Arama

İnsan Çevresi Konferansı

Güncelleme: 18 Ocak 2008 Gösterim: 8.572 Cevap: 3
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ocak 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İnsan Çevresi Konferansı

Sponsorlu Bağlantılar
Uluslararası hukuk açısından çevre konusu oldukça yeni bir alandır. Bugünkü anlamıyla, çevre konusundaki uluslararası ve bölgesel düzenlemelerin başlangıcı Birleşmiş Milletler tarafından Haziran 1972 tarihinde Stockholm’da gerçekleştirilen “İnsan Çevresi Konferansı”dır. Bu konferansın ardından Stockholm Deklerasyonu kabul edilmiştir. Deklerasyon ile insan ve çevre ilişkilerine, insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki olumsuz etkilerine, devletlerin ekonomik gelişme sorunlarına, çevrenin korunması konusunda uluslararası işbirliğinin önemine değinilmiş ve insanların sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşama hakkı kabul edilmiştir.
Stockholm Deklerasyonu ile “sürdürülebilir gelişme” kavramının temelleri atılmıştır. Bunun sebebi olarak da, deklerasyonda çevrenin “taşıma kapasitesi”ne dikkat çekmesi, kaynak kullanımında kuşaklararası hakkaniyeti savunması ve ekonomik-sosyal gelişmenin çevre ile bağlantısını belirtmesini gösterebiliriz.
1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından yayınlanan “Ortak Geleceğimiz” başlıklı, Komisyon Başkanı’nın adıyla, “Brutland Raporu” olarak bilinen ünlü raporda, giderek ağırlaşan çevresel sorunlar karşısında, insanlığın çıkış yolu olarak, çevresel gelişme ile ekonomik kalkınma arasındaki yaşamsal köprünün kurulması ve gelişmenin “sürdürülebilir” olması gösterilmektedir.
Küresel düzeyde, çevreye ilişkin olarak, tüm bağlayıcı kural ve ilkeleri belirleyen tek bir metin bulunmamaktadır. 1992 tarihinde de Rio de Janeiro’da yapılan “Dünya Çevre Zirvesi”nde değişimin başlangıcı sayılabilecek Rio Deklerasyonu açıklanmıştır. (Rio Deklerasyonu’nun içeriği için bkz s. 2) Her iki deklerasyon da emredici nitelikten uzak, bir tavsiye niteliği taşımaktadır. Kesinlikle bağlayıcı değildir.
Küresel düzenlemeler ve getirilen ilkeler, bölgesel düzenlemelere göre daha esnek düzenlemelerdir. Çevre konusunda imzalanan hükümetler arası antlaşmalar ve bağlayıcı olmayan hükümetler arası deklerasyonlar incelendiğinde, çevre koruma ile uluslararası hukuk arasındaki ilişkinin son yıllarda ciddi bir dönüşüm geçirdiği görülmektedir.
BM Çevre ve Gelişme Konferansı’ndan (UNCED) bu yana, küresel ve bölgesel çevre düzenlemelerinin sayılarında büyük bir artış, ve yetersiz olmakla birlikte, kapsamlarında da sürekli bir genişleme olmuştur. Uluslararası çevre düzenlemelerindeki artışın önümüzdeki yıllarda da, gerek standartlar giderek genel olmaktan çıkmakta, ayrıntılandırılmış standartlara dönüşmektedir. Standartların benimsenmesinde bölgeden bölgeye büyük farklılıklar bulunmaktadır.


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ocak 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Stockholm Deklerasyonu

Sponsorlu Bağlantılar
5 Haziran 1972’de İsveç’in başkenti Stockholm’da İnsan Çevresi Konferansı toplandı. İnsan Çevresi Bildirgesi, Stockholm konferansının bitiş günü olan 16 Haziran’da yayımlanmıştır.

Stockholm Çevre Bildirgesi
İnsan Çevresi Bildirgesi, insan çevresinin korunması ve güçlendirilmesi için insanlara ışık tutacak ve yönlendirecek ortak görüş ve ilkelerin gerekliliğini düşünerek aşağıdaki hususları ilan eder:
1) İnsan hem çevresi tarafından oluşturulur hem de çevresini biçimlendirir. Bu çevre, insanoğlunun fiziksel gereksinmelerini karşıladığı gibi, entellektüel, ahlaki, sosyal ve manevi gelişmesi için de insana olanak sağlar. Bilim ve teknolojinin hızla gelişmesi de eklenince, insanın gezegenimizdeki uzun ve dağdağlı evrimi öyle bir noktaya gelmiştir ki artık insan çevresini, sayısız biçimlerde ve tarihte rastlanmamış bir boyutta değiştirme gücüne erişmiştir. İnsan çevresinin iki boyutu da – yani hem doğal hem de insan eliyle yapılmış olan – başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan haklarından yararlanmak için mutlaka gereklidir.
2) İnsan çevresinin korunması ve geliştirilmesi dünyamızın her yerinde insanların refahını ve kalkınmasını etkileyen önemli bir konu, bütün insanların özlemi ve bütün hükümetlerin görevidir.
3) İnsan devamlı olarak deneyimlerini biriktirir. Her zaman keşfetmek, icat etmek, yaratmak, ilerlemek peşindedir. Günümüzde insanın çevresini değiştirebilme kapasitesi, eğer akıllıca kullanılırsa, bütün insanlara kalkınmanın meyvelerini sunabilir ve onların yaşam kalitelerini yükseltebilir. Yanlış ve fütursuzca kullanılırsa hem insanlara, hem insanın çevresine ölçüsüz zararlar verebilir. Dünyanın birçok bölgesinde insanın çevresine verdiği zararın gittikçe artan kanıtlarını görüyoruz. Canlılar, hava, toprak ve suda yüksek boyutlarda kirlilik; biyosferin ekolojik dengesinde arzulanmayan rahatsızlıklar, yenilenemeyen kaynakların azaltılması ve yok edilmesi; yaşam ve çalışma alanlarında insanların fizik, ruhsal ve sosyal sağlığına zararlı büyük eksiklikler.
4) Gelişmekte olan ülkelerde çevre sorunlarının çoğu geri kalmışlığın sonuçlarıdır. Milyonlarca insan doğru dürüst bir yaşam için gerekli asgari seviyenin altında yaşamaktadır. Yeterli yiyecek, giyecek ve barınaktan, eğitim, sağlık ve temizlik imkanlarından yoksundurlar. Bunun için, gelişmekte olan ülkeler çabalarını kalkınmaya yönlendirmeli, ama bunu yaparken önceliklerini iyi belirlemeli ve çevrelerini korumalı ve iyileştirmelidirler. Kalkınmış ülkelerdeki çevre sorunları genelde sanayiden ve teknoloik ilerlemelerden kaynaklanmaktadır.
5) Nüfusun doğal artışı çevrenin korunmasında devamlı olarak sorun yaratmaktadır. Bu sorunlarla başetmek için gerekli politikalar oluşturulmalı ve önlemler alınmalıdır. Dünyadaki en değerli varlık insandır. Sosyal ilerlemeyi iten, bilim ve teknolojiyi geliştiren ve emeğiyle çevreyi değiştiren insandır. Bilimsel, teknolojik ve sosyal ilerlemeler ve üretimdeki artışlarla insanın çevresini iyileştirme kapasitesi de her geçen gün artmaktadır.
6) Artık öyle bir noktaya geldik ki, dünyanın her yerinde çevreye yapacakları etkileri düşünerek eylemlerimizi daha büyük bir dikkatle planlamalıyız. Cehalet ve aldırmazlık sonucu bütün yaşamımızın ve refahımızın bağlı olduğu yerküremizin çevresine geriye dönülemez bir biçimde ve devasa boyutlarda zarar verebiliriz. Bunun aksini de yapabilir ve bilgiyi akıllıca kullanarak, kendimize ve gelecek kuşaklara insan umut ve ihtiyaçlarına daha uygun bir çevrede daha iyi yaşam koşulları sağlayabiliriz. Günümüzde yaşayanlar ve gelecek kuşaklar için çevreyi savunmak ve iyileştirmek kaçınılmaz ve dünya genelinde ekonomik kalkınma ve barışın tesisiyle paralel olarak varmaya çalışacağımız bir hedeftir.
7) Bu hedefe varılması için her seviyede vatandaş, topluluk ve kuruluş sorumluluk almalı ve ortak amaç uğruna eşitlikçi bir biçimde gayret göstermelidir.
Kişiler ve kuruluşlar hem bağlı oldukları değerler hem de eylemlerinin tümü ile geleceğin çevresini biçimlendirecekler. Yerel ve merkezi hükümetlere, kendi alanlarında geniş olarak çevre politikalarını oluşturma ve eyleme koyma yönünden en büyük sorumluluk düşecektir. Kalkınmakta olan ülkelerin çevre sorumluluklarını yerine getirmeleri için gerekli kaynakların yaratılmasında uluslararası işbirliği gerekecektir.
Birçok çevre sorunu küresel ve bölgesel boyutlarda olduğu için, ülkeler arasında yaygın bir işbirliği ve uluslararası kuruluşlar tarafından ortak çıkarlar için eyleme geçmeyi gerektirecektir. Konferans bütün ülkeleri ve insanları, insanların yararı ve refahı için insan çevresinin korunması ve iyileştirilmesi için ortak çaba göstermeye davet eder.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ocak 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Rio Deklerasyonu

Evimiz olan dünyanın, birleşik ve birbirine bağımlı olan özelliklerinin farkına vararak ülkeler Rio de Janeiro’daki Yeryüzü Zirvesi’nde biraraya geldiler. Hatta ülkemiz bu zirvede hükümet başkanı seviyesinde temsil edildi. Devletler, gelecekteki gelişmeleri aydınlatması için bir takım prensipler geliştirdiler. Bu prensipler insanların kalkınma haklarını ve ortak çevremizi koruma sorumluluklarını tanımlamakta olup, 1972’de düzenlenen “BM İnsan ve Çevresi Stockholm Konferansı” sonunda yayınlanan “Stockholm Deklerasyonu” üzerine inşa edilmiştir. Rio Deklerasyonu, uzun vadeli ekonomik kalkınmanın tek çaresinin ancak çevrenin korunması ile bağdaşlaştırılması olduğunu ifade etmektedir. Bu ise ancak ülkelerin; hükümetlerini, halklarını ve toplumun anahtar kesimlerini içine alarak, yeni ve eşitliğe dayanan küresel bir ortaklık meydana getirmeleri halinde gerçekleşecektir. Ülkeler, küresel çevre ve kalkınma sistemlerinin bütünlüğünü koruyacak uluslararası anlaşmalar meydana getirmelidirler.
1992 çevre konusunda bazı ilkeler saptamıştır. Bu ilkeleri aşağıdaki önemli noktaları belirterek şöyle sıralayabiliriz:
• İnsanlar, doğa ile uyum içinde sağlıklı ve verimli bir hayata layıktır.
• Günümüzdeki kalkınma, şu andaki ve gelecekteki nesillerin kalkınma ve çevre ihtiyaçlarına zarar vermemelidir.
• Ülkeler, sınırlarının ötesinde bir çevre tahribatına yol açmdan kendi öz kaynaklarını kullanma hakkına ve iradesine sahiptir.
• Ülkeler, doğayı korumak amacıyla tahribatı önleyici bir yaklaşım içinde olacaklardır. Ciddi veya geri dönüşü olmayan tahribat tehdidi olan yerlerde, çevre bozulmasını engelleyici ve yüksek maliyetli tedbirleri ertelemek için bilimsel belirsizlikten istifade edilmeyecektir.
• Sürdürülebilir kalkınmayı başarmak için; çevre koruma anlayışı, kalkınma gayretlerinin ayrılmaz bir parçası olacaktır. Bunlar birbirlerinden ayrı düşünülemez.
• Dünyanın değişik yerlerinde ortadan kaldırılan yoksulluk ve hayat standartlarındaki azalan farklar, sürdürülebilir kalkınmanın başarılması için gerekli olup, bunlar çoğu insanın ihtiyaçlarına cevap verebilmektedir.
• Ülkeler, dünya ekosisteminin sağlığını ve bütünlüğünü korumak ve onarmak için işbirliği yapacaklardır. Toplumlarının küresel çevre üzerine verdikleri baskıdan ve idare ettikleri ekonomik ve finansal kaynaklarından dolayı, uluslararası düzeyde sürdürülebilir kalkınmanın takipçisi olmaları gereken kalkınmış ülkeler, sorumluluk üstlenmektedirler.
• Ülkeler, sürdürülebilir nitelikte olmayan üretim ve tüketim modellerini azaltmalı veya ortadan kaldırmalı ve uygun demografi politikaları geliştirmelidirler.
• Çevre konuları iyi şekilde, ancak ilgili bütün vatandaşların katılımı ile yönetilir. Ülkeler, geniş çapta çevre bilgilendirmesi yaparak kamuoyu aydınlatılmasını ve katılımı gerçekleştirecek ve teşvik edeceklerdir.
• Ülkeler, kirlilik ve diğer çevre tahribatı kurbanlarına karşı sorumlulukları ile ilgili çevre kurallarını kabul edecek ve ulusal çevre kanunlarını geliştireceklerdir. Yetkileri olduğu yerde ülkeler, önemli derecede ters etkisi olabilecek faaliyetlerin çevresel değerlendirilmesini yapacaklardır.
• Ülkeler, bütün dünyada sürdürülebilir ekonomik sistem ortaya çıkarmak amacıyla işbirliği yapmalıdır.
• Prensip olarak; kirleten, kirletme bedelini ödemek zorunda olmalıdır.
• Ülkeler, sınır ötesi etkileri olabilecek doğal afetler veya faaliyetler konusunda birbirlerini uyaracaklardır.
• Sürdürülebilir kalkınma, sorunların bilimsel olarak daha iyi anlaşılmasını gerektirmektedir. Ülkeler, sürdürülebilir kalkınma amaçlarına ulaşmak için gerekli bilgiyi ve yeni teknolojiyi paylaşmalıdır.
• Sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirmek için kadınların tam olarak katılımı şarttır. Gençliğin yaratıcılığı, idealizmi ve cesareti ile yerli halkın bilgisine de ihtiyaç vardır. Ülkeler, yerli halkların kimlik, kültür ve çıkarlarının farkında olmak ve desteklemek zorundadır.
• Savaş, sürdürülebilir kalkınmayı tahrip eder. Ülkeler silahlı çatışma durumlarında çevreyi koruyan uluslararası hukuka saygı gösterecek ve bu hukukun daha da geliştirilmesi yolunda işbirliği yapacaklardır.
• Barış, kalkınma ve çevre koruma birbirlerine bağımlıdır ve birbirlerinden ayrılamaz.
Rio Deklerasyonu (1992, Rio) bu anlamda sivil toplumun önemini bir kez daha ortaya koyan uluslararası bir forum oldu. İşte bu yüzden, bir sorunun çözümünde yetkiyi ve sorumluluğu en yakın birime ve sivil topluma verme anlayışı, örgütlü katılımı önemli kılıyor. Ancak kentdaşlar çeşitli nedenlerden dolayı her zaman bu kanalları kullanmayabilir ve harekete geçmeyebilirler. Bu gibi durumlarda görev belediyelere düşüyor. Belediyeler bu yaklaşımı benimsiyorsa (ki başarının anahtarı da buradadır) kentdaş bilincinin artırılmasına, halkın örgütlenmesine katkı sunmalı hasılı katılım ve denetimi teşvik etmelidir. Yerel yönetimler (özellikle de belediyeler) de su ve toprak başta olmak üzere fiziki mekanları, tarihi varlıkları ve tabiat varlıklarını kültürel değerleri gelecek kuşaklara aktaracak bir tarzda kullanılmalıdır. Bu da sürdürülebilir kentleşmenin gereğidir.
Rio Deklerasyonu’nda bir dizi önlemler içeren ek belgeler de imzalanmıştır. Bunlar;
  • Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi,
  • İklim Değişikliği Sözleşmesi,
  • Orman Prensipleri Antlaşması’dır.
İklim Değişikliği Sözleşmesi
Dünya ısısının artmasına ve bu sebeple buzulların eriyerek denizlerin kabarmasına ve artan sıcaklık sebebiyle yaşam şartlarının zorlanmasına sebep olan karbondioksit ve diğer sera gazları emisyonunun kontrol altına alınarak azaltılması ve atmosferdeki oksijen – karbondioksit dengesinin bozulmasını önlemek amacı ile gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere bazı kısıtlamalar getiren bir sözleşmedir. Ülkemiz taraf değildir.

Orman Prensipleri Antlaşması
Bu sözleşme, başta yağmur ormanları olmak üzere doğal ve yetiştirme suretiyle meydana getirilmiş ormanların korunmasına ilişkin bir çok kararı içermektedir. Ormanların korunması atmosferin oksijen – karbondioksit dengesinde önemli rol oynamaktadır. Ülkemiz bu prensipleri kabul etmiştir.

1992 Rio Çevre Zirvesi’nin en somut sonuçlarından birisi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin imzaya açılması olmuştur. 1994 yılında yeterli sayıda ülkenin yasama organlarınca onaylanarak yürürlüğe giren sözleşme, TBMM tarafından Aralık 1996’da kabul edilmiştir.
Böylece ülkemiz antlaşmaya taraf olmuştur. Bütün uluslararası antlaşmalar gibi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi de taraflara bazı yükümlülükler getirmektedir. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
• Ulusal stratejilerin belirlenmesi, bir eylem plan ve programının oluşturulması.
• Biyolojik çeşitliliğin acil olarak korunma gereksinimi olan türlere veya mekanlara öncelik verilerek izlenmesi.
• Koruma alanlarının belirlenmesi ve kurulması
• Koruma altına alınmayan bölgelerde de doğa ve kaynakların kullanımında sürdürülebilirlik ilkesinin geçerli olması.
• Sözleşmenin uygulanması için gerekli yasal ve idari düzenlemelerin yapılması.
• Halkın biyolojik çeşitliliğin değeri ve önemi konusunda eğitilmesi.
• Bu konuda yapılan araştırmaların ve bulguların ülkeler arasında serbestçe paylaşılması
• Kalkınmış ülkelerin, biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi için kalkınmakta olan ülkelere gerekli parasal ve teknik yardımları sağlamaları.
Belgeyi imzalamasının ardından Türkiye, Dünya Bankası’ndan 5 milyon dolarlık bir kredi aldı. Sözleşmeye taraf olmamızdan bu yana, Dünya Bankası’ndan alınan 5 milyon dolarlık bir kredi ile ulusal stratejilerin ve bir eylem planının oluşturulmasına çalışılmaktadır. Bu çabaların ürünü henüz ortaya çıkmadığı gibi, envanter çalışmalarında da hiçbir ilerleme olmamış, koruma alanları tespit edilmemiş ve en önemlisi halkın eğitimi yükümlülüğü savsaklanmıştır. Oysa ki, ülkemiz biyolojik çeşitlilik konusunda dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Türkiye’nin bir konumunda bulunması ve çok değişik iklim kuşaklarına sahip olması bize böyle bir zenginliği bağışlamıştır. İnsanoğlu tarım kültürüne bölgemizde geçmiştir ve dünyadaki birçok bitkinin, özellikle tahılların, orijinal yabanıl türleri ancak ülkemizde bulunmaktadır. Ülkemizde bilinen 9.000 tohumlu bitki türü vardır ve bunların 3.000 türü endemiktir, yani ülkemize özeldir. Bu, tüm Avrupa’nın biyolojik varlığına eşit bir zenginliktir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ocak 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Rio Deklerasyonu ile Stockholm Deklerasyonu Arasındaki Farklar

Stockholm Deklerasyonu’nun ilanından 20 sene sonra kabul edilen Rio Deklerasyonu birçok yeniliği de bünyesinde topladı. Gelişen çağa ayak uydurmaya çalışan, Stockholm’e nazaran daha modernize edilmiş bir deklerasyon. Şimdi getirdiği yenilikleri ve Stockholm Deklerasyonu’ndan farklarını inceleyelim.
1) Rio Deklerasyonu’nda az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde meydana gelen çevre sorunlarına yardım hususunda öncelik verileceği söylenmiş. Böylece Stockholm’de bahsedilen “yardımcı olmak” kavramının içi açılmış, anlamı genişletilmiş. Daha belirgin hale getirilmiş de diyebiliriz.
2) Rio’yu Stockholm’den ayıran bir diğer alan da “Çevre Mevzuatı”. Rio Deklerasyonu, devletlere etkin bir çevre mevzuatı oluşturmaları konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır. Kirliliğe sebep olanların sorumluluğu ve zararın tazmin edilmesi meselelerinin netleştirilmesi de Rio’nun yeni konuları arasında.
3) Rio Deklerasyonu’nu incelediğimizde, “kirleten öder” prensibini yerleştirmeyi amaçladığını anlıyoruz. Stockholm’da bu yönde bir ifade yer almıyordu. Bununla beraber, çevreye önemli derecede zarar verebilecek nitelikteki ve uzman milli otoritenin kararına bağlı olan faaliyetler için “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)” adı verilen değerlendirmenin yapılmasını tavsiye ediyor.

4) Stockholm Deklerasyonu, çevre korunması ve çevre sorumluluğu üstünde devleti tek yetkili olarak görüyordu. Oysa Rio Konferansı ile bu anlayışın değiştiğini görüyoruz. Gençlere, kadınlara, yerli halklara ve hükümet dışı kuruluşlara da çevre üstüne görev ve sorumluluk verilmiştir.
5) Stockholm Deklerasyonu’nda çevre bilincinin geliştirilmesi adına halkların eğitilmesi üzerine herhangi bi ilkeye rastlayamıyoruz. Ama Rio Deklerasyonu devletlere halkları eğitmeleri konusunda tavsiyelerde bulunuyor.
6) Rio Deklerasyonu savaş durumunda olan ya da işgal altında olan devletlerin de durumunu dikkate almış. İşgal altındaki devletlerin bile kaynak ve çevrelerinin korunması gerektiği ifade edilmiş.

7) Stockholm Deklerasyonu’nda “nükleer silahsızlanma” başlı başına bir ilke olarak ele alınmış. Ancak Rio Deklerasyonu’nda bu konuya ayrı bir madde ayrılmamış. Savaş ve çevreye etkileri hususundaki ilkeler arasına katılmış. Yine de bir “nükleer” ifadesi görmek mümkün değil. Bu da “nükleer silahlar konusunda gösterilen hassasiyet azaldı mı ?” sorusunu gündeme getiriyor.
Daha irili ufaklı birçok madde saymak mümkün. Ancak bunlar küçük ifade değişiklikleri ya da ince ayar da diyebileceğimiz yenilikler. Bu değişiklikler ile amaçlanan hep günceli yakalamak; her ne kadar bağlayıcı olmasalar da uluslararası çevrede ve kamuoyunda belli teamüller yaratmak isteniyor.

Benzer Konular

9 Şubat 2017 / ahmetseydi Tarih
1 Ağustos 2012 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
13 Ocak 2010 / nünü Tarih
2 Temmuz 2012 / ahmetseydi Tarih
2 Haziran 2010 / _Yağmur_ Taslak Konular