YOKSULLUK a.
1. Yoksul olan bir kimsenin durumu; fakirlik, sefalet: Yıllarca yoksulluk içinde yaşadı. (Bk. ansikl. böl.)
2. Verimsizlik, yetersizlik.
—Med. huk. Yoksulluk nafakası -* nafa KA.
—Patol. Fizyolojik yoksulluk, organizmanın genel beslenme bozukluğu.
—Topbil. Yerleşik yoksulluk, nüfusun biı bölümünün sürekli yoksulluğuyla belirginleşen toplumsal olay. ("Yoksulluğun sona ermesi" kaygısı, sanayi devriminin ileriye doğru sıçramasıyla birlikte, daha XIX. yy ortasında kendini gösterdi. Marxçılar yer leşik yoksulluğu, bir sürecin sonucu ola rak incelediler ve yerleşik yoksullaşma" çözümlemesine de bu nedenle giriştiler.)
—ANSİKL. ikt. Yoksullar, her alanda en el verişsiz durumda olan, ortalamadan, nor malden en çok sapma gösteren kimseler dir; gelirleri, eğitim, yetişme ve nitelik düzeyleri en düşük, toplum içinde en güç süz ve etkisiz insanlardır, iktisadi büyüme aynı zamanda hem yoksullaşma, hem de zenginleşme nedenleri doğurur; yoksulluk kalıntı türünden bir şey olmadığı gibi, ortadan kalkmakta olan bir şey de değil dir; o, emeğin ve sermayenin değer kazanması ya da değer kaybetmesi süreci nin ayrılmaz bir parçasıdır.
Belli başlı iki yoksullaşma süreci vardır:
1. emek gücünün değersizleşmesi süreci (nitelik kaybı, erken yıpranma vb. gibi);
2. malvarlığının, tasarrufun değer kaybetmesi süreci (örneğin enflasyon). Böylece, toplumdan “dışlanmışlar”dan ayrı olarak yeni bazı yoksulluk kategorilerinin ortaya çıktığı görülmektedir. J. K. Galbraith'e göre, bir uyum sağlama olayıdır; şu anlamda ki, böylelikle bazı kimseler daha düşük bir yaşam düzeyini kabul etmek.
daha düşük bir yaşam düzeyiyle yetinmek eğilimine girerler ve giderek yoksulca yaşamaya alışır, bunu kendi kaderleri olarak görürler. Oscar Levvis’e göreyse, çeşitli özellikleri olan bir yoksulluk “kültürü" vardır: bu, kuşaktan kuşağa devredilen ya da devredilme eğilimi gösteren bir yaşam biçimidir; bu yaşam biçiminde toplumun tümüne ait büyük kurumlara gerçek bir katılım, bu kurumlarla bütünleşme diye bir şey yoktur. Yerleşim bakımından, yoksullar sıkışık ve üst üste yığılmış bir durumda yaşarlar; otarsik ve ilkel bir düzenleri vardır; aile yaşamlarında serbest birleşme büyük bir yer tutar, evlilik genellikle istenmeyen bir şey olarak görülür.
Bu çeşitli iktisadi etmenlerin birbirine katılması sonucu ortaya çıkan yoksulluk kısır döngüsü, ona karşı mücadelede uygun stratejilerin kullanılmasını güçleştirmektedir. Kaldı ki, bu stratejiler de ayrıca tartışma konusudur. Örneğin, J. K. Galbraith, yoksulluğa karşı mücadelenin, gelirlerin yeni bir dağılımını gerekli kılmakla kalmayıp aynı zamanda sağlık, eğitim, konut gibi birçok alanda yardım önlemlerine başvurulmasını gerektirdiğini düşündüğü halde; başka bir amerikalı yazar, George Gilder, çalışma şevkinin gelirlerin bölüşümünde belirleyici bir değişken olduğunu ileri sürmektedir. Bu bakış açısına göre, eğer yoksulluk gerçekten ortadan kaldırılmak isteniyorsa, yoksulların daha az yoksul olmaları amaçlanıyorsa, her türlü risk, girişim ve çalışma duygusunu yok ederek onları daha da bağımlı duruma getirecek bir yeniden dağılım (gelirlerin yeniden dağılımı) politikasından kaçınmak gerekir.
Kaynak: Büyük Larousse