Arama

Sünnet Nedir? Sünnetin Çeşitleri ve Hz. Muhammed'in Sünnetleri

Güncelleme: 15 Kasım 2017 Gösterim: 196.932 Cevap: 6
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
1 Eylül 2008       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Sünnet Nedir? Sünnetin Çeşitleri ve Hz. Muhammed'in Sünnetleri


MsXLabs.org
Ad:  sünnet.jpg
Gösterim: 8144
Boyut:  34.8 KB

Sponsorlu Bağlantılar

Sünnet Nedir?


Sünnet, lûgat mânâsı itibariyle, “gidişat, -iyi ya da kötü- takip edilen yol” demektir. Muhaddîsler, usûlcüler ve fukahâ ıstlahî mânâsı itibariyle sünneti, aşağıdaki ifadelerle tarif etmeye çalışmışlardır:
Muhaddîslere göre sünnet, “Ahkâma ve amele esas teşkil etsin etmesin, yaptıkları ve yapmaktan kaçındıklarıyla Allah Resûlü’nden (sav) -Hanefîler’in nokta-i nazarınca farz, vacib, sünnet, müstehab ve âdâp- bize intikal eden her şeydir.” Yani, Allah Resûlü’nün (sav) şemâilidir, hayat tarzıdır, sîretidir.
Usûlcülerin sünnet anlayışı biraz daha farklıdır. Onlara göre sünnet, “Resûlullah’dan (sav) söz, fiil ve takrir olarak sâdır olan her şeydir.” Yani, Resûlüllah Efendimiz’in (sav) sözleri, davranışları ve ashâbında görüp de menetmediği veya sükûtla tasvip buyurduğu davranışlardır.
Fukahâ ise, sünnete bid’at mukabilinde ve teşrîe, yani farza, vacibe, harama esas teşkil etmesi açısından bakarlar. Bu mânâda sünnet, hadîsle aynı mânâda sayılabilir.
Hadîs, haber vermek ve haber, söz mânâsına bir isimdir. Daha sonraları, Efendimiz’e (sav) nisbet edilen her söz, fiil ve takrire hadîs denmiştir. İbn Hacer, “Şeriat örfünde hadîsten maksat, Efendimiz’e (sav) isnad edilen her şeydir.” der.

Sünnetin Çeşitleri


Bütün bu tariflerden anladığımız hususları şu üç kısma irca’ edebiliriz:

1. Kavlî Sünnet


Sünnet, Allah Resûlü’nün (sav) mübarek sözleridir; yani sünnetin bir bölümünü O’nun nurlu sözleri teşkil eder ki, bunlar, Kur’ân’da yer almayan, fakat bütün fukahâca fıkıh kitaplarına alınıp, pek çok hükme esas kabul edilen O’na ait nurefşan beyanlardır ki, misal olarak şunları zikredebiliriz:
a. Efendimiz (sav), “Varise vasiyet yoktur.” buyururlar. Yani, miras bırakan kimse, kendisine vâris olacak biri için mirasından vasiyette bulunamaz.

b. Yine, usûl-i fıkıhta yer alan bir başka mübarek sözlerinde Efendimiz (sav), “Zarar verme ve zarara zararla mukabele etme yoktur.” buyurmuşlardır. Yani, kimseye zarar verilemeyeceği gibi, birine zarar veren kişiye de zararla mukabele edilemez.

c. Allah Resûlü’nün bir diğer mübarek sözlerinde ise şöyle buyurulmaktadır: “Yağmurların ve akarsuların suladığı arazide öşür (onda bir), hayvanlar ile sulanan arazide öşrün yarısı (yirmide bir) zekât vardır.”

d. “Deniz suyuyla abdest alabilir miyim?” diye soran bir sahâbîsine Allah Resûlü, dünya kadar fetvalara esas teşkil edecek şu mübarek sözüyle karşılık verir: “Onun suyu temiz, ölüsü de helâldir.”

2. Fiilî Sünnet


Rasûl-i Ekrem’in (sav) davranışları ve hareketleriyle ortaya koyduğu sünnetdir ki, bunlarla konulan hükümler, Kur’ân’da sarihen zikredilmemiştir. Meselâ; Kur’ân-ı Kerim’de namaz emredilmiş olduğu ve bazı yerlerinde “rükû edin, secde edin” gibi emirler bulunduğu; hattâ umumi bazı vakitler zikredildiği hâlde, kesin olarak hangi vakitlerde ve kaç defa namaz kılınacağı, namazın nasıl eda edileceği, onun farzları, vacipleri ve nelerin namazı bozduğu açıklanmamıştır. Bütün bu hususlarda, sünneti nazara veren Efendimiz (sav): “Beni, nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, siz de öyle kılın.”5 buyurarak, sünnetin husûsî teşrî’ine işaret etmişlerdir. [Bu noktada, Efendimiz’in namazının önceki ümmetlerin namazı gibi olduğu da asla söylenemez; kaldı ki, bu noktada tek bir kayıt bile yoktur.] Yine, menâsik-i hacc mevzuunda da Efendimiz, “Haccın menasikini benden alın.”6 buyurmuşlardır. Yani, sünnet olmasaydı, nasıl, ne zaman, kaç vakit, kaç rekât namaz kılacağımızı ve nasıl haccedeceğimizi bilemeyecektik.

3. Takrirî Sünnet


Resûlullah (sav), ashâbında gördüğü bazı hoşuna gitmeyen davranışları usûlünce tenkid buyururlardı. Meselâ minbere çıkar ve isim tasrih etmeden, “Cemaate ne oluyor ki, falan şöyle yapıyor?!” diye ikaz ve tembihte bulunurlardı. Bu arada, bazen de gördüğü davranışları menetmez ve sükûtuyla onları tasvip buyururlardı ki, bu da sünnetin takrirî kısmını teşkil etmektedir. Hadîs ve fıkıh kitaplarında bu kısmın misalleri de çoktur.

Peygamber Efendimizin Günlük Hayata Ait Sünnetleri

  • En çok Pazartesi ve Perşembeleri oruç tutardı. Neden böyle yaptığı Pazartesi ve Perşembe Allah'a sunulur.sorulduğunda da şu cevabı verirdi: " Ameller her pazartesi ve perşembe Allah'a ( c.c.) sunulur. Oruçlu iken amelimin Allah'a (c.c.) arz olunmasını severim. Her Müslüman affedilir. Ancak dargın olan kişi müstesna. Cenab-ı Hak meleklere onlar için "bunları geri bırakın" der.
  • Cumartesi ve pazar günleri de umumiyetle oruç tutardı. ve şöyle derdi: " Bu iki gün müşriklerin bayram günleridir. Onlara muhalif olmaktan hoşlanırım.
  • Yüzüğü gümüştendi, yüzüğü akik taşıydı.
  • Gözleri uyurdu lakin kalbi uyumazdı.
  • Ahlakı Kur'an'dı.
  • Umumiyetle cuma günü yıkanırdı, bazen de terk ederdi.
  • Çocuklara karşı çok merhametliydi.
  • Su içtiği zaman 3 defa nefes alır, üç nefeste içerdi ve " Bu daha mutlu, daha afiyetli ve daha sağlıklıdır. " buyurdu.
  • Gece kalktığı zaman ağzını misvaklardı.
  • Son derece merhametliydi. Birisine bir şey vaad ettiği zaman imkanı olduğunda mutlaka o vaadini yerine getirirdi.
  • İçinde su içilen bir cam kasesi vardı.
  • Sukunu uzun, gülmesi azdı.
  • Hizmetçiye söyledikleri sözlerden biri de " Bir ihtiyacın var mı? " idi.
  • Eza veren kötü huyu olmazdı. Birisinin diğeri aleyhine olan sözünü de kabul etmezdi.
  • Kendisine meleklerin gelmesi ve Hz. Cebrail (as) ile konuşması sebebiyle pırasa, sarımsak, soğan gibi şeyler yemezdi.
  • Yaslanarak yemek yemezdi. Arkasından iki kişi yürüyemezdi.
  • Gece ağzına misvak sürmeden kalmazdı.
  • Gusulden sonra abdest almazdı.
  • Tebbessüm etmeden kesinlikle konuşmazdı.
  • Ramazan Bayramında bir şey yemeden camiye çıkmazdı.
  • Kurban Bayramında kurban kesilmeden evvel bir şey yemezdi.
  • Üçten sonra sözü tekrar etmezdi.
  • Gece veya gündüz uyuyup da uyandığı zaman mutlaka misvak kullanırdı.
  • İkram edilen kokuyu geri çevirmezdi.
  • Biad esnasında kadınların elini tutmazdı.
  • Bir yudum su ile dahi olsa iftar etmeden akşam namazını kılmazdı.
  • Gülüşü tebessümlerden ibaretti.
  • Hastayı ancak üç günden sonra ziyaret ederdi.
  • Şu beş şeyi hiçbir zaman yanından ayırmazdı; Ayna, sürme kabı, tarak, misvak ve ustura.
  • Lamba ile kendisine aydınlık yapılmadıkça karanlık evde oturmazdı.
  • Bir yerden kalkarken mutlaka " Subhaneke Allahümme Rabbi vebi hamdike la ilahe illa ente estağfiruke ve etübi ileyke" der ve şöyle buyururdu: " Yerinden kalkarken kim bunu söylerse mutlaka mecliste kendisinden südur eden günahları bağışlanır."
  • Hiçbir şeye hayır demezdi. Kendisinden bir şey istendiği zaman eğer yapmak isterse evet derdi. İstemezse sükut ederdi.
  • Abdestini kendisi alırdı. Kimseden yardım istemezdi. Vereceği sadakayı da bizzat kendi eliyle verirdi, kimseyi bunun için rahatsız etmezdi.
  • Ne yemek ne de başka bir şey O'nu akşam namazından alıkoyamazdı.
  • Dişlerini temizlemeden uyumazdı.
  • Daima misvağı başucunda bulunurdu, öylece uyurdu. Uyanınca hemen onunla dişlerini fırçalardı.
  • Kahkaha ile gülmezdi.
  • Yemeğe suya üfürmezdi. Kabın içinde nefes almazdı.
  • Kendisinden kötü söz işiteceği kimseye yanaşmazdı. (Buhari)
  • Bir vali tayin ettiği zaman ona sarığı kendi eliyle sarıp giyindirirdi. Sarığın kuyruğunu sağ taraftan kulağa doğru sarkıtırdı.
  • Sarığın kuyruğunu sağ taraftan kulağa doğru sarkıtırdı.
  • Yanına çocuklar geldiği zaman onları tebrik eder, güzel karşılar ve onalara dua ederdi.
  • Hurmayı yer ve çekirdeğini tabağa atardı.
  • Buğday ekmeği ile hurma yerdi v " Bunlar pek hoştur. " derdi. (Tayalisi)
  • Üzümü ağzına teker teker koyarak yerdi. (Taberani)
  • Hediye edileni yerdi, sadakayı yemezdi. (İbn-i Said)
  • Üç parmak ile yerdi, onları silmeden iyice yıkardı.
  • Hanımlarından biri yatıp uyumak istedikleri zaman ona 33 kere Subhanallah, 33 kere Elhamdülillah, 33 kere de Allahuekber demesini emrederdi. (Mendi)
  • İnsanları birbirine bağlamak ve sevindirmek için hediyeleşmelerini emrederdi. (İbn-i Asakiri)
  • Güneş tutulduğu zaman kılınan küsuf namazında köle azad edilmesini emrederdi.
  • Nazar değmesinde (hastalanınca) Kalem Suresi 51, 52. ayetlerin okunmasını emrederdi.
  • İnsana ait 7 şeyin gömülmesini emrederdi: Saç, kan, tırnak, diş, pıhtılaşmış kan, perde, hayız kanı. (Hakim)
  • Oruçlu iken iftar edeceği zaman ilkin su ile başalardı. Suyu iki veya üç defada nefes alarak içerdi yani bir defada içmezdi.
  • Yüzüğünü sağ eline takardı. (Müslim)
  • Yüzüğünü sol eline takardı. (Buhari)
  • Yüzüğünü sağ aline takardı sonra sola değiştirirdi. (İbn-i Asakir, Aişe r.a.)
  • Cinlerden ve nazar değmesinden Rabbine sığınırdı. Nihayet Muavvizeteyn nazil olunca onları okumaya başladı. Diğer duaları terk etti. Ani ölümden Allah'a sığınırdı, ölümden önce hastalanmasını isterdi. (Taberani)
  • Her namazdan sonra abdest alırdı. (Buhari)
  • Kurfuaz şeklinde (Dizlerini karnına birleştirerek) otururdu.
  • Başına sarık sarıp ona kuyruk yaparak, iki omuzu arasından sarkıtırdı.
  • Bütün vakitlerde Allah'ı (c.c.) zikrederdi.
  • Gece karanlığında gündüzün ışığında gördüğü gibi görürdü. (Beyhaki)
  • Enine doğru misvak kullanırdı.
  • Sabah namazının sünnetini kıldığı zaman sağ ayağının üzerine yatardı.
  • Aksırınca "Elhamdülillah" derdi. Bunu işiten "Barekallah" derdi. Tekrar Efendimiz: "Yehdina ve Yehdikümullah" derdi.
  • Aksırdığı zaman elini ya da elbisesini ağzına koyardı, sesini alçaltırdı.
  • Ayaktayken öfklendiklerinde hemen otururlardı. Otururken öfkelendiklerinde hemen yatarlardı. Böylece öfkeden teskin olup giderdi.
  • Öğleden önce dört rekatı kaçırdıkları zaman onu farzı müteakiben iki rekattan sonra kılardı.
  • Arkadaşlarından birini üç gün görmediği zaman onu sorarlardı. Eğer gaib (kayıp) ise ona dua ederlerdi.
  • Dualarının daha şümüllü olanını severdi, diğerlerini terkederdi. (Taberani)
  • Tabaklanmış koyun postunda namaz kılmaktan hoşlanırdı. (İbn-i Said)
  • Bahçelerde namaz kılamaktan hoşlanırdı. (Tirmizi)
  • Duasına " Subhane Rabbiyel aliyyül ağlel vehhab " ile başlardo.
  • Açlıktan beline taş bağlardı. (İbn-i Said)
  • Yeşilliğe akan suya bakmaktan hoşlanırdı. (Ebu Nuaym)
  • Ağzı kapanan kaptan hoşlanırdı.
  • Hediyeyi kabul edrdi. Ona karşılık olarak bir şey verirdi. Sadakayı kabul etmezdi. (Taberani)
  • Kıraatini ayetlerin başında dura dura icra ederdi. " Elhamdülillahi Rabbil Alemin" der, sonra durur " Errahmanirrahim" der ve yine dururdu.
  • Cuma günü namaza gitmeden önce bıyıklarını kırpardı, tırnaklarını keserdi.
  • Namazda esnemekten hoşlanmazdı.
  • Dağlamak, yani bir nevi tedavi şeklinden ve sıcak yemekten hoşlanmazdı ve şöyle buyururdu: " Soğuk yiyin çünkü bereketlidir. Dikkat edin sıcak yemekte bereket yoktur. " (Ebu Nuaym)
  • Nübüvvet mührünün görülmesinden hoşlanmazdı.
  • Çok sorulmaktan hoşlanmazdı ve bunu ayıplardı. Ama Hz. Ebubekir (r.a) sorduğunda cevap verirdi ve bundan hoşlanırdı. (Taberani)
  • Yemeği ortasından yemekten hiç hoşlanmazdı.
  • Yürüyüşünden aciz ve tembek olmadığı anlaşılırdı.
  • Secdede bazen kendisinden geçinceye kadar uykuya dalardı. Gözleri uyuyup kalbi uyumadığı için sonra klakıp abdest almaya ihtiyaç duymadan namazını kılardı. (Ahmet bin Hanbel)
  • Son sözü şu olomuştur: " Namazı sakın terk etmeyin. Namazı sakın terk etmeyin, elleriniz altında bulunanlar hakkında Allah (c.c)'tan korkun, adaletle muamele edin. (bu Davut)
BAKINIZ Sünnet Nedir?
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 15 Kasım 2017 01:01
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Master Blue - avatarı
Master Blue
Ziyaretçi
7 Eylül 2008       Mesaj #2
Master Blue - avatarı
Ziyaretçi
Sünnetin Tarifi
Kelime anlamı, izlenen tutum, tavır ve yol demektir. Tek başına "Peygamberlerin sünneti" dendiği zaman, Peygamberin takındığı tavır ve hayat biçimi, yani tümüyle İslâm anlaşılır. Farz ve vacip olmayan anlamında kullanıldığı zaman; Allah'ın yada Elçisinin emri olmakla beraber, kesinkes istenmediğini gösteren başka deliller bulunan, yada Peygamberimizin zaman zaman terk ettiği halde, çoğunlukla yaptığı ibadet ve davranışları demektir. Kur'ân olmayan anlamında kullanıldığında ise Peygamberimizin sözleri, eylemleri yani fiilleri ve kendisi yapmadığı halde olumlu karşıladığı davranışlar akla gelir. Peygamberimizin çoğu zaman yaptıkları ve farz olmadığını bildirdiği halde, ısrarla yapılmasını istedikleri şeyler, kuvvetli, yani "müekkede" sünnet, çoğu zaman terk ettikleri ise, az kuvvetli, yani "gayr-i müekkede" sünnet olur. Meselâ, misvakla ağız temizliği, namazları cemaatle kılma, sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri kuvvetli sünnetlerdir. İkindi ve yatsı namazlarının sünnetleri ise az kuvvetli sünnetlerdir. Sünnetleri yapan, fazlalık sevap kazanır ve Kıyamet gününde Peygamberimizin şefaatine daha büyük ihtimalle kavuşur. Özürsüz terk edenler ise günahkâr olmasalar bile, asık bir çehreyle karşılanırlar. Sünnetler; gazetelerde çıkan süreli kuponlar yanında yayınlanan, yedek kuponlar gibidirler. Birçok faydaları yanında, farz ibadetlerin eksik yanlarını da tamamlamış olurlar. Ancak farz borcu olanlar, kıldıkları sünnetleri onların yerine sayamazlar. İlk anlamı ile sünneti inkâr eden ve Allah Resûlü'nün yolundan başka yol tutan ve meselâ, biz filancanın yolundan başka yol tanımıyoruz diyenlerin, İslâm âlimleri,.kâfir olacaklarını söylerler.
Sponsorlu Bağlantılar

Günlük Hayatta Sünneti Seniyye
1. Hayırlı işlerde sağı, adi işlerde solu kullanmak.
2. Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak.
3. Yemeğe besmele ile başlamak, Allah’ın sonsuz ikram ve nimetlerini tefekkür ederek yemek, sonunda da hamd etmek.
4. Yemekte tabağın kendi önümüze gelen tarafından yemek.
5. Yerde bir sofra bezinin üstünde yemek. İhtiyaç olduğu takdirde masada da yenilebilir.
6. Yemeğe sofradakiler ile beraber başlamak.
7. Acıkmadıkça yememek, tam doymadan yemeği bırakmak.
8. Tabağa az yemek koydurtup artık bırakmamak.
9. Sofrada sağ dizi dikip, sol dizi yere yatırmak.
10. Saf ipek ve saf altın ümmet-i Muhammed’in erkeklerine haram kılınmıştır.
11. Selamı yaymak. Selam, kelamdan önce gelir.
12. Eve girince ilk söz ev halkına selam vermek olmalıdır.
13. Selamla birlikte samimiyetle, tebessüm ederek musafahada bulunmak.
14. Musafaha ile birlikte, hürmet, samimiyet ve şefkate vesile olan kucaklaşmalar yapılabilir. Süfli hisleri uyandıracak sarılmalar caiz değildir.
15. Musafahada önce eli uzatan çekmelidir. Biz çekersek buluşmadan memnuniyetsizlik manası çıkabilir.
16. İlmiyle amil din adamları ile adil devlet başkanlarının eli öpülür, beşeri hisleri yok olmuş yaşlı hanımlara selam verilebilir, gerekirse eli de öpülebilir. Yeter ki fitneye sebep olmasın.
17. Hediyeleşmek ve gelen hediyeye aynıyla veya daha güzeliyle karşılık vermek.
18. Az gülmek, gülünce kahkaha ile değil, tebessüm ederek gülmek. Mütebessim olmak.
19. Çoğu zaman susmak, tefekkür etmek, ihtiyaç olunca konuşmak.
20. Tane tane, orta bir ses tonuyla konuşmak. Çok mühim şeyleri üç defa tekrar etmek.
21. Konuşmaya Allah’ın adıyla başlamak ve Allah’ın adıyla bitirmek.
22. Nefsi ve dünyalık bir şey için öfkelenmemek. Bir hak zayi olduğunda ve uhrevi meselelerde, Allah ve din hakkı için öfkelenmek.
23. Doğru sözle şaka ve mizah yapmak.
24. Boş işler (malayani) ile iştigal etmemek.
25. Uyku için yatınca önce sağ tarafına yatmak, sağ yanağını sağ avucunun içine koymak ve o günün muhasebesini yapmak.
26. Yüzükoyun yatmamak.
27. Yatağa girdiğinde avuçları açık olarak birleştirerek İhlas, Felak ve Nas surelerini okuyup avucunun içine üfleyip sonra bütün vücudunu sıvazlamak, bunu üç defa tekrarlamak.
28. Beyaz giymek.
29. Mest giymek.
30. Ayakkabı giyerken önce sağdan başlamak, çıkarırken de önce soldan çıkarmak.
31. Takke ve sarıkla başı kapatıp namazı öyle kılmak.
32. Soğan ve sarımsak kokusuyla mescid ve meclislere yaklaşmamak.
33. Üzerinde kudsi kelimeler ve ayetler yazılı eşya ile tuvalet ve pis yerlere girmemek.
34. Misafire elinde bulunandan ikramda bulunmak. Misafir ve ziyaretçileri temiz bir kılık kıyafetle karşılamalı.
35. Aksırınca sesi az yükseltip, “Elhamdülillah” demek. Böyle diyene de “Yerhamükellah” demek. Bize dediklerinde “Yehdina ve yehdikümüllah” diye cevap vermek. Bu üçe kadar böyle mukabele şeklinde devam edebilir. Üç defadan fazla aksıran olursa, nezleden aksırmıştır ve mukabele gerekmez.
36. Esnemeyi mümkün olduğu kadar gizlemek. Ağzı elle kapayarak gidermeye gayret etmek. Namazda iken esneme gelirse, ayakta ise sağ elin, diğer hallerde ise sol elin tersi ile ağzı kapatmak münasip olur.
37. Davete icabet ve hediyeyi kabul etmek.
38. Kapıyı üç defa vurmak, cevap verilmezse geri dönüp gitmek. “Kim o?” diye sorulduğunda, “Benim.” dememek, kendimizi açık bir şekilde tanıtmak, maksadımızı belirtmek. Kapının tam karşısında durup içeriyi gözleme durumunda bulunmamak. Biraz kenarda durarak, ailedeki mahremiyeti görmekten içtinap etmek.
39. Ayakta bevletmemek. Tuvalette idrar saçıntısından, korunmak. Hadiste kabir azabının çoğunun idrar saçıntısından ileri geldiği bildirilmiştir. Tuvalete ihtiyaç için oturduğu vakit ön ve arkanın kıbleye karşı dönük olmaması gerekir.40. Banyo yapılan yere bevletmemek. Çünkü vesvesenin çoğu bundandır.
41. İnsanların istifade ettiği gölgeliklere, yol ve yol kenarlarına, çeşme ve pınarlara bevletmemek, pisletmemek ve de tükürmemek. Hadiste, bunu yapanların lanetlenmesinden korkulacağı bildirilmiştir.
42. Kasık ve koltuk altı temizliğine titizlik göstermek. Buralardan ayrılan parçalar temizken ayrılmasına da dikkat etmeli ve cünüp iken buraları tıraş etmemelidir. Bu tür temizlik caiz olsa da sünnete uygun değildir.
43. Büyük ve umumi banyolarda tesettürle yıkanmalı, peştamal kullanılmalı.
44. Mümkünse her abdest alışta misvak (fırça) kullanmak.
Diyanet İşleri Başkanlığının neşrettiği misvak hadisi tercümesinde şöyle bir hüküm mevcuttur: “Misvaktan kasıt dişlerin temizlenmesi, ağız içindeki kötü kokunun giderilmesi ve mikropların yok edilmesidir. Bunu temin eden Erek ağacından başka fırçalar da varsa, o da misvak yerini tutar.”
45. Emin ve muttaki insanlarla istişare etmek, neticedeki karara tevekkülle uymak.
46. Cömertlik. “Cömert Allah’a yakın, cimri ise Allah’a uzaktır. Cömertlik kökü cennette olan bir ağacın dünyaya sarkmış dalıdır. Kim o dala tutunursa o dal onu cennete çeker.”
47. Çok tefekkür etmek. “Tefekkür gafleti izale eder. Ölümü tefekkür etmek fani lezzetleri acılaştırır. Eşyanın üzerindeki fena damgasını gösterir.”
48. Borçlanmalarda durumu yazıyla veya bir şahitle tevsik etmek. Böyle bir tedbir asla itimatsızlık sayılmaz. Anlaşmalarda değişik tevil ve tefsirlere yol açacak boşluklar bırakılmamalıdır. Durumu net olarak tespit etmek lazımdır.
49. Bir yakını vefat eden Müslüman kardeşini teselli ederek taziyede bulunmak. “Allah merhuma rahmet etsin.” şeklinde dua yapılır. Taziye ziyareti vasati üç gün içinde yapılır. Üç günden sonraki ziyaretlerde vefatı hatırlatıp hüznü deşmek uygun olmaz. Evinden cenaze çıkan kimseler üzüntüden dolayı yemek hazırlayıp sofra kuramazlar. Bunun için vefalı komşular bir müddet bu eve yemek getirirler. Böylece hüzünlerine ortak olduklarını fiilen göstermiş olurlar. Cenaze sahibi üç gün kendisine kolayca erişilebilecek bir ortam hazırlar ve böylece kardeşlerinin taziyede bulunabilmelerine imkan tanınmış olur
50. Ölmüş kimseleri hayırla yad etmek.
51. Mevtanın ardından yüksek sesle ve çırpınarak, saç baş yolarak ağlamamak. Böyle yapmak kadere itiraz ve Cenabı Hakkın takdirini itham etmek olur. Ayrıca bu mevtaya iyilik değil azaba vesile olur.
52. Sekerat halindeki hastalara “La ilahe illallah, Muhammedün rasulullah.” şeklinde telkinde bulunmak. Hastanın dudaklarını temiz ve ıslak bir bezle sulandırıp kurumamasını sağlamak. Ölüm vaki olup son nefes verilince, okumalar durdurulur ve cenazenin uzağında devam edilebilir. Çenesinin açık kalmaması için mendil ve benzeri şeylerle başa bağlanır. Gözleri açık ise kapatılır.
53. Kabirleri ziyaret etmek. Gafleti dağıtır ve uhrevi tefekküre vesile olur. Kabristanın kapısına yaklaşınca, kabir halkına gizlice selam verilir. “Ey kabir sakinleri, esselamu aleyküm. Sizler bizden önce geldiniz, bizler de sizleri takip edeceğiz. Size Allah’tan af ve mağfiret dileriz.” Şeklinde selam ifade edilebilir. Sonra ziyaret edilecek merhumun ayakucu tarafından yaklaşılır. Yüzüne müteveccihen veya kıbleye karşı durulur. Kur’an ve dualar okunabilir. Ziyaret esnasında mezarları çiğnemek mekruhtur. Şayet geçip gitmek için başka müsait yol yoksa, merhuma sevap hediye edilerek, geçilebilir. Mezar üzerindeki yeşillikler yolunmaz, bilakis çiçekler ekilir. Kurumuş otlar ayıklanır.
54. Hasta akraba, dost ve arkadaşları ziyaret etmek. Onlara teselli ve ümit vermek. Ziyareti uzun tutmamak. Hastanın hoşa gitmeyecek hallerini başka yerde anlatmamak.
55. Sıla-i rahimde bulunmak. “Akrabayla alakayı kesen bir kimsenin bulunduğu meclise Allah’ın rahmeti inmez.”
56. Zemzem suyunu hürmeten ayakta ve kıbleye karşı dönerek içmek.
57. Anne-babaya itaat etmek, onlara ihsanda bulunmak, kalplerini kırmamak ve hayır dualarını almak.
Sünneti Müekkede
Hz. Peygamber (s.a.s)'in devamlı olarak işleyip nadiren terkettiği; farz ve vacib olmayan amelleri. Buna Sünnet-i hüdâ adı da verilir (Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta'rifât, Beyrut 1403/1983, s. 122; Damad, Mecme'ul-enhur, İstanbul 1328, I, 12; İbn Abidin, Reddü'l Muhtar Kahire 1272-1324, I, 70). Fukahâ'dan bazıları ise sünnet-i müekkede'yi Hz. Peygamber (s.a.s)'in terketmeksizin yaptığı ameller olarak anlamışlardır (İbn Nüceym, el-Bahru'r-Raik, Kahire 1311, I, 17-18). Sünnet-i müekkedeleri yerine getirme dini hayatı kemale erdirmeyi ifade eder (Seyyid Şerif el-Cürcânî, a.g.e., s. 122).
Zira bu tür sünnetler farz ibadetlerde yapılması ihtimal dahilinde olan kusurları telâfi için meşru kılınmışlardır (İbn Âbidîn, a.g.e., I,191). Bu sebeple sünneti müekkedeleri terketmek dinle alay kabul edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) "sünnetimi terkeden şefaatime nail olamaz" buyurmuştur. Buna göre sünnet-i müekkedeleri terketmek harama yakındır ve Hz. Peygamberin şefaatinden mahrum kalma neticesini doğurur. Ancak buradaki terkten maksat özürsüz olarak sünnet olan fiili işlememekte ısrar etmektir. Mesela bir kimsenin abdest azalarını bir defa yıkamakla yetinip bunu âdet haline getirmesi böyledir ve bunu yapan günahkar olur (İbn Abidin, a.g.e., I, 70-71). Sünnet-i müekkedeleri yerine getiren kişi ise sevap kazanır (Cürcânî, a.ge., s. 122). Meselâ sabah namazının farzından önce iki rekat, öğle namazının farzından önce dört rekat, sonra iki rekat, akşam namazının farzından sonraki iki rekat ile yatsı namazının farzından sonra kılınan iki rekatlık namazlar sünnet-i müekkede'ye örnektir (el-Mevsılî, el-İhtiyâr, İstanbul 1987, 465; Alaüddin el-Haskefî, ed-Dürrül-Müntekâ (Mecma'ul-enhur kenarında) I,130).

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s) günde belirtilen bu on iki rekat sünneti kılmaya devam eden kişiye Allah Teala'nın cennette bir köşk bina edeceğini haber vermektedir (Tirmizî, Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-leyl, 66; İbn Mâce, İkâmet, 100). Ayrıca cemaatle namaz kılmakta sünnet-i müekkededir. Özürsüz olarak cemaati terketmeyi Hz. Peygamber'in hoş karşılamadığı nakledilmiştir (el-Mevsılî, a.g.e., I, 57; Damad a.g.e., I,107). Bunlardan başka Necaset olduğu zannedilen ellerin yıkanması (İbn Abidin, a.g.e., I, 75). Abdest alırken misvak kullanmak (a.g.e., I, 77); yine abdest alırken ağız ve burnu iyice yıkamak (a.g.e., I, 79); Parmakları hilallemek (a.g.e., I, 80); Abdest alırken, abdest azalarını üç defa yıkamak (a.g.e., I, 80); Ezanı yüksekçe bir yerde okumak (a.g.e., I, 257) sünnet-i müekkede'nin örneklerindendir.


Sünnet-i Gayri Müekkede
Hz. Peygamber (s.a.s)'in bazen yapıp bazen de terkettiği ameller. Bu gruba giren sünnetleri yerine getirmek sevap kazandırır. Terkeden ise ceza, kınama ve azarlamaya müstahak olmaz (Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta'rifât, Beyrut 1403/1983, s. 122; İbn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, Kahire 1311, I, 17-18). Yatsı namazı ve ikindi namazlarının ilk sünnetleri sünnet-i gayr-ı müekkede dir. Hz. Peygamber (s.a.s)'in giyinişi, oturup kalkması, taranması ve ayakkabı giymesi vb. hareket ve tavırlarını ifade eden sünnet-i zevaidlerde bu gruba girer (İbn Âbidin, Reddül-Muhtâr, Kahire 1272-1324, I, 321).



Saffet KÖSE

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen ThinkerBeLL; 6 Temmuz 2011 13:35
Master Blue - avatarı
Master Blue
Ziyaretçi
7 Eylül 2008       Mesaj #3
Master Blue - avatarı
Ziyaretçi
Kur'an'da Peygamberimizin Sünnetine Uyma ile ilgili Ayetler

Haşr, 59/7
مَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاءِ مِنْكُمْ وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
7. Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.

Ahzab, 33/21
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
21. Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.

Nisâ, 4/59
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا
59. Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.

Nisâ, 64-65
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا
64. Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
65. Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.

Nisâ, 69-70
وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُوْلَئِكَ رَفِيقًا
ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنْ اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ عَلِيمًا
69. Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!

Nur, 24/54
54. De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır.

Cum’a, 62/2
وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
2. Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.

Al-i İmrân, 31-32
قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
32. De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.

Şûrâ, 42/52-53
جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِي بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
52. İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.
صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ
53. (O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah'a döner.

Enfal, 8/20, 46
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنْتُمْ تَسْمَعُونَ
20. Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin.
وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُوا إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
46. Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Sahâbe-i Kirâmın Sünnete İttibâda Gösterdiği Hassasiyet

Kur’ân-ı Kerim, nasıl Efendimiz’in risaleti ve sunduğu mesaj mevzûunda hassasiyet gösteriyor, sahâbe-i kirâm da, aynı şekilde O’ndan gelen her şeyi kemâl-i hassasiyetle kabulleniyor, korumaya alıyor ve neşrediyorlardı. Ne Efendimiz’in (s.a.s.) getirdiği esâsâta muhalif bir şey ortaya koymayı düşünüyor, ne de O’na muhalif bir beyanda bulunmayı akıllarının köşesinden geçiriyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm’in tabiriyle, O’ndan gelen her şeyi “içiyor” gibi alıyor ve belliyorlardı. Evet, onların ruhuna hakikat sevgisi, hakikatin yeryüzündeki tek temsilcisi Hz. Muhammed (s.a.s.) sevgisi içirilmişti. Dolayısıyla, sünnet mevzuunda çok titizdiler. Nasıl titiz olmasınlar ki, Kur’ân-ı Kerim, meseleyi bir iman mevzuu olarak ele alıyor ve: “Hayır hayır; Rabbine andolsun ki, aralarında anlaşmazlığa bâdî mes’elelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan ve tam bir teslimiyetle sana teslim olmadan iman etmiş olmazlar.” (Nisâ/4:65) buyuruyordu.
Bir gün Hz. Ömer (r.a.), el parmaklarının diyeti mevzuunda içtihadda bulunmuştu. Sahâbeden biri ona itiraz edip: “Ey Mü’minlerin Emîri! Ben Resûl-i Ekrem’den (s.a.s.) duydum, buyurdular ki: Bir elin beş parmağı, iki elin on parmağı, el için kararlaştırılan diyet ne ise onu eşit olarak bölüşürler. İki el tam bir diyet, bir el de onun yarısıysa, tek tek her parmağa on deve düşer.” Hz. Ömer, beyninden vurulmuşa döndü ve: “Ey Hattaboğlu! Resûl-i Ekrem’in eserinin olduğu yerde, sen nasıl içtihad edersin?” dedi.26 Evet sünnet, sünnet insanında kendisini bütün ağırlıyla hissettiriyordu.
Sahâbenin fakirlerinden Abdullah İbn Sa’dî naklediyor: “Hz. Ömer ganimetlerden bana bir pay ayırdı. Ben: “Ey Emîre’l-Mü’minin, beni bu mevzûda zorlama.” dedim. Bana dedi ki: “Vallahi, ben de senin gibiydim. Bir defasında, Allah Resûlü (s.a.s.), bana bir şey vermek istediğinde istiğnâ gösterdim. Buyurdular ki: ‘Al bunu, mal edin kendine, istersen tasadduk edersin. Sen istemeden, beklemeden, dileyip dilenmeden sana bu dünya malından gelirse al, bunda beis yoktur’. Ben, sana Resûlüllah’ın sözünü tekrar ediyorum. O'nun, hakkımızda bu mevzuda verdiği hüküm budur.”
Hz. Ali (r.a.), Meysere İbn Yakub’un rivâyetine göre, Kûfe’deyken bir defasında ayakta su içti. Meysere: “Ayakta su mu içiyorsun?” diye sorunca da şu cevabı verdi: “Ayakta içmişsem Resûlüllah’ı (s.a.s.) ayakta içerken gördüğümdendir; otururken içersem, Resûlüllah’ın oturarak içtiğini gördüğümdendir.”
Ebû Ubeyde (r.a.) başkumandanken, Amvâs’ta İslâm ordusuna veba musallat oldu. Hz. Ömer, Amvâs’a kadar gelmiş ve vefakâr dostu Ebû Ubeyde’yi ziyaret etmek istemiş ama, salgın vebadan dolayı Amvâs’a girmesi uygun görülmemişti. Görülmemişti ama, askerlerini ve hele Ebû Ubeyde’yi görmeden oradan ayrılmayı hazmedemiyordu. O, bu düşünceler içindeyken, Abdurrahman İbn Avf geldi ve: “Yâ Emîre’l-Mü’minîn, ben Resûlüllah’tan şunu işittim, buyurdular ki: ‘Bir yerde vebâ çıktığını duyarsanız, oraya adımınızı atmayın; bulunduğunuz yerde vebâ başgösterirse, o zaman oradan çıkmayın.” Hz. Ömer Efendimiz (r.a.), sünnet hatırına vefakâr dostunu göremeyerek, içi yana yana bulunduğu yerden geri döndü.

Sahâbe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık

İslâm dininin Kur'ân-ı Kerîm'den sonra ikinci kaynağı olan Sünnet, özellikleri ve uygulamaya yönelik temel görevi dolayısıyla Müslümanlar açısından vazgeçilmez bir niteliğe sahiptir. Bu sebeple ilk dönemlerden günümüze dek İslâm'ın yorumlanması ve yaşanması sünnet verilerine dayalı olarak yürütüle gelmiştir.
Sadece Kur'ân'a tâbi olduklarını iddia edip Resûlullah'ın (s.a.s.) sünnetinden yüz çeviren kişi ve gruplar dün olduğu gibi günümüzde de görülebilmektedir. Toplumda sünnetin büyük bir kısmından şüphe edilmesine sebep olan bu tür iddiaların, günümüz gerçekleri de dikkate alınarak bilimsel yollarla değerlendirilmesi, hizmet vâdeden faydalı çalışmalardır. Esasen İslâm'ı kendi din, mezhep, düşünce ve tercihlerine benzetme girişimlerinin görüldüğü her dönemde İslâm âlimlerinin, sünneti esas alan çalışmalara yöneldiği târihî bir gerçektir. Günümüzün yoğun şekilde yaşadığı kültürler arası mücadele ortamında, İslâm kültürünün kendi özellikleri içinde kalabilmesi ve Müslümanların ondan bu kapsamda yararlanabilmesi "Sünnet"in ve "Sünnete Bağlılık" meselesinin yeniden tetkikini zorunlu hâle getirmiştir.

Sünnete Bağlılık Kavramı
İ'tisâm bi's-Sünne (Sünnete Bağlılık), bir hadîs usûlü terimi olmamakla birlikte Hz. Peygamber'in onu terkib olarak değilse de kavram olarak kullanmış olması2 ve zamanla hadîs edebiyatında bölüm veya bâb (alt başlık) adı olarak yerini almış bulunması bu terkibi incelemeyi gerekli kılmıştır. Dolayısıyla i'tisâmın nitelik ve fiil olarak incelenmesi, gerek pratik dînî hayata ve kültüre gerekse İslâmî kimlik ve kişiliğe katkılar vâdeden bir mesâî alanıdır.
"Sünnete Bağlılık", İslâmî literatürde "el-İ'tisâm bi's- Sünne" şeklinde ifade edilir. Kavramların anlam çerçevesinin mümkün olduğunca açık bir şekilde tesbiti için öncelikle o kavramın dil yönünün belirlenmesine ihtiyaç vardır. Bizim araştırma konumuz da bu ihtiyacın pek derinden hissedildiği bir mevzudur. Zira i'tisâm bi's-Sünne meselesi son zamanlarda sünnet ile birlikte yoğun şekilde tartışılmaktadır. Bu gelişme dikkate alınarak belli bir ilmî berraklığa ulaşabilmek maksadıyla el-İ'tisâm bi's-Sünne tâbirinin -söyleyiş yönünden- birinci kelimesi olan i'tisâm kavramının lügat ve terim anlamları değerlendirilecektir. Konunun incelenmesi esnasında Kur'ân ve sünnetten misâller verilmeye özen gösterilecek, i'tisâm'ın ilk dönemdeki kullanılışı ortaya konulmaya çalışılacaktır.

İ'tisâm Kelimesinin Anlamları
İ'tisâm kelimesinin kökü olan "asm", el ile yapışıp bırakmayacak şekilde tutmak, tutunmak, yakalamak, kavramak, sığınmak, iltica etmek,3 korumak,4 eksik bırakmadan tüm yönleriyle korumak5 mânâlarına gelir. Nitekim bu anlam, "Allah, seni insanlardan koruyacaktır" (Mâide 5/67) meâlindeki âyette açıkça görülmektedir. "Namaz kılan, zekât veren benden canını ve malını korumuş olur"6, "Allah'ım, benim için koruyucu kıldığın dinimi ıslâh et" ve "Kur'ân, ona sarılan için koruyucudur" hadîslerinde görüldüğü üzere kelime "maddî" ve "mânevî" şeylerden koruma ve korunma anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca asame kelimesinin kurtarıcı, (görüşünde) isâbetli olmak10 ve kifâyet mânâları vardır. "İ'tisâm"la aynı kökten olan bazı kelimelerin mânâlarına da işaret etmek, kelimenin anlamının açıklanmasına faydalı olacaktır. Meselâ, ismet kelimesinin kurtuluş yolu, hayırda sebat ve sağlam, doğru, insanların i'tisâm ettikleri kuvvetli iş mânâlarında olduğunu tesbit etmekteyiz. Yine i'tisâm ile aynı kökten olan isti'sâm kelimesi ise genellikle sakınma ve kaçınma anlamında kullanılmaktadır. "Ben onun nefsinden murâd almak istedim, fakat o, bundan şiddetle sakındı" (Yûsuf12/32) meâlindeki âyette, isti'sâmın, kaçınma, açık bir sakınma ve sıkı korunmayı ifâde ettiği görülmektedir.
"İ'tisâm" kelimesine gelince, kelimenin sarılmak, bağlanmak, yapışmak, sığınmak, güvenmek, dayanmak, güç almak, kuvvetlenmek, yardım istemek, korunmak, kaçınmak anlamları bulunmaktadır. Bu anlamların tümü, aslında i'tisâm bi's-Sünne terkibinin mânâsı ile uyum içindedir.
İ'tisâm kelimesinin, kullanılışı ve anlamları konusunda âyet ve hadîslerdeki örnekleri, söylenilenleri te'kid edici önemi hâizdir. Bu sebeple biz, kök anlamlarıyla terkib anlamı arasındaki ilişkiyi ve uyumu, âyet ve hadîslerden misâller vererek delillendirmek istiyoruz.
Kur'ân-ı Kerîm'de i'tisâm kelimesi, pek fazla kullanılmamıştır. Ancak "Kim Allah'a bağlanırsa (i'tisâm ederse) kesinlikle doğru yola iletilmiştir" (Âl-i İmrân 3/101) ve "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın (i'tisâm edin), bölünmeyin" (Âl-i İmrân 3/103) meâlindeki âyetlerde görüldüğü gibi sarılmak, bağlanmak anlamında kullanılmıştır.
Peygamber Efendimiz'in Veda Haccı'nda söylediği "Size, sarıldığınız (i'tisâm ettiğiniz) takdirde asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım. Allah'ın Kitabı ve Nebîsi'nin sünneti" hadîsi, 'Sünnete i'tisâm'dan bahseden en meşhur nasstır. Buna göre "İ'tisâm bi's-Sünne" terkibi, bu söylenişiyle yani terkib şeklinde değilse bile öz ve kavram olarak Hz. Peygamber tarafından ortaya konulmuştur. Hadîs aynı zamanda, hem i'tisâm kelimesinin kullanılışına delil olmakta hem de Kur'ân-ı Kerîm yanında sünnete sarılmanın gerektiğini belirtmektedir. Bunun dışında "Allah'a inandım, Allah'a sarıldım (i'tisâm ettim)" ve "Allah Teâlâ, sizin Allah'ın ipine sarılmanızdan (i'tisâm etmenizden) râzı olur" hadîslerinde de i'tisâm kelimesi, âyetlerde olduğu gibi Allah'a "sarılmak" anlamında kullanılmıştır.
Tâbiîn âlimlerinden İmam Zührî'nin (v. 124/741) "Geçmiş âlimlerimiz 'Sünnete sarılmak (Sünnete i'tisâm) kurtuluştur' derdi" sözü ise, "i'tisam bi's-Sünne" terkibinin, sahâbîler tarafından kullanıldığına delil olmaktadır.
Kelimenin kök mânâları ve kullanımlarından "i'tisâm" kelimesinin, sünnetin hiçbir şekilde ihmal edilmeyip ona sımsıkı sarılmak anlamını taşıdığı, bu sebeple son derece bilinçli bir seçim ve ifadelendirme olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda i'tisâm kelimesinin aslında olumluluk, doğru olma, doğruyu bulma mânâsı bulunmaktadır. Kelimenin mânâlarından hareketle sünnetin koruyucu olduğu sonucuna gidilebilir. Yine kelimenin kifâyet mânâsı, sünnetle yetinmek, sünnete uygun olmayan düşünce ve davranışlardan yine sünnetle korunmak anlamında sünnetin yeterli ve koruyucu oluşuyla paralellik göstermektedir. Korunmak mânâsı bile sünnet dışı olan şeylerden sünnetle korunmak, sünnette olmayandan kaçmak anlamlarında i'tisâm bi's-Sünne terkibiyle uyuşmaktadır. "İ'tisâm"ın, bir şeyden ayrılıp başka bir şeye sıkıca bağlanmak mânâsına gelmesi de başka şeyleri bırakıp sünnete bağlanmayı anlatması bakımından önemlidir. Âyet ve hadîslerde Allah'a, Kur'ân'a, sünnete yönelik bir fiil olarak kullanılan i'tisâm kelimesi, çok özel ve yüksek bağlılık kavramının ifadesi olmaktadır.

İ'tisâmın Tahlili
"İ'tisâm"ın, Müslümanlar arasında itibar kaynağı olan bir fiil olduğunu söylemek gerekir. Resûlullah'ta (s.a.s.) güzel bir örnek olduğunu belirten "Hakikaten Allah'ın Resûlü'nde sizler için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır." âyetiyle (Ahzâb 33/21) ve Hz. Peygamber'in de kendisini "Bende sizin için örnek yok mu?" sözleriyle misâl göstermesi, Müslümanların Hz. Peygamber'in yoluna uymaları, O'nun edebiyle edeplenmeleri emridir, isteğidir. Bu âyet ve hadîslerin zikredilmiş olması, aynı zamanda Hz. Peygamber'e benzemenin ne derece önemli olduğunun göstergesidir.
İ'tisâm, her şeyden önce imanla ilgilidir. Sünnete uymak, sünneti yaşamak için Hz. Peygamber'e ve O'nun yoluna inanmak gerekir. Bundan sonra "i'tisâm"ın bir "fiil/eylem" olduğu dikkate alınmalıdır. Nitekim etbâu't-tâbiînin âbid ve zâhidlerinden Abbâd b. Abbâd el-Havvâs, "sünnetle amel etmeyip, sadece sözle benimsemekle yetinmeyin. Zira sünneti amel etmeksizin benimsemek, ilmi zâyi etmenin yanında yalan söylemektir" diyerek, hayata geçirmedikten sonra sünneti bilmenin bir şey ifâde etmediğine işaret etmiştir.
Bu doğrultuda, sünnete uymak, sünneti uygulamak yanında sünnete aykırı davranışta bulunmamak da i'tisâm sayılmıştır. İbâdetleri, sünnete uygun olarak yerine getirmek, başlı başına "Sünnete Bağlılık" anlamına gelmekte, amellerin sünnetteki şekliyle yetinme, sünnet dışına çıkmama i'tisâm kavramının içinde yer almaktadır. Buna göre i'tisâm fiili, sünnetteki uygulamayı tatbik etmekten ibaret olmaktadır.
İslâm Dini'nin getirdiği büyük nizam, sünnetle hayata geçirilmiştir. Birçok yönü olan bu sistemde Hz. Peygamber'e uymak, O'na (s.a.s.) benzemeye çalışmak zor ve ferdî hürriyeti kısıtlama gibi görülebilir. Hatta "sünnete ittibâ, sonuçta insânî faaliyet hürriyetine ve cemiyetin tekâmülüne tecâvüz hâlini alır" iddiasında bile bulunulabilir. Bu gibi bir iddia, ya İslâmiyet'i iyice bilmemekten kaynaklanmış olabilir, ya da kötü bir niyetin ürünüdür. Sünneti, hayatın dışında gören bu anlayış, sünneti ferde ve topluma zararlı hatta bir yük olarak kabul eder. Halbuki sünnet, Müslümanın hayatının kendisidir. Bir peygamberin yaşama biçiminin ise kimseye zararlı olmayacağı âşikârdır. Bunun şuurunda olan sahâbîler, arzularının ve buna bağlı olarak da fiillerinin Hz. Peygamber'e uygun olmasını esaret değil, gerçek hürriyet sayıyorlardı. Çünkü İslâmiyet hevâyı bırakıp hakka uymayı emretmiştir. Sünnet de hak olduğuna göre sünnete bağlılık insan hayatını sınırlayıcı değil, düzenleyicidir. Bir biçimde yaşaması gereken insan, benzeyeceği insanlar arasında seçim yapacaktır. Kur'ân'ın insanlara örnek olarak gösterdiği Peygamber (s.a.s.) gibi yaşamak, O'na (s.a.s.) benzemek; hürriyetleri kısıtlamak değil, aksine nefsin, diğer insan ve nizamların egemenliğinden kurtulması demektir.
İ'tisâm, bütün yönleriyle sarılmak, bağlanmak mânâsında olunca "Sünnete sarılma"nın aşırılıkla ilgisi olup olmadığı söz konusu olabilir. Halbuki İslâmiyet, itidâl dinidir. Dinde aşırılık kapısı kapatılmıştır. Hz. Peygamber, güç de olsa sürekli istikâmet üzere olmayı tavsiye etmiştir. O (s.a.s.), amellerde itidâlin elden bırakılmaması; konulmuş olan şer'î sınırlar aşılarak, usanç verecek, dinde karışıklık doğuracak, tabiî ihtiyaçların karşılanması için gerekli faaliyetleri engelleyecek bir davranışa girilmemesi uyarısında bulunmuştur. Hz. Peygamber'in kendi davranışları ve sahâbîlere yaptığı uyarılarından anlaşıldığına göre, arzu edilen, itidâl, yani orta yoldur. Bu tutum, aynı zamanda "sünnetin itidalden ibaret olduğu" mesajını vermektir. Zaten din, tabiî olanı emreder. Bu itibarla i'tisâm bi's-sünne, İslâm'ı mutedil bir çizgide yaşamak demektir. Asla aşırılık anlamı taşımamaktadır. Çünkü sünnet, hayatı Müslümanca yaşama biçimidir. Hz. Peygamber kendi yaptığından daha fazlasına rıza göstermemiş, ömür boyu sünnet üzere yaşamanın daha önemli olduğunu belirtmiştir.
Öte yandan i'tisâm'ın dînî yaşayışta azîmet mi yoksa ruhsat mı ifâde ettiği önemli bir noktadır. Bunun incelenmesi sünnete i'tisâm'ın mümkün olup olmadığının ya da ne ölçüde mümkün olabileceğinin tesbitine de imkân verecektir. Her şeyden önce Hz. Peygamber'in, "Bazılarına ne oluyor ki benim ruhsat verdiğim şeyleri yapmaktan çekiniyorlar!" hadîsi, sünnette belirlenenden öte Müslüman olunamayacağını gösterir. Sünnete uygun az amel, bid'at olan çok amelden hayırlıdır. Kim benim (sünnetimle) amel ederse, Ben'dendir, kim sünnetimden yüz çevirirse Ben'den değildir" hadîsi de azlık-çokluk, kolaylık-zorluk gibi keyfiyetlerden daha ziyade, sünnet üzere yaşamanın önemli olduğunu ortaya koyar.
Sahâbîlerin iki türlü uygulama imkânı olan durumlarda ruhsatları kullanmayıp azîmeti tercih ettiği hâller olmuştur. Onlar, ruhsat olanı da kabul ettikleri için bu, i'tisâmsızlık sayılmaz. İkili uygulama imkânının bulunduğu hallerde, güçlüğe düşmeden aslî olan veya azîmet ifade eden tercih edilmiş olmaktadır.
İ'tisâm, "Sünnete Bağlılık" mânâsıyla bir azîmet, sünnetin itidâl ve kolaylaştırılmış İslâmî yaşayış olması dolayısıyla da tam bir ruhsat ve kolaylık anlamı taşımaktadır.
Hz. Peygamber'e uymanın, O'nun sünnetine sarılmanın ittibâ mı yoksa taklit mi olduğu, i'tisâm ile taklit arasında mâhiyet açısından birlik bulunup bulunmadığı da akla gelebilir.
Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde taklidi zemmetmiştir. Meselâ, "(Yahûdiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler" (Tevbe 9/31) buyurulmuştur. Allah'ın emirlerini ihlâl konusunda; bâtıl olan taklidi kınayan, taklidin ne tehlikeli boyutlara vardığını gösteren bu âyetteki "rab edinmek"le ilgili olarak Resûlullah (s.a.s.) "Rahipler, Allah'ın haram kıldığını helâl sayıyor, halk da helâl sayıyordu. Allah'ın helâl kıldığını, halka haram kılıyorlar, onlar da haram sayıyorlardı. Bu, onlara tapınma demektir" buyurmuştur. Hz. Peygamber, bu sözleriyle Allah'ın emir ve yasakları varken, bunları bırakıp kendi kendilerine helâl-haram belirleyen âlimlere tâbi olmayı, taklit etmeyi, o kişileri tanrı edinmek olarak tanımlamıştır. Çünkü Allah'ın helâl-haram kılma yetkisini kullanan bu ruhban sınıfına, verdikleri hükümlerin delili sorulmamaktadır.
İnsanlara düşünmeden uymanın yanlışlığı da Kur'ân-ı Kerîm'de yer almaktadır. "Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız" (Zühruf 43/23-24) âyetinde, inkârcıların, ihtidâ sayarak atalarına, babalarına uydukları belirtilmiş, yanlışlığı takipteki ısrar kınanmıştır. Mukallidler, atalarının sözleriyle amel ederler, onların izlerine tâbi olur, onlara uyarlar. Dalâletlerinden çıkarılıp, hakka çağrılsalar da delilsiz, hüccetsiz olan atalarından kalan mirasa sarılırlar. Taklitçilerin, "Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir" (Enfâl 8/22) âyetinde sağır ve dilsizlere benzetilmeleri de körükörüne hareket ettiklerini ortaya koymaktadır.
Taklidin kötü yanlarından biri de taklit edilenlerin durumudur. Bunlar, insan olmaları açısından her zaman hata, gaflet, hevâya uyma gibi durumlarla karşı karşıyadırlar. Resûlullah (s.a.s.), taklit edilecek kişilerin bu durumuna, "Benden sonra ümmetim hakkında üç şeyden endişe ediyorum: Âlimin sürçmesi, zâlimin hükmü ve peşinden gidilen hevâ" hadîsiyle işaret etmiştir. Hz. Peygamber'in kendisine içtihâd yetkisi verdiği sahâbilerden Muâz b. Cebel (v. 18/639), kendisi de âlim bir kimse olmasına rağmen âlimlerin sürçebileceğini, hataya düşebileceklerini şöyle ifade etmiş, Müslümanları uyarmıştır: "Âlim, hidâyet üzere de olsa onun hayatını din olarak taklit etmeyin. Mü'min fitneye düşer, sonra tevbe eder. Kur'ân'a gelince yol işareti gibi işarettir (ışıktır)." Taklit edilecek kimselerin hayatında -âlim de olsa- dalgalanmalar olabilir. Hataya düşebilir, sonra hakkı bulabilir. Çünkü insanlar mâsum değildir. Bilindiği gibi mâsum olmayan kişilerin bilinçsizce ve tabu hâline getirilerek taklit edilmesi, dini tahrif eden sebeplerden biridir.
Hz. Peygamber, uyulması gerekeni ve taklitten kurtulmanın yolunu "Size iki şey bırakıyorum. Onlara sarılırsanız asla sapıtmazsınız: Allah'ın Kitabı ve Resûlü'nün sünneti." hadîsiyle göstermiştir. Böylece gerçek ittibâın, Kitab ve sünnete olacağını belirtmiştir. Taklidin bâtıl oluşu sebebiyle asıllara yani Kitâb ve sünnete teslimiyet şarttır. Taklidin pek çok sakıncalarından dolayı Hz. Peygamber'den başkasının hayatına ittiba edilmeyeceği ortaya çıkar. Çünkü Hz. Peygamber'in diğer insanlar gibi haktan ayrılması, sonra hakkı bulması söz konusu değildir. "Her hâlükârda düşünülmeden bağlanılması vâcip olan sünnetleri taklit gibi hiç kimse taklit edilmez" sözü, sünnete ittibaın veya taklidin gerektiğini belirtir. Zira, Resûlullah'ın (s.a.s.) ismeti sâbittir, günahlardan, dinde hataya düşmekten korunmuştur.
Taklit ile ittiba arasında şu fark vardır: Taklit, şahsa yönelik; ittibâ, Kitab'a, sünnete yani delile yöneliktir. Resûlullah'ın (s.a.s.) taklid edilmesiyle, örnek alınması farklı şeylerdir. O'na tâbi olmakla taklit etmek arasında fark vardır. Taklitte irâde yoktur. Tâbi oluşta irâdî bir tavır vardır. İ'tisâm bilinçle yapılır. Taklitte olsa olsa sadece taklit etme düşüncesi olabilir. Taklitteki bilinçsizliği anlatmak için "körü körüne taklit" deyiminin kullanılması da bunu gösterir. Fiil olarak i'tisâm'ın, şuurla yapılan bir uygulama olması özelliği taklide engeldir. Bu, bizi aynı zamanda i'tisâmın ruh ve fiil bütünlüğü gerektirdiği sonucuna götürür.
Hz. Peygamber'in tavırları, fiilleri kısacası kendisi delil niteliğindedir. Taklit ve i'tisâm arasında fiil olarak görüntüde bir paralellik bulunsa bile, temelde yani "delil"e uyulmuş olması bakımından çok büyük farklılık vardır. Bu sebeple sünnete uymak, "taklit" değil, i'tisâm ve ittibâdır.

Sünnete Sarılmayı Gerekli Kılan Amiller
İslâmiyet'te meşrûiyetin olduğu gibi gerekliliğin de asıl kaynağı, Allah'ın Kitâb'ı ve Resûlü'nün (sav) sünnetidir. Her alanda gerekli ve geçerli olan bu kâide sebebiyle "Sünnete sarılma"yı, Kitab ve sünnet nassları ile incelemek şüphesiz tabiî bir durumdur.

Kur'ân-ı Kerîm'in sünnete sarılmayı emretmesi
Kur'ân-ı Kerîm'de sünnete sarılmak gerektiğini (sünnete i'tisâm), sünneti bir bütün olarak kapsayacak tarzda çok genel ve öz bir biçimde şu âyet ifâde eder: "Resûl size ne getirdi ise onu alın, ona tutunun; sizi neden nehyettiyse ondan kaçının!" (Haşr/59: 7). Sahâbîler, bu âyetin sünneti kapsadığı inancındadır. Meselâ, Abdullah İbn Mes'ûd, kendisine dövme yapma ve kadınların kaş tüyleri gibi bazı tüylerini alma yasağının Kur'ân'da bulunup bulunmadığı sorusuna, Peygamberimizin ilgili hadîsiyle cevap vermiş ve bunu Kur'ân'a ait bir nehiy gibi değerlendirme sadedinde de bu âyeti okumuştur. Mevdûdî, fey' taksimi münasebetiyle inen bu âyetteki hükmün umûmî ve asıl maksadın, tüm münasebetlerde Hz. Peygamber'in (sav) emirlerine teslimiyet olduğunu belirtmiş, bunun sebebini de şöyle izah etmiştir: "Resûl size neyi getirdi ise onu alın" denirken, cümlenin devamında "size neyi getirmediyse" değil, "neyi yasakladıysa ondan kaçının" şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Bu hüküm sadece fey'e ait malların paylaşımını ihtiva etseydi, o zaman "neyi getirmediyse" denirdi. Fakat, "neyi yasakladıysa" denilmesinden anlaşıldığına göre kastolunan, Hz. Peygamber'in (sav) emir ve yasaklarına uyulmasıdır. Nitekim, bizzat Hz. Peygamber (sav) de, "Size emrettiğimi mümkün olduğunca uygulamaya çalışın, yasakladığımdan da kaçının." buyurmuştur.
Hz. Peygamber'e (sav) iman edilmesini ve O'na uyulmasını emreden âyetler, Hz. Peygamber'in ve sünnetinin konumunu belirlemek bakımından i'tisâmın gereğini de ortaya koymaktadır. "Allah'a ve ümmî peygamber olan Resûlü'ne -ki o, Allah'a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki, doğru yolu bulasınız" (A'râf/7: 158) âyetinden anlaşıldığı üzere Resûlullah'a (sav) iman ve O'na uyma, Allah Teâlâ'nın istediği yola uymuş olmak için şarttır. Resûl'e iman, O'nun getirdiği vahye ve ortaya koyduğu sünnete i'tisâmı gerektirirken, bunları tasdik etmemekten kaynaklanan i'tisâmsızlık da imansızlığa delildir.
Hz. Peygamber'in Müslümanlar için en güzel örnek olduğunu belirten "Andolsun ki, Resûlullah'ta sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır" (Ahzâb/33: 21) âyeti, bağlanılması gereken sünnetin "üsve-i hasene (güzel örnek)" olduğunu belirtmekte, dolayısıyla i'tisâm teşvikinde bulunmaktadır. Zira "üsve", bütün fiillerinde O'na uymayı ve değer vermeyi, bütün ahvâlini önemsemeyi ihtiva eder. Ayrıca âyetler, her devre hitap ettiği için, bütün Müslümanlar onun muhatabıdır. O (sav), her devirde örnek alınmalıdır.
Resûlullah'a (sav) itaat edilmesi emri de sünnete i'tisâmı gerekli kılar. Bilindiği gibi, peygamberlere karşı yerine getirilmesi gereken vazifelerden ve onlara uyma şartlarından biri itaattir. "Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur." (Nisâ/4: 80) âyeti, peygambere itaatin neden gerekli olduğunu ve itaatin zorunluluğunu ortaya koyar. Âyetler, Resûlullah'a (sav) itaati, Allah'a itaat saymıştır.
Peygamber'e (sav) itaati, sadece "Kur'ân konusunda Peygamber'e itaat gerekir." şeklinde anlamak mümkün değildir. Zira bu şekilde anlamayı gerektirecek nassî bir delil bulunmamaktadır. Hz. Peygamber'e itaat mecburiyeti, O'na (sav) itaatin Allah'a itaat etme sayılmasındandır. Çünkü Hz. Peygamber, Kur'ân'ın ifadesiyle, sadece Allah'ın yolu sırât-ı müstakime götürmekte (Şûra/42: 52) ve yalnız Allah'tan kendisine vahyedilene uymaktadır (En'am/6: 50). Şayet Resûl'e itaatten sadece Allah'a itaat murad edilmiş olsaydı, "Allah'a ve Resûlüne itaati" emreden âyetler bulunmazdı. Ona itaat, Kur'ân'da bulunan hususlarda farzdır denilecek olursa bu, Resûl'e mahsus bir itaat sayılmaz. Allah ve Resûlü'ne itaat, ayrı ayrı zikredildiğine göre, Hz. Peygamber'e mahsus bir "itaat" alanı vardır ve O, (sav) Kur'ân'da yer almayan konularda hüküm veriyor demektir. "Allah Teâlâ, 'Peygamber'e itaat edin.' sözüyle 'Peygamber'le gönderdiğim âyetlere itaat edin, ama Peygamber'in bunun dışındaki açıklamalarına ve yorumlarına bakmayın' demeyi murat etseydi, bunu açıkça söylerdi. Aksine mutlak bir ifadeyle, hiçbir şeyle kayıtlamadan 'Resûlullah'a itaat edin.' buyuruyor. Öte yandan, 'Resûlullah'a itaat edin' buyruğunun anlamı, Allah Teâlâ'nın O'nunla gönderdiği âyetlere itaat edin demek olsaydı, o takdirde, âyetlerin başındaki 'Allah'a itaat edin' sözü gereksiz bir tekrardan ibaret olurdu. Allah Teâlâ'nın emrettiği bu itaat, sadece Resûlü'nün getirdiği âyetleri kapsamamakta, âyetlerle birlikte sünnetine, hattâ şahsına itaati de içine almaktadır."
İslâm âlimleri, konuyla ilgili âyetlerden hareketle Peygamber'e itaatin, O'nun sünnetine sarılmak ve getirmiş olduğu emir ve yasaklara boyun eğmek olduğunu söylemişler, "Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin." âyetlerinde Allah'a itaatin farzlarda, Resûl'e itaatin ise sünnetlerde itaat edin demek olduğunu belirtmişlerdir.
Hz. Peygamber'e ittibâı emreden âyetler de sünnete uymayı gerektirir. "Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlü'ne -ki o, Allah'a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve O'na ittiba edin ki, doğru yolu bulasınız." (A'râf/7: 158) âyetinde Peygamber'e ittiba, Peygamber'e imanın devamı ve gereği sayılmıştır. "De ki: Allah'ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Âl-i İmran/3: 31) âyetinde ise Allah'ı sevmenin ve O'nun tarafından sevilmenin şartı, Peygamber'e ittiba olarak gösterilmiştir. Sevgi konusunda ittibaın şart koşulması, diğer konularda Peygamber'e ittibaı, tabiî olarak gerekli kılar. Ayrıca Allah Teâlâ'nın, Resûlü'ne (sav) tâbi olmayı kullarına farz kılması, Resûlullah'ın (sav) sünnetinin Allah Teâlâ tarafından kabul edildiğini gösterir.
Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber'in (sav) hükmüne kayıtsız-şartsız kabul ve teslimiyet ile, zerre kadar şüphe duymadan, kalpten inanıp razı olmak gerektiğini emrederken de hiç şüphesiz sünnete bağlanmayı da (sünnete i'tisâmı) emretmiş olmaktadır: "Allah ve Resûlü bir meselede hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına, o meselede kendi isteklerine göre bir tercih hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzâb/33: 36) ve "Hayır, Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan kabul edip ona teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." (Nisâ/4: 65) âyetlerinde sünnete i'tisâmın gereği açıkça vurgulanmaktadır. Zira bilinen bir gerçektir ki, Hz. Peygamber'in Kur'ân dışında verdiği birçok hüküm bulunmaktadır. "Allah ve Resûlü'ne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları, Allah'a ve Resûlü'ne arzediniz." (Nisâ/4: 59) âyeti de sünnete müracaat emrini tekid eder. İlk dönem İslâm âlimlerinden Meymûn İbn Mihrân, "Allah'a arz edin" kısmının Allah'ın Kitab'ına, "Resûlü'ne arz edin" kısmının ise, O (sav) hayatta iken kendisine, vefat ettikten sonra da "sünnetine arz edin" demek olduğunu söylemiştir.8
Resûlullah'ın (sav) çağrısına uyma gereğini bildirmek de sünnete i'tisâmı emretmek demektir. "Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah'a ve Resûlü'ne uyun." (Enfal/8: 24) âyetindeki "Peygamber'in çağrısı"nda bir sınırlama olmaması, O'nun her emir ve yasağına uyulması lâzım geldiğini gösterir. Hz. Peygamber'in çağrısı, tabiî ki sünneti de kapsamaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Peygamber'e (sav) isyan etmek ve O'na uymamak yasaklanmıştır. Bu yasaklar, dolayısıyla Hz. Peygamber'e bağlanma gereğini ortaya koyar: "Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan eder ve O'nun koyduğu sınırları aşarsa Allah böylesini, devamlı kalacağı bir ateşe sokar." (Nisâ/4: 14). "O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar." (Nur/24: 63) ve "...Resûl'e karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar vere-mezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır." (Muhammed/47: 32) âyetleri, konuyla ilgili âyetlerden birkaçıdır. Son âyette, Hz. Peygamber'e karşı gelmenin Allah'a karşı gelme sayıldığı açıkça görülmektedir. Buradan, "Sünnete i'tisâm etmemek, Kitab'a i'tisâm etmemektir." sonucunu çıkarmak da mümkündür.
Sünnetin kaynağının vahiy olduğuna delâlet eden "O, arzusuna göre konuşmaz." (Necm/53: 3) âyetinin sünneti de ihtiva ettiği, âlimlerce de kabul görmüş bir hakikattir.9 Bu âyet, sünnete i'tisâmın önemli bir delilidir.
Hz. Peygamber'in (sav) Kur'ân'ı açıklama görevi, O'nun Kur'ân dışındaki söz ve uygulamalarına da i'tisâmı gerektirir. "Kur'ân dışında, Hz. Peygamber'e vahiy veya ilham ile bilgi gelmesini inkâr etmeye imkân görünmemektedir. Kur'ân'ın açıklaması O'na verildiğine göre, bu açıklama herhalde Kur'ân'dan ayrı birşey olmalıdır."10 Ayrıca beyân yetkisi, açıklama şekillerinin tamamını kapsar. "İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'ân'ı indirdik" (Nahl/16: 44) âyeti, Peygamber'in (sav) açıklamalarının, Kur'ân kaynaklı olduğunu gösterir.
Hz. Peygamber'in (sav) teşri' yetkisi de, sünnete bağlılığı gerektirir. "O ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder. Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar" (A'râf/7: 157) ve "Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram tanımayan, hak dinini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle cizye verecekleri vakte kadar savaşın." (Tevbe/9: 29) âyetleri, Hz. Peygamber'in bu yetki ve görevini ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber'in (sav) tebliğ görevi de sünnete i'tisâmı gerektirir. Sünnet, Resûlullah'ın (sav) Rabbi'nden aldığı risâleti tebliğden ibarettir. Allah O'na, bu risâleti tebliğ etmesini emrederek şöyle buyurmuştur: "Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'na elçilik vazifesini yerine getirmemiş olursun" (Mâide/5: 67). Hz. Peygamber (sav), dini tebliğ ederken sadece Kur'ân'ı duyurmakla kalmamış, Kur'ân'ın yanında sünneti de bildirmiş, Kur'ân ve sünneti içiçe yaşamış ve ashâbına bu şekilde öğretmiştir.
Bütün bu âyetlerden ve yorumlardan anlaşılacağı gibi "Sünnete bağlılık (i'tisâm bi's-sünne)", herşeyden önce Kur'ân-ı Kerîm'in müekked emridir. Kur'ân, sünnete uymayı herhangi bir ayırım yapmadan bir bütün olarak tavsiye eder. Hz. Peygamber'e iman edilmesi emri ve O'a inanmanın imanın şartları içinde yer alması, O'nsuz (sav) imanın tamamlanmaması, sahîh olmaması, Resûlullah'ın (sav) konumunu belirler ve O'na uymayı gerekli kılar. Sünnete i'tisâmı emreden Kur'ân, Hz. Peygamber'i mutlak olarak Müslümanlara örnek göstermiştir. Çünkü İslâm, insan hayatının bütün kısım ve yönlerini birlikte değerlendirir. Hz. Peygamber'in üstlenmiş olduğu misyon, tabiî olarak O'nun bir sünnetinin bulunmasını gerekli kılar. Peygamber'in (sav) teşri' yetkisi vardır. Ayrıca sünnetinin vahye dayanması veya vahyin onayından geçmiş olması, Sünnetin kaynağının vahiy olduğunun göstergesidir. Kur'ân'ın, O'na karşı gelmeyi ve emrine uymamayı yasaklaması da sünnetin asıl kaynağını gösterdiği gibi, O'nun (sav) yolu olan sünnete itaati de farz kılar.
Bütün bu âyetler, Resûlullah'ın (sav) değerini göstermesi yanında sünnetinin de değerini gösterir. Allah Teâlâ, Kur'ân'a uymayı nasıl farz kılmış ise, Peygamberinin (sav) sünnetine de uymayı emretmiştir.

Sünnetin, sünnete sarılmayı emretmesi
Hidayet rehberi ve tek örnek olarak gönderilmiş olan Hz. Peygamber'in (sav), Allah'ın yoluna çağırıcı niteliğiyle kendisine uyulmasını istemesi pek tabiîdir. Kur'ân'ın sünnete ittibaı emretmesinden sonra, sünnetin de aynı emri tekrarlaması, onun Kur'ân'dan aldığı gücü ifade ve te'yid etmektedir.
Hz. Peygamber (sav), Sünnete sarılmayı, Vedâ Hutbesi'nde ümmetine vasiyeti olarak açıkça ilân etmiştir. "Size, kendilerine sarıldığınız takdirde ebediyen sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Allah'ın Kitab'ı ve Nebî'sinin sünneti. Bunlar (Kitap ve Sünnet), havzda (Kevser Havzı'nda) bana ulaşıncaya kadar ayrılmayacaklardır." Hz. Peygamber (sav), bu vasiyet ve tavsiyesi ile Kur'ân yanında sünnete sarılmayı da teşvik etmiş ve ona uyulmasını istemiştir. Teşri' yetkisini hatırlattığı hadîste, i'tisâmın gereğini, sünnetin gücüyle ve konumuyla te'yid etmiştir. Hz. Peygamber (sav) yine vasiyet niteliğinde kendisinden sonra sünnetine i'tisâmı tavsiye etmiştir. O (sav), "Ben sizi, gecesi gündüzü gibi apaydınlık olan bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helâk olanlar, o dinden sapanlar olur. Sizden kim yaşarsa birçok ihtilâfa şahit olacaktır. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan râşid halifelerin sünnetlerine yapışınız. Bunlara sımsıkı sarılınız." buyurmuştur.
Ümmetin fırkalara ayrıldığı zamanlarda "kendisinin ve ashâbının yoluna uyanlar"ın kurtulan grup olacağını belirten Hz. Peygamber (sav) her devirde ve her durumda olduğu gibi -özellikle zor zamanlarda- sünnnete i'tisâmın kurtarıcı niteliğine dikkat çekmiş olmaktadır.
Resûlullah'a (sav) iktida da sünnete i'tisâmı gerekli kılar. "Bana iktida eden bendendir." hadîsinde Hz. Peygamber (sav), açıkça kendisine uyulmasını emretmektedir.
"Size bir şeyi yasaklarsam ondan derhal uzaklaşın. Bir şeyi emredersem, gücünüz yettiği kadar onu yerine getirin." hadîsi de, her konuda sünnete i'tisâm gereğini ifade etmektedir. Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (sav), genel bir ifade kullanmıştır. Buna göre O (sav), her konuda uyulması gereken bir kimsedir. Zaten, bilhassa evrensel bir misyonla gelen bir peygamberin tek bir alanda örnek ve ölçü olması, bir alana sıkışıp kalması mümkün değildir.
Hz. Peygamber (sav), "Sözlerin en güzeli Allah'ın Kelâmı, yolların en doğrusu, en güzeli ise Muhammed'in yoludur." buyurarak, sünnetten daha doğru ve üstün yol olmadığını belirtmek sûretiyle ona i'tisâmı teşvik etmiştir.
"Kim sünnetimi ihyâ ederse beni seviyor demektir. Kim beni severse, Cennet'te benimle beraberdir." hadîsinde ise Peygamber Efendimiz (sav), hem sünneti yaşatma emri vermiş, hem de sünnetine sarılmayı kendisiyle ilişkilendirmiştir. "Kim benim fıtratımı (yaratılıştan sahip olduğum özellikleri) severse, sünnetimi yol edinsin." hadîsi de aynı doğrultudadır. O (sav), kendisine duyulan sevginin de imanla ilgisi olduğunu belirtmiştir. "Allah'a andolsun ki, hiç biriniz beni babasından ve evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe (gerçek mânâda) iman etmiş olamaz." hadîsi bunu açıkça ortaya koyar.
Sünnetin kaynağının vahiy olduğuna işaret eden hadîsler de, sünnete i'tisâmı teşvik eder. Hz. Peygamber'in (sav) "Dikkat edin! Bana Kitap ve onun misli verildi. Dikkat edin! Bana Kur'ân ve onun misli verildi." hadîsi sünnetin önemine ve konumuna, kaynak göstererek dikkat çekmektedir.
Hz. Peygamber'in (sav) teşrî' yetkisinin olduğunu belirtmesi, konuya ait önemli delillerdendir. O, ileride sünneti inkâr edenlerin çıkacağını belirttikten sonra "Dikkat edin! Allah'ın Resûlü'nün haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir." buyurmuştur.
Hz. Peygamber (sav), Kur'ân ile sünnetin birbirinden ayrılmayacağını belirtmiştir. Bununla beraber, O (sav), Kur'ân dışında da vahiy aldığını, buna rağmen teşrî' yetkisini kabul etmeyip sünneti inkâr edenler olacağını, sünnete karşı çıkacak grupların türeyeceğini, hadîsleri önemsemeyen, her meseleyi Kur'ân'da aramak gibi bir temâyül gösterecek bozuk zihniyetlerin belireceğini haber vererek ümmetini ikaz eder ve böyle kimseleri, şu sözleriyle uyarır: "Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış biri olarak 'biz, onu bunu bilmeyiz. Allah'ın Kitabı'nda ne bulursak ona uyarız, o kadar" derken bulmayayım." Hz. Peygamber (sav), böylece sünnetin, dinin iki kaynağından biri olduğunu inkâr edenleri teşhir etmiş, sünnet inkârı ve sünnetsiz İslâm arayışlarının olacağını haber vererek ümmetini uyarmış, İslâm Dini'nde sadece Kur'ân'la yetinmeyi tasvip etmemiştir. Hz. Peygamber'in (sav) bu kimseleri kınaması, bu iddiada bulunanların Kur'ân'a sarılmakta da samimi olmadıklarını gösterir. Konunun önemi, hadîsin başka rivâyetlerine de yer vermeyi gerekli kılmaktadır.
"Sizden biriniz koltuğuna yaslanarak, Allah'ın şu Kur'ân'da haram kıldıklarından başka şeyleri haram kılmadığını mı zannediyor. Dikkat edin! Vallahi ben öğüt verdim, emrettim ve yasakladım. Bunlar (emirler ve yasaklar), Kur'ân'dakiler kadardır, hatta sayıca ondan da fazladır."
Konuyla ilgili başka bir rivâyet ise şöyledir: "Sizden (ümmetimden) birinin (koltuğuna, dirseğine) dayanmış olarak beni yalanlaması umulur mu? Benden bir hadîs rivâyet edilir de 'Resûlullah (sav) bunu söylememiştir' der." Buna göre Hz. Peygamber (sav), hadîs inkârının kendisini yalanlamak sayıldığını belirtir. Başka bir rivâyette ise inkârcıları şöyle anlatır: "Benden bir hadîs rivâyet edildiğinde 'Resûlullah (sav) bunu söylemedi. Bunu bize garanti edecek kim var?' der." Bu ifâde, hadîs rivâyetlerinin incelenmesiyle ilgili olmayıp, esasen sünnet inkârcılarının tavırlarını, onların kendilerinden başka kimseye güvenmediklerini teşhir etmektedir. Hz. Peygamber (sav), sünnet inkârcısına hadîs ulaştığında, o koltuğuna gerine gerine oturmuş olduğu hâlde, hadîsi zikreden kişiye "Bizimle sizin aranızda Allah'ın Kitab'ı vardır! Bu Kitab'da neyi helâl bulursak onu helâl kabul eder ve neyi haram bulursak onu haram kılarız." diyeceğini haber verdikten sonra, "Oysa Allah'ın Peygamberi'nin (sav) haram kıldığı şey, Allah tarafından haram kılınan şey gibidir." buyurarak meselenin önemine ve sünnetin kaynağına dikkat çeker. Resûlullah (sav), yine bir başka sözlerinde, sünnet inkârcılarının, "Bu Allah'ın Kitab'ı, onda bulunan helâli helâl sayarız, onda bulunan haramı haram sayarız." diyeceklerine dikkat çeker ve, "Dikkat edin, kime bir sözüm ulaşır ve o kimse sözümü yalanlarsa Allah'ı, Resûl'ün kendisini, Resûlullah'ın (sav) sözünü de yalanlamış olur." buyurur. İnkârcı bu sözlerle, Allah'ın Peygamber'ine (sav) verdiği yetkiyi inkâr etmekte, dinde Peygamber'in (sav) kendi kendine hareket ettiğini ve O'nun sözlerine güvenilemeyeceğini belirtmiş olmaktadır. Sünnet inkârcıları, hadîste bulunanlarla Kur'ân'da bulunanları sanki tıpatıp aynıymış gibi düşünerek Hz. Peygamber'in (sav) emri veya nehyi kendilerine ulaştığında, "Allah'ın Kitab'ı yanımızda, bu onda yok." derler." İslâm âlimlerinden Şâtıbî, konuyla ilgili olarak "Sünnet, Kitab'ı tefsîr eder. Kim sünneti bilmeden Kur'ân'ı alırsa, sünnette sürçtüğü gibi Kur'ân'da da sürçer." diyerek, İslâmiyet'ten önceki milletlerin bundan dolayı dalâlete uğradığını belirtir. Begavî de, yukarıdaki hadîslerle ilgili olarak "Bu hadîsler, hadîsin Kitab'a arzına ihtiyaç olmadığına delildir. Sünnetin, kendi başına hüccet olduğu sabit olmuştur. 'Bana Kitap ve benzeri verildi.' hadîsi de bunu gösterir." mütalâasında bulunur. Hadîste geçen koltuk (el-erîke) ifâdesi ile Hz. Peygamber'in (sav), din ve âhiret konusunda endişesiz, rahat düşkünü, ilimle meşgul bulunmayan ve refah içinde olanları murad ettiği belirtilmiştir. Bu kimseler, rahat ve rehavet içinde bilmedikleri konularda konuşan kimselerdir.
Hz. Peygamber (sav), kendisine itaati emreden (Nisâ/4: 13, 80) ve isyanı yasaklayan (Nisâ/4: 14) âyetleri tekrar ve te'yid mâhiyetinde kendisine itaati emretmiş ve isyanı yasaklamış; "Kim bana itaat etmişse, Allah'a itaat etmiştir; kim bana isyan ederse Allah'a isyan etmiştir." buyurmuştur. Aynı şekilde, "Ümmetimin hepsi Cennet'e girecektir; ancak imtina edenler giremeyecektir." hadîsinde Resûlullah (sav), imtina edenlerin kimler olduğunu, "Kim bana itaat ederse Cennet'e girecektir, kim bana isyan ederse, o imtina etmiştir." buyurarak açıklamışlardır. Bu hadîs, Resûlullah'ın (sav) sünnetinden imtina etmenin, O'na (sav) isyan35 sayıldığı anlamına gelir.
İbn Hibbân, Resûlullah'ın (sav) sünnetine itaati; "uydurma gerekçelerle sünnetin def'i için yol arayanların söylediklerine aldırmaksızın, Allah'ın dini konusunda ileri-geri görüş belirtenlerin görüşlerini bir tarafa iterek, kemmiyet ve keyfiyetine bakmadan sünnete boyun eğmekten ibarettir" diye tanımlar.
Resûlullah'ın, "Burada bulunanlar bulunmayanlara duyursun." ve "Allah, sözümü duyup ezberleyen, sonra da onu duymamış olana nakleden kimsenin yüzünü ağartsın!" hadîsleri gibi, sünnetinin tebliğ edilmesine ve yayılmasına teşvikine dair emirleri de sünnete i'tisâmı âmirdir. Bu arada Resûlullah'ın (sav) kendi sözünün diğer sözlerden farklılığına işaret etmesi de sünnetin ve sünneti tebliğin önemini göstermektedir. Hz. Peygamber'in (sav), meselâ Veda Hutbesi'nde, tabiî ki hepsi Kur'ân'da en azından açık olarak bulunmayan bazı hususları da anlattıktan sonra, "Dikkat edin, tebliğ ettim mi?" diye sorması ve farz ibadetler dışındaki ibadetleri de duyurma emrini vermesi, yine sünnete bağlanmak gereğini ortaya koymaktadır.
Resûlullah (sav), kendi getirdikleri dışında başka dinlere ait bilgilerle ilgilenilmesine ya da kendi yerine bir başka peygamberin konulmasına kesinlikle müsaade etmemiştir. O'nun bu tavrı, i'tisâmın gereğini ortaya koyan güçlü delillerdendir. Meselâ O (sav), "Yemin olsun ki ben size kusursuz bir din getirdim, Ehl-i Kitaba bir şey sormayın; kendileri sapmışken sizi hidayete erdiremezler, onlara sorarsanız ya bir bâtılı tasdîk eder ya da bir hakkı yalanlarsınız. Musa hayatta olsaydı, bana tâbi olmaktan başkası ona helâl olmazdı. Musa aranızda olsa, beni bırakıp ona tâbi olsanız dalâlete düşersiniz. Siz ümmetlerden benim payıma düşensiniz, ben de nebîlerden sizin payınızım." buyurmuştur. "Kendilerine okunan bu Kitabı sana indirmemiz onlara kâfi gelmedi mi?" (Ankebût/29: 51) âyeti de, bu hadîste ifade edilen gerçeğe parmak basmaktadır.
Netice olarak Peygamber Efendimiz'in (sav), kendi sünneti ile ilgili bu hadîsler, sünnet olmadan İslâm Dini'ni yaşamanın mümkün olmadığının ifadesidir. Dinimizin iki kaynağı vardır. Kur'ân-ı Kerim ve Peygamberimizin (sav) sünneti. Sadece Kur'ân ile dinin gereklerini yerine getirmek mümkün değildir. Kur'ân'ın hayata geçirilişi, yaşanışı Hz. Peygamber tarafından gösterilmiştir. Resûlullah'ın (sav), bir Müslüman olarak nasıl yaşadığını gözardı ederek Müslümanca yaşamak mümkün değildir. Peygamber (sav), dini yaşarken şüphesiz bu hayat tarzını kendi kendine uydurmamıştır. Zaten bir peygamberin, Allah Teâlâ'nın tasdikinden geçmeden din adına bir söz söylemesi, bir icraatta bulunması imkânsızdır.

Kuran'la, Peygamber'in Hadisi Varken Neden İctihada İhtiyaç Duyuldu?
Cenab-ı Allah; büyüklük ve cemalini göstermek ve dünyayı imar etmek için insanı halife olarak yarattı. Hilafet görevini gereği gibi yapabilmesi için, onu arzu ve istekleriyle baş başa bırakmadı. İnanç, ibadet, alış-veriş ve hayatın her dalında fert ve toplumun menfaatine yönelik olarak hükmünü beyan edip, indirdiği sahife ve kitaplarıyla yolunu aydınlattı, en son olarak da en mükemmel ve kıyamete kadar hüküm sürecek Kur'an-ı Kerim'i insanlığa ihtaf etti. Ancak dünya hadisleri sonsuz olmakla beraber Kur'an-ı Kerim'in kelimeleri mahduttur. Açıkca her hadisenin hükmünü beyan etmez. Bunun için ortaya çıkan Bir hadisenin hükmünü anlamak için önce Kur'an-ı Kerim'e, sonra Peygamber (sav)'in hadisine baş vurulur. Bunlardan birisine kesin olarak hükmü beyan edilmiş ise mes'ele tamamdır, hiç bir kanaat yürütülmez. Hadisenin hükmü Kur'an ve Sünnet'te açıkca belirtilmemişse ictihada gidilir. Yani, Kur'an ve Sünnet'in ışığı altında hükmünü ortaya çıkarmak için cehd ve gayret gösterilir. İctihad yüce dinimizin en büyük meziyetlerinden biridir. İctihad sebebiyle hayat sahnesinde ortaya çıkan bütün hadislerin hükmü beyan edilebilir. Dinimizin, her asrın bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kabiliyete sahip olmasının sebeplerinden biri de budur.


Aynur URALER
Dr., M.Ü. İlahiyat Fakültesi, Hadis Anabilim Dalı
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen ThinkerBeLL; 6 Temmuz 2011 13:48
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
30 Nisan 2009       Mesaj #4
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
  • Müsafeha etmek (iki müminin karşılaştıkları zaman toka yaparak salavat okumaları)
  • Hutbenin arapça okunması
  • Sakalın dudaktan itibaren bir tutam olması
  • Kıymetsiz yerlere girerken sol ayakla girilip, sağ ayakla çıkılması
  • Mübah olan yerlere sağ ayakla girilip sağ ayakla çıkılması (oda, taksi, dükkan, v.s.)
  • Namazları başı açık kılmamak
  • Abdestte ayakları üç defa yıkamak
  • Pantolonu katlayıp koymak
  • Pantolonu oturarak giymek
  • Yolculukta arkadaşlarından birini reis seçmek
  • Ölen kimsenin kılmadığı namazlar için iskatın yapılması için vasiyet etmesi
  • İstişare etmek
  • Sakal ve bıyık bırakmak
  • Çevreyi temizlemek
  • Çıplak ayakla namaz kılmamak
  • Abdest aldıktan sonra kıbleye dönüp su içmek
  • Suyu üç yudumda ve oturarak içmek
  • Kabeye dönerek başında besmele sonunda hamd ederek başı kapalı olarak içmek
  • Bıyıkları kaşlar kadar uzatmak
  • Kabristandan geçerken selam vermek ve onbir İhlas okumak
  • Ölüye definden sonra telkin vermek
  • İslam nikahı kıymak
  • Tırnak kesmeye şehadet parmağından başlamak
  • Tırnağını Cuma günü kesmek
  • Yatarken sağ tarafına yatmak
  • Abdestli yatmak
  • Yemeğe tuz ile başlamak
  • Sofrada sirke bulundurmak
  • Ayakkabıyı giymeden önce ters çevirmek
  • Uşur vermek (Farz)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
6 Temmuz 2011       Mesaj #5
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Sünnet ve Sünnetin Çeşitleri
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

Bu kelime, takip edilen yol, ada­let davranış ve gelenek anlamlarına gelir. Dindeki anlamı ise, Peygambe­rimiz Hz. Muhammed’in sözleri ve davranışlarıdır. İslam bilginleri, Sünnet'i,
  • sözlü,
  • fiili,
  • takriri
diye üçe ayırırlar.

1. Sözlü Sünnet (Hadis)
Sünnet'in önemli bir kısmı sözlü olanıdır. Adından da anlaşılacağı gibi, Peygamberimizin sözlerinden oluşur. Bu sözlere Hadis adı verilir. Müslümanlar, "Âlemlere rahmet olarak gönderilen" Hz. Muhammed’in buyruklarını ve tavsiyele­rini büyük bir dikkatle dinlemiş ve on­ların ışığında hareket etmişlerdir. O'­nun sözleri daha sonra ilmi yollarla bir araya getirilmiş ve dünya durduk­ça, değerini koruyacak olan bir bilgi hazinesi oluşturulmuştur.

2. Fiili Sünnet
Fiili Sünnet, Peygamberimizin or­taya koyduğu uygulamaya denir. Söz­gelimi O,
  • "Ben namazı nasıl kılıyo­rum siz de öyle kılın",
  • "Hac ile ilgili yapacaklarınızı benden öğrenin"
bu­yurmuşlardır. İşte bunlar, fiili Sünnet örnekleridir. Namazın farz olduğunu, hangi vakitlerde kılınacağını Kur'ân'dan öğreniyoruz. Ama nasıl tekbir alacağımızı, nasıl rükûa gideceğimizi Peygamberimizin namaz kılışına ba­karak öğrenmek mümkün olmuştur.

3. Takriri Sünnet
Takriri Sünnet'e gelince, bu, Hz. Muhammed’in gördüğü ve işitti­ği bir şeyi ikrar ve kabul etmesidir. Sözgelimi O'nun huzurunda söylenen bir söz reddedilmemiş ise, tasvibden geçmiş sayılır; dolayısıyla benimsene­rek Sünnet kabul edilir.
Ayetleri bize açıklayan, onların hayatımızdaki anlam ve öneminin ne olduğunu bildiren, Hz. Muhammed’dir. O, Kurân'a gö­re yaşamış ve bu ilahi Kitap'ın uygu­lanışını somut biçimde göstermiş ilk insandır. Hz. Muhammed’i Kuran dü­şüncesinin, "ete, kemiğe bürünmüş bir hali" olarak vasıflandırmak müm­kündür. Bu durumda, O'nun sünne­tinin ikinci ana kaynak durumunda olması son derece tabiidir.
Dikkatle­rimizi Peygamberimizin Sünnet'ine çevirmeden, İslam'ı anlamak ve yaşamak elbette mümkün değildi. Bun­dan dolayıdır ki, Yüce Allah şöyle bu­yurur:
  • "Peygamber'e itaat eden, Al­lah'a itaat etmiş olur."
  • "Ey inanan­lar! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden buyruk sahibi olanlara, "Ulül emr'e) itaat edin."
  • "Allah ve elçisi, bir şeye hükmettiği zaman, ina­nan erkek ve kadına artık işlerinde seçim yoktur."
Hemen belirtelim ki, Sünnet yal­nızca Kitap'ta yer alan hükümleri açıklamakla kalmaz; bazı hü­kümler de ortaya koyar. Sözgelimi yırtıcı kuşların etinin yenmesini yasaklayan Sünnet'tir. Müslümanlar Kuran'da haram kılman domuz etini yemedikleri gibi, yırtıcı kuşların eti­ni de yemezler.
Sünnet'in kaynak olduğu üzerin­de dururken, önemli bir noktaya işa­ret etmemiz gerekir. Sevgili Peygam­berimizin her söylediği ve her hareke­ti, din alanıyla doğrudan doğruya il­gili olmayabilir. O da tıpkı hepimiz gi­bi yiyen, içen yorulan ve uyuyan bir insandı. Sözgelimi, O, yemede, içme­de aşırılığa kaçmaz, temizliğe son de­rece dikkat ederdi. Müslümanların da aynı yolu izlemeleri, insan olmanın ve Peygamberimizi sevmenin bir gereği­dir. Fakat Peygamberimizin yediklerini yemenin, içtiklerini içmenin, giydiklerini giymenin Sünnet'le ilgisi yoktur. Bunlar, kişisel alışkanlıklarla, toplumun gele­nek ve görenekleriyle ilgili hususlar­dır. Peygamberimiz, ziraatle, ticaretle veya günlük hayatı ilgilendiren sıra­dan birçok konularla ilgili bazı şey­ler söylemiş ve birtakım uygulamalar­da bulunmuş olabilir. Bunların da Sünnet'le ilgisi yoktur. Söz konusu uy­gulamalar, o dönemde önemli bir ih­tiyacı karşılamış ve günlük hayatı ko­laylaştırmış olabilir. Fakat bugün hangi ağaçlara, hangi aşıların yapıla­bileceğini, hangi suların temiz, han­gilerinin temiz olmadığını hadis ve il­mihal kitaplarına bakarak çıkaracak değiliz. Bunlar bilimin konuları ara­sında yer alan ve dinle doğrudan doğ­ruya ilgisi bulunmayan hususlardır.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
vertyucek - avatarı
vertyucek
Ziyaretçi
8 Kasım 2012       Mesaj #6
vertyucek - avatarı
Ziyaretçi
Hamd, yalnızca Allah'adır.

Birinci soru, ciddi bir müslümana çok ilginç ve dehşete düşüren bir durum arzetmektedir. Apaçık, gün gibi ortada olduğu ve herkes tarafından kabul edilen ve dînin esaslarından sayılan bir şey nasıl olur da soru sorma konusu olabilir?

Fakat soru sorulduğuna göre, -Allah Teâlâ'dan yardım dileyerek- sünnetin huccet oluşu, sünnete uymanın farz oluşu, sünnetin önemi ve sünneti reddedenin hükmü konusunda şu şer'î köklü ilmi sunuyoruz. Bu şer'î köklü ilim, sünnet konusunda insanları şüpheye düşürenlere ve kendilerini Kur'ancılar olarak adlandıran -ki Kur'an onlardan berîdir- sapık tâifenin mensuplarına bir cevap niteliğindedir.

Yine, bu şer'î köklü ilim, -Allah'ın izniyle- bu konuda hakkı öğrenmek isteyen herkese faydalı olacaktır.

Sünnetin huccet oluşuna dâir deliller:
Birincisi: Kur'an-ı Kerim bir çok yönden sünnetin huccet olduğuna delâlet etmiştir.

1. Allah Teâlâ, rasûlüne itaati, kendisine itaatten saymıştır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
(مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظاً) [ سورة النساء الآية :80 ]
“Kim Rasûl’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de (Allah'a ve Rasûlüne itaat etmekten) yüz çevirirse, (bil ki Ey Muhammed!) Biz, seni onların üzerine bir gözetleyici olarak göndermedik.” [1]

2. Allah Teâlâ kendisine itaati, rasûlüne itaat ile birlikte zikretmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
( يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً) [ سورة النساء الآية :59 ]
“Ey îmân edenler! Allah’a itaat edin. Rasûle de (hak olarak getirmiş olduğu şeylere) uyun.(Allah’a isyanı emretmediği sürece) sizden olan (müslüman) idârecilere de itaat edin. Aranızda herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah’a ve âhiret gününe îmân ediyorsanız, o konuda hüküm vermek için, onu Allah’(ın kitabı Kur’an)a ve elçisi (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünneti)ne götürün.Allah’(ın kitabı Kur’an)a ve elçisi (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünneti)ne götürmek; sizin için (ayrılığa düşüp görüşlerinizle hareket etmenizden) daha hayırlı, sonuç bakımından da daha güzeldir.” [2]

3. Allah Teâlâ, rasûlünün emrine aykırı hareket etmekten şiddetle uyarmış ve ona karşı gelen kimseyi cehenneme sokmakla tehdit etmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
(لا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاً قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاً فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ) [ سورة النور من الآية: ٦٣ ]
“O'nun (Rasûlullah’ın) emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya âhirette acıklı bir azâba uğratılmalarından sakınsınlar.” [3]

4. Allah Teâlâ, rasûlüne itaat etmeyi, îmânın gereklerinden, ona aykırı hareket etmeyi ise nifakın alâmetlerinden saymıştır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
( فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيماً) [ سورة النساء الآية: ٦٥ ]
"Hayır! Rabbine yemîn olsun ki (Ey Muhammed!) Onlar kendi aralarında çıkan anlaşmazlıklarda (hayatta iken) seni, (vefatından sonra da sünnetini) hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan ve ona tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, îmân etmiş olmazlar." [4]

5. Allah Teâlâ, Allah ve rasûlünün çağrısına uymayı kullarına emretmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
(يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ) [ سورة الأنفال الآية: ٢٤ ]
"Ey îmân edenler! Size hayat verecek (haktan olan) şeylere sizi çağırdıkları zaman Allah'a ve Rasûlüne icâbet edin.(Ey mü'minler!) Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve (kıyâmet günü) siz mutlaka O'nun huzurunda toplanacaksınız."[5]

6. Allah Teâlâ, aralarında herhangi bir konuda anlaşmazlık ve ihtilafa düştüklerinde onu halletmek için Allah'a ve rasûlüne götürmeyi kullarına emretmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
(يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً) [ سورة النساء من الآية :59 ]
“Aranızda herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah’a ve âhiret gününe îmân ediyorsanız, o konuda hüküm vermek için, onu Allah’(ın kitabı Kur’an)a ve elçisi (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünneti)ne götürün.Allah’(ın kitabı Kur’an)a ve elçisi (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünneti)ne götürmek; sizin için (ayrılığa düşüp görüşlerinizle hareket etmenizden) daha hayırlı, sonuç bakımından da daha güzeldir.” [6]

İkincisi: Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti bir çok yönden sünnetin huccet olduğuna delâlet etmiştir.

1. Ebu Râfi'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olduğuna göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( لاَ أَلْفَيَنَّ أَحَدَكُمْ مُتَّكِئاً عَلىَ أَريِكَـتِهِ يَأْتيِهِ أَمْرٌ مِمَّا أَمَرْتُ بِهِ أَوْ نَهَيْتُ عَنْهُ فَيَقوُلُ: لاَ أَدْريِ ماَ وَجَدْناَ فيِ كِتاَبِ اللهِ اتَّبَعْناَهُ )) [ رواه الترمذي وأبو داود وابن ماجه بسند صحيح ]
“Sizden birinizi koltuğuna yaslanmış bir halde, kendisine yapmasını emrettiğim veya yapmaktan yasakladığım bir şey hakkında sorulduğunda: 'Ben, Kur’an’da neyi bulursak ona uyarız, başkasını bilmem' diyerek sünnetimi inkâr ettiğini görmeyeyim.” [7]

2. İrbâd b. Sâriye'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olduğuna göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( أَيَحْسَبُ أَحَدُكُمْ مُتَّكِئًا عَلَى أَرِيكَتِهِ، قَدْ يَظُنُّ أَنَّ اللَّهَ لَمْ يُحَرِّمْ شَيْئًا إِلاَّ مَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ، أَلاَ وَإِنِّي وَاللَّهِ قَدْ وَعَظْتُ وَأَمَرْتُ وَنَهَيْتُ عَنْ أَشْيَاءَ إِنَّهَا لَمِثْلُ الْقُرْآنِ أَوْ أَكْثَرُ ))
[ رواه أبو داود ]
“Sizden biriniz koltuğuna yaslanmış bir halde, Allah Teâlâ bu Kur'an'da haram kıldığı şeylerden başkasını haram kılmadığını mı zannediyor? Dikkat edin! Allah'a yemîn olsun ki ben, bazı şeyleri vaaz ettim ve emrettim, bazı şeylerden de yasakladım. Hiç şüphesiz (gizli vahiy yoluyla benim lisanımla) emrettiğim ve yasakladığım bu şeyler, miktar olarak Kur'an gibidir, hatta Kur'an'dan da fazladır.” [8]

3. Yine, İrbâd b. Sâriye'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olduğuna göre, o şöyle demiştir:
((صَلَّى بِنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ذَاتَ يَوْمٍ، ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَيْنَا فَوَعَظَنَا مَوْعِظَةً بَلِيغَةً، ذَرَفَتْ مِنْهَا الْعُيُونُ، وَوَجِلَتْ مِنْهَا الْقُلُوبُ، فَقَالَ قَائِلٌ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! كَأَنَّ هَذِهِ مَوْعِظَةُ مُوَدِّعٍ فَمَاذَا تَعْهَدُ إِلَيْنَا؟ فَقَالَ: أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللَّهِ وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَإِنْ عَبْدًا حَبَشِيًّا. فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِي فَسَيَرَى اخْتِلاَفًا كَثِيرًا، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الْمَهْدِيِّينَ الرَّاشِدِينَ، تَمَسَّكُوا بِهَا، وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ، وَإِيَّاكُمْ وَمُحْدَثَاتِ الْأُمُورِ، فَإِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ، وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ )) [ رواه أبو داود ]
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- birgün bize namaz kıldırdı.Sonra bize yüzünü döndü ve bize, gözyaşlarının aktığı ve kalplerin ürperdiği, beliği bir öğüt verdi. Orada bulunanlardan birisi:Ey Allah'ın elçisi! Sanki bu, vedâ eden kimsenin öğüdü gibiydi. O halde bize neyi tavsiye edersiniz? diye sordu. Buyurdu ki: Allah Teâlâ'dan korkmanızı ve başınızdaki emir habeşli siyah bir köle bile olsa ona itaat etmenizi vasiyet ediyorum. Zirâ sizden kim, benden sonra yaşarsa, dînde çok ihtilaflar görecektir. Bu sebeple benim sünnetime ve hidâyeti bulmuş râşid halifelerimin sünnetine sarılın. Onlara azı dişlerinizle sarılırcasına sarılın.Dînde sonradan çıkarılan şeylerden sakının. Çünkü dînde sonradan çıkarılan her şey, bid'attır, her bid'at da dalâlettir (sapıklıktır).” [9]

Üçüncüsü: İslâm âlimlerinin icmâı, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetinin huccet olduğuna delâlet etmiştir.
Nitekim İmam Şâfiî -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:
"Ben,Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den haber verildiği halde onun haberini kabul etmeyen, onunla yetinmeyen ve onu sünnet olarak isbat etmeyen sahâbe ve tâbiînden hiç kimse bilmiyorum.Kendileriyle aynı çağda buluştuğumuz tâbiînden sonraki nesil olan etbâu't-tâbiîn de böyle yapmışlardır.Onların hepsi, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den gelen haberi isbat etmişler ve onu sünnet saymışlardır. Sünnete uyan kimse methedilmiş, ona aykırı hareket eden kimse ise yerilmiştir.Bize göre bu mezhepten (yoldan) ayrılan kimse, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbı ile onların ardından günümüze kadar gelen ilim ehlinin yolundan ayrılmış ve cehâlet ehlinden sayılmıştır."

Dördüncüsü: İnsan aklı, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetinin huccet olduğuna delâlet etmiştir.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Allah'ın elçisi oluşu, onun haber verdiği her şeyi tasdik etmeyi ve emrettiği her konuda ona itaat etmeyi gerektirir.
Herkesçe kabul edildiği gibi, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Kur'an-ı Kerim'in yanında birçok şeyi haber vermiş ve birçok konuda hüküm vermiştir.Sünnete bağlı kalmanın ve ona icâbet etmenin gerekliliği konusunda onunla Kur'an-ı Kerim'i birbirinden ayırmanın hiçbir delili yoktur. Aksine bu, bâtıl bir ayırımdır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in haberinin tasdik edilmesi gerekir.Aynı şekilde ona itaat etmek de gereklidir.
Hadisin huccet oluşunu inkâr eden kimse, dînen delilleriyle bilinen bir konuyu inkâr ettiğinden dolayı kâfirdir.

Allah Teâlâ'dan bize hakkı hak olarak gösterip ona uymayı, bâtılı da bâtıl olarak gösterip ondan sakınmayı nasip etmesini niyaz ederiz.
Allah Teâlâ, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e salât ve selâm eylesin.


Notlar
[1] Nisâ Sûresi: 80
[2] Nisâ Sûresi: 59
[3] Nûr Sûresi: 63
[4] Nisâ Sûresi: 65
[5] Enfâl Sûresi: 24
[6] Nisâ Sûresi: 59
[7] Tirmizî, Ebu Dâvûd ve İbn-i Mâce sahîh bir senedle rivâyet etmişler, Tirmizî 'hadis hasendir' demiştir. Bknz: Sahihu Suneni't-Tirmizî, hadis no: 2663
[8] Ebu Dâvûd, 'Kitabu'l-Harac ve'l-İmâre ve'l-Fey'
[9] Ebu Dâvûd, 'Kitabu's-Sunne'

Muhammed Salih
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
26 Temmuz 2013       Mesaj #7
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
KAVLÎ SÜNNET
MsXLabs.org

Peygamber (s.a.s)'in sözlü sünneti. Peygamber (s.a.s)'in günlük yaşayışı sünnetin tümünü kapsamaktadır. Zira sünnet kelimesi "övülmüş veya kınanmış yol" anlamındadır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Kendilerine hidayet geldiğinde insanları inanmaktan ve Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan, sadece öncekilerin sünnetinin (gidişatının) kendilerine gelmesini beklemelidir" (el-Kehf, 18/55). Hz. Peygamber sünnet kelimesini lugat anlamı olan, yol manasında kullanmıştır: "Kim iyi bir sünnet (yon edinirse, onun ve onunla amel edeceklerin sevabı o kimseye aittir..."(Müslim, İlim, 15; Zekât, 69).

Hadisçiler sünneti; Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirleri şeklinde tarif etmişlerdir. Keza onun ahlâk sıfatları, sîreti ve yaşayışı sünnettir. Rasûlüllah'ın yaşayışı, fiilî sünnet olarak müteala edilirse, sünneti üç kısına ayırmak mümkün olur.

Birinci kısım; Kavlî sünnet yani Hz. Peygamber'in sözleri. İkinci kısım: Fiilî sünnet; Hz. Peygamber'in davranışları ve tavırları. Üçüncü kısım: Takrirî sünnet; Hz. Peygamber'in haberdar olduğu söz ve hadiseler karşısında susması veya ikrarı. Buna göre kavlî sünnet. Hz. Peygamber'in çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu mübarek sözlerdir. Bu anlamıyla hadis ve sünnet eşanlamlıdır. Fıkıh usûlü âlimlerinin ıstılahında kavlî sünnet; Hz. Peygamber'in sadece hüküm bildiren sözleridir. Şer'î bir hüküm kaynağı olmayan ve muhtelif konularda malumat veren diğer sözleri ise yalnızca hadis olarak mütalaa edilmektedir (bk. Muhammed Accâc el-Hatib, es-Sünne, Kahire 1383, s. 16).

Hadislerin bütünü içerisinde büyük bir yekûn tutan kavlî sünnet, özel çalışmalara da konu olmuştur. Celâleddin es-Suyûtî (ö. 911/1505), el-Câmiu's-Sağû min Ehadisi'l-Beşîr Ve'n-Nezû isimli eserinde kavlî sünnetleri toplamıştır. Fiilî sünnetleri eserin son kısmında "kâne" ile almıştır. Bunlar Hz. Peygamber'in şemâiline, sîretine ve ahlâkına dair olan hadislerdir.

Hukukî açıdan da kavlî sünnetin önemi büyüktür. Çünkü fiilî sünnetin Hz. Peygamber'e ait özel bir hal olma ihtimali vardır. Takriri sünnette de bir şahsa ve olaya ait özel bir hüküm veya izin olma ihtimali mevcuttur. Halbuki kavlî sünnetin delâleti lafziyesi daha net daha belirgindir. Bu açıdan şer'î hükümlerin istinbatında kavlî sünnet, daha kuvvetlidir (bk. Tehânevî, Keşşâf, I, 706).

Hz. Peygamber (s.a.s)'in kavlî sünnetlerine bir örnek: Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Köleleriniz ve hizmetçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah Teâlâ onları sizin idarenize ve emrinize vermiştir. Kimin idaresi altında kardeşi olursa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin..." (Buhârî, İmân, 22; Edeb, 44; Müslim, İmân, 38, 40).


Nuri TOPALOĞLU
İslam Ansiklopedisi

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

24 Mart 2011 / Misafir Tıp Bilimleri
15 Kasım 2017 / ThinkerBeLL X-Sözlük
20 Mayıs 2014 / Misafir Cevaplanmış
30 Nisan 2009 / UnknowN Hz. Muhammed
16 Ocak 2011 / Misafir Cevaplanmış