Arama

Türkmen Türkleri

Güncelleme: 17 Ocak 2013 Gösterim: 14.227 Cevap: 3
GÜLGECELER - avatarı
GÜLGECELER
Ziyaretçi
8 Ekim 2008       Mesaj #1
GÜLGECELER - avatarı
Ziyaretçi
Türkmen Türklerinin Tarihi :Günümüzde esas olarak Türkmenistan Türkleri için kullanılan "Türk­men" keli­me­sini bildiğimiz kadarıyla ilk defa Kâşgarlı Mahmut zikretmiştir. Başlangıçta bu kelime, daha zi­yade Müs­lü­manlığı kabullenmiş Oğuzları ifade etmek üzere kullanılmıştır.
Diğer bazı Türk grupları gibi uzun yıllar göçebe bir hayat süren
Sponsorlu Bağlantılar
Türkmenler, Oğuz grubu­na mensup Türk boylarındandır. Teke, Yomut, Ersarı, Sarık, Sa­lır, Gök­­­leñ ve Çov­­dur en büyük Türkmen uruğlarıdır. Oğuzların-Türkmenlerin aktif bir şekilde tarih sahnesine
çıkmaları, bazı Oğuz uruğlarının İslâmiyeti kabul ettiği zamana rastlar.
Oğuz Yabgusu, Müs­­lü­man­­lığı benimseyen
kar­deş­le­ri­nin üzerine yürümüş; sonraları kendi adı­nı taşı­yan bir devlet kuracak olan Selçuk Bey, Yabguya karşı mücadele et­miş ve Türk­men adıyla anılmaya başlayan Müslüman Oğuzları korumuştur. Bu hadiseden sonra Türkmenler, Selçuk Bey önderliğinde Batıya doğ­ru hare­ket ederek Horasan ve Hazar taraflarına yönelmişler, geldikleri böl­ge­de Kıp­çak ve Peçenek Türkleriyle mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Son­raları Afga­­nis­tan'a ve Kuzey İran'a hâkim olan Gaznelilerle savaşmışlar, Çağ­rı ve Tuğrul kardeş­le­rin önderliğinde Dandanakan'da Gazne ordusunu ye­nmişlerdir (1040). Atala­rı Sel­çuk Bey'in adını taşıyan Büyük Selçuklu Dev­le­ti'ni kurmuşlar; sonra bu devlet, Amu­derya'nın doğusuyla batı Akdeniz ara­sın­da bulunan geniş bir coğraf­ya­ya hâ­kim olmuştur. Ancak yay­gınlaşan Moğol istilâsı, Selçuklu Devleti'nin ve Türk­men­le­rin ka­de­rini değiştirmiş; Türkmen uruğlarının bir kısmı Maveraünnehir, Ho­ra­san ve Man­gışlak civarında kal­mış; diğer uruğlar Azerbaycan'a ve A­na­dolu'ya yerleş­miş­­lerdir. Bu olaydan sonra Ha­zar ötesi Türkmenleriyle A­zer­baycan ve Anado­lu Türk­menleri ayrı topraklarda yaşa­mış, kültürlerinde ve dillerinde farklı eğilimler or­taya çıkmıştır. Hazar ötesinde kalan Türkmenler, bir süre Moğolların ve Timurluların i­­da­re­sinde yaşamış; daha sonra Moğol asıllı Kalmukların saldırılarına daya­nama­ya­rak bu gün­kü Türkmenistan'ın güney batısında bulunan Köpetdağ taraf­la­rına çekilmek zo­runda kalmışlardır. Bu bölgede Türkmenlerin güç­len­me­si Hive Hanlığı'nı ve İran Şahlığı'nı rahatsız etmiş; Hive Hanı Ebulgazi Ba­ha­dır Han ve Türk asıllı İran Şahı Nadir Kulu Han, Türkmenlere ağır ka­yıp­lar ver­dirmişlerdir. 18. yüzyılda biraz kendini toparlayan Türkmenler, İran Şahlığı'nın ve Hi­ve Han­lığı'nın baskısından da kurtulmak amacıyla Merv bölgesine doğru ya­yılmış­lar; burada giriştikleri mücadelelerde İranlıları ve Hive Hanlığı'nı yıl­dırmışlardır. Bun­dan sonra derin bir nefes alan Türkmenler, 1860 yılın­dan itibaren hür ve müs­takil bir hayat yaşamaya başlamışlardır. Ama ne yazık ki bu sakin dönem pek fazla sürmemiş; Ruslar 1879 yılında Türk­me­­nis­tan'ı işgâli altına alma hazırlıklarına başlamış; Türkmenler bu defa da Ruslara kar­şı savaş­mak zo­runda kalmışlardır. Göktepe kalesi ve civarında yapılan ilk savaşta Ruslar yenil­gi­ye uğramış, ancak çoğunluğu kadın ve çocuklar ol­mak üzere yaklaşık dört bin Türk­men hayatını kaybetmiştir. Bundan iki yıl sonra yapılan savaşta da ağır ka­yıp­­lar (yirmi sekiz bin ölü) veren Türk­men­ler artık Rus yenilgisini kabul­len­mek zo­runda kalmışlardır. Merv böl­ge­sindeki Türkmenler tekrar savaşmak için hazır­lık­lar yapmayı deneseler de başarılı olamamışlar ve bütün Türkmenler, Ocak 1884'te Rus hâkimiye­ti­ne girmeyi kabul etmek zorunda kalmışlardır. 19. yüzyıl son­larında ve 20. yüz­yıl başlarında birkaç defa ayaklansalar bile bu ayaklanma­lar Ruslar tara­fın­dan bastırılmıştır. Bu gelişmelerin tabiî bir sonucu olarak 27 Ekim 1924 tarihinde Türkme­nis­tan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur.Yetmiş yıl kadar Rus egemenliği altında yaşayan Türkmenler, örf ve â­det­le­ri­ni korumaya çalışmışlar; özellikle toplumun çekirdeği olan ailenin de­jenere ol­ma­ması için büyük çaba sarf etmişlerdir. Bunun için ilginç bir yol iz­leyerek ka­dın­ları yabancılardan uzak tutmuşlardır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 27 Ekim 1991 tarihinde is­tik­lâl­le­ri­ne kavuşan Türkmenler; iyi bir yol izledikleri takdirde artık inançlarını, örf ve âdetlerini istedikleri gi­bi yaşa­ya­bilecek; kendi kararlarını kendileri vereceklerdir.Bu gün Türkmenler, Türkmenistan dışında İran ve Afganistan’ın kuzeyinde, Özbe­kis­tan’da, Kafkasya’nın kuzeyinde bulunan Stavropol bölgesindTürkmen Türkçesi ve Edebiyatı
Türkmen Türkçesi:Türkmenceyle ilgili ilk ayrıntılı bilgilere, bazı şarkiyatçıların 19. yüzyılda yaptığı çalışmalarda rastlanmaktadır. Ekim devriminden sonraki yıllarda S. Ağabekov, A. Alıyev ve İ. Belyayev gibi kimseler tarafından Türkmence üzerine bazı kılavuz kitaplar hazırlanmıştır. Ancak bütün bunlar, günümüz araştırmacılarına ışık tutacak özellikte olmayıp sadece tarihî öneme sahiptirler. Türkmence ile ilgili ilk önemli eserler, 1920'li yılların sonuna doğru yayımlanır: M. Geldiyev ile G. Alparov, Türkmen Türkçesi grameriyle ilgili bir eser neşrederler. A. P. Potseluyevskiy, Türkmenceyi öğreten bir kılavuz kitap yayımlar. A. Alıyev ve K. Böriyev, Rusça-Türkmence sözlük hazırlarlar. Bu üç eserin yayın tarihi 1929'dur. 1930'lu yıllarda özellikle Türkmen dili ve edebiyatıyla ilgili ders kitaplarının yazılmasına ağırlık verilmiştir. 1940'lı yıllarda Türkmence imlâ kılavuzu hazırlanmış, Türkmenceyle ilgili daha ayrıntılı araştırmalar yapılmıştır. 1948 yılından sonra Sovyet dilcilerinin gözetiminde Türkmence üzerine doktora çalışmaları başlatılmıştır. Doktora yapmaya başlayan ilk Türkmen dilcileri, P. Azimov, M. N. Hıdırov ve Z. B. Muhamedova'dır. Sonraki yıllarda, daha fazla Türkmen dilcileri ve edebiyatçıları yetişmeye başlar ve araştırmalar derinlik kazanır. Bir yandan Türkmencenin grameriyle ilgili eserler yayımlanır, bir yandan da edebî eserler üzerinde yapılan incelemeler neşredilir.Türkmenler; yazılı edebiyatlarının başlangıcından (18. yüzyıl) 1928'e kadar Arap, 1928-1940 yılları arasında Lâtin, 1940'tan sonra da Kiril alfabesini kullanmışlardır.Türkmenistan Meclisi, 12 Nisan 1993 tarihinde aldığı bir kararla, Lâtin alfabesini esas alan yeni Türkmen alfabesine geçmeyi kabul etmiştir. Bu karara göre yeni alfabe, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren resmen kullanılmaya başlanmış; daha sonra alınan bir kararla birkaç harfte değişiklik yapılarak 1 Ocak 2000'de bütünüyle Lâtin alfabesine geçilmiştir.Sovyet döneminde, edebî dil için Yomut ve Teke ağızları esas alınmış, ancak Türkmen aydınları bütün ağızlardan faydalanmayı prensip edinmişlerdir. Bu çizgide gelişen Türkmenceyle yazan birçok şair ve yazar yetişmiş ve bunlar zaman zaman kendi ağızlarında bulunan bazı kelimelere de eserlerinde yer vermişlerdir.Türkmencenin birçok ağzı bulunmaktadır. Söz konusu ağızlar, şu şekilde sıralanabilir: Yomut, Teke, Ersarı, Sarık, Salır, Gökleñ, Çovdur, Alili, Nohur, Garadaşlı, Änev, Yemreli, Hasar, Ata, Nerezim, Çandır, Mukrı, Sakar, Bucak, Olam, İğdir, Surhı, Düyeci, Hatap, Eski, Bayat, Hıdırili, Mehin, Çärcev, Mürçe, Kıraç, Burkaz, Mücevür ve Arabaçı.Bünyesinde eski Oğuzcaya ait unsurları barındıran Türkmence, Çağataycanın tesirinde gelişmiş bir yazı dili olduğu için Türkçenin doğu ve kuzey kolunda yer alan lehçelere ait özellikler de taşımaktadır. Batı Türkçesinin diğer kollarında kelime başında "v-" bulunduran kelimeler Türkmencede "b-"lidir: baar "var", bar- "gitmek", ber- "vermek". Öte yandan Batı Türkçesinin diğer kollarında ol- fiilinin başında "b-" bulunmazken Türkmencede bu fiil, Kuzey ve Doğu lehçelerinde olduğu gibi, bol- şeklindedir. Arapça ve Farsçadan alınma kelimelerde bulunan "f" ünsüzleri Batı Türkçesinin diğer kollarında korunurken Türkmencede, Kuzey ve Doğu lehçelerinin birçoğunda olduğu gibi, sistematik bir şekilde "p"ye dönmektedir: Far. fermân > Tkm. permaan "ferman, emir", Ar. fikr > Tkm. pikir "fikir, düşünce", Far. hefte > Tkm. hepde "hafta", Ar. insâf > Tkm. ınsaap "insaf, vicdan".Türkmence, bunların dışında birçok özelliğiyle Batı grubuna giren diğer lehçelerle benzerlik göstermektedir. Türkmencenin kelime hazinesini, Türkçe kelimelerin yanı sıra Arapça, Farsça ve Rusça kelimeler oluşturmaktadır. Ekim devriminden sonra Arapça ve Farsça kelimelerin geçişi dururken Rusça kelimelerin sayısı hızlı bir şekilde artmıştır. Türkiye Türkçesinin dışındaki Batı grubu Türk lehçelerinde Rusça kelimeler bakımından bir ortaklık söz konusudur. Türkiye Türkçesinde ise, onlardan farklı olarak Fransızca ve İngilizce kelimeler bulunmaktadır.Türkmence, ana Türkçedeki aslî uzunlukları en iyi koruyan Türk lehçesidir. Aslî uzunluklar, Türkmence kelimelerin ilk hecesinde bulunurlar: aaca- "acımak; ekşimek", aağı "ağıt", äädik “çizme, edik”, daağa- "dağılmak", gaaba- "etrafını çevirmek", gaabak "göz kapağı", mooncuk "boncuk", ooba "köy", oodun "odun".
Türkmen Edebiyatı:Türkmenler, yazılı edebiyatlarının ortaya çıkışından önce zengin bir sözlü edebiyat geleneğine sahiptiler. Türkmen edebiyatının ilk orijinal örneklerini, devrinin oldukça aydın bir şahsiyeti olan büyük Türkmen şairi Mahtumkulu vermiştir. Aslında Mahtumkulu'dan önce de şiir yazan Türkmen şairleri vardı. Fakat bunlar şiirlerini Çağataycayla yazmışlardı. Mahtumkulu (1733-1783)'nun, Türkmencenin edebî dil olarak ortaya çıkmasında ve gelişmesinde önemli rolü olmuştur. "Pırağı" mahlâsını kullanan şair, Türkmen kültürünün zenginliklerine şiirlerinde geniş yer vermiş ve Türkmencenin ifade imkânlarını genişletmiştir. Türkmen edebiyatının Mahtumkulu'dan sonra yetişen en önemli temsilcileri şunlardır: Seydi, Zelili, Mollanepes ve Kemine.Türkmen şairleri, Ekim devriminden önceki yıllarda daha ziyade halk şiiri tarzında eserler vermekteydiler. 20. yüzyıl başlarının halk şairleri olan Suhan Övezberdi-Körmolla, Bayram Şahır ve Durdı Gılıç; Türkmen klâsik edebiyatı örneklerinin birçoğunu zihinlerine yerleştirmişlerdi. Bu halk şairleri, düğünlerde, ziyafetlerde ve şölenlerde sadece kendi şiirlerini okumakla kalmıyorlar; aynı zamanda Türkmen edebî mirasından faydalanarak bu mirasın örneklerini halk arasında yaymada önemli bir görevi de yerine getiriyorlardı.Yeni Türkmen edebiyatına ait ürünler, 1920'li yıllarda verilir. 1924 yılı başından itibaren, daha sonra düzyazı türünde başarı gösterecek olan Berdi Kerbabayev'in, Garaca Burunov ve Yakup Nasırlı'nın şiirleri Türkmenistan gazetesinin sayfalarında görülmeye başlar. Bu şairler, daha sonraki yıllarda Tokmak dergisinde de şiirlerini yayımlayacaklardır. Bu dönemin diğer şairleri şunlardır: Oraz Täçnazarov, Hocanepes Çarıyev, Ata Nıyazov, Şalı Kekilov, Aman Kekilov, Amandurdı Alamışov, Hoca Şükürov ve Ruhı Alıyev.Otuzlu yıllarda da şiir, edebiyatın temel ve en büyük kolu olma özelliğini korur. Devrin şairleri, diğer konuların yanında köy ve kolhoz hayatına şiirlerinde yer verirler. Zaman zaman şehir hayatını da tasvir ederler. Otuzlu yıllarda yazılan birçok şiirde eski Türkmen hayatının sıkıntılarla dolu olduğu, zenginlerin fakirleri ezdiği, kadınların esaret altında yaşadıkları iddia edilmiştir. Yeni Türkmen hayatının, zengin fakir ayrımını ortadan kaldıracağı için fakir insan kalmayacağı belirtilmiş, kadınların esaretten kurtularak hürriyetlerine kavuşacakları söylenmiştir. Bu dönemde, sanatını biraz geliştiren Beki Seytekov, lirik ve epik tarzda şiirler yazar. Gara Seyitliyev, şairane duyguları coşkuyla dile getirir. Dönemin Rusça bilen şairleri, tanınmış Rus edebiyatçılarının eserlerini; bilmeyenler de Azerice, Özbekçe, Tatarca gibi diğer Türk yazı dilleriyle ortaya konulmuş eserleri okuyarak kendi şiirlerini güçlendirmeye çalışırlar.Buna rağmen Türkmen şiiri, 1930-1940 yılları arasında sık sık meydana gelen değişikliklerin, uzun süren tartışmaların arasında kendine yer bulamamıştır. Nitekim 1940 yılında yapılan İkinci Yazarlar Kongresi'nde Türkmen edebiyatının eksiklikleri üzerinde durulmuş, genç şair ve yazarların gevşek olduğu ileri sürülmüştür. Öte yandan rejimin yanında veya karşısında olanlar mücadelesi 1930-1940'lı yıllarda iyice kızışmış, hapse atılan şairlerin bir kısmı sonradan salıverilmiş, bir kısmı ise yok edilmiştir. Örnek olarak 1937 yılında hapsedilen şairlerden Hocanepes Çarıyev, 1941 yılında yok edilmiş; Oraz Täçnazarov ise, önce hapsedilip vatandaşlıktan çıkarılmış, daha sonra da 1942 yılında rejimin kurbanı olmuştur. Eli kalem tutan kıymetli insanların sindirilmeye çalışılması ve bir kısmının yok edilmesiyle, Türkmen kültürüne büyük bir darbe indirilmiştir. Bazı eserler yayımlanmış olsa bile otuzlu yıllar, Türkmen edebiyatının durgunluk dönemi olarak nitelendirilmektedir.İkinci Dünya Savaşı patlak verince Türkmen şair ve yazarlarının birçoğu bu savaşa katılır. Bunlardan Nurmırat Sarıhanov, Şalı Kekilov, Ata Nıyazov ve Ahundov Gürgenli hayatlarının en verimli çağlarındayken savaş sırasında ölürler.İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazılan ilk şiirlerde, düşmanların savaşa yönelik faaliyetleri ve onların kötü niyetleri işlenirken; savaş sırasında yazılanlarda düşmanların nasıl yenilgiye uğratıldıkları ve savaşanların ne gibi yiğitlikler gösterdikleri dile getirilmiştir. Savaşın getirdiği hareketlilik, daha önceki şiirlerde görülen durgunluğu, didaktikliği az da olsa gidermiş ve bu yıllarda Türkmen edebiyatı akıcı şiirler kazanmıştır. Öte yandan Moskova'nın bütün dikkati İkinci Dünya Savaşı'nda yoğunlaştığı için şairler, biraz serbest düşünme fırsatı bulmuşlar; bunun neticesinde şiir, kaybettiği izi tekrar bularak kendi tabiî seyrine yönelmeye başlamıştır. Şiirde görülen bu gelişmelere nesirde de rastlamak mümkündür. Savaştan hemen sonraki dönemin şairleri olarak Beki Seytekov, Çarı Aşırov, Aman Kekilov, Gara Seyitliyev, Haldurdı Durdıyev, Gurbandurdı Gurbansähedov ve Tovşan Esenova'nın adlarını anmak gerekir. Bunların bazısı aynı zamanda nesir türünde eserler de vermişlerdir. Bu dönemde şairler; savaşın ürkütücü atmosferini, barış ve huzurun önemini şiirlerinde dile getirmişlerdir.Savaştan sonra Rehmet Seyidov, lirik şiirler yazmayı sürdürür. Aman Kekilov ve Çarı Aşırov epik şiire yönelirler. Pomma Nurberdiyev ve Ata Atacanov, Türkmen toprağı ile onun gayretli insanlarını canlandırırlar. Ruhı Alıyev, gezip gördüğü yerlerle ilgili şiirler yazar.1950 yılı başlarında tanınmaya başlayan şairlerden Mämmet Seyidov, epik şiire; Allaberdi Hayıdov ise, lirik şiire yönelir. Kerim Gurbannepesov, daha çok asker hayatını şiirleştirmiştir.1956-1966 yılları arası, çağdaş Türkmen şiirinin çok parlak bir dönemidir. Siyasî imajı ve çizgileri birinci plânda tutan, sadece şekilde millîliğe dokunmayan ve özde millî renkleri solduran rejim, bu yıllarda biraz yumuşamıştır. Dönemin şairleri, rejim veya rejimin tepesindeki adamın anlatıldığı kuru şiirlerden kısmen kurtulup; yaşadıkları ülkenin dokularını, halkın gönlündeki zenginliği ve inceliği duyarlı bir sembolizmle şiirleştirme fırsatı bulmuşlardır. Türkmen şairleri, bu dönemde gezip gördükleri ülkelerle ilgili şiirler de yazarlar. Bu konuda yazılmış eserlerden Ruhı Alıyev'in Türkiye, Fransa ve İtalya'yla ilgili şiirlerini içine alan Dünyää Ayağa Galyaar "Dünya Ayağa Kalkıyor" (1962) adlı kitabıyla Gara Seyitliyev'in Hindistanıñ Gülleri (1960) adlı kitabını anmak gerekir.Klâsik Türkmen şairlerinin çok işlediği sevgi teması, bu dönemin şiirinde de yaygındır. Artık Türkmen şiirinin teması çoğalmış, duygu yönü zenginleşmiş ve okuyucunun hafızasından silinmeyecek özelliğe sahip örneklerin sayısı artmaya başlamıştır. Şairler, devir insanının olumlu-olumsuz bütün duygularını en güzel bir şekilde ifade etmeye çalışmışlardır. Eski şairler, canlandırdıkları tiplerin daha çok dış görünüşlerini ele alırken yeni şairler, onların iç dünyalarına yönelmişler ve iç zenginliklerini verebilmişlerdir.1970'li yılların önde gelen şairleri; Kerim Gurbannepesov, Ata Atacanov, Berdinazar Hudaynazarov, Mämmet Seyidov, Allaberdi Hayıdov ve Aman Kekilov'dur. Yayımlanan kitapların sayısında epeyce artma olmuştur. Bu durum, birkaç sebebe bağlanabilir. Her şeyden önce 1960'lı yıllarda beliren hürriyet ortamıyla birlikte şiirde görülen gelişme ve zenginleşme sonraki yıllarda kitaba dönüşmüştür. İkinci olarak altmışlı yıllardaki kadar olmasa bile, Türkmen şiiri gelişmesini sürdürmüş ve şairler yeni eserler yazmışlardır. Üçüncü olarak ölen şairlerin eserlerinin bir yandan yeni baskısı yapılırken, bir yandan da genç sanatçılar, şiirlerini kitap hâline getirme fırsatı bulmuşlardır.1990'lı yıllardan sonra dünyada meydana gelen değişiklikler, Türkmen şairlerini de etkilemiş; artık Türkmen edebiyatı için yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemin edebiyatı, bağımsızlık ve millî uyanış devri edebiyatı olarak adlandırılmaktadır. Bu yeni döneme ait şiirlerde bağımsızlık ve millî gurur ifadesini bulur. Berdinazar Hudaynazarov, bu yılların en güçlü şairidir ve çok değişik temada şiirler yazmaktadır. Eserleri, insan sevgisinden derin izler taşır. Bu sevgi, şiirlerinin içinden bir damar gibi geçip gider. Şairler Allaberdi Hayıdov, Atamırat Atabayev, Sapar Öräyev, Yılğay Durdıyev, Nurı Bayramov, Nobatğulı Recebov, Annaberdi Ağabayev, Ağağeldi Allanazarov, Amanmırat Buğayev, Gözel Şağulıyeva, Kakabay Ilyasov, Atacan Annaberdiyev, Tirkiş Sadıkov, Orazğulı Annayev ve Bayram Cütdiyev şiir yazmayı sürdürmüşlerdir.1990’lı yıllarda nesir tarzında kaleme alınmış eserlerde ahlâkî meseleler ideolojik kuşatmaya alınmadan işlenmeye çalışılmıştır. Övezdurdı Nepesov'un Zıyaarat "Ziyaret" ve Kıyaamata Çenli "Kıyamete Kadar" adlı romanları bu yaklaşımın elle tutulur bir neticesidir. Bu dönemde millî tarihe yönelme güçlenir. Kakacan Aşırov'un Däli Dumrul, Oğuz Oynı "Oğuz Oyunu" ve Oğuz Han adlı piyesleri bu konuda önemli eserlerdir.Türkmen edebiyatı, elbette bundan sonra da gelişmesini sürdürecektir e ve Türkiye’de yaşa­mak­ta­dır­lar.
Türkmen Alfabesi
Alfabe Turkmen



Türkmen Edebiyatından Örnekler

GADIRI BİLİNCEK DÄÄL
(Legenda)
Mağtımğulı dünyää iinmezden öñ, atası bir düyş görüpdir. Düyşünde Dövletmämmediñ gapısında bir darağt gööğerip otıırmış. Onuñ yetmiş şahası baar eken. Şonda Dövletmämmet “Bää, men buu darağtı haçan ekenim bilemook. Yet¬miş şahasınıñ her biirinde yetmiş dürli miive baar. Her miiveden her bir hili ovaaz çıkıp duur” diyip pikir edipdir.Ol gören düyşüni öözi yorup bilmään, halııpasınıñ yaanına gidip, oña düyşüni aydıpdır.Halııpas: Senden bir oğul dörecek. Onuñ yetmiş hünääri bolcak. Emmaa ööz dövründe gadırı bilincek dääl, diyipdir.
KADRİ BİLİNMEYECEK
(Menkıbe)
Mahtumkulu dünyaya gelmeden önce, babası bir düş görmüş. Düşünde Dövletmämmet’in kapısında bir ağaç yeşermekteymiş. Onun yetmiş dalı varmış. O anda Dövletmämmet “Vay, ben bu ağacı ne zaman diktiğimi bilmiyorum. Yetmiş dalının her birinde yetmiş türlü meyve var. Her meyveden bir tür güzel ses çıkmakta” diye düşünmüş.O gördüğü düşü kendisi tabir edemeyip, hocasının yanına giderek ona düşünü anlatmış.
Hocası:Senden bir oğul türeyecek. Onun yetmiş hüneri olacak. Ama kendi devrinde kadri bilinmeyecek, demiş.

Turkmen 02
YAADA YAZILAN GİİCE

İlerde bir süri örküçli düye

Uzak yooldan gelip, oturan yaalı,

Otıır hatar gurup, dumaanlı daağlar
Giice gara gayğaa batıran yaalı.

Dilsiz düyeler dek çöken daağları
Yassık edinipdir yaaşıl bayırlar.
Meñzedi meydaanı örten mahmala
Güläälek, çiğillem, yuva, çayırlar.

Aaya edaa bilen tağzıım etdiler
Göökden gaayıp geçen bulutlar müñzääp.
Dımma daağlar bolsa miizemään otıır,
İndi çölde çöken bürğüde meñzääp.

Yaaraan boldı bize yakımlı giice.
Aşaakda şäherde çıralar yandı.
Asmaana ışıklı apbaası bolan
Yaldırak yıldızlar yañı oyandı...


ZİHNE YAZILAN GECE

(Kısaltılarak alındı)


İleride bir sürü hörgüçlü deve
Uzun yoldan gelip oturmuş gibi,
Sıralanıp durur dumanlı dağlar
Gece kara kaygıya batırmış gibi.

Dilsiz develer gibi çöken dağları
Yastık edinmiştir yeşil bayırlar.
Benzedi meydanı örten kadifeye
Gelincik, lâle, yuva*, çayırlar.

Aya naz ile selâm verdiler
Gökten kayıp geçen bulutlar eğilip.
Yol vermez dağlarsa sarsılmadan durmakta
Şimdi çölde çöken kartala benzeyip.

Yakın dost oldu bize sevimli gece.
Aşağıda şehirde ışıklar yandı.
Gök yüzüne ışıklı ziynet olan
Parlak yıldızlar yeni uyandı...

Ata Atacanov

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Temmuz 2009       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkmenler ve Türkmenistan

Sponsorlu Bağlantılar
Türkmenlerin eski tarihi, bütün dünya Türklüğünün tarihi ile birdir. Tarihe çıktıkları alan olarak,
Tanrı Dağları'nın batı ve kuzey yamaçlarından Aral Gölü'ne ve Altaylara doğru yayılan geniş Türkistan
sahasıdır.
Türklerin bu alanlardaki kazılara dayanan tarihi, milattan önce 4 ile 5 bin yıllarına dayanmaktadır. Bilinen
ilk Türk devleti, M.Ö. 8. yüz yılda ortaya çıkan Saka'lardır. Daha sonra, Türk boylarının egemen olduğu
Hun İmparatorluğu, M.Ö. 220 ile M.S. 220 yılları arasında hâkim olur. Bundan sonra Tabgaç hanedanı
devlete egemen olur. M.S. 550 yılında ise, ilk defa Türk adı ile anılan Gök Türk İmparatorluğu
kurulur. Gök Türk hakanlarının sekizinci yüz yılda diktirmiş oldukları Orhun Âbideleri, hem Türk Dünyasının
ortak tarihinin, hem de ortak edebiyatının ilk ve en büyük eserlerindendir. Bilge Kağan, Gültegin
ve vezir Tonyukuk adına yazılan bu anıtlarda, ortak Türkçe'nin çok gelişmiş bir edebiyat ve devlet dili olduğu
görülmektedir. Bu da, Türkçe'nin bu hale gelebilmesi için en az bin yıldır konuşuluyor olduğunu
düşündürmektedir.
745 yılında, Büyük Türk Hakanlığı Gök Türkler'den Dokuz Oğuz - On Uygurlara geçer; egemenliği
onlar temsil ederler. Diğer yabguluk ve küçük egemenlik sahibi boylar bu Büyük Hakanlığa tâbi olarak
varlıklarını sürdürürler. Dokuz Oğuz - On Uygurlar Devleti 1260 yılına kadar devam eder. Bu dönemde,
Orhun Âbideleri'nde kullanılan Göktürk alfabesi yerine Uygur alfabesi kabul edilir. Bu alfabe, on beşinci
yüz yıl ortalarına kadar, gerek doğuda gerekse batıda Türk devletlerinin resmi yazışmalarında kullanılır.
Uygurlara kadar bütün Türk boyları Gök Tanrı dinine sahip idiler. Bu dinde, semavi ve her şeye gücü
yeten tek bir tanrı olduğu inancı vardır. Gök Türk Âbideleri'nin girişinde şöyle denilmektedir: "Üstte mavi
gök, altta yağız yer yaratıldıkta, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış, insanoğlunun üzerine atalarım Bumin Kağan
ve istemi Kağan, kağan olarak oturmuşlar." Görülüyor ki, bu görkemli ifadelerde, tek ve yaratıcı bir Tanrı'nın
varlığı ve herşeye egemen olduğu açıkça bildirilmektedir. Nitekim, daha sonraki yüz yıllarda bu tek Tanrı
inancı, Türklerin İslâmiyete yakınlık duymalarına ve onu kolayca benimsemelerine yol açacaktır.
Uygurlar döneminde ise Budizm ve Mani dinleri kabul edilmiş ve bu inançlar çerçevesinde geniş bir
edebiyat vücuda getirilmiştir.
Eski Türklerde, Hakanların Gök Tanrı'dan kut olarak tahta çıktıklarına, adaletle yönetmedikleri takdirde,
Tanrı 'nın kutunu çekebileceğine ve Hakan'ın düşeceğine inanılırdı. Ayrıca, devlet baba anlayışı
vardı. Orhun Âbideleri'nin Gültegin yazıtında şöyle der: "Tanrı buyurduğu, yarlık verdiği için, kutum, kutluluğum
var olduğu için... Ölecek olan Türk milletini dirilterek eğittim! Çıplak milleti giydirdim! Yoksul milleti bay
kıldım! Az milleti çok kıldım!"
* * *
940 yılında Büyük Hakanlık Karahanlılara geçer; boy beyleri bu devletin buyruğuna girerler. Karahanlı
Saltuk Buğra Han döneminde Türkler ve özellikle Oğuzlar kitleler halinde Müslüman olurlar;
Müslümanlık diğer Türk boyları arasında da hızla yayılmaya başlar. Karahanlılar dönemi Türk kültürünün
hızla geliştiği ve yükseldiği bir dönem olur; birçok medrese açılır ve ilim adamları yetişir. Aynı
zamanda, ortak Türk edebiyatlarının en büyük eserlerinden olan Gutadgu Bilig, Atabet'ül Hakayik ve Divani
Lügat'it Türk gibi eserlerin yazarları olan Yusuf Has hacib, Ahmet Yügnekî ve Kaşgarlı Prens Mahmut
bu devirde yaşamışlardır.
Beşinci yüz yıllardan itibaren Türk boylannın batıya doğru yayıldıkları görülür. Oğuzlar da, Ceyhun
kenarları ve Hazar ile Aral Gölü arasına dalgalar halinde yerleşirler. Oğuz Yabgusu'nun Subaşı'sı olan
Kınık beyi Selçuk'un torunu olan Çarı ve Tuğrul Beyler, 1040 yılında Dandenakan Savaşı'nda Gazne Sultani'ni
yendikten sonra Selçuklu Devleti'ni kurarlar. Selçuklular kısa zamanda bütün Orta Doğu'ya egemen
olur, 1055 yılında Bağdat'a girerek İslâm Halifesi'ni korumaları altına alırlar. Tuğrul Bey, Bağdat'ta,
Dünya Sultanı olarak ilân edilir. Çarı Bey'in oğlu olan ve Sultan Tuğrul'dan sonra tahta geçen Sultan Alparslan,
1071'de Malazgirt Savaşı'nda Bizans İmparatoru'nun ordularını yenerek Anadolu'nun kapısını
Türklere açar. Bu tarihten itibaren çeşitli Oğuz boyları, komutanlarının öncülüğünde Anadolu'yu fethetmeye
ve yurt yapmaya başlarlar; kısa sürede Anadolu fethedilir.
Bu tarihlerden itibaren Ceyhun ve Yengi Yurt çevresindeki Oğuzlar Türkmen olarak anılmaya başlar.
Bunların bir kısmı yeni fethedilen Anadolu'ya yerleşirken, bir kısmı bulundukları yerlerde kalırlar. Sultan
Melikşah'm, amcası oğullarından Kutalmışoğlu Süleyman Bey'e verdiği ferman ile 1078'dc Anadolu'da,
İznik'te Türk Devleti kurulur. Büyük Selçuklu İmparatorluğu Sultan Sancar döneminde son görkemli zamanını
yaşar. İç çekişmelerin yoğunlaşması, çatışmaların artması ile Selçuklular dağılır ve Orta Doğu'nun
birçok yerinde Selçuklu'nun kolu olan devletler kurulur. Harzem bölgesinde, Atsız'ın kurduğu Harzemşahlar
İmparatorluğu bugünkü Türkmenistan'a egemen olur. Başkenti Köhne Ürgenç'tir.
1220 yılında Cengiz Han'ın orduları Harzem üzerine yürürler. Celaletdin Harzemşah'ın büyük kahramanlıklarına
rağmen, Harzem ülkesi işgal edilir ve birçok şehri yıkılır. Bugünkü Türkmenistan çevresi
ve Oğuzlar uzun süre, Müslümanlaşıp Türkleşen Çağatay ve İlhanlı İmparatorlukları içinde yaşarlar. Bu
devletlerin zayıflama dönemlerinde, Türkmen beyleri şeklen merkeze bağlı olmakla birlikte, kendi boylan
üzerinde egemenliklerini sürdürürler.
1370 yılında Timur, Belh şehrinde hükümdarlığını ilân ederek Timurlular Devletini kurar. Orta Doğu
ve kuzeye doğru bütün Türk ülkelerini egemenliği altına almaya çalışır. Timur'dan sonra oğulları ve torunları
döneminde de Türkmenistan tarım ve çeşitli kültür alanlarında gelişmeler gösterir. Türkmenler,
Timur ordularında atlı birlikler olarak görev alırlar. Teke, Salur, Yomut, Ersarı gibi çeşitli Türkmen boyları
Anadolu, Azerbaycan ve Türkmenistan yörelerinde yaygınlaşırlar. Çeşitli Oğuz boylarından olup, Karakoyunlu
ve Akkoyonlu siyasi birliklerini oluşturan Türkmenler, 14. ve 16. yüz yıllar boyunca Orta Doğu
ve Anadolu çevresinde devletler kurar ve birbirleri ile çekişirler. Bu arada 1299'da Anadolu'da Söğüt'te,
büyük Osmanlı İmparatorluğu, Oğuzların Kayı boyu tarafından kurulur. Karakoyunlu Türkmenlerinden
olan Şah İsmail Safevi, 16. yüz yılın başlarında Safeviler Devleti'ni kurar. Timurluların dağılıp, yerine
Özbek Hanlığının egemen olmasından sonra Safevî Hükümdarı Şah İsmail 1510 yılında Şeybani Han'ı yenerek
Merv bölgesine hâkim olursa da, Özbek Hanları ile birleşen Türkmenler, Şah İsmail'in buralarda
yerleşmesine izin vermezler.
1511 yılında, Safeviler'c karşı ayaklanan Türkmenler ve Harzem Özbekleri, Şeybani Hanedanından İlbars'ı,
Vezir şehrinde Han seçerler. Ürgenç ve Hive beyleri de Jlbars'a bağlanırlar. 1557 yılında Harzem
tahtına geçen Hacı Mehmed Hân, Türkistan ile Osmanlı İmparatorluğu arasında birliğin kurulması gerektiğine
inanır. Osmanh-Safevi mücadelelerinde Osmanlıya yardım eder. Osmanlı Hakanı III. Murad
Hân'a nâme yazarak, onun Ejderhan'ı almasını ve böylece Hazar Denizi'ne çıkmasını ister. Harzem Hanlığı
zaman zaman Karluklarm ve Özbek Hanlarının saldırılarına uğrar.
Hive Hanlığı olarak da anılan Harzem Hanlığında, özellikle Kalmuk akınları iktisadi hayatı çok tahrip
eder. 1664 yılında, Şecere-i Türki isimli Türklerin soy kütüğünü yazan Ebul-gâzi Bahadır Han tahta geçer.
Bu arada, Ceyhun'un bir kolu olan ve Ürgenç çevresini besleyen Özbey nehri kurumuş olduğundan, Ürgenç
terkedilir ve 1615'te Hive şehri başkent tutulur. 1663'te Ebul-Gazi Bahadır Hân'ın oğlu Anuşa Han
geçer. Devlet güçlenir; bu arada Buhara Şcybanileri üzerine seferler yapılır. Anuşa Han, 1684 yılında Semerkant'ı
işgal ederse de, fazla duramaz. 1687 yılında Özbek Hanı, Subhankulu Han, Harzem'i işgal eder.
Şâh Niyaz Işık Ağa'yi Harzem'e vali tayin eder. Ancak, Şah Niyaz, Buhara'dan gizli olarak Ruslarla ilişkilere
girişir. Türkmenlerin büyük bir kısmı Ahal, Etrek, Murgap ve Tecen dolaylarına yerleşirler. Aral civarında
yaşayan Türkmenlerin bir kesimi de Astarhan ve Kuzey Kafkasya'daki Stavropol bölgesine göçerler.
Güney Türkmenistan'daki Türkmenlerin bir kesimi de Safevîlerin egemenliği altında mücadeleler
sonunda, Aba Serdar'ın Şah tarafından öldürülmesi ile bu direniş de kırılır. Bir yandan da, Horasanlı çapulcuların
baskınları olur. 1736 yılında Safevi Devletinin başına Oğuzların Afşar boyundan olan Nadir
Şah geçer. 1736 yılında Safevi Devletinin başına Oğuzların Afşar boyundan olan Nadir Şah geçer. Kafkasya,
Irak, Türkistan ve Hindistan'a büyük seferler yapan Nadir Şah da, Türkmenlerden vergi almaya
devam ettiği için, sıkıntılar bitmez.
On yedinci yüz yılın sonlarından itibaren Çarlık Rusyası ile başlayan ticari ilişkiler vasıtasiyle, Ruslar
Türkistan hakkında gerekli askeri araştırmaları yaparlar. Ruslar Tatar ve Başkırt bölgelerini işgal ederek
başlar ve Yayık Nehri üzerinde Orenburg Kalesi'ni kurarlar. Burdan itibaren, bütün Türkistan'ı çevirecek
şekilde stratejik noktalara kaleler yaparlar. Uzun yıllar Kalmukların saldırıları karşısında sarsılmış olan
Kazak orduları zayıf düşmüş haldedir. Rus ve Kalmuk saldırıları karşısında, Küçük Orda, Orta Orda ve
Büyük Orda, varlıklarını uzun süre devam ettiremezler.
Yayık Irmağı'nın doğusunda yaşayan Küçük Orda Hanı, Ebul Hayr Han uzun yıllardan beri Kalmuklarla
çekişme halinde ve yorulmuş, yıpranmıştır. Türkistan'daki Hokand, Buhara ve Hive gibi diğer
hanlıklarla birlik yaparak mücadele giremezler. Çetin mücadelelerin sonunda, 1731'dc Hanların hep kendi
soyundan gelmesi şartı ile Rus himayesini kabul eder. Ancak, Kuzuk Kurultayı bunu kabul etmez; şekli
bir bağlılık gibi bu durum devam eder. Yer yer Kazak isyanları olur; hanlar değişir. Bu durum on sekizinci
yüz yılın sonlarına kadar sürer.
1755 yılında Batır Şah Ali'nin önderliğinde Başkırtlar isyan ederler. Ruslar, Kazaklarla Başkırtları ve
diğer Türk boylarını birbirine düşürürler, bir yandan da Kalmukları Türkler üzerine saldırtırlar.
1702 yılında hükümdar olan Arap Muhammed Han, Harzem-Hive Hanlığını Buhara Özbeklerinin
egemenliğinden kurtarır. 1715'te yerine geçen oğlu Şir Gazi Han, Rusların yayılmalarını önlemeye çalışır.
1717de Rus Çarının gönderdiği 3.500 kişilik bir birliği yok eder. Ancak, Harzem'de de uruğlar arasında çe
kişmeler vardır. Hanlar, uruğ başbuğlarının oluşturduğu bir divanla ülkeyi yönetmeye çalışırlar. 1728'de,
ilim ve sanata düşkünlüğü ile tanınan Şir Gazi Han katledilir. Kongrat Türk beyleri, Şeybani
Yâdigâroğullarını bırakarak, Kazak Hanlarından Bahadır Han'ı bozkırdan getirip Hân yaparlar.
Yâdigâroğullarına bağlı olan uruğlar ise, İlbars'ı seçerler. İlbars, Nadir Şah Hindistan seferinde iken Ho
rasan'a akın yapar ve burayı yağmalar. 1740'da, Hint seferinden dönen Nadir Şah Harzem'e yürür. Bu
arada, Küçük Orda Hanı da, Rusların desteğinde olarak Harzem'e saldırır ve Hive'yi işgal eder. Nadir Şah
da Hive'ye girince Küçük Orda Han burayı terkeder. Nadir Han, İlbars ve yirmi Kongrat beyini idam
eder. Mangıt beylerinden Tâhir Han ve İlbars'ın oğlu 11. Ebul-Gâzi Han, Nadir Şah'ın himayesinde Hanlık
yaparlar. .
1747 yılında, Mangıt beyleri, Kazak Hanlarından Bahadır Han'ın oğlu Kayıp Han'ı Harzem hanı olarak
ilân ederler. Başkırtların isyanına da katılmış olan cesur ve hareketli Kayıp Han, Harzem'in birliğini
sağlamak için çetin mücadelelere girişir; yeni bir düzen kurmaya çalışır. Ancak, 1757'de kardeşinin isyanı
üzerine babasını da alarak ülkeyi terkeder. Kardeşi Karabey uzun süre tutunamaz, Mangıt beyleri, Karabey'i
tahtından indirip, Hive'den kovarlar. Yâdigâroğullarmdan Timur Gazi Han'ı, Harzem hanlığına getirirler.
Timur Gazi, 1762'de Mangıt beylerini öldürerek, Kongratlardan Muhammed Emin İnak'ı vezir
yapar. Ertesi yıl, M. Emin inak, Timur Gazi Han'ı öldürerek, 158 sene sürecek olan kendi hanedanını
kurar. Uruğ başbuğlarından oluşan Divan'ı dağıtarak bir Sart'ı vezir yapar. Salgın hastalık ve kıtlık olur;
Hive'den göçler başlar. 1790'da, yerine oğlu Avaz geçer.
1801'de Avaz Han'ın ölümü ile yerine İl Tüzer Han geçer ve o da Şartlara dayalı bir iktidar kurar.
Ruslarla ticaret ilişkileri sürdürülür. 1806'da, İl Tüzer'in kardeşi Mehmed Rahim Han, Özbek uruğlarına
dayanmaya çalışır. Karakalpaklar ve Merv Türkmenleri de Hanlığa bağlanır. 1825'te tahta geçen oğlu allahkulu
Han, Köhne Ürgenç'i yeniden onarır, Mavr Kalesi Hanlığa bağlanır, Ruslarla ilişkiler sürdürülür.
Ruslar, gerekli hazırlıkları tamamladıklarına inanarak harekete geçerler. Türkmenler, Rus birliklerini
5 Aralık 1839'da Üst Yurt bölgesinde Beş Tunak'da bozguna uğratırlar. 1846'da Hive tahtına geçen II. Mehmed
Emin Han, birçok cami, medrese ve sulama kanalları yaptırır. 1851 yılında tekrar Hive üzerine yürüyen
Ruslar bozularak çekilirler.
1869 yılında Hazer kıyısında Kızılsu'yu işgal ederek burada bir kale yaparlar. 1864-65 arasında
Ho-kand Hanlığına işgal eder, Semerkand ve Taşkent'i ele geçirirler. 1868-71 arasında Buhara
Hanlığını ele geçirirler. Türkistan topraklan üzerinde Türkistan Genel Valiliği kurarlar.
1873'te Ruslar yeniden saldırıya geçerek Hive ve Gazavat'ta katliam yaparlar. Sağ Harzem
Ruslara bırakılır. Ruslar Ahal bölgesine doğru ilerlerler. Nurberdi Han'ın oğlu Berdi Murad Han,
Göktepe Kalesi'ni güçlendirerek savunmaya geçer. Ruslar, 1879'un Ağustos ayında saldırıya
geçerler. Günlerce süren top ateşinde çok Türkmen şehit olur. Sonunda, kaleden çıkış yapan
Türkmenler, Rusları Hazar'a kadar sürerler. Berdi Murad Han bu savaşlarda şehit olur.
1880 yılında Nurberdi Han vefat eder ve yerine Muhtumkuli Han geçer. Rus Çarlığı,
güçlendirdiği büyük bir ordu ile yeniden Göktepe'ye saldırır. Günlerce top ateşi altında tutulan
kalenin duvarları tonlarca dinamit patlatılarak yıkılır. Aşgabad'a çekilmek isteyen çocuklar ve
kadınlar acımasızca öldürülür. Türkmenler Göktepe'yi sokak sokak ve ev ev savunurlar. Bu kanlı
savaşlarda yirmi bin Türkmen şehit olur. Göktepe düşer. Ruslar 18 Ocak 1881'4e Aşgabad'a
girerler. Esasen, aralarında çekişmeler olan Türkmen beyleri, Merv şehrini savunamayacaklarını
düşünürler ve Merv'i 1884'te Ruslara teslim ederler.
Rus egemenliğinde yaşamak bütün Türkistan için çok zor gelir. Yer yer Türkistan'ın her
yanında irili ufaklı ayaklanmalar olur. Ancak, düzenli orduları olmadığı için, vatanları ve
bağımsızlıkları için kahramanca kanlarını dökerlerse de, belirli bir başarıya ulaşamazlar. 1916'da,
Çarlık Rusyası'nın, Türkmenleri savaşa göndermek istemesi üzerine yine Türkistan'ın her yanında
isyanlar başlar. Türkmenistan'da, Cüneyt Han'ın önderliğinde halk ayaklanır. Ayaklanma Tecen ve
Batı Türkistan taraflarında yayılır. Halk, Hive Kalesi'ne hücum eder. Ancak kaleyi düşüremezler.
Cüneyt Han, Afganistan'a doğru çekilmek zorunda kalır ve burada uzun süre ayaklanmayı
sürdürür. Aziz Han'ın başlattığı ayaklanma da başarılı olamaz; o da Afganistan'a geçer. Etrek ve
Gürgen'deki ayaklanmalar da kanlı bir biçimde bastırılır. Öncülerden Esen Han, Mergen Bey ve
Baha Kılıç şehit edilirler.
1917 Bolşevik ihtilali ile, Türkmenistan'a komünizm uygulamaları başlar. 11 Temmuz 1918'de
başlayan bir halk ayaklanması, Aşgabat'ta Sovyet yönetimine son verir. Ancak, 1920'de Kızıl Ordu
yeniden Sovyet egemenliği kurar. Bu arada Cüneyt Han, Türkistan'a geçerek Hive Hara Seyit
Abdullah ile anlaşıp bir cephe kurar; Özbek, Karakalpak ve Türkmenler birlikte hareket ederler.
Ancak, daha sonra mahalli beylerin harekete destek vermemesi üzerine Karakurum Çölü'ne çekilir.
2 Şubat 1920'de Harzem Halk Sovyet Cumhuriyeti ve 2 Eylül 1920'de Buhara Halk Sovyet
Cumhuriyeti kurulur. Sonunda, 27 Ekim 1924 yılında, Ruslar, Türkmenistan, Kazakistan,
Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan Cumhuriyetlerini kurarak, Türkistan'ı beş ayrı cumhuriyet
halinde Sovyet merkezine bağlarlar.
Türkmenlerin direniş hareketleri devam eder; Cüneyt Han, ancak Stalin döneminde ülkeyi
terkederek
Afganistan'a geçer ve 1938'de burada vefat eder. Sovyetler bu hareketleri Basmacı hareketleri adı
altında
kötülemeye çalışırlar.
İkinci Dünya Savaşı'nda iki yüz bine yakın Türkmen genci savaşa katılmıştır. 6 Ekim 1948
yılında aş-gabat ve çevresinde meydana gelen büyük bir depremde yüz kırk bin'in üzerinde
Türkmen ölmüş; ancak,
bu büyük felaketten dünya milletleri haberdar edilmemiştir.
* * *
Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecine girmesi üzerine, Türkmenler de kendi Cumhuriyetlerini
kurmak üzere harekete geçmiş ve Türkmenistan Meclisi, 27 Ekim 1991'deki olağanüstü
toplantısında oy birliği ile bağımsız Türkmenistan Devleti'nin kurulmasına karar vermiştir. 27 Ekim,
Türkmenistan'ın bağımsızlık günü olarak ilân edilmiştir.
Şimdi Türkmenistan, 26 Haziran 1992'de devlet başkanlığına seçilen Saparmurat
Türkmenbaşı'nın öncülüğünde dünya devletleri içindeki şerefli yerini almak üzere ilerlemektedir.


Alıntı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Aralık 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkmen ismi Oğuz boylarının müslümanaşmaya başladığı dönemde aldığı isim olarak bilinmektedir.Türkmen yani oğuz kökenli sadece Türkmenistanlı türkmenler değildir.Azerbaycan türkleri,iran türkleri,ırak türkmenleri,suriye türkleri,kıbrıs türkler ve türklerde köken olarak türkmendir.ama türkmen milleti olarak türkmenistanlılar olarak bilinir günümüzde,Türkmenlerin günümüz nüfusu 10 milyon civarındadır.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
17 Ocak 2013       Mesaj #4
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
TÜRKMENLER
MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Oğuz Türklerinin bir kolunu oluşturan halk. Büyük göçler sırasında Orta Asya'dan batıya doğru göçtüler. Hayvancılıkla geçinen göçebe aşiretlerdi. Batıya göçleri sırasında bir bölümü, geçtikleri topraklara yerleşip tarımla uğraşmaya başlarken bir bölümü ilerlemeye devam etti. Bu nedenle günümüzde Aral'dan Hazar Denizi'ne, Siriderya'dan Horasan'a kadar uzanan geniş bir bölgede (Türkmenistan, Özbekistan, Kafkasya, Avrupa Rusyası, Afganistan ve İran) yaşayan Türk halkına ve Anadolu'daki göçebe Türklere, Türkmen adı verilir.

Türkmenler Anadolu'ya Selçuklular ile birlikte geldiler (1071). Selçuklular Türkmen aşiretlerini yerleştirmeye çalıştılar. Bir bölümü yerleşik tarım hayatına geçerken, bir bölümü göçebe hayvancılığı sürdürdü. Bu ikinciler daha çok sınır bölgelerine yollandılar ve Selçuklu Devleti'nin sınırlardaki vurucu güçlerini oluşturdular. Daha sonraki dönemlerde Türkmen boylarının doğudan Anadolu'ya akınları zaman zaman tekrarlandı.

Osmanlı Devleti'ni kuran Kayı aşireti de böyle bir akında Anadolu'ya gelen bir Türkmen aşiretidir. Türkmenler, özellikle Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra, bölgede bazı beylikler ve devletler de kurdular. Bunların başlıcaları Danişmentoğulları, Artukoğulları, Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları vb. beyliklerle, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleridir. Selçuklu ve Osmanlı yönetimleri Türkmenlere karşı sürekli bir iskân politikası izlediler. Türkmenlerin toprağa yerleştirilmesi 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar sürdü. Çok az bir bölümü günümüzde de yarı göçebe yaşamlarını sürdürmektedir.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

12 Ekim 2008 / Misafir Müzik tr
2 Ekim 2016 / KisukE UraharA Sinema tr
29 Mayıs 2008 / Bia Türk ve İslam Dünyası
29 Kasım 2015 / Jumong Türkiye'den
7 Ocak 2012 / Jumong Sinema tr