Arama

Ortadoğu Dinleri - Nusayriler

Güncelleme: 24 Şubat 2012 Gösterim: 22.412 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ocak 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nusayriler

Sponsorlu Bağlantılar
Yemen'den kalkıp kaçgöç dalgaları halinde Anadolu'ya kadar geldiler. İnanışlarından dolayı karşılaştıkları baskı ve aşağılama her yerde izledi onları. Büyük kırımlara tabi tutuldular ama "Ehlibeyt yolundan dönmediler". İbadetlerini, törenlerini, geleneklerini gizlilik içinde yürüttüler. Sır tutmayı zorunlu ve kutsal saydılar. Zamanı geldiğinde topluluğun her üyesini sınavdan geçirdiler, mihenk taşına vurdular ve "cemaate ilişkin sırları saklayacağına, kurallara, ahlak ve öğretiye uyacağına" dair defalarca yemin ettirdiler. Yemine sadık kalmayanlar dışlandı, disiplin temel kural haline geldi. Cumhuriyetin "din ve inanç hürriyeti" ile rahatladılar ama eski alışkanlıklarını ve gizliliğe dayalı yaşama biçimlerini aynen sürdürdüler. Mersin, Tarsus, Adana, İskenderun, Antakya ve Samandağ'ın uzandığı Akdeniz kıyı şeridinde yüzyıllardır iyilik yolunun dervişleri geziniyor. Pek çoklarının "Fellahlar", bazılarının "Arap uşakları", tanıyıp bilen çok az kimsenin de "Nusayriler ya da Arap Alevileri" dediği cemaatin yaşadığı bu topraklarda sırlar hâlâ kadrini bilene veriliyor, emanet ehline teslim ediliyor..
Çukurova, bildiğimiz Çukurova değil; o doğal, o gizemli, o vahşi doğayı barındıran, nice eşkıyaya, kurda kuşa, börtü böceğe yataklık eden Çukurova yok artık. Köyler, beldeler, ilçeler, şehirler kenetlenmiş; koskoca bir `metropol' olup çıkmış. Gökdelenler matkap misali bakir semayı deliyor; beton yığını konut kooperatifleri, bir zamanlar sazlık ve bataklık ovanın tabiatına meydan okuyor. Aslında sadece Çukurova'ya değil, tüm bölgeye bir haller olmuş. `Yer demir gök bakır' olmaktan çıkmış; yer gök yağmur artık. Asi Nehri, asiliğini yapmış. Antakya-Samandağ arasını tufana, afete boğmuş. Semadan gazap yağınca, koca ağaçlar kökünden devrilmiş, meyve bahçelerinin dibi bir metre kalınlığında kumla kaplanmış, 2.5 metre yükselmiş sel. Denizden esen tuzlu rüzgârlar, bostan mahsulünü kurutmuş; Akdeniz ötesinden gelen kum fırtınası, güneşi balçıkla, gökyüzünü dört kat tozla sıvamış. Alevi Araplar da denilen Nusayrilerin yoğun yaşadığı yerlerden biri Hatay'a bağlı Samandağ ilçesinde bir cenaze töreni.. Nusayrilerin inanç ve gelenekleri, tüm törenlerde yansıyor. Cenaze töreni de bunlardan biri. Cenaze uğurlanırken erkekler önde, kadınlar arkada yürür. Uzaklık ne olursa olsun mezarlığa dek yaya gitmek esastır. Yol üstünde aralıklarla bekleyen birkaç kadın, konvoydakilere kolonya serper. Definden sonra cenaze yakınları sıraya dizilir, katılanlar ise önlerinden geçerek `başsağlığı' dileğinde bulunur. Taziye genellikle eller havaya kaldırılarak bildirilir. Her yağmur sonrası gökkuşağı oluşuyor. Birinin altından geçebilsek muradımıza erer miydik? Yüzyıllardır bu bölgeyi yurt edinmiş bir cemaatin sır kapılarını aralayabilir miydik? Tüm isteğimiz, Nusayrilik hakkında bilgi verecek, konuşacak, görmüş geçirmiş insan bulmak. İlk temas olumlu. Dr. Ömer Uluçay (Arap Aleviliği: Nusayrilik adlı kitabı var) sayesinde Adana'da yaşayan makine mühendisi ve işadamı Hasan Atıcı, serbest meslek sahibi Ali Naci Gökçe ve tüccar Tahsin Yıldırım'la görüşüyoruz. Aydınlatıcı bilgiler alıyoruz. Örf, âdet, düğün, dini merasim gibi toplumsal etkinlikleri yakalayabilmek umuduyla Tarsus'a hareket ediyoruz. Bir pastane işleten Abidin; tanıdıkları devreye sokuyor. Görüşmeye gelenlerden biri öğretim görevlisi, diğeri mermerci, üçüncüsü makine mühendisi. Şeyh Nazım adında bir din adamını salık veriyorlar. Şeyh, Mersin'deki bir cemaat toplantısında olduğundan, iki oğlu karşılıyor bizi. Büyüğü, hiç yakınlık göstermedi; ne bir insan, ne mezar, ne türbegâh ismi verdi. `Hakkımızda yazılanlar eksik ve yanlış; size bir şey açıklamayız. Mezar orada, kendiniz gidin görün. Bizi rahat bırakın!' dedi. Küçük kardeş daha nazik: `Babam sizinle görüşmez. Ne yazılırsa yazılsın, ne söylenirse söylensin; bizim inancımıza dair her şey yüzeysel kalır!' Ertesi gün, Nusayri genci Cenap Koca'nın yardımıyla kuyumculuk ve yeminli tercümanlık yapan, aynı zamanda Musalla Mahallesi din hocası Sait Yapıcı ile tanışıyoruz. Başlangıçta bize kuşkulu davranıyor. Sait Hoca, yaklaşık 300 yıllık bir geçmişi olan "El Ammar" ailesinden. Arap Aleviliğine ilişkin sorularımızı, `çok sert' buluyor: `Biz bir alt toplum, alt kültür değiliz. Bir kazanın kulpu yerine konmak, ayrımcılık yapmak yanlıştır. Bu toplumun bir parçasıyız' diyor tepkiyle. Anadolu Alevilerinde olduğu gibi Nusayrilerin inancında da Hz. Ali'nin çok özel bir yeri var. Kendilerini `Ali yandaşı' olarak tanımlarlar. Bu inanç hepsinde yok. Ali'ye ilişkin değerlendirmeler öyle önemli ki, onun semadaki konumu hakkındaki görüş ayrılıkları mezhep içinde alt kolların ortaya çıkmasına neden olmuş. Bölgedeki türbe ve ziyaretgâhların tamamında olduğu gibi, Tarsus'taki Yedi Uyurlar Ziyaretgâhı da Ali posteriyle dikkat çekiyor. Sait Hoca, bize türbegâhı gezdiriyor. Beyaza boyalı, kubbeli bu yapının önünde adak ve dini merasim yemekleri için yapılan masalar, ateş yakılacak ocaklar, kesim yeri olan bir bahçe bulunuyor. Şeyh Hatim el Tevbani isimli bir evliya ile Hoca'nın ata dedesi Şeyh Ali Ammar'ın mezarları burada. Duvarlarda, Hoca'nın şeyh sülalesinin şeceresi fotoğraflarla belgelenmiş. Yaklaşık 300 kişinin niyaz edebileceği, halı, motifli yastık ve minderlerle kaplı mekânda ayrıca şeyh sehpası, Kuran, Hz. Ali'nin çerçeveli posteri, Esma-ül Hesna (Allah'ın isimleri), dualarla süslenmiş bir Zülfikâr posteri, bizzat Sait Bey tarafından yapılmış bir ebced takvimi, buhurdanlık, bağış kutusu dikkat çekiyor. Sait Hoca açıklıyor: `Her kabir, her mezar türbegâh değildir. Bir zatın adına türbegâh yapılabilmesi için, Allah tarafından teşrif ve tekrim (şereflendirilmesi ve saygın kılınması) edilmesi gerek. Sözgelimi toprağına ayan beyan nur yağmalı. Şeyh Hatim, yağmur duasının kabul olmasıyla ünlendi. Dip dedem Şeyh Ali ise, bir türlü yanmayan ateşe karşılık olarak, ateşsiz yemek pişirme konusundaki kerametiyle tanındı. İnancımızdaki evliyalar, muhayyerin sınıfındandır; kimisi adlarına yapılan bu türbegâhlarda yatar, kimileri burada yoktur; zira onlar gelir, giderler.' Sait Hoca, türbegâhtaki dini merasim ve adakları yöneten kişi aynı zamanda. `Fıkhi (mezhep hukuku) ve batıni (içsel, öze ilişkin) konularda kimseye cevap vermeyiz' dedikten sonra defteri kapattık ve Antakya'ya doğru yola koyulduk. Nusayrilerin yaşadığı Mersin, Tarsus, Adana, İskenderun, Antakya ve Samandağ coğrafyası bumerangı andırır. Attığınızda, size geri dönebilen cinsten bir coğrafyadır burası. Günlük bir gazetenin promosyon olarak verdiği kitapta, Nusayrilik, `gerici tarikatlarla' eş tutulmuş, öteden beri kimi din ve mezhep bağnazlarının, Arap Aleviliğine yönelik karalamalarına yer verilmişti. Bu yüzden gittiğimizde tepkiler tazeydi, öfke dinmemişti. Yani yöreyi sadece sel basmış değildi; Arap Alevilerinin yürekleri de tufana yakalanmıştı. Kime gittiysek, hangisine dokunduysak, `bin ah' işittik. Dert ve şikâyet dinledik. Öfkelerine tanık olduk ve hikâyelerini toplamaya devam ettik. İnanç mensuplarını, ilim erbabı Nusayrileri dinledik. İşte söylenenler: `İslam toplumu, uygarlığı ve tarihinin ayrılmaz bir parçasıyız. Müslüman olmak için gerekli beş şartı yerine getiriyoruz. Dahası Ehlibeyt ve On İki İmam yolundayız. Kuran, Sünnet ve Hüccetü'l- Akl (yani aklın gereği) üzre amel eyleriz. Kuran'da mesnedi olan, Ehlibeyt'in onaylayıp imamların ilettiği hadisleri (peygamber sözleri) doğru belleriz. Peygamber vasiyetine uyarız.' Adanalı Ali Naci Gökçe açıklıyor: `On birinci İmam Hasan el Askeri'nin müridi Muhammed bin Nusayr'a izafeten Aleviliğin bir kolu olan Nusayri denir bize. Bunda maksat, Nusayri topluluğunun diğer bid'at çevreleriyle (din adına sonradan âdet çıkaranlarla) karışmasını önlemektir. Muhammed bin Nusayr peygamber değildi; yeni bir din ve mezhep kurmamıştı; kendince dine bir ekleme de yapmamıştı; Ehlibeyt'in kutsal akidesini (öğretisini) yayıp savunmakla yetinmişti. Bizde namaz niyaz, oruç, zekât var. Biz Alevi-Sünni diye ayrım yapmayız; sadece Ehlibeyt'i mağdur edip, bu kutsal aileye 1001 ay boyunca sövüp sayanlar için Emevi takipçileri sıfatını kullanırız.' İşadamı, makine mühendisi Hasan Atıcı konuyu tamamlıyor: `Bizde Allah tektir, birdir; Arapça belirtirsek, `Allahü ahad'dır. Yani O, sayıya gelmez; sıfatlardan münezzehtir. Kuran, Allah kitabıdır. Ona hiçbir batıl yaklaşamaz. Namaz niyazımız, Sünnilerinkinden ayrıdır. Niyazda mekân, hareket önemli değil; Allah'a yönelme ve ibadet esastır. Kıyamet gününe, ruh göçüne (tenasüh, reenkarnasyon, yeniden bedenlenme) inanırız. Bu fikri Hint felsefesinden değil, bizzat Kuran'dan alırız. Ruh göçü şöyle yansır: Haksızlık yaparsak, bunun hesabını vermek için kıyamete kadar beklemeyeceğiz. Yeniden bedenlenme sayesinde hesabı verilecektir.' İskenderunlu 81 yaşındaki din adamı Mahmut Reyhani, cumhuriyetle birlikte dinsel/mezhepsel baskıdan kurtulduklarını, şeyh unvanlı Alevi Nusayri din hocalarının eskiden beyaz sarık, ortasında kırmızı fes bulunan başlıkları ile cüppelerini attıklarını; yerine fötr taktıklarını, genelde takım elbise giydiklerini söylüyor. Çokça ziyaret ettiği Arap ülkelerinde, kıyafetine yönelik bu tip eleştirilere, Atatürk'ü ve laikliği savunarak karşılık veriyormuş. Antakya Harbiye'deki köklü bir aileyi temsil eden Şeyh Nasreddin Eskiocak da benzer tavır sergiliyor. Hasan Atıcı, Suriye'yi yöneten Nusayrilerle ilişkinin çerçevesini çiziyor: `Hafız Esad, mensubu olduğu Nusayriliği Şiiliğe dayandırıyordu. Türkiye'de iyi kötü özgürlük var; demokrasi çerçevesinde inanç ve ibadetlerimizi yerine getiriyoruz. Suriye'de bu rahatlığı göremeyiz. Atatürk'ün sağladığı laiklik içinde kendi rengimizi yansıtıyoruz. Buradaki Nusayrilerden, kimsenin Suriye'yi tercih ettiğini duymadım.' Şeyh Mahmut Reyhani, Birinci Dünya Savaşı sonrasında `Fransızların sundukları özerk Nusayri bölgesi, mezhep mahkemesi ve Arapça okullar türünden ayrıcalıklara itibar etmediklerini; Türkiyeli Müslümanları koruyup kolladıklarını' aktarıyor. Yaklaşık 1200 yıllık tarih boyunca altı büyük göç, sayısız felaket yaşayan; bu arada Halep'teki büyük yerleşimleri sırasında Hamdani devletini kuran, Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında binlerce Nusayri'yi kırmasıyla Lazkiye Dağları'nın doruklarına çekilen Nusayriler, bir anlamda göçebelik, tehcir, tecrit ve yoksulluğa mahkum edildiler. Nusayri adını, 11. İmam Hasan el Askeri'nin müridi Muhammed bin Nusayr'dan aldıkları yolundaki rivayet akla yatkın. Başka bir rivayete göre ise, ikinci halife döneminde bölgeye gönderilen 450 kişilik takviye kuvvet burada düşmanı yendikten sonra bölgede ikamet etmiş. Hz. Ali yandaşı olan bu kuvvete `nasara/nüsra' (yandaş, zafer kazanan) adı verildiğinden, yörenin sarp dağlarına yerleşen herkes aynı isimle anılmış. Kaçgöç dalgaları Nusayrileri açlığa ve yoksulluğa mecbur etmenin yanı sıra, sürek/surak/suvarik (sürgün sözcüğünden bozma) sıfatıyla horlanmalarına neden oldu. Yoksul halk, açlıktan ölmemek için sarp dağların verimsiz topraklarını işleyerek, ağaçları kesip tarla haline getirerek ayakta durmaya çalıştı; Arapça `fellahü'l-ard' (toprağı işleyenler) ibaresinden, kendilerine `fellah' adı verildi bu yüzden. Uzun süre Hıristiyan ve Müslüman ağaların yanında marabalık yaptılar. Zamanla toprak sahibi olup rençberlik, bağcılık, bostancılığı bir meslek haline getirince, bu kez, Arapça `fellah' (rençber, köylü, çiftçi) deyimi iyice yerleşti. `Arap uşağı' yakıştırması, Atatürk zamanındaki kimi siyasetçiler tarafından, üstün bir unvanmış gibi sunulmuş olmasına rağmen, aslında Osmanlının son demlerinde, bu toplumu aşağılamanın ifadesi olarak kullanılmıştı. Osmanlı tahrir defterlerinde ise `Garipler Cemaati' olarak kayda geçmişlerdi. Samandağlı Abdullah Vural, tam 115 yaşında. `Eskiden el örmesi dizkapağına inen gömlek giyerdik' diyor. İç çamaşırı bulamadıklarını; dağda ağaç, çalı çırpı toplama sırasında bu gömlek yırtılmasın diye, çırılçıplak iş gördüklerini ve bedenlerindeki yara berelerle dolaştıklarını anlatarak o zamanki yoksulluğun boyutunu gösteriyor. Osmanlı zamanında Nusayrilerin mal mülk sahibi olması, Kuran satın alıp okuması bağnazlar tarafından adeta yasaklanmıştı. Çarşıya bile inemezlermiş. Aleviler Kuran elde edebilmek için Hıristiyan din adamlarını devreye sokarlarmış. Nusayri din adamlarının sarıkları önce arkadan ateşle tutuşturulur; sonra ateşi söndürme bahanesiyle ayaklar altına alınıp çiğnenirmiş. Nusayri selamını almamak için yüzlerini çevirenler; omuz atıp geçenler varmış. Arap Alevilerinde din işlerini yürüten şeyhlerin otoritesi tartışılmaz. Dini vecibeleri yerine getirip merasimleri yönetiyor, cemaat toplantılarında Kuran okuyup öğüt ve nasihat veriyorlar. Deva, şifa ve çözüm arayan ziyaretçileri için dua ediyorlar. Kapıları herkese açık. Samandağ'daki Şeyh Ali Yazıcı ile Harbiye'deki Nasreddin Eskiocak'ın ziyaretçileri hiç eksik olmuyor. Halkın durumunu göz önüne alan Şeyh Ali, bazı eski âdetler ile zekât (hımıs: beşte bir) adı altında din adamlarına sunulan bağışları kaldırmış. Yardımcı şeyhlere ise Nakib deniyor. Bunlar, şeyhlerin talebesi konumunda olup, iyice eğitim gördükten sonra şeyhliklerine karar veriliyor. İmamlar (hocalar), Sultan Abdülhamid'in Alevileri Sünnileştirme, köylerine cami yaptırma siyaseti çerçevesinde ihdas edilen bir sınıf. Bunlara fahri imam denilebilir. Samandağ'daki cenazede karşılaştığımız Tahsin Yılmaz, bunlardan biriydi. Bir ocak niteliğindeki şeyh ailesinde, makam babadan oğula geçiyor. Yalnızca Hz. Ali'nin soyundan geldiklerine inanılan ve şeyh ailesi olarak bilinen ailelerin çocukları şeyh olabiliyor. Ancak genel kurala rağmen şeyh oğlu isterse, din işleriyle uğraşmayabiliyor. Burada yetkinlik, dini eğitim, disiplin, ahlâk ve dürüstlük yani liyakat esas. Bu da pek çok aşamadan geçmeyi gerektiriyor. Şöyle ki; ergenlik çağına giren erkekler, dini eğitim için aday gösterilir. Adayın dürüstlüğüne, temiz insan oluşuna kefil gerekir. Kefillik, öncelikle aile çevresinde aranır. Yedi gün, bir ay gibi bir süreden sonra eğitimin abecesini öğrenen talebe (aday) yeniden cemaat huzuruna getirilir, konu komşudan kefil olmaları istenir. Birkaç ay sonra tekrar toplum huzuruna çıkarılıp sınanır, mihenk taşına vurulur ve ona kefil olmaları talep edilir. Her sınanma aşamasında kurban kesilip, toplu yemek verilir. (Bu gelenek eskiden sadece Nusayrilerin yaşadığı mahallelerde gerçekleştirilirdi. Gizliliğe dayalı bir inancın bu işleminin, şimdi farklı mezheplere mensup insanların yaşadığı ortamlarda uygulaması söz konusu değil.) Ailesi fakirse, çocuğu eğiten şeyh masrafları karşılar. Şeyhlik eğitiminin ne kadar süreceğine şeyh karar verir. İlk aşamanın adı `meşveret cemiyeti', ikincisinin `melik cemiyeti'dir. Yeni hayata davet merasimi merhalesi, masraflı bir törendir. Samandağ, Hz. Hızır Makamı içindeki yüksek beyaz kayanın çevresi mermerle kaplı. Ziyarete gelenler, makamın eşik kapısının iki yanını öperek içeri giriyor, beyaz kayanın kaidesine yüz sürüyorlar. Birkaç kez tavaf edip, dualar okuyarak dilek tutuyorlar. Arap Aleviliğinde cemaate kabul edilmek de, karmaşık bir yol izler. Davranış ve ritüeller simgeseldir. Nakib ve Necib unvanlı iki kişinin, sağı ve solunda 12'şerden toplam 24 kişi yer alır. İmam huzuruna çıkan, nefis terbiyesi için o anda belli pratikleri yerine getiren aday, tam ortada yer alır. Hırka giydirilmek ve sembolik içecek veya içki (kutsal içki genellikle taze sıkılmış üzüm suyudur) sunulmak suretiyle, kendisine, `şahitlerin önünde cemaate ilişkin sırları saklayacağına, kurallara, ahlâk ve öğretiye uyacağına' dair defalarca yemin ettirilir. Dışarıdan birinin Nusayriliği kabul edilmez. Nusayrilerde hac (zorunlu değil, ekonomik gücü olanlar gider), zekât, şehadet hak bilinir. Bunlar şekilde değil, özde insanı olgunlaştırmalı. Yalan, haram, haksızlık, zulüm, kötülük olmamalı. Nusayrilerin rağbet ettiği Batıni namaz şekle, yere, zamana bağlı değil. Her mekân ve zamanda, uygun hal üzereyken Allah'a yönelmek, O'nu yüceltmek temel kural sayılır. Nusayriler, `Ehlibeyt 1001 ay boyu camilerde lanetlendiği için, oralara gitmiyoruz. Cami ve mezheplere siyaset karıştı' diyorlar. Bayramlar, törenler de oldukça bol Nusayrilerde. İrili ufaklı 85 kadar bayram, özel dini münasebet, anma günü, hayrat, şölen yapılıyor. Kurban Bayramı, Nuh Gemisi, Salip (Haç), Saint Barbara, Hac, Unsura, Hz. İsa'nın miladı, Nevruz gibi bir kısım bayramlar; diğer inançlara karşı hoşgörüyü somutlaştırma ve aynı geleneklere sahip başka inançtan olanlarla yaşamı paylaşma babından kutlanıyor. Mesela Salip Bayramı, tarım/hasat şöleni gibidir. On iki bayram esastır; bunun sekizi kameri takvime göre, yani değişmeyen (ebced hesabınca sabit kalan) günlerde, dördü ise miladi takvime göredir. En önemlisi Gadir Bayramı'dır; zilhicce (hacca gitmenin içinde yapıldığı Arabi 12. ay) ayının 18. gününe denk düşer. Peygamber Muhammed'in Gadir Humm Vadisi'nde, Veda Haccı sırasında Hz. Ali'yi halife ve vasi tayin ettiği, Ehlibeyt'i yücelttiği gün kabul edilir. Kutlamadan sekiz gün sonra, ikisi arasında `Aşiyet-i Cuma' (Cuma akşamı) denilen bir münasebet daha kutlanır ki, 36 yılda bir Gadir Bayramı'yla aynı güne rastlar. Bayram'da çarşı pazarda, evde hayat durur; kadın-erkek hiçbir iş yapmazlar. Dikiş dikilmez, ev süpürülmez. Küsler barışır, akşamleyin Hızır İlyas Makamı'na akın edilir. Hızır İlyas inancı ise burada, Anadolu'nun hiçbir yerinde görülemeyecek ölçüde köklü ve yaygın. Her Nusayri yerleşim merkezindeki asıl ziyaretgâh, mutlaka Hızır Makamı'dır. Ölümsüzlüklerine ve aramızda yaşadıklarına inanılan iki nebinin (Hızır ve İlyas) buluşması hikâye edilip ikisinin sentezi, `Hıdırellez' merasimlerine dönüştürülmüş. 6 Mayıs-18 Aralık arasındaki 186 günlük döneme aynı isim takılmış. Küçüklüğünden beri Samandağ Hızır makamının hizmetini gören 1927 doğumlu Şeyh Sait Dönmez açıklıyor: `Burası makam değil, teşrife'dir. Hızır ölmemiş ki, kabrinde yatmış olsun. O, her gün bir yerde gezer; daha çok deniz kenarlarında bulunur. Kuran'daki Mecmau'l-Bahreyn ibaresinin sözlük anlamı iki denizin buluştuğu yer demektir. Gerçekte, derya gibi iki nebinin, Hz. Musa ile Hz. Hızır'ın buluşması kastedilir.' Antakya, Harbiye'deki Hızır Makamı da aynı inancın devamı. Ermiş/evliya türbeleri ise ikinci derecede önemli ziyaret yerleri sayılır. Samandağ Aknehir Tepesi'ndeki Şeyh Muhammed el Arabi Türbegâhı bunlardan biri. Bu zatın, manastırda yaşayan 40 kadar keşişi, keskin zekâsıyla Müslüman yaptığı söylenir. Harbiye'de türbesi bulunan Şeyh Yusuf el Hekim, bomboş kilere rağmen keramet gösterip 40 misafir kervancıyı doyurmuş; develerin taşıyabileceği kadar ihsan ve ikramda bulunmuş. Şeyh ailesinden İskenderunlu Davud Tümkaya, `ålimleri bilmiyoruz; türbe ve kubbeler çok gerekli değil. Aslolan ermiş ve âlimlerimizin eserlerini bilip, tanımaktır' diyor. Gelenekler hızla çözülse de, bugün daha çok düğünlerde yansımaya devam ediyor. Eski renkliliği bulmak kolay değil ama Nusayri toplumunun düğünleri gene de başlı başına bir hazine. Eskiden kız verilmesi uygun görülse dahi, dünürün üç veya yedi kez, kız babasının kapısını çalması gerekirdi. Kız istemek için vekil tayin edilir; söz kesilir, mekli (kızın kardeşine verilen harçlık), mehir (başlık yerine geçer, genellikle altın) verilirdi. Artık mekli yok ama mehir varlığını sürdürüyor. Bu para, tümüyle gelinin çeyizine sarf edilir. Önce küçük, sonra büyük nişan yapılır. Bir tepsi içinde kapı kapı dolaştırılıp sunulan havlu veya yemeni düğün davetiyesi yerine geçerdi. Şimdi şeker ve kolonya eşliğinde davetiye dağıtılıyor. Perşembe akşamı `kız kınası'; cuma gecesi `oğlan kınası' (artık aynı gün yapılıyor) ve cumartesi ise `damat tıraş günü' olmak üzere üç gün sürer düğünler. Damat kına yakılması için hemen elini açmaz; `düğün olmuyor' sözü üzerine, kendisine bir şey armağan (ev, tarla, bahçe, vs.) edildiğine dair açıklama yapılır. Böylece damat elini kınalar. Masraflı ve yemekli yapılan (yerel dilde kırgım) düğünde; meydancı, yemek sonuna doğru herkesi `şebeş'e (takı işlemi) davet eder. Damat tıraşında mahalle berberi, işi uzattıkça uzatır; bir esans döker, mevval, cezayiri türünden gazel çeker; bir kıl keser, şiir okur; yeniden esans alır damadın başına döker; bir jilet vuruşundan sonra fıkra anlatır. Her fasılda berbere bahşiş verilir. Düğün yemeğinin ardından `hamama götürme müzayedesi' başlar. Ortalık, bir hayır yarışına dönüşür; biri, 50 kişilik bir davetli grubunu `hamamda kebap yemeye' çağırır; diğeri, davetlilere tatlı yedirmeyi üstlenir. Pazar günü tören hazırlığı başlar. Konvoy halinde, gelin evinden alınır; buhur, dua ve zılgıtlar eşliğinde büyük bir tur atılarak damat evine getirilir. Gelin damat evi bitişik komşu bile olsalar, düğün alayı özellikle büyük bir tur atar ki, güya gelin yolu kolay belleyip baba evine gidivermesin. Hem gelin, hem damat övülür; kem gözlere nazar edilir. Antakya, Samandağ yöresinde cezayiri (uzun hava) okunur; debke (halay) arci (yöresel halay) çekilir; Adana civarındaki oyunun ismi ise `raksa'. Bu kadar değil; düğünle ilgili gelenekler gerdekten sonrasına da uzanıyor. Ancak pek çoğu günümüzde daha çok köylerde yaşıyor. Bazı âdetler de yok olmuş. Örneğin, şimdilerde kına var, masraflı açık artırmalı yemek faslı yok. Mahallelerde konvoylu çeyiz dolaştırma geleneği ise köylerde hâlâ görülebilir. Nusayriler örf, âdet, kimlik ve kökenlerini araştırma döneminin henüz başında. 1938'de Hatay'ın Türkiye'ye katılması sürecinde Güneş Dil Tezi savunucuları, `yöre halkının Eti Türklerinden olduğunu' döne döne tekrarlayıp durmuştu. Nusayrilerin inançlarını da dikkate alan kimi siyasetçiler, `Hz. Ali'nin orduları Arap değil, Türklerdendi. Horasan erenleri de Ali askerleri arasında bu bölgeye gelip yerleştiler' yolunda yazılar yazmışlardı. Günümüz Nusayrilerinin bir kısmı, bu propagandaya inanmış görünüyor. Ama çoğunluk, kökenlerinin Yemen'den kalkıp Irak, Suriye, Halep üzerinden Lazkiye yöresine göçen, yaklaşık 700 ila 300 yıllık süreçte Suveydiye (Samandağ), Antakya, İskenderun, Adana, Tarsus, Mersin'e yerleşen büyük aile efradına dayandığına inanıyor. Şunu diyorlar: `Ezilmişliğin verdiği hırsla, herkes eğitime sarıldı. Diyeti ise Arapçadan, asıl kültürümüzden vazgeçmek oldu. Türkçe, giderek Arapçanın yerini alıyor; iki kuşak sonra evimizde Arapça konuşulmaz olacak. Ama Araplık, siyasi ve milli bir dava değil bizim için. Etnik köken ve Arap kültürü ile eşanlamlı, o kadar. Bu kimliğimizle varız, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir rengiyiz. Bu yeterlidir. Yoksa, bizi Eti Türk'ü sayıp asimile etmenin âlemi yok. Dışlanmadan, horlanmadan, iftiraya uğramadan bu toplumun bir parçası olmak esastır.' Antakya'daki Çağdaş Sanat Atölyesi (ÇESA) hem Arap folklorunu derliyor, hem de `Grup Nidal' adıyla bir orkestra kurarak, halk türkülerini yaşatıyor. Mütevazı tiyatro topluluğunun Arapça dillendirdiği amatör oyunlar, halk arasında rağbet görüyor. Samandağ Belediye Başkanı Ganım Canpolat eğilimi özetliyor: `Kültürümüz ileriye dönüktür; her türlü değişime açığız.' Nusayrilerin sayısı konusunda kesin bir veri bulunmuyor. Bir milyona yakın oldukları sanılıyor. Adana'da Akkapı, Yamaçlı, Güneşli, Seyhan, Haydaroğlu, Cumhuriyet, Havuzlubahçe, Havutlu, Mirzaçelebi, Sucuzade, Mıdık mahalleleri ile Yüreğir ve Karataş; Mersin'de, Cumhuriyet, Turgutreis, Alsancak, Hamidiye mahalleleri; Tarsus'ta Eski Ömerli, Eski Hatay, Musalla ve Yeşil mahalleleri; İskenderun Arsuz, Karaağaç ve Nardüzü beldeleri; Antakya'nın başta Harbiye olmak üzere büyük bir bölümü, Samandağ, Aknehir yöresinin tamamında Aleviler oturuyor. Nüfus oranı Samandağ'da yüzde 90, Antakya'da yüzde 60-70; İskenderun'da yüzde 40; Adana'da yüzde 25, Tarsus'ta yüzde 80, Mersin'de yüzde 20-25, Lazkiye ve Halep'de (Suriye) yüzde 15. Tarih boyunca horlanan ancak, cumhuriyetin `vatandaşlık, laiklik, din ve vicdan hürriyeti' ile inanç ve ibadetlerini daha rahat yürüten Nusayriler, geleceklerini yeniden kurdular. Emek harcayarak mal mülk sahibi oldular; eğitime ağırlık verip kendilerince sınıf atladılar. Tarsuslu Nusayriler genelde kabzımallık, kebapçılık, mobilyacılık ve kuyumculuk yaparken; Adanalı kardeşleri bürokrasi ve iş hayatının belli kademelerinde ilerledi. Antakya Harbiye'de hizmet sektöründe çalışanlar ve atölye sahipleri bulunuyor. Samandağlılar ise modern tarımın yanı sıra, çoğunlukla yurtdışında nasiplerini aramakla meşguller.

FAİK BULUT
ATLAS dergisinde yayınlanan bu yazının orjinalini resimleriyle birlikte gormek icin Bin Yemin web adresine tiklayabilirsiniz.

Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
24 Şubat 2012       Mesaj #2
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Nusayriler
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Nusayriler
; (Arapça: النصيرية al Nusayrīya ya da العلوية al-‘Alawīya), Suriye'nin Lazkiye, Baniyas ve Tartus illeriyle Türkiye'nin Hatay, Adana ve Mersin illerinde yerleşmiş dini etnik gruptur. İnancın kurucusu Muhammed bin Nusayr (Muhammed bin Nusayrul Abdiyy'in Numayri)'dir. Ancak Nusayriliği sistemleştirip yayan kişi olarak Hamdam büyük saygı görür. Nusayrilerin kutsal kitabı Kitab el-Mecmu'dur. Nusayriler kendilerini Alevi kabul ederler. Aleviler de Nusayrileri kendilerinden tanırlar. Ancak Anadolu Aleviliği ile Nusayrilik farklıdır. Örneğin Nusayrîler'de cem yoktur. Kadın ibadetlere alınmaz. Kendi usullerine göre cami dışında namaz kılarlar, oruç tutarlar. 16 kutsal dularaı vardır. Ali, Hasan, Hüseyin sevgisi onları ilahaştıracak derecededir. Gökyüzünde Güneş Muhammed'i, Ay ise Ali'yi temsil eder. Ay'a kötü söz söylemek Ay'a gidildiğini inanmak birçok Nusayri için günahtır. Aleviler için kutsal olan Hacı Bektaş, Abdal Musa gibi yerlerle ilgilenmezler. Ali, Muhammed, Selman-ı Farısi isimlerinin baş harflerinden oluşan Ayn-Mim-Sin harfleri inanç şifreleridir. Ali, Hasan, Hüseyin dışındaki imamlara fazla ilgi göstermezler. Haydari ve Klazi olarak iki gruba ayrılırlar. Klaziler Türkiye'deki topluluğun %30'unu oluştururlar ve daha tutucudurlar. Suriye'de ise Klaziler çoğunluktadır. Nusayriler Suriye nüfusunun %11-15'ini oluşturular. Hafız Esed ve aileside Nusayridir.

Nusayrîler'in birçoğu kökenlerini Horasan Türkler'ine dayandırır. Kendilerini, Harun Reşit'in yerine geçen oğlu Mutasım'ın Horasanlı bir Türk olan annesinin aşiretinin torunları olarak kabul ederler. 700'li yıllardan başlayarak Türkiye sınırları içerisindeki topraklara yerleştirilmiş Oğuz Horasan Türkleri olduğu belirtilmektedir. Adana ve Mersin'de yaşayan yerel halk tarafından Fellah (çiftçi) olarak adlandırılmasının Arap olmaları ile ilgilisi bulunmamaktadır. Fellah olarak adlandırılmalarının sebebi Çukurova'da sadece tarım yapmalarıdır, fellah Arapça çiftçi demektir.


Etimoloji

Nusayrî halkı, kendini adlandırma konusunda çeşitlilik gösterir. Mezhebin kurucusu Muhammed bin Nusayr'in isminden türeyen Nusayrî sözcüğünün kendileri için kullanılmasını istemediklerinden Türkiye'de genelde Arap Alevisi denir.[kaynak belirtilmeli] Mezhebin kurucusu Muhammed bin Nusayr'in isminden türeyen Nusayrî tanımlaması kullanılmaktadır. 11. İmam Hasan El Askeri'nin öğrencisi Muhammed bin Nusayr'ı (ö. 883) otorite kabul ettikleri için bu adı alırlar. Ancak Nusayrîler bu ismi kendileri için asla kullanmazlar.

Nüfus ve Dağılımı

  • Dünya genelinde yaklaşık 3,000,000 Nusayri vardır.
  • Dünya genelinde yaşayan Nusayrilerin büyük bir kısmı Suriye'dedir. (2,500,000)
  • Dünya genelinde yaşayan Nusayriler; Suriye, Lübnan (100,000) ve Türkiye'dedir. (350,000)
  • Ancak Dünya'nın farklı bölgelerinde de özellikle Almanya ve Fransa'da da Nusayriler yaşamaktadır.
  • Nusayrilerin Hatay ilin genel nüfusu içindeki oranı ise il merkezdeki oranın altındadır (%50'ye yakın).
Nusayrilerin Etnik Kökeni
Nusayrilerin etnik kökeni üzerinde duranların başında Tankut gelir. Tankut eski Türk topluluklarının inançlarından iz taşıdıklarından hareketle Nusayrilerin Türk olduklarını iddia eder. Bu görüşü Önder de destekler. Önder, yerli ve yabancı antropologların Nusayrilerden elde ettikleri kafa endisi, dil ve kültürel özelliklerine dayanarak, bu gurubun Türk olduğunu savunur.

Andrews, Aringberg Laonatza ve Olsson gibi araştırmacılar, Nusayrilerin Arap etnik kökene sahip olduklarını savunmaktadırlar. Nusayrilerin büyük çoğunluğu da (% 99,5) kendilerini Arap Alevisi olarak tanımlarlar. Güler, Sönmez, Rande ve Reyhanî gibi araştırmacılar da bu görüştedir. Çünkü Hüseyin Türk'ün Hatay'da yaptığı alan çalışmasında
Nusayrilere kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz? sorusuna verilen yanıtlarda da bu sonuç çıkmıştır. Ama az da olsa Arap Aleviliğine Türk, Kürt ve Çerkez halkdan da karışan olmuştur.

Dil

Ana dilleri Arapça'dır. Suriye'deki Gebel ve Ansari'ye bağlı Süryani / Lübnan lehçesi.

Yaşlı nesil hâlâ Arapça konuşmaktadır. (Andrews, 1992: 215)
Türkiye'de ise Hatay'ın katılmasından (1939) sonra doğmuş olan daha genç nesil tarafından Türkçe konuşulmaktadır. Bugün Arapça ile Türkçe’nin bir karışımı konuşulur. (Andrews, 1992: 216)


İnanç

İsmailiyye, Dürzîlik, Hıristiyanlık ve Suriye'nin yerel inançların birleştirildiği düşünülmektedir. Sadece kendilerinin Ehl-i Beyt inancında olduğunu söylerler. Anadolu Aleviliği ve Caferiyye Şiiliğine itikadi yönden kesinlikle benzememektedir.

Nusayrilere göre Kur'an'ın iki manası vardır. Gizliliği anlayamayanlar için zahiri (yani yüzünden okunan mana) geçerlidir. Ancak Nusayriler, İsmailiyye öğretisi gereği bâtıni tevillere göre hareket ederler.

Dolayısıyla Kuran-ı Kerim'e bir Sünni ya da Şii din adamının hiçbir zaman yükleyemeyeceği manaları verebilirler. İçki haram değildir, sadece erkekler için söz konusu olan reenkarnasyon dinin temel inancını oluşturur, namaz şekillerle değil sadece dua ile kılınır gibi anlamları Kur'an'dan çıkardıklarını söylerler.


Allah'ın bazen insan sıfatıyla ortaya çıktığına ve onun en son Dünya'ya geldiği zamanki sıfatının İmam Ali olduğuna inanırlar. Yani Nusayrilere göre Ali’nin vücudunda Allah’ın ruhaniyeti vardır. Bu sebeple Nusayrilerin görüşlerinin temelini Hz. Ali’nin ilahlaştırılması teşkil eder. Nusayrilerin bütün kollarına göre, Ali, mabuttur, tanrıdır. Ali, ne doğurdu ne de doğruldu. Ölümsüzdür. Her zaman vardır. Zatı yıldızlara hâkim olan nurdur. Nurun nurudur. İlâhî zatı itibariyle gizlidir. Ali, yerler ve göklerin yaratılmasından önce de var olmuştur, sonra da. O, manadır. Görünüşte imam ise de, bâtınî olarak o Tanrı’dır. Bu, Nusayriliğin temel inancı olduğu için, onlara göre şehâdet kelimesi, “Ben, Ali’den başka ilâh bulunmadığına şehâdet ederim.” şeklindedir. Ali Allah’tır ve nurundan Muhammed’i yaratmıştır. Ali manadır, Muhammed ise isimdir. Muhammed de kendi nurundan Selman-ı Farisi’yi yaratmıştır. Bu sır, Nusayriler tarafından, Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” sistemiyle açıklanır. Ayrıca Bab’dan yani Selman’dan sonra beş “Eytam” vardır. Bunlar, Bab’ın manevi çocukları olup, Bab tarafından yaratılmışlardır. Bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür.), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder.), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır.), Osman b. Maz'un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır.) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam, aynı zamanda beş büyük yıldızdır.


Nusayriler, insanlık tarihinin yedi kademesini gerçekleştiren "Sâmet" (susan)'i "Nâtık" (konuşan)'ın üstünde tutarak Ali'yi "Sâmet", Muhammed'i "Nâtık" ve sahabelerden Selman-ı Farısi'yi "kapı" olarak tanırlar. Bunların baş harfleri Ayn
ع, Mim م ve Sin س‎ i önemserler. Ayrıca bu üçlü Ay, Güneş ve gökyüzü olarak da bilinir.

Reenkarnasyon İnancı

Sadece erkekler için söz konusu olan tenasüh inancı dinin temel inancını oluşturur. Önceki hayatta sevap kazananların insan olarak ve kötülükleri işleyenlerin ise hayvan olarak tekrar Dünya'ya geleceğine inanırlar. Nusayrilere göre Cennet ve Cehennem bu Dünya'dadır, yedi defa Nusayri inancıyla Dünya'ya gelen inançlı bir Nusayri gökyüzünde yıldız olarak mutlak iyiliğe (rahmete) kavuşacaktır.

Nusayrilere göre kendileri Ali'nin ulûhiyetine inanmak ve onun yüceliğinin nimetine ermek şerefine ulaşan kişilerdir. Ali'ye inanan ukkâl (Nusayriler ulularının) Nusayrilerin ruhları, öldükten sonra hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek nurlar âlemine yükselir, cuhhâl (sıradan Nusayriler) Nusayrilerinki de Güneş’in etrafında dönen gezegenlere intikal eder. Nusayri olmayanların ruhları ise hayvan bedenlerine girer.

Sır İnancı

Dinin şekillendiricisi olarak ashabdan Selman-ı Farisi kabul edilir. Din, temelinin ne zaman ortaya çıktığı belli olmayan bir
sır üzerine şekillenir. Arap alfabesindeki üç harfle simgelenen sır, genel halk tarafından dahi bilinmez. Bu sırrı bilmek için ermek, "eve giden yola" gitmek gerekir. Bu sırrın yanı sıra, ibadetde gizlilik içinde yapılır. Hatay bölgesinde eski çağda yaygın bir "sır dini" olan Mithras öğretisinden günümüze ulaştığı düşünülebilecek bir saklı öğreti üzerine inanç biçimlenmiştir.

Nusayrî Mezhepleri

Diğer birçok itikadî fırkada olduğu gibi Nusayrilik de kendi arasında çeşitli fırkalara ayrılmıştır. Bunlar genel olarak dört kola ayrılmışlardır ki, bunlar; Haydariyye, Şimaliyye (veya Şemsiyye) Kilaziyye (veya Kameriyye) ve Gaybiyye'dir. Ancak bunlar, esas itibariyle, Şimaliyye ve Kilaziyye olmak üzere iki ana kol halinde yaygınlık kazanmışlardır.

Ali'nin bulunduğu yer konusunda üç gruba ayrılırlar. Haydariler'e göre Ali, göktedir. Güneş Muhammed'i, Ay da Selman'ı temsil eder. Şimalilere göre Ali, Güneş’te oturmaktadır. Bu yüzden bunlara "Şemsiler" de denilmektedir. Semadaki büyük yıldızlar da Nusayrîlerin ukkâli’nin ruhlarıdır. Bu nedenle Nusayrîler, Güneş’in doğuşu ve batışı zamanında Güneş’e ve yıldızlara hürmet gösterirler. Dualarında ihtiyaçlarını, görünen yıldızlar hürmetine en iyisinden isterler. İkinci kol olan Kilazilere göre ise Ali'nin yeri Ay'dır. Bu yüzden bunlara da "Kameriler" ismi verilmektedir.

Nusayrîlik'te İbadet

Nusayriliğin görüşleri incelendiğinde, inançlarının İslâm’dan kaynaklanmakla beraber tamamen batınî yorumlara dayandığı görülmektedir. Hatta görüşlerinde zaman zaman Hıristiyan kültürünün izleri görülebilir. Bu sebeple ibadet anlayışları bakımından fırka temel İslamî ibadetleri, genel kabulden farklı olarak, kendi batınî anlayışlarına paralel biçimde tevil eder.


Nusayrilik'te Şehadet Kelimesi

Nusayriliğe girişte şehadet kelimesi; "Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim." şeklinde söz söylenerek yerine getirilir.

Namaz

Nusayriler, namazlarını kılmak için bir camide toplanırlar.
Burası, günümüz anlamıyla bir cami de olabilir, bir türbe de, hatta birinin evi dahi olabilir."Namaz" Sünni ya da Şia anlayışındaki namazla ilgisizdir. Soyla babadan oğula geçen "şeyh"lerin önderliğinde erkeklerin toplanıp dua ettikleri bir törendir. Secde ya da rükû gibi namaz biçimleri bulunmaz. Namazdan önce abdest alınmaz. Kâbe'ye dönmek gibi bir şart da bulunmaz. "Namaz" için camide toplanma şartı da yoktur. Namaz kılınacak yer bir ev ya da temiz olan herhangi bir yer olabilir.

Bu fırkaya göre ibadetleri başında "batınî namaz" yahut kısaca "namaz" adı verilen ibadet gelmektedir. Bu da ferdi ve kolektif olarak iki şekilde yerine getirilir. Namaz; Ali'ye açılan kalbin niyazı anlamında anlaşıldığından, özel bir mekâna, camiye ihtiyaç duyulmadığı gibi, her hangi bir tarafa yönelme yahut özel bir duruş da söz konusu değildir. Namazdan önce abdest alınmaz. Namaz sesle yapılan bir ibadet olup, sadece duadır. Namazın başında "Ali, Muhammed ve Selman'ı yüceltiriz." demek, namazı eda etmek olarak anlaşılır. Ayrıca Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatır (Fatıma) isimlerini anmak da beş vakit namaz sayılır. Namazın temel şartları beş seçkini (Muhammed, Fâtır (Fâtıma), Hasan, Hüseyin ve Muhassin) bilmek, dua esnasında gülmemek ve konuşmamak, Abbasi rengi olduğu için siyah takke giymemek, gizliliğe riayet etmek ve namazı "Ey yüce, büyük ve arıların efendisi Ali, bize merhamet et." diyerek bitirmektir. Namazın sayısı yine beştir ve beş masuma tahsis edilmiştir. Namazda Mekke'ye dönmek şart değildir. Öğleye kadar Güneş’in doğuş yönüne, öğleden sonra ise batıya doğru yönelinir. Bu namazın kılınması, mahiyet itibariyle, Kur'an-ı Kerim'den Fatiha ve İhlâs sureleri ile öteki bazı kısa sureler, Kitâbü'l-Mecmû'daki sureler ve kuddâs adı verilen özel bazı duaları okumaktan ibarettir.

Toplu olarak kılınan namaz ise büyük bir şeyhin ziyareti, bayramlar ve fırkaya giriş merasimleri gibi vesilelerle yerine getirilir. Kadınların ve topluma kabul edilmemişlerin alınmadığı bu ibadette, ferdi yapılandan farklı olarak ezan okunur, kutsallığına inanılarak şeyhlerden başlanarak cemaat kadehten birer yudum alır, bazı surelerin okunması sırasında secde edilir. Merasimin ilgii yerlerinde kuddâsu'l-buhûr, kuddâsü't-tîb, kuddâsü't-teberri ve kuddâsu's-sin gibi dualar okunur ve selam verilerek ibadet tamamlanır.

Oruç

Namaz gibi İslam'ın diğer temel ibadetlerini de tevil eden Nusayrîlik'te, söz gelimi oruç, İslam peygamberi'in babası Abdullah'ın sessizliğini temsil eder ve fırkaca kutsal sayılan sırları başkalarından gizlemek anlamına gelir.


Zekât

Zekât, Selmân-ı Farisî'yi temsil eder ve dini öğrenip aktarma anlamına gelir. Bununla birlikte fırkanın iç işleyişinde zekât çeşitli vesilelerle merasim sonrası şeyhe verilen paradır.


Hac

Haccın manası ise, fırkaca kutsal sayılan kişi ve yerleri ziyaret etmeyi sembolize eder ve bilinen hac ibadetiyle bir ilgisi yoktur. Nusayrîlik'te ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar beyaza boyanır ve aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu anlayışları eski Fenikeliler'den kalan bir inançtır.

Nusayrîlik'te Şeyhler

Nusayrîler'de, şeyhler tabir edilen din işlerini organize eden dört ayrı sınıf vardır ki, bunlar onlara göre büyük önem arz etmektedir. Bunları da sırasıyla şöyle sıralayabiliriz:


Büyük Şeyh

Ali'nin yeryüzündeki gölgesi durumunda olup, geniş ve büyük bir otoritesi vardır. İnsanüstü gücü bulunduğuna inanılır, bu yüzden büyük itibar görür. Vazifesi, şeyh ve imam adaylarını seçmektir. Her bölgede ancak bir büyük şeyh bulunur.

Şeyh

Cemaatin manevi önderleri durumunda bulunan şeyhlerin sayıları çoktur ve atalarının melekler olduğuna inanılır. Melekler onlara hulul etmiştir. Ahiret âleminde şefaat hakkına sahiptirler. Merasim ve ziyaretleri idare edip, hastalara dua ederler, onlardan izinsiz doktora bile gidilmez. En güzel ve zengin kızlarla evlenirler ve evleri herkese açıktır. Şeyh olabilmek için şeyh ailesinden gelmek şart olduğu gibi geniş bir kültüre de sahip olmak zorunludur.


Nüvvab

Bir nevi şeyh yardımcısı durumundadırlar. Şeyh olabilmeleri büyük şeyhin kararına bağlıdır. Bunun için geniş bir tecrübeden geçmesi gereklidir, şeyh olabileceği kanaati oluşuğunda bir başka bölgeye şeyh olarak atanır.


Nusayrilik'e Giriş Şartları

Kadınlar bu mezhebe giremezler, çünkü onlar sır saklayamazlar. Bu sebeple Nusayriler inançlarını kadınlara bildirmezler. Erkekler ise mezhebe girmekle yükümlüdürler. Erkeklere bu inançlar, 19 yaşında öğretilir. Bundan sonra öldürülseler bile bu sırrı kimseye söylemeyeceklerine yemin ederler. Giriş için, esas şart ana-babanın Nusayri olmasıdır. Erkek, sağlığı yerinde, 8-10 yaşından büyük ve ölümle karşı karşıya kalsa bile sır saklayabilecek kabiliyet ve olgunlukta olmak da Nusayriliğe giriş için gerekli şartlardandır. Nusayriliğe girmenin şartlarına haiz olup, Nusayri inanç ve sırlarını öğrenen ve Nusayri ibadetlerini yerine getiren Nusayrilere ukkâl (akıllı) Nusayriler denir. Nusayri soyundan gelip de Nusayri inanç ve sırlarını öğrenmeye haiz olmayan veya haiz olup da bu sırlar kendisine öğretilmeyen ya da bu inanç ve sırları bilmeyen Nusayrilere ise cuhhâl (cahil) Nusayriler denir.

Nusayrilik'e Girişte Şehadet Kelimesi

Nusayrilik'e girişte şehadet kelimesi; ibadet bölümünde de belirtildiği gibi "Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim." veya kısaca "Ben, Ali’den başka ilâh bulunmadığına şehâdet ederim." şeklinde söz söylenerek yerine getirilir. Böylelikle kişi Nusayrilik'e girmiş olur. Ardından da törene geçilir.

Nusayrilik'e Giriş Töreni
Nusayriliğe giriş birkaç merhaleden oluşmaktadır. Nusayriliğe giriş töreni genel olarak aşağıda sıralanan üç merhaleden oluşmaktadır.


Ön Merhale

Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir Nusayri’ye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevi babası haline gelerek onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir Müslüman intibası bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.


Birinci Merhale

Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir Nusayri’ye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevi babası haline gelerek onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir Müslüman intibası bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.

Bu ön hazırlık safhasından sonra çocuk, "Meşveret Cemiyeti" adı verilen bir toplantıya alınır ki, bu toplantı şeyhin veya ileri gelen bir Nusayri’nin evinde yapılır. Çocuk içeri alınır ve nefsini alçaltma, itaatkâr olmanın bir nişanesi olarak, şeyhin ve orada bulunanların ayakkabılarını başına koyar. Ulûhiyet sembolü olan bir kadeh şarabı içtikten sonra, o, "Abdu'n-Nur" (Nurun kulu) adını alır. Bu arada ع (ayn), م (mim), س‎ (sin) harfleri, manaları anlatılmadan bir mühür şeklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve ayaklar öpülür. Sonunda da bu merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.

İkinci Merhale

İlk merhaleden kırk gün sonra yapılan bu toplantının adı "Melik Cemiyeti"dir. Çok zengin ve görkemli bir toplantıdır. Nakip, çocuğa tekrar bir kadeh içki sunar ve
ع (ayn), م (mim), س‎ (sin) harflerinin sırrını öğreterek bunları her gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada "Kitâbül-Mecmu"dan da bazı bölümler kendisine öğretilir.

Üçüncü Merhale

Bu ikinciden daha görkemlidir. Nusayriliğe giren çocuk eğer ileri gelen bir aileden veya şeyh ailesinden birisi ise ikinciden yedi ay, eğer halktan birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Geniş bir salonda yapılan bu merasim bir hayli kurallara bağlıdır. Salonda ortada büyük şeyhi temsilen bir imam oturur, sağında nakip, solunda ise necip vardır. Bu şekil aynı zamanda
ع (ayn), م (mim), س‎ (sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil etmektedir. Bu üçlü sembolize sistem Hıristiyanlıktaki "Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs" sistemiyle açıklanır. Ayrıca Selman'dan sonra beş tane de eytam vardır ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür.), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder.), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır.), Osman b. Maz'un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır.) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam, aynı zamanda beş büyük yıldızdır. Nakibin sağında da havarileri temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitabul-Mecmu'nun beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da alır ve böylece ulûhiyete erilmiş olur. Nusayriliğe göre, gök gürültüsü ve şimşek çakması Ali’nin adının anılmasıdır. Üzüm çubuğu kutsaldır. Nusayriler onu bir nur gibi görürler. Ayrıca Nusayrilere göre şarap, ulûhiyetin sembolüdür ve kutsaldır. Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.

Son Merhale

Nakibin sağında da havarileri temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitab ul-Mecmu'nun beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da alır ve böylece ulûhiyete erilmiş olur. Nusayriliğe göre, gök gürültüsü ve şimşek çakması Ali’nin adının anılmasıdır. Üzüm çubuğu kutsaldır. Nusayriler onu bir nur gibi görürler. Ayrıca Nusayrilere göre şarap, ulûhiyetin sembolüdür ve kutsaldır. Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.


Nusayrilikte Kutsal Kabul Edilen Bayram ve Merasimler (Gün ve Geceler)

1. Fıtr (Ramazan)
2. Adhâ (Kurban)
3. Gadîr (18 Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi imam tayin ettiğine inanılan gün)
4. Mubahale (21 Zilhicce, Necranlı Hıristiyanlarla Hz. Muhammed arasındaki lânetleşme olayı)
5. Firaş (29 Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine'ye hicret ettiği gece Hz. Ali'nin O'nun yatağına yatması)
6. Aşure (10 Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela'da ölmemiş, Hz. İsa gibi göğe çekilmiştir)
7. 9 Rebiulevvel (Hz. Ömer'in şehit edildiği gün)
8. 15 Şaban (Selman'ın ölümü)
9. Nevruz ve Mihrican Bayramları
10. 24/25 Aralık gecesi Hz. İsa'nın doğumu ve "son yemek" ayini.
11. Ayrıca Nusayriler, Hıristiyanların bayramlarında da bayram yaparlar.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
theMira

Benzer Konular

6 Haziran 2013 / BrookLyn Din/İlahiyat
23 Ağustos 2016 / Misafir Din/İlahiyat
27 Haziran 2012 / GusinapsE Din/İlahiyat
12 Mayıs 2014 / Mystic@L Din/İlahiyat
18 Ağustos 2013 / Mira Din/İlahiyat