Arama

Ayasofya Kilisesi'nin cami olmasının sebebi nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 21 Aralık 2016 Gösterim: 9.969 Cevap: 2
ejder24 - avatarı
ejder24
Ziyaretçi
17 Aralık 2008       Mesaj #1
ejder24 - avatarı
Ziyaretçi
Ayasofya kilesenin camiye neden dönüştürüldü?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi

Ayasofya'nın Camiye Dönüştürülmesi

Osmanlılar, Hıristiyanlara ait bir şehri zaptettiklerinde ana kiliseyi camiye dönüştürürler, ikincisini de Hıristiyanların kendi ibadetlerinde kullanmalarına izin verirlerdi. Fatih, Pantokrator Kilisesi'ni Rum Ortodoks patriğine bahşetmiş, Ayasofya'nın da derhal Müslümanların ibadetine açılması için hazır hale getirilmesini emretmiştir. Yapı, pek çok yönden, cami olarak kullanılmaya çok uygun olmakla birlikte bazı önemli değişikliklerin yapılması da gerekmekteydi. Kilise, Bizans tarzına uygun geleneksel Hıristiyan mimarisi ile ve Ortodoks Kilisesi'nin kabul ettiği ayinlerin yapılabileceği şekilde tasarlanmıştı. Avrupa kiliselerinin çoğunda olduğu gibi, ekseni uzunlamasına olup, doğu uçta bulunan apsisteki sunağa ağırlık verilmişti. Apsisteki kat kat oturma sıralarına dizilen papazlar ve keşişler halktan ayrılırlar, apsis ve önündeki dikdörtgen alanı çevreleyen gümüş kaplanmış mermer bir paravanın (ikonostasis) arkasına gizlenirlerdi.

Sponsorlu Bağlantılar
Ayin sırasında zaman zaman bazı din adamları ortaya çıkarak, bu paravanın önünde duran ambon ya da kürsüde İncil'den parçalar okurlardı, İmparatorluk katedrali ve doğudaki Hıristiyanlık âleminin ana patrikliğinin merkezi olması sebebiyle, buradaki ayinler kendine özgü bir şekilde yönetilirdi. Ortadaki muazzam alan, amacı kısmen imparatorun görkemini ilan etmek olan geçit törenleri ve ayin için ayrılmıştı. Ayinin başlangıcında imparator, narteksteki merkezi bronz kapıdan geçerek içeri girer, din adamları ve saray erkânı ile güney nefin doğu ucundaki tahtına doğru ilerlerdi. Ayinin en can alıcı noktasında, Tanrı'nın yeryüzündeki vekili olma hakkını kullanarak patrikle birlikte ikonostasisin arkasındaki en kutsal yere geçerek sunaktaki ekmek ve şarabı kutsardı. Kubbenin altındaki merkezi alan, şaşaalı gösteri şeklindeki geçit törenlerinin yapıldığı sahne gibiydi. Halk bunları yan neflerden ve galerilerden izlerdi. Kadınlar galerilerde yer alırken erkekler yan neflerde ayakta dururdu.

Ayasofya camiye dönüştürülünce, çok farklı bir biçimde kullanılmaya başladı. İslam dininde ruhban sınıfı bulunmadığı gibi, Hıristiyan litürjisinin bir karşılığı da bulunmamaktadır. Kuran okunmasının ve ahlaki, politik ve sosyal konuları içeren Cuma vaazlarının dışında camilerdeki tek faaliyet namaz kılmaktır. Bunun için de temel gereksinim, görsel engellemelerin en aza indirgendiği ve müminlerin tek tek veya birlikte namaz kılabilecekleri büyük, kapalı bir alandır. Olması gereken belirli öğeler ise, Mekke'ye bakan ve duaların oraya yönelerek edildiği, duvarda bir niş biçimindeki mihrap ile vaazların verildiği, yükseltilmiş bir platform olan minber ve aptes alınacak bir yerdir. İç mekandaki bu basit öğelere ek olarak, müezzinin günde beş kez çıkıp müminleri namaza davet etmek için ezan okuyacağı yüksek bir minare gerekmektedir.
Camilerin tasarımında önemli bir özellik de, putperestlik olarak kabul edilen insan ya da hayvan suretlerinin resmedilmesinin yasak olmasıdır. Hıristiyan kiliseleri İncil'den hikayeleri ya da dini konulan işleyen heykeller, resimler ve vitraylarla süslenmişken Müslümanların dini yapıları soyut süslemeler ve hüsnühat ile görsel olarak zenginleştirilmiştir.

Ayasofya'nın muazzam kubbesinin altındaki iç mekân mükemmel bir ibadet alanı oluşturmaktaydı. Ancak bu alanda hiçbir engel bulunmamasını sağlamak için sunak masası, ikonostasis ve kiliseye ait diğer eşya çıkarıldı. Kilisenin ekseni Mekke'ye doğru değil, doğuya yönelik olduğundan on derece daha güneye doğru, yeni eksende bir mihrap inşa edildi. Minber de aynı yöne çevrildi. Buna ek olarak, mihraptan Mekke'ye doğru uzanan, kıble ekseniyle dik açı oluşturacak şekilde apsise açılan yere, iki geniş basamak yapıldı. İlk minber ve mihrap çabucak yapılmış ve daha sonra da bugün hâlâ duran, daha kalıcı tasarımlarla değiştirilmiştir. İslam'ın zaferinin güçlü sembolleri olarak mihrabın yanındaki duvarlara Hz. Muhammed'e ait seccadeler ve zafer sancakları asılmıştır. Bunlar, bugün yerinde bulunmamaktadır ancak I. Süleyman'ın 1526 yılındaki Macaristan seferi sırasında Buda Katedrali'nden savaş ganimeti olarak alınan devasa şamdanlar mihrabın yanında hâlâ durmaktadır.

Fatih, kuleden çanları indirtmiş, kubbenin tepesindeki haçı da çıkarttırmıştır; marangozlarına da, kılınacak ikinci cuma namazına yetişmek üzere ahşap bir minare yapmalarını emretmiştir. Bu minarenin ne resmi ne de tasviri bulunmaktadır ve bununla ilgili deliller de çelişkilidir. Padişahın, savaş döneminin baskısı altında mancınıklar, surlar ve köprüler yapmaya alışık askeri mühendislerinin, büyük keresteleri kesip ayağa dikerek Ayasofya'nın güney cephesinde alelacele bir kule oluşturdukları hayal edilebilir. Hatta, girişin üstündeki ahşap çan kulesini bu amaç için uyarlamış olmaları daha olası gözükmektedir. Şartlar ne olursa olsun, İstanbul'daki ilk minareden müezzinin ezan okuduğu anın mutlaka çok etkileyici olduğu kesindir.

Mehmet, kentteki ilk medreseyi de inşa ettirmiş ve cami ile ona bağlı binaların, bu amaç için tahsis ettiği dükkanların kirasıyla desteklenmesini sağlamıştır.

BAKINIZ Türkiye'deki Müzeler - Ayasofya Müzesi
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2016 08:42
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Aralık 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinden sonra Ayasofya, Sultan Fatih Mehmet’in emri ile camiye çevrilerek muhafaza edilmiş ve 1935′den müze haline getirilerek korunması sağlanmıştır. Ayasofya’nın bugünkü şekli,imparator İustinianos devrinde M.S. VI. yüzyılın birinci yarısında tamamlanmıştır.

Sponsorlu Bağlantılar
Bununla beraber Ayasofya’nın, ilk defa Büyük Konstanjtinos’un imparatorluk merkezini Byzantion’a getirerek şehri onarmaya başladığı sıralarda (M.S. 326), kurulduğu kabul edilmektedir. Fakat bu bina çok küçük görüldüğünden veya diğer bir fikre göre, bir deprem sonunda yıkılmış olduğundan, imparatorun oğlu Konstantinos onu yeni baştan daha büyük ve süslü olarak yeniden inşa ettirmiş ve 15 Şubat 360′da açılışını yapmıştır. Basilika şeklinde ve üstü ahşap bir çatı ile örtülü olduğu tahmin edilen bu kilise, sarayın ve şehrin en büyük kilisesi olduğundan, Megale Ekklesia (=Büyük Kilise) diye anılıyordu. Fakat daha sonraları, V. yüzyıldan başlayarak, “İlâhî Hikmef’in remzi sayılan “Hagia Sophia” adı ön plâna geçmiş ve bu ad bütün Bizans devri boyunca devam edip Osmanlılar zamanında Ayasofya şeklinde yaşamıştır.

II. Konstantinos’un yaptırdığı kilise, devrin ünlü din adamlarından Patrik İoannes Khrysostomos’un sürgüne gönderilmesi üzerine başgösteren ayaklanmada (20 Haziran 404) yanıp harap olmuş; bunun yerine yeniden yapılan bina II. Theodosios devrinde (8 Ekim 415) tekrar halka açılmıştır.

II. Theodosios devrinde (532) Ocak ayının 13/14 gecesi, Hippodrom’da başlayan ve İustianos’un tahtını kaybetmesine sebep olacak derecede genişleyen bir ayaklanmada -Nika ayaklanması- şehrin büyük kısmı ateşe verildiği sırada Ayasofya da yakılmıştır.

Büyük yangından kırk gün sonra temeli atılan binanın 27 Aralık 537′de açılış töreni yapılmıştır. Ancak 7 Mayıs 558′deki bir depremde büyük kubbenin doğu tarafı yıkılmış, kilise onarılarak 2 Aralık 562′de tekrar açılmıştır.
Asıl kilisenin kapladığı alan kareye yakın bir dikdörtgen şeklindedir. Doğudaki.mihrap ile beraber iç yüzölçümü 80, 9 m. boy, (mihrapsız 74,8 m) ve 70 m enindedir. Bu geniş alanın orta kısmını 24,3m. yükseklikte dört büyük fil ayağına dayanan 33 m. çapında büyük bir kubbe örtmektedir. Kubbenin yerden yüksekliği 55,6 m., kendi iç yüksekliği de 13,8m. olup iskeleti tuğladan yapılmış 40 kaburgadan ibarettir. Bunların arasında üst tarafları kemer şeklinde olan 40 pencere vardır. Büyük fil ayaklarını birbirine bağlayan dört büyük kemerin -15,65m. yükseklikte- birleştikleri noktalarda üç köşeli birer pandantif meydana gelmiştir.

Binanın ağırlığını taşıyan sütunların sayısı 107 olup bunlardan 40 tanesi aşağıda, 67 tanesi de yukarıdadır. Sütunların çoğu verde antico denilen yeşil 66 renkli somaki mermerden bir kısmı da koyu vişne renginde Mısır portfirindendir. Mermer kaplamaların üst kısımlarıyla bütün kemer, tonoz ve kubbeler mozaikle kaplıdır. Mozaiklerin haçlı ve insan figürlü olan kısımları evvelâ badana ve sonra 1847-1849′da yapılan onarmada, yağlı boya veya üç santimetre kalınlığında bir alçı tabakasıyla örtülmüştür. Bunlar 1932 yılından beri temizlenip meydana çıkarılmaktadır.

29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’un fethi ile Ayasofya kilisesi de Osmanlıların eline geçmiş, Fatih ilk Cuma namazını burada kılmıştır. Osmanlıların Ayasofya’ya girdikleri zaman, bina içine sığınmış olan sivil halkı öldürdükleri ve Fatih’in içeriye atla girdiği gibi sonradan düşmanca birçok söylentiler ortaya çıkarılmışsa da, Fatih’in Ayasofya’nın içine yaya olarak girdiği muhakkak olduğu gibi, Osmanlıların Ayasofya’ya girişini görenlerin hiçbirisi de, halkın öldürüldüğünden veya binaya karşı bir hürmetsizlikten bahsetmemişlerdir. Osmanlılar Ayasofya’ya karşı daima büyük bir ilgi ve saygı göstermişler ve yaptıkları ustaca onarımlar ve dayanak duvarlarıyla bu büyük anıtın günümüze kadar ayakta durabilmesini sağlamışlardır.

Fatih’in emriyle Ayasofya Kilisesi’nin camiye çevrilmesi üzerine gerekli bazı değişiklikler yapılmış ve binanın esas yapısı olduğu gibi korunmuş, hattâ insan figürlü mozaiklere de dokunulmamıştır. Bunların daha sonra, Kanunî devrinde, badana ile örtüldükleri anlaşılmaktadır. Güneydoğudaki büyük dayanak duvarları Fatih devrinde yapıldığı gibi bu taraftaki tuğla minarenin de -genel olarak- Fatih devrinden kalma olduğu kabul edilmektedir. II. Bayezid devrinde kuzeybatı köşesindeki zarif ince minare, II. Selim devrinde de batı tarafındaki iki kalın minare Mimar Sinan eliyle yapılmıştır. III. Murat devrinde Mimar Sinan imparator Andronikos tarafından yaptırılmış olan payandaları yeniden örmek ve yeni dayanak duvarları eklemek suretiyle camii çökme tehlikesinden kurtarmıştır. Yine bu devirde imparator kapısının sağ ve solunda -iç tarafta- Bergama’dan getirilmiş Hellenistik devir mahsulü iki büyük mermer küp yerleştirilmiş, büyük fil ayakları önünde görülen zarif müezzin mahfilleri yaptırılmıştır. Mihrabın iki tarafındaki iki büyük şamdan ise Kanunî Sultan Süleyman tarafından Budin’den getirilerek camiye vakfedilmiştir.

IV. Murat zamanında duvarları süsleyen âyetler Bıçakçızâde Mustafa Çelebi tarafından yazılmıştır.
Caminin güney galerisinin gerisinde, güzel bir parmaklık ile ayrılan duvarları İznik ve Kütahya çinileriyle süslenmiş olan kitaplık, I. Mahmut devrinde yapılmıştır; içinde pek kıymetli yazma kitaplar vardır.
Abdülmecit devrinde caminin içi ve dışı esaslı surette onarılmıştır. İsviçreli mimar Gaspar Fossati’nin sorumluluğu altında iki yıl süren bu çalışmalar sırasında (1847-1849) büyük kubbe demir çemberlerle sağlamlaştırılmış, tehlikeli bir şekilde eğrilmiş olan 13 sütun düzeltilmiş, mozaikler açılarak bozuk olan kısımları onarıldıktan sonra haçlı ve insan figürlü olanların üzerleri kapatılmış, başka kısımları ise açık bırakılmıştır. III. Ahmet ve I. Mahmut devirlerinde değişiklikler gören Hünkâr mahfili bugünkü şekli almış, binanın dışı sıvanarak üzeri şimdi de mevcut olan kırmızı yollu sarı badana ile badanalanmış ve nihayet minarelerde gerekli onarımlar yapılmıştır. Binanın içinde ikinci kat galerileri hizasında duvarlara asılmış olan 7,5 m. çapındaki Çıharyar-ı güzin levhaları bu devirde kazasker hattat Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır (bunlardan evvelki levhaları hattat Teknecizade İbrahim Efendi yazmıştı). Büyük kubbenin içini süsleyen âyet de Mustafa İzzet Efendi’nin eseridir. Ayasofya’ya bitişik ve aralıklı olmak üzere gerek Bizans, gerekse Osmanlı devirlerinde yapılmış çeşitli binalar vardır. Bizans devrinde yapılmış olanlardan büyük kısmı bugün ortadan kalkmıştır. Şimdi bulunanlardan vaftishane (baptisterion) güney kapısının sağında (içinde Sultan Mustafa ve İbrahim yatmaktadır), yuvarlak planlı hazine dairesi kuzeybatıdadır.
Güney tarafındaki bahçede her biri ince birer sanat ve mimarlık eseri olan ve dış yüzleri mermerle kaplanmış bulunan padişah türbeleri yapılmıştır. Bunlardan en eskisi II. Selim türbesi olup Mimar Sinan’ın eseridir. Güney batısındaki türbe III. Murat’a ait olup, Mimar Davut Ağa tarafından yapılmıştır. Türbenin bitişiğindeki küçük bina III. Mehmet’in tahta çıkar çıkmaz öldürttüğü küçük şehzadeler için yapılmıştır. Bahçenin doğu tarafında ise III. Mehmet’in kendi türbesi bulunmaktadır. Bugün Ayasofya İstanbul’un eski eserler müzelerinden biridir
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2016 08:44
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
17 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.

Ayasofya'nın Camiye Dönüştürülmesi

Osmanlılar, Hıristiyanlara ait bir şehri zaptettiklerinde ana kiliseyi camiye dönüştürürler, ikincisini de Hıristiyanların kendi ibadetlerinde kullanmalarına izin verirlerdi. Fatih, Pantokrator Kilisesi'ni Rum Ortodoks patriğine bahşetmiş, Ayasofya'nın da derhal Müslümanların ibadetine açılması için hazır hale getirilmesini emretmiştir. Yapı, pek çok yönden, cami olarak kullanılmaya çok uygun olmakla birlikte bazı önemli değişikliklerin yapılması da gerekmekteydi. Kilise, Bizans tarzına uygun geleneksel Hıristiyan mimarisi ile ve Ortodoks Kilisesi'nin kabul ettiği ayinlerin yapılabileceği şekilde tasarlanmıştı. Avrupa kiliselerinin çoğunda olduğu gibi, ekseni uzunlamasına olup, doğu uçta bulunan apsisteki sunağa ağırlık verilmişti. Apsisteki kat kat oturma sıralarına dizilen papazlar ve keşişler halktan ayrılırlar, apsis ve önündeki dikdörtgen alanı çevreleyen gümüş kaplanmış mermer bir paravanın (ikonostasis) arkasına gizlenirlerdi.

Ayin sırasında zaman zaman bazı din adamları ortaya çıkarak, bu paravanın önünde duran ambon ya da kürsüde İncil'den parçalar okurlardı, İmparatorluk katedrali ve doğudaki Hıristiyanlık âleminin ana patrikliğinin merkezi olması sebebiyle, buradaki ayinler kendine özgü bir şekilde yönetilirdi. Ortadaki muazzam alan, amacı kısmen imparatorun görkemini ilan etmek olan geçit törenleri ve ayin için ayrılmıştı. Ayinin başlangıcında imparator, narteksteki merkezi bronz kapıdan geçerek içeri girer, din adamları ve saray erkânı ile güney nefin doğu ucundaki tahtına doğru ilerlerdi. Ayinin en can alıcı noktasında, Tanrı'nın yeryüzündeki vekili olma hakkını kullanarak patrikle birlikte ikonostasisin arkasındaki en kutsal yere geçerek sunaktaki ekmek ve şarabı kutsardı. Kubbenin altındaki merkezi alan, şaşaalı gösteri şeklindeki geçit törenlerinin yapıldığı sahne gibiydi. Halk bunları yan neflerden ve galerilerden izlerdi. Kadınlar galerilerde yer alırken erkekler yan neflerde ayakta dururdu.

Ayasofya camiye dönüştürülünce, çok farklı bir biçimde kullanılmaya başladı. İslam dininde ruhban sınıfı bulunmadığı gibi, Hıristiyan litürjisinin bir karşılığı da bulunmamaktadır. Kuran okunmasının ve ahlaki, politik ve sosyal konuları içeren Cuma vaazlarının dışında camilerdeki tek faaliyet namaz kılmaktır. Bunun için de temel gereksinim, görsel engellemelerin en aza indirgendiği ve müminlerin tek tek veya birlikte namaz kılabilecekleri büyük, kapalı bir alandır. Olması gereken belirli öğeler ise, Mekke'ye bakan ve duaların oraya yönelerek edildiği, duvarda bir niş biçimindeki mihrap ile vaazların verildiği, yükseltilmiş bir platform olan minber ve aptes alınacak bir yerdir. İç mekandaki bu basit öğelere ek olarak, müezzinin günde beş kez çıkıp müminleri namaza davet etmek için ezan okuyacağı yüksek bir minare gerekmektedir.
Camilerin tasarımında önemli bir özellik de, putperestlik olarak kabul edilen insan ya da hayvan suretlerinin resmedilmesinin yasak olmasıdır. Hıristiyan kiliseleri İncil'den hikayeleri ya da dini konulan işleyen heykeller, resimler ve vitraylarla süslenmişken Müslümanların dini yapıları soyut süslemeler ve hüsnühat ile görsel olarak zenginleştirilmiştir.

Ayasofya'nın muazzam kubbesinin altındaki iç mekân mükemmel bir ibadet alanı oluşturmaktaydı. Ancak bu alanda hiçbir engel bulunmamasını sağlamak için sunak masası, ikonostasis ve kiliseye ait diğer eşya çıkarıldı. Kilisenin ekseni Mekke'ye doğru değil, doğuya yönelik olduğundan on derece daha güneye doğru, yeni eksende bir mihrap inşa edildi. Minber de aynı yöne çevrildi. Buna ek olarak, mihraptan Mekke'ye doğru uzanan, kıble ekseniyle dik açı oluşturacak şekilde apsise açılan yere, iki geniş basamak yapıldı. İlk minber ve mihrap çabucak yapılmış ve daha sonra da bugün hâlâ duran, daha kalıcı tasarımlarla değiştirilmiştir. İslam'ın zaferinin güçlü sembolleri olarak mihrabın yanındaki duvarlara Hz. Muhammed'e ait seccadeler ve zafer sancakları asılmıştır. Bunlar, bugün yerinde bulunmamaktadır ancak I. Süleyman'ın 1526 yılındaki Macaristan seferi sırasında Buda Katedrali'nden savaş ganimeti olarak alınan devasa şamdanlar mihrabın yanında hâlâ durmaktadır.

Fatih, kuleden çanları indirtmiş, kubbenin tepesindeki haçı da çıkarttırmıştır; marangozlarına da, kılınacak ikinci cuma namazına yetişmek üzere ahşap bir minare yapmalarını emretmiştir. Bu minarenin ne resmi ne de tasviri bulunmaktadır ve bununla ilgili deliller de çelişkilidir. Padişahın, savaş döneminin baskısı altında mancınıklar, surlar ve köprüler yapmaya alışık askeri mühendislerinin, büyük keresteleri kesip ayağa dikerek Ayasofya'nın güney cephesinde alelacele bir kule oluşturdukları hayal edilebilir. Hatta, girişin üstündeki ahşap çan kulesini bu amaç için uyarlamış olmaları daha olası gözükmektedir. Şartlar ne olursa olsun, İstanbul'daki ilk minareden müezzinin ezan okuduğu anın mutlaka çok etkileyici olduğu kesindir.

Mehmet, kentteki ilk medreseyi de inşa ettirmiş ve cami ile ona bağlı binaların, bu amaç için tahsis ettiği dükkanların kirasıyla desteklenmesini sağlamıştır.

BAKINIZ Türkiye'deki Müzeler - Ayasofya Müzesi
Son düzenleyen Safi; 21 Aralık 2016 08:45
Quo vadis?

Benzer Konular

7 Ekim 2017 / Misafir Cevaplanmış
15 Aralık 2016 / Misafir Tıp Bilimleri
25 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap
2 Ocak 2012 / muzaffer Soru-Cevap
9 Aralık 2014 / Misafir Cevaplanmış