarında hastadan alınan doku örnekleri incelenir; kan tahlili ve gerekli görülen öbür testler yapılır. Ayrıca ameliyathaneler, doğum odaları ve yeni doğmuş bebeklerin mikropsuz bir ortamda bakıldığı özel bebek odaları vardır. Erken doğmuş bebekler bu bölümde kuvöze alınarak gerekli sıcaklık, nem ve oksijeni sağlayan bu aygıtta bir süre doktor gözetiminde tutulur. Ağır hastalar da yoğun bakım ünitesinde sürekli izlenir. Bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış olan kişiler karantina bölümüne alınır. Acil servis ise kaza, yaralanma ya da kalp krizi gibi acil durumlar içindir.
Bir uzman doktora muayene olmak ya da istenen testleri yaptırmak için hastaneye başvuran hastalara polikliniklerde bakılır. Bir süre yatarak tedavi olması gereken hastalar ise iyileşinceye kadar hastanede kalırlar. Bu hastalar için altı, sekiz ya da daha çok yataklı koğuşlar ve tek ya da iki kişilik özel odalar vardır. Bazı hastanelerdeki özel odalar tuvaleti, banyosu, televizyonu ve öbür konforlarıyla lüks otel odaları gibidir.
Tedavi edilecek hastalar, hastanenin belirli alanlarda uzmanlaşmış bölümlerindeki koğuşlara ya da odalara yatırılır: Genel cerrahi (daha çok iç organlarla ilgili ameliyatlar); kadın-doğum ya da jinekoloji (kadınların üreme organı hastalıkları ve doğum); üroloji (erkek üreme organları ve boşaltım sistemi hastalıkları); kulak-burun-boğaz; ortopedi (kemik ve eklem hastalıkları); kardiyoloji (kalp ve damar hastalıkları); nöroloji (sinir sistemi hastalıkları); pediatri (çocuk hastalıkları); geriatri (yaşlılık hastalıkları).
Bir hastanede bütün uzmanlık bölümlerinin bulunması tanı ve tedavi açısından büyük kolaylık sağlar. Tıbbın değişik alanlarında uzmanlaşmış doktorlar hastayı inceleyip görüşlerini belirterek sağlıklı bir tanı koyabilmek için işbirliği yaparlar. Röntgen aygıtları, bilgisayarlı tomografi, ültrasonografi. kalp-akciğer ve diyaliz makinesi (yapay böbrek) gibi özel aygıtlar gerektiği anda hasta için kullanılabilir.
Buna karşılık yalnızca belirli bir hastalık grubunun tedavisini üstlenen uzmanlık hastaneleri de vardır: Kalp ve göğüs hastalıkları hastanesi, akıl ve ruh hastalıkları hastanesi gibi. Büyük kentlerdeki binlerce yataklı bu dev hastanelerin karmaşası yanında, birkaç yatağı, genellikle bir tek pratisyen doktoru ve yalnızca bir hemşiresi olan küçük kasaba hastaneleri dinlenme evlerini andırır.
Eski Hastaneler
Sponsorlu Bağlantılar
İS 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nda, kapılarını yalnız yaralı askerlere değil bütün hastalara açan kilise hastanelerinin kurulmasıyla yeni bir dönem başladı. Bu gelenek yüzyıllarca sürdü ve bütün ortaçağ boyunca Avrupa'daki hastanelerin çoğu manastırların yönetimi altında hizmet verdi; hastaların bakımını da rahipler ile rahibeler üstlendi.
Zenginler daha ağır bir hastalığa yakalanmamak için kendi evlerinde tedavi gördüklerinden, bu manastır hastaneleri hemen hemen yalnızca yoksul hastaların bakımını üstlenmişti. Ama hiçbir hastanın geri çevrilmediği bu manastırlara bile cüzamlılar kesinlikle alınmazdı. Çünkü o çağlarda cüzam en korkulan hastalıktı ve çok bulaşıcı olduğuna inanılıyordu. Bu yüzden her ülkede toplumdışına itilen cüzamlılar ya özel cüzam hastanelerinde tedavi oldular ya da uzak adalarda sürgün gibi yaşamak zorunda kaldılar.
Türkler'de Hastane Geleneği
Aynı çağlarda Türkler devlet eliyle çok büyük ve gelişmiş hastaneler kuruyorlardı. Ama o zamanlar bu kurumların adı hastane değildi. "Hastalar yurdu", "hasta evi" ya da "sağlık yurdu" anlamındaki maristan, bimaristan, bi-marhane, darüşşifa ve şifahane gibi adlarla anılıyordu.
Büyük Selçuklular'ın 1194'te Şam'da kurdukları Bimaristan el-Nuri aynı zamanda bir tıp fakültesiydi ve tedavi yöntemleri Avrupa' daki benzerlerinden daha ileriydi. Özellikle ruh hastalıklarının müzikle tedavisi belki de ilk kez bu hastanede uygulanmıştı. Sonradan aynı yöntemi Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar da geliştirerek sürdürdüler.
Türkler'in Anadolu'da kurdukları ilk hastaneler 12. yüzyıldan kalmadır. Artuklular'ın Mardin, Silvan ve Harput'ta kurdukları bu hastaneleri Anadolu Selçukluları'nın Kayseri' deki Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve Sivas'taki I. İzzeddin Keykavuş Darüşşifası gibi ünlü sağlık kurumları izledi. 13. yüzyılın başlarında kurulan bu yapılar günümüze kadar ayakta kalabilmiştir.
Osmanlı padişahlarının ya da yakınlarının kendi adlarına hastane kurma geleneği daha imparatorluğun ilk dönemlerinde yerleşmişti. Bunların ilk örneği 1400'de kurulan Yıldırım Darüşşifası'dır. Fatih Sultan Mehmed'in 147()'te yaptırdığı 70 odalı Fatih Darüşşifası ise o dönemde Avrupa'nın en büyük hastanelerinden biriydi. Hekim de yetiştiren bu hastanede yoksul hastalardan tedavi ve ilaç parası alınmazdı. 1488'de Edirne'de yapılan II. Bayezid Darüşşifası da temiz ve titiz bir hastane olarak ün kazanmıştı. Hastanenin kusursuz bir havalandırma sistemi vardı ve haftada üç kez hastalara konser verilirdi. 1551'den günümüze kadar gelebilen köklü hastanelerden biri de İstanbul'daki Haseki Hastanesi'dir. Yüzyıllarca yalnız kadın-doğum hastanesi olarak kullanılan ve 1860'ta kadın tutukevine dönüştürülen bu hastane 188()'de İstanbul Belediyesi'ne devredilince yoksul ve yetimlerin bakımına ayrıldı.
Osmanlı hastaneleri külliyelerin, yani cami, medrese, aşevi, kitaplık, türbe, hamam, çeşme, çarşı, han gibi bölümlerden oluşan bir yapılar bütününün parçası olarak planlanır, sağlık hizmetlerinin yanı sıra usta çırak yöntemiyle hekim yetiştirilirdi. Bu uygulama 19. yüzyılın ortalarına kadar sürdü. O tarihte ilk çağdaş hastaneler kurulmaya başladı; pek çok askeri ve sivil hastane yapıldı. Ayrıca, savaş sırasında bu yerleşik hastaneler yaralıların bakımına yetişemediği için hızla gezici hastaneler kuruluyordu. Örneğin Balkan ve I. Dünya savaşları sırasında yalnızca İstanbul' da 40 kadar gezici hastane vardı.
19. yüzyılda kurulan sivil hastanelerin en önemlisi yalnızca sarayda oturanların tedavisiyle ilgilenen Mabeyn Hastanesi'dir. Bunu. 1837'de Edirnekapı'da kurulan Gariplere ve Bekârlara Mahsus Hastane ile 1845'te Yeni-bahçe'de kurulan Bezmiâlem Gureba-yı Müs-limin Hastanesi izledi. Türkiye'nin ilk paralı hastanesi 1861'de kurulan ve 1935'te doğumevi olarak yeniden düzenlenen Zeynep Kâmil Hastanesi, ilk çocuk hastanesi ise 1899'da Hamidiye Etfal Hastanesi adıyla kurulan Şişli Çocuk Hastanesi'dir. 20. yüzyılın başında kurulan Cerrahpaşa Hastanesi (1910), Haydarpaşa İntaniye Hastanesi (1924), Heybeliada Sanatoryumu (1924) ve Bakırköy Akliye ve Asabiye Hastanesi (1927) bugün de sağlık hizmetlerini sürdürmektedir.
Çağdaş Hastanelerin Başlangıcı
Hastanelerin bugünkü anlamda birer tıp kurumuna dönüşmesinde iki önemli buluşun çok büyük payı olmuştur. Bunlardan biri, eter, kloroform ve diazot monoksit (güldürücü gaz) gibi anestezik maddelerle ilk kez ağrısız ameliyat olanağının doğmasıdır. Bu maddeler hastanın bilincini ve ağrı duyumunu yok ettiği için uzun süren karmaşık ameliyatlar yapılabiliyordu.
İkinci büyük gelişme, 1867'de İngiliz cerrah Joseph Lister'ın ameliyat sırasında antiseptik (mikrop öldürücü) maddelerin kullanılmasını önermesidir. Lister, hastaları sağlıklarına kavuşturabilmek ve ameliyat sonrası ölümleri engelleyebilmek için mutlaka mikropsuz bir ortamda çalışmaları gerektiğini savunarak öncülüğünü kendisi yaptı. Ameliyatların yapılması, araç gereçlerin saklanması, ameliyattan önce ve sonra hastanın bakımı için özel bir yer gerekiyordu. Bu tanıma uygun yerlerin düzenlenmesiyle çağdaş hastaneler dönemi başlamış oldu.
19. yüzyılın ortalarına kadar hastanelerin en sıradan temizlik ve bakım personeli olarak görülen hemşireler, Kırım Savaşımdan (1853-56) sonra Florence Nightingale'in çabalarıyla bu mesleğe gerçek anlamını kazandırdılar. Çok geçmeden birçok ülkede hemşirelik okulları açıldı ve bu okullardan yetişen hemşireler hastanelerin çağdaşlaşmasında önemli görevler üstlendiler.
Gene 19. yüzyılın sonlarına doğru hastanelerdeki çok yataklı genel koğuşlara ilk kez hastaların para ödeyerek kaldıkları özel odalar eklendi. Bu odaların belirli bir ücreti yoktu; hastalar kendi olanaklarınca bağışta bulunuyorlardı. 20. yüzyılın ortalarında birçok ülkede sağlık hizmetlerinin devletçe denetlenmesi ve devlet bütçesinden hastanelere ödenek ayrılması için yasalar çıkarıldı. Halk sağlığının güvence altına alınmasını amaçlayan sosyal sigorta kurumlarının başlangıcı da aynı döneme rastlar . Ama bu sağlık sigortası sisteminin yapısı bütün ülkelerde aynı değildir. Örneğin Türkiye'de Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur gibi sosyal güvenlik kurumlarına pirim ödeyenlerin sağlık, bakım ve hastane giderleri bu kurumlarca
rinin tümüyle parasız olduğu ve bütün yurttaşların hastane, tedavi ve bakım giderlerinin devlet bütçesinden ödendiği ender ülkelerden biridir. Buna karşılık ABD'de parasız tedavi olanağı sunan devlet hastaneleri çok azdır ve hemen herkes kendi adına özel sağlık sigortası yaptırır.
bayı andıran çok hareketli bir yerdir. Hastanenin yönetiminden sorumlu olan başhekim ve yardımcıları, hastaların tedavi ve bakımıyla ilgilenen uzman ve pratisyen doktorlar, cerrahlar, hemşireler, hastabakıcılar, her hasta için gerekli kayıtları tutan görevliler, muhasebe elemanları, hastaların ilaçlarını sağlayan eczacılar, ambulans şoförleri, kapıcılar, hademeler, mutfak personeli, temizlikçiler, elektrikçiler, teknisyenler, marangozlar, güvenlik görevlileri ve daha pek çok kişi, hastalara yardımcı olabilmek, hastanenin ve bütün araç gereçlerin kusursuz çalışmasını sağlamak için üstlerine düşen görevleri yürütürler. Üstelik hastaneye günün her saatinde hasta ve yaralı gelebileceği için bu görevlerden çoğu 24 saat aralıksız sürdürülmek zorundadır.
Genellikle her hastanede, belirli alanlarda uzmanlaşmış özel bölümler bulunur. Örneğin röntgen (radyoloji) bölümünde X ışınlarıyla ve bilgisayarlı tomografi gibi gelişmiş tekniklerle vücudun görünmeyen dokuları taranarak bütün ayrıntılarıyla incelenebilir. Diyet bölümü bazı hastalar için özel yemek listeleri hazırlar. Patoloji laboratuvarında hastadan alınan doku örnekleri incelenir; kan tahlili ve gerekli görülen öbür testler yapılır. Ayrıca ameliyathaneler, doğum odaları ve yeni doğmuş bebeklerin mikropsuz bir ortamda bakıldığı özel bebek odaları vardır. Erken doğmuş bebekler bu bölümde kuvöze alınarak gerekli sıcaklık, nem ve oksijeni sağlayan bu aygıtta bir süre doktor gözetiminde tutulur. Ağır hastalar da yoğun bakım ünitesinde sürekli izlenir. Bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış olan kişiler karantina bölümüne alınır. Acil servis ise kaza, yaralanma ya da kalp krizi gibi acil durumlar içindir.
Bir uzman doktora muayene olmak ya da istenen testleri yaptırmak için hastaneye başvuran hastalara polikliniklerde bakılır. Bir süre yatarak tedavi olması gereken hastalar ise iyileşinceye kadar hastanede kalırlar. Bu hastalar için altı, sekiz ya da daha çok yataklı koğuşlar ve tek ya da iki kişilik özel odalar vardır. Bazı hastanelerdeki özel odalar tuvaleti, banyosu, televizyonu ve öbür konforlarıyla lüks otel odaları gibidir.
Tedavi edilecek hastalar, hastanenin belirli alanlarda uzmanlaşmış bölümlerindeki koğuşlara ya da odalara yatırılır: Genel cerrahi (daha çok iç organlarla ilgili ameliyatlar); kadın-doğum ya da jinekoloji (kadınların üreme organı hastalıkları ve doğum); üroloji (erkek üreme organları ve boşaltım sistemi hastalıkları); kulak-burun-boğaz; ortopedi (kemik ve eklem hastalıkları); kardiyoloji (kalp ve damar hastalıkları); nöroloji (sinir sistemi hastalıkları); pediatri (çocuk hastalıkları); geriatri (yaşlılık hastalıkları).
Bir hastanede bütün uzmanlık bölümlerinin bulunması tanı ve tedavi açısından büyük kolaylık sağlar. Tıbbın değişik alanlarında uzmanlaşmış doktorlar hastayı inceleyip görüşlerini belirterek sağlıklı bir tanı koyabilmek için işbirliği yaparlar. Röntgen aygıtları, bilgisayarlı tomografi, ültrasonografi. kalp-akciğer ve diyaliz makinesi (yapay böbrek) gibi özel aygıtlar gerektiği anda hasta için kullanılabilir.
Buna karşılık yalnızca belirli bir hastalık grubunun tedavisini üstlenen uzmanlık hastaneleri de vardır: Kalp ve göğüs hastalıkları hastanesi, akıl ve ruh hastalıkları hastanesi gibi. Büyük kentlerdeki binlerce yataklı bu dev hastanelerin karmaşası yanında, birkaç yatağı, genellikle bir tek pratisyen doktoru ve yalnızca bir hemşiresi olan küçük kasaba hastaneleri dinlenme evlerini andırır.
Msxlabs & TemelBritannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....