Arama

Sosyal Etki ve Konformite

Güncelleme: 3 Aralık 2009 Gösterim: 4.960 Cevap: 0
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
3 Aralık 2009       Mesaj #1
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Sosyal Etki ve Konformite

Sponsorlu Bağlantılar
Batı, insanı otonom, rasyonel, kendi kendini yöneten bireyler olarak tanımlamıştır. Birey kendi hareketlerinden sorumludur. Fakat, günümüzde artık insanın bu tanımlamalara pek de uymadığı bilinmektedir. Tek olarak ele alındıklarında bireyler rasyoneldirler fakat kolektif olarak ele alındıklarında rasyonel davranışları azalma eğilimi göstermektedir. Le Bon, hipnotik telkin kavramı ile bunu açıklamaya çalışmıştır. Ona göre, psikolojik bir grubun yaşamına katılmak, bireyleri ilkel bir düzeye çeker ve bireylerin düşüncelerini, duygularını ve eylemlerini derinden etkiler. Bireylerin davranışları duygusal ve bilinçdışı faktörler tarafından kontrol edilir. Fakat le Bon'un yaklaşımı sosyal yaşamın genel özelliklerini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

Sherif'in (1935) sosyal etki deneyi önemli bir noktadır. Bireyler, sosyal bir referans çerçevesinden yoksun kaldıklarında ve belirsiz ya da kesin olmayan bir gerçeklikle karşılaştıklarında yargıları ve algıları kesin olmaz ve değişkenlik gösterir. Böyle bir durumda belirsizliği azaltmak için bilgileri değiş tokuş edip bir ortak norm oluşturmaktan başka bir çareleri yoktur. Norm bir kez oluştuktan sonra daha sonra gelen yargıların ve algılamaların referans çerçevesi olur. Normun şekillenmesi, bireylerin gruplara dönüşmesini açıklar. Durkeheim ile aynı doğrultuda olarak Sherif'in açıklamaları, kuralların varlığını, fiziksel bir durumu sosyal bir duruma, fiziksel gerçekliği sosyal gerçekliğe çevirmenin kriteri olarak alır. Bir nesne belirsiz olduğunda bir çok insanın bağımsız yargıları birbirine yaklaşır ve bir objektif koordinatlar olmadığında yargıların sabit olmasını sağlayan bir norm oluşur. Norm bir kez oluşturulduğunda etkisini devam ettirir.

Asch, insanların diğer insanların görüşlerini gözleri kapalı kabul etmediklerini fakat bağımsız ve rasyonel şekilde bu fikirleri benimsediklerini kanıtlamaya çalışmıştır. Objektif gerçekliğin belirlenebilir olduğu bir durumda insanların çoğunluğun baskısına boyun eğmeyeceklerini kanıtlamak için bir deney tasarlamıştır. Burada oluşan norm sosyal değil rasyonel temelli olacaktır. Deneyin sonucunda Asch, bireylerin kendi algıladıklarından çok diğerlerinin söylediklerine inandıkları sonucunu bulmuştur. Asch elde etmek istediğinin tam tersi bir sonuca ulaşmıştır: Konformite, bireyin gerçekliğe sırtını çevirdiği ve körü körüne gruba bağlandığı bir olgudur.

Festinger (1950) ve Schachter (1951) de konformite olgusu ile ilgilenmişlerdir. Onlara göre grupta bireyleri aynı şekilde hissetmeye ve davranmaya zorlayan bir baskı mevcuttur. Bu baskının bir yönü, farklı oldukları diğer grup üyeleri tarafından bireylerin reddedilme olasılılarıdır. Bir birey, çoğunluktan sapan bir görüş öne sürer veya uygunsuz bir tavırla davranışta bulunursa bir çok üye tarafından reddedilme tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Gruptan dışlanma ihtimali, bir çok bireyin grubun diğer üyeleri ile benzer şekilde davranmasına yol açar. Konformite bireysel bakış açısından bakıldığında körü körüne yapılıyormuş gibi görünse de, kolektif bakış açısından değerlendirildiğinde, grup uyumu için ve grup hedeflerinin gerçekleştirilmesi için gereklidir.

Deutsch ve Gerard (1955) normatif ve informatif olmak üzere iki tür sosyal etkiden bahsetmişlerdir. Her iki durumda da karşılıklı bağımlılık, her bireyi politik, estetik, fiziksel ve diğer yargılarını değiştirmeye zorlar. Birinci durumda, bu değişiklik ve konformite, bireyin çoğunluğun beklentilerini karşılama isteğinden kaynaklanır. İkincisinde ise, birey, çoğunluğun görüşlerini ve yargılarını objektif gerçeklik hakkında bilgi kaynağı olarak kabul eder. Bir benzetme yapacak olursak, birey, "dört göz iki gözden daha fazla görür" demektedir. Bu tanımlamaları göz önünde bulundurduğumuzda, Sherif'in ve Ash'in deneylerinin informatif sosyal etkiyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

Kelley ve Shapiro (1954), konformitenin grup başarısının önünde durduğu ve grup ilgilerine zıt yönde algılandığı durumlarda, yüksek bağlılığı (high-cohesion) olan gruplarda düşük bağlılığı olan gruplara oranla daha az olacağını öne sürmüşlerdir. Yüksek bağlılığı olan gruplarda bireylerin grup refahı ile daha fazla ilgilenecekleri ve yakından bağlı hissettikleri çoğunluğun baskısından daha az korkacaklarını düşünmek mantıklı görünmektedir. Fakat bu hipotezi kanıtlayan verilere ulaşılamamıştır. Bu nedenle, konformitenin uyum sağlamayı engelleyici ve grup refahına zarar verici olabileceği öne sürülebilir.

1960'larda sosyal etki araştırmaları, azınlık üzerindeki çoğunluk etkisinden çok, azınlığın çoğunluğu etkilemesi konusuna odaklanmıştır. Sosyal etki bir adaptasyon mekanizması olmaktan ziyade, bir değişim mekanizması olarak görülmeye başlanmıştır. Ve değişim üzerine odaklanmak için konformite değil, yenilik (innovation) üzerinde (azınlığın çoğunluk üzerindeki etkisi) çalışmak gerekmektedir.

Moscovici'ye (1976) göre , statülerine ve kapasitelerine bakılmaksızın, grubun bütün bölümleri potansiyel etki kaynağıdır.

Çatışma, Konsensus ve Sosyal Etki

Etki, çatışmadan kaynaklanır ve bir konsensus için çabalar. Gruplar heterojendirler. Bir gruba ait olan bireyler bütünüyle aynı bir dünyayı paylaşmazlar. Sıklıkla, bireyler, gruplar, meslekler, uyuşmaz normları, hedefleri, davranışları ve ilgileri olan diğerleri ile tartışma halindedirler. Bir çok çoğunluk, kontrol edilmiş gerginliklerin ve hassas uzlaşmaların sonucunda oluşmaktadır. Etrafımızdaki her şey tutumlarımızı pekiştirmeye, diğer insanlarla olan fikir birliğimizi güçlendirmeye ve konsensusu canlı tutmaya hizmet eder. Fikir uyuşmazlığı, istenmeyen ve gerilim yaratan bir durumdur.

Fikir ayrılığının iki yönü önemlidir. Birincisi, fikir ayrılığı bir farklılığa işaret eder; farklı birinin yada bir şeyin varlığına, yabancı, alışılmadık bir şeye. Ve her tür canlıda, yabancı bir birey ile karşılaşmak yada bir farklılık görünümü, bir sosyal stres durumunu tetikler ve buda fiziksel ve organik panik reaksiyonuna veya reddetme tepkisine yol açar. Bu görüş laboratuar deneyleri ile de kanıtlanmıştır. Görüşlerinin, diğer insanların görüşlerinden farklı olduğu söylenen bireylerin galvanik deri tepkilerinde artma saptanmıştır.

Burdick ve Burns (1958) ve Steiner (1966) şimdiki yada gelecekteki inanç yada görüş farklılıklarının kritik faktör olmadığını öne sürmüşlerdir. Önemli olan, farklılıkların olası bir çatışmanın belirtileri olarak algılanmasıdır.

Fikir ayrılığının ikinci yönü, bir kimsenin sosyal konsensus uğruna vazgeçtiği gizil görüşleri, değerleri yada davranışları harekete geçirme gücüdür.
Bireyler normdan sapan bir görüş ile karşılaştıklarında, Ash'in deneyinde olduğu gibi, büyük ölçüde rahatsızlık duyarlar. Bazıları gözlerine yada akıllarına inanmazlar.

Çatışma dört faktör tarafından belirlenir: 1) görüşler arasındaki ayrılık 2) alternatiflerin doğası 3) bağlanmanın etkisi 4) sapkın olanın dışlanma ihtimali.

1) Görüşler Arasındaki Ayrılık:

Bir çok insan bir şeyi tartışmak yada yargılamak için bir araya geldiklerinde ve bir azınlık yada çoğunluk bizim görüşümüzle fikir ayrılığında olduğunda bir gerilim yada tehdit hissederiz. Çünkü bu fikir ayrılığı fikirlerimizin yanlış yada sapkın olabileceğini işaret eder. Fikir ayrılığı büyüdükçe diğerleriyle ve kendimizle olan çatışma artar. Çatışma büyüdükçe, yeni bir konsensusun oluşturulabilmesi için gereken değişim zorunluluğu da artar. Sonuç olarak, ayrılık arttıkça etki de artar.

Goldberg (1954) yaptığı deney sonucunda, kurgusal bir etki kaynağının tepkisi arttıkça deneklerin bir çoğunun, yargılarını kaynağın tepkisi doğrultusunda değiştirdiğini bulmuştur. Fakat eğer, bir kimse bizimkinden büyük ölçüde farklı, yani bizim evrenimizin dışında bir görüş öne sürerse bizi etkilemesi çok zordur ve herhangi bir çatışma uyandırması güçtür.

Ayrılıklar çok büyük olduğunda inançlarda yada yargılarda değişim olmaz çünkü ortada gerçek bir çatışa yoktur. Küçük bir ayrılık artmaya başlayınca etki de artmaya başlar; ama eğer ayrılık artmaya devam ederse etki azalmaya başlar ve son olarak, ayrılık çok fazla olduğunda etkinin miktarı çok azalır hatta yok olabilir.

Bireyler fikir ayrılığından oluşan gerilimi, kendi fikirlerini değiştirmek yerine, zıt görüşün kaynağını küçümseyerek yada zıt görüşün daha az mantıklı olduğunu öne sürerek azaltabilirler. Fakat bir arkadaşla yada ünlü bir yazarla olan fikir ayrılığını azaltmak oldukça zordur. Zimbardo (1960), arkadaşların karaları arasındaki görünen sınır arttıkça, görüşlerini arkadaşlarının görüşleri doğrultusunda değiştirdiklerini bulmuştur. Benzer şekilde, güvenilir ve sevilen bir yazarın sahip olduğu görüş ile halkın yaygın görüşünün ayrılığı arttıkça, yazarın halk üzerindeki etkisi de artmaktadır. Bunun tersine, yazarın güvenilirliği azaldığında eğer ayrılık orta düzeydeyse görüş değişikliği de artmaktadır.

Sonuç olarak, çatışma, grup üyeleri tarafından savunulan görüşler arasındaki ayrılığın bir fonksiyonudur.

2) Alternatiflerin Doğası

Kategorik (süreksiz) değişkenlerle olan fikir ayrılığı ile değişken (sürekli) değişkenlerle olan fikir ayrılığı aynı değildir. Eğer iki kişi bir nesnenin rengi hakkında bir fikir ayrılığı içindelerse, fikirlerinin siyah ve beyaz, yeşil ve mavi yada uzun ve kısa dalga boyunda olup olmadığına göre konuşmaları ve uzlaşmaları farklılaşacaktır. Birinci durumda bir seçim içerilmektedir; ya hep yada hiç seçimi. İkinci durumun içerdiği ise esnek sınırları olan bir değerlendirmedir. Birinci durumda fikir ayrılığı hızla bir zıtlaşmaya dönüşebilir; ikincisinde ise böyle bir ihtimal görünmemektedir.

Sosyal psikolojik açıdan baktığımızda, bir kişiyi kategorik bir tepki ile etkilemek değişken bir tepki ile etkilemekten farklıdır. Süreksiz bir tepki ile ilgili olan küçük bir fikir ayrılığı açık olarak bellidir fakat sürekli tepkiler için bu böyle olmayabilir.

Eğer görüşler sürekli değil de süreksizseler aralarındaki çarpışma daha şiddetli olacaktır. Yani aralarında daha az uzlaşmalar olacaktır.

3) Bağlılığın Etkisi

Koşullar ne olursa olsun bağlılığın her zaman aynı etkisi vardır: Bir yandan, diğer insanların etkisine karşı olan direnç kuvvetlenir, diğer yandan, diğer insanları etkileme eğilimi belirginleşir. Birinci etki, dışsal çatışmanın içsel bir çatışmaya dönüşme olasılığının az olması gerçeğine bağlıdır. Çünkü fikir ayrılığı daha düşük düzeyde bir anksiyeteye ve kişinin grup içindeki tepkilerinin değeri hakkındaki şüphenin azalmasına neden olur. Yargılarının değeri hakkında emin olan insanlar daha az değişirler. Bağlılık arttıkça uyumsuz mesajların etkisi azalır. Aşırı uçtaki yada çok bağlı olan insanlar kendi tepkilerinin doğru olduğuna grubu ikna etmek için ve görüşlerini gruba kabul ettirmek için daha fazla çaba harcarlar. Ve genellikle başarılı olurlar, konsensus onların lehinde olur. Sonuç olarak, ortak karar, tartışmadan önceki bireylerin ortalama kararlarından daha aşırı uçtadır.

4) Sapkın Olanın Dışlanma İhtimali

Normal ve anormal olanın yada "bizim tarafımızda" veya "diğer tarafta" olanın arasındaki ayrım küçük olduğunda çok fazla sorun çıkmaz. Fakat ayrım artmaya başladığında görmezlikten gelinemez. Nemeth ve Endicott (1974) bir deney yapmışlardır. Sonuçta, küçük görüş farklılıklarında bireyler mesajın "kendi taraflarında" yada "diğer tarafta" olduğuna bakmazsızın görüşlerini değiştirmişlerdir. Bununla birlikte, büyük görüş farklılıklarında görüşlerini "kendi taraflarında" olan sapkın kişinin doğrultusunda değiştirmişlerdir. Sapan kişi "diğer tarafta" olduğunda görüş değişikliği olmamıştır. Eğer orta düzeyde bir liberalseniz orta düzeyde bir liberalden yada orta düzeyde bir tutucudan eşit ölçüde etkilenme eğiliminde olursunuz. Fakat aşırı uçta bir liberalseniz, sadece aşırı uçtaki bir liberalden etkilenir fakat aşırı uçtaki bir tutucudan hiç etkilenmezsiniz.

Festinger'e göre (1950) uyumlu (cohesive) bir grupta herhangi türde bir fikir ayrılığı, çoğunluğun sapkın olanı ikna etmeye yönelmesine yol açar. Sapkın kişi çoğunlukla aynı fikirde olmamaya devam ederse grup tarafından aforoz edilir ve sınırlarını yeniden çizer. Yani topluluk, üyelerinden birini, psikolojik olarak, dışlar.

Uyuma yönelik baskılar her zaman mevcuttur. Fakat etkileri tek taraflı değildir. Azınlığa olduğu gibi çoğunluğa da yöneliktir. Çoğunluğa yöneltilir çünkü azınlığı kolayca elimine edemez. Azınlığa yöneltilir çünkü varlığı çoğunluk tarafından çok zor bir şekilde kabul edilebilir. Keskin bir çatışma karşısında çoğunluk üzerindeki baskı göreceli olarak daha fazladır. Bastırılmış bir çatışma içindeyken ise azınlık büyük bir baskı altındadır.

Bir Görüşme Süreci Olarak Sosyal Etki

Sosyal etki karşılıklı etkileşim bağlamı içinde ele alınmalıdır. Etki bize yöneltilmiş gücün bir şekli olarak görüldüğü müddetçe etki kaynakları, bağlı olduğumuz fakat karşılıklı ilişkimizin olmadığı bir otoriteye dayanıyormuş gibi gözükür. Böyle bir durumda karşılıklı bir ilişki, görüşlerin çatışması yada sağlanabilecek bir konsensus yoktur. Fakat bir çatışma ortaya çıktığında bakış açılarının değiş tokuş edilmesi, bir fikir birliğine ulaşma girişimleri ve dolaysıyla karşılıklı etki olacaktır. Diğer insanlarla yada gruplarla etkileşim halinde iken her birey yada alt grup kendi değer ve davranış sitemini ortaya koyar ve karşısındakine bunu kabul ettirmeye çalışır. Yükselen gerilim iletişimin kopmasına da neden olabilir. Bunu engellemek için her iki taraf da görüşlerini yeniden şekillendirir. Çoğunluk, var olan konsensusu korumak için her zaman daha fazla enerji ortaya koyar. Sayısal gücü yada bağımlılığı her ne olursa olsun azınlık bunu her zaman reddedebilir. Bu reddedebilme gücü azınlığa önemli bir güç verir.

Şu açıktır ki konsensus her zaman bir kişinin lehine olur. Her tip görüşme farklı tipte sosyal etkiye uygundur. Çatışmanın çeşitli metotlarla ele alınabileceği gibi bu modellere uyan farklı etki modelleri de vardır.

Davranışsal Bir Gramer

Birey yada grup diğerlerini bir şeye nasıl ikna eder? Etki bir görüşmeyi ima eder, sözel yada başka bir şekilde. En önemli amacı genel olarak onaylanan bir konsensusa ulaşmaktır. Bu konsensus orta zeminde bir uzlaşma olabilir. Böyle bir konsensusa ulaşmak için ve tercihlerinden vazgeçmek için bazı üyeler için fedakarlık ve zorluk içerebilir. Genel olarak, konsensus kabul edilir ve içselleştirilse, bu bir taraf için kazanç bir taraf için kayıp olur. Her taraf kazanmaya çalışır ve kaybetme riskini alır. Yani diğerini değiştirmek yada diğeri tarafından değiştirilmek söz konusudur.

Görüşmelerde daha bilgili olmak yada daha güçlü olmak her zaman bir avantaj değildir. Bazı zamanlarda bunun tam ters etkisi vardır; insanlar bunu adil olmayan bir durum olarak görürler, sosyal hiyerarşide ayrıcalıklı bir yeri olanların bir kötüye kullanımı olarak görürler. Böyle konumdaki kişilerin herhangi bir etki girişimini reddederler. Zayıflık görüşme gücü olabilir. Bir etkileşimdeki can alıcı faktör azınlığın ve çoğunluğun davranış tarzıdır.
Davranış tarzı kavramı, tepkilerin organizasyonu, dışavurumlarının uygunluğu ve şiddeti anlamına gelir.

Davranış tarzları genellikle eşzamanlı olarak bir anlam ve bilgi taşır: etkileşimin nesnesine olan içerikleri ve aktörün durumuna olan örüntüleri içerirler. Sonuç olarak ilişkili iki tip sosyal baskı üretirler: etki kaynağı tarafından savunulan tepkilere bağlı referanssal baskı ve verilen tepkilerdeki tavra bağlı sonuçsal baskı.

Üç tür davranış tarzı üzerinde durulacaktır: otonomi, tutarlılık ve katılık.

Otonomi

Görüşlerdeki yada davranışlardaki bağımsızlık, bunu sergileyen kişi yada grup hakkında pozitif duygular uyandıran bir niteliktir. Bağımsızlık gösteren grup yada insanların objektif olduğu öne sürülür. Kişisel ilgilerinin ve öznel tercihlerinin dışında bir düşünce tarzları olduğu düşünülür. Objektiflik, otonominin bir özelliğidir. Objektif olarak algıladığımız bir kişinin bizi ikna etmeye çalıştığını düşünmeyiz. Ve bizi ikna etmeye çalışmayan bir kişi bize inandırıcı gelir. Herhangi bir etkileme girişimi olarak algıladığımız bir harekete negatif bir şekilde karşılık veririz. Böylece, etki kaynağı objektif olarak algılandığında görüş değişikliğinin daha fazla olacağını söyleyebiliriz. Fakat yapılan çalışmalar sonucunda çıkan sonuca göre bir bireyin yada bir grubun objektifliğinin eksik olduğu hakkındaki bir uyarı etkiyi azaltmamaktadır. Bunun net bir açıklaması yoktur. Fakat, yapılan uyarı kişilerin söylenecek görüş hakkındaki ilgilerini artırmış olabilir.

Bir kişi kendi ilgisinin aksine bir şey iddia ediyor göründüğünde bağımsız olduğu izlenimini verir. Kısaca, göreceli olarak ilgisiz bir kaynak daha az ilgisiz bir kaynaktan daha etkileyicidir.

Özetle, en objektif görünen kişi en büyük etkiyi yapar. Bu objektivite kendini iki şekilde açığa çıkarır. Kişi sonuca tam bağımsızlıkla ve ilgisizce ulaştığı izlenimini verir. Bir ikna etme baskısının varlığı yada yokluğu sonuçları çelişkili olan belirsiz bir faktördür.

Tutarlılık

Davranışsal tutarlılık kesinliğin ve bağlılığın önde gelen işaretidir. Herkes tutarlı bir bireyin (yada grubun) ne istediğini bildiğine, davranışlarının sonucuna katlanmaya hazır olduğuna ve her türlü uzlaşmayı reddedeceğine inanır. Değişme olanağı yoktur, diğer insanlar konsensus için ona boyun eğmek zorundadırlar. Bir çok deney bir davranış tarzı olarak tutarlılığın etkililiğini kanıtlamıştır.

İttifak (unanimity) oluşturmuş üç kişilik bir grup, oluşturmamış on kişilik bir gruptan daha fazla etki yapar. Yani bireyler arası tutarlılık gruptaki birey sayısından daha önemlidir.

Katılık


Katılık kavramı, aşırı uçta olmak ve esneklikten yoksun olmak anlamına gelir. Azınlığın davranışı katı gözüktüğünde çoğunluğun, azınlığın bakış açısını kabul etme ihtimalinin azaldığı deneylerle gösterilmiştir. Yine yapılan deneylerde, samimi esnek bir davranışın dogmatik, tekrarlayıcı davranıştan daha etkili olduğu kanıtlanmıştır. Esnek bir azınlık, katı bir azınlığa göre çoğunluğun görüşlerini daha kolay değiştirir. Fakat şu da bilinmektedir ki, katı bir davranış tarzının da etkisi olabilir.

Ruhsal ve Sosyal Gerçekliğin Parametreleri

Etkinin nasıl işlediğini anlayabilmek için ruhsal ve sosyal materyalleri anlamak gerekir. Bunlar, kişilerin sosyal statüleri, kişilik özellikleri, arkadaşlık ilişkileri, cinsiyetleri ve grupların büyüklüğüdür. Üzerinde duracağımız üç özellik ise hiyerarşi, çoğunluğun büyüklüğü ve bağlanma gereksinimidir.

1) Hiyerarşi

Bize yakın olan kişilerle olan fikir ayrılıklarımızdan daha fazla etkileniriz ve onlarla daha aktif olarak bir konsensusa ulaşmak isteriz. Yapılan çalışmalar, sempati bağları, ortak geçmiş, grup kararlılığı, yani bizi birbirimize bağlayan her şey karşılıklı etkiyi artırır. Montmollin'e (1977) göre arkadaşlık ve tepkilerin benzerliği arasındaki bağ, hoşlandıklarımızın bilgililiğini fazla görme ve hoşlanmadıklarımızınkini az görme eğilimimizi güçlendirir. Yüksek mevkideki bireyler, alt düzeydekilerine göre her zaman daha fazla etki sahibidirler. Ayrıca etki kaynağı bir uzman olduğu müddetçe görüş değişikliği şansı daha yüksektir. Fakat uzmanların görüşlerinin tutarlılığı ve görüş değişikliği arasında doğrudan bir ilişki vardır. Ayrıca, kişinin statüsü yükseldikçe, diğerlerini etkileme olasılığı da artmaktadır. Yapılan bir çalışmada ise üstten sadece bir kademe altta olan ve orta sınıfın bir simgesi olan bir kişi en üst yada en alt statüde olan kimselere göre daha fazla konformite sergiler. Birincinin konformite ile kazanacağı hiçbir şey yoktur, ikincinin ise konformite ile kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Orta statüde olan kişi konformite etmemesinden kaynaklanabilecek bir kaybın korkusu içerisindedir. Sonuç olarak, bir kişinin sosyal derecelendirmedeki yeri ile yönelttiği maruz kaldığı etki arasında kesinlikle bir korelasyon vardır. Fakat bu lineer bir korelasyon değildir, bir kişinin hiyerarşideki konumu ile düzenli olarak yükselmez. Hiyerarşik konumun etkisi konusu çalışmayı gerektiren bir konudur.

2) Çoğunluğun Büyüklüğü

Görüşü çoğunluktan farklılaşan bir kişinin altında kaldığı etki, çoğunluğun kompaktlığı arttıkça artar. İttifak (unanimous) olduğu müddetçe çoğunluğun üç kişiden yada on altı kişiden oluşup olmadığının hiçbir önemi yoktur. Fakat üç sayısı sihirli bir sayı gibi gözükmektedir. Bu sayının aşağısında etki gruptaki bireylerin sayısı ile orantılı olarak artar. Bu sayının üzerindeki sayılar farklılık yaratmaz. Dört,ü beş, on yada on beş kişilik çoğunluklar arasında üretilen etki açısından bir farklılık yoktur. Bunun nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Fakat bu sayıyla başlıyor olmanın grup normunu görünür ve sarsılmaz yaptığı düşünülmektedir. Grubun psikolojik büyüklüğü, aynı anda aynı yerde olan insanların değil, içerdiği bağımsız insanların sayısına eşittir. Fakat ilginç bir sonuç, bağımsız insanların etkisinin sayıları ile arttığı fakat üç kişiye ulaşıldığında etkinin stabilize olduğudur. Grup büyüklüğü üç kişiye ulaştığında etki yükselişini durdurmaktadır. Üç kişilik iki grup insanın altı kişilik bir grup insandan daha fazla etkisi vardır. Son olarak, iki insanın ve iki grubun yada üç kişinin yada üç grubun etkisi karşılaştırıldığında grupların etkisinin daha fazla olduğu görülmektedir. Bunun açıklaması şu şekilde olabilir: eğer bir çok bağımsız kişi yada grup tek bir fikirde anlaşmışlarsa bu fikir daha objektif görünür ve belki de bu fikrin yanlı olarak reddedilmesi tek bir bireyden yada gruptan ortaya çıkan bir fikre oranla daha zor olur. Diğer taraftan, azınlığın boyutu küçüldükçe, uyma eğilimi artar.

3) Bağlılık Gereksinimi

Yapılan bir çalışmada deneklerin benlik saygıları düştükçe grup baskısına boyun eğilimlerinin arttığı bulunmuştur. Güçlü bir şekilde yakın ilişki gereksinimi duyan denekler bir partnerleri varken daha az konformitede bulunmuşlardır, yakın ilişki gereksinimi duymayan kişiler ise bir partnerin varlığında daha fazla konformite göstermişlerdir. Birinci kişiler partneri grup baskısına karşı bir destek olarak algılarken, ikinci kişiler partneri ek bir grup baskısı olarak algılamışlardır. Bu sonuçlar konformist yada konformist olmayan kişilik özelliklerinin olmadığını kanıtlamaktadır. Leventhal (1970) benlik saygıları düşük olan insanların büyük bir korku uyandıran tek bir iletişim karşısında daha az olasılıkta etki altında kaldıklarını ve kendileri hakkında iyi görüşleri olan insanların ise davranışlarını değiştirme ihtimallerinin daha yüksek olduğunu bulmuştur. Ayrıca heteronom insanların otonom insanlara oranla yargılarında daha az eminlik taşıdıkları ve daha fazla konformitede bulundukları bilinmektedir. Otonom insanlar boyun eğen insanın direnen insana göre daha çekici ve zeki olduğunu düşünürler. Heteronom insanlar ise kendileri hakkında çok fazla görüş sahibi değildirler ve yaptıkları eylemlere çok fazla önem yüklemezler, direnen kişinin daha zeki olduğunu düşünürler. Sonuç olarak, sosyal baskılardan etkilenmeyen, diğerlerine ihtiyaç duymayan bir insan tipi yoktur. Her kişilik türü, diğerleriyle olan anlaşmazlıkları kendi tarzına göre çözer ve görüş ve inanç değişikliklerini kendi tarzında yapar.

Üç Sosyal Etki Modalitesi: Normalizasyon, Konformite ve Yenilik

Çatışma ile ilgili etki üç şekilde görüşülebilir: normalizasyon, konformite ve yenilik. Birincisi, çatışmayı uzlaşmalarla çözmeyi, ikincisi çatışmayı çoğunluğun lehinde çözmeyi ve üçüncüsü ise grup konsensusunun azınlığın lehinde değişmesi için çatışmayı yaratmayı yada güçlendirmeyi hedefler.

1) Normalizasyon

Normalizasyon, bir kişinin tarafındaki davranışın yada görüşün yavaş yavaş değişmesi olarak tanımlanabilir. Amaç diğer insanların davranışlarında ve görüşlerinde bir değişim yaratarak sonuçta entelektüel ve davranışsal yaygın bir norm oluşturmaktır. Anksiyete üreten bir durumdan kurtulmak için bireyler, bunun etkilerini ve diğerleriyle olan fikir ayrılıklarını azaltan herkes için memnun edici olan bir konsensus oluştururlar. Sherif'in otokinetik etki deneyi normların oluşturulmasına verilebilecek en güzel örneklerden biridir. Fakat normalizasyon bütün bireyleri aynı oranda etkilemez. Aşırı uçtaki bireyler orta düzeydekilerden daha fazla değişirler. Çünkü onların orta değerden olan uzaklıkları daha fazladır. Uyaranın belirsizliği arttıkça daha fazla birey birbirine yaklaşır. Riecken'e (1952) göre bir çok durumda ulaşılan konsensus bir fikir birliğinden başka bir şey değildir. Konsensus grup tarafından kabul edildikten sonra birey yalnız olsa bile etkisini gösterir. Özetle, normalizasyon, fikir ayrılıkları için mantıklı bir çözüm arayan bir çok sosyal partnere yöneltilen bir karşılıklı etki sonucu oluşur.

2) Konformite

Stabilite Problemi:

Stabilite problemi kendisini iki karşılıklı özel etki perspektifinin arasında ortaya koyar; yasal çoğunluk perspektifi ve sapkın azınlık perspektifi. Bu çatışma toplumda sadece bir yolla çözülebilir: azınlığın çoğunluğa boyun eğmesi ile, yani otonom bir bireyi, heteronom bir bireye dönüştürülmesi ile.

Konformist Çoğunluk ve Sapkın Azınlıklar:

Konformite stabiliteye yol açan bir süreçtir. Bir lider yada grup tarafından bireye yöneltilen fiziksel yada sembolik baskılar sonucu bireyin duygularının, görüşlerinin yada davranışlarının değişmesi olarak tanımlanır. Ash'in klasik deneyinde deneğin denemelerin %33'ünde ittifak halindeki gruba uyduğu bilinmektedir. İttifak olmak (unanimity) neden bu kadar önemlidir? Çünkü grup tutarlılığı için bağlanmayı gösterir, pozisyonunu korur ve bireye uzlaşma istediğini bildirir. Eğer Ash'in deneyinde çoğunluğun yanlış cevabı ılımlıysa konformitede bulunan denekler çoğunluğa aynı ılımlı tepkiyi verirler. Eğer bu yanlış cevap aşırı uçtaysa, konformist denekler bir uzlaşma tepkisini kabul ederler. İttifak halinde olmak (unanimity) bireydeki bütün sosyal çatışmaya odaklanır ilk önce sapan kişinin pozisyonunu çoğunluğa gösterir ve ikinci olarak ona grubundan başka bir alternatifi olmadığını hatırlatır. Bu, bireyin durumunu çoğunluğa uymaktan başka bir çaresinin olmadığı kapalı bir duruma dönüştürür. Milgram'ın (1974) klasik deneyi itaate en iyi örneklerden biridir.

Aynılığa (Uniformity) Karşı Karşılıklı-bağımlılık ve Baskı:

İttifak olmanın (unanimity) üç etkisi vardır. (1) çoğunluğa karşı çekicilik (2) aynılığa karşı baskı ve (3) çoğunluğa karşı itaat. Uyumlu bir grupta fikir ayrılığı ortaya çıktığında, çoğunluk sapkın olanı kendi görüşünü değiştirmesi ve grubun görüşünü kabul etmesi için ikna etmeye çalışır. Gerçekliğe bakarak görüşünü onaylatma yada başka birine dönme şansı yoksa, sapan birey sonunda boyun eğer. Ve eğer boyun eğmezse sosyal bir ölü olur ve gruptan dışlanır.

3) Yenilik

Azınlık ve Çoğunluk Etkisi:

Bir grup insan çözmek zorunda oldukları bir problemle karşılaştıklarında iki tip durum ortaya çıkar. Birinci durumda, görüşlerine yol gösterecek açık kurallar, normlar yada modeller yoktur, böyle durumlarda insanlar tereddüt etme ve göreceli olarak tutarsız davranma eğilimindedirler. İlk tepkileri, çatışmadan kurtulmak için bir uzlaşma zemini ararlar. İkinci durumdaysa, çoğunluğun halihazırda bir norm görevi gören konsensusu yada belirli bir bakış açısı zaten vardır ve azınlık bilinçli olarak bunu değiştirme girişiminde bulunur. Azınlığın ilk etkisi sosyal konsensusun reddedilmesi yoluyla her üyesine yöneltilen baskıyla tutarlılık gösterir. Moscovici ve Lage (1976) tutarlı bir azınlığın çoğunluğun görsel algısı üzerine etkisini araştırmıştır. Gruplar iki sahte ve dört gerçek denekten oluşmaktadır ve deneklerden bir takım renk algısı değerlendirmelerinde bulunmaları istenmiştir kullanılan bütün slaytlar mavidir. Her denekten gördükleri basit renkleri yüksek sesle değerlendirmeleri ve renklerin yoğunluklarını sayısal olarak ifade etmeleri istenmiştir. Sadece dört gerçek denekten oluşan kontrol durumunun sonuçları, uyaranın oldukça belirgin olduğunu ve slaytların mavi olduğunun kolayca anlaşılabildiğini göstermiştir. Bu yüzden ne uyaranın belirsizliği ne de tutarlı bir çoğunluğun varlığı bu durumdaki etkiyi kolaylaştırmamıştır. Deneysel koşulardan birinde sahte deneklerden ikisi her denemede yeşil renk gördüklerini iddia etmişlerdir. Bu yüzden gerçeklikle uyuşmayan bir yargıda bulunarak bireyler arası bir tutarlılık göstermişlerdir. İkinci deney koşulunda ise sahte denekler slaytların üçte ikisinin yeşil olduğunu söylemişlerdir. Sahte denekler bireyler arası tutarlılığı korumuş olsalar da birey içi tutarlılığı kaybetmişlerdir. Üçüncü koşulda ise sahte denekler tamamen tutarsız tepkiler vermişlerdir. Sonuçlar göstermiştir ki gerçek deneklerin yargısı sadece birinci deneyde etkilenmiştir, diğer iki koşulda da etki olmamıştır. Azınlığın tutarlı davranışı çoğunluğu etkilemiştir.


Azınlık Etkisini Arttıran yada Azaltan Faktörler:

Nemeth ve Wachtler (1974) yaptıkları çalışmanın sonuçlarında azınlık durumundaki kişinin otonom ve tutarlı olarak algılandığı durumlarda etkisinin artığını bulmuşlardır. Yapılan diğer çalışmalarda katı azınlıkların esnek azınlıklara oranla daha fazla etkide bulundukları sonucuna ulaşılmıştır. Başka bir değişle iki azınlığın birbirine yaklaşması, aşırı uçta ve inatçı olduklarında, etkide bulunmalarını kolaylaştırmaktadır. Maass, Clalk ve Haberkorn (1981) göstermişlerdir ki; azınlık kişisel-ilgi (self-interest) gösterdiğinde etkisi azalmaktadır. Çünkü daha az objektif algılanmaktadır.

Gruplar, Azınlıklar ve Normlar:

Grup üyelerinin oluşturduğu bir çoğunluk bütün uzlaşmaları reddeden tutarlı bir azınlık ile karşılaştığında grup normunu sapkın olanın pozisyonu doğrultusunda değiştirmekten başka alternatifi yoktur. Görüldüğü gibi, azınlık sadece etkinin hedefi değil aynı zamanda kaynağıdır. Reddetme olanağı olmayan gruplarda azınlık tutarlı olduğunda en üst düzeyde etkiyi göstermektedir. Bir gruptaki aynılığa (uniformity) yönelik baskılar azınlık ve çoğunluğun davranışlarına bağlı olarak hem yenilik hem de konformite yönünde işleyebilir. Nemeth (1983) yaptığı çalışma sonucunda konformite koşulundaki etkinin yenilik koşulundaki etkiden daha fazla olduğunu bulmuştur.

Kaynak


Benzer Konular

30 Ağustos 2007 / YaKaMoZcuk Meslekler
8 Aralık 2011 / ThinkerBeLL Taslak Konular
18 Kasım 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
30 Mayıs 2008 / Bia Sosyoloji
26 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Sosyal Ağlar