Arama

Aile ve Eğitim

Güncelleme: 17 Mayıs 2011 Gösterim: 38.615 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aile ve Eğitim
Konu Başlıkları
A) Eğitim Nedir?
Sponsorlu Bağlantılar
B) Aile Nedir?
C) Aile ve Eğitim
  • Ailenin İşlevleri
  • Ailede geçmişten günümüze değişen kavramlar
  • Ailenin toplumsal konumunun toplumsallaşmaya etkisi
D) Ailedeki Eğitimi Etkileyen Faktörler
  • Ailenin Yapısı
  • Ailenin birliğinin bozulması
  • Evdeki akrabalar
  • Ailenin Yönetimi
  • Demokratik aile
  • Ailenin Geliri
  • Çocuğun Ailedeki Konumu
  • Anne-Baba İlişkileri
A) Eğitim Nedir?
Yaşam boyunca insanların davranışlarında değişme meydana getirme süreci olarak kabul edilen eğitim bu süreç içerisinde bireylerin topluma ve uyumunu sağlamıştır. Önce ailede başlayan eğitim daha sonra sokakta, mahallede, okulda iş yerinde devam eder.
“Nüfusu sınırlı olan ilkel bir kabilede bile insanoğlu bir taraftan temel ihtiyaçlarını karşılarken diğer yandan çocuk genç ve diğer yetişkinlere eğitim vermiştir. Örneğin balıkçılıkla geçinen ilkel bir kabilede babasının peşine takılarak balık avına giden çocuk kendi yaşamı için eğitilmektedir” (VARIŞ, 1978, s:6).
Türkçe sözcüklerde ise eğitim eğitmek işi, eğitme yollarını gösteren bilim olarak tanımlanmaktadır:
“Kişinin içinde yaşadığı toplumun olumlu değerlerine göre yeteneklerinin, tutumunun ve öbür davranış biçimlerinin geliştirilmesi sürecidir. Kişilerin toplumsallaştırılması ve en verimli düzeyde kişiliklerinin gelişmesi için seçilmiş ve denetlenmiş bir çevrede yapılan toplumsal bir süreçtir” (BAŞARAN, 1978, s:18).
Sözlüklerin eğitim için yaptıkları tanımların dışında eğitimcilerin de yapmış olduğu değişik tanımlar vardır. Bu farklılık tüm sosyal içerikli kavramlarda olduğu gibi eğitimcilerin farklı felsefi görüşlerinden ve bakış açılarından kaynaklanmaktadır. Ertürk eğitim tanımını şöyle yapar:
“Eğitim bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir” (ERTÜRK, 1972. s:12).
Bu tanıma göre eğitimin bir süreç, sürekli bir oluşum olduğunu eğitimi bireyin duyuş, düşünüş ve tavır yönünden değiştirme süreci olduğu, davranış değiştirme özelliğinin bireyin kendi yaşantısıyla gerçekleştirebileceği sonucu ortaya çıkabilir. Bir başka tanıma göre ise;
“Eğitim yürürlükteki değerlerin, bilgilerin ve hünerlerin yetişen kuşaklara iletilmesi ve kazandırılmasıdır” (OZANKAYA, 1982, s:299).
Fakat eğitimin aktarmacılık yönü dışında kişide beden ve ruh kabiliyetini uyandırmak, geliştirmek ve bireyin gizli güçlerini ortaya çıkarmak gibi işlevleri olan dinamik bir süre olduğu da unutulmamalıdır:
“Eğitim kişinin kendisindeki cevherlerin gelişmesi ve davranışlara uygun yeni kazançları sağlayan düşünceler dizisidir” (ÖYMEN, 1969, s:11).
Sonuç olarak eğitim;
“Kişinin yetişmesi, gelişmesi için toplum itibarı bakımından bireysel, sosyal ve siyasal bir kurum olarak görülmektedir” (ALICIGÜZEL, 1975, s:13).
Eğitim hem bir süreç hem de bir çok özellikleri de birlikte taşır.

B) Aile Nedir?
Aile aynı soydan geldiklerine inanan, toplumca belirlenen sosyal normlara göre birbirlerine bağlanmış, insan türünün devamını sağlayan, ana baba ve çocuklardan meydana gelmiş aralarında içten sıcak ve güven verici ilişkilerin kurulduğu ekonomik etkinliklerin belirli bir ölçüde yer aldığı bir sosyal kurumdur.
“Aile diğer sosyal kurumlara göre en başta gelen bir kurumdur. Çünkü toplumun devamını sağlayacak olan yeni nesillerin meydana getirilmesi ve yetiştirilmesi aileye bağlıdır. Ailenin temel bir kurum olmasının ikinci nedeni de “sosyalleşme” üzerinde en etkili kurum olmasıdır” (TEZCAN, 1995, s:44).
Aile diğer sosyal kurumlar arasında en fazla evrensellik gösteren bir kurumdur. Fakat ailelerin yapıları toplumdan topluma değişiklik gösterir. Örneğin Türk ailesi ile Alman ailesi yapı bakımından farklılık gösterir. Erkal’a göre aile;
“Nüfusu yenileşme milli kültürü taşıma, çocukları sosyalleştirme, ekonomik, biyolojik ve psikolojik tatmin fonksiyonlarının yerine getirildiği bir müessesedir.”
Kısacası toplumun birlik ve beraberliğinde, sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde, toplumun çağların yıkıcılığına dayanıklılığında ailenin önemi büyüktür.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
C) Aile ve Eğitim

Sponsorlu Bağlantılar
Aile çocuğun doğuştan üyesi olduğu en küçük toplumsal kurumdur. Çocuk ilk toplumsal davranışları, aile üyeleri ile etkileşim kurarak ve onları taklit ederek öğrenir.
“Tüm toplumlarda toplumun sürekliliğini sağlayan çocukların bakımı ve eğitim önem taşımaktadır” (GÜVENÇ, 1984, s:273).
Ekonomik yönden kendi kendine yeterli ailelerde ekonomik faaliyetler aile üyeleri arasındaki iş bölümü ile yürütüldüğünden bu tip ailelerde çocuklar küçük yaştan itibaren aile içi faaliyetlerde üzerine düşen görevleri yapmaya başlarlar. Geniş aile olarak adlandırılan yapı anne-baba-çocuklar, çocukların eş ve çocukları, anne ve babanın kardeşlerin eş ve çocuklarını içine almaktadır. Bu ailelerde erkek çocuklar küçük yaştan itibaren tarım işlerini babalarından öğrenerek çalışmaya başlarlar. Çocuk ekonomik bir güç olduğu için aile üyeleri eğitim kurumlarına devam etmesini istemez ve çocuğun eğitimi aile tarafından gerçekleştirilir.
“Eğitim kurumlarının yaygınlaşması ve çocuğun eğitimi işlevinin aileden eğitim kurumlarına geçmesi ve endüstrileşme ile birlikte zorunlu hale gelmiştir. Endüstrileşme sonucu ailedeki yetişkinler topraktan koparak fabrikalarda çalışmaya başlayınca aile ekonomik birim olmaktan çıkmış geniş aileler anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek ailelere dönüşmüştür. Ekonomik faaliyetlerin ev dışında yürütülmesi toplumda birçok yeni mesleğin ortaya çıkması ve bu mesleklerin özel bilgi ve beceri gerektirmesi ailelerin çocuğun eğitim işlevinin istenilen şekilde yerine getiremez duruma gelmesine neden olmuştur” (ERDEN, 1998, s:92-93).
Sosyologlar için aile, emel gruplar dedikleri pek çok küçük yüz yüz gruplardan biridir. Yani bir kurumu diğer temel gruplardan farklı kılan özellikler yerine getirdiği işlevler açısından düşünülebilir.

Ailenin İşlevleri
Bir kurumu analiz etmenin temel yollarından biri, o kurumun yerine getirmek zorunda olduğu işlevlerin neler olduğuna bakmaktır. Bu yaklaşımı ile burada yanıtlanması gereken ilk soru, ailenin temel işlevlerinin neler olduğudur. Bunları 3 başlık altında ele alabiliriz:

1- Duygusal ve Cinsel İşlevler
Çoğu insanda cinsel davranışlar için çok güçlü güdüler vardır. Örgütlenmiş bir toplum bu alanı kontrol altına almayı ister. Aile kurumu yoluyla toplumlar, bireylerin cinsel gereksinimlerini karşılamanın toplumsal kabul gören yolunu oluşturmuşlardır.
Günümüzde ailenin bu işlevi daha karmaşık hale gelmiştir. Kişisel olmayan bağlantıların çok yaygın olarak yer aldığı çağdaş endüstri toplumlarında birey, izole olma duygusun yaşayabilir. Problemlerini paylaşmak için sığınabileceği bir güven ortamı yoksa, sorunlarını çözmede yetersiz bir kişilik geliştirebilir. Problemlerle başarılı bir biçimde başa çıkmak için bireyin gereksindiği duygu, ilgi ve destek aile ortamında verilebilir.

2- Ekonomik İşlev
İlkel aile, yiyecek elde etmek için örgütlenmiş bir geçim birimiydi. Günümüzde üretim ve hizmet sunumu, ev dışında, fabrika ve iş yerinde gerçekleştirilmektedir. Yani iş ve aile büyük ölçüde birbirinden ayrılmıştır.
“Ailenin günümüz koşullarında giderek önemi azalan, bir başka ekonomik işlevi daha vardır. Endüstri devriminden önce, hem kız hem erkek çocukların gelecekteki işlerini aile içindeki büyükleri izleyerek öğrenmeleri söz konusu idi. Bu durumun bazı mesleklerde günümüzde de görülmesine karşın, bu süreklilik artık çok yaygın değildir” (TOPRAKÇI, 2002, s:217).
Toplum karmaşıklaştıkça, ailenin ekonomik işlevleri, toplum içinde yer alan bazı kurumlar tarafından üstlenilmektedir. Ancak bu durum ailenin ekonomik işlevinin bittiği anlamında düşünülmemelidir. Yetişmekte olan çocukların, üretici olma niteliğini kazanana kadar tüm ekonomik gereksinmelerinin karşılanması, günümüz ailesinin en önemli ekonomik işlevi olarak düşünülebilir.

3-Toplumsallaştırma İşlevi
Yeni yetişen kuşaklara toplum içinde kabul edilir davranış biçimlerini öğretmek tüm toplumlar için önemli bir sorundur. Bu, toplum için olduğu gibi aile için de geçerlidir. Aslında toplum aile aracılığı ile yeni yetişen kuşaklarını toplum üyeliğine hazırlar. Toplumsallaşma adı verilen süreç budur. Toplumsallaşma konusu aile kavramı için çok önemlidir.
Çocukların öğrenme deneyimleri iki temel kurum tarafından güçlü bir şekilde etkilenmektedir. Aile ve okul, kişiliğin temel taşları olarak görülen özgüven, özerklik, girişkenlik gibi özelliklerin 0-5 yaşları arasında kazanıldığı ve bu temelin, daha sonraki yıllarda kazanılacak olan diğer benlik özelliklerinin hem hazırlayıcısı hem de taşıyıcısı olduğu kabul edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, aile içindeki eğitim ve çocuk yetiştirme biçiminin, kişilik gelişimi üzerinde çok etkili olduğu görülür. Yani çocuklar ilk öğrenme deneyimlerini okulda değil, ailede edinirler. Kısacası çocukların gelişme ve başarısını biçimlendirmede ailenin özel bir yeri vardır. Doğumdan 16 yaşına kadar bir çocuğun uyanık olduğu zaman sadece yaklaşık %15’i okulda geçer. Okul dışındaki %85’lik yaşam diliminin çoğu, özellikle ilk yıllarda, evde geçirilir ve ilk yıllar çocuğun gelişim açısından çok önemlidir. Çocuk büyüdükçe çevresi, aile sınırlarının dışına taşar. Ancak, bu etkileşimlerde bile ailenin önemi ve etkisi devam eder.

Ailedeki yetişkinlerin ve çocukların etkileşimlerini incelerken, geçmişten günümüze değişim gösteren üç kavram üzerinde durmak yararlı olacaktır.

a- Çocukluk Kavramındaki Değişme
17.yy’dan önce Avrupa toplumunun insan gelişiminin bir aşaması olarak çocukluk kavramına sahip değildir. Bu dönemde bebeğin fiziksel bağımlılığı ile birleştirilen, az çok hazır olarak belirlenebilir bir bebeklik döneminden sonra yetişkin ile çocukluk arasında açık bir sınır çizgisi yoktu; birlikte çalıştılar, birlikte oynadılar ve hatta bazen birlikte formal olarak eğitildiler. Gelişimin ayrı ve belirlenebilir bir aşaması olarak çocukluk bilgisi o dönem ile günümüz arasında geçen yy’da işlenmiştir. Ancak tartışmada, bir şey hala önemini korumaktadır. “Çocukluk” olarak isimlendirdiğimiz dönemi sabit olmadığı açıktır. Farklı toplumların “çocukluk” dediği dönem, süre olarak farklılık göstermektedir. Çocukluğun doğasını ve süresini anlamadaki bu farklılıklar, toplum içindeki diğer değişimlerle ve örüntülerle ilişkilidir. Örneğin, zorunlu eğitim bebeklik ve yetişkinlik arasındaki dönemin sınırını çizmede önemli bir etkiye sahip olmuştur. Yine, çocuk istihdamında sınırlamalar, muvakat yaşı ile ilgili çalışmalar, reşit olma gibi konular, çocukluk dönemi ile ilgili çalışmalar, reşit olma yaşı gibi konular, çocukluk dönemi ile ilgili toplumsal düzenlemelerdir.

b-
Ebeveyn Kavramındaki Değişme
Toplumsal değişme ve gelişme sonucu kadın ve erkeğin rollerinde oluşan değişmeler ebeveyn kavramını da etkilemiş ve değiştirmiştir.
19.yy başlarında, çocuklar ile ilgili bir tartışmada babanı istekleri, kesin kabul görürdü. Günümüzde babanın yasal düzenlemelerde eşi ve çocukları üzerinde mutlak bir güç sahibi olduğu bu “ataerkil” modelden uzaklaştığı görülmektedir. Yani ebeveyn olmak giderek artan bir şekilde özel ve açık bir rehberlik konusu olmuştur. Tıp, çocuk psikolojisi ve psikoanaliz, ebeveynlerle ilişkili olarak çocuk üzerinde yoğunlaşmıştır. Çocuk suçluluğu, okuldan kaçma gibi olaylar ile psikolojik ihmal, ana-baba rollerinin yerine getirilmesinde başarısızlık veya anne-baba arasındaki ilişkilerde bozulma arasında bağlar kurulması, ebeveyn sorumlulukları hakkında yeni anlayışların gelişmesine yol açmıştır. Bu yeni anlayışta ebeveynlik, sadece çocuğun iyi beslenmesi veya yeterli şekilde giydirilmesi olarak görülmemekte, çocuğun psikolojik yönden sağlıklı bir ortamda büyümesinin önemi vurgulanmaktadır. Bununla beraber anneler çocuk büyütme ile ilgili rutin işlerin çoğu için asıl sorumluluğu taşımaya devam etmektedirler. Anne bebeğin bakımı ile ilgili tüm rutin işleri üstlenirken, baba çocuk büyütmenin hangi yönlerinde sorumluluk üstleneceğini seçme şansına sahip görünmektedir.

c- Ebeveyn ve Çocuk Arasındaki İlişkilerde Değişme
Ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkilerde bir özelleşmeden söz etmek olanaklıdır. Çocuğu eğitme işi, giderek artan bir şekilde komşuların veya yakın toplumun gözünden uzakta, mahrem olarak yer almaktadır. Hatta büyük anne ve büyük babalar, torunlarını nasıl büyütmeleri gerektiği konusunda anne-babalara öğüt vermede dikkatli davranmaları gerektiğini duyumsarlar.
Aynı zamanda, çocuk yetiştirmeye gittikçe artan bir müdahele olduğunu görmekteyiz. Doğum, genellikle hastanede gerçekleşen bir olaydır; ve doğum anından itibaren, çocuğun gelişimi sağlıkçılar, öğretmenler, toplumsal çalışmalar ve diğer uzmanlar tarafından gözlenir. Değişik uzmanlık alanlarındaki bireyler, çocuk bakımı kitapları veya televizyon programları ile aileye yol gösterirler.
Aile yaşamının çocuk üzerinde en fazla etkiye sahip ve eğitimle en doğrudan ilişki içinde olan “toplumsallaşma” kavramının daha ayrıntılı olarak ele alınması, aile içi ilişkilerin, çocuk yetiştirme sürecindeki ebeveyn tutum ve yaklaşımlarının, yetişen bireyin kişiliğini nasıl etkileyebileceğini görme açısından yararlı olacaktır.

Ailenin Toplumsal Konumunun Toplumsallaşmaya Etkisi
Toplumu oluşturan her ailenin, toplum içinde bir yeri vardır.
“Toplumsal konum bir kişinin ya da ailenin öteki toplum üyelerinin gözündeki yeridir. Ailenin toplumsal konumunu belirleyen etkenler, aile üyelerinin toplumsal konumları, ailenin varlıklılığı, soyluluğu, inançları, öteki ailelerle ilişkileri, yaşadığı çevre, aile üyelerinin meslekleri, öğrenimleri ve benzerleridir” (BAŞARAN, 1994, s:62).
Bir insandan ya da aileden beklediği toplumsal davranış kişinin ya da ailenin toplumsal konumuna göre değişir. Kişinin ya da ailenin eylemleri, toplumun kişiden ya da aileden beklediği toplumsal davranışa uygun olması gerekir. Kişi ya da aile toplumsal konumuna uygun davranmadığında, toplumsal konumunu belirleyen etkenler ne denli yüksek olursa olsun, toplumun gözünden düşer ve toplumsal yalnızlığa itilir. Bunun tersi olduğunda, kişinin ya da ailenin toplumsal konumu toplumca yükseltilerek kişi ya da aile ödüllendirilir. Toplumun vereceği cezadan kaçma, ödülü kazanma kişi ve aileyi, toplumsal konumuna uygun olarak toplumsal davranışlarını yapmaya ve sürdürmeye güdüler.
Ailenin bir katman ya da sınıf içinde olması eğitime karşı davranışını da farklılaştırmaktadır. Eğitim yönünden önemli olan farklılıklar şunlardır:

1- Eğitime Karşı Tutum
Genel olarak orta katmanın üyeleri eğitime karşı alt ve üst katmanların üyelerinden daha yüksek ilgi duymaktadır. Bu yüzden eğitimle, okulla yakından ilgilenmektedir. Sınavlara çocuklarını sokmak için uğraşmaktadırlar. Çocuklarının çok yüksek başarı için zorlamaktadırlar.

2- Eğitim Ortamı Hazırlama
Doğal olarak üst katman ailelerin çocuklarına sağladığı eğitim ortamı orta ve alt katman ailelerin sağladıklarından daha zengin ve iyi olmaktadır. Ama orta katman ailelerin, çocuklarına evde eğitim ortamı hazırlama hırsı ve çabası üst katman ailelerden daha yüksek olmaktadır. Alt katman aileler çocukları için ortam hazırlamaya pek özen göstermemekte, doğal davranmaktadırlar.

3- Mesleğe Yöneltme
Üst katman aileler çoğunlukla, kendi mesleklerinin, çocuklarına da çekilmesini istemekte; alt katman aileler, meslek seçmeyi rastlantıya bırakmakta, orta katman aileler ise, kendilerince ülküsel gördükleri mesleği çocuklarına seçtirmeye çalışmaktadırlar. Böylece çocuğun bir mesleğe yönelmesinde en yüksek çabayı orta katman aileler göstermektedir.

4- Eğitimde Başarıya Yöneltme
Çocuklarının başarısızlığından en çok rahatsız olan aileler orta katmanda bulunmaktadır. Üst katman aileler çocuklarının başarısıyla ilgilenmemektedirler. Bunların ilgisi daha çok gidilen okulun toplum içindeki yeri olmaktadır. Yabancı dil ağırlıklı özel okullar bunların en çok rağbet ettiği okullardır. Alt katman aileler, çocukları başarı gösterdiğinde övünmekte, ama eğitimde daha yüksek başarı göstermeleri için onları fazla sıkıştırmamaktadır.
Kısacası çocuk okula başlarken iyi hazırlanmalıdır. Gereğinden fazla zorlama okuldan soğutabileceği gibi gereğinden fazla boş bırakmada iyi değildir.
“Anne ve babanın dikkat etmesi gereken en önemli konu onu bilinçli olarak yetiştirmektir. O zaman yaşanması beklenen sorunlar en aza indirgenebilir” (TUZCUOĞLU, 2004, s:88).

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
D) Ailedeki Eğitimi Etkileyen Faktörler

Her nesil, kendinden sonrakilere, sahip olduğu serveti, alet ve avedanlıklarını, evini, tarlası, çiftini çubuğunu devreder. Bunlar bir nevi, miras olarak geride kalanlara geçer. Yani;
“Eğitim, insani ve beşeri bir fonksiyondur” (ÖYMEN, 1967, s:16).
Ailenin eğitsel ortamını niteleyen bazı koşullar vardır. Bunlar ailenin yapısı, yönetimi, geçimi, dirliği, çocuğun aile içindeki konumu, ailenin çocuğa karşı tutumu, evdeki akrabalar, ailedeki disiplin, anne ve baba arasındaki ilişki, ailenin ait olduğu alt kültürlerin özellikleri, aile üyelerinin eğitim durumu ve karşı tutumu, aile içindeki huzursuzluklar, vb. Bunlardan bazıların şu şekilde açıklayabiliriz:

Ailenin Yapısı
“Anne, baba ve çocuklardan oluşan bir ailenin yapısından kaynaklanan davranış bozukluklarına pek rastlanmaz. Ama aile birliğinin bozulması veya aile yapısına akrabaların katılması gibi durumlarda olay değişebilir” (BAŞARAN, 1996, s:223).
* Aile Birliğinin Bozulması
Aile birliğinin bozulması çocukları yoğun bir biçimde etkiler. Bu olay anne ya da babanın vefat etmesi ya da boşanma şeklinde karşımıza çıkabilir. Özellikle boşanma sırasında çocuklar annesiz ya da babasız yeni bir yaşama ortamına uyum sağlamada güçlük çekerler.
“Hatta bazı çocuklar anne ve babalarının ilişkilerinin aksamasından kendilerini sorumlu tutar. Bu suçluluk duygusu beraberinde bazı patolojik tutumları da getirir” (YAVUZER, 1999, s:81).
Kısacası toplum içinde ailesiz kalmak ve ailesiz yetişmek çocukların ve gençlerin toplumsallaşması üzerinde bölüntüler yapmaktadır.
“Toplum içinde dışlanan insanların, itilme dışlanma koşullarında yaşanılan çelişkilerin karşılanmasında kurum bakımı yeterli kabulü, korumayı ve yetiştirmeyi üretememektedir. Yatacak yer, yiyecek, denetim ve gözetim ortamı olarak nitelik kazanan kurum ortamında da ailenin yerini alacak bir etmene ulaşılamamaktadır” (CILGA, 1994, s:358).

* Evdeki Akrabalar
Bazı durumlarda yaşlı akrabalardan bir ya da bir kaçı aile içinde bulunurlar. Bu akrabalar çocuğun kişiliği üzerinde belirgin olumsuz etkileri olabildiği gibi bazı yönlerden ailede iyi bir eğitim ortamının oluşmasında yardımda edebilir. Fakat çoğ4unlukla bu akrabalar çocuğun eğitiminde anne-babanın işlerine karışmaktan kendini alamazlar. Özellikle çocuğu aşırı derecede korumaya çalışmaları anne ve babanın eğitim yönetimini kusurlu bulmaları onları eleştirmeleri temel problemler arasındadır.

Ailenin Yönetimi
* Demokratik Aile
Bu tür ailelerde aileye ilişkin bütün kararlar birlikte verilir. Anne ve baba erken yaşlardan başlayarak çocuklarının aile içindeki konumlarını bilir bağımsız ama sorumlu birer kişi olarak yetişmesi için gerekli eğitim ortamını hazırlarlar.
* Ailenin Geliri
Yoksul bir aile gereksinmelerini gideremediği için birçok sorunla karşılaşır. Bu sorunlar çocukların gelişimi sağlamada önemli olan aile dirliğinin bozulmasına yol açabilir. Yoksulluk kadar zenginlikte ailedeki eğitimi etkileyebilir.
Bununla birlikte ailenin sık sık yer değiştirmesi bile ailedeki eğitimi etkiler. Bu yer değiştirmeler sık olursa çocuğun bir kümeye katılması arkadaş edinmesi olanaksızlaşır.
* Çocuğun Ailedeki Konumu
Bireyin tek çocuk olması, aileye geliş sırası kız ya da erkek olması bunu etkiler. Örneğin ailede tek çocuğun bulunması aile üyelerinin ilgisinin çocuk üzerine çevrilmesine yol açar. Çocuk aşırı bir koruyuculuğun baskısı altındadır. Böyle bir çocuk bağımsızlık kazanamaz.
* Anne – Baba İlişkileri
Anne ve baba arasında iyi bir ilişkinin olması ailedeki eğitimi etkileyen en önemli sebeplerdendir. Yani;
“Çocuğun kendi kendini yöneten, yüksek benlik saygısına sahip, doyumlu bir birey olarak gelişmesi, büyük ölçüde ona sağlanan fırsatlara ve anne-babanın yaklaşımına bağlıdır” (YAVUZER, 1999, s:56).
Anne ve baba yaklaşımlarını “denetleyici”, “destekleyici” ve “pasif” olmak üzere 3 başlık altında toplayabiliriz. Bu yaklaşımları şu şekille açıklayabiliriz.

Ad:  aile_egitim.PNG
Gösterim: 1549
Boyut:  19.8 KB

Bu açıklamalar ile birlikte ailedeki düzeni bozan en önemli olumsuzluklar şunlardır:
  1. Alkollü içki yada uyuşturucu kullanma alışkanlığı
  2. Ruh hastalıkları
  3. Çocuğun eğitiminde anlaşamama
  4. Kişilik bozuklukları (huzursuzluk, kavgacılık, inatçılık .. gibi)
  5. Akrabalarla ilişkilerde anlaşamama
Kısacası aile ortamının eğitime elverişli olması için ailede bulunması gereken koşullar en azından şunlardır:
  1. Ailenin öğrenciyi öğrenmeye ve başarılı olmaya güdülemesi
  2. Ailede öğrenciye ödevlerinde kılavuzluk edecek kişilerin olması
  3. Ailenin eğitime elverişli yerlerinin olması
  4. Çocuğun oyun, eğlenme, televizyon izleme, müzik dinleme gibi etkinlikleriyle birlikte ödevlerini yapmaya elverişli bir çalışma programı izlemesine yardım edilmesi
  5. Çocuğun öğrenmeyi öğrenmesini, bazı denemeler yapmasını, yaratıcılığını destekleyici bir ortamın olması
  6. Çocuğun düşüncelerine saygı gösterilmesi, düşüncelerini düzgün ve doğru bir dille anlatmasına yardım edilmesi
Gül DAŞTAN
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Ekim 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AİLE İÇİ EĞİTİM

Eşler arasındaki ilişkilerin her zaman çok pürüzsüz olması beklenemez. Zaman zaman sürtüşme, anlaşmazlık ve tartışmalar da olması doğaldır. Önemli olan, anlaşmazlıklar karşısında, eşlerin olaya yaklaşımları, birbirlerine karşı davranışları ve çözüme ulaşmada izlenen yolların nasıl olduğudur. Anlaşmazlıklarda eşlerin karşılıklı oturup konuşabilmesi, her iki tarafın da kabullenebileceği bir çözüm yolu bulabilme becerisi önem taşımaktadır. Hiç sorun yokmuşçasına olayları görmezden gelip sahte bir uyum içinde yaşıyor olmak, hep birinin boyun eğmek zorunda sağlıksız bir ilişki biçimini sürdürmek, sorunların çözümünde çocuklara sarılmak ya da çatışmayı onların üzerine yansıtmak sağlıksız iletişim modelleridir.
Çocukların eğitiminde eşlerin beklentileri, istekleri, rolleri, sorumlulukları,yönlendirmeleri, eğitime yaklaşım biçimleri kuşkusuz birbiriyle tümüyle aynı paralelde olmayabilir. Ancak, temel konulardaki eğitim anlayışında, tutarlı ve uyumlu bir birlikteliğin sağlanması çocuklar adına önem taşımaktadır. Bu da ancak uzman öğretim ve eğitim kadrosu ile mükemmel bir boyuta taşınabilinir.

Çocukların hergün karşı karşıya kaldıkları anne baba tutum, davranış ve ilişki biçimlerinin; onların eğitiminde çok önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Aile ilişkileri, çocuklar için, davranış biçimleri ve insan ilişkilerinin öğrenildiği bir sahne oluşturmaktadır. Madde kullanım konusunda da, benzer mekanizma işlenmekte olup; çocuklar, anne babanın maddeler konusundaki tutum ve davranışlarını gözlemlemekte ve benzer şeyleri uygulamaktadır.
olarak kavrayamamakta; kendilerinin de bu ve buna benzer maddeleri kullanabileceği
düşüncesi oluşmaktadır. Anne babalar, her ne kadar, çocuk ve gençleri bağımlılık yapan maddeler konusunda uyarsa da; kendi sergiledikleri davranış modelleri, mantıklı uyarılarından çok daha etkili olmaktadır.
Toplumda, anne babanın madde kullanımı konusundaki tutum ve davranışları; çocuk ve gençler için çoğu kez kavram karmaşası yaratmaktadır. Çocuk ve gençler, zararlı etkisi kesin olarak kanıtlanmış olan sigara ve alkol gibi maddelerin, neden erişkinler tarafından kullanıldıklarını tam an çok daha etkin olmaktadır. Bu nedenle, anne babaların, kendilerinin kullanımı konusundaki tutum ve davranışlarının nasıl olduğunu irdelemeleri gerekir.

. Çocuklar, anne babanın davranışlarını görerek öğrenir, anne-babanın birbirlerine olan tutum ve davranışlarını da kendilerine örnek alır, sorunların çözümünde anne babanın davranışlarını kopya ederler.


Toplumumuzda özellikle Anadoluda akraba evlilikleri ve bunun sonucunda doğan fiziksel ve-veya zihinsel özürlü çocukların eğitim alabilmesi ise ancak işin uzmanı kişilerce mümkündür. Aile bu konuda çocuğun sadece manevi destekçisi olacaktır . Şayet eğitimliyse...
Zaten eğitimli bir aile yapısı olsa çocuğun göz göre göre sakat doğması ihtimalini gözönüne alacaktır.

Unutulmamalıdır ki ; eğer zamanında bu çocuklarımız-gençlerimiz belli bir eğitimi kendilerine ayrılan okullarda ve özel uzman eğitimcilerle aldıkları takdirde belki de sokaklarda bir kişinin eksik dilenmesini önlemiş olacağız.
Yani her durumda biz eğitimde “okulun” önemi çok büyüktür demekten vazgeçmiyoruz.
Aile ve aile bireylerini ise bu konuda eğitimcilerin geri plandaki yardımcıları olarak görüyoruz.
estudiantes - avatarı
estudiantes
Ziyaretçi
9 Mart 2009       Mesaj #5
estudiantes - avatarı
Ziyaretçi
AİLEDE EĞİTİM

1. Anne ve Babanın Davranışları:

İnsan ilişkileri içinde en uzun ömürlü ve önemli etkileri olanı, hiç kuşkusuz anne-baba ile çocukları arasında olan ilişkilerdir. Bir de çocuğun yetişmesinden başarı ya da başarısızlıklarından yalnızca veya yüzde yüz anne-babayı sorumlu tutmak doğru değildir. Çünkü çocuk yalnızca anne ve babasının aile eğitiminin etkisi altında kalmış olsaydı, bir ailedeki tüm çocukların birçok özellikleri yönünden birbirlerinin aynı olmaları gerekirdi. Her çocuk ailenin parçasıdır. Fakat çocuğun yetişmesi ve gelişmesinde okulun ve en geniş anlamda toplumunda sorumlulukları da katkılardan biridir. Bence, anne-babaları tarafından gerçekten sevilip sayıldıklarına inana çocuklar davranışlarında daha bağımsız ve kendilerine daha çok güvenen insanlar durumuna gelmektedirler. Çocuğun kişiliği önce ve esaslı olarak anne-babası arasında biçimlenmeye ve renk almaya başlar. Ancak bir çocuğun aile çevresinde kazandığı kötü alışkanlıkları değiştirmek, kolay bir iş değildir. Atalarımız, öncelikle ilk yıllardaki etkilerin önemini belirtmek için "Ağaç yaşken eğilir" demişlerdir. Yapılan incelemelerde gösterdiği gibi hayatında anne-babasının her yaşta kişiliği üzerinde etkisi olmaktadır. Eğer bu etkiyi derecelendirmek, ağırlık ve önem bakımından bazı dönemlere ayırmak gerekirse özellikle doğumdan 5 yada 6. Yaşın sonuna kadar insan hayatındaki önemi çok büyüktür.

Bunun nedenleri;

a.
Bir çocuğun anne-babası ile bir arada olma süresi ve bu dönemde, hayatının diğer dönemleri ile kıyaslanamayacak kadar uzundur.

b. Kimi anne-babalar, özellikle bu yaşlardaki çocuklar için "daha yaşı küçüktür, nasılsa bir şeyler anlamaz" diye düşünebilirler.

Bu türlü fikirler anne-babaların çocuklarına karşı davranışlarında, birbirlerine olan ilişkilerinde daha az hassas, daha az dikkatli olmalarına neden olmakta ve ruh sağlığının bozulmuş, uyumsuz bir duruma gelmiş insanların çoğunun hayat hikayelerinin dinlenince bu gibilerinin ruh sağlıklarının bozulmasını sağlayan nedenlerin köklerinin bu yaşlara kadar gelip dayandığı görülmektedir. Bu genel niteliklerden bahsettikten sonra hangi davranışların çocukların üzerinde etkili olduğundan bahsedebiliriz:

I. Anne-Babaların Sorumlulukları: Her anne-babayı bekleyen sorumluluklar vardır. Çocuğun yaşı ilerledikçe anne-babasının taşıyacağı sorumluluklar azalır. Bir kısmı uzar. Kimilerine göre anne-babaların en önemli sorumlulukları: çocuğun yemek, içmek, giyim, kuşam vb. gibi temel ihtiyaçlarını gidermektir. Oysa anne-babaların sorumlulukları bunları aşan çok daha geniş, daha başka konuları kapsamaktadır. Çocukların bazı temel ihtiyaçları vardır ki, bunların sağlıklı ve dengeli olarak giderilmesindeki sorumlulukların önemli bir kısmı anne-babaları ilgilendirir. Özellikle büyüme ve gelişmenin çok hızlı olduğu okul öncesi çağında ve daha sonraları çocuğun yemesiyle, giyimi, kuşamıyla, uykusu, dinlenmesi ve oyunuyla ilgilenmesi gereken anne-baba, çok küçük yaşlardan başlayarak örneğin cinsel eğitimiyle de ilgilenmek zorundadır. Öte yandan çocukların ruhsal ve toplumsal nitelikleri temel ihtiyaçlarının (güven, başarı elde etme, sevgi, beğenilme, birlikte yaşama) giderilmesinde de anne-babalara düşen önemli görevler vardır. Suçluların, alkoliklerin, hayatına son verenlerin, ruh hastalarının, kötü yola sapmış kişilerin hayat öykülerini gözden geçirdiğimizde, bu insanların bu duruma gelmelerinde anne-babalarının payının büyük olduğu görülmektedir.

Çocuk yetiştirmede anneye ve babaya düşen görev ve sorumluluklar ayrıdır. Günün yorucu iş hayatından eve yorgun argın dönen ve bu yüzden de kendini haklı bulan babaların yaşayışları hemen hemen aynıdır. Yemekten sonra günlük gazete ve dergileri gözden geçirmek sonra da yatıp uyumak anneler ve çocuklar tarafından babalarının kendileriyle yeteri kadar ilgilendirmedikleri düşüncesine kapılmasına sebep olur. Babalarından bazı davranışlar beklerler. Örneğin; ev işlerinde hanımlarına yardım etmeleri, çocuklara bakmaları gibi. Bir erkeğin baba olarak aile bireylerine karşı yerine getirmekle zorunlu olduğu bazı davranışlar vardır ki, durum ne olursa olsun ne kadar yorgun ve meşgul olursa olsun unutulmaması gereken davranışlardır bunlar. Bu davranışlar nelerdir?

a. Aile bireylerinin ihtiyaç duyduğu ilgi ve sevgiyi vermede, bir baba olarak bazı görev ve sorumlulukları olduğunu unutmak.

b. Çocukların babaları tarafından okşanmak, sevilmek istediklerini unutmamak.

c. Çocuklar okulda yada sokakta yaptıklarını, başarılarını babalarına anlatmak isterler; onları anlayışla karşılamak.

Bunları gerçekleştiren babalar hem kendileri dinlenmiş olurlar, hem de bu davranışlarıyla çocuklarının gözünde büyür aranan bir baba durumuna gelirler. Tabi bu arada annelerin de bu konuda üzerlerine düşen bir görevi vardır. Para kazanmak, ailesini geçindirmek nedeniyle geç saate kadar çalışıp eve yorgun argın gelen babaların içinde bulunduğu durumu çocuklarına anlatmak, böylece çocuklarının babalarına karşı daha anlayışlı davranmalarına yardımcı olmak. Babalarının durumunu yakından bilen çocuklarda babasıyla olan ilişkilerinde isteklerinde ölçülü olurlar. Böylece çocuklarda babalarına karşı yanlış birtakım duygu ve düşüncelerin yerleşmesi de önlenmiş olur. Çocuk bakımı ve eğitimi görevini, sorumluluğunu bir yüke benzetirsek bu yük karı-koca tarafından birlikte taşındığı zaman ağırlığı pek hissedilmez. Eğer yükün taşınması yalnız bir kişinin omuzlarına bırakılırsa, ağırlığı işte o zaman o kişiyi ezer, yorar, bunaltır. Annenin ailedeki yerine, görev ve sorumluluklarına gelince; "Yuvayı yapan dişi kuştur" Sözünden anlaşıldığı üzere anneyi bir evin direği, koordinatörü ve rehberi olarak görürüz. Aile içinde herkesin hakkını gözetmede, herkesin yeri ve değerini saptamada denge sağlamaya çalışan bir kişi. Para kazanma konusunda ise çocuklar genelde babalarının çalışmalarını normal karşılarlar ama annelerinin zorunlulukla da olsa çalışmalarını istemezler. Bu yüzdendir ki bir anne çalışamaya karar vermeden önce çocuklarının yaşları, ruhsal durumlarını dikkate almalı ve neden çalışması gerektiğini anlayacakları dilde onlara anlatmalıdır.

II. Sevgi, saygı ve sevecenlik: İnsan hayatında çok yüce ve çok anlamlı bir yeri ve değeri olan bu duygular insanda doğuştan mevcut değildir. İnsanoğlu bu duyguları doğduktan sonra yaşayarak, görerek öğrenir ve o da bu duyguları başkasına göstermeye, uygulamaya başlar. Herhangi bir ihtiyacını karşılamak amacıyla yavrusunu kucağına alan, bağrına basan bir anne, bu davranışlarıyla sevilmenin, sevmenin ilk derslerini vermektedir. Sevilmeyi böylece öğrenmeye ve yavaş yavaş alışmaya başlayan çocuk kısa bir süre sonra da bir besin maddesi gibi sevmeyi sevilmeyi bekler. Diğer bir deyişle sevgi böylece temel bir ihtiyaç durumuna gelir çocuk için. İşte bu noktadan sonra özellikle annelerin, artık çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Bir annenin çocuğuna gösterdiği sevginin ölçüsünde yanlış bir istikamete yönelmesi hem ileride çocuğuyla olan ilişkilerinde içinden çıkılmaz bir duruma sokabilir, Hem de az sonra belirteceğim nedenler yüzünden çocuğun kişiliğinin etkilenmesine yol açabilir. Hayatın ilk yıllarında çocuk, annesinin sürekli bakımına muhtaçtır bu yüzden annesi ile çocuk arasında çok yakın bir bağlılık başlar. İşte tam bu sırada annenin çocuğuna göstereceği ilgi, sevgi ve koruma gibi davranışların ölçüsünde bir anormallik, bir dengesizlik gelişebilir. Örneğin bir bitkinin gelişip büyümesinde suya, havaya, güneşe ve gübreye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçları ancak belli ölçüler içinde alabilen bitkiler sağlıklı olarak büyüyebilirler. Gelişimi sırasında ihtiyaçtan fazla verilen su, bir fidanın çürümesine neden olabilir, susuzluk ise kurutabilir fidanı. Sevgi ve sevecenliğinde insan hayatında buna benzer etkisi vardır. Dengesi yada ölçüsü bozuk bir sevgi ve sevecenlik duygusu, hangi yönde gelişirse gelişsin çocuğun eğitimi üzerinde daima kötü ve olumsuz etkiler yapar. Bu duyguların sunuluşunda, doyuruluşunda azlık yada çokluk bakınız çocuğun kişiliği üzerinde nasıl etkilerde bulunur.

a. Aşırı Sevgi: Örneğin önce, aşırı derecede sevilerek yetiştirilmekte olan bir çocuğu ele alalım. Anne-babası tarafından her zaman okşanmaya el üstünde tutulmaya her isteği yerine getirilmeye övülmeye alıştırılmış olan çocukla, anne-babası arasında son derece yakın bir bağlılık meydana gelir. Bu bağlılık önce çocuğun gelişmesini ve olgunlaşmasını önler ve geciktirir. Yaşının ilerlemesine karşın, çocuğun çocuk kalmasına neden olur. Bunun yanı sıra, çocuk aynı sevgiyi diğer insanlardan bekler. Bunu bulamayınca da büyük düş kırıklığına uğrar. İnsanların onu sevmediği, ona değer vermediği gibi yanlış düşüncelere kapılabilir. Bunun sonucu olarak çevresindeki insanlara düşman kesilir yada insanlara karşı düşmanca duygular besler. Annesi babası tarafından aşırı derecede sevilen çocukların gereksiz yere sık sık öpüldüğü, okşandığı, zaman zaman da anne-babasının yatağına yatırıldığı görülmektedir. Bu türlü davranışlar çocuğun cinsel hayatı üzerinde çok olumsuz etkilerde bulunur. Böyle yetiştirilen çocuklar yetişkinlik yıllarında bile bu bağlılığın etkisinden kendilerini kolay kolay kurtaramazlar. Cinsel hayatlarında bu yüzden oluşan bazı durumlar, sapıklık ya da anormallikler ömürleri boyunca bu gibileri huzursuz ve uyumsuz yapar. Acaba hangi çocukların aşırı derecede sevilmesi ya da korunması ihtimali vardır. Yapılan incelemelere göre anne-babaları tarafından aşırı derecede sevilmeleri yada korunmaları ihtimali bulunana çocuklar şunlardır: Tek çocuklar, ailenin en küçük çocukları, anne-babanın yaşlılık çağlarında dünyaya getirdikleri çocuklar, çok güzel çocuklar, uzun yıllar bekleyişlerden sonra dünyaya gelen çocuklar. Bir evin bir kız yada bir oğlu olan çocuklar, nineler ve dedeler tarafından özel bir sevgiyle sevilen çocuklar...vb. Freud'a göre; çocukları aşırı derecede sevmek, korumak gibi davranışlar, nevrotik ana-babalarda (yani kaygılı, kuruntulu, kuşkulu) daha çok görülmektedir. Bir kısmını sıraladığımız bu ve benzeri nedenleri bilen ana-babalar böyle durumlarda biraz uyanık ve tedbirli olurlarsa çocuklarını gelecekte beklediğini söylediğimiz düş kırıklıklarından ve tehlikelerden korumuş olurlar.

b. Sevgi Azlığı: Şimdi birazda konunun öbür yüzüne bakalım:Yani sevgi yokluğu sevgi azlığı konusu. Hiçbir anne-baba kendisine katı yürekli denmesini istemez. Ne var ki, zaman zaman elde olmayan nedenler yüzünden de çocuklarımıza böyle davrandığımız, çok katı, çok sert çıkışlar yaptığımızda bir gerçektir. Çocuklarımızın beğenmediğimiz davranışları karşısında, sert çıkışlar yaparız bağırıp çağırırız. "Artık sen bizim çocuğumuz değilsin, sevmiyoruz seni..." gibi bir bakıma doğru olmayan çıkışlardır bunlar. Oysa bir çocuk için cezaların en büyüğü onun gözünde çok büyük anlam ve değer taşıyan annesinin ya da babasının sevgisini yitirmektir. Bu gibi davranışlara sık sık başvuran anne-babaların çocuklarında büyük bir güvensizlik duygusu, çekingenlik ve korku durumu görülür. Yalnız kendine değil, anne-babasına karşı olan güveni de azalır çocuğun. Kötü, beğenilmeyen davranışlar karşısında çocuğa gelişi güzel söylenmiş olan, "Artık seni sevmiyorum" gibi sözleri çocuk ciddiye alır. Çocuk çok yıkıcı ve derin izler bırakan etkileri olur bu gibi sözlerin. Oysa herkes bilir ki; sevilmeyen, beğenilmeyen çocuğun kendisi değil davranışlarıdır. Ne var ki, çocuk aradaki farkı anlayamaz, kavrayamaz. Gelişi güzel söylenmiş sözler ya da bu konudaki kusurlu davranışlar çocukta; "Artık annem babam beni sevmiyorlar" gibi yersiz bir takım duygu ve düşüncelerin gelişmesine yol açabilir. Yalnızca kötü davranışları üzerinde durulduğunu, azarlandığını, sevilmediğini; iyi davranışlarına ise hiç ilgi gösterilmediğini gören çocuklarda yanlış birtakım kanılar da doğabilir. Bu gibi çocuklar büyüklerine karşı küskünlük duyarlar, içlerine dönerler, kendilerine karşı güvenleri azalır. Suç işleyenlerin, ruh sağlığı ciddi olarak bozulmuş kimselerin, uyumsuz davranışlar gösteren kimselerin çoğunluğunu özellikle anne-baba sevgisinden yoksun olarak yetişmiş insanlar oluşturmaktadır. Anne-babanın dışarıda çalışması sonucunda ilgisiz ve sahipsiz kalan çocukların akrabandan sevilmeyen birine benzeyen çocukların bazen sakat, özürlü, sakat, zekaca geri, çirkin yada istenmeden dünyaya gelen çocukların sevilmemeleri ihtimali çok kuvvetlidir. Bu arada, zekaca düşük düzeyde olan kimi ailelerin zekaca üstün durumda olan çocukları sevmedikleri de görülebilir. Annenin özellikle çok küçük yaşlarda çocuğuna göstereceği yakınlık ve sevginin derecesi çok önemlidir. Eğer bu sevgi ve ilgi duygusal yönden doyurucu nitelikteyse çocuğunda diğer insanlara karşı aşağı yukarı aynı tepkide bulunması ihtimali çoktur. Eğer çocuk ailesinden bu duyguları yeterince almamışsa, bir insan için çok önemli olan bu temel ihtiyaçları kadar giderilmemişse, çocuğun ileride insanları sevmeyen onlardan uzak duran soğuk bir duruma gelmesi beklenebilir. Sevginin kişi hayatındaki yerini ve önemini açıklarken saygı kavramının da bu duygunun içinde bulunduğunu kabul etmek gerekmektedir. Öteden beri süregelen yanlış anlayışa göre saygı yalnızca yaş ve makam yönünde bizden daha üst durumda olanlara gösterilmesi gereken bir duygu bir davranış biçimidir. Oysa saygı: küçük, büyük farkı gözetmeksizin; karşımızdaki ne ve kim olursa olsun, onun her şeyden önce en az bizim gibi ve bizim kadar bir insan olduğunu kabul ederek herkese vermemiz gereken bir değerin belirtisidir. Çocuklarımızı adam yerine koymak onlara gerçekten insan gibi davranmak, onların görüş ve düşüncelerine önem vermek, değer vermek… İşte tüm bu davranışların toplamı, çocuklarımıza duyduğumuz saygının ölçüsünü ortaya koyar. Bu anlayışa göre, bu hava içinde yetişen çocuklarda aynı davranışları başkalarına gösteren kimseler durumuna gelir.

III. Anne ve babaların Disiplin Anlayışı:

Disiplin:
Bir çocuğun kendi istek ve ihtiyaçlarıyla, çevresinden gelen istekleri bağdaştırmasına yardım etmek için planlanmış bir etki biçimidir. Fakat bu konu kimine göre "çocuğa nasıl davranması gerektiğini öğretmek." Kimine göre "çocuğu cezalandırmak" kimine göreyse "çocuğa itaat etmesini öğretmektir." Demektir. Disiplin konusunda başlıca üç görüş vardır. Bunlardan birincisi, çocuğun hemen hemen her davranışını yasaklayan, engelleyen, katı, sert ve özgürlük tanımayan otoriter disiplin anlayışı, ikincisi ise bu anlayışa tamamen aksi ve çocuğun hemen hemen her davranışına göz yuman aşırı özgürlük tanıyan hoşgörülü disiplin yolu. Üçüncüsü ise bu iki görüşün karışımı olan çocuğun gelişim ve büyüme dönemlerinin özelliklerini göz önünde bulundururlar zaman zaman davranışların hoşgörüyle karşılanması gerektiğin kabul eden demokratik disiplin yoludur. Eğitimciler bu disiplin anlayışı için (en güzel fakat uygulanması da o derece güç bir yol) demektedirler. Hemen söylemeliyim ki aşırı baskı yasaklamalar ve engellemelere dayanan disiplin anlayışı, bunun tamamen tersi aşırı özgülüğe sınırsız özgürlük ve hoşgörüye dayanan disiplin anlayışı, çocuğun eğitimi ve kişiliği ve eğitimi üzerendi aynı olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Bu tip disiplin anlayışlarına göre yetiştirilen çocuklar şaşkın ürkek, çekingen, ne yapacağını bilemeyen güçsüz kişilikli kimseler durumuna gelmektedir. Çocuğun bir şey yapması, yada yapmaması istenirken ona daima nedeni anlatılmalı, açıklanmalıdır. Çocuğun eğitiminden sorumlu kimseler arasında disiplin anlayışı yönünden birbirinden farklı görüşlerin bulunması da çocuğu şaşırtır. Öyle davranışlar vardır ki bunlar, bu davranışları değerlendirenin görüşüne göre değişir. Birine göre normal ve doğru sayılan bir davranışın öbürüne göre anormal sayılması birinin hoşgördüğü bir davranışı öbürünün yasaklaması beğenmemesi gibi durumlar çocuğu şaşkına çevirir. Anne babanın dengesiz davranışlarının da disiplin üzerinde çok derin olumsuz etkileri vardır. Çocuğu bir dakika önce öper, sever yada başının üstüne çıkarırken, bir dakika sonra yaptığı bir kusurlu davranış yüzünden azarlamak, cezalandırmak… Kızılması gereken bir davranış karşısında köpürmek, bağırmak çağırmak, kızılacak bir davranışı ise hoş görmek bağışlamak… Bu gibi dengesiz davranışlar da çocuğu şaşırtır. Anne babasına karşı olan saygının azalmasına, güvenin yok olmasına neden olabilir. Disiplin konusunda son olarak diyebiliriz ki çocuğa her zaman her yerde, kendi kendini denetim altına alabilme gücünü ve alışkanlığını vermeye, kazandırmaya çalışmalıyız. Davranışlarını bir başkasını sevindirmek bir başkasının gözüne girmek yada birinden korktuğu, çekindiği için değil, doğruluğuna, öyle yapılması gerektiğine inandığı için ayarlamak. Bu alışkanlığı kazanmış bir kişi her zaman ve her yerde aynı biçimde davranır. Böyle bir insan, davranışlarını ayarlarken daima önce kendisini düşünür. Kendi kendine hesap vererek davranışlarını buna göre bir yön ve biçim vermeye çalışır.

a. Aşırı baskı ve disiplin anlayışı: Aşırı baskı ve sıkı disiplinin çocuğun kişiliğini hiçe sayan bir davranış biçimidir. Böyle yetişen çocuklarda genel olarak iki tepki görülür. Bunlardan biri: çocuğun sinmesi içine kapanması, uysal ve söz dinler görünmesi ötekisi ise açıkça karşı koymak her türlü otoriteye baş kaldırmak kimi çocuklarda da her iki davranışa da rastlayabiliriz. Yapılan incelemeler göre aşırı baskı ve sert disiplin altında yetiştirilen çocuklarda şu davranışlar görülmektedir: 1. Anne babalarından nefret etmek. 2. İnsanlarla iyi geçinememek, kavgacı ve geçimsiz kimseler durumuna gelmek. 3. Sinirlerine hakim olmakta güçlük çekmek, alıngan ve çabuk parlayabilen bir kişiliğe sahip olmak. 4. Ne kendilerine ne başkalarına güvenememek. 5. Her türlü otoriteden nefret etmek. 6. Bir takım yersiz korku ve kaygıları olmak. 7. Arkadaşları edinmekte güçlük çekmek.

b. Aşırı serbestlik ve gevşeklik: Çocukların çok sıkı bir disiplin altında geçmiş kimi anne ve babalar (biz çektik, çocuklarımız çekmesin) diyerek, çocuklarının davranışlarında tamamen özgür bırakırlar. Öte yandan kimi anne-babalarda çok meşgul oldukları, çocuklarına ayıracakları zaman bulamadıkları için çocuk kendiliğinde denetimsiz ve özgür kalır. Sınırsız bir özgürlük içinde yetişen bu çocuklara neyin iyi, neyin kötü, neyi yapabilecekleri, neyi yapmanın kendilerini güç duruma sokabileceği gibi hususlar öğretilmediği için onlar da her akıllarına geleni yapmakta hiç bir sakınca görmezler. Tabi bu yüzden de zaman zaman güç ve tehlikeli durumlara düşebilirler. En basit anlamda bir baskıya da müdahale böyle yetişen çocukları çok rahatsız eder. Hemen tepkide bulunmalarına neden olur. Başkalarının hakkına saygı ve iş birliği gibi davranışları öğrenmedikleri için yalnız kendilerini düşünen, bencil davranışları yüzünden sevilmeyen, istenmeyen insanlar durumuna gelirler.

c. Ceza ve ödülün etkileri: Çocuklara; kötü ve beğenilmeyen davranışları bir daha tekrar etmemeleri için ceza, iyi ve beğenilen davranışları teşvik etmek, gayrete getirmek için de ödül verilir. Ceza ve ödülün bir işe yaraması etkili olabilmesi için çok dikkatli kullanılması gerekir. Aksi halde hiç bir işe yaramadığı gibi, ters etkileri de olur. Çocuğa ceza verilmeden önce, cezalandırmayı düşündüğümüz davranışın nedeni araştırılmalıdır. Kimi çocuklar bilmedikleri için bilgisizlikleri yüzünden kötü yada beğenilmeyen bir davranışta bulunurlar ve kendilerine bu yüzden bağırıldığı kızıldığı ve ceza verilmek istendiği zaman şaşırırlar. O zaman anlarlar kötü bir şey yaptıklarını. İşte böyle bir çocuğu cezalandırmak büyük bir haksızlık olur. Bu gibi çocukları cezalandırmak yerine neden kusurlu kabahatli bir duruma düşmüş olduklarını açık açık anlatmak ve böylece bu davranışın tekrarını önlemeye çalışmak daha etkili bir yoldur. Cezanın etkili olabilmesi için çocuğun, niçin cezalandırılması gerektiğini açıkça bilmesi gerekir. Öte yandan çocuğun davranışlarıyla verilen ceza arasındaki ilişki çocuk için önemlidir. Eğer çocuk davranışlarıyla verilen ceza arasında adil dengeli ve olumlu bir ilişki olduğu sonucuna varırsa durumda şikayetçi olmaz. Çünkü verilen ceza yerindedir. Ancak böyle kullanılmadığı zaman çocuk verilen cezadan ders alır. Verilen ceza; çocuğun davranışlarıyla karşılaştırılınca çok hafif ya da çok ağır olmuşsa böyle bir ceza çocuk üzerinde yapıcı değil yıkıcı etkide bulunur. Hafif cezalar ağır cezalardan daha etkilidir. Kimi çocuklar için bir sert bakış kimileri için bir acı söz, kimileri için uzun bir süre devam etmemek koşuluyla bazı hak ve ayrıcalıklardan yoksun bırakmak etkili bir ceza olabilir. Anne ve babalar ceza vermeden önce verecekleri cezanın tam anlamıyla uygulanabilmesi mümkün mü değil mi, düşünmelidirler. Aksi durumda çocuğun gözünde alay konusu olur. Bu cezanın da hiçbir etkisi olmaz. İçe dönük kendilerine karşı güvenleri olmayan çekingen çocuklar üzerinde cezanın çok olumsuz etkileri vardır. Verilen cezalar bu gibi çocukların daha çok kendi kabuklarına çekilmelerine kendilerine karşı güvenin daha da azalmasına neden olur. Eğer çocuğun cezalandırılması gerekiyorsa içinde bulunduğu ruhsal durum göz önüne alınmalıdır. Çocuk çok kızmışken aklı başında değilken, çok sinirli bir durumdayken verilen cezalar, kızgın motora soğuk su dökmeye benzer. Çocuğun daha sert tepkilerde bulunmasına sebep olabilir. Kısacası olumlu olmaz, bu durumda verilen cezanın. Biraz da ödülden söz edelim. Çocuğun başarılarını övmek güzel ve hoşa giden davranışlarının tekrarını sağlamak amacıyla ve özendirmek için zaman zaman çocuğun ödüllendirilmeye ihtiyacı vardır. Ödül denilince akla hemen para ve çeşitli armağanlar gelir. Eve çocuğumuzu zaman zaman ödüllendirirken para ve armağanlar bir ödül aracı olarak kullanılmalıdır. Bunun herhangi bir sakıncası yoktur. Kanımızda çocuğun başarılarını beğenilen davranışlarını ödüllendirmenin de etkili yolları vardır. Örneğin güzel ve tatlı sözlerle çocuğun başarısı övmek zamanında ve yerinde candan bir sağ ol gibi sözler çocuğu kucaklayıp öpmek çoğu zaman maddi ödüllerden daha etkilidir. Ödülü iyi bir davranışın devamını sağlamak özendirmek için bir araç olarak kullanmak gerekir. Çocuk davranışlarını sonunda alacağı ödüllere verilecek armağanlara göre ayarlamaya başladı mı ödül artık araç olmaktan çıkar, amaç olur. Oysa çocuk armağan almak için başarılı olmaya değil başarıya ulaşmak için başarılı olmaya çalışmaktadır. Çocuk bir takım iyi davranışları elde etmenin sonunda armağan alabileceği için değil fakat o davranışların gerekliliğine, iyilik yada doğruluğuna inandığı için tekrar etme alışkanlığını kazanmalıdır nokta. Çok çocuklu ailelerde anne babanın bu konuda çok hassas olması gereken bir başka nokta da şunlardır: Bir çocuğu yaptığı iş yada başarısı nedeniyle ödüllendirirken bu davranışın öteki çocukları üzerindeki etkilerini hesaba katmak. Böyle durumlarda anne babanın yapacağı en küçük bir yanlışlık, öteki çocukların kardeşlerini çekememelerine kıskanmalarına neden olabilmektedir. Kardeşler arasındaki ilişkilerin, dengenin bozulmaması için o gün göze çarpan bir davranışı bahane edilerek onlar da övülmelidirler. Kimi anne babalar çocuklarından birinde gördükleri iyi bir davranışı yada başarıyı ele alarak bu çocuklarını över ve armağanlara doğarken bu fırsattan yararlanarak öteki çocuklarıyla bu çocuğu kıyaslamaya kalkarlar. Böylece sanırlar ki bu aleyhte kıyaslama sonucu öteki çocuklar örnek olan kardeşlerinin davranışlarını, hemen taklide kalkışacaklardır. Tecrübeli anne babaların da çok iyi bildikleri gibi bu tutumla olumlu sonuç almak şöyle dursun, anne babalar kardeşi kardeşe düşürürler. Bu tip aleyhte kıyaslamalar kardeşler arasındaki kıskançlığı birbirlerine düşmanca davranışlarda bulunmalarına neden olur.
pesimist - avatarı
pesimist
Ziyaretçi
17 Mayıs 2011       Mesaj #6
pesimist - avatarı
Ziyaretçi
Aile Eğitiminin Önemi Ve Amacı

Yeni eğitim anlayışının temellerinden biriside, öğrencilerin sadece okulda değil, okul dışı ortamlarda da eğitimin önemli olduğu, öğrencilere kazandırılan bilgilerin pekiştirilmesi, uygulamaya dönüştürülmesi ve sürekliliğinin sağlanması için aile ve çevreninde okulla aynı anlayışa sahip kalınması gerçeğine dayandırılarak eğitim hizmetlerine yön verilmesidir.
Çocuklar hayata hazırlanırken ilk ve en önemli izlenimlerini aile ve okulda edinmektedirler. Aile ortamında kazandığı özellikler onun eğitimi yanında tüm yaşantısını etkileyerek izler bırakmaktadır. Okulda kazandırılacak özellikler bu değerler üzerine inşa edileceğinden, çocuğun aile ve çevresiyle bir bütün olarak tanınması ve eğitim etkinliklerinde bu özelliklerin göz önüne alınarak ilgili çalışmaların yapılması yararlı olacaktır.
Öğrencileri daha iyi eğitmek yetiştirmek ve hayata hazırlamak için onunla ilgili aile ve çevresinin de desteğini kazanmak gerekmektedir. Aileler, okulda öğrenciye kazandırılan bilgi beceri tutum ve alışkanlıkları benimsemez, desteklemez ve sürekliliği için uygun ortam hazırlamazsa, okulda verilen eğitimin tüm çabalara rağmen başarısız olacağı bilinmelidir. Günümüzde öğrenci üzerinde belirleyici güç sadece okul değil, çoğu zaman okul dışı aile, arkadaş gurubu, içinde yaşadığı çevre ve toplumsal yaşamın gerekleri yani okul dışı değişkenlerin çocuk üzerinde daha etkili olduğu bilinmektedir. Bu nedenle tek başına okuldaki eğitim etkinlikleriyle çocuğun yaşamına yön vermek anlayışı yetersiz ve başarısız olacaktır.
Yine öğrenciler yaşamlarının ve günlük zamanlarının 4/3’ü ev 4/1’i okul ortamında geçirmektedir. Okul öğrenciyi şekillendirmede yegâne güç değildir. Okulda öğrencilere kazandırılan özellikler her ne kadar iyi, doğru, yararlı olsa da, okul dışı ortamlar tarafından bozucu etkinin bulunması durumunda öğrenci için bir anlam ifade etmeyecektir. Yani okulda öğrenilen şeyler okul dışına çıkıldığında geçerli olmalıdır. Okul+aile ve çevrenin çocuk üzerinde ortak anlayış, değer ve beklenti içinde olmaları gerekmektedir. Okulun ve çevrenin çocuk üzerindeki etkisinin, farklı beklentilerinin çocuktaki bütünsel gelişimi bozacağı, hatta kişilik bozukluklarına yol açacağı bilinmelidir
Çocuk hakkındaki okul ve ailenin beklentilerini uzlaştırmak gerekmektedir. Bu nedenle okulda aile eğitimi çalışmalarına yer verilmelidir. Okul ortamlarında özellikle okul yönetimi bu hizmetlere ihtiyaç duymalı, önemsemeli, ilgili çalışmaları planlamalı ve uygulamalıdır. Çevrenin destek ve beklentisine cevap vermeyen, ailelerle dayanışma yapmayan okul daha nitelikli insan yetiştirmede yetersiz olacaktır.
İşte aile eğitiminin amacı;
• Okulda yapılan çalışmalar hakkında velilere bilgi vermek,
• Öğrencilerin uyum, gelişim ve problemleri, ilgi, ihtiyaç ve yetenekleri konusunda velileri bilgilendirmek,
• Velilerin okula bakış açısını olumlulaştırmak, okulun politikasını benimsettirmek,
• Eğitimin değiştirici, geliştirici, yararlı özellikleri olduğu inancını oluşturmak,
• Velilerin eğitim etkinliklerinde her türlü desteklerini kazanmak ve katılımlarını sağlamak,
• Veli ve çevreye her konuda danışmanlık hizmeti vermek,
• Velileri de olabildiğince çocuğun devamlı gelişiminin sağlanması için bilgilendirmek, insan yetiştirme konusunda aydınlatmak, sorumluluk duymalarını sağlamak,
• Okulu çevreye-çevreyi okula yararlı kılmak,
• Çocuklar üzerinde kontrolü yoğunlaştırmak.

Kısaca: Öğrenciyi yetiştirirken okulda kazandırılan özelliklerin okul dışı ortamlarda da desteklenmesi-pekiştirilmesi, bilginin davranış haline gelmesi, bozucu etkinin en aza indirilmesi, öğrencinin sağlıklı, tutarlı ve devamlı gelişimi için, ailelerinde okulla birlikte aynı anlayışa sahip kılınmasıdır.
Ailelerin okula bakış açılarını ve onların ihtiyaçlarını öğrenmede şu tür anket örnekleri kullanılabilir. Genel eğitimle ilgili olarak:
• “Okul çocuğunuz üzerindeki beklentinizi karşılıyor mu?”
• “Sizce okulun, çocuğunuzun eğitiminde yetersiz olduğu noktalar nelerdir.” Daha yararlı olabilmek için neler yapılmalıdır?”
• “Çocuğunuzun okuldaki durumu hakkında zamanında ve yeterince bilgilendiriliyor musunuz? Cevabınız ev değilse sizce neler yapılmalıdır.”
• “Sizce çocuğunuzun yetersiz veya olumsuz gördüğünüz özellikleri nelerdir.”
• “Çocuk okuldan memnun değilse, hangi noktalarda eleştiri yapmaktadır” Okul personeliyle ilişki düzeyini tespit etmede ise;
• “Okula geldiğinizde okul personelinden gerekli ilgiyi görüyor musunuz”
• “Personel-veli ilişkileri yetersizse, sözce geliştirilmesi için neler yapılmalıdır”
• “İlettiğiniz sorunların çözümüne yönelik gerekli çaba gösteriliyor mu”
• “Çocuğun eğitim, gelişim ve problemleriyle ilgili olarak sınıf öğretmeniyle gerekli işbirliği yapıyor musunuz? Yapamıyorsanız sizce nedeni ve çözümü nelerdir”
Bu ve buna benzer anketlerin kullanılması sonucunda, gerek okulun yetersiz kaldığı noktalar, gerek ise ailelerin ihtiyaçları, ele alınacak konuların öncelikleri tespit edilebilir, bu hizmetlerin uygulanmasına yol gösterebilir.

Okul-Aile Etkileşiminin Engelleri
Okul-çevre ilişkilerinin kurulması ve sürdürülmesinde şu şekilde bir takım dirençlerle de karşılaşılacağı hesaba katılmalıdır.
Alışkanlıklar: İnsanlar genellikle yaptıkları işi aynı düzeyde sürdürmek eğilimindedirler. Alışkanlıklarını değiştirecek değişimlerden hoşlanmaz ve yeni duruma direnç gösterirler. Velilerde bu güne kadar çocuk eğitimi sadece okulda yapılır, okul zaten çocuk için en iyi olan şeyleri yapar, bana herhangi bir görev düşmez düşüncesine sahipken, eğitimin planlanması, yürütülmesi ve tüm süreçlere katılımı kendisinde bu yeni durum için direnç yaratacağı bilinmelidir.
Güvenlik: Gerek veliler, gerekse personel bazı değişimleri, yeni bir uygulamaya gitmeyi, mevcut statik yapının bozulmasına yol açacak bir durum karşısında kendilerini güvenli hissetmeyebilirler. Bazı ayrıcalıkların yitirileceği kaygısını taşımaktadırlar. Bu nedenle güvenlik, statü ve ayrıcalıklarını korumak için karşı duruş davranışları gösterme eğilimleri artar.
Ekonomik kayıba uğrama: Özellikle veliler okulda yapılacak aile eğitimi, aile rehberliği veya halkla ilişkiler başlığı altında verilen ve özünde öğrencilerin daha nitelikli yetişmesi için gerekli olan bu çabaların arkasında, okula yeni kaynak sağlamak düşüncesi olduğunu, kendilerinden yine para talep edileceği duygusundadırlar. Bu kaygılara sahip aileler bu hizmetler için direnç göstereceklerdir.
Bilinmeyen durumlar korkusu: İnsanlar doğal olarak kendisine yabancı olan, bilinmeyen, önceden kestirilemeyen ortamlarda kalınca korku duyarlar. Aile eğitimi, okul çevre ilişkileri de gerek okul, gerekse aileler için yeni bir durumdur. Bu süreç ne getirecektir, ben ne yapacağım, beni neler beklemektedir, bu hizmetler nasıl bir şeydir vb. düşünceler bu etkinliklere katılımı engelleyebilir.
İlgili olmama, gurup ilişkileri: İnsan kendi ilgi, çalışma alanı, ihtiyaç vb. özelliklerine yakın konuları daha iyi kavramaktadır. Eğer ailelerin okuldan ve çocuktan beklentileri yetersizse, eğitimin yararına inanmıyorsa bu çalışmalara ilgi duymayacaktır. Yine çalışma ortamında ileri sürdüğü düşüncelerin başkaları tarafından nasıl algılanacağı, eleştiriye açık olma, alaya alınma, görüşlere gösterilen tepki yani gurup içi ilişkilerde katılımın önemli etkenlerindendir. Okul-çevre ilişkilerinde çeşitli nedenlerden kaynaklanan bu dirençlerin giderilmesi için, belli başlı şu tür direnci yenme yollarının kullanılması uygun olacaktır.
Eğitim, iletişim ve bilgilendirme: Eğer direnç göstermenin nedenleri yetersiz bilgiye sahip olunmadan, yanlış anlaşılmadan veya ne yapacağını bilememeden kaynaklanıyorsa, bu yöntem daha yararlı olacaktır. Bu nedenle özellikle okul yönetimi velilere, okul çevre ilişkilerinin okulun daha iyi eğitim vermesi için gerekli olduğunu, okulun çevreyle bütünleşmesinin sağlanacağını, uygulamadaki aksaklıklar için velilerden öneri alınmasının önemini, okulun onlarında ortak malı olduğunu, velilerden beklentilerini, yani bu uygulamanın amacını, nasıl işleyeceğini kime ne görev düşeceğinin önceden velilere açıklayarak ve bilinmeyen durumları ortadan kaldırarak direnci-desteğe dönüştürmeye çalışmalıdır.
Karara katılım-sorumluluk verme: İnsanlar kendi katılımları dışındaki uygulamaları daha rahat eleştirmekte, kendi karar, sorumluluk ve görevinin olduğu uygulamalara ise sahip çıkmaktadır. Bu nedenle yapılacak uygulamalar öncesinde, mümkün olduğunca yoğun muhalefet gösteren velilerin, karara katılmalarına öncelik verilmeli ve görev yüklenmelidir. Bu yöntem işi sekteye uğratmak moral çöküntüsüne neden olmak davranışlarını, destek vermeye dönüştürecektir.
Desteklemek, kolaylaştırmak: Doğal olarak veliler arasında bazı eşitsizlikler bulunacağından, herkesten aynı başarıyı ve desteği beklemek yanlış olacaktır. Bu nedenle okul-çevre ilişkilerindeki organizatörler bu durumu dikkate alarak, her veliye başarabileceği görevleri vermeli, bazı durumlarda bireysel olarak ilgilenmeli, işlerin yürütülmesinde kolaylık sağlanmalı, katılımın velinin gücü doğrultusunda beklemeli, bu yolla zorlanıyorsanız, sizin için şöyle bir yöntem deneyelim şeklindeki yaklaşımlarla veliler desteklenmelidir.
Zorlamalar: Bütün tekniklerin kullanılması sonucu bir sonuç alınmadıysa, bundan sonra yasal yaptırımların son çare olarak kullanılması kaçınılmaz olacaktır. Şöyleki; “bütün uyarılara, gösterilen çabaya rağmen çocuğun okula devamını sağlayamıyoruz. Sizinle de uzun süredir görüşerek, çocuğumuzun okula devamının sağlanması konusunda yardımlarınızı istemiştik. Ama bir sonuç alamadık. Böyle giderse çocuğumuzun okuldan kaydının silinmesi için gerekli işlemlere başvuracağız bilginiz olsun” veya “okul olarak çocukların başarısı için çaba gösterdik. Ama siz veli olarak okulda yapılan bu çalışmalarda bize destek olmadınız, şimdi ise benim çocuğum hala hiçbir şey bilmiyor diyorsunuz. Bunun tek sorumlusu biz değiliz. Sınavlarda başarı gösteremezse sınıf tekrarı yapacaktır, haberiniz olsun.” Şeklinde yasal yaptırımların kullanılması, son çare olarak okula karşı direnci kırmanın bir yoludur.
İşte okul çevre ilişki organizatörleri, aile eğitimindeki etkileşimi engelleyen, ailenin özellikleri, ailenin okul etkinliklerine niçin katılmadığının nedenleri, ailelerin gösterdikleri direnç ve etkilerin tutumları gibi faktörleri önceden bilmeli, çalışmalar öncesi bu yetersizlikleri tamamlamalı veya bu özelliklere uygun olarak aile etkinliklerini planlamalıdır.


Okul ve Çevre İlişkisi

* Sosyal ve kültürel bir kurum olarak okul, çevresinin de sosyal ve kültürel merkezi olmalıdır. Okul, çevresinin kendisinden beklentilerini yerine getirip onunla bütünleşmelidir.
* Peki okul çevresinin nasıl sosyal ve kültürel merkezi olur? Bu ağır bir görev ve sorumluluk değil midir? Okul bu işi tek başına başarabilir mi?

* Elbette başarabilir. Okul çevresinin sosyal ve kültürel merkezi olur. Bu zor bir görev ve sorumluluktur ancak bir çok okulumuz bu görevi başarmıştır. Bir okul "Ben şimdi çevremin sosyal ve kültürel merkezi olmak için plan yapıp çalışacağım." diyemez. Bir defa böyle bir anlayış yanlıştır. Okul, kurumsallaşarak, TKY felsefesine uygun çalışarak kendiliğinden çevresinin sosyal ve kültürel merkezi haline dönüşür. Esasen okulu, içinde bulunduğu çevreden soyutlamak ya da ayrı düşünmek yanlıştır.
* Okul, bir öğretim yılı boyunca yapacağı eğitici ve öğretici çalışmaları, çevreden kopuk olarak yapamaz. Öğretim yılı başında tüm planlamalar yapılır. Çevre koşulları düşünülür. Yapılacak yarışmalar, geziler, incelemeler, turnuvalar, sportif ve kültürel etkinlikler, veliler ve okul çevresi ile ilişkilendirilerek hazırlanır.
* Okul çevreden ayrı asla düşünülemez. Öncelikle okulun velileri okulun doğal çevresidir. Bir de okulun bulunduğu yerleşim birimindeki resmi ve yerel yönetimlerle, sivil toplum kurum ve kuruluşlarını düşünecek olursak okulun çok büyük bir çevresi vardır. Velilerin dışındaki resmi yönetim, yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşları (dernekler, odalar, vakıflar, kulüpler..vb.) okuldan her zaman güzel haberler almak isterler. Okula davet edildiklerinde koşarak gelirler. Okula hep yardımcı olmak isterler. Okulda öğrencisi bulunmayan bu kurum ve kuruluşlar, gelecek toplumun okullarda yapılandırıldığının farkındadırlar.
* Okulu, çevresi ile bütünleştirmek, çevresi ile sıcak iletişim ve ilişkiler kurmak, yine çağdaş eğitim yöneticisi olarak nitelendirdiğimiz okul müdürüne bağlıdır. Onun bu işe bakışına, koşuşturmasına, çalışmasına bağlıdır. Daha somut ifade etmek gerekirse okul müdürü, okulu sosyal ve kültürel bir merkez haline istiyorsa şu çalışmaları ısrarla ve aksatmadan, istikrarlı bir şekilde yürütmelidir:


1. Okul-Aile Birliği : Yönetmeliğine uygun kurulmalı, yönetmeliğinde belirtilen görevler için çalıştırılmalıdır. Okul müdürü, her ay okul aile birliğini toplamalı, okuldaki çalışmalar hakkında onları bilgilendirmeli, okulun çalışmalarını onların da çevrelerine ve diğer velilere anlatmalarını istemelidir. Okul Aile Birliği ile öğretmenler arasında okul müdürü köprü görevini yapmalıdır. Okul Aile Birliği de okul ile veliler arasında köprü görevini iyi yürütmelidir. Tamamen okul müdürüne bağlı olarak etkin ve etkili olarak çalıştırılacak bir Okul Aile Birliği okula ve çevreye çok şeyler katacaktır. Okulun her türlü etkinliklerine Okul Aile Birliği davet edilmeli, yerleri ayrılmalı, kendilerine önem ve değer verildiği hissettirilmelidir. Okul müdürü, Okul Aile Birliği üyelerine, öğretmenlerle iletişimlerinde, öğretmenlerin karşısına "Ben Okul Aile Birliği üyesiyim." şeklinde asla çıkmamalarını sürekli vurgulamalı, bu yönde telkinlerde bulunmalıdır. Okul Aile Birliği, okulun en etkili sivil toplum kuruluşudur.
2. Dernek- Vakıf : Okulun bir yan kuruluşu olan dernek - vakıf yönetimi ile okul müdürü iyi ve yapıcı ilişkiler içinde olmalıdır. Okulun gereksinimi olan ders araç - gereçleri ve diğer gereksinimlerinin karşılanmasında bu kuruluşların yadsınmayacak büyüklükte katkıları olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Zaman zaman Okul Aile Birliğinin desteğini de kaydırarak bu kuruluşların çalışmalarına yardımcı olunmalı, okulun her türlü etkinliklerine davet edilmeli, yerleri ayrılmalı, sıcak ilişki ve iletişim sürdürülmelidir.
3. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü : Okulun resmi olarak bağlı bulunduğu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile sıcak, istikrarlı ve etkili iletişim kurulmalıdır. Çünkü okulun bir çok eksiği, bir çok resmi işi bu kurum tarafından yürütülmektedir. Okulda yapılan tüm çalışmalar İlçe Milli eğitim Müdürlüğü'ne bildirilmeli, önemli tören ve toplantılara Müdür ve Şube Müdürleri davet edilmelidir. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün güven ve desteğini sağlamak bir okul için çok önemlidir.
4. Kaymakamlık : Okul Müdürü, ilçenin en üst düzey yöneticisi olan Kaymakam ile de ilişkilerini sıcak tutmaya, zaman zaman onu ziyaret ederek okulu hakkında bilgilendirmeye çalışmalıdır. Okul ile ilgili bir çok problemin çözümünde Kaymakamın desteği çok önemlidir. Okulun önemli kutlama, tören ve toplantılarına Kaymakam özel olarak davet edilmelidir.
5. Garnizon Komutanlığı : Okul Müdürü Garnizon Komutanlığı ile de iletişim içinde olmalı, askeriyenin okula katacağı artı değeri göz ardı etmemelidir. Ülkemizin bir çok yöresinde askeri birliklerin okullarımıza yaptıkları katkılar, yardımlar yadsınmayacak derecede büyüktür.
6. Belediye : Yerel yönetimlerin okullara bakışları hep sıcak olmuştur. Onların bu sıcak bakışlarını sürdürmek, okulun bir çok problemini çözmek ve desteklerinin sürekliliğini sağlamak için de Belediye Başkanı ile zaman zaman görüşülmeli, ziyaretine gidilmeli, okulun önemli tören ve toplantılarına davet edilmelidir. Okulun doğabilecek su, kanalizasyon, bahçe düzenlemesi gibi bir çok sorununda belediyeden alınacak yardım ve teknik destek bir okul için çok önemlidir. Okul Müdürü, yanına alacağı iki öğretmen ve Okul Aile Birliği üyeleri ile birlikte Belediye Başkanı'na yılda bir kez ziyarete gitmesi, bu desteğin sürekliliğini sağlayacaktır.
7. Emekli Öğretmenler : Okulunuzdan veya diğer okullardan emekli olmuş olup, okul çevresinde oturan Emekli Öğretmenleri asla unutmamalıyız. Okulun açılışında, kapanışında ve diğer toplantı ve törenlere onları davet etmeli, onlara okul havasını zaman zaman yaşatmalı, okulda çalışan öğretmenler ile emekli öğretmenler arasında diyaloglar kurdurmalı, toplumun şekillenmesinde, aydınlanmasında emeği geçmiş bu insanlara unutulmadıklarını anımsatmalıyız.
8. Siyasi Partiler : Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarından siyasi partilerle ilişki okullarımız için çok önemlidir. Devleti siyasi partilerin yönettiğini unutmamalıyız. Siyasi partilerin toplum içinde köklü ve güçlü ilişkileri vardır. Okul Müdürü, her hangi bir siyasi partinin kanadı altına girmeden, tüm partilere eşit uzaklıkta bir iletişim kanalı kurmalı, okulda yapılacak önemli toplantı ve törenlere onları davet etmelidir.
9. Bankalar, 10. Dernekler, 11. Odalar, 12. Kulüpler, 13. Muhtarlar, 14. Resmi daireler, 15. Fabrikalar ve 16. Diğer kuruluşlar : Okul Müdürü, bu kurum ve kuruluşlarla da iletişim kanalları kurmalı, buralara ziyaretlere gitmeli, onları okula davet etmelidir. Bazen bir davetiye, açamadığımız bir çok kapının açılmasına neden olabilecek, okulumuzun çevre ile iletişiminde, çevre tarafından tanınmasında etkili bir referans durumuna gelecektir.

* * * Okullarımız çevre ile sıcak iletişim kurmak için aşağıdaki çalışmalara her öğretim yılında yer vermelidir :
* OKUL DERGİSİ : Her okul mutlaka yılda en az iki defa okul dergisi çıkartmalıdır. Okulda yapılan her türlü çalışmaların yer aldığı, % 90 öğrencilerin emekleriyle meydana gelecek bu okul dergileri yukarıda sıraladığımız tüm kurum ve kuruluşlara gönderilmelidir. Dergide emeği geçen ve adı bulunan öğrencilere, okulun öğretmen ve diğer çalışanlara öncelik tanınarak derginin dağıtımı planlanmalıdır. Çevrede bulunan diğer her kademedeki okullara da bu dergi gönderilmelidir.
* HALK OYUNLARI EKİBİ : Yurdumuzun çeşitli yörelerine ait Halk Oyunları Ekibi okulda kurulmalı, okulun açılışında, kapanışında, resmi bayramlarda ekip okulu temsil etmelidir. Ayrıca çevrede yapılacak açılış ve törenlere ekip gönderilmeli, okulun reklamı canlı olarak yapılmalıdır.
* MEZUNİYET TÖRENİ : Özellikle öğretim yılı sonunda yapılacak bir MEZUNİYET TÖRENİ, mezun olan öğrenciler ve velileri üzerinde unutulmaz etkiler bırakacaktır. Velilerin, çevrenin takdirini toplayacaktır.
* PANEL - TARTIŞMA ve BİLGİ YARIŞMALARI : Öğrencilerin hazırlayıp sundukları bu tür toplantılar, öğrencilerin kendilerini toplum karşısında ifade edebilmeleri açısından çok önemlidir. Bu tür etkinlikler okulun çevresinde bulunan resmi kurumlar ve sivil toplum kuruluşları üzerinde olumlu etkiler yaratmaktadır.
* TURNUVALAR : Bahar aylarında düzenlenecek okul içi - okul dışı turnuvalar, öğrenci, öğretmen ve velilerde sportif etkinlik, başarıya koşma ve ekip ruhunu kazanmanın yanı sıra aidiyetlik duygusunu da geliştirmektedir.
* YIL SONU SERGİSİ : Öğrencilerin el emeklerini anne babalarına bir sergi aracılığı ile göstermeleri onlar için çok önemlidir. Anne- babalar da bu sergilerde çocuklarının çalışmalarını görmekten büyük haz ve mutluluk duyarlar.
* TİYATRO : Yıl sonunda bir tiyatro oyununu sahneye koyması ve bunu protokole ve velilere sunması, izleyiciler üzerinde çok etkili olmaktadır.
* OKULUN AÇILIŞ, KAPANIŞ TÖRENLERİ ve ULUSAL BAYRAMLAR: Her okul buna önem vermeli, yapacağı törenlere yukarıda sıralanan kurum ve kuruluşlar davet edilmelidir. Ulusal Bayramlara okul en yüksek derecede hazırlıklı katılmalı ya da törenler hazırlamalıdır. Bu törenler ve Ulusal Bayram Törenleri okulun, öğrenci ve öğretmenlerin çevre ile kaynaşmasını, çevrenin okulu daha iyi tanımasını sağlayacak ve okula çevrenin her türlü desteğini artıracaktır.

* * * İşte yukarıda sıralanan ve benzer çalışmalarla okul çevresi ile kaynaşır, çevresinin sosyal ve kültürel bir merkezi haline dönüşür. Okul yönetiminin ve öğretmenlerin yaratıcılıkları, bunu daha da geliştirecek, zenginleştirecek ve okulu çevre ile bütünleşecektir.

Benzer Konular

2 Temmuz 2016 / CathLaC Tıp Bilimleri
1 Şubat 2019 / Misafir Sosyoloji
22 Aralık 2011 / fatiht95 Cevaplanmış
14 Ocak 2014 / Misafir Soru-Cevap
26 Nisan 2012 / Tharwat Cevaplanmış