Arama

Kahvehane Nedir? Kahvehane Kültürü

Güncelleme: 16 Kasım 2016 Gösterim: 28.459 Cevap: 5
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
3 Aralık 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  kahvehane33.jpg
Gösterim: 2857
Boyut:  46.2 KB
Kahvehane kültürü Türk insanın günlük yaşamında önemli yer tutar. Her ne kadar günümüzde bu tür mekanlar işsizlerin ve emeklilerin uğrak yeri olarak görülse de eskiden kahvehanelerde beyin fırtınaları yapılırdı. O dönemlerde bu tür yerler zaman öldürmek için değil karşılıklı fikir alışverişi ve kitap okumak için açılmış yerlerdi. Memleketin ileri gelenleri, makam ve mevki sahipleri kahvehaneden çıkmazdı. Şimdi ise hükümetler devrilip hükümetler kuruluyor. Bir başka ülkeye savaş açılıyor, barış anlaşmaları imzalanıyor. Eğitim, güvenlik politikaları belirleniyor. Netice alınamayacağı bilindiği halde futbol, din, sanat, spor, siyaset, ekonomi üzerine ateşli konuşmalar yapılıyor.

Sponsorlu Bağlantılar
Eskiden kahvehaneler bir mektep olarak görülürdü. Oralar adeta bir eğitim kurumu gibiydi. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Tahtakale'de açılan kahvehaneler günümüzdeki gibi başıboşların ve işsizlerin vakit öldürmek için uğradığı mekanlar değil. Toplumun ileri gelenlerinin gidip beyin fırtınası yaptığı yerlerdi. Hatta kahvehanelere mektebi irfan veya halk kütüphanesi ismi de verilirdi. "Hayat Fakültesi" ismini bile veren vardı. Sait Faik, "Kıraathaneye gitmemiş bir üniversitelinin tahsilini yarım sayarım. Bu dekansız, doçentsiz, bütçesiz, fakültesiz, tamamen muhtar üniversitelerin tavla şıkırtıları arasında ‘gören bir göz’, ‘işiten bir kulak’ bir memleketin nabzını tutabilir" sözleriyle kahvehaneleri birer eğitim kurumu olarak gördüğünü çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

Hikayecimiz Sait Faik şöyle anlatır zamanının kahvehanelerini: "Severim kıraathaneleri. Bir ihtiyar gözlüğünü takmıştır. Ötekisi elinden bir türlü gazeteyi bırakmayana içerlemektedir. İki yaşlı-başlı adam, çocuklar gibi olmuş, domino oynamaktadır. Üç kişi hiç aklınıza bile gelmeyen bir siyasal düşüncededir. Bir küçücük, sizin dikkatinizi bile çekmeyen bir haberden neler de neler çıkarılır Yarabbi ! Sonra birdenbire hiç ummadığınız birinin karaborsayı nasıl ortadan kaldıracağını anlatışına dalarsınız. Düşünceleri önce size gülünç gelir. Sonra: Hani hiç de yanlış değil, dersiniz. Soğuk, temiz, beyaz mermerli, ince belli çay bardaklı, mavi, sarı, turuncu fincanlı, köylü zayıf garsonlu, sarı yüzlü ocakçılı İstanbul kıraathaneleri ! İstanbul'u, İstanbul halkını, derdini, beğenisini, bilgisini, becerikliliğini sinemalardan, yılışık, ciddi tiyatrolardan, dahası, evlerden daha çok siz temsil ediyorsunuz. Siz birer tembel yatağı değil, birer bağımsız üniversitesiniz. Üniversiteden daha bağımsızsınız.''

Günümüzde kahvehaneler tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi hem görsel hem işlevsel olarak şekil değiştirmiş durumda. Artık işsizlerin, boş yere vakit harcayanların, emeklilerin, eşinden kurtulmak isteyen erkeklerin sığınma evleri haline geldi. Kahvehaneler değişik amaçla kullanılır durumda. Kimisi fanatiği olduğu takımı desteklemek için gider. Aynı zamanda en büyük teknik direktörler onlardır. Takımına taktik verir. Kafası karışık olanlar psikolojik tedavi görmek için gider iki sohbet eder rahatlar. Şairin ‘Gönül ne kahve ister ne kahvehane, Gönül muhabbet ister kahve bahane' dediği gibi kimisi de sohbet muhabbet etmek için kahvehaneye gider. Kimisi oyun oynamak için kimisi ise ‘beleş' gazete okumak için kahvehaneleri mekan seçer. Her ne kadar garazlar farklı olsa da bazen ‘h' yutup ‘kave' dediğimiz yerlerin kültürümüzde çok önemli bir yeri vardır.

Eskiden kahvehanelerde birçok meslek icra edilirdi ve kahvehaneciler birer meslek erbabıydı. Kahvehaneciler hem berber, hem dişçi hem de birer cerrah gibi çalışırlardı. 1800'lü yıllardan itibaren basın yayının da gelişmesiyle kahvehanelere gazete de girmeye başladı. Okuma yazması olan birisi kahveci tarafından alınan kitapları yüksek sesle okurdu. Kitabı okuyan kişiden içtiklerinin parası da alınmazdı. Kesin olmamakla birlikte eldeki bilgilere göre kahve ilk olarak Yemen'de kullanılmaya başlamış. Dini ortamlarda geceleri geç saatlere kadar süren zikir ayinleri esnasında uyarıcı olarak kullanılmış. Özellikle ilk açılan kahvehanenin çok ilgi görmesi üzerine diğer yerlerde açılan kahvehaneler, bu büyük zincirin halkalarını oluşturmaya başlamış.

Bu arada sözünü ettiğimiz kahvelerle şimdilerin "cafe"lerini karıştırmamak gerekiyor. Onların adı da kahveden geliyor ama onların farklı bir kültürün uzantıları olduğunu söyleyebiliriz. Rivayetlere göre kahvenin Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden sonra Müslüman tüccarlar tarafından 1500'lü yıllarda İstanbul'a getirildiği ancak fazla rağbet görmediği söylenir. İstanbul'da ilk kahvehane 1500'lü yıllarda Tahtakale semtinde, Halepli Hakem ve Şamlı Şems adında iki Arap kökenli tüccar tarafından açılır. O tarihlerde Tahtakale, şehrin önemli ticaret merkezlerinden birisi olarak bilinmektedir. Tahtakale'dekilerin peşi sıra da şehrin bir çok yerinde ardı ardına pek çok kahve açılır. İnsanlar akın akın buralara gelmeye başlarlar. Ne var ki, halkın kahveye ve kahvehanelere gösterdiği bu aşırı ilgi imamları, hocaları çok rahatsız eder. Hatta zamanın Şeyhülislamı Ebussuut Efendi, ‘Kömürleşme derecesinde kavrulan her şeyin yasak' olduğu şeklinde bir fetva bile verir. Çünkü, bir mahalleye "bir ekmekçi fırınına mukabil, on kahvehane'' isabet etmesinden de anlaşılacağı gibi durum o kadar vahimdir ki, iş İstanbul'a kahve getiren gemilerin dipleri delinerek batırılmasına kadar bile gider. Ama, tabii yasaklarla bir yere varılmıyor. Tüm bunlara karşılık kahvehanelerin sayısı her geçen gün artar da artar.

Kahve, asıl Yemen Valisi Özdemir Paşa sayesinde ünlenir. Paşa, Yemen'de içip lezzetini çok beğendiği kahveyi Kanuni Sultan Süleyman'a da ikram eder. Padişah da saraydakiler de pek hoşlanırlar bu ilk defa tattıkları içecekten. Böylece saraya giren ve çok beğenilen kahve kısa zamanda saraydan halka da yayılır. Kahire'den gemilerle çuval çuval kahve İstanbul'a getirilmeye başlanır. Saraya giren kahve, saray ahalisi tarafından beğenilir ve ‘kahvecibaşı' makamı kurulur sarayda. Kahvecibaşılık deyip geçmeyin, o makam o kadar önemli ki, o makama sır tutmasını bilen kişiler seçilirmiş. Hatta makamın değerinin yüksek olduğunu göstermek için kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselen bile olurmuş.

Önce şairlerin, yazarların ve zamanın entelektüellerinin buluştukları, memleket meselelerini konuştukları tartıştıkları yerler olan kahvehaneler, dönem dönem yasaklansa da giderek sosyal hayatın ayrılmaz bir parçası olarak toplumdaki yerlerini alırlar. Mahalle kahveleri, esnaf kahveleri, yeniçeri kahveleri, tulumbacı kahveleri, aşık kahveleri, semavi kahveleri, meddah kahveleri, esrarkeş kahveleri gibi çeşitli adlarda kahvehaneler açılır. Tarih boyunca bizde bir kıraathane-kahvehane kültürü gelişir. Oralarda sadece kahve içilmeyip sohbetler edilir, dertleşilir, tartışılır, şiirler söylenir, çalgı çalınır, kitap okunur, tavla, kağıt, domino oynanır, nargile içilir. Günümüzde, her mahallede, her sokakta birer tane hatta birden fazla kahvehane var. Bin 500 kütüphanenin bulunduğu ülkemizde kesin olmamakla birlikte yaklaşık 450 bin tane kahvehane var.

İstanbul'da Kahvehaneler

İstanbul'un kahve ve kahvehane kültürü çok yönlü ele alınması gereken bir olgu; tarihi ise bir o kadar ayrıntılı. Toplumun değişim süreciyle paralellik gösteren, müşterileri adeta toplumun ve ait oldukları sosyal statünün birer aynası olan kahvehane kültürüyle tanışmamız 1500'lü yıllara rastlıyor. 14. yy da Ortadoğu'ya, Hindistan'a, Asya ülkelerine yayılan kahve Yavuz Sultan Selim'in Suriye'yi, Mısır'ı, Hicaz'ı almasından sonra 1519'da İstanbul'a geldi. İlk kahvehanelerin açılması ise 1554-55 yıllarına tarihleniyor. İstanbul'un ilk kahvehanesi, Halepli Hakem ve Şamlı Şems isimli iki tüccar tarafından Tahtakale semtinde açıldı. İlk kahvehanelerin müşterilerini dönemin seçkinler sınıfı sayılan bürokratlar, yani Kanuni döneminde özerk yapılı bir yönetim kurulu olan "kalemmiye'nin üyeleri oluşturuyordu. Aydın sınıfından, eğlence düşkünü, iyi yaşamayı sevenlerden oluşan bu topluluk, yirmi ya da otuz kişilik gruplar halinde toplanıp kitap ya da görgü kuralları yazıları okur, tavla, satranç oynar, yeni yazdıkları şiirleri getirip, sanat tartışmaları yaparlardı. O dönemde bu toplantılara katılmak, bir anlamda onaylanmak, kabul görmek, toplumsal bir statüye layık görülmek anlamına geldiğinden genç adaylar, becerilerinii sergiler, bu ortama girmek için can atarlardı. Adayların Osmanlı seçkinlerinin kültürünü bilmek, Arapça, Farsça, Türkçe ve edebi alanda tanınmış ustalar konusunda sağlam bilgilere sahip olmak gibi özellikler sahip olmaları gerekiyordu. Sosyalleşme anlamında toplumda önemli bir yere sahip olan kahvehaneler, aynı zamanda birer eğlence mekanıydı..Bazı kahvelerde dama, satranç oynanır, bazılarında ise Karagöz oynatılırdı. 19 yy.da bu gösteriler Tophane tershanesine yakın mahallelerde, Fatih ve Sultanahmet Camii çevresindeki kahvehanelerde yapılırdı. Kahvehaneler ünlerini orada sanatını icra eden müzisyenlerden ya da meddahlardan alırlardı. O döneme ait 43 meddah kahvesi olduğu biliniyor. Dönemin meşhur kahvehanelerinden biri geniş pencerelerinden Saray'ın göz kamaştırıcı görüntüsü yanında Haliç, Boğaziçi ve Adalar görünen; havuzu, zengin sofraları, ahşap tavanı ve duvar süslemeleriyle Tophane Kahvehanesi'ydi. Burası Laz, Ermeni, Türk denizcilerin, din adamlarının, edebiyatçıların ve tüccarların uğrak yeriydi. O dönemde bunun dışındaki kahvehaneler, aynı

TARİHTE KAHVELER


Kahve ve Osmanlı kahvehaneleri hakkında ilk önemli araştırmayı, 18. yüzyıl sonlarında İstanbul'da yaşayan D'Ohssson yapmış. D'Ohssson, Tableau General de l'Empire adlı yapıtında kahvelerin keşfini şöyle anlatıyor; Yemenli Şeyh Şazili 1258'de tekkesinden kovulup bir dağa sürülmüş. Yiyecek bulamadığı için kahve ağaçlarından topladığı kahveleri kaynatıp yemiş. Uyuz hastalığına yakalanmış derviş arkadaşları onu aramaya çıkmışlar. Bulduklarında da merak edip yaptığı kahve lapasını yemişler ve hastalıktan kurlulmuşlar. Olay, Yemen'de duyulmuş. Zamanın hükümdarı şeyhi ödüllendirerek kahve ağaçlarının yetiştiği dağın eteğinde ona özel bir tekke yaptırmış, meslek grubundan, aynı loncadan kişilerin gittiği kahvehanelerdi. Bunlar meslek grubuna göre hamal ve esnaf kahvehaneleri, denizci ve balıkçı kahvehaneleri, yeniçeri, tulumbacı kahvehaneleri gibi isimlerle anılırdı. Bu kahveler bilgi alışverişinin yapıldığı, mesleki sorunların tartışıldığı, işbirliği yapılan yerlerdi. Örneğin Balat Kahvehanesi'ni işleten Penderoğlu, Türk ve Rum komşuları arasında zaman zaman kavgaları bu atmosferden güç alarak çözümlerdi. Günümüzde bile popülerliğini koruyan Pierre Loti Kahvehanesi, 1880 de Eyüp'te Karyağdı Bayırı'nın sonundaki tepede açıldı. Galata ile Eminonü'nü birbirine bağlayan köprü üzerinde de birtakım kahvehaneler vardı. Yazar Edmond de Amicis'e göre o 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında Galata ve Beyazıt kulelerinde de kahve içiliyordu. Yaz günleri Tophane ile Ayasofya meydanlarında kurulan çadırlar da kahvehane olarak kullanılıyordu. Kır yerlerine kurulan kahvehanelerin en büyüğü ise Kadırga'daki 56 Kahvehanesi'ydi. Fener'de deniz üzerindeki İskele Kahvehanesi, vapur iskelesinin hemen yanındaki Ahmet Rasim'in uğrak yeri olan, içinde ince saz da bulunan kahve gazinoda dönemin popüler mekanlarından biriydi. Kahvehanelerin bazıları gündüz kahve olarak çalışır, gece gazinoya dönüşürdü. Eyüp İskele Gazinosu bunlar arasında en ünlüsüydü.
Toplumsal değişimler doğrultusunda kahvehanelerde değişmeye başladı. Her yıl daha çok sayıda Osmanlı Avrupa'ya gitti. Avrupa'ya sürgün gönderilen Jön Türkler de sık sık cafelerde buluşup imparatorluğun kaderi hakkında hararetli tartışmalar yaparlardı. İnsanların kafalarında modern kahvehane imgesi oluştu. Galata ve Pera'da "alafranga" kahvehaneler açılmaya başlandı. Kanun-i Esasi Kıraathanesi olarak tanınan mermer, alçak kabartmalı ve Art Nouveau dekorlu Tarlabaşı'ndaki Ca-fe de la Paix gibi yüzyıl sonunda açılan birçok kahvehane, alafranga kafelerin mimarilerinden ve dekorlarından doğrudan etkilendi. İstanbul'daki eski geleneksel kahvehaneler giderek kıyıda köşede kalmaya başladı.
Kadın garsonlu ya da kadın garsonsuz- çünkü bu kadınların Türklerin işlettiği kahvehanelerde görülmesi için zaman gerekiyordu masaları, sandalyeleri ve uygun de-koruyla Avrupa modeline en çok yaklaşan kahvehaneler kendilerini modern müesseseler olarak sunuyor, müdavimleri de aydın ve eğitimli geçiniyordu. Hat levhaları, sedirleri, hasırları ve nargile tiryakileriyle eski Osmanlı kahvehanesinin geleneksel çerçevesine sadık kalanlar ise artık demode, eskimiş kalıyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında, tutucuları ve gericilik yandaşlarını gözler önüne sermek isteyen hiciv ustaları, bunların başları sarıklı, eski kahvehanelerde nargile ya da çubuk içerek, cumhuriyete ve reformlara sövüp sayarken canlandırılıyordu. Modernleşme sürecinin göbeğinde kalan kahvehaneler, tıpkı kullanılan dil gibi, sonunda ilerici ya da gerici bir zihniyetin göstergesi olmuştu; "Hangi kahvehaneye gittiğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim..."
Kahvehanelerin değişimi Cumhuriyet yıllarında da sürdü. Semai kahvehanelerin modası yavaş yavaş geçti. Ramazan geceleri Şehzadebaşı'ndaki kahvehane ve çayhanelerin canlılığı yok olmaya başladı. Meddahlar ortadan kalktı. Karagöz anılarda kaldı...Aynı dönemde Mustafa Kemal tarafından Türk kadınlarına sosyal, hukuksal ve siyasi hakların tanınması kahvehanelerin görünen yüzünü daha da değiştirdi. Halka açık yerlerde, okullarda, idari yerlerde kadın erkek ayırımı hızla ortadan kalktı. Bununla birlikte bütün kahvehanelerde cinsiyet eşitliğinin söz konusu olduğunu söylemek zor. Anadolu ve büyük kentlerin varoşlarında hala kahvehaneler kadınlara kapalı ve erkek egemen. Sonuç olarak geleneklerle derinlemesine bütünleşmiş kahvehanelerin modernlik virajını alamadıkları ortada. Bugünkü cafe-kahvehaneleri anlayabilmek için bu ayrımı özümsemek gerekiyor....

kahnak = istanbul.gov.tr
cihandergi.com

Son düzenleyen Jumong; 16 Kasım 2016 10:26
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
3 Aralık 2006       Mesaj #2
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
kahvehane

Sponsorlu Bağlantılar
DERUNİ - avatarı
DERUNİ
Ziyaretçi
30 Mayıs 2011       Mesaj #3
DERUNİ - avatarı
Ziyaretçi

Osmanlıda Kahvehane Kültürü



Kısaca Osmanlıda Kahvehane Kültürü
Anadolu’da toplumsal yaşamda kahve öylesine geniş bir yer edinmiştir ki, konur diye adlandırılan kahverengine, kahvenin gelişinden sonra kahve-rengi denmeye başlanmıştır. Bununla birlikte Anadolu kültüründe kahve ve kahvehanenin tarihi de çok eskiye dayanır. Misal bazı kaynaklar Fransa’da ilk kahvehanenin bizden yaklaşık olarak 130 yıl sonra yani 1684 yılında açıldığını ve Fransızların kahveyi 28. Çelebi Mehmet Efendi’nin elçiliği sırasında götürülmesi aracılığıyla tanıştığını belirtir. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur” sözü kahvenin bir dönem ne kadar büyük bir öneme sahip bir içecek olduğunu belirtir. Anadolu’da ilk kahvehane 1554′te açılmış, 1517′de Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın getirdiği kahveyi ilk içen kişi ise Kanuni Sultan Süleyman’dır.

Hoş Görülmeyen Kahvehaneler


Osmanlı toplumunun kahve ve kahvehanelerle tanışması 16. yüzyılda olmuştur. Aslında o dönemlerde “kahvehane” devlet tarafından hoş karşılanmamış bir mekândır. Hatta kahvenin ateşte kavrulması ve fincanın herkes tarafından kullanılmasından ötürü çıkarılan bir fetva ile kahveye yasak bile getirilmiştir.
Osmanlı toplumu kahveyi bir içecek olarak kullanmaya başlayınca, her yeni içeceğe olduğu gibi kahveye de ulema tarafından şüphe ile yaklaşılmıştır. Osmanlı şeyhülislâmlarından Ebussuud Efendi, kahveye ve kahvehanelere şiddetle karşı çıkmıştır. Hatta bu konuda kendisine “kahvehanelerde toplanıp satranç, tavla ve benzeri oyunları oynayan, arada bir sohbet eden ve kahve içenlere ne lâzım gelir” şeklinde yöneltilen bir soruya; “Cümlesine, Allah’ın, meleklerinin ve tüm İslâm âleminin lâneti gerekir” cevabını vermiştir.
Bu ve benzeri fetvalarda kahveden ziyade kahvehanelere karşı bir tepkinin olduğu çok açıktır. Zaman zaman meyhanelerle birlikte kahvehaneler de kapatılsa da bir türlü yenilerinin açılmasının önüne geçilememiştir. Zamanlar her sokak başında bir kahvehane açılmıştır. Kahvehanelerin kapatılması konusunda en titiz davranan IV. Murat olmuştur. Onun döneminde içki, kahve ve tütün mamulleri yasaklanmış, sırf İstanbul’da yüzlerce kahvehane kapatılmıştır.
Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan itibaren ekonomik ve sosyal açıdan büyük bir kriz yaşadı. Tımar sistemi ve toprak yönetimi bozulmuş, nüfus hızla artmış, İstanbul büyük bir göç dalgasıyla karşılaşmıştı. Bu durum şehir hayatını daha da zorlaştırdı. İlk başlarda yüksek mevkiden insanların rağbet ettiği kahvehaneleri, artık daha alt tabakadan insanlar doldurmaya başladılar. İşsiz ve boşta kalan insanlar için meyhaneler ve kahvehaneler evden dışarıda olma ve vakit geçirme yerleriydi.

17. yüzyıldan itibaren toplumsal bozulma ile kahvehaneler, merkezî yönetimin eleştirildiği, fitne, fesat ve ahlâksızlık yuvaları haline gelmeye başladı. Başa gelen tüm padişahların hemen ilk icraatları olarak pek çok kahvehaneyi kapattırdığı bilinmektedir. Kahvehanesinde dedikodu yapılan bir kahvecinin kahvehanesi yıkılmış, kahvehanede bulunanlar Malta’ya sürgüne gönderilmiştir.

17. yüzyılın sonlarına doğru kahvenin ekonomik değeri devlet tarafından daha iyi görülür. Zenginler ve hatta bazı devlet adamları yatırımlarını kahveye yaparlar. Bu durum kahvehanelerin açılmasını da beraberinde getirmiştir.

Görülüyor ki, Osmanlı Devleti’nin kahvehanelere yönelik yasakçı tutumu, bu mekânların, işsiz insanların zamanlarını boş yere harcadığı, dedikodu yaptığı, yalan yanlış (kulaktan duyma) sözlerle iktidarı eleştirdiği yerler haline dönüşmesi sebebiyledir.

Kahvecilerin kapatılma tehlikesi yüzünden midir ya da iktidarın kahvehâneleri dönüştürme isteğinden midir bilinmez bir aralar “kıraathâne” ismi kullanılmış. Kıraathâne, “okuma salonu” anlamında bir ifadedir. İlk anda kahvehanelere kitaplıklar yerleştirilmiş, kitaplar konmuş ama pek itibar eden olmamış.

Günümüzde kahvehaneler tüm yurdu kaplamış durumda. Şehrimizde de öyle. Saatler süren oyunların, bol küfürlü boş lafların, akıp giden onca zamanın hesabını soran yok. Bol resimli gazetelerin, büyük yazılı haberlerini, gazetenin son sayfasından başlayarak okuyan insanlarıyla kahvehanelerimizin durumu içler acısı. Kimi zaman kaldırımlara taşan masalarla, sandalyelerle sırf geleni geçeni izlemek, hiç hoş olmayan dedikodu ve çirkin konuşmalarla kendi insanımıza eziyet verebilen kahvehanelerimiz kentimize hiç yakışmayan bir görüntü veriyor

BoC59F Duranlar Kahvehanesi
Kahvehaneler, işletmecileri için elbette ki ekmek kapısıdır. Saygıyla karşılıyoruz, ama kendisine getirisi yanında ortaya çıkan bu olumsuzları değiştirebilecek iyi niyetli esnafımızın da çıkabileceğine inanıyoruz. İşletmeciler, hele hele gelecek yıl tüm kapalı mekânlarda uygulamaya başlayacak sigara yasağını da göz önünde bulundurup, kahvehaneleri (kıraathaneleri) gerçek anlamda bir okuma salonu, kültür merkezi veya sohbet meclislerine dönüştürme yoluna girebilirler. Neden olmasın?

(Fazıl Mustafa Taşcı)
Son düzenleyen Jumong; 16 Kasım 2016 09:59
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
12 Şubat 2016       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  kahvehane00.jpg
Gösterim: 1101
Boyut:  71.1 KB
KAHVEHANE a. (ar. kahve ve fars. teşneden kahve-hâne). Çay, kahve gibi alkolsüz içkiler içilen, iskambil, tavla gibi oyunlar da oynanabilen yer; kahve, kıraathane.

—Ed. (Bk. ansikl. böl.)

—Folk, ve Tar. (Bk. ansikl. böl.)

—ANSİKL. Ed. XVIII. yy.’da İstanbul’da Üsküdar'daki Balaban iskelesi kahvehanelerinde halk şairleri saz çalıp şiirlerini okurlardı. Üsküdarlı halk şairi Aşık Razi, şiir zevkini burada aldığını anlatır. XIX. yy. başında Tavukpazarı'nda çalgılı, köçekli, meddahtı bir dizi âşıklar kahvehanesi açıldı. Burada muammalar, atışmalar düzenlenirdi. Ramazan gelince bazı kahvehaneler “semai kahvesi" haline getirilirdi. Ramazan gecelerinde bunların müşterileri çoğalır, söyleşiler, şiir okumalar sabaha dek sürerdi. Semai kahveleri en parlak çağını Abdülhamit ll'nin (1876-1909) padişahlık yıllarında yaşadı. Geceye mâniyle başlanır; koşmalar, semailer, divanlar, ka- lenderiler, destanlar birbirini izlerdi. Konular genellikle aşk üzerine olurdu. XIX. yy.'da semai kahvelerinde saz şairleri arasında muamma yarışmaları yapılırdı. (ÇALGILI- KAHVE.) 1827'de Dertli (1772-1848) Tavukpazarı’ndaki âşıklar kahvehanesine asılan bilmeceleri çözerek saz şairleri arasında üstünlüğünü kabul ettirmişti. Bu kahvehanelerde en çok Emrah, Gevheri, Seyrani, Âşık Ömer, Bayburtlu Zihni ve divan şairi Enderunlu Vasıf’ın şiirleri okunurdu. İstanbul'da XIX. yy.'ın ikinci yarısında kahvehaneler, edebiyatçıların, bilim adamlarının, aydınların toplantı yeri haline geldi Kahvehaneler kitle haberleşmesi açısından da önem kazandı, ülkeye ve dünyaya ilişkin haberler buralardan yayıldı. Kimi kahvehanelerde müşterilerden biri Kan kalesi, Hamzaname, Battal Gazi gibi kitapları okur, ötekiler dinlerdi. Kitap, şiir okunması, meddah hikâyeleri anlatılması, kahvehanelerin "kıraathane" adıyla anılmasına neden oldu. 1866'da Direklerarası'ntn en önemli kahvehanesi Alyanak Mehmet Efendi kıraathanesine Meddah Şükrü Efendi gelir, menkıbeler anlatırdı. Aynı yerdeki Kâzım Efendi kıraathanesinde, 1882'de Cudi Efendi'nin Hayalhane-i osmani adlı tiyatro kumpanyası oynamıştı. Şehzadebaşfnda Fevziye kıraathanesi de, 1885-1900 yıllarında ün kazandı. Burada saatler süren fasıllar verilirdi. Üsküdarlı Vasıf Hoca XIX. yy. sonlarında Çemberlitaş dolaylarında eski Esir Hanı ile Esir pazarinın yerinde üç büyük kahvehane olduğunu yazar. Halk ozanlarından Nebil Baba bu kahvehaneler için ' ‘Esirpazarı 'nda kahvehaneler / Toplanmış içinde hep divaneler" der. Edmond de Amicis XIX. yy.'ın ikinci yarısında mezarlıklar içinde bile kahvehaneler olduğunu (Merkez Efendi'de Çınaraltinda Hacegân kahvehanesi) yazar. XIX. yy. sonunda Üsküdar'da Üsküdarlı Talat, Muallim Naci, Şeyh Vasfi gibi şairlerin toplandıkları Çiçekçi kahvehanesi ün kazanmıştı. Cumhuriyet döneminde birer kültür merkezi sayılabilecek kahvehanelerden ikbal, Meserret, vb. en çok söz edilenlerdir. Birçok edebiyatçı, yapıtlarında kahvehaneleri konu edindi. Ebüzziya Tevfik, Mecmua-i Ebüzziya'öa sazendeli, meddahlı kahve-hanelere ilişkin geniş bilgi verir. Recaizade Ekrem Araba sevdası (1889), Hüseyin Rahmi Son arzu (1922) adlı romanlarında Direklerarası kahvehanelerine ait gözlemlerini aktarır. Hüseyin Rahmi Hayattan say- falar( 1919) kitabında yer alan “Sabire” öyküsünde Edirnekapı içindeki bir kahvehaneden söz eder. Reşat Nuri Güntekin Anadolu notları (1946) adlı yapıtında Anadolu kahvehanelerini anlatır. Ahmet Rasim'in Fuhşi Atik (1922) ve gazetelerde yayımlanmış yazılarından derlenen Anılar ve söyleşiler (1983) kitaplarında kahvehanelerle ilgili gözlemleri yer alır. Osman Cemal rçaygılı'nın İstanbul'da semai kahveleri ve meydan şairleri (1937), Tahir Alangu’nun Çalgılı kahvelerde külhanbey edebiyatı ve numuneleri (1943), Salah Birsel' in Kahveler kitabı (1975) bu alanda yazılan yapıtlardandır. Salah Birsel Ah Beyoğlu vah Beyoğlu (1976) adlı kitabında da edebiyatçıların devam ettiği kahvehanelerle ilgili anı ve gözlemlerini anlatmayı sürdürdü. Sait Faik bir hikâye kitabına Mahalle kahvesi (1950) adını vermişti. Nurer Uğurlu, Orhan Kemal'le ilgili anıları konu edinirken çağdaş yazarların kahvehanelerde geçen yaşamından görüntüler yansıttı. Beyazıt'ta ikinci Dünya savaşı yıllarındaki yazarların devam ettiği Küllük kahvesi' ni Nevzat Sudi Odyakmaz, bu adı taşıyan kitabında konu edindi (1987).

—Folk, ve Tar. Türkiye’de ilk kahvehanenin 1554'te açıldığı kabul edilir. Bu tarihe değin Anadolu'da ve Rumeli’de kahvehane yoktu. 1554’ün sonlarına doğru Halep’ten gelen Hakem, Şam’dan gelen Şems adlı iki kişi Tahtakale’de birer büyük kahvehane açtılar. .(Bazı kaynaklarda ilk kahvehanenin 1551-1552’de, bazılarında da İstanbul’un Fatih semtindeki Halıcılar köşkü’nde 1604’te açıldığı kayıtlıysa da, genel olarak 1554 tarihi kabul edilir.) Bu tarihten sonra kahvehanelerin sayısı hızla artmaya başladı. Din adamları kahve gibi kahvehanelere de karşı çıktılar ve buraların meyhanelerden daha kötü yerler olduğunu öne sürdüler. Hatta kahvenin haram olduğu yolunda fetva veren şeyhülislam Ebussuut Efendiden yeni bir fetva verilerek buraların kapatılmasını istediler. Şeyhülislam, bu tür bir fetva vermekten çekindi. Murat III döneminde çıkan yasağa karşın sapa yerlerde, arka kapıdan girilip çıkılan kimi kahvehaneler kuruldu. Sonunda ulemanın da kahve alışkanlığı artınca bu yeni içeceğin haram değil helal olduğu yolunda fetva çıktı ve kahvehanelerden alınan yüksek vergi nedeniyle yayılmalarına göz yumuldu. Boş gezenlerin artması, kahveye günlük siyasetin girmesi, buralarda toplanan halk tarafından yönetime eleştiriler yöneltilmesi üzerine 1583’te çıkan bir fermanla kahvehaneler kapatıldı, gizlice işletmeye kalkanların ömür boyu küreğe mahkûm edilecekleri ilan edildi. Ahmet I döneminde (1603 -1617) iki kez daha kahve ve kahvehane yasağı çıktıysa da uzun ömürlü olmadı. Murat IV, 1633’te Cibali’de çıkan yangını bahane ederek kahvehaneleri kapattı ve tütün yasağı koydu. Kahvehaneler yerle bir edilip yerine bekâr odaları, nalbant, debbağ dükkânları yapıldı. Bu yasak otuz yıl sürdü. 1663’ten sonra kahvehaneler tekrar açılmaya başladı. Bu kez kimi kahvehaneler yeniçeri zorbalarının sığındıkları, türlü yolsuzlukların yapıldığı yerler durumuna geldi. Her yeniçeri ortasının ayrı bir kahvehanesi vardı. Mahmut II döneminde (1808-1839) Yeniçeri ocağı kaldırılınca, buraları da kapatıldı. Kapılarının üzerine sahibinin bağlı bulunduğu ortanın simgesi asılan bu tür kahvehanelerin en ünlüleri Haliç'te Yemiş iskelesinde 56. ortanın Çardak kahvehanesi, Galata'da Burunsuz Mustafa Çelebi’nin kahvehanesiydi.
Kahvehaneler yozlaşıp yeniçerilerin uygunsuz işlerini yönettikleri yerler haline gelmeden önce birer sohbet yeri, kulüp, okuma odası ve eğlence yeri konumundaydı. Akşamları çeşitli meslek ve rütbeden kişiler buralarda toplanır, türlü konular üzerinde konuşulup tartışılır, kitaplar okunur, eğlenilirdi.

Kahvehanelerin de kendilerine özgü bir mimarisi vardı. Dış kapıdan dikdörtgen biçimli, mermer ya da malta taşı döşenmiş bir alana girilir, ortada mermerden fıskiyeli bir havuz bulunurdu. Alanın üç yanını kerevet denen üzeri şilteli oturma yerleri çevrelerdi. Kapının karşısında kimisi çinilerle süslü, alçıdan yapılmış bir ocak olurdu. Ocağın yanında hatırlı müşterilerin oturabildiği baş sedir vardı. Baş sedirin yanındaki kerevetin sonunda önünde post bulunan, birkaç gözlü bir çekmece bulunu burada kahve sahibi otururdu. Ocağın iki yanında kabartma alçı nakışlı raflar bulunur, buralara fincanlar ve zarflar dizilirdi. Duvardaki tahta kapılı dolaplara da nargileler, marpuçlar, çubuk ve lüleler konurdu. Su gereksinimi ocağa yakın yere gömülü büyük küplerden sağlanır, duvarlarda isi çekmesi için delikler olurdu, bu deliklerde mum, kandil yakılırdı. Gaz lambası çıktıktan sonra kahvehaneler bununla aydınlatılmaya başlandı. Kahvehanelerde berber de bulunur, takımlarını ocağa yakın bir yere asardı.
Tanzimat döneminden sonra gündelik eşyanın bir bölümü değişmeye, kerevetlerin ve sedirlerin yerini iskemle, masa almaya başladı. Kahvehanelerin duvarları her dönemde süslüydü. Yazı ve resim bu süslemenin başlıca öğelerini oluşturuyordu. Duvarlara kimi elle yapılmış kimi taşbasması resimler asılır, kahvecilerin piri sayılan Şeyh Şazeli'ye ilişkin yazılar yazılırdı. Resimlerin çoğunun konusunu dinle ilgili öyküler ve halk hikâyeleri kahramanlarının başlarından geçen olaylar oluştururdu.
XIX. yy.’da İstanbul’da her biri birer kulüp niteliğinde olan kahvehaneler vardı. Mahmutpaşa camisi’nin avlusundaki kahve, Beyazıt Okçularbaşı'ndaki Uzun kahve (daha sonra Okçularbaşı ve Serafim kıraathanesi adını aldı) bunların başlıcalarıydı. Buralarda oyun oynanmazdı. Müşterilerine günlük gazete, kitap, dergi sağladığı için kıraathane de denirdi. Bunların yanı sıra Civanaki Efendi’nin işlettiği Karakulak hanı kahvehanesi’ne de her cuma, pazar ve ramazan gecelerinde dönemin ünlü incesaz heyetleri gelirdi. Buralara herkes girip çıkamaalı. Fiyatları da ötekilere oranla yüksekti.
Sur dışı kahvehanelerinden en eskisi Terazicibaşı kahvehanesi’ydi. Mustafa III döneminde (1757-1774) yapılan bu kahvehane, kahve mimarisinin en güzel örneklerinden sayılıyordu. Dönemin ünlü meddahlarından Kız Ahmet burada hikâyeler anlatırdı. XIX. yy. başlarında yandı ve yerine başka bir kahvehane yapıldı.
XIX. yy. sonunda, XX. yy. başlarında Tavukpazarı’ndaki âşık kahvehanelerinin yerini, İstanbul’un hemen hemen her semtinde kurulan çalgılı kahveler (semai kahveleri) aldı.
Yakın zamana değin ünlerini sürdürmüş ve daha sonra çeşitli nedenlerle kapatılmış İstanbul kahvehanelerinin başlıcala- rı: Taksim'de Eftalopulos, Tepebaşı'ndaki Kanunuesasi kıraathanesi, Beyazıt’taki Küllük, Sultanahmet'teki Köşe, Nuruosmaniye’deki ikbal, Ankara caddesindeki Meserret, Veznecilerdeki Darüttalim ve Yavru Mehmet'in kahvesidir.
Günümüzde kahvehanelerde çay, kahve, meşrubat, nargile satılmakta; tavla, domino, okey, bilardo, çeşitli kâğıt oyunları vb. oynanmaktadır. Türkiye'deki kahvehane sayısının giderek büyük bir artış gösterdiği dikkati çekmektedir.

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Jumong; 16 Kasım 2016 10:30
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
12 Şubat 2016       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
kahvehane ingilizcesi
  • coffeehouse
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
16 Kasım 2016       Mesaj #6
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  kahvehane22.jpg
Gösterim: 1210
Boyut:  70.6 KB

Kahvehane

, kahve ve kiraathane olarak da bilinir, kahve, çay, meşrubat vb ile nargile içilen, tavla, domino, kâğıt oyunları oynanan yer. Kıraathane adı, kahvelerin, müşterilerinin okuması için gazete ve dergi de bulundurdukları daha eski dönemden kalmıştır. Kahvehaneler, kahvenin Osmanlılar arasında bir içecek olarak 16. yüzyıl ortalarında yaygınlık kazanmasıyla ortaya çıkmaya başladı. 1554’ün sonlarına doğru Halep’ten gelen Hakem ve Şam’dan gelen Şems adlı iki kişinin İstanbul’da Tahtakale semtinde ilk iki kahvehaneyi açtığı bilinmektedir. Bu tarihten sonra İstanbul’da, ardından da ülkenin başka kentlerinde sayıları hızla artmıştır.

Bir Osmanlı kahvehanesi



Ara Güler Arşivi


Çoğalan kahvehaneler, zamanla kasaba ve köylere kadar yayıldı, her sınıftan insanın devam ettiği yerler oldu. Kentlerde kahvehanelere dönemin sanat, edebiyat ve düşün adamları uğruyor, memur, kadı ve müderris gibi devlet katında yeri olan kişiler buralarda bir araya geliyor, sohbet ediyor, siyasal konuları tartışıyorlardı. 1583’te III. Murad, günlük siyasal olayların konuşulduğu, devlet işlerinin eleştirildiği yerler haline geldikleri gerekçesiyle kahvehaneleri kapattı. Bundan sonraki padişahların zaman zaman açılmasına izin verip zaman zaman yeniden kapattıkları kahvehaneler, IV. Mehmed (Avcı) zamanında çıkarılan bir fetva ile serbest bırakıldı.
IV. Murad döneminden sonra kahvehanelerin çoğunu yeniçeri ortalarının ileri gelenleri, zorbalar ve kabadayılar işletmeye başlamıştı. Her yeniçeri ortasının ayrı kahvehanesi vardı. Bunların kapılarının üstünde bağlı oldukları ortanın simgesi bulunurdu. II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan (1826) sonra yeniçeri ortalarının kahvehanelerini de kapattı, birçoğunu da yıktırdı. Bu kahvehanelerde âşıklar toplanır, çalıp söylerler, meddahlar gösteri yaparlardı.

Osmanlı devrinde kahvehaneler sadece kahve içmek için değil edebiyatın her türünün okunduğu, dinlendiği, şairlerin yeni şiirlerini getirip okudukları ve bunlar üzerine tartıştıkları mekanlar olmuştu. Her ne ad altında ve şekilde olursa olsun kahvehane ve edebiyat birbirlerinden asla vazgeçmemiştir. Bazı kahvehanelerde Karagöz de oynatılırdı. Daha sonraları tulumbacıların işlettikleri ve devam ettikleri çalgılı kahvehaneler ortaya çıktı. Semai kahvehaneleri de denen bu kahvehanelerde kavga gürültü çıkmaması için akşamları halk kitapları okunur, bu bazen günlerce sürerdi. Semai kahvehanelerinin en ünlüleri Beşiktaş, Tophane, Çeşmemeydanı, Boğazkesen, Halıcıoğlu, Eyüp gibi semtlerde toplanmıştı. Cumhuriyet’ten sonra 1926-27 yıllarında alınan kararlarla İstanbul külhanbeyleriyle birlikte tulumbacı geleneğinden gelen semai kahvehaneleri de tarihe karıştı. 19. yüzyılda İstanbul’da bir tür kulüp niteliğinde kahvehaneler de vardı. Buralarda başka kahvehanelerde olduğu gibi oyun oynanmaz, dergi, kitap ve günlük gazete okunur, sanat ve siyaset konularında sohbet edilirdi. Namık Kemal’in de sürekli gittiği Beyazıt’ta Okçularbaşı’ndaki Uzunkahve, Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi ve Mehmet Efendi Kıraathanesi bunların en ünlüleriydi. Bazılarında cuma, pazar ve ramazan gecelerinde zamanın ünlü incesaz takımları gösteri yapardı. Bu türün ünlü örnekleri Taksim’deki Eftalapulos, Tepebaşı’ndaki Kanun-ı Esasi, Beyazıt’taki Küllük, Sultanahmet’teki Köşe, Veznecilerdeki Darüttalim, Nuruosmaniye’deki İkbal, Ankara Çaddesi’ndeki Meserret kahvehaneleridir. İkbal ve Meserret kahvehanelerine Sait Faik ve Orhan Kemal gibi yakın dönemin ünlü sanatçıları da giderlerdi.
Günümüz kahvehanelerinin çoğu yalnızca tavla ve kâğıt oyunlarının oynandığı yerlerdir. Bazılarında bilardo masası da vardır. Bunlara daha çok gündüzleri işsizler, emekliler ve öğrenciler, akşamları da oyun oynamak için işçi, memur ve esnaf gitmektedir. Televizyon kahvehanelerin ayrılmaz bir parçası olmuştur.

Kaynak: MsXLabs.org & Ana Britannica
🌘 🚀

Benzer Konular

2 Ekim 2012 / Misafir Soru-Cevap
4 Kasım 2013 / Misafir Soru-Cevap
7 Ekim 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
6 Haziran 2009 / KisukE UraharA Rüya Tabirleri