Arama

Afganistan ve Afganistan Tarihi

Güncelleme: 5 Kasım 2016 Gösterim: 45.399 Cevap: 15
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
1 Ekim 2006       Mesaj #1
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Afganistan

Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi1.jpg
Gösterim: 1832
Boyut:  42.1 KB

resmi adı AFGANİSTAN CUMHURİYETİ, Farsçanın Dari lehçesinde Cumhuriye Afganestan, Peştucada Da Afganestan Cemhoriyet, Orta Asya’nın güneyinde bir kara ülkesi.
Sponsorlu Bağlantılar

Yüzölçümü 653.000 km2, başkenti Kâbil’dir. Kuzeydoğu ucunda ülkeyi Çin Halk Cumhuriyeti’yle birleştiren 240 km’lik ince Vahan koridoruyla birlikte doğu-batı yönünde yaklaşık 1.280 km, kuzey- güney yönünde yaklaşık 970 km uzunluğundadır. Doğuda ve güneyde Pakistan sının 1.810 km, batıda İran sının 816 km, kuzeyde Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan cumhuriyetleriyle sınırı 1.680 km’dir. Cemimi ve Keşmir’in Pakistan’ın hak iddia ettiği kesiminden 320 km’lik bir sınırla ayrılır. Çin Halk Cumhuriyeti’yle sınırı 80 km’dir. Hiç kıyısı yoktur; ülkeye en yakın deniz 480 km güneyindeki Umman Denizidir. Nüfusu (1991 tah.) 16.922.000’dir. Bu sayı, 1979’daki Sovyet askeri müdahalesinden sonra komşu ülkelere sığınan 5 milyon dolayında mülteciyi içermemektedir.

DOĞAL YAPI


YÜZEY ŞEKİLLERİ.


Afganistan üç belirgin bölgeye ayrılır. Kuzeydeki yaklaşık 103.600 km2’lik ova başlıca tarım alanıdır. Güneybatıdaki 129.500 km2’lik yayla büyük ölçüde çöllerle ve yan çöllerle kaplıdır. Rigestan Çölü de bunlar arasındadır. İki bölge arasında, Himalaya Dağlarının uzantısı olan ve Hindukuş Dağlarını da içine alan 414.400 km2’lik dağlık yöre yer alır. Burası yoğun jeolojik hareketlere sahne olmuştur. Hindukuşlar’ın yüksekliği çoğu yerde 6.400 m’yi aşar. Bu dağlar, kuzeydeki görece zengin ve verimli topraklarla ülkenin öteki kesimlerini ayıran doğal bir sınır gibidir. Dağ dizisi Kâbil’in 160 km kuzeyinde yelpaze gibi açılarak batıya doğru uzanır ve Baba, Bend-i Bayan, Sefid dağları gibi kollara ayrılır. Bu kollardan her biri daha sonra değişik yönlere uzanır. Doğu sınınndaki yükseltiler, Hint Okyanusundan yağmur getiren rüzgârları keserek kuru bir iklime yol açar.

Kuzeyde 600 km boyunca eski Sovyetler Birliği cumhuriyetleriyle sınırı oluşturan Ceyhun Irmağı ülkenin kuzeydoğu ve kuzey topraklarında yaklaşık 240.000 km2’lik bir alanı sular. Ceyhun’un Afganistan’da doğan başlıca kolları Kokça ile Kunduz’dur. 960 krn uzunluğundaki Hilmend Irmağı üstünde sulama tesisleri kurulmuştur. Güneydoğunun en büyük akarsuyu, Pakistan topraklarına girerek İndüs Irmağına katılan Kâbil Suyudur.

İKLİM.


Genel olarak yarı kurak bozkır ikliminin egemen olduğu Afganistan’da kışlar çok soğuk, yazlar sıcak geçer. Ancak, ortadaki dağlık bölgede kutup altı kuşağı özellikleri görülür; kışlar dondurucu, yazlar kısa ve serindir. Güneybatıdaki Celalâbad’ da temmuz ayı sıcaklığı 49°C’ye kadar yükselirken, dağlık bölgedeki Kâbil’de en düşük sıcaklık ocak ayında -31°C olarak belirlenmiştir.

Yıllık yağış toplamı bölgeden bölgeye değişir. Çöllerde 75 mm’ye kadar düşen yıllık yağış, yaz musonlarından etkilenen dağlarda 1.250 mm’ye yükselir. Batıdan doğuya doğru giderek artan yıllık yağış, güneybatıdaki muson bölgesinde ortalama 400 mm dolayındadır.

BİTKİ VE HAYVAN VARLIĞI.


Güneyde, özellikle kıraç bölgelerle kum çöllerinin bulunduğu batı kesimine gidildikçe bitki örtüsü seyrelir, hemen hiç ağaç görülmez; ancak ilkbahar başlarındaki yağmur mevsiminde çiçekli otlara rastlanır. Daha çok yağış alan kuzey bölgelere doğru gidildikçe bitki örtüsü sıklaşır. Özellikle musonların etkisinde kalan Celalâbad’ın kuzeyindeki dağlık bölgede yoğun bir bitki örtüsü görülür. Yükseklerde çam ve göknar gibi iğne yapraklı ağaçların baskın olduğu geniş ormanlar yer alır. İğneyapraklı orman çizgisi ortalama 3.000 m’nin üstündedir. 1.700 - 2.000 m arasındaki yükseltilerde sedir ağaçlan çoğunluktadır. Daha alçaklardaki başlıca ağaç türleriyse meşe, ceviz, akağaç, dişbudak ve ardıçtır.

Afganistan’da, astropik iklim kuşağına özgü yırtıcı hayvanların çoğu bulunur. Ama eskiden çok olan büyük memelilerin sayısı artık oldukça azalmıştır. Ceyhun kıyılarında yaşayan Sibirya kaplanının soyu neredeyse tükenmiştir. Güneydoğudaki kaplanlar da yok olmak üzeredir. Gene de dağlarda ve eteklerinde çok sayıda yırtıcı hayvana rastlanır. Kurt, tilki, sırtlan, çakal ve vaşak gibi türler yaygındır. Pamir Dağlarında yabanıl keçiler, özellikle uzun ve kıvrık boynuzları için avlanan markorlar ve Alp dağ keçileri görülür. Argalı (Marko Polo koyunu) gibi yabanıl koyun türleri de Pamir ve Hindukuş dağlarında yaşar. Dağlık ve ormanlık bölgelerde ayı da bulunur. Kuşlar arasında çeşitli akbaba türleriyle kartallar ön sırayı alır. Irmaklarda çok sayıda balık türü vardır. Ama Hindukuş Dağlarının kuzey yükseltilerindeki akarsu ve göllerde alabalıktan başka balık türüne pek ender rastlanır.


YERLEŞME DOKUSU


Hindukuş Dağları ülkeyi kuzey ve güney olmak üzere iki bölgeye ayırır. Topografi, ulusal, etnik ve dilsel yerleşme dokulan ya da tarih bakımından bu iki bölge de çeşitli alt bölgelere ayrılır. Kuzey Afganistan’ın doğusunda Bedehşan-Vahan, batısında Belh-Meymane bölgeleri vardır. Dağlar ve yüksek yaylalarla kaplı doğuda Tacikler, daha alçak ve ovalık batıda ise Türkmenler ve Özbekler çoğunluğu oluşturur.

Güney Afganistan ise Kâbil, Kandehar, Herat ve Hazaracat olmak üzere dört alt bölgeye ayrılır. Birinci bölge, Kâbil Suyunun suladığı alanlarla ülkenin doğu yaylasını içine alır. Bu bölgede daha çok Peştular (eski Pathanlar), Tacikler ve Nuristanlılar (eski adlarıyla Kafiriler) yaşar. Kandehar güneydeki seyrek nüfuslu bölgeyi kapsar. Burada yaşayanların çoğu Peştuların Dürrani kolundandır; az sayıda Beluci ve Braho da vardır. Herat (ya da Batı Afganistan) bölgesinde Tacikler, Peştular ve Aymaklar bir arada yaşar. Ülkenin orta kesimlerini içine alan dağlık Hazaracat bölgesinin öbür kesimlerle çok az bağlantısı vardır.

KENTSEL YERLEŞME.


Kentsel yerleşmelerin çoğu, bir çember çizerek tüm ülkeyi dolaşan ana karayolu çevresinde gelişmiştir. Kâbil’den çıkan bu yol, güneybatıda Kandehar’dan geçer ve kuzeybatıda Herat’a, kuzeydoğuda da Mezar-ı Şerife yöneldikten sonra yeniden güneye dönerek Kâbil’e ulaşır. Nüfusun en yoğun olduğu bölge Kâbil ile Çarikar kentleri arasında yer alır. Yoğun nüfuslu öteki bölgeler Herat Vahası ile kuzeydoğudaki Kunduz yöresidir. Ortadaki yüksek dağlık bölgelerle güney ve güneydoğudaki çöllerde yerleşme ya çok seyrektir ya da hiç yoktur.

Afganistan’ın başlıca kentleri Kâbil, Kandehar, Herat, Bağlan, Tagab, Kunduz, Çarikar ve Mezar-ı Şeriftir. Başkent Kâbil, Hindukuş Dağlarının güneyinde, hem Hindistan yarıkıtası ile Asya, hem de Ortadoğu ile Uzakdoğu arasındaki ticaret yollarının kavşağındadır. Kent Kâbil Suyunun iki yakasında 137 km2’lik bir alana yayılır. Nüfusu (1982) 1.036.407’dir. Ülkenin aynı zamanda iktisadi ve kültürel etkinlik merkezi olan Kâbil çağdaş yapıları, geniş caddeleri ve kalabalık pazarlarıyla hızla gelişmektedir. Ülkenin ikinci büyük kenti Kandehar, Asya karayolu üstünde, Kâbil ile Herat’a eşit uzaklıktadır. Ahmed Şah Dürrani 1747’de Kandehar’ı Afganistan’ın ilk başkenti yapmıştır.

KIRSAL YERLEŞME.


Yerleşik tanmla uğraşanlar, genellikle büyük ırmak vadilerindeki sulanabilir alanlarda kurulu küçük köylere dağılmıştır. Çoğunlukla kale biçiminde inşa edilen köylerdeki kerpiç evlerde oturan aileler, aralarındaki sıkı bağlarla birer savunma topluluğu oluştururlar.
Yarı yerleşik tarımcılar, hayvancılığın yanı sıra birkaç türde bitkisel üretim yaparlar; ekilebilir alanın kıt olduğu yüksek dağ vadilerinde birbirinden kopuk küçük köylerde otururlar. Yaz aylarında yüksek otlaklara çıkar, kışları geri dönerler. Her ailenin ancak birkaç baş hayvanı vardır. Göçebelerin çoğunluğu Peştu çobanlardır. Birkaç bin Beluci ve Kırgız göçeri de vardır. Bunlar da yaz aylarında aşiretler halinde otlaklara inerek kışın geri dönerler. Bazı göçebe toplulukları 1977 sonrasında Hindukuş Dağlarının kuzeyindeki ovalara ve Hilmend Vadisi proje alanına yerleştirilmiştir.

NÜFUS


Afganistan’da nüfusun doğal artış hızı (1989) binde 23, doğum oranı binde 44, ölüm oranı binde 21’dir. Nüfus yoğunluğu km2’de 23,9 kişidir (1990). Nüfusun (1988) yüzde 51,32’si erkek, yüzde 48,68’i kadındır. On beş yaşın altındaki nüfusun oranı (1988) yüzde 46,1’dir. Halkın yüzde 18,5’i kentli, yaklaşık yüzde 20’si göçebedir.

Afganistan’da yaşayanların yarısı Peştu kökenlidir. Sayılan nüfusun dörtte birine ulaşan Taciklerin dışındaki etnik gruplar Özbekler ve Hazarilerdir. Peştuların çoğunluğu yerleşik, bir bölümü ise göçebedir. Çoğu çiftçi ya da zanaâtkar olan Tacikler, kuzeydoğuda ve Herat dolaylarında yaşarlar. Daha çok tarımla uğraşan Özbekler, Hindukuş Dağlarının kuzeyinde, göçebe Hazariler ise dağlık bölgede yaşarlar.

Hint-Avrupa ailesinden olan Peştu (Puştu) dili ile gene aynı aileden Farsçanm bir lehçesi olan Dari, Afganistan’ın resmî dilleridir. Nüfusun yarısı Peştuca, üçte bir kadarı da Dari lehçesi kullanır. Tacikler, Hazariler, Çehar Aymaklar ve Kızılbaşlar Dari lehçesini konuşurlar. Kuzeyde yaklaşık 1 milyon kişinin konuştuğu Özbekçe ile yaklaşık 300 bin kişinin konuştuğu Türkmence ve ülkenin kuzeydoğu ucunda küçük bir grubun dili olan Kırgızca, Altay dil ailesine giren Türk dilleridir. Bütün bu topluluklar yerleşik düzene yeni geçmişlerdir.

Afganistan’da nüfusun yüzde 99’u Müslümandır; bunların yüzde 80-85’i Sünniliğin Hanefi mezhebine bağlıdır. Hazariler ve Kızılbaşlarla İsmaililerin küçük bir bölümü Şiidir. 1895’te İslam dinini benimsemek zorunda bırakılan ve geniş bir etnik grup oluşturan Kafirilerin soyundan gelenler Nuristanlı adını alır. Yaşadıkları bölgenin de adı daha önce Kafiristan iken (Kafiriler ülkesi), Nuristan (Nur ülkesi) olarak değiştirilmiştir. Ülkedeki Hinduların, Sihlerin ve Yahudilerin sayısı birkaç bini aşmaz.

EKONOMİ


Afganistan 1950’lerin ortasında planlı kalkınmaya yöneldiğinde, yalnız çağdaş ekonomik etkinlikler için gerekli kurumlardan değil, aynı zamanda temel yönetsel ve teknik kadrolardan da yoksundu. 1956’dan sonra ülke ekonomisi beş ya da yedi yıllık bir dizi merkezî planla yönlendirilerek yoğun dış yardımdan yararlandıysa da 1979’da gayn safi milli hasıla (GSMH) 2,8 milyar doları, kişi başına milli gelirse 225 doları aşmıyordu 1970’ler boyunca GSMH’nin yıllık gerçek büyüme hızı ancak yüzde 2,5 olabildi. Devletin karma ekonomi içinde kalkınma politikası, hem hükümetin kaynaklarının kıtlığı, hem de bürokrasinin iyi işlememesi yüzünden etkisiz kaldı, tç gelirlerle devlet harcamaları arasındaki fark açık bütçe uygulamasıyla ya da dış borçlarla kapatıldı.
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi2.jpg
Gösterim: 1519
Boyut:  50.5 KB

1978 öncesinde özel sektör öncelikle tarım ve hayvancılık alanlarında etkinlik gösteriyordu. Tarımda küçük, orta ve büyük işletmelere dayalı bir karma sistem yürürlükteydi. Ticaret, ulaştırma ve imalat sanayisinin büyük bölümü de özel girişimcilerin elindeydi. Kamu girişimleri, dış ticaret ve madenciliğin yanı sıra bazı sanayi dallarıyla kısıtlıydı.

1980’lerde Afganistan, ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalı, merkezî planla yönetilen, gelişme yolunda bir ülke durumuna gelmiştir. Para birimi “Afğani”dir (Ekim 1990 değeriyle 1 ABD Doları = 50,6 AF). Sovyet etkisi altında kamulaştırmalar ekonominin bütün sektörlerine yaygınlaştırılmıştır. 1988’de GSMH 3,1 milyar ABD Dolarına ulaşmıştır. GSMH içinde tarımı madencilik, imalat sanayisi, elektrik ve gaz üretimi ile hizmetler, ticaret ve turizm izlemektedir. 1986-87 verileriyle net maddi üretimin değer olarak yüzde 64,5’i tarımda, yüzde 16,5’i imalat sanayisi ve madencilikte gerçekleşmektedir. 3.828.820 kişiden oluşan yerleşik faal nüfusun (1981-82) yüzde 57,3’ü tarımda, yüzde 12,2’si imalat sanayisi ile madencilikte çalışmaktadır.

Afganistan’ın dış ticaret dengesi 1986, 1987, 1988 ve 1989’da sırasıyla yüzde 30,8, yüzde 25,7, yüzde 28,8 ve yüzde 50,4 oranında açık vermiştir. İhracatının (1989) yüzde 72,6’sı SSCB’ye, yüzde 3,5’i AFC’ ye, yüzde 2,1’i ise ADC’ye yönelikti. İthalatta da SSCB önde gelmekte, onu sırasıyla Japonya, Singapur ve Hindistan izlemekteydi. Sovyet askeri müdahalesinden sonra bütçe, gelir ve vergi politikası giderek artan ölçüde Sovyet modeline uydurulmuştur. 1961-62 ile 1978-79 arasında üç kat fiyat artışına yol açan enflasyon, Sovyet müdahalesini izleyen yıllarda 1961-62’deki düzeyine çekilmiştir.

kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 03:22
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
1 Ekim 2006       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM

DOĞAL KAYNAKLAR.


Ekonomik önem taşıyan yeraltı kaynaklarının başında Mezar-ı Şerifin 120 km batısında, Cuzcan iline bağlı Şebergan’da ortaya çıkarılan zengin doğal gaz yatakları gelir. Hoca Gügerdak ve Yetim Dağ alanlarında depolama ve arıtım tesisleri vardır. Doğal gaz bir boru hattıyla Sovyetler Birliği’ne taşınırken, ikinci bir boru hattıyla da Mezar-ı Şerifte kurulan termik enerji santralına ve kimyasal gübre fabrikasına iletilmektedir. Bugüne değin saptanan petrol rezervleri yetersiz düzeydedir. Hindukuş Dağlannın kuzey yamaçlarında birçok kömür havzası vardır. Bağlan ilindeki Kerker ve Eşposte ile Belh ilindeki Kale-i Serkari havzaları işletilmektedir. Kâbil’in 96 km kuzeybatısındaki Hacıgak’ta yüzde 62-63 oranında demir içeren 2 milyar tonluk yüksek vasıflı bir demir rezervi saptanmıştır. Kunduz yakınlarında bakır, kurşun ve çinko, Konar-ı Has’ta berilyum ve Bedahşan’da da yarı-değerli lacivert taşı kaynakları vardır. Kayatuzu rezervleri de yeterli olmakla birlikte ulaşımın elverişsizliği nedeniyle üretim sınırlı kalmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Ad:  afg2.jpg
Gösterim: 1699
Boyut:  35.5 KB

Toprağın ancak yüzde 12’si ekilebilir niteliktedir ve bunun da yalnız yüzde 2’sinde her yıl tarım yapılabilmektedir. Çayır ve otlakların oranı yüzde 46’dır. Geniş bir alan çöllerle kaplıdır. Ormanların kapladığı alan yüzde 2,9 oranındadır. Ormanlar Özellikle doğu bölgesi ile Hindukuş Dağlarının güney yamaçlarında görülür. Doğudaki ormanlarda iğne yapraklı ağaçlar çoğunluktadır. Bunlardan kereste elde edildiği gibi, ihraç için yaban fındığı da sağlanır. Öbür ağaç türleri, özellikle de meşe, yakacak olarak kullanılır. Hindukuş Dağlarının kuzeyinde yemişi ihraç edilen fıstık ağaçları vardır. Ferula foetida (şeytantersi) bitkisinden elde edilen reçine de Hindistan’a satılır. Afganistan’ın hidroelektrik enerji kaynakları zengindir. Ama akarsu ve çağlayanların mevsimlik akış düzeni, uzak yörelerde pahalı baraj ve bentlerin yapımını gerektirmektedir. Büyük kentlerle sanayi merkezleri dışında elektrik talebi çok az olduğundan, yüksek maliyetli bu tür yatırımların kârlılığı düşüktür. Hidroelektrik enerjiden yalnız Kâbil-Celalâbad bölgesinde yararlanılır. Afganistan’ın elektrik şebekesinin SSCB’ninkine bağlanmasına ilişkin ticaret anlaşmaları 1981’de imzalanmıştır.

TARIM.


Topraklann büyük bölümü kıraç ya da yarı kıraç olan Afganistan’da ekilebilir toprakların yarıya yakını sulanabilir. Büyük bölümünde tahıl yetiştirilen bu topraklarda halkın temel gıdası olan buğday (1984’te 2.850.000 ton) başta olmak üzere mısır, arpa ve pirinç ekilir. Hem dokuma sanayisinde, hem de ihraç amacıyla değerlendirilen pamuk da önemli ürünler arasındadır. Yaş meyve ve kabuklu yemiş üretilen alanlar düzenli olarak artmaktadır.

Hayvancılık, yerel tüketim için et ve süt ürünleri sağlar. Hayvan derisi ve yün, ihracatta olduğu gibi yerli hah dokumacılığında da değerlendirilen önemli ürünlerdir. Yetiştirilen hayvan türleri arasında koyun, sığır, keçi, eşek, at, deve, manda ve katır sayılabilir.

SANAYİ.


Afganistan’da kuruluş halindeki modern sanayi büyük ölçüde tarımsal hammaddeye dayanır. Başlıca sanayi dalı pamuklu dokumadır. Ayrıca suni ipek ve sentetik iplik üretilir. Öteki sanayi ürünleri arasında çimento, şeker, bitkisel yağ ve yünlü dokuma sayılabilir. Mezar-ı Şerifte doğal gaza dayalı büyük bir azotlu gübre fabrikası kurulmuştur. Fosfatlı gübre de üretilmektedir. Tuz, azot, asbest ve barit üretimi de vardır. Geleneksel el sanatları, özellikle halıcılık, ihracatta önemli yer tutar.

Sendikal hakları güvence altına alan 1964 Anayasası’nın yürürlüğe girmesiyle daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları elde etmeye dönük işçi hareketleri ortaya çıkmıştır. Ancak sanayideki işgücünün boyutları önemli olmadığından, sendikalar gelişememiş, geleneksel aile ve aşiret bağları işçi örgütlerinden güçlü çıkmıştır. Ayrıca geçmişte devlet de siyasal güç kazanabilecek meslek örgütlerinin oluşmasını engellemiştir.

ULAŞTIRMA.


Denize hiç kıyısı olmayan Afganistan’ın uluslararası ticareti tümüyle komşularının tanıdığı transit olanaklarına bağlıdır. Demiryollarının yetersizliği ve ulaşıma elverişli akarsuların azlığı dolayısıyla taşımacılık temelde karayoluna dayanır. Yüksek taşıma maliyetleri ülke ekonomisi üzerinde ağır bir yüktür. Afganistan, kendi ulaşım sistemini komşularıyla eşgüdüme sokmakta da güçlük çekmektedir. Karayolu sisteminin geliştirilmesi ve ana ticaret merkezlerini hem birbirine, hem de komşu ülkelerdeki kara ve demiryolu kavşaklarına bağlayacak yolların yapımı için çaba harcanmaktadır. Karayolu ağının yalnız yüzde 15’i asfalt kaplıdır. Kâbil ve Kandehar’da birer uluslararası havalimanı vardır.

YÖNETSEL VE TOPLUMSAL KOŞULLAR


Afganistan 1964’e değin kralın ve kraliyet hanedanının mutlak iktidarıyla yönetilmekteydi. 1923 ve 1931’de ilan edilen anayasaların ikisi de mutlak ve babadan oğula geçen krallık düzenini benimsemişti. 1964 Anayasası yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılığına dayalı bir meşruti krallık rejimi getirdi. 1973’te askeri bir darbeyle krallık yıkıldı. 1964 Anayasası yürürlükten kaldırıldı ve Afganistan Cumhuriyeti kuruldu. Büyük Ulusal Âyan Meclisi Şubat 1977’de yeni bir anayasa kabul etti. 1978’de yeni bir darbeyle bu anayasa da kaldırıldı ve Devrim Konseyi’nin yönetiminde Afganistan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. İktidarı elinde tutan Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP) ülkedeki tek yasal partiydi.

Muhammed Necibullah 1990'da, kitle desteğini artırmak amacıyla, ADHP’nin yerini almak üzere Vatan Partisi’ni kurdu. Komünist yönetimin 1992'de devrilmesinden sonra çeşitli İslamcı grupların oluşturduğu bir koalisyon yönetime geçti. Kâbil’de devlet başkanmm yönetiminde 51 kişilik bir yönetim konseyi kuruldu ve İslam cumhuriyeti ilan edildi. Ama geçici hükümet tüm gruplar üzerinde denetimi sağlayamadığından siyasal ve askeri durum belirsizliğini korudu. Afganistan’da merkezî hükümet sistemi yürürlüktedir. Ülke, birer vali tarafından yönetilen 27 ile bölünmüştür. Yerel yönetim, seçimle iş başına gelen belediye meclislerince gerçekleştirilir. Belediye başkanları da seçimle belirlenir.

Afganistan’da okur-yazar oranı (1985) yüzde 23,7’dir. Eğitim her düzeyde parasızdır ve ilköğretim zorunludur. İlkokulların tüm ülkeye yayılmış olmasına karşılık ortaöğretim kuruluşları yalnız il ve bazı bölge merkezlerinde bulunur. 1946’da bir grup fakültenin birleştirilmesiyle kurulan Kâbil Üniversitesi’nin en eski birimi, 1932’de öğretime geçen tıp fakültesidir. 1963’te de Celalâbad’da Nengerhar Üniversitesi kurulmuştur. Savaş yükseköğretime büyük darbe indirmiş, Kâbil ve Nengerhar üniversitelerindeki çoğu öğretim görevlisi okullarından uzaklaşmıştır. Basın, hükümetin tartı denetimi altındadır. Ülkede çıkan günlük gazete sayısı 14, bunların toplam tirajı (1988) 150.800’dür. 11 kişiye 1 radyo alıcısı, 148 kişiye 1 televizyon alıcısı, 443 kişiye 1 telefon düşmektedir.

Devletin sosyal yardım sistemi bütün çalışanlara karşılıksız hastane hizmeti sağlamaktadır. Gene de bebek ölüm oranı (1989) binde 173, ortalama ömür (1989) erkeklerde 43, kadınlarda 42 yıldır. 4.797 kişiye 1 hekim (1987), 2.054 kişiye bir hastane yatağı (1981-82) düşmektedir. Verem, zührevi hastalıklar ve dizanteri çok yaygındır. Buna karşılık kolera, tifo ve tifüsün azaltılmasında başarı sağlanmış, çiçek hastalığıysa tümüyle yok edilmiştir. Kişi başına alınan günlük kalori 2.290’dır (1984-86).

Afganistan nüfusunun yüzde 81,9’u kırlarda yaşar. Kırsal nüfusun büyük bölümü, kısıtlı topraklarını işleyen küçük çiftçilerden oluşur. Kent ve kasabalarda yaşayanların çoğu zanaâtkar, küçük tüccar ya da kamu görevlisidir. Ancak sanayideki işgücü de sürekli artmaktadır. Ayrıca ticaret ve sanayi sektörlerinde etkinlik gösteren girişimciler de vardır.

Merkezi Kâbil’de olan ve önemli kentlerde şubeleri bulunan bir kurum aracılığıyla kadınlara rehberlik hizmeti ve yetişkin eğitimi verilmektedir. 1977 Anayasası’nın kadınlara eşit hak güvencesi getirmesiyle bu kurumun etkinlikleri genişlemiştir. 1960’larda peçe zorunluluğu kaldırılmış, bürolarda ve başka işyerlerinde kadınlar da çalışmaya başlamıştır. Kadınlar yükseköğrenimden de yararlanabilmektedir.

KÜLTÜREL YAŞAM


Afganistan’ın 5 bin yılı aşkın zengin bir kültür mirası vardır. Ama ülke bütünüyle dışa kapalı olduğu için, 16-20. yüzyıl arasında geçen zamanda güzel sanatlar, edebiyat ve mimarlık alanlarında çok az ürün verilebilmiştir.

Afganistan güzel sanatların doruğuna Gazneli Mahmud (971-1030) döneminde ulaşmış, bu dönemde Gazne kenti Bağdat’la yarışır olmuştur. Timurlular döneminde de (15. yy) Herat gibi merkezlerde benzer bir yükseliş görülmüştür. Günümüz ressamlarından bir bölümü, doğrudan o dönemin üslubundan esinlenmektedir. Mimari değeri olan eski anıtlar devletçe onarılmıştır. Kâbil’deki Mekteb-i Sanayi-i Nefise 1930’da kurulmuştur. Bugün mimarlıkta özellikle cami ve türbelerin dış duvarlarında geleneksel Timurlu bezeme teknikleri sürdürülmektedir. El sanatı ürünleri arasında Afgan halıları ile bakır eşya önde gelir.
Afgan müziği çeşitli bakımlardan Batı müziğinden farklı olmakla birlikte, Asya müziğine göre Batı müziğine daha yakındır. Günümüzde Afgan müziğinde, bir yandan yeniden canlandırılan geleneksel halk ezgilerinin, bir yandan da çağdaş Batı ve Hint müziğinin etkileri görülmektedir. Bir Peştu halk oyunu olan attan, Afganistan’ın ulusal simgesi haline gelmiştir.

“Afgan” adının kökeni, İS 3. yüzyılda Sasanilerce kullanılan “Abgan” sözcüğüne değin uzanır. Müslüman kaynaklarda Afganlardan ilk kez İS 982’de söz edilir. Ama bugünkü Afganların atası olan aşiretler bölgede kuşaklar boyu yaşamıştır. Bugün Afganistan diye adlandırılan toprak parçası binlerce yıl Ortadoğu, Orta Asya, Güney Asya ve Uzakdoğu kültürlerinin buluşma alanı olmuştur.

TARİHÖNCESİ.


Paleolitik Çağda insanlar büyük bir olasılıkla İÖ 100 bin dolaylarında Afganistan’a gelmişlerdir. Bedahşan’daki Derre-i Kur Mağarasında geçiş dönemi Neanderthal kafatasıyla yan yana bulunan yontma taş el aletleri yaklaşık 30 bin yıl önceden kalmadır. Ak Kopruk yakınlarındaki mağaralarda yapılan araştırmalar, evcil hayvanlara dayalı bir erken Neolitik (İÖ 9-6 bin) kültürün kanıtlarını ortaya koymuştur. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yapılan arkeolojik araştırmalarda da İO 3. ve 2. bin yıllardaki İndus (Harappa) uygarlığının hem öncesine, hem de sonrasına ait Tunç Çağı sitlerine ulaşılmıştır. Bedahşan’daki madenlerden çıkarılan lacivert taşının Tunç Çağında Mezopotamya ve Mısır’a gönderildiği anlaşılmaktadır. Harappa uygarlığı ile belirgin ilişkileri olan bir başka sit de Kunduz’un kuzeydoğusunda, Ceyhun Irmağı yakınlarındaki Şortugay’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır.

İLKÇAĞ.


Ahameniş (Pers) imparatoru II. Kyros İÖ 6. yüzyılda Afganistan topraklarında egemenlik kurdu. Ahameniış egemenliği I. Dareios döneminde de (İO 522- 486) satraplıklar aracılığıyla sürdürüldü.

Ama İÖ 4. yüzyılda Büyük İskender Ahamenişleri yok ederek bölgeyi ele geçirdi. İskender’in ölümünden sonra Doğu satraplıkları Selevkosların eline geçti. Hindukuş Dağlarının güneyindeki bölge ise Kuzey Hindistan’daki Maurya hanedanının denetimine girdi. Bir süre sonra, Selevkos satraplıklarından Baktriane bağımsızlığını ilan ederek Yunan ve Hint kültürlerinden kendine özgü bir bileşim yarattı.

İS 2. yüzyıl boyunca Afganistan, Kuşan kralı Kaniska’nın (İS y. 78-144) egemenliğinde kaldı.!Bölgede Mahayana Budacıhğım yayan Kuşanların kültür ürünleri, başlıca kentleri olan Begram, Delbarcin ve Şebergan’da yapılan Kazılarla ortaya çıkarıldı. Kuşan İmparatorluğu Kaniska’dan sonra çok sürmedi ve Afganistan 3. yüzyılda Sasaniler aracılığıyla Hindu etkisine girdi.

ORTAÇAĞ.


400-565 arasında Eftalitlerin (Akhunlar) başını çektiği Orta Asya göçebelerinin egemenliğinde kalan bölgeye, 642’de Sasanileri yenen İslam ordularının yaptığı ilk akınlarm kalıcı etkisi olmadı. Ancak yaklaşık 870’te Saffari egemenliğinin kurulmasıyla Afganistan’da İslam dini kökleşti. Sâmâniler döneminde Buhara, Semerkand ve Belh kentleri altın çağlarını yaşadı. 10. yüzyıl ortalarında bölge Gaznelilerin denetimine girdi. Gurilerin Gaznelileri 1150’de Hindistan’a sürmesinden sonra Afganistan Harezmşahların eline geçti. Cengiz Han’ın Moğol orduları 1219’da Afganistan’ı işgal etti. 1227’de Cengiz’in ölmesinden sonra imparatorluğu parçalandı, Afganistan’da da bazıları bağımsız, bazıları Moğollara bağlı beylikler doğdu. 14. yüzyılda Timur ülkenin büyük bölümünü ele geçirdi. Timurlular döneminde (1404-1507) Afganistan’da bilimde ve bayındırlıkta büyük gelişmeler sağlandı. 1507’de Muhammed Şeybani’nin önderliğindeki Özbekler Herat’a girdilerse de, 1510’da Safevi şahı İsmail’e yenik düştüler. Timur soyundan Babür 1504’te Kâbil’i aldı, 1522’de Kandehar’ı ele geçirdi. Afgan beylerinin sonuncusu İbrahim’i de yendikten sonra Agra’yı başkent yaparak Hindukuş’a kadar bütün Doğu Afganistan’ı kendine bağladı. Sonraki 200 yıl boyunca Afganistan batıda Safevilerin, doğuda Hint-Türk İmparatorluğu’nun parçası oldu.

AFGAN İMPARATORLUĞU.


1736’da İran’da tahta çıkan Nadir Şah birkaç yılda Afganistan’ı topraklarına kattı. Nadir Şah’ın bir ayaklanma sırasında öldürülmesinden sonra, başmuhafızı Ahmed Han Abdali bazı aşiretler tarafından şah seçildi ve Ahmed Şah Dürrani adıyla hükümdarlığını tüm Afganistan’a kabul ettirdi. Egemenliğini Meşhed’den Keşmir ve Delhi’ye, Ceyhun’dan Umman Denizine kadar yaydı. Afgan İmparatorluğu, 18. yüzyılın ikinci yarısında OsmanlIlardan sonra en büyük İslam devleti oldu.
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi11.jpg
Gösterim: 1610
Boyut:  50.8 KB

1773’te Dürrani’nin ölümünden sonra aşiret ve sülale kavgaları birbirini izledi. 1803’te tahta çıkan Şah Şüca, Napoleon’un Rusya’yla birleşerek Hindistan’ı işgal etme tasarılarına karşı 1809’da İngilizlerle bir antlaşma imzaladı. Şah Şüca’dan sonra ülke, Barakzay aşiretinden Dost Muhammed’in denetimine geçti. Hindistan’daki Ingiliz kuvvetleri 1839’da Kandehar’a girerek Şah Şüca’yı yeniden tahta çıkardılar. İngilizler üç yıl sonra ülkeyi terkedince Dost Muhammed Kâbil’e dönerek 1863’e değin hüküm sürdü. Oğullarından Şir Ali’nin, emirliği sırasında Kâbil’de İngilizler yerine bir Rus heyetini kabul etmesi, 1878- 80 arasında ikinci bir İngiliz-Afgan savaşına yol açtı.

İngilizler Nisan 1881’de Kandehar’dan çeildiler. Şir Ali’nin yeğenlerinden Abdur- ahman Han’ın emirliği döneminde (1880- 901) Afganistan sınırlarını Rusya’yla Ingil- ere belirledi. İngiliz egemenliğindeki Hin- listan’la Afgan Krallığı’nın sınırlarını çizen )urand hattı (1893), Afganistan’ı Ruslarla ngilizler arasında bir tampon devlet haline getirdi. Modern Afganistan’ın kurucusu »ayılan Abdurrahman, çeşitli etnik gruplara Karşı giriştiği 20’yi aşkın savaşı kazanarak Kâbil’de güçlü bir hükümet olduğunu kanıtladı.

Abdurrahman’ın en büyük oğlu Habibullah Han döneminde (1901-19) Avrupa teknolojisi ve Batı ülkeleri Afganistan’da yayılmaya başladı. Habibullah, ülkeyi İngilizlere karşı I. Dünya Savaşı’na sokmayı amaçlayan baskılara direndi. Onun, Ingilizlerin karşıtlarınca öldürülmesi üzerine tahtı ele geçiren Emanullah (1919-29) İngilizlere karşı üçüncü bir savaş başlattı. Bir ay süren savaş sonunda imzalanan Ravalpindi Antlaşması ile (8 Ağustos 1919) Afganlar dışişlerini bağımsız yürütme hakkını kazandılar. Afganistan Rusya’daki Bolşevik rejimi tanıyan ilk ülke oldu. Emanullah 1923’te “padişah” unvanını alarak anayasal, yönetsel, eğitsel ve toplumsal reformlara girişti, tutucu dinsel önderlerin karşısına çıktı. Ama 1928’de iç savaş patlak verdi ve Emanullah tahttan çekildi. 1929’da tahta çıkan Muhammed Nadir Şah, 1931’de Emanullah’ın anayasasına dayalı yeni bir anayasa yaptı. Nadir Şah, dinsel önderlerle uyuşmaya daha yatkındı.

1930’larda iktisadi gelişme de hızlandı. Nadir Şah’ın Kasım 1933’te öldürülmesi üzerine 1973’e değin hüküm sürecek olan oğlu Muhammed Zahir tahta geçti.

1946’da başbakan olan Şah Mahmud döneminde Afganistan’da liberal bir ortama geçildi. Ama din önderleriyle hükümetteki tutucu kesimler, General Muhammed Davud Han’ın başbakanlığa getirilmesini sağladılar. Davud Han, Durand hattının ötesinde (Pakistan tarafında) kalan Peştular sorununun çözümünde katı bir tutum izledi. SSCB’nin ekonomik ve askeri desteğini kazandı. Bir yandan kapsamlı eğitsel ve toplumsal reformlar gerçekleştirirken, öbür yandan muhalefet tanımayan bir baskı rejimi kurdu. Ancak “Peştu sorunu” Davud Han’ın sonunu hazırladı. Mart 1963’te Davud Han başbakanlıktan çekilince Zahir Şah bir meşruti krallık denemesine girişti. Ama siyasal istikrarsızlığın yoğunlaşması üzerine Davud Han 17 Temmuz 1973’te kansız bir darbeyle iktidarı yeniden ele geçirdi ve Afganistan Cumhuriyeti’ni kurdu. Solcu subaylarla Bayrak (Perçem) Partisi de bu darbeyi destekledi.

AFGANİSTAN CUMHURİYETİ


(1973-78). ABD ve SSCB’ye bağımlılıktan kurtulmaya çalışan Davud Han, İslam ülkelerine yöneldi. Gene toplumsal ve ekonomik reformlara girişti. Pakistan başbakanı Zülfikar Ali Bhutto ile, Peştu sorunuyla ilgili bir deneme anlaşması gerçekleştirdi. Davud Han’ın hazırladığı anayasa 1977’de Ayan Meclisi’nce kabul edildi. Davud Han devlet başkanı sıfatıyla kendi aile çevresinden, yakınlarından, hatta devrik kraliyet ailesinin üyelerinden kurulu bir hükümeti iş başına getirdi. Bunun üzerine 10 yıldır ayrı çalışan iki sol örgüt, Halk ve Bayrak partileri Davud Han’a karşı yeniden birleştiler. Halk kanadı lideri Hafızullah Amin’in düzenlediği bir darbeyle Davud Han devrildi, kendisi ve aile üyelerinin çoğu öldürüldü. 27 Nisan 1978’de Afganistan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu.

AFGANİSTAN DEMOKRATİK CUMHURİYETİ.


Devrim Konseyi başkanlığına, başbakanlığa ve Afganistan Demokratik Halk Partisi genel sekreterliğine Nur Muhammed Taraki getirildi. Hafızullah Amin ile Bayrak kanadı önderlerinden Babrak Karmal başbakan yardımcılıklarına atandılar. Ama Halk ve Bayrak- kanatlan arasındaki birlik hızla bozuldu. Orduya dayanan Halk kanadı giderek güçlendi. Taraki yönetiminin reform programında kadınlara eşit haklar, toprak reformu ve klasik Marxist-Leninist doğrultuda yönetsel önlemler yer alıyordu. Temel Afgan kültür öğeleriyle çatışan bu program ve siyasal baskılat, nüfusun geniş kesimlerini karşısına aldı. 1978 yazında Nuristan’da ilk ayaklanmalar patlak verdi ve eşgüdümsüz de olsa tüm ülkeye yayıldı.

Mart 1979’da Hafızullah Amin başbakan oldu. Ayaklanmalar karşısında Afgan ordusu güçsüz kalınca Amin Sovyet askeri yardımına başvurdu. Taraki ve Amin yanlıları arasındaki bir çatışmada Taraki öldürüldü. Amin, Pakistan’dan ve ABD’den güvenlik desteği kazanmaya çalışırken 24 Aralık 1979 gecesi Sovyet birlikleri Afganistan’a girdiler. Amin öldürüldü ve başbakanlığa, Devrim Konseyi başkanlığına ve ADHP genel sekreterliğine Babrak Karmal getirildi. Karmal, Haziran 1981’de başbakanlık görevini Sultan Ali Keştmend’e devretti. Sovyet birliklerine ve hükümet askerlerine karşı gelişen genel ve dağınık silahlı direniş yanında, ADHP’nin Bayrak ve Halk kanatlan arasındaki iktidar mücadelesi de sürdü. Yerel önderler ülke içinde bölgesel iktidarlarını güçlendirirken, Peşaver’deki bazı dinsel önderler de hem etkinlik ve yandaş kazanabilmek, hem de Arap ülkelerinin mali desteğini sağlayabilmek için birbirleriyle çekişiyorlardı. 1980’de ülke içindeki bazı bölgesel gruplar Sovyet işgaline karsı birleştiler. “Mücahid” olarak adlandınlan güçlerin silahlı direnişi 1984’te yoğunlaştı.

1985’te ülkedeki Sovyet askerlerinin sayısı 115 bine ulaşmıştı. Kâbil hükümetinin Iran ve Çin Halk Cumhuriyeti’yle ilişkileri de giderek bozuldu. 1986’da uzaklaştırılan Babrak Karmal’ın yerine ADHP genel sekreterliğine getirilen Muhammed Necibullah ülkenin yeni önderi oldu. 1987’de kabul edilen yeni anayasayla ülkenin adı Afganistan Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Sovyet birliklerine ve Kâbil hükümetine karşı silahlı direnişi sürdüren güçler arasında Afgan Mücahidleri İslami ittihadı ile Hizb-i İslami yanında ADHP’nin Halk kanadı da yer almaktaydı. Yıllarca süren başarısız işgalin ardından Sovyetler Birliği Mayıs 1988-Şubat 1989 arasında kuvvetlerini Afganistan’dan çekti.

Necibullah yönetiminin Nisan 1992'de çökmesi üzerine çeşitli İslamcı grupların oluştuduğu bir koalisyon iktidara geçti. Aralık ayında devlet başkanlığına Burhaneddin Rabbani seçildi. Gülbeddin Hikmetyar önderliğindeki Hizb-i İslami yönetime karşı silahlı mücadeleyi sürdürdü.

kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 03:32
SİLENTİUM EST AURUM
BrookLyn - avatarı
BrookLyn
Kayıtlı Üye
2 Ekim 2006       Mesaj #3
BrookLyn - avatarı
Kayıtlı Üye
Afganistan
Orta Asya'nın güneyindeki büyük bir yaylada kurulmuş bir ülkedir. Güneyinde ve doğusunda Pakistan, batısında İran yer alır. Kuzey komşusu SSCB ile sınırının bir bölümünü Ceyhun Irmağı oluştu­rur. Hindukuş Dağlan, denize kıyısı olmayan Afganistan'ı kuzeybatıdan güneydoğuya doğ­ru keser. Bu dağların kuzeyinde ülkenin en verimli toprakları uzanır. Güneybatıdaki büyük düzlük ise çöller ve yarı çöllerle kap­lıdır.
  • Yarı kurak bozkır ikliminin egemen olduğu Afganistan'da kışlar çok soğuk, yazlar çok sıcak geçer. Batıdan doğuya gidildikçe yıllık yağış ortalaması artar.
  • Afganistan'ın güneyinde bitki örtüsü çok seyrektir. Batıdaki kıraç bölgelerde ve kum çöllerinde hemen hiç ağaca rastlanmaz.
  • Ülke­nin kuzeyinde, yağışların da etkisiyle bitki örtüsü sıklaşır. Yükseklerde, iğneyapraklı ağaçların oluşturduğu geniş ormanlar yer alır.
  • Afganistan, Asya'nın ortasında dağlık bir tarım ülkesidir. Modern ulaşım olanakları çok sınırlıdır.
  • Afganistan nüfusunun yaklaşık yarısı Peştu kökenlidir. Nüfusun geri kalan bölümünü Farsça konuşan Tacikler ile Altay dil ailesin­den Türk dillerini konuşan Özbekler ve Ha­zarlar oluşturur. Peştu dili ile Farsça'nın Dari lehçesi ülkenin resmi dilidir.
  • Afganistan halkının hemen hepsi Müslü­man'dır ve büyük bölümü köylerde yaşar. Ekilebilir alanların kıt olduğu bölgelerde ya­şayanlar tarım ve hayvancılıkla uğraşırlar.
  • Yaz aylarında yüksek otlaklara çıkarak kışları geri dönen bu yarı yerleşik tarımcılar, birkaç türde tarımsal üretim yaparlar. Göçebelerin çoğunluğunu Peştu çobanları oluşturur.
  • Aşi­retler halinde yaşayan ve hayvancılıkla uğra­şan göçebeler ise yaz aylarında otlaklara inerler. Afganistan ekonomisi tarıma dayanır.
Afganistan’a İlişkin Bilgiler
Ad:  afg il.jpg
Gösterim: 1473
Boyut:  30.0 KB
  • YÜZÖLÇÜMÜ: 652.225 km2.
  • NÜFUS: 15.735.000 (1987).
  • BAŞKENT: Kabil.
  • YÖNETİM: Cumhuriyet.
  • COĞRAFİ YAPI: Dorukları 7.000 metreye ulaşan Hindu-kuş Dağları, ülkeyi kuzey ve güney olmak üzere ikiye böler.
  • BAŞLICA İHRAÇ ÜRÜNLERİ: Karakul koyunu postu, halı, kabuklu yemişler, kuru meyveler, doğal gaz ve dokuma.
  • BAŞLICA KENTLER: Kabil, Herat, Kandehar, Mezar-ı Şerif.
  • EĞİTİM: 7-14 yaş arası çocuklar için ilköğrenim zorun­ludur.
  • Bir bölümü yurtdışına satılan pamuk da önemli tarımsal ürünler arasında­dır. Et ve süt ürünleriyle yerel tüketimi karşılayan hayvancılık, deri ve yün ihracatıyla da önemli bir gelir kaynağı oluşturur.
  • Afga­nistan'da modern sanayi henüz kuruluş aşa­masındadır. Ülkede çok az sayıda fabrika olduğu için sanayi ürünlerinin çoğu dış ülke­lerden gelir.
  • En gelişmiş sanayi dalı pamuklu dokumadır; bunu çimento, şeker, yünlü do­kuma ve bitkisel yağ sanayileri izler. Halıcılık başta olmak üzere geleneksel el sanatları ülkenin ihracatında önemli yer tutar.
  • Afganistan'da, ulaşım güçlükleri nedeniyle doğal kaynakların tümünden yeterince yarar­lanılamamaktadır. Yeraltı kaynaklarının ba­şında zengin doğal gaz yatakları gelir.
  • Doğal gaz bir boru hattıyla SSCB'ye, bir başka boru hattıyla da Mezar-ı Şerifteki termik santrale ve gübre fabrikasına iletilir.
  • Hindukuş Dağlarının kuzey yamaçlarında kömür havzaları, Kabilyakınlarında zengin demir yatakları, Kunduz yakınlarında bakır, çinko ve kurşun yatakları vardır.
  • Afganistan'da halkın büyük bölümü Hin­dukuş Dağiarı'nın güneyinde yaşar. Gene bu kesimde, Kabil Irmağı'nın iki yakası üzerine kurulmuş olan başkent Kabil Hindistan'dan Orta Asya'ya uzanan eski tica­ret yolları üzerindedir.
  • İlköğretimin zorunlu ve her düzeydeki eğitimin parasız olmasına karşılık, Afganistan'da okuryazar oranı an­cak yüzde 20'yi bulur.
  • Demiryolları ve ulaşıma elverişli ırmakları olmayan Afganistan'da yeni karayolları yapıl­maktadır. Kabil'den kuzeye uzanan karayolu üzerinde, Hindukuşlar'ı geçen bir tünel açıl­mıştır. Kabil ve Kandehar kentlerinde hava­limanları vardır.
Afgan Tarihi
Bugünkü Afganistan Devleti'nin topraklan, binlerce yıl Ortadoğu, Orta Asya, Güney Asya ve Uzakdoğu kültürlerinin karşılaştığı yer olmuştur. İslam kaynaklarında Afganlardan ilk kez 982 yılında söz edilir.

İÖ 6. yüzyılda bu bölgede Persler egemen­di. Daha sonra Büyük İskender, Moğol, Türk, İslam ve Hint istilaları birbirini izledi. Afganlar yaklaşık 200 yıl öncesine kadar gerçek bir ulus olamadılar. İlk bağımsız Af­gan Devleti'ni 18. yüzyılın ortalarında Ahmed Şah Abdali kurdu.

Büyük bir ordu kurarak topraklarını Meşhed'den Keşmir ve Delhi'ye, Ceyhun Irmağı'ndan Umman Denizi'ne ka­dar genişleten Ahmed Şah'ın ölümünden sonra, bir yandan aşiret ve sülale kavgaları, öte yandan Çarlık Rusyası ile İngiltere'nin bu bölgeyi denetimleri altına alma çabaları impa­ratorluğun dağılmasında etkili oldu.

19. yüzyılda İngiltere, çıkarlarını savunmak amacıyla Hindistan'da büyük bir güç oluştur­muştu. Çarlık Rusyası'nın Orta Asya'nın gü­neyindeki toprakları ele geçirme isteğinden tedirgin oluyor ve Afganistan'ın Ruslarla giriştiği iyi ilişkileri hoş karşılamıyordu.

Bu nedenle 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında İngiltere ile Afganistan arasında üç kez savaş çıktı. Sonunda, 1919'daki Ravalpindi Antlaş­masıyla Afganistan bağımsızlığını kazandı. 1919'da yönetimi ele geçiren ve 1926'da tahta çıkan Emanullah, Afganistan'ı çağdaş bir ülke yapmak amacıyla bir dizi reforma girişti.

Tutucu din çevrelerinin bu reformlara karşı çıkması üzerine 1928'de iç savaş başladı. Emanullah 1929'da tahttan çekildi. Yerine geçen Nadir Şah'ın 1933'te öldürülmesi üzeri­ne oğlu Muhammed Zahir Şah tahta çıktı. Emanullah'tan sonraki hükümdarlar ılımlı reform uygulamalarını sürdürdüler.

1964'te hazırlanan anayasayla Afganistan meşruti krallık oldu ve parlamenter bir hükümet kuruldu. 1973'te Zahir Şah bir darbeyle taht­tan indirildi ve krallığa son verilerek cumhuri­yet ilan edildi. Darbeyi gerçekleştirerek yöne­timi ele alan Davud Han, yalnızca kendi akrabaları ile eski krallık ailesinin üyelerin­den oluşan bir hükümet kurunca, 1978'de sol partiler yeni bir darbe düzenledi.

Davud Han devrilerek Afganistan Demokratik Cumhuri­yeti kuruldu. Gene de siyasal karışıklıkların ardı kesilmedi ve yer yer ayaklanmalar baş gösterdi. Afgan ordusu ayaklanmaları bastır­makta yetersiz kalınca, Başbakan Hafızullah Amin daha önce SSCB ile imzalanmış antlaş­maya dayanarak bu ülkeden askeri yardım is­tedi.

1979'da SSCB askerleri Afganistan'a gir­di. Hafızullah Amin öldürülünce yerine Babrak Karmal geçti. Dinsel önderler ve bazı böl­gesel gruplar birleşerek hükümete ve SSCB askerlerine karşı silahlı mücadeleye giriştiler. "Mücahid" olarak adlandırılan bu silahlı güç­lerin direnişleri 1984'te ABD ve Pakistan'ın destek ve yardımlarıyla yoğunlaştı. 1986'da görevden uzaklaştırılan Karmal'ın yerine Mu­hammed Necibullah geçti.

1987'de yedinci yılına ulaşan savaş bir yandan şiddetle sürerken, öte yandan barış görüşmelerine doğru önemli adımlar atıldı. 1987'nin mart ve eylül aylarında Birleşmiş Milletler aracılığıyla Afganistan ve Pakistan dışişleri bakanları arasında resmi olmayan görüşmeler yapıldı. 15 Haziran 1987'de Afga­nistan hükümeti, 15 Ocak 1988'e kadar süre­cek olan tek yanlı bir ateşkes ilan etti; ama "Mücahid" saldırıları giderek yoğunlaştı.

Ça­tışmaların dönem dönem şiddetlenerek sür­mesine karşın barış girişimleri sürdürüldü. 1987 Kasım'ında Afganistan hükümeti, SSCB askerlerinin Şubat 1988'de başlamak üzere 12 aylık bir program içinde Afganistan'dan ayrılacaklarını bildirdi. SSCB'nin askeri güç­leri, belirlenen programa uygun olarak 1988 yılı içinde çekilmeye başladı.

kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 02:44
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
2 Ekim 2006       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
AFGANİSTAN
Orta Asya’da devlet, B.’da Iran, G.’de Pakistan, D.’da Çin, K.’de Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan’la çevrilidir, 650 000 km2; 17 850 000 nüf.
Başkenti: Kâbil.
Resmî dil: Paşto ve Farsça.
Ad:  afg.jpg
Gösterim: 1261
Boyut:  52.2 KB

COĞRAFYA
doğal ortam
Afganistan dağlık bir ülkedir. B.’da (bu kesimde Murgab ve Heri Rud ırmaklarının yukarı vadileriyle birbirine paralel üç bölüme ayrılır) ve orta kesimde (burada tek bir kütle halini alır: Kûh-i Baba) B.-D. yönünde uzanan, doğuda (güneybatıdan kuzey-doğuya doğru) Hindu Kuş'ta yükselerek Pamir’deki dağlar düğümüyle birleşen dağlık bir eksen, ülkenin ana çatısını oluşturur. Bu ana dağ yayının kuzey yamacında, Afganistan Türkistanı’nın dağ eteği ovaları ve tepeleri, sovyet sınırını belirleyen Amu Derya'ya (Ceyhun) doğru 250-300 m’ye kadar alçalırlar. G.-B.’da, Hilmend ırmağının içlerinde yitip gittiği Sistari çanaklarıysa, 460 m’ye kadar iner. Pakistan sınırını, Kâbil havzası (1 800 m) hizasında Hindu Kuş dağlarıyla birleşen ve ondan güneybatıdaki Kandehar - Gazne çukurluğuyla ayrılan başka bir dağlık eksen (Paktiya sıradağları, 3 500 m) kaplar. Doğuda, Kâbil ırmağının vadisi, Celalâbâd havzası ve Hayber geçidi aracılığıyla Pakistan’a girişi sağlar. Bu yüksek toprakların iklimi çok serttir.

Aşırı karasal iklim özelliklerini taşır, aynı zamanda da çok kuraktır; ülkenin büyük bölümü ancak ilkbahar fırtınaları sırasında ya da yöreye çok zayıflamış olarak gelen Akdeniz kökenli kış alçak basınç alanlarının taşıdığı yağışlarla orta derecede yağmur alır. Yalnızca güney-doğu kesimine, Hint okyanusu musonunun son yağışları düşer (Kâbil bölgesine kadar yağışların büyük bölümünü oluşturan yaz yağmurları). Sistan'da toplam yağış oranı yılda 100 mm’nin altındadır. Ama yağışlar dağlık eksenin kuzey ve güney dağ eteklerinde 200-400 mm dolaylarındadır ve yalnızca Doğu Hindu Kuş doruklarıyla (1 m’yi aşabilir) muson yağışlarını alan güney-doğudaki sıradağlarda yağışlar önemli boyutlara yükselir. Ülkedeki gerçek ormanlar (aşağılarda meşe ve çam ormanları, yükseklerde sedirler) da bu kesimde yer alır ve Pakistan'a doğru etkin bir kaçakçılıkla düzenli bir dışsatımı besler. Orta kesimdeki dağlarda, dağ eteklerinde fıstık ağaçları yetişen bozkırın yukarısında (yüksek bozkırın altında, 2 000 - 2 700 m arasında) yalnızca dar bir ardıç ağacı katı yer alırsa da, bu örtü günümüzde hemen hemen tümüyle yok edilmiştir.

halklar
Çoğu farsça kökenli bir dil konuşan halk (ülke halkının yaklaşık dörtte üçü farsça konuşur) bu kurak ortamdan kaçarak ana dağ eksenindeki sulak vadilere çekilmiş, taraçalar halinde düzenlenmiş yamaçları ekerek geçimini sağlamaya çalışmıştır; buna karşılık bozkırlarla örtülü dağl etekleri Ortaçağ’daki büyük türk- moğol akınları sırasında göçebe halkların istilasına uğramıştır. Ama dağlık eksen, yükseldiği ve yağış aldığı ölçüde, göçebelerin yerleşmesini engellemiştir. Doğuda, derdçe (hint ve fars ağızları arasında bir öbek) konuşan, XIX. yy. sonuna kadar pagan kalan halklarla (kâfirler ya da Nuristanlılar) farsça konuşan, nüfus bakımından daha kalabalık olan ve dağ eteğindeki kasabalarda, kentlerde (Kâbil) geçimini el sanatları ve tarımla sağlayan Tâcikler yerleşmişlerdir.

Eski İran halkının soyundan gelen Tâcikler, bir Horasan farsçası ağzı (deri) konuşurlar. Uzunca bir süredir yerleşik yaşama geçmiş ve aşiret düzenini bırakmışlardır. Orta kesimde, yine farsça konuşan Hezâreler, türk-moğol etkisini çok daha derinlemesine duymuşlardır. Bunlar Türk-Moğollar’a farsçayı benimsetmişlerse de yaşama biçimi yönünden Türk-Mcğollar’dan büyük ölçüde etkilenmişlerdir (yaylalarda “yurt" adı verilen türk- moğol çadırlarından türeme barınaklar). Daha parçalanmış ve daha kurak olan batıda, yine farsça konuşan, ama yarı göçebe olan Çahar oymaklar ise (“dört kabile”), Türkler’in sürdürdüğü günlük yaşamın iyice etkisinde kalmışlardır. Ana dağ ekseninin kuzey yamaçlarındaki Türkler, dağ eteğindeki eski yerli çiftçileri bütünüyle özümsemişlerdir. Günümüzde Afgan Türkistanı adı verilen bölge, Aşağı Orta Asya’nın başlıca iki kavminden oluşan, türkçe konuşan önemli bir azınlık (ülke toplam nüfusunun % 15-20'si) tarafından bölüşülmüştür: doğuda, 1,5 milyon Özbek (büyük bölümü, Sovyet devrimi'nden sonra ülkeye SSCB'den göç etmiştir); batıda, aşiret düzenini bırakma sürecinde olan yaklaşık 200 000 Türkmen.

Ana dağ ekseninin güneyindeyse, bir Doğu İran dili (paşto) konuşan bir halk oluşmuş (Paştular ya da Pathanlar) ve büyük bölümü, Ortaçağ’daki akınlar yüzünden (güney çöllerinde) göçebe yaşamına başlayarak çölde büyük konfederasyonlar halinde örgütlenmiştir; güneyde Dürraniler, orta kesim dağlarında yazlarını geçiren Gılzeyler. Ülkedeki en kalabalık etnik öbek Paştular (yaklş. 7 milyon), XVIII. yy.’da afgan devletinin kurulmasını sağlamışlardır; Abdurrahman (1880- 1901) ve onu izleyen hükümdarlar, siyasal egemenliklerini güçlendirmek amacıyla ülkelerini oldukça geliştirmişler, afgan devletinin hemen hemen bütün ülkeyi içine alacak biçimde genişlemesine katkıda bulunmuşlardır. Hezaracat yüksekliklerini güneyli göçebelere yaz otlağı olarak açmışlar, sonra Türkistan'a önemli göçebe ya da göçebe olmayan topluluklar yerleştirmişlerdir. Hindu Kuş’un kuzeyindeki Paştular'ın sayısı bugün bir milyon dolayındadır. Paştular’ın çoğu göçebeliği sürdürmekte ve kimileri kış mevsimini Pakistan’da geçirmektedir.

Başlıca karma azınlıklar, G.’de Beluciler, K.-D.'da Kırgızlar ve Cetler, Kızılbaşlar, Sihler ve Arap olarak nitelenen topluluklardır. Müslüman olan bu topluluklar arasında sünni hanefiler çoğunluktadır. Hezâreler ve İran kökenli halkın bir bölümü isna aşerıye şii, kimileri de ismailiye mezhebindendir. Paştu aşiretleriyle, daha az ölçüde olmakla birlikte, Hezâreler dışındakilerin aşiret yapıları genellikle parçalanmıştır. Geleneksel siyasal gücü, han ya da mir ile ona yardımcı olan aşiret meclisi ("beyaz sakallılar”) elinde tutar. Toprak mülkiyeti sulama suyuna bağımlıdır: sulanmayan topraklar aşiretin ortak mülküdür. Yaygın olan yarı göçebelik, ya kısa mesafelerde (yazları nadasa bırakılmış tarlalarda geçirilerek verimliliklerinin sağlanması) ya da orta ve uzak mesafelerde (yazların dağlardaki otlaklarda, kışların vadilerde geçirilmesi) yapılır. Kış konutları, genellikle düz ya da kubbe biçimi damlı toprak evlerdir; yaz konutlarıysa K.'de daire biçimli türk- moğol çadırı "yurt’lar, G.'de keçi kılından dokunmuş siyah çadırlardır. Etnik öbekler arasında evliliklere çok ender rastlanır; kardeş çocukları arasında evlilikler ya da çapraz evlilikler, çeyizin yüksekliğinden ötürü yeğlenir. Ülkede tekeşlilik ağır basar. Türkmenler ve Özbekler arasında çeşitli el sanatları (halı, keçe yapımı, metal işçiliği, vb.) gelişmiştir.

AFGANİSTAN’IN EKONOMİSİ
iktisat
Afganistan az gelişmişliğin en aşırı örneklerinden biridir; bunun başlıca nedenleri, Afganistan’ın denize kıyısı olmamasıdır. Bunun yanı sıra Asya'da uzun bir süre rus topraklarıyla İngiltere toprakları arasında bir tampon devlet oluşturması ve SSCB’nin de İngiltere’nin de Afganistan’ın dışarı açılmasında yarar görmemiş olmalarıdır. Ancak 1964’te, Salang boğazında (3 000 m yükseltide) açılan bir tünel, Hindu Kuş'un iki yamacı arasında kışın ulaşıma elverişli bir karayolu yapılmasını sağlamıştır; sarp kayalıklar arasında ülkeyi dolaşan sağlam kaplamalı karayoluysa, K.-B. kesiminde daha tamamlanmamıştır; üstelik Afganistan’da demiryolu da yoktur. Ulaşımın büyük bölümü hâlâ kervanlarla ya pılmaktadır; ne var ki kervanların yerini, yavaş yavaş, büyük bölümü taşımacalık işine el atan göçebelerin edindiği kamyonlar almaktadır.
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi3.jpg
Gösterim: 1410
Boyut:  40.6 KB

Ülke nüfusunun yaklaşık % 90'ı geçimini tarımdan sağlar. Tarım, sulamaya dayanır; sulamada, orta kesim dağlarıyla kuzey dağ eteğinde akarsulardan, güney yamaçlarında (Kâriz) yeraltı sularını akaçlayan galerilerden yararlanılır. Yağışlara bağlı tarım, yalnızca orta kesim dağlarının oluşturduğu yay üstünde önemlidir. Beslenmede yararlanılan tahılların üretimi büyük ölçüde ağır basar; buna ek olarak yapılan meyve ağacı (özellikle üzüm) yetiştiriciliği, Pakistan ve Hindistan’a biraz dışsatım (kuru üzüm ve kuru kayısı, fıstık) yapılmasını sağlar. Önemli sayılabilecek, sanayiye yönelik tek ürün, küçük bir bölümü yurt dışına satılan pamuktur (özellikle Hindu Kuş’un kuzeyindeki sulanan dağ eteklerinde yetiştirilir). Şekerpancarı (kuzeyde) ve şekerkamışı (doğuda, Celalâbâd ovasında) üretimi duraklamıştır. Kandahar'ın batısındaki bölgede, ana dağ ekseninin güneyinde ve Celalâbâd bölgesinde, Hilmend ile kolu Ergandab üstünde kurulan barajlardan yararlanılarak sulanan geniş alanlar düzenlenme aşamasında olduğundan verim düşüktür.

Etkin el sanatlarının (halıcılık, ipekçilik, kuyumculuk) yanında, modern sanayi, özellikle Doğu Hindu Kuş'un oluşturduğu su deposunun her iki yanında, kuzey ve güney dağ eteklerinin vadilerinde ve Kâbil'de toplanmış az sayıda dokuma ve besin maddeleri fabrikasıyla sınırlıdır. Şibirgân yakınında, Mezarı Şerifin batısında işletilen bir doğal gaz yatağı, SSCB'ye yönelik bir dışsatımı beslemekte ve Mezarı Şerifte gelişmekte olan bir petrokimya sanayisinin temel enerjisini oluşturmaktadır. Büyük bölümü SSCB'ye gönderilmekte olan başlıca dışsatım ürünleri doğal gaz, kuru meyve, halı, Türkistan'da çok sayıda yetiştirilen karakul koyunlarının postları, kimi değerli taşlar ve biraz pamuktur. Dışsatım, 1979-1980’deki sovyet işgalinden önce, büyük bölümü uluslararası yardımla sağlanan dışalımı dengelemekten çok uzaktır; ülke üzerindeki siyasal ve iktisadi etkisi çok daha eskilere dayanan SSCB'nin burayı işgali, Afganistan’ı ona daha da bağımlı duruma getirmiştir.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 03:24
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
2 Ekim 2006       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi4.jpg
Gösterim: 1537
Boyut:  104.9 KB
TARİH

Asya’nın ortasında bulunan Afganistan, İskit, hun, türk, moğol halklarıyla Iran, Çin ve Hindistan’daki, çoğunlukla yayılmacı bir siyaset izleyen, büyük yerleşik uygarlıkların karşılaşma yeri oldu. Çok eski dönemlerde kullanılmaya başlanan büyük uluslararası yollar (en önemlisi Eskiçağ' da Çin ile Roma arasında ticareti sağlamış olan 'İpek yolu”dur; ipek yolunun bir başka çeşidi olan başka birçok yol da, yüzyıllar boyunca ordular, misyonerler ve ticaret kervanları tarafından kullanıldı) ülkeyi boydan boya katediyordu. Bu nedenle, Afganistan, her türlü etkiye açık kaldı; ama yalnızca bu etkileri almakla kalmayarak belki de aldığından çoğunu verdi. Sözgelimi, buddhacılığın doğuya, İslam dininin Hindistan’a yayılmasında başlıca rolü oynadı. Temelde büyük ölçüde İran dünyasına bağımlı olduğundan, ancak yakın dönemde bir devlet haline geldi; yüzyıllar boyunca kimileri yalnızca bugünkü Afganistan toprakları üstünde yaşayan halklar tarafından kurulan, kimileriyse geniş alanlara yayılmakla birlikte afgan halklarını da içine alan büyük imparatorluklara bağımlı kaldı. Aşiret yapısının ağır basmasına ve türk, özellikle de moğol fetihleri sonucu halkının büyük ölçüde çeşitlenmesine karşın, Afganistan’da kültür ortaklığını ve eski geleneklere bağlılığı yansıtan bir ulusçuluk gelişti. Halkının hemen hemen bütünü Sünni müslüman olduğundan ülkede dinin önemi çok büyüktür.

Kökenler.
Afganistan’ın tarihöncesi dönemi henüz pek bilinmemektedir. Bununla birlikte, transız arkeologları, Mündigek’te, IV. binyıl ile İ.Û. 500 arasında yedi uygarlık katı ortaya çıkarmışlardır. Henüz belirlenemeyen bir dönemde, batıdan gelen Ariler’in ülkeyi işgal ederek, ülkenin temel ırkını oluşturdukları bilinmektedir. Keyhüsrev’in bütünüyle işgal ettiği sanılan Afganistan, Ahemeniler'in egemenliği döneminde, Dara I tarafından beş satraplığa bölünmüş, iki yüzyıl boyunca pax iranica'nm (İran barışı) etkisinde kalması sayesinde, İran'ın büyük gelişmesine katılmış ve Zerdüşt’ün dinsel reformundan etkilenmiştir. Büyük İskender'in fethi ülkede, Yunan, İran ve Hindistan etkilerinin başka yerlerde olduğundan çok daha fazla kaynaşmasına yol açmıştır.

Bununla birlikte, satraplıklar ortadan kalkmadı ve Büyük İskender’in ölümünden sonra satraplıklar arasında iç savaş başladı. Ülkeye, Selefkiler, hint hanedanı Mauryalar ve Baktria krallığı zaman zaman egemen oldular, i.Ö. II. yy.’ın sonunda,yeni ari istilaları sırasında Kuşana kabilesi büyük önem kazandı. Kuşanalar, i.S. I. yy.'da Kucula(yun. Kadphises) ve İ.S. II. yy.'da Kanişka döneminde en parlak çağlarını yaşadılar. Başka dinsel akımların da bulunmasına (Surh Kotel’de ateş sunağı) karşın ülke, buddhacılığa (Bamıyan’daki büyük tapınak) yöneldi. Sasaniler döneminde (III. yy.) İran’ın kurduğu egemenlik ve Ak Hunlar’ın (türk-moğol) fetihleri ülkedeki büyük gelişmeyi yavaşlattı.

Araplar'dan Safeviler'e.
651 ’de (Heraf ın fethi) Sasaniler'i yenen Araplar, ülkeyi işgal ettilerse de, her türlü araplaştırmayı engelleyen ve İslam dininin yayılmasını çok yavaşlatan bir direnmeyle karşılaştılar. Eskiçağ’daki Kâpisa (Kâbil bölgesi) ancak IX. yy.’ın sonunda İslam dinini benimsedi ve XIII. yy.'a kadar birçok bağırjılı ya da bağımsız küçük krallık varlığını sürdürdü. Kuzeyde Samaniler (Belh yakınındaki Saman kenti kökenli İranlIlar), üstünlüklerini kabul ettirdiler ve onlarla birlikte savaşan türk askerler, ülkede yeni bir çağı başlattılar. 962’de, türk beylerinden Alp Tigin, G'azne bölgesinde bağımsızlığını ilan etti. Alp Tigin’den sonraki hükümdarlar, özellikle de Gazneliler hanedanının kurucusu Gazneli Mahmut (999-1030), egemenliklerini İsfahan'a kadar yaydılar ve Hindistan’a on yedi sefer düzenlediler, Bağdat’ın rakibi Gazne’yi, pek çok sanatçı ve yazarın (özellikle İran’ın ulusal ozanı Firdevsi) toplandığı bir merkez haline getirdiler. Ama Gazneliler, çok geçmeden, İran'daki Büyük Selçukluların üstünlüğünü kabul etmek zorunda kaldılar ve afganlı Guriler’in saldırıları sonucu yok oldular; o tarihten sonra hint- müslüman krallıkların görevlileri ve yöneticileri Afganlar’la afganlaşmış Türkler arasından seçilmeye başladı.

Eski buddhacı Afganistan'ınkine eşit bu büyük uygarlık (XI.-XII. yy.'lar), Cengiz Han’ın akınları (1221-1222) sonucunda çöktü; sonra da ülke 1370'te Belh’te taç giyen Timurlenk’in eline geçti. Bununla birlikte, Herat’ın çevresinde Şahruh’un (1405-1447) başlattığı Timurtular rönesansı gelişti ve Hüseyin Baykara (1469-1506) ile veziri Mir Ali Şir Nevai döneminde doruğuna ulaştı, içine kapanan Doğu Afganistan, türk hakanı Babür Şah'ın Kabil’e yerleşip (1504), Hindistan’ı fethederek orada Hint-Türk imparatorluğu’nu kurmasıyla yeniden gündeme geldiyse de, bu imparatorluğun ancak uzak ve önemsenmeyen bir eyaleti olarak kaldı. Aynı dönemde Batı Afganistan, İran’daki Safeviler'in eline geçti.

Çağdaş Afganistan'ın doğuşu.
XVIII. yy. başında Hint-Türk imparatorluğu'nun gerilemesi ve Safeviler’in zayıflaması, kaynaşan afgan aşiretlerinin yeniden özgürlüklerine kavuşmalarını ve modern Afganistan'ın kurulmasını sağladı. Bunun ilk belirtisi Gılzeyler aşiretinin reisi Mir Veys’in ayaklanarak, bağımsızlığını ilan etmesi (1-707) oldu. Ama Gılzeyler'e karşı ulusal bir hareket başlatan Nadir Şah, 1738’de Kandahar ve Kâbil’i ele geçirdi. Nadir Şah, 1747'de öldürülünce, subaylarından Ahmet Han (Abdaliler aşiretindendi), kendisini Kandahar’da kral ilan etti ve ilk bağımsız afgan hanedanı olan Dürrani hanedanını kurdu. Kendinden önceki hükümdarlar gibi Hindistan'a birçok sefer düzenleyerek, büyük, ama sağlam temellere oturmayan bir imparatorluk oluşturdu. Yerine geçen Timur Şah, başkentini Kâbil’e taşıdı ve barışı korumayı başardı. Timur Şah’ın ölümünden (1793) sonra oğulları ve onlara bağlı aşiret reisleri taht için birbirleriyle çatıştılar. Sonunda, 1818'de etkinlik gösteren Dost Muhammet, Kabil'de emir olarak tanındı (1839) ve Barakzeyler ya da Muhammed- zeyler hanedanını kurdu. Hindistan’daki eyaletlerden vazgeçerek, kendini bütünüyle İngiliz ve rus emperyalizmi arasında bir tampon devlet haline gelen Afganistan’a adadı. İngiliz müdahalesinden kimi zaman yarar kimi zaman zarar gören Dost Muhammet'in yerini, birinci ingiliz-afgan savaşı sırasında (1839-1842) Şücaülmülk aldı (1839); bir ayaklanmadan ve Alexander Burnes komutasındaki İngiliz ordusunun yok edilmesinden (1842) sonra Dost Muhammet yeniden tahta çıkarıldıysa da, bir yarı-himaye rejimini kabul etmek zorunda kaldı.

Ruslar'ın Orta Asya’ya baskıları sonucunda, 1878’de İngiltere ikinci ingiliz- afgan savaşı’nı başlattı ve afgan kralı Abdurrahman (1880-1901) “Durand hattı"- nın sınırlarını kabul etmek zorunda kaldı (1893). Habibullah (1901-1919) ve Ema- nullah’ın (1919-1929) dışa açılma çabaları ingilizler'in tepkileri sonucuîıda boşa çıktı. Ancak, üçüncü ingiliz-afgan savaşı ("bağımsızlık savaşı” olarak nitelenir) sonucunda, Afganistan tam bağımsızlığını onaylatabildi: Ravalpindi ateşkesi (8 ağustos 1919), Kâbil antlaşması (22 kasım 1921). Emanullah, ülkesini modernleştirmeye girişti: Anayasa (1922); idari yasalar (1923); öğrenimin kadınlara açılması (1924); yeni anayasa (1928). Emanullah, Avrupa’ya bir yolculuk yaptıktan sonra, krallığını ilan etti. Ama, söz konusu devrimlere tutucu tepkiler gecikmedi. Emanullah tahttan uzaklaştırıldı ve Habibullah Han adında bir maceracı altı ay boyunca kanlı zorbalığını sürdürdü, Emanullah'ın akrabalarından Nadir Han, diktatörü devirerek, kendini kral ilan etti (1929). Önceki deneyimden ders alarak, reformları temkinli bir tutumla yeniden başlattıysa da 1933’te o da öldürüldü. Yerine oğlu Zahir Şah geçti. Fransız eğitimiyle yetişen, yeni düşüncelere açık olan Zahir Şah, ülkesinin Milletler cemiyeti’ne girmesini (1934) ve yavaş yavaş dışa açılmasını sağladı. 1937'de Türkiye, Iran ve Irak ile Sadabad antlaşması’nı imzaladı ve ikinci Dünya savaşı'nın dışında kalmayı da başardı.

Yakın dönemdeki sorunlar.
Hindistan’ ın bölünmesi "Durand hattı" sorununu yeniden gündeme getirdi ve Zahir Şah, yeni Pakistan devletindeki AfganlIlar üstünde hak iddia etti (Paştunistan sorunu): bunalım 1963'e kadar sürdü ve o tarihte Pakistan ile bir anlaşma imzalandı; aşağı yukarı aynı günlerde Çin ile de bir anlaşma yapıldı. Bu dış sorunlar çözülünce Zahir Şah, reform yapma isteğinin yeni bir kanıtını ortaya koyarak, 1964'te Kurucu meclis’e yeni bir anayasa hazırlattı ve 1959'da peçesiz dolaşma hakkını elde eden kadınlara eğitim görme hakkını da tanıdı. Federal Almanya, ABD, özellikle de SSCB'nin (1964 antlaşmaları) katıldıkları uluslararası yardım daha da arttı. Ama böylesi bir değişikliğe hazır olmayan ülke, çağdaşlaşmanın getirdiği sarsıntılardan kurtulamadı: 1965’te aydınların Hizb-i demokratik-i'halk-ı Afgani'yi (Afgan halkının demokratik partisi: AHDP) kurmaları ve partinin iki yıl sonra Halk ve Perçem (bayrak) hiziplerine bölünmesi, bu hizipler arasındaki şiddetli çekişmeler; öğrenci hareketleri (1969), parlamentonun güçsüzlüğü. Ayrıca 1970 ve 1971 hasatlarının çok düşük olması yüzünden ülkede kıtlık başgösterdi. Hükümetin değiştirilmesi de durumu düzeltemedi. 16-17 temmuz 1973’te kralın yeğeni ve kayınbiraderi Serdar Muhammet Davut, muhalefetin de desteklediği bir askeri darbeyle, Zahir Şah’ı devirdi. Zahir Şah, Roma’ya sürgüne gitti. Cumhuriyet ilan edildi. Ancak çok az destek gören bir toprak reformu ve cumhurbaşkanının aşırı otoritesi gibi nedenler Serdar Muhammet Davut'un da nisan 1978'de devrilmesine yol açtı.

AHDP'nin Halk kanadının düzenlediği darbeyle AHDP genel sekreteri Nur Muhammet Tereki (Taraki), Devrim konseyi başkanı olarak iktidara geçti. Yeni rejim komünist düşüncelerden esinlenmekle birlikte, marxçılığa şu ya da bu biçimde değinmekten özenle kaçındı. Ancak sovyet baskısı günden güne artıyordu. Aralık 1978'de Kâbil ile Moskova arasında bir dostluk ve işbirliği antlaşmasının imzalanması, SSCB’ye askeri müdahalede bulunma olanağını verdi. Bunun üzerine Afganistan, tam anlamıyla anarşinin kucağına yuvarlandı. Aralarında Pamir’deki kırğız topluluğunun da yer aldığı 200 000 AfganlI Pakistan’a sığındı; on yedi ay içinde 300 000 kişinin öldürüldüğü, 12 000-15 000 kişinin siyasal tutuklu olarak cezaevlerine kapatıldığı, birçok ilin ayaklandığı, büyük bölgelerin merkezi iktidarın denetiminden çıktığı, kanlı çarpışmaların başladığı söylentileri yayıldı.

14 eylül 1979’da Nur Tereki öldürüldü. Yerine geçen Hafızullah Emin hem Kremlin'e bağlılığını bildirdi, hem de islamiyetin desteklenmesi için gerekli bütün önlemlerin alınacağını açıkladı. Ama, aralık 1979'daki sovyet müdahalesi sırasında o da devrildi; yerine AHDP’nin Perçem kanadından Bebrek (ya da Babrak) Karmal getirildi. Sovyet müdahalesi içte ve dışta tepkiyle karşılandı. Mücahitler, hükümete bağlı orduyla onu destekleyen 100 000 kişilik sovyet birliklerine karşı gerilla savaşına giriştiler. Birleşmiş milletler örgütü, İslam konferansı, Avrupa parlamentosu gibi uluslararası örgütler yanında pek çok ülke yabancı güçlerin Afganistan'dan çekilmesi için çağrıda bulundu. Mücahitlere Pakistan sınırı üzerinden silah yardımı da ulaştırıldı. ABD, 1984 yılı içinde resmi kaynaklardan 85 milyon dolar yardımda bulundu. Ayrıca CIA (Amerikan merkezi haberalma örgütü) da mücahitleri desteklemek için bir yılda (1 kasım 1984-30 eylül 1985) 250 milyon dolar harcadı. Bü para ClA’nın gizli operasyonlar için yıllık bütçesinde ayırdığı paranın % 80’ini oluşturuyordu.

Sayıları 100 000’e varan mücahitler bu destekle gerilla savaşını ülkenin dört yanına yaydılar. Buna karşı, sovyet desteğiyle çarpışan afgan ordusunun mevcudu iç savaş süresince 30 000’i aşamadı. Askerlik süresinin uzatılması, üniversite öğrencilerinin askerlik tecillerinin kaldırılması gibi önlemlere karşın, askerden kaçanların çokluğu, mevcudun artmasını engelliyordu. Çeşitli yörelerde savaşı sürdüren yedi mücahit grubu 1983 mayısında Afgan mücahitleri İslam birliği'ni kurdular. Pakistan'a sığınan AfganlIlar’ın sayısı üç milyonu geçti (20 kasım 1983). Bu kitle, dünyadaki en büyük göçmen birikimini oluşturuyordu, 1986’da Babrak Karmal Afgan Komünist partisi genel sekreterliğinden ve devlet başkanlığından ayrıldı. Yerine Muham- med Necibullah geçti. İç savaşa son vermek amacıyla 1987’den itibaren Cenevre'de, Pakistan'la Afganistan arasında dolaylı görüşmeler yürütüldü. Nisan 1988’de varılan anlaşma, sovyet askerlerinin 15 şubat 1989'a kadar tamamen çekilmesini öngörüyordu. Bu sırada ülkenin büyük bölümünü ellerinde bulunduran afgan mücahitleri sürgünde bir hükümet kurdular. Mücahitlerle hükümet kuvvetleri arasındaki çarpışmalar giderek kızıştı ve 1990 boyunca da sürdü. Necibullah 1991'de, beş maddeden oluşan bir barış planı önerdi. Bu barış planı mücahitler tarafından reddedildi. BM’nin beş maddelik planı da kabul edilmedi. Hizbi Islami ve lideri Gulbeddin Hikmetyar iktidarın kendilerine devredilmesini istiyordu. 1992’de Necibullah Afganistan'dan ayrıldı. Mücahit gruplarının iki kuvvetli adamı, Hizbi Isiami’nin başkanı G. Hikmetyar ile yeni hükümetin savunma bakanı mücahit Şefi Şah Mesud, bir barış antlaşması imzaladılar (25 mayıs 1992) ve yeni bir hükümet kurdular. Fakat hükümeti yeteri kadar İslamcı bulmayan Hizbi Islami çok geçmeden anlaşmayı bozdu ve Kabil'i terkederek yeniden mücadeleye girişti.

Türkiye ile Afganistan arasında ilişkiler 1 mart 1921 tarihli antlaşmayla başlamıştı, (AFGAN MUAHEDESİ.) Bu antlaşmaya göre Türkiye, öğretim için Afganistan’a öğretmen, hekim ve subay gönderdi, iki ülke arasında dostluk gelişti. Afganistan kralı Emanullah Han, Atatürk’ü ziyaret etti (1928). Afganistan'a sovyet müdahalesini izleyen dönemde Pakistan’a sığınan türk asıllı 4 350 göçmen Türkiye'ye getirilerek yerleştirildi (3-23 ağustos 1982).

EDEBİYAT
Fatih-şair Babür’ün XVI. yy.'da Kâbil bölgesinde sayımını yaptığı on iki kadar dilden özellikle ikisi, farsça ve paşto, edebiyat dili olarak kullanıldı. Afgan farsçası deh dilinde. IX. yy.’dan başlayarak Badgisli Hanzele, sonra da Mahmut Varrak, Belhü Rabia Kozdari, Rudaki ve Dakiki ile zengin bir şiir geleneği kuruldu. XI. yy.’da Ensari ile Senayi, sonraXV. yy.'da Cami, mistik yazılarıyla ün kazandılar. Hint üslubundan etkilenen birçok şair, XVI. ve XVII. yy Tarda deri dilinde yapıtlar verdiler. XIX. ve XX. yy.'ın en tanınmış yazarları arasında şunları saymak gerekir: Afganistan’ın ilk gazetesinin kurucusu ve İslam reformcularından Cemalettin Afgani (1838-1897), şair Tarzi (1868-1935), romancı ve siyaset adamı Nur Muhammet Tereki (4917-1979) ve Süleyman Layık.

Paşto dilindeki edebiyat, ancak XVII. yy.'da, VIII. yy. şiirlerini içeren ve örnek alınan bir antoloji niteliğindeki Pota Ha- zane'rim doğruluğundan kuşkuya düşülünce bir gelişme gösterdi. İlk ulusal yazar, savaşçı-şair Huşal Han Hatek’tir (1613-1689). Mirza Ensari ile Abdurrahman ise tasavvuftan esinlendiler. Halk şarkılarında, özellikle de ilk dizesi 9, İkincisi 13 heceli lirik bir beyit olan Lendey' lerde, paşto şiirine özgü bir üslup gelişti. XX. yy.'da, Bineva, Şpun, Gani Han ve Bitap ile şiir temaları toplumsal ve siyasal nitelik kazandı.

ARKEOLOJİ VE SANAT
Tarihöncesi dönem, Dere-i kür (orta yontmataş), Ak Kupruk (üst yontmataş) ve Gar-i Mar'da (burada daha VII. binyılda tarımla uğraşılıyordu) yapılan kazılarla belgelenmiştir. Eski İran kültürleri etkilerinin Kandahar ovası üzerinden Güney Belucistan’a ulaştığı sanılmaktadır. Mündigek kazılarından anlaşıldığına göre ilk sürekli yerleşimler IV. binyılın sonlarına doğru başlamış, konutlar ve ardından şehircilik III. binyıl boyunca gelişmiş ve bu dönemin sonunda, yeni bir kültür (Şortugay) yerleşmiştir, i.O. VIII. yy.'dan başlayarak (Mündigek, Nad-i Ali), Kafkas bölgeleriyle bir araç-gereç benzerliği gözlemlenebilmektedir. Önceleri yunan baktria krallarının varlığıyla (İ.Ö. 250- 130’a doğr.), Ay-Hanum örneğinde de görülebileceği gibi, yunan uygarlığının izlerini taşıyan sanat, ardından Part imparatorluğu geleneklerinin etkisi altında kalır: kuşani kralları, yerel sanatçılara hiç kuşkusuz kendi görünümlerini yansıtan büyük heykeller ısmarlamışlardı. Daha önceleri Begram'da da gözlenen baktria sonrası ve kuşan dönemleri sanatının bu resmi görünümü, kuşan heykelciliği örneklerinin bulunduğu Surh Kotel ve Şutorek'te daha da belirgindir.
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi5.jpg
Gösterim: 2542
Boyut:  57.3 KB

III. yy.'da Sasani ve belki de IV. yy.’dan başlayarak Hindistan'daki Gupta dönemi etkileri, I. yy.’ın sonunda oluştuğu sanılan buddhacı dinsel sanatın gelişimi üzerinde rol oynar. Tacirlerle birlikte, “ipek yolu”nu izleyen batı ve hint modellerinden etkilenen birçok zengin kişiden sipariş alan sanatçılar, tapınak ve manastırları (Hadda, Bâmiyan) heykel ve resimlerle donatırlar. Yöresel olmakla birlikte gerçekçi bir dehaya, canlı hayal gücüne ve süsleme sanatı ustalığına sahip oldukları yadsınamaz. Öte yandan da oluşturdukları süsleme biçimleriyle Sovyet Türkistanı’nda.ÇinTürkistanı'nda (Tarim) Çin ve hatta Japonya'da ipek yolu sanatçılarını büyük ölçüde etkilediler. Ne Eftalit Hunları’nın (V. yy.'ın ilk yarısı), ne Türkler'in (V. ve VI. yy. sonu), ne de Araplar’ın akınları (VIII. yy.'ın başı), Fundukistan’ da olduğu gibi Gazne ve Kunduz' da da buddhacı topluluklarının oluşmasını, bir süre için dağılsalar da yeniden canlanmalarını kesintiye uğratamamıştır. Bunun gibi (VII. ve X. yy.'lar arasında Kabil’deki Turki-şahiler'in koruduğu) Hindistan dinlerinin yarattığı tasvirlere Hayır Hane’de, Şiga-Saray ve Tepeyi - İskender’ de rastlanmıştır.

İslam mimarisi her yerde olduğundan daha fazla, XIII. yy. moğol istilalarından etkilenmiş ve eski anıtlar yıkılmıştır (Şerir - i Gulgule). Ancak bir tanesi, bir bölümü bugün de ayakta kalmış olan, Belh'teki küçük Hacı Piyad camisi, islamın ilk dönemlerinin etkinliğine tanıklık eder ve baktria sanatının samarra sanatından belki de daha eski olup olmadığı sorununu ortaya koyar. Gazneliler döneminde durum daha açıktır. Yıkılmış Gazne’de günümüze XII. yy.'dan iki tuğla minare ve Mahmut'un harap olmuş mezarı kalmıştır. Ama, büyük önem taşıyan Leşker-i Bazar sit alanında Fransızlar'ın elde ettiği buluntular, İtalyan kazılarıyla daha da zenginleşmiştir. Bunlar en azından üç olgunun saptanmasını sağladı: saraylarda, daha önce yalnızca medreselerde kullanıldığı sanılan, dört eyvanlı haç biçimindeki plan uygulanması; IX. yy.'dan sonra unutulduğu sanılan büyük bir duvar resmi geleneğinin varlığı; Anadolu'da ya da Dağıstan'dakini andıran mermer levhalar üzerine yapılan bir heykelciliğin varlığı.

Buna karşılık Guriler döneminden bir tek ama çok önemli bir yapı kalmıştır. Bu, 1957'de bulunan 60 m yüksekliğindeki Câm minaresidir. XV. yy.'da Herat, Behzat Usta ile en büyük minyatür merkezi oldu ve burada "Timur dönemi rönesansı" gelişti (musalla, el-Ansari’nin mezarı [1425]; 1200’de yapılan,ancak çok değişikliğe uğrayan Büyük cami). Bu rönesans Mezar-ı Şerif te de etkisini gösterdi ve burada, Hz. Ali’ ye ait olduğu varsayılan mezarın üzerinde kurulmuş olan külliye Herat'ın Büyük cami’siyle karşılaştırılabilecek bir güzelliğe ulaştı. Her iki yapıtta da çok kubbelilik görülür; kobalt ve firuze renklerinin egemen olduğu sırlı çini süslemeler göz alır. XVI. yy.’dan başlayarak doğu bölgeleri hint-moğol sanatının etkisinde kaldı (Kâbil'de Babür'ün mezarı, cami ve bahçesi). Ama yine Kâbil'deki Timur Şah anıt kabrinin de kanıtladığı gibi, ülke genelde,yani İslam etkisi altındaki durumda olduğu gibi, İran sanatının bir taşra ili durumunda kalmıştır.

MÜZİK
Afganistan, üç büyük müzik geleneğini yaşatan Hindistan, İran ve Orta Asya’ nın arasında kalır. Kullanılan çalgılarda ve makamlarda, bu üç geleneğin izleri görülür. Afganistan'a özgü başlıca çalgılar Orta Asya lavtası dûtâr, eski İran’ın ve arap ülkelerinin lavtası tanbur, Hintliler’ in surüd'una benzeyen rubâb,Türkiye'de olduğu gibi davul'un eşlik ettiği zurna ve Hindistan’da olduğu gibi fab/a'nın eşlik ettiği, yinö bir tür lavta olan sitâr-i dûtâr’dır.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 03:26
SİLENTİUM EST AURUM
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
3 Ekim 2006       Mesaj #6
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Afganistan
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi12.jpg
Gösterim: 1462
Boyut:  50.9 KB

(Afganca: Da Afganistan Dimukratik Comhuriyat; Fr.: République d'Afghanistan; İng.: Republic of Afganistan),

Batı ve Orta Asya arasında, yüzyıllardan beri Hint, İran, Çin ve Sovyetler Birliği'ni birbirine bağlayan yollar üzerinde bulunan ülke. Batıda İran, kuzeyde Batı Türkistan, doğu ve güneyde Pakistan ile sınırlanır. Ayrıca kuzeydoğuda, yaklaşık 100 km. uzunluğunda dar bir sınırla Çin'in Doğu Türkistan bölgesiyle komşudur.

Başlıca kentleri: Başkent Kâbil (1.179.341), Kandehar (205.177), Herat (159.804), Baglan (111.000). Dağlar, derin vadilerle parçalanmış platolar ülkenin en geniş bölümünü kaplar. Çok şiddetli karasal iklime sahiptir. Yaz ve kış ortalamaları arasında büyük fark vardır. Yıllık yağış tutarları azdır. Özellikle güneybatısı çöl koşulları altındadır. Bu nedenle çoğu Amuderya ve İndus'un kolları olan akarsularının rejimleri düzensizdir. Nüfus, etnik yapısıyla oldukça karışıktır: Peştular (%60), Tacikler (%25-30), Özbekler (%5). Ülkenin ulaşım özellikleri çok yetersizdir. Karayolu ağı son yıllarda yeni yeni kurulmakta ve modernleşmekte, 1955'ten beri başlıca kentleri birbirine bağlayan havayolları ulaşımı gittikçe gelişmektedir. Kâbil ve Kandehar'da birer uluslararası havalimanı vardır. Ekonomi hemen hemen tümüyle tarıma bağlıdır. Çalışan nüfusun %90'ı tarımla uğraşır. Göçebelik ve yaylacılık yaygındır.

Afganistan, ticaret yollarının kavşak noktasında bulunmasından dolayı eski çağlardan beri pek çok akınlara uğradı. 1747'de Ahmet Şah Dürrani'nin başa geçmesiyle kurulan Afgan Krallığı, 1960'ta Zahir Şah döneminde meşruti monarşiye dönüştü. 1973'te eski başbakan Muhammet Davut bir darbeyle cumhuriyet ilân etti. 1978'de ülkede Nur Muhammet Taraki'nin başkanlığındaki Afganistan Demokratik Halk Partisi'nin (ADHP) yönetiminde sosyalist bir devlet kuruldu. ADHP daha sonra kendi içinde bölünmelere uğradı ve Hafızullah Amin, bir darbeyle Taraki'nin yerine başa geçti. Tüm bu karışıklık, 1979 Aralığı'nda Sovyetler Birliği'nin, ADHP'nin kendi doktrinlerini savunan kanadına yardım etmek amacıyla ülkeye girmesi ve Babra Karmal hükümetinin yönetime gelmesiyle sonuçlandı. Bu durum ülke çapında bir ayaklanmaya neden oldu. Müslüman mücahitler Sovyet güçlerine karşı "cihat" ilân ettiler. Çıkan çatışmalarda on binlerce Afgan öldü, yaklaşık iki milyonu da Pakistan ve İran'a kaçtı. Mücahitlerin silâhlı direnişi özellikle 1984'te yoğunlaştı.

Sovyetler, BM Genel Kurulu'nun Afganistan'daki yabancı birliklerin çekilmesini öngören 2 Ocak 1984 tarihli kararını uygulamaya yanaşmadı. 1986'da ADHP Genel Sekreterliği'nden uzaklaştırılan Babra Karmal'ın yerine geçen Muhammed Necibullah ülkenin yeni önderi oldu. Sovyet birliklerine ve Kâbil hükümetine karşı direnişi sürdüren güçler arasında Afgan Mücahitleri İslâmî İttihadı ile Hizb-i İslâmi yanında ADHP'nin halk kanadı da yer aldı. 14 Mayıs 1988'de 8,5 yıldan beri Afganistan'da bulunan Sovyet askerlerinin yavaş yavaş çekilecekleri açıklandı. Sovyetler 13 Şubat 1989'da Afganistan'daki son askerlerini de çektiler. Sovyetlerin çekilmesinden sonra devam eden iç savaş sırasında direnişçi gruplar 1992'de Kabil'e girerek Necibullah yönetimine son verdiler. İslâm Cumhuriyeti ilân edilen ülkede iç savaş durmadı. 1994'ten sonra güç kazanan Taliban hareketi, 1996'da Kabil'e girdi ve katı bir İslâmcı yönetim kurduysa da ülkedeki çatışmalar ve belirsiz durum devam etti. Çatışmalar nedeniyle ülke nüfusunun yaklaşık 1.5 milyonu Pakistan'a, 1.4 milyonu da İran'a göç etti.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 03:34
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
3 Ekim 2006       Mesaj #7
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi6.jpg
Gösterim: 1241
Boyut:  60.4 KB

Afganistan Devleti


Afganların bölgedeki diğer topluluklar üzerinde üstünlük kazanmaları ile 18. asırda kurulmuştur. Dil ve ırk birliği bulunmayan bu ülkede, siyasi birlikte yoktur. Bugün yaklaşık 25 milyon insanın yaşadığı Afganistan’ın toprak büyüklüğü, 657.500 km2‘lik bir yüzölçüme sahiptir. Afganistan; kuzeyinde Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan ile; doğusunda Çin Türkistan’ı (Doğu Türkistan), Keşmir ve Pakistan ile; güneyinde Pakistan ve batısında ise, İran ile komşudur.

Afganistan’ın coğrafi yapısı;
genellikle üzerinde sıra dağların bulunduğu yaylalardan ve yer yer de ovalardan oluşmaktadır. Bir ziraat ve tarım ülkesi olan Afganistan’da kuraklığın yaygın olması ve elverişsiz tabii şartlardan ötürü toprakların ancak onda biri kullanılabilmektedir. Coğrafi şartları çerçevesinde idari olarak da Afganistan, bazı bölümlere ayrılmıştır. Bunlar; Kabil, Kandehar, Herat, Hezaristan, Nuristan, Vehan, Bedahşan ve Türkistan’dan oluşmaktadır.

Çok karışık bir etnik özellik gösteren Afganistan; esas itibari ile Afgan, Tacik ve Türklerden meydana gelmektedir. Ülkedeki ikinci büyük etnik grubu oluşturan Türklerin nüfusu, 5-6 milyon dolayındadır. Özbekler, Türk grupları içinde en çok nüfusa sahiplerdir. Bunlar; genellikle esnaf ve çiftçi olarak çalışırlar ve Afgan Türkistan’ı denilen bölgede yaşarlar. Bugün Özbek nüfusunun 3 milyonu geçtiği tahmin edilmektedir. Kunduz, Andhoy, Meymene, Akça ve Balar, Mugap, Katagon ve Bedahşah, Özbekler’in yaşadığı bölgelerdir.

İkinci büyük Türk grubunu oluşturan Afganistan Türkmenleri, Özbekler’den farklı olarak hayvancılık yaparlar. Afganistan ihracaatında canlı hayvanın önemli bir kalem teşkil etmesinden ötürü Türkmenler, ülke ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır. Herat, Meymene, Andhoy, Taş-Kurgan, Mezar-ı Şerif, Belh, Akça, Katagan, Bedehşan ve Bala ile Murgap, Türkmenlerin yaşadığı bölgelerdir. Türkmenler, hayvanlarına otlak bulabilmek için sık sık yer değiştirdiklerinden nüfusları kesin olarak tespit edilememekle beraber 600.000 civarında oldukları tahmin edilmektedir.

Afganistan’da yaşayan Türkmenlerin çoğunluğunu Alieli boyu ile Teke, Salur, Sarık, Çavdar ve bilhassa Ersarı boylarından oymaklar teşkil etmektedir. Afganistan’daki üçüncü büyük Türk grubunu teşkil eden Kızılbaş Türkleri’nin sayıları, 400.000 dolayında tahmin edilmektedir. Bu Türkler, 1738’de Herat - Kabil arası güvenliği sağlamak için Nadir Şah tarafından yerleştirilen ataların torunlarıdır.

Yukarıda belirilenlerin dışında en kalabalık Türk grubunu Kırgızlar oluşturmaktadır. Büyük ve Küçük Pamir dağlık bölgesinde yaşayan Kırgızlar’ın sayıları, 1950’lerde Doğu Türkistan’daki Çin zulmünden kaçanlarla birlikte 100.000‘ni geçmiştir. Bunların dışında Afganistan’da, az sayıda Kıpçak, Karluk ve Çağatay Türkleri de yaşamaktadır. Ayrıca Türk-Moğol karışımı olduğu kabul edilen Hezare ve Aymak (oymak) gruplarının da son yapılan çalışmalarla Türk oldukları anlaşılmıştır. Böylece 25 milyon civarında olan Afgan nüfusunun yarısının Türk olduğu kabül edilebilir.

Bu makale, tarihsel boyutu içinde Afganistan’da yaşanılan gelişmeler ve Türkiye - Afganistan arası ilişkileri ele almaktadır. Makalenin diğer kısımları şu şekilde organize edilmiştir: İkinci Kısım, bağımsızlık öncesi Afganistan’ın durumu ve kısa bir tarihçesini özetlemektedir. Kısım 3, bağımsızlık sonrası Afganistan’daki gelişmeler ve Türk - Afgan ilişkilerini incelemektedir. Bu inceleme, alt başlıklarla ele alınan şu dört dönemi içermektedir:
  1. 1919 -1945 arası dönem (Afganistan bağımsız oluşu ile II. Dünya savaşı sonuna kadarki devre),
  2. 1945-1979 arası dönem (Sovyet işgaline kadarki devre),
  3. 1979-1989 arası devre (Sovyet işgali altındaki devre) ve
  4. 1989 sonrası dönem (Sovyetler’in Afganistan’dan çekilmesi sonrası iç savaş ve Taliban olayı devresi). Son olarak 4. Kısım’da genel bir değerlendirme verilecektir.
Bağımsızlık Öncesi Afganistan
Afganistan, sahip olduğu coğrafi konumdan dolayı tarih bounca çeşitli milletlerin istila ve işgaline maruz kalmıştır. M.Ö. 500’lü yıllarda ilk defa İranlılar’ca işgal edilen bölge, daha sonra Büyük İskender orduları tarafından ele geçirilmiştir. Arkasından bölgede Baktriana Devleti kurulmuştur. Bu devlet, kurulmasından yaklaşık bir asır sonra Hindistan’da bulunan Çandragupta devletli ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Baktriana Devleti, bu mücadele ve kuzeyden gelen baskılar sonucu, M.S. 50’de yıkılmıştır. Böylece bölge, batıdan gelen tehlikeleri atlattıktan sonra kuzeyden gelen kavimler tarafından tehdit edilmeye başlamıştır. Bölge; 50-125 yılları arası Türk asıllı oldukları tahmin edilen İskit ve 125-480 yılları arasında ise, Kuşanlar’ın hakimiyet altına girmiştir.

480 yılından sonra Afganistan’ın yeni hakimleri, başka Türk kavimleri olmuştur. Önce Akhunlar, bu topraklara yerleşmiş; ancak Göktürkler’in baskısı sonucu 4. yy’da hakimiyetlerini kaybetmişlerdir. Daha sonra Akhunlar, bölgede kalmış ve Halaçlar olarak yaşamayı sürdürmüşlerdir. 7. yy sonlarına doğru bölge, İslamiyeti yayan Arap ordularının istilasına uğramıştır. Bu istila kısa sürmesine rağmen İslamiyet Afganistan’da önemli ölçüde kabul görmüştür.

İslamiyet’in yayılmasıyla burada Samani, Gazneli, Büyük Selçuklu Devleti ve Harzemşahlar gibi Müslüman-Türk devletlerinin hakimiyetleri görüldü. 1220’den sonra Moğollar, Afganistan’ı istila edip uzun bir süre (bir buçuk asra yakın) ülkeye hakim oldular. Moğol hakimiyeti, Afganistan’da yaşayan Türk boylarını Anadolu’ya göçe zorlamıştır. Bölgedeki Moğol eğemenliği, 14. yy sonlarında Timur ordularınca sona erdirilmiştir. Timur’un kurduğu devlet, ölümünden sonra dağılmışsa da torunlarından Muhammed Babür’un bölgede kurduğu Türk devleti uzun süre yaşamıştır. Babür’un Afganistan’ı merkez yaparak kurduğu devlet, sadece buraya değil Hindistan’a da Türkler’in tekrar yerleşmesini sağlamıştır.

Babür Devleti, Afganistan’ı hakimiyet altında tutmakla birlikte Hindistan ve Afganistan arası dengeyi sağlayamamış ve ağırlığı Hindistan’a kaydırmıştır. Bu durum; kuzeyden Özbek ve kuzey-batıdan da Safeviler’in Afganistan’a inmesine sebep olmuştur. Böylece 17. yy ortalarına doğru Abdali ve Galzay adını almış olan Halaçlar, dağlık bölgelerden Kandehar ve Zemindaver’in daha verimli bölgeri olan Tarnak Argandap vadilerine göçmüşlerdir.

18. yy’da Babür Devletinin zayıflaması üzerine, Afgan kabileleri de bağımsız hareket etmeye başlamıştır. Bu durumda Gılzay gibi bazı kabilelerin Babür, Abdaliler gibi bazılarının da İran tarafında yer almaları, ülkedeki karışıklığı artırmıştır. Bu esnada Nadir Kulu komutasındaki Türkmen ordusu Afganistan ve İran’ı yönetim altına almış; Hindistan Babür Türk Devletini de vergiye bağlamıştır. Nadir Şah’ın ölümünden sonra yönetime geçen Ahmet Şah, Hindistan’daki Babür Devleti’ni hakimiyeti altına almıştır (1756-1757).

Bu yıllarda İran’ın sergilediği yayılmacışii tehlikesini gören Ahmet Şah, bu konuda Osmanlı Devleti ile müşterek hareket etmeyi istedi ise de, girişimlerinden bir netice alamamıştır. Ahmet Şah’tan sonra Afganistan yönetiminde bulunan Timur Şah ve Zaman Şah dönemlerinde ülke, önceki ihtişamlı ve güçlü durumunu koruyamamış, iç karışıklıklar başgöstermiştir.

Bu karışılıklar 19. asrın ilk çeyreğine kadar sürdükten sonra, Dost Muhammed’in yönetime geçmesi ile ülkedeki birlik tekrar sağlanmıştır. Ancak bu dönemde ise Kuzey Hindistan, Afgan birliğini zayıflatma çabası içine girmiştir. Bu yıllarda İngilizler’in yavaş yavaş Hindistan’ı hakimiyetleri altına aldıkları gözlenmektedir. İlk Afgan-İngiliz ilişkisi, Kuzey Hindistan’da Peşaver sorununun çözümünde İngiliz hakemliği ile olmuştur. Arkasından 1839-1842 yılları arasında süren ilk İngiliz-Afgan harbi patlak vermiştir.

Dost Muhammed, ülkesi İngilizler’ce işgal edilmesine rağmen 1863’te Kabil’e dönerek tekrar Afgan birliğini sağlamıştı. Dost Muhammed’in 9 Haziran 1863 tarihinde vefat etmesi ile Afganistan, tekrar iktidar mücadele kaosuna sürüklenmiştir. Şir Ali’nin 1868’de iktidarı ele geçirmesiyle bu mücadele durulmuştur. Ruslar’ın Türkistan’ı işgali, Afganlar ile İngilizleri doğal müttefik yapmıştır. Ruslar, Türkistan’ı işgal etmelerine rağmen Afganistan önderliğinde Orta Asya Devletleri’ni de içine alan bir birlik oluşmasından hep çekinmişlerdir.

1879’da vefaat eden Şir Ali’nin yerine Yakup Han geçtiyse de, kısa bir süre sonra Afganistan’ın hakimiyetini Abdurrahman Han ele geçirmiştir. 1901’de vefaat eden Abdurrahman Han zamanında ikinci İngiliz-Afgan savaşı yaşanmıştır (1878-1880). Bu savaş sonunda ülke, büyük çapta harap olmuş ve milli birlik zayıflamıştır. Afganistan’ın içinde bulunduğu bu olumsuz şartları fırsat bilen Ruslar, 1881’de Türkmenistan’ı işgal etmiş ve böylece de Afganistan ile komşu olmuşlardır. 1901’de başa geçen Habibullah Han, 1919’da ölünce yerine Emanullah Han geçti. Emanullah Han, Hindistan’daki İngiliz valiye bir mektup göndererek Afganistan’ın bağımsız bir devlet olduğunu ve İngiltere ile iyi ilişkiler kurmak istediğini iletmiştir.

İngiltere ise, Afganistan bağımsızlığını kabul edip-etmemekte tereddüt etmiştir. Bu durum ilişkilerin gerginleşmesine ve üçüncü İngiliz-Afgan harbinin başlamasına sebep olmuştur (1919). Bu savaşta başarı elde edemeyen İngilizler, 8 Ağustos 1919’da yapılan anlaşma ile Afganistan’ın bağımsızlığını tanımıştır.

Afganistan’daki Gelişmeler ve Türk - Afgan İlişkileri
3.1. 1919 - 1945 Arası Dönem
Sovyetler Birliği ve Afganistan birbirini ilk tanıyan ülkeler olmuşlardır. Sovyet-Afgan anlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra, yani 1 Mart 1921’de, Afgan heyeti ile Türk elçilik heyeti arasında da ilk Türk-Afgan ittifakı Moskova’da imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre Türkiye Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyordu. Ayrıca taraflardan birine yapılacak saldırıyı diğer taraf kendine yapılmış sayacaktı. Yine bu anlaşmaya göre, Türkiye kültürel yardım çerçevesinde Afganistan’a öğretmen ve subaylar gönderecekti. Böylece iki kardeş millet arasında mevcut olan manevi birlik, resmi bir anlaşma şekline dönüşmüş oluyordu.

Bu anlaşmanın Ankara ve Kabil hükümetlerince onaylanmasından sonra, eski Medine muhafızı Fahreddin Paşa, Kabil’e ilk Türk sefiri olarak atandı. Diğer taraftan Sovyetler, anlaşma şartlarına göre Afganlara yardım etmemiş ve ayrıca Buhara ve Hive’nin istiklallerini tanımayarak buradaki Müslümanları ezmeye başlamıştır. Bu durum Afganlar’ın Sovyetler’e karşı daha dikkatli davranmalarını sağlamıştır. Böylece İngiliz aleyhtarı bir tutum yerine İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında bir denge politikası izlemişlerdir.

Türkiye ile Afganistan arasındaki dostluğun geliştirilmesinde Enver Paşa ve Cemal Paşa çok önemli rol aynamışlardır. I. Dünya Savaşı sonrası bu paşalar, önce Almanya ve arkasından da Rusya’ya gitmişlerdir. Cemal Paşa, Avrupa ülkelerinin (özellikle Almanya ve Fransa’nın) Afganistan’ı tanıması hususunda girişimlerde bulunmuş ve bunu sağlamıştır. Bu sırada Enver Paşa, Türkistan’da bulunan Türkleri organize ederek Sovyetlere karşı bağımsızlık savaşı yürütmelerine çalışmaktadır.

Sovyetler, Almanya’da bulunan Cemal Paşa’nın Afganistan’a döndükten sonra Afganistan Türklerini de Enver Paşa gibi organize edeceğini ve Türkistan’ın bağımsızlık mücadelesini destekleyeceğini hesap etmiş ve Cemal Paşa’nın Afganistan’a dönüşünü engellemek istemişlerdir. Bunu başaramayan Sovyetler, Afganistan’a dönmekte olan Cemal Paşa’yı Tiflis’te 1922 yılında kiralık bir Ermeni katile öldürtmüşlerdir.

Afganistan ve Türkiye, aynı yıllarda İngiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık savaşı yürütmüşlerdir. Benzer duyguların paylaşılmasına vesile olan bu durum, iki ülke halklarını biririne daha fazla yaklaştırmıştır. Bu kapsamda Türk dostluğunun Afganistan’da gelişmesine Mahmud Beg Tarzi önemli katkı sağlamıştır. Tarzi, eğitiminin bir bölümünü İstanbul’da tamamladıktan sonra Afganistan’a gittiğinde Habibullah Han’a, ülke kalkınmasında Türkiye ve Türk aydınlarından faydalanılması gerektiğini belirtmiştir. Bu talebin olumlu bulunması üzerine de, Türkiye’den bir aydın grubu davet edilmiş ve bunlarla ortak çalışmalar yürütülmüştür.

Cemal Paşa’nın katkıları ile başlayan Afgan ordusundaki yenilik çabaları, Paşa’nın şehit edilmesi üzerine bir süre kesintiye uğramıştır. Ancak 1 Mart 1921’de Türkiye ile Afganistan arasında imzalanan anlaşma ile, Türkiye, Afganistan’a sadece askeri değil aynı zamanda eğitim ve ideri alanda da modernleşmesi hususunda destek sağlayacaktı. Böylece Türkiye’den gelen uzmanlar ile Afganistan’da modernleşme çabaları hızlanırken, diğer taraftan da Avrupa ve özellikle Türkiye’ye tahsil için yüzlerce Afgan gencini gönderilmeye başlanmıştır

Emanullah Han, Afganistan’ın eğitim ve modernleşme çalışmalarına katkı ve destek için diğer ülkelerdeki yenilikleri yerinde görmek ve yetişmiş eleman temin amacıyla Aralık 1927’de bir dış geziye çıktı. Mısır, Fransa, Belçika, İsviçre, Almanya, İngiltere ve Rusya’yı ziyaret etti. Son olarak Mayıs 1928’de Türkiye’ye gelen Emanullah Han, çok içten ve sıcak karşılanmıştır. Mustafa Kemal, Emanullah Han ve onun şahsında Afgan milletine ilgi ve dostluk göstermiştir.

Mustafa Kemal, Emanullah Han ve eşi onuruna verdiği yemekte Türk milletinin Afgan milletine karşı sıcak duygularını belirten bir konuşma yapmış ve Emanullah Han’a, öncelikle güçlü bir ordu kurmayı tavsiye etmiştir. Bu ziyaret esnasında, 1 Mart 1921’de imzalanan Türk-Afgan Anlaşmasına ek olarak, “Türkiye ve Afganistan arasında dostluk ve teşrik-i mesai muahedenamesi” adıyla yeni bir anlaşma imzalandı (1928).
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi7.jpg
Gösterim: 971
Boyut:  40.0 KB

Bu anlaşmada; iki devletin birbirleriyle dost oldukları, düşmanlarına karşı ortak tavır alınması ve ilerlemek için gerekenleri sağlamada imkanları iyi olan tarafın diğerine yardımcı olması gibi esaslar yer alıyordu. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti; ilmi, hukuki, askeri alanlardaki uzmanlarından bir kısmını Afganistan’da görevlendirecekti.

Emanullah Han, Afganistan’a döndüğünde önceki ihmallerden ötürü biriken sorunların iç huzursuzluk ve karışıklığa yol açtığını gördü. Ancak bütün bu olumsuzlukları ciddiye almadan Avrupa ve Türkiye’de gözlemlediği yenilikleri uygulamaya girişti. Acil çözüm gerektiren sorunların ertelenmesi, yeni bir hata idi. Her alanda yenilik yapmak istiyen Han, ülke gerçekleri doğrultusunda hareket etmiyordu. Para ve eleman eksikliği de karşılaştığı önemli engellerden biriydi. Ayrıca Mustafa Kemal’in “güçlü bir ordu kurma” önerisini yerine getiremediğinden ülkede otorite zayıflamış ve inkılaplarda başarılı olamamıştır.

Emanullah Han, danışman seçimi konusunda da isabetsiz davranmıştır. Bütün bu hatalarından sonra geç de olsa acilen “güçlü bir orduya sahip olması” gerektiğini anlamış ve hemen çalışmalara başlamıştır. Türkiye’den Afganistan’a giden Kazım Orbay başkanlığındaki heyet çalışmalara başladığında ülkedeki iç isyanlarda kontrolden çıkmıştı. Emanullah Han, bu yenilik çabalarından sonuç alamadan yönetimden ayrılmak ve İtalya’ya gitmek zorunda kaldı. Yerine kardeşi İnayetullah Han geçti.

Ülkedeki karışıklıkların önlenememesi üzerine ise yönetim, çeteci Habibullah Han’a geçmiştir. Bu yönetim, Afganistan’da bulunan Türk askeri heyetini geri göndermiştir. Bu arada Fransa’da sürgünde bulunan Nadir Şah, ülkesine dönerek Habibullah’dan Kabil ve Afganistan’ı kurtarmıştır. Nadir Şah, Afganistan’da büyükelçi olarak bulunan Yusuf Hikmet Bayur’un da tasvibini alarak Afganistan hükümdarı oldu. Nadir Şah’ın özellikle Türk büyükelçisinin tasvibini alması, Türk dostluğuna verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Nadir Şah, ülke gerçeklerine uygun ve halk tarafından benimsenen reformlar yapmıştır.

Türkiye’nin çok önem verdiği Emanullah Han’ın başarısız olması, Nadir Şah’ın da din kuralları ve din adamlarına öncelik vermesi, Türkiye tarafından hoş karşılanmamıştır. Ancak bir süre sonra Nadir Şah’ın yerine geçen oğlu Zahir Şah’ın reform hareketlerine devam etmesi üzerine Türkiye, tekrar Afganistan’a yaklaşmıştır. Nadir Şah, Afganistan dış politikasında İngiltere ve Rusya arasında bir denge kurmaya çalışmıştır. Bu siyaset, Afganistan’ın bu devletlerden birisinin hakimiyeti altına girmesini engelemiştir.

Nadir Şah’dan sonra oğlu Muhammed Zahir Şah da, aynı dış politikayı izlemiştir. Ancak bu durum, Afganistan’ı uluslararası alanda yalnızlığa itmiştir. İran’la olan sınır anlaşmazlığı da bu dönemde Afganistan’ın bir başka sıkıntısı olmuştur. Bu zor günlerinde Afganistan’ın yardımına hep Türkiye yetişmiştir.

Afganistan ile İran arasında 1903’den beri devam eden sınır sorununda Türkiye’nin 1934’de hakem olması istenmiştir. Türkiye, Kazım Orbay başkanlığında bir heyet gönderek sorunu halletmiştir. Ayrıca Türkiye, Afganistan’ı uluslararası alanda düştüğü yalnızlıktan kurtarmak için Milletler Cemiyetine girmesini sağlamıştır. Yine aynı yıllarda Türkiye, çeşitli ülkelerdeki büyükelçilikleri vasıtası ile Afgan çıkarlarını korumaya çalışmıştır.

1930’lu yıllarda Türk büyükelçisi olan Mahmut Şevket Esendal, Türk hükümeti ve Atatürk’ün direktiflerini Afganistan’da başarıyla uygulayarak Türk nüfuzunu artırmıştır. Ayrıca sempatik kişiliği ile de, Afgan kralı ve hükümetiyle yakın ilişkiler kurarak hükümetin başdanışmanı haline gelmiştir. Türkiye’den giden doktor ve uzmanlar da Afganistan’da üstün hizmetler vererek takdir kazanmışlardır.

Afganistan’da bulunan Türk uzmanlar, olağanüstü çabalar göstermişlerdir. Bunlardan birisi de Prof. Dr. Mehmet Ali Dağpınar’dır. Dağpınar hukuk müşaviri olarak gittiği Kabil’de Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bina ve hoca yokluğuna rağmen, 9 Haziran 1938’de kurmuştur. 1957’de plan müşaviri olarak tekrar Afganistan’a giden Dağpınar, kurduğu fakülte mezunlarıyla birlikte çalışmıştır.

II. Dünya Savaşı öncesinde İtalya ve Almanya’nın uyguladıkları işgal ve istila hareketleri çerçevesinde Afganistan’da da faaliyet göstermeleri ve burayı ülkelerinin nüfuz alanı seçmeleri, Afgan liderlerini huzursuz etmiştir. Türkiye, tüm zor günlerinde olduğu gibi Afganistan’a bu konuda da yardımcı olmuştur. Türkiye, 8 Temmuz 1937’de İran, Afganistan ve daha sonra Irak’ın katılmasıyla Sadabat Paktı’nı kurarak Afganistan’ı Alman ve İtalyan nüfuzuna düşmekten kurtarmıştır. Böylece bu dört İslam ülkesi, II. Dünya Savaşı öncesi zor günlerde birlikte hareket edip birbirlerine destek olmuşlardır.

Sadabat Paktı’ndan en çok rahatsız olan ülke Sovyet Rusya olmuştur. Türkiye, Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı Moskova’ya gönderek bu Paktın Rusya aleyhinde bir cephe olmadığı ve dört İslam ülkesi arasında dostluk ve işbirliği amaçlı olduğunu izah gereği duymuştur. Atatürk’ün önderliğindeki Balkan Paktı ile İtalya ve Almanya’nın faşist tehdidi, Sadabat Paktı ile de, Sovyet Rusya’nın komünist tehdidi önlenmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında Afganistan’ın tarafsız kalmasına rağmen bazı kabilelerin isyanı üzerine İngilizler’in asker göndermesi, ülkeye yine zor günler yaşatmıştır.

1945 - 1979 Arası Dönem
II. Dünya Savaşı sonrası yıllarda Türkiye, bazı sıkıntılı devreler yaşaması ve bunların üstesinden gelmesine rağmen hala Sovyet tehdit ve tehlikesi altında olacaktır. Bu şartlar altında NATO ittifakına giren ve güvenliğini teminat altına alan Türkiye, diğer dost ülkeler ve Afganistan’la olan dış ilişkilerinde bazı değişiklikler yapmak durumunda kalmıştır. Bu durum, Afganistan’ı içeride olduğu kadar dışarıda da sıkıntıya sokmuş ve yeniden yalnızlığa itmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası Afganistan’da gerçekleşen hükümet değişikliği ile başbakanlığa Şah Mahmut geçmiştir. Yeni hükümetle birlikte iç ve dış politikada önemli değişiklikler olmuştur. İç politik gelişmelerin bazıları; tutuklu muhalif liderlerin affedilmesi ve önemli bürokratik görevlere getirilmesi ve yurt dışında eğitim görmüş Afgan gençlere devlet kadrolarında görev verilmesi şeklinde belirtilebilir. Dış politikadaki önemli gelişmeler ise, dünyada artık savaş öncesi İngiltere rolünü üstlenmiş olan Amerika ile yakın ilişki kurulması ve Amerika’dan ekonomik yardım temini şeklinde olmuştur.

Bu yıllarda bazı Afgan kabileleri, Cinnah liderliğinde bağımsızlık mücadelesi veren ve daha sonra da Pakistan’ı kuran Hindistan Müslümanlarına büyük destek vermiş ve hatta Hindularla yapılan savaşlarda bizzat yer almışlardır. Bu kabileler, yapılan bir plepistle de Pakistan’a katılmak istediklerini beyan etmişlerdir.

Pakistan’ın da Afgan kabileleri ile aynı duyguları paylaşması, buna karşılık Afganistan’ın bu kabilelere yarı bağımsızlık vermeyi kabulü, Afganistan ve Pakistan arasında anlaşmazlığa sebep olmuştur. Bunun üzerine Afganistan’ın bir Paştunistan milleti oluşturma gayreti, sorunu büsbütün büyültmüştür. Amerika, Sovyet karşıtı bu iki ülke arasındaki sorunun çözümü konusunda arabuluculuk rolü üstlenebileceğini teklif etmiş; ancak bu teklif, Pakistan tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine Türkiye’nin arabuluculuğu gündeme geldi ise de, yapılan uzlaşma teklifleri yine Pakistan’ca kabul görmemiştir.

1950’den sonraki yıllarda da Türkiye’nin kardeş Afganistan’a karşı çeşitli yardım ve dostça uyrıları sürmüştür. Bu kapsamda Türkiye; yayılmacı komünist tehlikesine karşı Afganlıları uyarmış, İran’la olan sınır sorunlarının çözümünde yardımcı olmuş ve Afganistan’ın Bağdat Paktı’na katılmasına çalışmıştır. Ancak o günkü Afgan yöneticilerinin ileri görüşlü olmayışları ve içinde bulundukları uluslararası şartlar, Afganistan’ı adım adım bir komünist işgale sürükleyecektir.

Afganistan ve Pakistan arasındaki sorunların çözülememesi üzerine Afganistan, Rusya’nın da etkisi altında Pakistan’ın hasmı olan Hindistan’la yakın ilişkiler kurdu. Daha sonrada Amerika’dan talep ettiği modern silahları alamaması ve Pakistan hava kuvvetlerinin saldırısına maruz kalması, Afganistan’ı ister istemez Sovyetler’e yaklaştırdı. Ayrıca 1953’ten sonraki Amerikan yönetiminin Afganistan’ı dışlayarak İran ve Pakistan’a yaptığı büyük askeri yardımlar da, bu yakınlaşmayı çabuklaştıran diğer bir faktördür.

Aynı yıllarda Sovyetler Birliği’nde iktidara gelen yeni yönetimde (Nikita Hruşçev ve ekibi), önceki Stalin döneminin baskıcı yayılma politikasını değiştirerek, yumuşak ve yardım görünümlü bir yayılma politikası benimsemişlerdir. Bu yeni Sovyet politikasının uygulanması için en uygun aday ülke, içinde bulunduğu şartlar itibari ile Afganistan olacaktır. Bu yeni Sovyet politikasının da etkisi ile Afganistan’da başbakanlığa Muhammed Davud Han getirilmiştir. Yeni Afgan yönetimi, Amerika ile ilişkileri bozmak istememekle birlikte içinde bulundukları ve çevrelerinde gelişen olayların etkisi ile yavaş yavaş Sovyetler’le yakın ilişkiler kurmuştur. Bu durum karşısında Türkiye, hiç bir şey yapamayacaktır.

Davud Han ve diğer bazı Afgan yöneticileri; Afganistan’da işçi sınıfının olmaması, ezilen köylülerin bulunmaması, kalabalık şehirlerin olmaması, yüksek bürokrat bir sınıfın yokluğu ve Afgan halkının İslamiyete çok bağlılığı gibi faktörleri dikkate alarak komünizmin Afganistan’a asla gelemeyeceği ve zemin bulamayacağı kanaatini taşıyorlardı. Ancak buna zıt olarak Sovyetler, yapacakları ekonomik yardımlar ve tesis edecekleri kültürel ilşkilerle, Afganistan’ı da komünist ailenin bir üyesi yapacaklarını düşünüyorlardı. Amerika’nın Afganistan’ın yardım isteklerini yine geri çevirdiği bir sırada aradıkları fırsatı buldular ve Sovyetler’in Kabil büyükelçisi aracılığıyla yardıma hazır olduklarını ilettiler.

Davud Han, Sovyetler’in bu teklifini geri çevirmedi. Bunun üzerine 1954 yılında iki ülke arasında ilk kredi anlaşması imzalandı, karşılıklı ziyaretler gerçekleşti. Başbakan Davud’un 1956’da Sovyetler Birliğine yaptığı ziyareti müteakip Sovyet danışmanlar, Afganistan’a gelmeye başladılar. 1956’dan itibaren her sene 100 Afgan genci Sovyetler Birliği’ne askeri ve eğitim amaçlı gönderildi. 1960’dan sonra ise Sovyet uzmanlar, askeri akademilerde görev yapmak için Kabil’e geldiler. Sovyet-Afgan işbirliği çerçevesinde eğitim dışında projeler, yol yapımı, sulama, makina tamiri ve daha sonra da Jeolojik araştırmalar ve ziraat alanlarındaki çalışmalar takip etti.

Sovyetler, Afganistan’da bazı zengin doğal kaynakları bulmalarına rağmen bunları çıkarıp işlememişlerdir. Sadece doğalgaz çıkartmışlar ve bunun da büyük bir kısmını, ülkelerine aktarıp kullanmışlarıdır. Sovyetler, izledikleri komünist yayılmacı politikadan sonuç almaya başlamışlardı. Sovyet-Rusya’da eğitim gören Afganlı gençler, belkide farkında olmadan Sovyet propogandası yapmaya başlamışlardır.

Sovyetler Birliği, 1960-61 yıllarında Afganistan-Pakistan sorununu daha da büyüterek iki İslam ülkesinin diplomatik ilişkilerini kesmesine neden olmuştur. Pakistan ile ilişkilerini kesen Afganistan’ın dış dünya ile bağlantı kurmak için yol olarak da Sovyetler’den başka bir alternatifi kalmamıştı. Böylece Afganistan’ı istediği gibi kendine bağlı bir hale getirmiştir. Amerika bu sırada devreye girerek, İran’ı ikna etmiş ve Afganistan’a ait vasıtaların bu ülke üzerinden transit geçmesini sağlamıştır.

Amerikanın Sovyet nüfuzuna karşı Afganistan’a destek vermesi ve Afganistan’ın bu durumu çok iyi değerlendirmesi sonucu, önemli ilerlemeler kaydettiğini görüyoruz. Ancak bu durum, 1970’li yıllara kadar sürmüştür. Amerika’da değişen iktidarlarların Afganistan’a karşı ilgisiz kalmaları, buna karşın Sovyetler’in de Afganistan’da hakimiyetlerini artırmaları sonucu iç çalkantılar ortaya çıkmıştır.

Bu ortamdan faydalanan Davut Han (1963’de Başbakanlık’tan ayrılmıştı), Genelal Abdülkadir liderliğinde solcu subayların ve Muhammet Tereki önderliğindeki sivil marksistlerin yardımı ile Zahir Şah’ı kansız bir şekilde devirerek iktidarı ele geçirmiştir. Davut Han, meşruti krallık idaresini kaldırıp kendisinin de başkanı olduğu Cumhuriyeti ilan etmiştir. Davut Han’ın bu ikinci saltanatı, önemli ölçüde Afganistan’daki acı olayların da başlangıcı olmuştur.

Marksistlerin desteği ile gerçekleşen 1973 darbesinden sonra solcu subaylara orduda daha çok görev verilmeye başlandı. Ordudaki solcu atamaların hızlanması benzeri durum emniyet teşkilatında da görülmeye başlandı. Ancak Davut Han, 1975 sonrası politikasında değişiklik yaptı. Sovyetlere karşı ne olduğu bilinmeyen bir ilişki dönemine girdi. Sovyetler Birliği’nden açıkca uzaklaştı. Davut Han, solcu olmayan yöneticilere de görev vermeye ve batıyla iyi geçinme politikası izlemeye başladı.

1976’da İran’a gitti. 1977’de Mısır, Pakistan ve Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Sovyetler Birliği, Davut Han’ın bu faaliyetlarini temkinli bir şekilde izliyor ve Afganistan’daki danışmanlarının sayısını sürekli artırıyordu. Mayıs 1978’de Kabil’de toplanacak Bağlantısız Ülkeler Bakanlar Konferansı’nda Davut’un tutumu ele alınacaktı. Aynı yılın Nisan ayında Kabil’e gelen Küba heyetine karşı Afgan yönetiminin umursamaz tavrı ve daha önce sergilediği Küba alehtarı faaliyetler, sosyalist ülkeler arasında Afgan yönetimi karşıtı bir cephe oluşturdu.

Diğer tarftan komünist Perçem Partisi’nden Mir Ali Ekber Heybar’ın öldürülmesi üzerine ülke içinde komünistlerin Davut Han’a karşı başlattıkları muhalefet, 17 Nisan 1978’deki hükümet darbesinin başlangıcı oldu. Heybar’ın cenaze törenine 11 bin kişinin katılması Davut Han’ı endişelendirdi. Davut Han, hemen harekete geçerek aralarında Babrak Karmal ve Nur Muhammed Tereki’nin de bulunduğu komünist Halh ve Perçem liderlerini 24 Nisan’da hapsetti. Tutuklananlardan Hafızullah Emin, kaçmayı ve orduya haber göndermeyi başardı.

26 Nisan’da Vatan Car, Kabil’e bir tank birliği gönderirken; Abdülkadir de, Davut’un sarayını bombalamak ve taraftarlarını ortadan kaldırmak için Hava Kuvvetlerini gönderdi. Askeri birliklerin çoğu, bunun komünist bir darbe olduğunun farkına bile varmadan destekledi. 27 Nisan’da Davut Han ve ailesi, darbeciler tarafından öldürüldü.

Nur Muhammet Terekki, Hafızullah Emin ile Babrak Karmal, serbest bırakıldıktan sonra hükümet kurma çalışmalarına başladılar. Yayınladıkları bildiri ile izleyecekleri politikalarını açıkladılar. Darbeciler, bir taraftan güven tesise çalışırken diğer taraftan da Mayıs 1978’de bazı idam cezaları uyguladılar. Nisan 1978’de komünistlerin iktidara gelmesi ile, Afganistan’daki Sovyet danışman sayısında büyük bir artış gözlendi. Bu danışmanlar, Afgan polis teşkilatında ve gizli emniyet teşkilatında birtakım düzenlemelere gittiler.

Muhalefette bulunanlara çeşitli işkenceler uyguladılar ve toplu infazlar yaptılar. Ayrıca Şubat 1979’da A.B.D. Büyükelçisi Adolph Dubs, önce rehin alınmış ve sonra da öldürülmüştür. Büyükelçilerinin öldürülmesi ile Amerika, Afganistan’daki Sovyet işgali karşıtı politikasında daha katı ve kararlı olmuştur.

İlerleyen günlerde yönetime gelen komünistler arası siyasi rekabetten ötürü çözülmeler başladı. Bu durumda Sovyetler Birliği, orduda çoğunluğa sahip olan Halkçı’ları desteklemiş ve Babrak Karmal’ı yönetimden uzaklaştırmıştır. Perçem taraftarları, liberaller, üniversite proföserleri, muhafazakarlar ve milliyetçiler tutuklanmıştır. Bu tutuklanmaları takip eden infazlar, toplu katliamlar ve İran Şah’ının devrilmesi, Afganistan’da genel huzursuzluğu daha da artırmıştır.

Eylül - Aralık arası dönemde huzursuzluk iyice tırmandı. Eylül 1979’da iktidarda sadece Emin bırakıldı. Nihayet 24 Aralık 1979’da kesin Sovyet işgali gerçekleşti. Sovyet işgali ve Emin’in bir Sovyet ajanı tarafından öldürülmesinden sonra, Babrak Karmal başbakan oldu. Afgan halkı, Rus birliklerinin ülkelerine girmelerine büyük tepki gösterdi. Bunun üzerine Sovyetler, Karmal’ı ve ideresini savunmak için Afganistan’a takviye askeri birlikler sevketmişlerdir. Bu istiladan sonra ise, her alanda Sovyet danışmanların ağırlığı hissedildi ve Afgan ordusu tamamen hakimiyetlerine geçti.

1979 - 1989 Arası Dönem
Sovyet danışman veya teknisyenlerden Orta Asya kökenlilerin çoğunluğunu Tacikler teşkil etmiştir. Sovyetler, Afganistan’ı istilaları sırasında Öğretim Elemenları’nın yetersiz oluşu nedeni ile fazla başarı sağlayamamışlardır. Ancak Sovyetler Birliği’ne eğitim amaçlı gönderilen Afganlı öğrenci sayısı önemli miktarda artmıştır. Örneğin 1980’de Taşkent’teki 600 Afganlı öğrenci varken daha sonra bu sayı, 5.000’e yükselmiştir.

1982 yılında Sovyetler Birliği’nde eğitim gören toplam Afganlı öğrenci sayısı, 25.000’e ulaşmıştır. Taşkent’te bulunan ve Özbekçe bilen bazı Afganlı öğrenciler, ülkelerindeki mücahit faaliyetleri hakkında Özbeklerle bilgi veriyorlardı. Bu durumu önlemek isteyen Sovyet yetkilileri, Afganlı ögrencileri Moskova ve Leningrad’a taşımak istemiştir. Ancak Özbek lider Reşidov’ın girişimleri ile, bu durum önlenmiştir.

Sovyetler, Afganistan’ı işgal ederken oradaki yer altı ve yer üstü doğal kaynakları kullanmayı, Orta Doğu Petrol bölgesi ve Hint Okyanusu’nu denetim altına alamayı hesap ettiler. Ancak 10 yıl süreli işgal döneminde bu hesap gerçekleşmemiştir. Bu başarısızlık, birçok sebepe dayanmakla birlikte bunlardan üç tanesi özel önem arzetmektedir. Bu önemli sebepler:
  1. Müslüman Afgan halkının olaganüstü bir direniş göstermesi,
  2. Amerika’nın dünya kamuoyunda konuyu sıcak tutması ve bazı yaptırımlar uygulaması,
  3. Sovyetler’in gerçekleştirdiği haksız işgalin ülke insanlarına getirdiği yükün ve insan kaybının daha sonra başlayan açıklık politikası ile Sovyet halkınca öğrenilmesi ve tasvip edilmemesi olarak belirtilebilir.
Sovyet işgali üzerine Afgan halkı, direnişe başladı. Başlangıçta direniş gösteren Afganlılar’ın eğitimsizliği ve yeterli modern silahlardan yoksun bulunmaları, başarılı olmalarını engelledi. Buna karşılık Sovyetler’in çok üstün silah gücüne sahip olmaları, ülkeyi denetim altına almalarını kolaylaştırdı. Bunun üzerine, önemli bir Afgan mülteci grubu Pakistan’a göçtü.

Peşaver vadisi, kısa zamanda Afganlı mülteciler ile doldu. Sayıları milyonlara ulaşan bu insanlar, kabile yapılanmalarını orada da oluşturdular. Afgan kabileleri arasındaki rekabet, dini ve etnik farklılıklara dayanan mücahit grupları, arasında birlik oluşturmayı engelledi. Dost ülkeler, yaptıkları yardımlarla bu gruplaşmaları daha da teşvik ettiler. Afganistan’da eğitim ve öğretime fazla önem verilmemesi, geri kalmalarına, kabile hayatını sürdürmelerine ve bir millet haline gelmelerine engel olmuştur.

Ayrıca kurulan hükümetlerin, Afgan halkının %60’ını oluşturan Taştumları koruması, Türk kabilelerini (Özbek, Türkmen, Kırgız ve Hazera), Tacik ve diğer toplulukları eğitim ve diğer sosyal haklardan mahrum etmesi, bu kabilelerin karışarak bir Afgan milletini oluşturmalarını engellemiştir. Afganistan’daki Sovyet baskı ve katliamına paralel olarak Afganistan’dan Pakistan’a göç edenlerin sayısı da artmıştır.
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi8.jpg
Gösterim: 1370
Boyut:  107.1 KB

1983 yılında Peşevar vadisindeki mülteci sayısı, 3.5 milyonu bulmuştu. Pakistan, buradaki mültecileri kabilelerine göre kamplara yerleştirmiştir. BM (çeşitli yardım organlarıyla), Dünya Sağlık Teşkilatı, Milletlerarası Çalışma Teşkilatı, Türkiye Kızılay Teşkilatı gibi birçok yardım kuruluşu, bu mültecilere çeşitli yardımlar sağlamıştır. Suudi Arabistan ve Kuveyt başta olmak üzere bazı İslam ülkeleri de, Pakistan’a maddi para yardımı yapmışlardır. Daha sonra bu mülteci kamplarına iskan edilen Afgan kabileleri, çeşitli “Mücahidin Grupları” oluşturmuşlardır.

Bu mücahitlere Afgan ordusundan kaçan subayların katılması, Pakistan ve Amerika başta olmak üzere bazı ülkelerin de silah sağlaması üzerine, bu mücahitler, Afganistan içlerine girerek işgalci Sovyet güçlerine karşı savaşmışlardır. Fakat tüm bu gelişmelere rağmen bu gruplar, bir birlik altında toplanamamıştır. Bu olumsuz durum, hem Sovyetler’e karşı başarıyı hem de siyasi birliği engellemiştir. Ne varki çeşitli ülkeler, bu grupları, etkisi bu gün dahi görülebileceği gibi kendi çıkarları doğrultusunda desteklemişlerdir. Ancak Afgan halkı ve mücahit grupların olağan üstü gayret ve kahramanlıkları ile Sovyetlere emperyalizmine büyük maddi ve manevi zararlar verdirilmiştir.

Amerika, Sovyetler’in Afganistan’ı işgal etmesine büyük bir tepki gösterdi. Amerika’nın bu tepkisini diğer NATO üyesi ülkeler de destekledi. Yukarıda da değinildiği gibi Amerika’nın Sovyet işgaline karşı olmasındaki en önemli nedenlerden biri, 1979 Şubat’ında büyükelçilerinin öldürülmesiydi. Amerikan yönetimi, büyük kamuoyu baskısıyla kukla Karmal yönetimini tanımamış ve Senato onayına sunduğu SALT II anlaşmasını geri çekmiştir.

Kongre desteğini de alan Amerikan yönetimi, Afgan halkına kendisini yönetme hakkı dahil her türlü yardımı yapmayı resmi politika olarak ilan etti. Ancak konuyla ilgili kesin bir çözümün sorumluluğunu ise, BM’e havale etmiştir. Bu durum da sorunun sürünceme de kalmasına neden olmuştur. Ayrıca diğer NATO ülkeleri de Afganlı mülteci ve mücahitlere, para ve askeri malzeme yardımı yapmışlardır. Kendi çıkarları doğrultusunda Çin’de, Amerika yanında yer almış ve mücahitlere yardım yapmıştır. Böylece Sovyetler Birliği, uluslararası alanda yalnız kalmıştır. Buna rağmen hiç bir hukuka dayanmayan haksız ve kanlı Afganistan’daki Sovyet işgali, on yıl kadar sürmüştür.

Kızıl ordu Afganistan’a girdiği zaman Sovyetler, Afgan ordusundan ve Afgan hükümetinden bekledikleri ilgiyi bulamamışlardır. Kendilerine yalnızca Rusya’da eğitim gören subaylar yardımcı olmuşlardır. Umduklarının tam tersine ordunun önemli bir kısmı, Sovyetlerle işbirliği yapmayı ve kendi halkını öldürmeyi reddetmiştir. Sonuçta 100 bin kişilik Afgan ordusundan 70 bini silahlarıyla birlikte mücahitler tarafına geçmişlerdir.

Sovyetler, bu başarısızlıklarının yanısıra Afganistan’ın sarp arazisi karşısında da çaresiz kalmışlardır. Bütün bu başarısızlıkları Kızıl orduyu kontrolden çıkarmış ve Afgan halkına karşı adeta bir soykırım başlatmışlardır. BM İnsan Hakları Komisyonu’nun 20 Kasım 1985 tarihinde yayınladığı rapora göre, Ocak-Eylül 1985 arasında Sovyet ordusu, 32.755 kişiyi öldürmüştür. Sovyetler’in masum halka saldırılarını öğrenen mücahitler, karşı saldırılarını sıklaştırmış ve önemli kayıplar verdirmişlerdir. 1979-1984 yılları arasında Sovyet ordusu 8 bini ölü olmak üzere 25 bin kayıp vermiştir. Aynıdönemde Sovyet maddi kaybı da 12 milyar doları bulmuştur.

Sovyet ordusu bu kanlı işgaliyle 1987’e kadar hem kendisini hem de Afgan halkını çok yıpratmıştır. Bu tarihten sonra Sovyetler’in politikalarında bazı değişiklikler görülmüş ve Sovyet hükümeti içeriden ve dışarıdan gelen baskılar karşısında Afganistan’dan çekilme yolları aramaya başlamıştır. Sovyet ordusu, Brejnev devrinde Afganistan’a girmişti. Bu haksız ve kanlı işgali sona erdiren Mihail Gorbaçev olacaktır. Gorbaçev, Afganistan’dan çekilmek için önce uygun zemin ve zaman aramaya başladı. Bunun ilk adımını da, 1979’da iş başına getirilen Karmal’ı Afganistan Demokratik Halk Partisi ve hükümet başkanlıklarından alarak attı. Yerine Dr. Muhammed Necibullah’ı getirdiler. Necibullah’a bir “Milli Uzlaşma Komisyonu” kurdurdular.

Bu komisyon üyeliklerine kabile reislerini getirerek hükümete karşı muhalefeti önlemek istiyorlardı. Ancak kabile temsilcilerine istediklerini yaptıramayınca hükümet değişikliğinden beklediklerini bulamadılar. Bu arada Gorbaçev, Afganistan sorunundan çok kendi ülkesinde olanlardan endişeliydi. Gorbaçev, 1987 yılında uygulamaya koyduğu Perestroyka ve Glastnost ile açıklık ve yeniden yapılanma getirdi. Uygulanan bu politika ile de Rusya’nın yıllardır mazlum milletleri nasıl sömürdüğü ortaya çıktı.

Sovyetler, Afganistan’dan çekilme konusunda Amerika ile başlattıkları gizli görüşmeleri hızlandırmak zorunda kaldılar. Gorbaçev, 22 Şubat 1988 günü İsviçre’nin Cenevre şehrinde başlayacak görüşmelerden önce 8 Şubat 1988’de bir açıklama yaparak, 15 Mart’a kadar anlaşma sağlanırsa 9 ayda Afganistan’dan çekileceğini ilan etti. Sovyetler ve Amerika arasında yapılan anlaşma, 14 Nisan 1988 tarihinde Cenevre’de imzalandı. 15 Mayıs 1988’de yürürlüğe giren bu anlaşmayla Sovyetler’in Afganistan’dan nasıl çekileceği açık bir şekilde belirtilmemiş olmasına rağmen taraflar arasında yapılan gizli bir protokolle Sovyetler, 120 bin kişilik ordusunu 15 Mayıs 1988 ile 15 Şubat 1989 arasında Afganistan’dan çekmiştir.

Sonuç olarak on yıl süren işgali sırasında Sovyetler’in yaptığı zulüm ve katliamlar cezasız kalmıştır. Bütün Müslüman ülkelerde olduğu gibi dünya kamuoyu da Afganistan’daki haksızlıklar karşısında duyarsız kalmıştır.

1979 Sonrası Dönem
Afganistan’da iç savaşın çıkış sebeplerinin başında Afgan mücahit gruplarının kabile yapısından kendilerini kurtaramamaları gelir. Bu durum Sovyet ordusunun çekilmesinden sonra da devam etmiş, ülkede birlik ve beraberlik sağlanamamıştır. Mücahit gruplar kabilelere dayanmalarının yanısıra “Ilımlılar” ve “Radikaller” olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Ayrıca Afganistan’da yaşayan 6 milyon dolayındaki Türk’te “Müslümanlar Birliği” adlı ayrı bir grup oluşturmuştur.

Türk mücahit grubunun başına geçen Azad Beg, Peşevar vadisine göç eden ve Afganistan’da kalan Türkleri bir araya toplamıştır. Ancak bu Türk mücahit grubu, Türkiye veya uluslararası kuruluşların sağladığı yardımlardan faydalandırılmamıştır. Bunun üzerine Türkiye, Pakistan’da yaşayan Afganlı mültecilerden 5 bin kişilik bir Türk grubu Türkiye’ye getirmiş ve diğerlerine de özel yardım yapmıştır.

Sovyetler’in Afganistan’dan geri çekilmelerinden sonra Azad Beg, Afgan Türklerinin liderliğini, bir zamanlar Afganistan ordusunda da görev yapmış olan General Raşit Dostum’a bırakmıştır. Afganistan Türkleri arasında Türkiye Türkleri için Atatürk benzeri bir misyon yüklenen General Dostum, Türk mücahit gruplarını kısa sürede düzenli orduya çevirmiş ve haklarını korumaya çalışmıştır.

Sovyetler ve Amerikalıların anlaşması üzerine Afgan mücahit gruplarından yedisi, Kasım 1987’de bir ittifak kurmuşlar ve Afganistan’daki Necibullah hükümetini tanımadıklarını duyurmuşlardır. Ayrıca bu mücahit grupları arasında varılan mutabakat gereği; kurulacak yeni Afgan hükümetinde her bir mücahit grup lideri üçer aylık dönemler için başbakanlık görevi üstlenecekti. Ancak bu karar; Amerika, Sovyetler Birliği ve Pakistan tarafından desteklenmedi. Artık Afganistan için gelecek günlerde, mücahit gruplar arası iktidar mücadelelerinin sürdüğü kardeş kavgası felaketi yaşanacaktı.

Afganistan’dan çekilmeden önce Sovyetler, yönetime kukla Necibullah’ı getirmişler ve daha sonrada bütün güçleri ile desteklemişlerdir. Necibullah kuvvetleri ile mücahit grupları arasındaki çarpışmalarda, her iki taraf ve sivil halk büyük kayıplar vermiştir. Kanlı çarpışmalardan sonra silah ve askeri azalan Necibullah, ailesi ile birlikte Kabil’deki BM binasına sığınmıştır. Böylece Afganistan, mücahit grupların eline geçmiştir. Mücahidlerin kurdukları hükümette başbakanlık görevine Rabbani gelmiş ve yıllardır harap ve bitap düşmüş ülkedeki yaraları sarmaya çalışmıştır.

Ancak kısa bir süre sonra ise, yeni hükümete karşı muhalefet büyümüştür. Ardından da bölgedeki Amerikan ve Pakistan çıkarlarını korumak amacıyla organize edilen Taliban örgütü, mevcut hükümeti tanımayarak ülkeyi silah zoruyla ele geçirmiştir. Taliban birlikleri ile hükümet yanında yer alan Ahmet Şah Mesut ve General Dostum birlikleri arasında çok çetin ve kanlı muharabeler olmuştur. Savaşan taraflar ve sivil halk, çok büyük kayıplar vermiştir.

Sonuç
1900 öncesi haritaların incelenmesi ile Afganistan Devleti’nin bulunduğu bölgede daha önce böyle bir devletin olmadığı anlaşılacaktır. Bu bölgede, ya eski adıyla; Tatarya, İskitler, Horosan, Cenubi (Güney) Türkistan gibi veya yönetim kurmuş hükümdar veya sülale adıyla; Hunlar, Oğuzlar, Gazneliler, Selçuklular, Babürlüler ve mahalli hanlıklar gibi isimlere rastlanacaktır. Tarihte Afgan diye bir millet olmamıştır. Yaklaşık bir asır önce İngilizler, böyle bir kelime yerleştirmiştir. Bölge halkı hayvancılıkla uğraştığından, hayvanlarına otlak bulabilmek için kışın Penjap vadisine göçer, ilkbaharda da geri dönerdi. Türkler bu halka, hareket eden veya göçebe manasına gelen “Avghan” derlerdi. Bu halk ise kendisini, “Pushtu - Pushtan” olarak anardı.

Rusların Türkistan’ı, İngilizler’in de Hindistan’ı işgal etmeleri, sınır komşuluklarını gündeme getirdi. Bunun üzerine yaptıkları hesaplar ve aralarında yürüttükleri gizli görüşmelerle, bir ara devlet oluşturmaya karar verdiler. Böylece 19. asırda bir Afganistan Devleti doğdu. Ancak Güney Türkistan’ı da kapsayacak bu devletin yönetiminde bölge halkı veya Türklerin bulunması, İngiliz ve Rus çıkarlarına uygun değildi. Böylece İngilizler, Penjab Sihlerini teşvik ederek ve silahlandırarak, William Cambell adlı bir İngiliz subayın sevk ve idaresinde bölgeyi işgal etmelerini sağladılar.

Daha sonra Müslüman olduğu ve general ünvanı aldığı görünümü verilen Cambell, General Muhammed olarak beş şahın Genelkurmay Başkanlığı görevini yürütmüştür (Emir Şir Ali’den Emir Abdurrahman’a kadar). Yaklaşık bir asır önce cereyan eden bu hadise, Taliban olayında da tekrarlanacaktır. Taliban grubu, Pakistan’ın Peşaver şehrinde organize edildikten sonra Afganistan’a sokularak yönetime geçirilmiştir. Bu sefer, yerli Avghan kabileri silahları ile birlikte onlara katılmıştır.

Sözlük anlamı öğrenci olan Taliban, Peşaver’deki medreselerde din dersleri alan gençlerin kurduğu bir örgüttür. Bu çocukların, çok üstün savaş tecrübesine sahip mücahitler karşısında başarı kazanması akıl ve mantıkla açıklanabilecek bir şey değildir. Talibanla savaşan yerli halkın çoğunluğunu; Türkler, Tacikler ve Pushtan olmayan Turanlılar oluşturmaktadır. Ayrıca Taliban kuvvetleri arasınada birçok gayrimüslümün de bulunduğu alınan esirlerden anlaşılmıştır.

Özellikle iç savaş ve kardeş kavgası dramının yaşandığı dönemde Afganistan’da yaşayan halkların kaderine tesir edebilecek ve yaşadıkları derin ızdırapları azaltabilecek rolü, sadece Türkiye üstlenebilirdi. Çünkü; bölgedeki Türk soydaşlarının varlığı kadar diğer mücahit grupların güvenine sahip yegane ülke Türkiye idi. Ne varki gerek Türkiye’nin aktif arabuluculuk girişimlerinin olmaması ve karşı taraftan da böyle bir talebin gelmemesi, bu fırsatın kaçırılmasına neden olmuştur.

Yeni Afganistan Devletinin yapılanması, Saray’ın da belirtiği gibi, “Afgan, Türk ve Tacik bölgelerinden oluşacak bir federasyon ile Afganca, Türkçe ve Tacikce’nin resmi diller kabül edilmesi” şeklinde olması en mantıklı görülmektedir. Ancak bu şekilde ülkede kalıcı bir barış ve huzur tesis edilebilecektir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 03:28
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  625px-Flag_of_Afghanistan.svg.png
Gösterim: 1137
Boyut:  48.5 KB

Afganistan, Asya'da ülke.
Yüzölçümü yaklaşık Fransa kadar olan Afganistan'ı Hindikuş ve Pamir sıradağı zincirleri kuzey ve güney olmak üzere iki bölüme ayırır. 1979 Sovyet işgali öncesi yaklaşık 15 milyon nüfusu bulunan Afganistan'da halkın çoğunluğu Sünni olmak üzere tamamı Müslümandır.

Başkent Kabil ülkenin en büyük kentidir; diğer önemli kentler batıda Herat, güneyde Kandahar ve kuzeyde Mezar-ı Şerif'tir. Yerel ve ulusal düzeyde bütünleşmenin zayıf olduğu Afganistan'da coğrafi engellerin yanında toplumsal hayatın da büyük sorunları vardır. Okuma yazma oranı yüzde 10 civarında olan Afganistan fert başına düşen gelir bakımından da dünyanın en yoksul ülkeleri arasındadır.

Asya'da yolların kesişme noktasında bulunan Afganistan, bu stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca çeşitli kavimlerin istilasına uğramıştır. Sınırları içinde yaşayan halklar, değişik tarihlerde farklı devletlere tabi olmuşlardır. Afganistan'da Hindikuş dağlarının güneyinde bulunan alan Peştunların anavatanıdır. Yüzde 40 oran ile Peştunlar Afganistan'da yaşayan en kalabalık etnik grubu oluştururlar. Tacikler %25, Hazaralar %20, Türkler (Özbek ve Türkmen) %10, diğerleri nüfusun %5'ini teşkil etmektedir. Afganistan'daki etnik Türkler Türklük bilincine sahiptir ve Türkiye'ye bağlılık duymaktadır.

Afganistan'ın 34 vilayeti vardır.
  1. Badakhshan
  2. Badghis
  3. Baghlan
  4. Balkh
  5. Bamiyan
  6. Daikondi
  7. Farah
  8. Faryab
  9. Ghazni
  10. Ghowr
  11. Helmand
  12. Herat
  13. Jowzjan
  14. Kabul
  15. Kandahar
  16. Kapisa
  17. Khost
  18. Konar
  19. Kunduz
  20. Laghman
  21. Lowgar
  22. Nangarhar
  23. Nimruz
  24. Nurestan
  25. Oruzgan
  26. Paktia
  27. Paktika
  28. Panjshir
  29. Parvan
  30. Samangan
  31. Sar-e Pol
  32. Takhar
  33. Vardak
  34. Zabol
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 02:22
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
2 Mart 2008       Mesaj #9
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!

Badahşan

Badahşan Afganistan'ın kuzeydoğusunda yer alan bir vilayet
Badahşan vilayetinin merkezi Feyzabad şehridir. 44 059 km² yüzölçümündeki vilayetin nüfusu 715.000'dir.
Vilayetin şehirleri
  • Baharak
  • Darwaz
  • Fayz Abad
  • Ishkashim
  • Jurm
  • Khwahan
  • Kishim
  • Kuran Wa Munjan
  • Ragh
  • Shahri Buzurg
  • Shighnan
  • Wakhan
  • Zebak

Badgis

Badgis Afganistan'ın kuzeybatısında yer alan ve İran'a sınırı olan bir vilayet.
Badgis vilayetinin merkezi Kala-i nev şehridir. 20.591 km2 yüzölçümündeki vilayetin nüfusu 400.000'dir,
Vilayetin şehirleri
  • Ab Kamari
  • Gormaç
  • Javand
  • Mukur
  • Murghab
  • Kadis
  • Kala-i Nev

Baglan

Afganistan'ın kuzeydoğusunda vilayet.Yüzölçümü 21,118 km²'dir.Yüzey şekiller bakımından dağlık bir bölgedir.Zerdüştçülük tapınağının kalıntılarının bulunduğu Ateşgede-i Surh Kovtal, Baglan kentinin yaklaşık 32 km güneybatısına düşer.Afganistan'daki şeker pancarı üretiminin merkezidir.Nüfusun çoğunluğuna Tacikdir.Nüfus; 745,000 (2002).

Bamyan

Bamyan Afganistan'ın orta kesiminde yer alan bir vilayet. Başkent Kabil'in 240 km kuzeybatısında yer alır. Afganistan'daki Hazaraların kültürel merkezidir.
Bamyan vilayetinin merkezi Bamyan şehridir. 14,175 km² yüzölçümündeki vilayetin nüfusu 356.000, kent nüfusu 61,863'dür. İpek Yolu'nun üzerinde yer alan Bamyan eski zamanlardan beri ticaret ve Budizm'in merkeziydi. Bamyan'daki kayaya oyulmuş büyüğü 53 m, küçüğü 36 m büyüklüğündeki Buda heykelleri bu dönemden kalmadır. Kentin kuzeyindeki kayalıklara insan eliyle oyulmuş Buda heykelleri çevresindeki mağaralarla birlikte Afganistan'ın en önemli arkeolojik bölgesidir. 5. yy'da Akhunların başkenti oldu. 8. yüzyılda İslam'ın etkisine giren Bamyan, 1221'deki Moğol istilası'ndan sonra eski görkemine bir daha kavuşamadı. 1840'ta I. İngliz-Afgan Savaşı'na sahne oldu.2001 yılında Buda heykelleri Taliban tarafından tahrib edildi.
Vilayetin şehirleri
  • Bamyan (Merkez - 61,863)
  • Kahmard (17,643)
  • Panjab (47,099)
  • Sayghan (18,001)
  • Shibar (25,177)
  • Waras (81,787)
  • Yakawlang (65,573)

Tahar

Tahar Afganistan'ın kuzeydoğusunda yer alan bir vilayet
Tahar vilayetinin merkezi Talkan şehridir. 12 333 km² yüzölçümündeki vilayetin nüfusu 750.000'dir.
Vilayetin şehirleri
  • Bangi
  • Chah Ab
  • Chal
  • Darqad
  • Farkhar
  • Ishkamish
  • Kalafgan
  • Khwaja Ghar
  • Rustaq
  • Taluqan
  • Warsaj
  • Yangi Qala
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 01:43
Gerçekçi ol imkansızı iste...
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
2 Mart 2008       Mesaj #10
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
Ad:  Afganistan ve Afganistan Tarihi9.jpg
Gösterim: 1408
Boyut:  51.7 KB

Belh

Belh, Afganistan'ın kuzeyinde yer alan bir vilâyettir.
Belh vilâyetinin merkezi Mezar-ı Şerif şehridir. 17,249 km² yüzölçümündeki vilayetin nüfusu 870.000'dir.
Belh, Bactra olarak da bilinir ve bir zamanlar dünyanın önemli bir şehriyken Moğollar tarafından tamamen yok edilmiştir. Bugün Afganistan’ın kuzeyinde merkeze bağlı küçük bir şehirdir ve başkent Mezarı Şerif’in 20 km kuzeybatısında, Amu Derya’nın yaklaşık 74 km güneyindedir.
Belh, bir zamanlar Horasan’ın önemli şehirlerinden birisiydi. İran’ın doğusunda Farsça konuşulan bir bölgede bulunuyordu.
Eski Belh şehri (bugünün Afganistan’ının en eski şehridir) Veda’lı ismi Bhakri’yle ilişkilidir ki sonradan Yunanlılar Bactra demiştir ve ismini Bactra’ya vermiştir. Takharistan veya Bactria’nın merkezi ve başkenti olarak bilinirdi. 365 metre rakıma sahip, mevsimlik akan Belkh Nehri’nin sağ kıyısından 12 km ileride olan eski Belh, bugün çoğunlukla bir enkaz yığınıdır.

Belh’in Tarihi


Belh, bölgenin en eski şehirlerinden birisidir ve Kuzey Amu Derya’dan yaklaşık olarak MÖ. 2000–1500 yılları arasında göç eden Hindu-Avrupa dilini konuşan Aryan kabilesinin ilk şehri olarak düşünülür. Araplar onu, eskiliği sebebiyle Ummul-Belaad veya “Şehirlerin Anası” olarak adlandırırdı.
Mevsim değişikliği, onun topraklarının çok verimli olduğu zamanlarda şehrin terkine yol açmıştı. Bölgeyi Şehirlerin Anası olarak adlandıran ve Zerdüşt’ün Belh’te doğduğuna inanan yerel halk, bölgenin mükemmelliğinin ve antikliğinin farkındadır. Ve ayrıca Zerdüştler tarafından Zerdüşt’ün orada gömülü olduğuna inanılır. Şehrin kuruluşu efsanevi olarak Kaiomurs’a dayandırılır (ki o Pers Romulus’udur.) ve en azından çok erken tarihlerde Kaiomurs’un Ectabana, Nineveh ve Babylon’un rakibi olduğu kesindir. Uzun süreden beri gelen Anahita’nın kutsal kutusunun orada bulunduğu ve oranın zenginliğinin yağmalayıcıları çektiği inanışı vardır.
Zerdüşt’ün kurduğu Zerdüştlük dininin uzun süre merkezi olduğu ve Zerdüşt’ün buranın duvarları arasında öldüğü Firdevsi’nin şiirlerinde geçmektedir. Ermeni kaynakları Part’lı Arsac’ın, başkentini burada kurduğunu göstermektedir. Bazı uzmanlar Kavi İmparatorluğunun birçok mitolojik krallarının Belh civarlarındaki bölgelerin yerel yöneticileri olduğuna inanmaktadır. Xuanzang’ın Anıları’ndan öğrendiğimize göre, onun 7. yy’daki gezisinde şehirde veya yakınlarında bine yakın budist tapınağı, üç bin cemaat, bir dizi budist anıtı ve diğer dinlerin mabedleri varmış. En kayda değer olanı çok değerli (para açısından) bir buda heykeline sahip olan Nava Vihara’ydı. Bu tapınak Pramukh adı verilen Kashmiri Brahmin’leri tarafından yönetiliyordu. Arap fethinden kısa süre önce, tapınak Zerdüştlerin ateş tapınağı olmuştu. Bu binanın meraklı ilgisi, Belh’in kilden yapılmış bir şehir olduğunu, kum yığınları, altı kapı ve üç km’ye varan genişliğiyle tasvir eden 10. yy’ın bir Arap gezgininin yazılarında bulunur. Gezgin, ayrıca bir kaleden ve bir camiden de bahseder.
Ancak, Perslerin 7. yy’daki İslami fethi sırasında Belh, Umar ordularından Belh’e kaçan Pers İmparatoru için gözcü karakolu ve güvenli bir sığınak sağlamıştı. Daha sonra, 9. yy’da Yakup bin Laith as-Saffar’in hükümdarlığı zamanında, İslam bölgenin halkı arasında sağlam bir şekilde kök salmıştı.
12. yy’da İdrisi, Belh’te birçok çeşit eğitim kuruluşlarının varlığından ve Belh’in aktif ticareti devam ettirdiğinden bahseder. Hindistan ve Çin’e kadar uzanan önemli ticari rotaları vardı.
1220’de Cengiz Han, Belh’in halkını katletmiş ve savunmaya elverişli tüm binalarını yerlebir etmiştir. Fakat bunlara rağmen Marco Polo, şehri hâlâ “Asil ve Mükemmel Bir Şehir” olarak tasvir edebilmiştir.
16. yy’da, Özbekler Belh’e girmiştir. 1640’larda Moghul Şah Jahan, Özbeklerle nafile bir şekilde savaşmıştır. Aurangzeb gençlik yıllarında Belh’in hükümdarlık tahtına geçmiştir. 1736’da Belh, Nadir Şah tarafından ele geçirilmiştir. Durani Monarşisi altında Afganların eline geçen Belh, 1820’de Kunduz’lu Şah Murat tarafından fethedilmiştir ve bir süre Buhara Emirliği’nin gündeminde kalmıştır. 1850’de Muhammed Akram Han Belh’i ele geçirdi ve o zamandan beri Afgan yönetiminde kaldı.

Belh’in Antik Enkazları


Helenistik kalıntıların başlıcaları Belh’te bulunurdu. Yunanlılar ve Achaemenid’ler zamanında oluşmuş eski toprak tabakalarının kazı araştırılması 2003’te başlayana kadar hiçbir profesyonel arkeolojist Belh’te çalışma fırsatı bulamamıştı. Helenistik kalıntılar bulundu ve Bactra şehrinin Yunan-Bactra’lı ve Selecuid’li kalıntılar aydınlatıldı.
Daha önce inşa edilen Budist yapıları, İslam dönemindekilerden daha dayanıklı olduğunu kanıtladı. Top-Rustam, yerden 46 m çapında, tepeden 20m ça-pında ve 15m yüksekliğindedir. Dört dairesel kubbenin çökmesi, muhtemelen dört koridorun delinmesine yol açmıştır. Binanın temeli 60cm’lik güneşte kurutulmuş kare tuğlalardan yapılmıştır, ki bu tuğlalar 10-13cm kalınlığındadır. Takhte Rustam eşit olmayan kenarlarla V-şeklinde planlanmıştır. Açıkça görülür ki, ker***ten yapılmıştır. Çinli gezgin Xuanzang’ın bahsettiği Nan Vihara’yı bu enkazlarda tanıyabiliriz. Bu çevrede başka birçok bu yapılara benzer binaların enkazı vardır. Mezarı Şerif yolundaki enkazların yığınları, modern Belh’in üzerinde bulunduğu topraklardaki eski şehir alanının muhtmelen daha eski olduğunu temsil eder.

1911’de Belh


Sabz Mescidi’nin kalıntıları, Yeşil Cami adını seramikle kaplı kubbesinden almıştır.
Belh’te sel zamanında sıtmanın patlak vermesi sonucu bölgenin başkenti 1870’te Mezarı Şerif’e kaydırılmıştır.
1911’de Britannica Ansiklopedisi; 4000metre karelik enkazın ortasında 500 Afgan yerleşeni, bir Yahudi kolonisi ve küçük bir pazar tasvir etmiştir.
Batı kapısından girerken ansiklopedi yazarlarının Cuma Mescidi’nin enkazlarını farkettiği üç tane kemerin altından geçersiniz. Dışarıdaki duvarların, genellikle tamamen bakımsız, 10.5 ila 11.3km ile şehri çevrelediği tahmin edilir. Güneydoğuda bu duvarlar yüksek kum tepelerindedir.
Kale ve sığınak kuzeydoğudadır. Ve şehirden oldukça yüksek çıplak bir kum yığınının üzerindedir, duvarla çevrilidir ve ikisinin de hendekleri vardır. Ancak birkaç sütunun enkazından başka bir şey kalmamıştır Yeşil Cami’nin Abu Nasr Parsa’nın türbesi olduğu söylenir. Önceki medresenin kemerli girişinden başka bir şey kalmamıştır.
Şehirde 1911’de birkaç yüz gerilla tarafından bir karakol kuruldu. Bu gerillalar, Mezarı Şerif’in kenarında Takhtapul’da askeri destek alan Afgan-Türkistan’ın düzenli ordularındandı. Kuzeydoğu tarafındaki bahçeler bir kervansaray içerirdi. Ki bu kervansaraylar Platanus Orientalis adı verilen bir grup görkemli “chenar” ağacının gölgelendirdiği bahçenin bir kenarını oluşturuyordu.

Bugünlerde Belh


Bir modernleştirme projesi 1934’te uygulamaya konmuştur. Bu kapsamda sekiz cadde yapılmış, barınaklar ve çarşı-pazarlar inşa edilmiştir. Modern Belh, genellikle İran koyunu diye bilinen koyunun yününden elde edilen pamuğun endüstrisinin ve badem ve karpuz yetiştiriciliği gibi tarımsal faaliyetlerin bir merkezidir. Eski harabelerden ve yerleşkelerden kalma bir dizi, ilgi kaynağı olan görülecek yerler vardır:

—Sayed Subhan Quli Han’ın medresesi —Khwaja Nasr Parsa’nın türbesi ve camisi olan Bala-Hesar —Bayan şair Rabia Balkhi’nin kabri — Dokuz Kubbeli Cami (bu güzelce süslenmiş cami, Afganistan’da bilinen en eski islami anıttır. Ve ayrıca Hacı Piyade ile de ilgilidir.) —Tap-e Rustam ve Takht-e Rustam

Kültürel Rolü


Belh, oradan Aryanların İran ve Hindistan’ın değişik yerlere göç ettiği ana şehirdi. Birkaç yüzyıl Aryan medeniyetinin yayılmasında kilit şehir olarak rolünü korumuştur.
Belh, Fars dilinin ve edebiyatının gelişmesinde çok önemli bir role sahipti. Fars edebiyatının eski eserleri, aslen Belh’ten gelen yazarlar ve şairler tarafından yazılmıştır. Birçok ünlü Pers şairi Belh’ten gelmiştir:
—10. yy’da yaşayan ve Fars şiir tarihinin ilk bayan şairi olan Rabia Balkhi —Dakiki Balkhi, 10. yy —9. ve 10. yy’ın şailerinden olan Şahid Balkhi, Abul Muayed Balkhi, Abu Şükür Balkhi, Marufi Balkhi —Unsuri Balkhi, 10. ve 11. yy şairi —Anvari, Belh’te doğup Belh’te vefat etmiştir, 12. yy şairi —İbni Sina, 10. yy’ın ünlü filozofu ve bilimadamı, babası Belh’in yerlilerindendir —Mevlana Rumi, Belh’te doğup Belh’te eğitim görmüştür, 13. yy

Vilayetin şehirleri
  • Belh
  • Chahar Bolak
  • Chahar Kint
  • Chimtal
  • Dawlatabad
  • Dihdadi
  • Kaldar
  • Khulm
  • Kishindih
  • Marmul
  • Mezar-ı Şerif
  • Nahri Shahi
  • Sholgara
  • Shortepa
  • Zari
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 5 Kasım 2016 03:29
Gerçekçi ol imkansızı iste...

Benzer Konular

15 Aralık 2011 / fatma özçelik Soru-Cevap
18 Aralık 2015 / _Yağmur_ Siyasal Bilimler