SUKUT, -tu a. (ar sukut). Esk.
1. Aşağı inme, düşme: “Ayağının altında bir uçurum açılmış, nâgihani oraya sukuta başlamış" (H. Z. Uşaklıgıl).
2. Büyük bir görevden ayrılmak zorunda kalma.
3. Yaprak dökümü.
4. Sukut etmek, düşmek.
5. Sukut-ı ahlak, ahlak bozukluğu. || Sukut-ı evrak, istifa dilekçesi. || Sukut-ı hakk. hakkın düşmesi, kaybolması. || Sukut-ı hayal, hayal kırıklığı: "Çünkü onların da mihnetleri, sukut-ı hayalleri, kaderleri vardır" (H. E. Yalçın). || Sukut-ı mah- zen-i mevki, düşülmüş, karanlık yer: “Nedir nâlende ol te'sir kim ruha mugâlibdir, I Sukut-ı mahzen-i mevki kadar ârâmı sâlibdir" (Tevfik Fikret). || Sukut-ı mevki. düşülen yer: "Sukut-ı mevkiyi tadil edince bir bülbül teranesiyle yüreklerde cûş eder sende" (Tevfik Fikret).
—Cez. huk. Davanın sukutu DAVANIN DÜŞME'Sİ.
—Huk. Borcun sukutu — BORCUN SONA ERMESİ. || Hakkın sukutu — hakkin düşmesi.
Kaynak: Büyük Larousse