Arama

Keloğlan

Güncelleme: 20 Ağustos 2012 Gösterim: 310.019 Cevap: 6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Keloğlan
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Ben bir garip Keloğlanım
Sponsorlu Bağlantılar
Eşeğimin yok palanı

Varım yoğum doğruluktur

Hiç de sevmem ben yalanı.

Kocakarı bir anam var,

Birkaç tavuk bir de inek,

Her gün konar kel kafama,

Evsiz kalmış birkaç sinek.

Keloğlanım budur özüm,

Haram malda yoktur gözüm,

Garip hakkı yiyenlere,

Elbet vardır birkaç sözüm

Bir eşeğim var, bir de sazım

Kendimden başkasına geçmez nazım
Çoktan beri açlıktan kokar ağzım
-Bana bir saray kızı lazım.

Tanınmış bir halk öyküleri kahramanı. Anadolu insanının büyük düşler kurabilen, ama en büyük ödülleri de elinin tersiyle itebilen, erdemli, sağduyulu, biraz saf, biraz romantik, fazlasıyla pratik zekâlı temsilcisi.

Ve bir Keloğlan masalı Msn Happy

Keloğlan ve Sihirli Taş
Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Çok söylemesi günahmış. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu " Keloğlum, keleş oğlum" diye severmiş. Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin
alıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yakalarım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş. Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu..
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın. "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş.
Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. "Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim" demiş. Evlerine koşmuş. Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış..
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış. Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş.
"Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan annesini bile dinlememiş. "Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim..." diyormuş. Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış. Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış.
Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek içinsihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. " demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış. Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler.
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş. Hay'dan gelen Hû'ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun." Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş. O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış.

Yazan: Ahmet EFE

Biyografi Konusu: Keloğlan nereli hayatı kimdir.
Avatarı yok
BlueNighT
Yasaklı
23 Şubat 2007       Mesaj #2
Avatarı yok
Yasaklı
KELOĞLAN İLE DEVLER

Sponsorlu Bağlantılar
Bir varmış bir yokmuş, eski zamanların birinde, bir nine ile oğlu varmış. Kafası kel olduğundan, herkes o oğlana Keloğlan dermiş.
Keloğlan, keyfine çok düşkünmüş, sabah erkenden kalkar, akşamlara kadar sinek avlar, fare kovalar, daha güneş batar batmaz, uyuz kediler gibi ocak başına büzülürmüş. İş, güç ne yaparmış, ne de severmiş.
Yaşlı annesi, oğlunun bu miskin, bu tembel huyundan çok dertliymiş. Birçok kereler, yahut sayısız defalar uyarmış, ama Keloğlan hiç aldırış etmemiş, sineklere avlamaya, tavuklara kışalamaya, dev gibi fareleri de kovalamaya devam etmiş.
O kadar tembellik ediyormuş ki, keçileri ile eşeği bile yaylıma götürmemiş, hayvancıklar açlıktan ölmüş.
Yaşlı annesi, artık daha fazla dayanamamış, oğlum, uşağım dememiş, almış eline kocaman bir sopa düşmüş peşine. Neresine gelirse pat pat vurmuş. Neredeyse, Keloğlan’ın kafası kırılmış.
Keloğlan bakmış ki anasının dayaktan vazgeçeceği yok, acımadan öldürecek, canlı canlı da mezara gömecek. Ardına bile dönüp bakmadan kaçıp gitmiş.
Çok para kazanmadan eve dönmeyecekmiş.
Az gitmiş, uz gitmiş, gide gide bir kasabaya inmiş.
Karnı da çok ama çok acıkmış. Parası da ya azmış yahut hiç yokmuş. Bir kocakarının evine varmış, kapısını vurmuş, ekmek istemiş, yemiş...
İş aramış, bulamamış, bir güzel de paylanmış. Geri dönmemeye pek kararlıymış ya, ne olur ne olmaz, dağlarda, ormanlarda lazım olur diye düşünmüş. Bir demirci dükkanına varıp, kendine demir bir kılıç yaptırmış. Takmamış beline, almış eline.
O kadar çok yol gitmiş ki, kaç köy, kaç kasaba geçtiğini unutmuş.
Çok sessiz ve karanlık bir gecede, bir derin vadiye inmiş. Eli kınılıcında gözü sesteymiş.
Bir gürültü ile irkilmiş. Kulak kabartmış, çok korkmuş. Bu sesleri daha önce hiç duymamış.
İnmiş daha da aşağılara,gördüğü manzara, az kalsın aklını başından alacakmış. Birçok dev, bir arabadaymış. Durmadan konuşuyorlarmış.
Meğer devler düğün yemeği pişirirmiş. Kocaman kocaman ocakları varmış. Ev büyüklüğündeki kazanların biri indirilip biri bindiriliyormuş.
O kadar meraklanmış ki Keloğlan, daha yakından görmek için birkaç adım yürümüş. Her nasılsa devin birisi kendisini görmüş. Demir kılıç yaptırdığına çok sevinmiş. Ama bu kadar dev ile nasıl baş edeceğini düşündükçe, üzülmüş, korkmuş. Korkmakla olmuyormuş, yiğitliği tutmuş.
Kendisine bakınıp duran dev, çok neşeli bir kahkaha patlatmış, bütün dağları dalgalandırmış. Arkadaşlarına dönmüş, şöyle seslenmiş, “Bulduk, bulduk.”
Bir dev, “Ne buldun” diye sormuş.
Keloğlanı gören dev, ağzından salyalar akıta akıta, “Bir insan” demiş, “bir insan.”
Başka bir dev, pek iştahlı imiş. “Çoktandır insan eti yememiştik. Ayağımıza kadar geldi.
Hep birlikte bir “hey” çekmişler, Keloğlanı yemeğe karar vermişler.
Keloğlan, bakmış ki durum ciddi. Kaçsa nereye kaçacak? Dövüşmeye kalkışsa beceremeyecek. “Şunları hele bir korkutayım” diye düşünmüş ve gayet sert bir sesle haykırmış: “Yüreğiniz varsa topunuz birden gelin!”
Devler, yedi dağı titreten bir kahkaha atmış. “Acaba şu zavallı çocuk neyine güveniyor” diyen bir dev, Keloğlan’ın yanına çıkmış, demir kılıcı görünce irkilmiş, arkadaşlarına seslenmiş: “Hey dikkatli olun, Miron Padişahı’nın büyülü kılıcına benzeyen bir kılıcı var.”
Bu sözler üzerine Keloğlan bayağı sevinmiş, hem de yalancı pehlivanlar gibi şov yapmaya, el kol sallamaya başlamış.
Bir şeyler daha söylemiş: “Benden hatırlatması devler, acırım size, yazık olur hepinize.”
Devlerden biri biraz alaycı bir dille, “Çok kabadayılık yapıyorsun yavru insan. Eni konu bir kılıcın var” demiş.
Keloğlan kılıcını havaya kaldırıp konuşmuş: “Şimdi kılıcımı iki kez sallarsam, hepiniz ölürsünüz. Çünkü zehir saçar.”
Çok korkmuş devler. Birkaç adım geri çekilmişler. Birkaç tanesi kaçıp gitmiş, birkaç tanesi korkusundan yerlere yığılmış.
Bakmış ki söylediği her söz devler üzerinde büyük etkiler yapıyor, şöyle demiş Keloğlan:
“Korkmayın, korkmayın! Eğer dediğimi yaparsanız kılıcımı sallamam.”
Bir dev, “Emriniz olur keloğlan. Hemen söyle ne istediğini. Yapmaya hazırız. Bize dokunma yeter ki. Ne olursun, yiğit delikanlı!
O kadar çok şişinmiş ki Keloğlan, aç karnını bastıra bastıra emir vermiş devlere: “En güzel yemeklerinizden bana güzel bir sofra hazırlayın bakalım. Hadi, durmayın daha öyle karşımda pısırık pısırık. Sallarsam kılıcı, sonunuz olur çok acı.”
Sevinmiş devler, bir de takla atmışlar kocaman kocaman gövdeleriyle. Titrek titrek konuşmuşlar.
“Aman Keloğlan, kılıcı zehirli yiğit oğlan, dokunma bize, hemen sofranı hazırlıyoruz” demişler.
Göz açıp yummaya kalmadan mükellef bir sofra kurulmuş. Karnı çok aç olan keloğlan, sofradaki yemeklerin tümünü yemiş. Biraz da yanına almış öteberilerden. Kalkmış yoluna giderken devlerden biri şöyle demiş: “Ey yiğit, seninle bir pazarlık yapalım mı?”
“Ne pazarlığı” diye sormuş Keloğlan.
“Şu kılıcını bize satar mısın” demiş dev.
Keloğlan ağırdan almış, işi iyice kıymete bindirmiş. “Hoppala... Oldu mu ya şimdi? Siz taşıyamazsınız ki onu.”
“Niçin taşıyamayız ki kılıcı? Biz çok güçlüyüz” diyen bir deve şu karşılığı vermiş:
“Üstelik o kadar pahalıdır ki bu, paranız yetmez.”
Yaşlı dev, “İki küp altına ne dersin Keloğlan” diye sormuş.
Bu öneri çok hoşuna gitmiş Keloğlan’ın. “Nerede altınlar” diye sormuş.
Çok memnun kalan yaşlı dev:
“Biraz ötede, Çengir Vadisi’nin düzlük yerinde” diye tarif etmiş, bir yakut sandık var. Altınlar o sandığın içinde. Bize yasak oralara yaklaşmak. Ama senin için bir sakıncası yok. Git ve al!”
Buna aklı yatmış Keloğlan’ın, şöyle karşılık vermiş:
“Kılıcın ağırlığını azalttım. Özel bir duası var, onu okudum. Fakat zehir saçmasını engellemedim. Kılıcı şuraya bırakıyorum. Ben buradan tamamen uzaklaşıncaya kadar sakın dokunmayın. Çünkü, kokumu alır almaz zehir kusar,benden hatırlatması.”
Devler korkuyla karışık bir duyguyla, “Hay hay emriniz olur Keloğlan, hele yürü git sen” demişler.
Kılıcı yere bırakan Keloğlan el sallayarak çekip gitmiş.
Çengir Vadisi’ne varan Keloğlan, yakut sandığı bulmuş. Hemen omzuna alıp yola girmiş. Keyfinden de türkü söylermiş.
Biz bakalım devlerin haline.
Bir zaman sonra, kılıcı yerden almışlar, bir de bakmışlar ki ne zehir saçıyor ne de kesiyor.
Kandırıldıklarını anlayan devler, bunu hazmedememiş. Bir insan yavrusunun oyununa gelmenin hırsıyla çileden çıkmışlar. Aralarından üç deve görev vermişler. Tutup Keloğlanı getirmelerini istemişler.
Büyük bir intikam duygusu ile Keloğlan’ın peşine düşen devler, gitmiş, gitmiş, ama onu bulamamışlar. Yine devam etmişler, ama biri uçurumdan yuvarlanmış, biri yorgunluktan düşüp ölmüş. Üçüncüsü ise tek başına aramayı sürdürmüş.
Keloğlan hâlâ gidermiş. Islığını da hiç kesmezmiş. Bir ormanlıktan geçerken, bir tilki ile karşılaşmışlar. İkisi de birbirini çok sevmiş. Selamlaşmış, oturup iki laf etmişler.
Tam bu sırada oturdukları yer titremeye başlamış.
“Eyvah” demiş tilki “neler oluyor?”
Hemen, durumu anlamış Keloğlan:
“Korkacak bir şey yok, bir dev bize doğru geliyor.”
Fakat böyle derken tilkiye güvenirmiş Keloğlan. Yoksa korkudan az kalsın düşüp bayılacakmış.
Yer sarsılmaya, havada toz bulutları belirmeye, ağaçlar da sallanmaya başlamış. Dev giderek yaklaşıyormuş. Keloğlan’ın yüzü gözü sararmış. Tilki, acımış arkadaşına. Biraz önce, erkeklik havaları atmasına zaten inanmamışmış. Moral vermek istemiş:
“Buraların kıralı benim Keloğlan, dev tek başına değil ordusuyla gelse para etmez.”
Keloğlan sevinç içinde ellerini çırpmış, tilkiyi kulaklarından tutup sevmiş.
Tilki hesapsız yardım eder mi?
Devin sıcak nefesi alev alev yüzlerini yalamaya başlamış ama, hâlâ tilkide bir hareket yokmuş.
Keloğlan titremeye başlamış. “Etme tilki kardeş” demiş, “kurbanın olayım, kurtar beni şu devin elinden.”
“Ben seni kurtaracağım ama, sen de bana bir konuda yardımcı olacaksın. Anlaştık, değil mi” demiş tilki.
Hiçbir şey düşünemiyormuş Keloğlan.
“O iş o kolay, hadi artık ne yapacaksan yap” diye yalvarmış.
Tilki, havalara bakmış, etrafı dikizlemiş ve öyle bir ulumuş ki yer gök inlemiş. Bir anda yüzlerce tilki etrafına toplanmış.
Bu kadar tilkiyi birarada gören dev, korkusundan olduğu yere yıkılıp ölmüş.
Tilki, yeniden ulumuş, yüzlerce tilki kaybolmuş.
Keloğlanı bir düşünce almış, “acaba tilki yakut sandığı ister miymiş?”
Tilki sitem etmiş, “Hâlâ ne istediğimi sormayacak mısın Keloğlan kardeş?”
Mahçup olan Keloğlan kuşkulu kuşkulu karşılık vermiş, “Sıkıntıdan hep unuttum, buyur seni dinliyorum.”
Tilki anlatmış meramını:
“Şu ileride bir ev ar. Bu evin avlusunda öyle güzel bir tavuk gördüm ki hâlâ unutamıyorum. Bembeyaz başı, altın gibi tüyleri var. Parıl parıl parlıyor. Kırmızı gagalarıyla rüyalarıma giriyor. Kaç defadır denedim, yakalayamadım. Kırk günden beri ortalıkta göremiyorum. Ne yap yap,bu tavuğu bana getir!”
Tilkinin isteğinin yakut sandık olmamasına çok sevinmiş Keloğlan. “İstediğin buysa olmuş bil” demiş hemen gitmiş.
Araya sora,tavuğun sahibini bulmuş Keloğlan. Selam vermiş. Yakut sandığı yere bırakmış.
Tavuğun sahibi sormuş, “Nereden gelip nereye gidersin Keloğlan?”
“Uzaklardan gelip uzaklara gidiyorum” diye cevap vermiş Keloğlan.
Az sonra, çok güzel bir kızın, elindeki ayran tası ile geldiğini görmüş. Çarpılmış, başı dönmüş. Bakakalmış kıza.
Ayranı başına dikmiş, üstüne başına dökmüş. “Hah” demiş, “Ben aradığımı bumdum, altın küpü ve şu güzel kız. Daha ne isterim ki” diye düşünmüş, tavuğusöylemeyi unutmuş.
Ev sahipleri “Bu sandığın içinde ne var” diye sormuş. Keloğlan “altın var” diye yanıtlamış.
Adamın gözleri fal taşı gibi açılmış, bakışları sandıkta kalmış. Mutlaka sahip olmak istemiş.
Keloğlan’ın aklı fikri kızdaymış.
Tilki bekleye bekleye ağaç olmuş, sinirinden ulumuş.
Bunu işiten tavuğun sahibi “avucunu yala” diye söylenmiş.
“Aaaa... vay be” demiş Keloğlan.
“Ne var” diye sormuş adam. “Ne öyle ay, vay deyip durdun?”
“Bir ses duydum” demiş Keloğlan, “tilki sesiydi galiba.”
Asıl niyetini gizlemiş.
Adamın sesi sertleşmiş: “Bıktım usandım bu pis düşmandan. Akşam sabah vurmak için bekliyorum, bir türlü denk getiremiyorum...”
“Tavuğun, horozun çok mu” demiş keloğlan.
“Hiçbiri umurumda değil” diye konuşmuş adam, yalnız beyaz başlı, kırmızı gagalı, altın tüylü bir tavuğum var ki. Tilkinin yüzünden kümeste ölecek. Görsen hele bir Keloğlan, dünyada bu kadar güzel tavuk yoktur.”
“Sat bana” diyen Keloğlan’a şöyle demiş adam:
“Olur ama pazarlıksız yumurta bile satılmaz.”
Keloğlan, “ne istersin” demiş. Adam “sandıkla değişelim” demiş.
Keloğlan, “Çocuk mu kandırıyorsun? Hiçbir sandık altın bir tavuğa verilir mi be adam?”
Adam, “Sen özelliklerini biliyor musun tavuğumun? Ezbere konuşma” demiş.
Meraklanmış Keloğlan: “Sahi mi, ne özellikleri varmış tavuğunuzun?”
“Çok güzel gıdaklar” diye cevap vermiş adam.
“Bir kahkaha atmış Keloğlan. “Gıdaklamayan tavuk mu olur?”
Adam, “İyi ama benimki güzel gıdaklama yarışmalarında hep birinci gelir, çok para kazandım...”
“Bak sen sahiden pek hünerliymiş. Bir gıdaklasın da göreyim” demiş Keloğlan.
Adam başını sallamış: “Şimdi olmaz.”
Keloğlan, “Neden olmazmış” demiş.
Adam, “tilki pusuda bekliyor, duymadın mı” diye yanıtlamış.
“Doğru, peki zaten kümesten çıkaramıyorsun, sat gitsin baha uygun bir fiyata” diye yeniden üstelemiş Keloğlan.
Adam bu fikre bayılmış, “öyle ya” demiş içinden “kümeste ölüp gidecek.”
Çetin bir pazarlık yapmışlar.
İki kese altına anlaşmışlar.
Tavukla birlikte sandığını da alıp yola koyulan Keloğlan, gidip tilkiyi bulmuş, tavuğu teslim etmiş.
Çok teşekkür eden tilki, sevinçli sevinçli ormanlara doğru giderken Keloğlan da yakut sandığı omzunda köyün yolunu tutmuş.
Keloğlan’ın bir sandık dolusu altınla geldiğini gören yaşlı anası, çok memnun olmuş, kucaklayıp bağrına basmış. Bir sürü de dualar etmiş.
Keloğlan sandığı eve bırakmış. Anasına demiş ki, “Ne istersin ana, söyle de ineyim pazara.”
Birkaç yiyecek almasını söylemiş anası Keloğlan’a. O da inmiş pazara. Doldurmuş çuvalları erzakla yüklemiş eşeğine.
Bütün köylüler şaşırmış bu işe. Artık herkes kızını vermek için sıraya girmiş.
Anası da çok sevinmiş ama Keloğlan, “Beni dün fakirken hor görenlerin kızını almayacağım ana, benim gönlüm, kırmızı gagalı, beyaz başlı, altın tüylü tavuğun sahibinin kızında tez hemen istemeye git.”
Anası, giyinmiş, kuşanmış, araya sora kızın babasını bulmuş. “Keloğlan’ın anasıyım, kızını istemeye geldim” demiş.
Adam kızının böyle zengin birisi tarafından istenmesine öyle sevinmiş ki, hiç naz etmemiş, vermiş.”
Hemen süslemiş, allamış pullamış, katmış kızını yaşlı kadının yanına.
Bütün köyde herkese parmak ısırtan bir düğünle dünya evine girmiş Keloğlan.
Çok mutlu bir ömür sürmüş karısı ve anasıyla.
(En Güzel Keloğlan Masalları, Emel İpek, Papatya Yayınları)
Avatarı yok
BlueNighT
Yasaklı
25 Şubat 2007       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı
KELOĞLAN İLE SİNCAP DOSTU

Bir zamanlar bir köyde bir kadın ile oğlu Keloğlan yaşarmış. Fakirlikten, açlıktan perişan durumdalarmış. Bazen evde yiyecek hiçbir şey bulunmaz, oğul Keloğlan sepeti alır eline düşermiş ormanın içine. Biraz mantar toplar getirirmiş anasına pişirmesi için.
O gün yine sıkıntılı bir günmüş. Hava sisli ve yağmurluymuş. Keloğlan yine ormana gitmiş. Başlamış mantar toplamaya. Biraz da kendi yemiş. Sonra dinlenmek için oturmuş koca bir ağacın altına.
Başını kaldırınca bir sincap görmüş, öylece oturup duruyormuş. Keloğlanı görünce birden daldan inmiş sincap ve ağlamaya başlamış. Kucağına almış keloğlan sincabı, öpmüş, sevmiş sakinleştirmeye çalışmış. “Aaaah, ah” demiş sincap, “Senin gibi bir arkadaş bulamadım şimdiye kadar.”
Kendisi de dertlenen Keloğlan fakirliğini anlatmış sincaba. Çok acımış sincap onun haline, “gel sana bir iyilik yapayım” demiş.
Saatlerce yürümüşler ve sonuçta orman bitmiş uzakta kayalıklar görünmüş. Sincap, “Oraya git, seni keklikler karşılayacak sana üç soru soracaklar doğru bilirsen ne kazanacağını görürsün” demiş.
Gerçekten de Keloğlanı keklikler karşılamış. Kraliçe keklik “sana üç sorumuz var, bilirsen iki küp altın alacaksın” diye konuşmuş.
“Sorun” demiş Keloğlan. Bir kiraz ağacını gösteren kraliçe keklik “O ağaçta kaç kiraz var söyle bakalım” diye sormuş.
“Onu bilmeyecek ne var, sesin altın tüylerinin sayısı kadar.” Nereden bildiğini sorunca da “say da bak” demiş.
Doğru kabul etmişler bu yanıtı.
İkinci soru “Dünyanın tam ortası neresi” biçimindeymiş. Bunu da “Tam senin ayağını bastığın yer” diye yanıtlamış Keloğlan, “inanmıyorsan ölç de bak!”
Bu da doğru kabul edilmiş.
Son soruda ise eline iki tane ceviz alan kraliçe “hangisi daha ağır bil bakalım” demiş.
“Suya daha fazla batan ceviz daha ağırdır” diye yanıtlamış Keloğlan.
Bu da doğru kabul edilince iki küp altın verilmiş kendisine.
Koşa koşa evine dönmüş Keloğlan altınları anasına teslim edip hemen sincabı aramaya başlamış. Sincabı bulunca onu yine ağlar bulmuş, “Ben” demiş sincap, “Aslında padişahın kızıyım. Fakat bana büyü yapıldı ve bu hale geldim.”
Ona yardımcı olacağını söylemiş Keloğlan. Ancak sincap “Çok zor” demiş, “Kaf Dağı’na gideceksin, bir ejderhanın olduğu mağaradan zümrüt suyunu alıp getireceksin.”
Kasabadan keskin bir kılıç alan keloğlan Kaf Dağı’na varmış. Mağaranın ağzında bekçilik yapan dev yılanları kılıcıyla kesmeye başlamış. Yılanların çıkardığı sesi duyan ejderha mağaradan çıkıp aşağılara doğru inmeye başlamış. Bunu fırsat bilen Keloğlan mağaraya girip zümrüt suyunu getirdiği şişeye doldurmuş.
Koşarak sincaba dönen Keloğlan’ı sevinçle karşılamış sincapcık. Zümrüt suyunu içer içmez de dünyalar güzeli bir kız olmuş. Birlikte kızın padişah babasının sarayına gitmişler. Padişah da durumu öğrenince bir deve yükü altın armağan etmiş ona. Anası ile ömürlerinin sonuna kadar sıkıntısız, mutlu bir yaşam sürdürmüş Keloğlan ile anası da...
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
26 Mart 2007       Mesaj #4
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY


Keloğlan yüzyıllardır anlatılan, nesillerden nesillere aktarılarak günümüze kadar gelen bir masal kahramanımız. Tembelliği her seferinde başına iş açsa da o, çocuksu saflığı, pratik zekası, yapıcı karakteriyle sonunda mutlaka doğruya ulaşır. Küçük seyirciler oyunda bir yandan bu sevimli masal kahramanını maceralarını izlerken diğer yandan artık unutulmaya yüz tutmuş Karagöz, Ortaoyunu gibi geleneksel tiyatromuzun türleri arasında keyifli bir yolculuğa çıkarılıyor.
Son düzenleyen Safi; 22 Aralık 2015 00:23
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
Avatarı yok
BlueNighT
Yasaklı
5 Nisan 2007       Mesaj #5
Avatarı yok
Yasaklı
KELOĞLAN VE SİHİRLİ TAS



Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu "Keloğlum,keleş oğlum" diye severmiş.
Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin alıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yakalarım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş.


Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu...
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın. "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş.


Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. "Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim" demiş. Evlerine koşmuş.


Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış...
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış.


Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş. "Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan ******* bile dinlememiş.

"Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim..." diyormuş.


Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış.

Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış.


Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek için, sihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. " demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış. Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler.


Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:

- Üzülme yavrum, demiş. Hay'dan gelen Hû'ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun."

Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş.

O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Ekim 2008       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Keloğlan

Keloğlan bir masal kahramanıdır. Başlan­gıçta beceriksiz, tembel biri gibi gözükürken olayların gelişmesiyle kurnaz, cesur ve bece­rikli olduğu ortaya çıkar ve sonunda mutlulu­ğa ulaşır. Bu masal kahramanının başından geçen olayları konu edinen masallara da "Keloğlan Masalları" adı verilir.
Keloğlan yalnız Türk masallarında değil Arap ülkeleri, İran, Kafkasya, Orta Asya, Rus ve Batı Avrupa masallarında da karşımı­za çıkar. Adları, kişilikleri, görünüşleri farklı olmakla birlikte bu masal kahramanlarının birbirine benzeyen yanları olduğu görülür. Her ülkenin kendine özgü bir "Keloğlan"ı vardır. Dünya masalları konusunda karşılaş­tırmalı çalışmalar yapan araştırmacılar Keloğ­lan tipinin özellikleri üzerinde de durmuş­lardır.
Türk masallarında Keloğlan, yaşlı annesiy­le birlikte yaşayan öksüz ve yoksul bir deli­kanlıdır. Birçok masalda anlatılan şehzadele­re, üstün nitelikli kimselere benzemez. Yok­sulluğunu ve kimsesizliğini kurnazlığı, yar­dımseverliği ya da cesaretiyle unutturur. Baş­langıçta miskin miskin oturan, annesinin zoruyla istemeye istemeye iş tutan, aptallığı ve unutkanlığı yüzünden yaptığı işi eline yüzüne bulaştıran biridir. Beklenmedik bir anda, güç durumda kalmış bir insan ya da hayvana yardım ettiği için onlardaki olağanüstü güçle­rin desteği ile talihi döner. Keloğlan'ın yazgısı kıyıcı, acımasız, haksızlık yapmayı huy edin­miş kimseler karşısında kurnaz ve akıllıca davranışlarıyla da değişebilir. Her iki durum­da da Keloğlan sonuçta varlıklı, güçlü bir insan olur ve annesiyle birlikte mutlu bir yaşama kavuşur. Bu yönüyle Keloğlan tipi ve Keloğlan masalları halkın yoksulluktan kur­tulma, varlıklı ve güçlü olma, zulmedenlerden öç alma özlemlerini dile getirmektedir.
Türk masallarının kahramanı olan Keloğ­lan iki ayrı görünüşte karşımıza çıkar. Birinci­si masalın başından sonuna kadar* genellikle değişmeden kalır. Varlıklı, güçlü bir insan olduktan sonra da asıl kimliğini korur. Bazı masallarda ise Keloğlan, yardım ettiği iyi kalpli bir insanın desteği ile kellikten kurtu­lur, saçları çıkar. Bazı kahramanlar da başla­rına işkembe ya da tüyleri ütülenmiş deriden bir takke geçirerek Keloğlan kılığına girerler. Bu yapay kellik ve sahte Keloğlanlık masal boyunca sürer ve olumsuz durumun ortadan kalkıp kahramanın kurtulmasıyla sona erer. Bu ikinci türden Keloğlan tipine "Sahte Keloğlan" da denmektedir. Bunlar çeşitli nedenlerden ötürü gizlenme gereği duyan kimselerdir.
Başına gelenler, davranışları ve sevimliliğiyle Keloğlan tipi toplumda herkesçe bilinir ve sevilir. Keloğlan halk hikâyelerinde, Kara­göz ve ortaoyununda da yer alır. Masallardaki kadar olmasa da buralarda da kendini gösterir ve olaylara karışarak etkili olur. Türk halk edebiyatı içinde önemli bir yeri olan Keloğlan masalları birçok araştırmacı tarafından der­lenmiş ve yayımlanmıştır. Bunlardan 18 tane­si Tahir Alangu'nun Keloğlan Masalları (1967) adlı kitabında bulunmaktadır.


MsXLabs.org & Temel Britannica
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
20 Ağustos 2012       Mesaj #7
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
Keloğlan
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Türk halk masalı kahramanı. Keloğlan sevimli, çabuk kavrayan, girişken bir tiptir. Kötülüklere karşı savaşır; insancıl, dirençli ve çalışkandır. Keloğlan adıyla çağrılan adsız bir genç olarak canlandırılır. Öksüzdür, yaşlı ve yoksul bir anası vardır. Bu yoksul yaşamındaki mücadeleleriyle toplumsal bir nitelik kazanır, yoksulların amaç ve özlemlerini dile getirir. Keloğlan'ın savaşlarının sonu hep mutlulukla noktalanır. Bu halk masallarının 17. yüzyıldan bu yana oluşageldiği sanılmaktadır.
In science we trust.

Benzer Konular

23 Kasım 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
12 Temmuz 2011 / Misafir Cevaplanmış
4 Haziran 2016 / Jumong Sinema-TV