Arama

Tasavvuf Nedir?

Güncelleme: 21 Temmuz 2015 Gösterim: 3.879 Cevap: 2
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
9 Aralık 2009       Mesaj #1
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
tasavvuf

Sponsorlu Bağlantılar
isim, felsefe Arapça ta¹avvuf

1 . Tanrı'nın niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliği anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefi akım:
"Bu dil derindir ve birçok tasavvuf deyimleri ile zengindir de!"- F. R. Atay.
2 .
din b. (***) Kur'an'da önerilen ve peygamberin hayatında uygulamaları görülen hayat tarzını yaşama gayreti, İslam gizemciliği.
X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.
tuğba31 - avatarı
tuğba31
VIP Özel Üye-VIP
7 Haziran 2013       Mesaj #2
tuğba31 - avatarı
VIP Özel Üye-VIP
Tasavvuf Nedir?
MsXLabs & Dini Kavramlar Sözlüğü
Sponsorlu Bağlantılar

Sözlükte "yün giymek, saf olmak" anlamına gelir. Tasavvufun pek çok tanımı yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: "Kötü huyları terk edip güzel huylar edinmektir", "Hakk ile birlikte ve O'nun huzurunda olma hâlidir", "tasavvuf, baştan başa edebtir", "nefisten fânî, Hak ile bâkî olmaktır", "Hakk'ın seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesidir", "temiz bir kalp, pâk bir gönül sahibi olmaktır", "herkesin yükünü çekmek, kimseye yük olmamaktır", "kimseden incinmemek, kimseyi incitmemektir." Tasavvufu her sûfi içinde bulunduğu hâle göre tanımlamıştır. Tasavvufu kısaca şöyle tanımlamak mümkündür: "Kişiye Allah'ı görürmüşcesine ibâdet etme hazzına erişmesinin yolunu gösteren ilim." Tasaavvufu bir hayat tarzı olarak benimseyen kimselere de sûfi veya mutasavvıf denir.
Cici
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
21 Temmuz 2015       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
TASAVVUF a. (ar taşavvuf).
1. Tanrı, evren ve insan ilişkisini bir bütünlük içinde açıklamaya çalışan, insanın tanrısal erdemlerle bezenmesini amaçlayan dinsel ve felsefi düşünce
2. Tasavvuf ehli, sufi. || Tasavvuf ilmi, tasavvufun açıklaması ve yorumu üzerinde çalışan bilim dalı. || Tasavvuf neşvesi, duydukları iç esenliğe sufilerin verdikleri ad.

—Müz. Tassavvuf müziği, dini türk müziğinin iki ayrı dalından biri (ötekisi cami müziğidir). (Bk. ansikl. böl.)

—ANSİKL. Tasavvuf sözcüğünün hangi kökten türetildiği tartışmalıdır. Araştırıcılar, sözcüğün ehl-i suffa (Hz. Muhammet döneminde Medine mescidinde bannanlar), sufa (bir bedevi kabilesi), saffı evvel (namazda ilk sıra), yunanca sophia gibi sözcük ve deyimlerden alınmış olabileceği yolundaki görüşleri, dilbilgisi kuralları ve tarihsel veriler açısından yerinde bulmamışlardır. Ünlü sufi ve kelam bilgini Kuşeyri* (986-1072) Risale adlı yapıtında tasavvuf sözcüğünün hangi kökten geldiğinin bilinmediğini, süf (yün) ya da safvet (arılık, temiz kalplilik) köklerinden türetilmiş olabileceği yolundaki görüşlerin kesin olmadığını belirtmekle birlikte, kendisi "sûf'tan türetilmiş olabileceği görüşüne katılır. Çağdaş araştırmacıların görüşleri de bu yöndedir.
Sufi ve tasavvuf deyimlerinin ilk kez ne zaman kullanıldığı da açıklık kazanmamıştır. Abdurrahman Cami'nin Nefehatül -ürıs'ü gibi bazı kaynaklarda İslam dünyasında "sufi" diye anılan ilk kişinin Ebu Haşini (öl. 767) olduğu söylenir, ibni Haldun (1322-1406) tasavvuf deyiminin ilk kez hicretin ikinci yılında (626) kullanılmaya başlandığını belirtir. Ancak, son yıllardaki araştırmalarda tasavvuf ve sufi deyimlerinin VIII. yy. sonu ya da IX. yy. başlarında kullanıldığını ortaya çıkarmıştır.
İslam tasavvufunun başlangıç dönemlerinde dış kültürlerden ne ölçüde etkilendiği yeterince aydınlığa kavuşmamıştır Bir görüşe göre tasavvuf, İslam dininin ruhundan tümüyle uzaktır ve İran kültürü ya da Iran aracılığıyla hint kültürünün etkisiyle doğmuştur. İkinci bir görüşe göre islamda tasavvufun temelleri hıristiyan ruhbanlığından kaynaklanmış; bu arada fetihler döneminde Mısır ve Suriye'de yaygın bulunan stoacı ve hermesçi düşüncelerden etkilenmiştir Başka bir görüşe göre İslam tasavvufu tümüyle İslam etkisine bağlı olarak doğmuştur; dış etkilerden ancak daha sonraki dönemler için söz edilebilir ve bu etkiler tasavvufun islami özünü aşabilecek boyutlara ulaşmamıştır. Nitekim, Macdonald, M. Asin Palacios, Carra de Vaux, L. Massignon; özellikle Nicolson ve A. Schimmel gibi çağdaş batılı doğubilimcilerle tüm müslüman araştırmacılar ibni Haldun'un Mukaddime'sindeki görüşüne katılarak İslam tasavvufunun başlangıçta baştan sona Kuran'ın "Allah karşısında kulun acizliği" ilkesine verdiği önemden, ilk müslümanların Allah karşısındaki hiçliklerini duymaları, ahret azabından korkmaları, bu azaba uğramamak için elden geldiğince kendilerini dünya sevgi ve bağlılığından sıyırarak ahret hazırlığına vermelerinden doğmuştur. Daha sonra, Allah korkusuna dayalı bu zahitlik yaşamı Allah sevgisi ile bütünleşmiştir. Birçok ünlü sufi önde gelenlerinin geliştirdiği tasavvufta dış kültürlerin etkisi de yadsınamaz. Araştırmacıların çoğuna göre belirgin bir biçimde IX. yy.'da Hallacı Mansur tarafından ortaya konulan ve özellikle Ibnül Arabi, Abdülkerim el-Cili, Sadrettin Konevi, Feridüttin-i Attar, Abdurrahman Cami, Mevlana gibi mutasavvıflarca geliştirilen vahdeti vücut düşüncesinde İslam dışı etkiler kolaylıkla sezilebilir.

Müslümanlığın ilk dönemlerinde tasavvuf deyimi bulunmamakla birlikte bizzat Hz. Peygamber ölçülü bir züht yaşamı sürdürdü ve çevresindekileri de bu yaşama özendirdi. Ebu Hureyre, Hz. Muhammet'in arpa ekmeği ile karnını doyurmadan bu dünyadan göçtüğünü söyler. Aslında, dünyanın geçiciliği gerçek ve sonsuz yaşamın ölümden sonra başlayacağı biçimindeki islami inancın mantıksal sonucu olarak bu dünyanın gelip geçici haz- larının gereksinimden fazlasına önem vermek İslam inancında anlamsız kabul edildi. Kuran'da, İslam savaşçılarına fetihler nedeniyle pek çok ganimet elde edecekleri bildirilirse de (XLIII, 19-20), Allah katında (ahrette) daha çok ganimet bulunduğu anımsatılır (IV, 94). Kuran ve Hz. Peygamberin inanan ve hayırlı işler yapanların ahrette ulaşacakları mutluluk; kötülük işleyenlerin uğrayacakları mutsuzluk hakkındaki açıklamaları müslümanlar arasında oldukça duyarlı bir dinsel ve ahlaksal bilincin gelişmesine yol açtı. Bununla birlikte Hz. Peygamberin ölümünden (632) sonra sahabe ve Emeviler (661-750) döneminde baş gösteren iç savaşlar, siyasal gruplar arasındaki çekişmeler, bazı yöneticilerin haksız işlem ve eylemleri, asr-ı saadetteki takva, züht, tevekkül, tokgözlülük, özveri vb. ahlaksal erdemlere dayalı yaşam anlayışının yerini mal varlığı, debdebe, gösteriş, zulüm vb. tutkuların alması gibi olumsuz gelişmeler, başta Ebuzer el -Gıfari, Ebu Musa el-Eş’ari, Abdullah bin Mesut, Selman el-Farisi, Huzeyfe el -Yemeni gibi sahabiler olmak üzere zahitçe bir yaşama eğilimli olanlar arasında ciddi hoşnutsuzluklara yol açtı, ibni Haldun “Zühde yönelmek, halktan uzak durmak, ibadete ağırlık vermekle tanınan" bu insanların hicretin (622) II. yy.'ından sonra "sufiye" ve "mutasavviyye” diye anılmaya başladıklarını belirtir. "Züht" sözcüğü, bu kesimin yaşam biçimini ve üslubunu anlatmak üzere ilk kez Hasan-ı Basri tarafından kullanıldı. Bu nedenle Hasanı Basri, bir anlamda tasavvufun kurucusu sayılır.

Bütün büyük sufiler tasavvufun bir "hal" olduğunu söylerler. Buna göre, tasavvuf önemli ölçüde sufinin mistik deneylerinden oluşur; dolayısıyla hem zihinsel hem de eylem bakımından öznel bir alandır. Bu durum, tasavvuf yoluyla kuramsal ve eylemsel alanlarda genel geçerliliği olan bir sistemin kurulabilmesini güçleştirmiştir. Bu güçlüğün bir sonucu olarak Sünni ilkelere bağlı ilk dönem züht yaşamından başlamak üzere yaygın inanç, düşünce ve ahlak ilkeleriyle alay etmeye kadar varan tasavvuf akımlarını doğurmuştur.
Düşünsel alanda tasavvuf, varlığı bir bütünlük içinde açıklama çabasındadır. Daha çok vahdeti vücutçu sufilerin geliştirdikleri bu açıklamaya göre, gerçek tek varlık Allah'tır ve evrendeki herşey onun tecellileri olmaktan öte bir gerçeklik taşımaz. Bir kudsi hadise göre, Tanrı "Ben, gizli bir hâzineydim; görülmek istedim ve bunun için varlığı yarattım” buyurmuştur. Tasavvuf inancına göre bu, herşeyin O’ nun isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu gösterir. Evrende tanrısal özünü kavrayabilen tek varlık insandır. Bu nedenle Hallaç "Ene’l Hak" (Ben Tanrı'yıml), Bayezit Bistami “Kendimi teşbih ederim; ben ne yüceyim!" derlerken insandaki tanrısal özü dile getirmek istemişlerdir. Bu felsefeyi benimseyen sufiler, gerçeği anlamaktan uzak olduklarına inandıkları şeriat bilginlerini küçümserken, onlar da sofileri insanı tanrılaştırdıkları savıyla şiddetle eleştirmişlerdir Bununla birlikte Kuşeyri, Hücviri ve özellikle Gazali gibi Sünni mutasavvıfların çabalarıyla XI. yy.'dan sonra tasavvufla şeriat arasında önemli ölçüde anlaşma ve birlik sağlanmıştır.
Gerek tasavvufta egemen olan zorunluluk (cebir) anlayışı, gerekse şeriat ve zahirin yanında varlıkları benimsenen hakikat ve batın anlayışı, başlangıçtan beri gerçek sufileri dinsel ve ahlaksal gevşeklik ve vurdumduymazlığa sürüklememiştir. Büyük sufiler için hakikat ve batın, ibadet ve başka iyiliklerde gözetilmesi gereken düşünsel ve ahlaksal özdür. Tarikat ve tekkeler kurulduktan sonra da varlığını sürdüren bu olumlu tasavvufi yaklaşımın yanında, kuramsal ve ahlaksal yönden aşırı ve yozlaşmış tasavvufi akımlar da eksik olmamıştır. İbni Teymiye ve Ibnül Cezvi gibi din bilginlerinin şiddetli eleştirilerine karşın, eski türk ve İran inanç ve gelenekleri, özellikle aşırı şiilerin (gulatı şia) de etkisiyle tasavvuf adına yapılan taşkınlıklar, İbni Arabi'den beri varlığını duyuran, Fazlullah el-Hurufi ile yeni bir tasavvuf akımı niteliğine bürünen hurufilik ve hurufili- ğin etkisiyle rafızi-batıni bir içerik kazanan boktaşilik başta olmak üzere babailik, haydarilik, kalenderilik, abdallık gibi akımlar hem edebiyat alanında hem de pratik yaşamda itikat bakımından "hulul" ve "ittihad"ı, ahlaksal bakımdan sözde "melamet" ve "ibahiliği" yaşattılar. Ancak, bunlar hiçbir zaman sünni ilkelere bağlı tarikatların ulaştığı düzeyde güç ve etki kazanamadılar.

—Müz. Vahdeti vücut anlayışıyla bestelenmiş dini yapıtlardan oluşur. Mevlevi, bektaşi, celveti, gülşeni, halveti, kadiri, nakşi, rufai, sadi, uşşaki vb. tarikatlarda tasavvuf müziği varsa da bunlann içinde sanat değeri taşıyan ve gelişmiş müzik mevlevi müziğidir. Itri, Dede Efendi, Osman Dede, Zekâi Dede, Ahmet Ağa gibi ünlü besteciler tarafından bestelenen mevlevi ayinleri türk tasavvuf müziğinin başyapıtlarıdır. Tasavvuf müziğinin önemli formları: mevlevi ayinleri, dini peşrevler, ilahiler, naatlar, şugllar, mersiyeler, bektaşi nefesleri, duraklar ve tevşihlerdir.

Kaynak: Büyük Larousse

Benzer Konular

29 Kasım 2011 / Misafir Cevaplanmış
26 Ağustos 2016 / Ziyaretçi Soru-Cevap
2 Mart 2011 / Misafir Soru-Cevap
24 Şubat 2012 / ThinkerBeLL Felsefe
22 Nisan 2009 / HipHopRocK Sanat