ZER a. (fara zeı). Esk.
1. Altın: "Sanır zer hail İle âyet yazılmış rûy-ı şemşıre" (Nedim, XVIII. yy.)
2. Para.
3. Zer-endud, altın yaldızlı: "... zer-endud İzleri muhafaza etmekle beraber..." (Muallim Naci). || Zer-feşan, altın saçan, altın dolu: "... en zer-feşan sarayların sükkânına sorunuz" (Baha Tevfik). || Zer-gûn, altın renginde. |] Zer-nigâr, altınla işlenmiş. || Zer-sine, altın göğüslü. | Zer-i deh pena, bakırla yarı yarıya karıştırılmış altın. || Zer-i dest-efşar, elle biçim verilecek kadar yumuşak ve saf altın; Hüsrev Perviz'in elinde tuttuğu altın. || Zer-i mağribi, zer-i şeş-seri, saf altın. || Zer-i tıla, yaldız altını.
—Nümism. Zer-i kamer-tâb, üzerinde ay resmi bulunan altın para. || Zer-i kâmil, tam, halis, ayarı eksiksiz altın. || Zer-i mah- bub, Mustafa II döneminde tuğralı olarak bastınlan altın sikke. (Bk. ansikl. böl.) || Zer -i maklub, kalp altın.
—ANSİKL. Nümism. Önceleri Mısır'da bastırılan altın sikkelere Zer-i mahbub deniliyordu, ancak bunlar daha sonra yaygınlaşmış ve İstanbul'da da kesilmiştir Ahmet III döneminde İstanbul'da bastırılanlara İslambol zer-i mahbubu denilmiştir. Zer-i mahbubların yarımları da vardı ve bu sikkelerin basımı daha sonraki padişahlar döneminde de ayarı düşürülerek sürdü.
ZER a. (ar. zef). Esk.
1. Tohum ekme:' 'Götürüp çokları ortaya zer ey ter güstah ’ ’ (Fuzuli, XVI. yy.).
2. Ürün, ekin.
3. Zer ü zar, tahıl ve süt ürünü.
—Tasav. Çile ve oruca sufilerin verdikleri ad.
Kaynak: Büyük Larousse