PARLAMAK gçz. f.
1. Kendi ışığıyla aydınlık saçmak: Güneş gökyüzünde parlıyordu.
2. Işık saçan yansımaları olmak; ışığı yansıtmak: Camlar güneşte parlıyor. Gözlerinde yaşlar parlıyordu.
3. Kimi etkenler nedeniyle ışık yaymak, ışık saçmak: Terden alnı parlıyordu.
4. Yanıcı bir maddeden ya da bir ısıtma aracından söz ederken, tutuşup alev almak, alevlenmek: Benzin parlar. Soba parladı.
5. Gözlerden, bakışlardan söz ederken, bir duyguyu ateşli bir biçimde dile getirmek (bu duyguyu belirten neden tümleciyle de kullanılır): Gözleri istekle parladı.
6. (Bir özelliğiyle) parlamak, bir kimseden söz ederken, bir topluluk içinde birden dikkat çekmek, ün kazanmak: Zekâsıyla parlamak. Son günlerde parlayan bir oyuncu.
7. Bir kimseden söz ederken, birdenbire öfkelenmek, kendini tutamaz duruma gelmek: Söylediklerini duyunca birden parladı. Çabuk parlayan bir kimse.
8. Bir kumaştan, bir giysiden söz ederken, eskime ya da ütü izi nedeniyle saydamlaşmak, ışığı yansıtır duruma gelmek.
—Avc. Kuşa gizlendiği yerden havalandığı an hemen ateş etmek.
—Binic. Atın binicisinin denetiminden çıkması.
♦ parlatmak ettirg. f.
1. Bir şeyi parlatmak, bir yüzeyi düzgün, kaygan ve parlak bir duruma getirmek: Mobilyaları parlatmak. Gümüş takımları parlatmak.
2. Ütü yaparken, kumaş üzerinde ütü izi bırakmak.
3. Birlikte içki içmek: Bir iki kadeh parlatmak.
—Deric. Dış yüzeyi tam olarak işlenmiş deriyi, perdahlayarak cilalı ve kaygan bir duruma getirmek.
—Eldivc., Marokene, ve Saraç. Basınç altında, sıcak ve düz bir levha ile deriye sağlamlığını ve yüzeyinin parlaklığını yeniden kazandırmak.
1. Kendi ışığıyla aydınlık saçmak: Güneş gökyüzünde parlıyordu.
Sponsorlu Bağlantılar
3. Kimi etkenler nedeniyle ışık yaymak, ışık saçmak: Terden alnı parlıyordu.
4. Yanıcı bir maddeden ya da bir ısıtma aracından söz ederken, tutuşup alev almak, alevlenmek: Benzin parlar. Soba parladı.
5. Gözlerden, bakışlardan söz ederken, bir duyguyu ateşli bir biçimde dile getirmek (bu duyguyu belirten neden tümleciyle de kullanılır): Gözleri istekle parladı.
6. (Bir özelliğiyle) parlamak, bir kimseden söz ederken, bir topluluk içinde birden dikkat çekmek, ün kazanmak: Zekâsıyla parlamak. Son günlerde parlayan bir oyuncu.
7. Bir kimseden söz ederken, birdenbire öfkelenmek, kendini tutamaz duruma gelmek: Söylediklerini duyunca birden parladı. Çabuk parlayan bir kimse.
8. Bir kumaştan, bir giysiden söz ederken, eskime ya da ütü izi nedeniyle saydamlaşmak, ışığı yansıtır duruma gelmek.
—Avc. Kuşa gizlendiği yerden havalandığı an hemen ateş etmek.
—Binic. Atın binicisinin denetiminden çıkması.
♦ parlatmak ettirg. f.
1. Bir şeyi parlatmak, bir yüzeyi düzgün, kaygan ve parlak bir duruma getirmek: Mobilyaları parlatmak. Gümüş takımları parlatmak.
2. Ütü yaparken, kumaş üzerinde ütü izi bırakmak.
3. Birlikte içki içmek: Bir iki kadeh parlatmak.
—Deric. Dış yüzeyi tam olarak işlenmiş deriyi, perdahlayarak cilalı ve kaygan bir duruma getirmek.
—Eldivc., Marokene, ve Saraç. Basınç altında, sıcak ve düz bir levha ile deriye sağlamlığını ve yüzeyinin parlaklığını yeniden kazandırmak.
—Ev ekon. Gümüş eşyayı uygun bir maddeyle ovalayarak, havayla temastan oluşan oksitlenmeyi gidermek ve yeniden parlaklık kazanmasını sağlamak.
—Metalürj. Metal bir yüzeye parlak bir görünüm vermek. || Görünümünü güzelleştirmek için metal bir parçayı yüzeysel olarak yükseltgemek.
—Metalürj. Metal bir yüzeye parlak bir görünüm vermek. || Görünümünü güzelleştirmek için metal bir parçayı yüzeysel olarak yükseltgemek.
Kaynak: Büyük Larousse
X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.

Parlamak Nedir?
