Arama

Mısır ve Mısır Tarihi

Güncelleme: 1 Ağustos 2017 Gösterim: 30.349 Cevap: 9
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
27 Ekim 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi

Mısır

Ad:  6.JPG
Gösterim: 1116
Boyut:  14.1 KB

resmi adı MİSİR ARAP CUMHURİYETİ, Arapça CUMHURÎYE MİSRÜ’L-ARABİYE, Afrika’nın kuzeydoğu ucunda kıyı ülkesi.
Sponsorlu Bağlantılar

Kabaca bir dikdörtgeni andıran 997.739 km2’lik bir alanı kaplar. Kuzeyden güneye yaklaşık 1.055 km boyunca uzanır; doğu-batı doğrultusunda en geniş kesimini oluşturan güney sınırında genişliği 1.250 km’ye ulaşır. Doğuda İsrail, Akabe Körfezi ve Kızıldeniz, güneyde Sudan, batıda Libya, kuzeyde de Akdeniz’le çevrilidir. Kıyılarının toplam uzunluğu 2.555 km’yi bulur. Yakındoğu’ nun en eski ve en büyük uygarlıklarından birinin beşiği olan ve ilkçağlardan başlayarak Nil Vadisine dayalı ekonomik, toplumsal ve kültürel bir bütünlük ve süreklilik gösteren Mısır, üç kıtayı birbirine bağlayan yollar üzerindeki stratejik konumuyla tarih boyunca büyük önem taşımıştır. Süveyş Kanalı’nm açılmasıyla daha da artan bu önemi pekiştiren bir etken de Arap milliyetçiliğinin yükseldiği 20. yüzyılda Arap dünyasında oynadığı kilit roldür. Başkenti Kahire, 1992 tahmini nüfusu 55.979.000’dir.

DOĞAL YAPI


YÜZEY ŞEKİLLERİ


Mısır topografyasının egemen öğesini oluşturan Nil Irmağı, kuzeye doğru boydan boya geçtiği ülkeyi büyüklük bakımından birbirinden farklı, son derece kıraç iki bölgeye ayırır. Daha geniş bir alanı kaplayan ve Libya sınırına kadar uzanan Batı Çölü (es-Sahraü’l-Garbiye) alçak bir plato görünümündedir. Mevsimlik akarsu yataklarının bile bulunmadığı bu bölge aşın kuraklığıyla ayırt edilir. Kireçtaşı ve kumtaşı oluşumlu Doğu Çölü (es-Sahraü’ş-Şarkiye) ise güneydoğuda engebeli dağlarla kuşatılmış ve vadilerle parçalanmış bir yapı gösterir. Bölgenin kuzeydoğusundaki Sina Yarımadası da benzer özellikler taşır.

Mısır genellikle sanıldığı gibi bütünüyle düz değildir. Dağlık alanlar Batı Çölünün güneybatı ucunu, Kızıldeniz boyunca uzanan kıyı şeridini ve Sina’nın güneyini engebelendirir. Güneybatıdaki yükseltiler Mısır toprakları dışındaki Uveyna dağ kütlesinin bir parçasıdır. İtbay olarak bilinen, Kızıldeniz’e koşut dağlık alanda başta Şaibü’l-Bena Dağı (2.187 m) olmak üzere bir dizi doruk yükselir. Sina’nın güneyindeki dağların testere ağzını andıran sırtları çeşitli yerlerde 2.400 m’yi aşar. Ülkenin en yüksek noktası Katrina Dağı (2.642 m) buradadır.
Denize bakan kıyılar Nil Deltası dışında çöllük alanlar ya da dağlarla kuşatılmıştır. Dar kıyı ovası yalnızca birkaç yerde 50 km kadar içeriye sokulur.

AKARSULAR VE TOPRAK DOKUSU


Mısır toprakları içinde önemli bir kol almayan Nil Irmağı, genellikle 8-16 km genişliğinde, düz tabanlı ve dik uçurumlarla çevrili bir vadide akar. Kahire’yi geçtikten sonra bir yelpaze biçiminde açılarak yaklaşık 160 km uzunluğunda ve 240 km genişliğinde büyük bir delta oluşturur. Geçmişte delta alanında yedi kola ayrılmasına karşın, günümüzde sularının büyük bölümünü Dimyat (doğu) ve Reşid (batı) kollan aracılığıyla Akdeniz’e boşaltır. Yaygın kanal sistemi genelde düz olan delta alanını bir ağ gibi sarar.
Ad:  11.jpg
Gösterim: 1026
Boyut:  36.1 KB

Nil dışında yıl boyunca akan yüzey sulan Sina’nın güneyindeki dağlardan doğan az sayıda akarsuyla sınırlıdır. Yağış mevsiminde Süveyş ve Akabe körfezleriyle Kızıldeniz’e bazı sel akıntılan dökülür. Akarsulardan yoksun çöl alanlarında yeraltı su kaynaklarından yararlanılır.
Mısır’ın çöl alanları genellikle güneyde kumtaşı, orta ve kuzeyde ise kireçtaşı katmanlarıyla kaplıdır. Dağlık alanlarda yaşlı-korkayaçlara ve başkalaşım kayaklarına rastlanır. Nil’in taşıdığı millerle oluşmuş verimli tortul katmanlann kalınlığı deltanın kuzeyinde 10 m’ye yaklaşır. Yüksek kil içeriği bu toprakların işlenmesini bir ölçüde güçleştirir. Sodyum karbonat yoğunlaşması da bazen verimsiz alkali toprakların oluşmasına yol açar.

İKLİM


Mısır, Kuzey Afrika çöl iklimi kuşağı içinde yer alır. Bu nedenle iklim koşullan yıl boyunca süren güneşli hava, mevsimlik ve günlük sıcaklık farklılaşması ve düşük yağış miktarıyla belirlenir. Çöl alanlarında mart-haziran arasında esen hamsin adlı rüzgâr yoğun kum fırtınalarına yol açar. Hamsin fırtınalarını görece serin bir hava izler.

Yıl içinde iki temel mevsim görülür. Ilık ve yumuşak kışlar kasımdan marta, sıcak yazlar ise mayıstan eylüle değin sürer. Ocak ayı ortalama sıcaklığı İskenderiye’de 9°C-18°C, Assuan’da 9°C-23°C arasında değişir. Temmuz gündüz sıcaklığı Kahire’de 33°C’ye, Assuan’da 41°C’ye ulaşır. Nemlilik oranı kuzeyden güneye doğru belirgin biçimde azalır. Genellikle kışın düşen yağışlar ülke düzeyinde büyük farklılıklar gösterir. İskenderiye’de 175 mm’yi bulan yıllık yağış miktarı, Kahire’de 25 mm’ye, Assuan’da 2,5 mm’ye kadar iner. Kızıldeniz kıyı ovası hemen hiç yağış almaz. Sina’nın kuzeyinde yıllık yağış miktan 125 mm dolayındadır.

BİTKİ ÖRTÜSÜ VE HAYVAN VARLIĞI


Yetersiz yağışa karşın, Mısır’ın oldukça zengin ve değişken bir bitki örtüsü vardır. Doğu Çölünün yağış alan kesimlerinde ılgın, akasya, marh (ince dallı ve yapraksız bir ağaç), çeşitli dikenli çalılar, küçük etli bitkiler ve kokulu otlar yetişir. Nil ile sulama kanalları bölgesinde yetişen su bitkileri arasında nilüfer, bambu, alfa ve çeşitli sazlar sayılabilir. Papirüse ise günümüzde yalnızca botanik bahçelerinde rastlanır. Nil Vadisi ve Nil Deltasının yanı sıra vahalarda da çeşitli palmiye türleri bulunur. Ülkenin tek yerel iğneyapraklı ağaç türü Fenike ardıcıdır. 19. yüzyılda dışandan getirilen Casuarina (demirağacı) en önemli kereste kaynağıdır. Ülke koşullarına uyum sağlayan öteki yabancı ağaç türleri jakaranda, poinciana ve lebbek'tir.

Mısır’ın eski zengin hayvan varlığı büyük ölçüde azalmıştır. Geçmişte yaygın olan timsahlara günümüzde yalnızca Assuan Yüksek Barajı’nın güneyinde rastlanır. En büyük yabanıl hayvan Batı Çölünün güney kesiminde yaşayan dağ koyunudur. Öteki çöl hayvanlarının başında ceylan, çöl tilkisi, dağ keçisi, Mısır tavşanı ve araptavşanı gelir. Başlıca etçil memeli türleri yabanıl kedi ve kuyruksüren; yılan türleri ise engerek, Mısır kobrası ve benekli yılanı kapsar. Mısır’da değişik türlerden çok sayıda yerli ve göçmen kuş yaşar. En yaygın yerli kuşlar leş kargası ve kara çaylaktır. Yırtıcı kuşlar arasında doğan, kerkenez, kara kuş ve kaya kartalı sayılabilir. Nil Irmağında başta nillevreği olmak üzere birçok balık türü bulunur. Delta bölgesindeki göllerde ise kefali andıran bir çeşit tatlı su balığı yaşar.

YERLEŞME DOKUSU


Mısır fiziksel ve kültürel bakımdan altı yerleşim bölgesine ayrılır. Tarihte Aşağı Mısır olarak bilinen Nil Deltası, Kahire’den başlayarak İskenderiye ile Port Said arasındaki kıyı şeridine kadar uzanır. Bölgenin verimli toprakları ve yaygın sulama kanalları yılda 2-3 kez ürün alınmasına olanak verir. Nüfusun yaklaşık yansını fellah denen küçük köylüler oluşturur. Nil Deltasını öteki bölgelerden ayırt eden önemli bir özellik, dış dünyaya daha açık olmasıdır. Tarihte Yukan Mısır olarak bilinen Nil Vadisi, Kahire ile Assuan arasında ırmağı izleyen dar yerleşim kuşağını içine alır. Assuan Yüksek Barajı’nm inşa edilmesiyle yıl boyunca sulama olanağına kavuşan bu bölgenin ekonomisi de tanma dayanır. Bölge halkına Saidiler denir. Assuan kentinden Sudan sınırına kadar uzanan Nübye Vadisinin büyük bölümü günümüzde yapay Nâsır Gölüyle kaplıdır. Gölün çevresinde gerçekleştirilen yeni yerleşim projeleri bölgeye belirli bir canlılık getirmiştir.

Ülke topraklarının yaklaşık dörtte birini kapsayan Doğu Çölünde yerleşik nüfusun büyük çoğunluğu kıyıdaki köy ve kasabalarda toplanmıştır. Bölgenin iç kesimi yalnızca göçebe hayvancılıkla uğraşan toplulukların yaşamasına elverişlidir. Ülke topraklarının üçte ikisini oluşturan Batı Çölünde yerleşim alanları dağınık vahalar ve kuzey kıyı şeridiyle sınırlıdır. Bölgenin tek kentsel merkezi bir Akdeniz sayfiyesi olan Mersa Matruh’tur. Sina Yarımadasında yerleşik nüfusun toplandığı başlıca yerler arasında Ariş Irmağının çevresi, kuzey kıyı şeridi ve Süveyş Kanalı’nın doğu yakası sayılabilir.
Ad:  13.JPG
Gösterim: 1004
Boyut:  59.1 KB

Nil Deltası, Nil Vadisi ve Nübye Vadisi bölgelerinde kırsal yerleşme dokusu genelde büyük benzerlikler gösterir. Ekili alanlarla çevrili köylerin çoğu su kanallarının kenarlarında kuruludur. Deltada kerpiçten, daha güneyde taştan yapılan düz çatılı evler bitişik sıralar oluşturur. Yüksek nüfus yoğunluğu nedeniyle hemen her yerde yerleşmelere rastlanır. Vahalardaki küçük ve toplu köylerde evler genellikle birkaç katlıdır.
Kasabaların önemli bir bölümü hâlâ tarıma dayalı kırsal bir görünüm taşır. Büyük kentlerin çoğunda da dış mahalleler kırsal yerleşmelerle birleşir. Yapılaşmada iki katlı evler ve 4-6 katlı apartman blokları ağır basar. Kahire, İskenderiye ve Assuan kentleri modern görünümleri ve Batı tarzı mimarileriyle öteki kentlerden ayırt edilirler.

NÜFUS


ETNİK VE DİNSEL YAPI


Mısır halkının büyük çoğunluğu Hami ve Sami halklarının karışımına dayanan oldukça homojen bir etnik grup oluşturur. Tarih boyunca çeşitli istilalara uğrayan Nil Deltasında bu bileşim belirli yabancı öğeler de taşır. Nil Vadisinde oturan Saidiler eski göçebe topluluklarla karışmanın ürünü olan farklı bazı fiziksel özellikler gösterirler. Daha güneydeki Nübyeliler bir ölçüde Arap kökeni taşımakla birlikte belirgin özelliklerle ayırt edilen yerli kimliklerini korumuşlardır. Sina’da ve Doğu Çölünün kuzeyinde oturanlar genellikle yakın dönemde göç etmiş Araplardan oluşur. Doğu Çölünün güneyinde yaşayan Hami kökenli Buceler iki kabileye ayrılır. Batı Çölündeki Saadi ve Murabıt toplulukları Arap-Berberi karışımı bir kökene dayanır. 1920’lerde Kahire ve İskenderiye’de 200 bini bulan Rum, İtalyan, İngiliz ve Fransız gibi Avrupalılann sayısı günümüzde önemsizleşmiştir.

Arapça yaklaşık 13. yüzyıldan beri Mısır’ın yazı ve konuşma dilidir. 7. yüzyıldaki Arap istilasından önce ülkede konuşulan ve Eski Mısır dilinin son evresini oluşturan Kopt dili 12. yüzyıla doğru günlük kullanımda yerini bütünüyle Arapçaya bırakarak yalnızca Hıristiyan ayinlerde kullanılmaya başlamıştır. Mısır Arapçası kendi içinde çeşitli bölgesel lehçe ve ağızlara ayrılır. Modern Mısır edebiyat Arapçasınm Arap dünyasında seçkin bir yeri vardır. Azınlık Bucelerin konuştuğu dil To Bedevi olarak bilinir. Nübyelilerin dili Sudan ve Hami dillerinden gelme özellikler taşır.

Mısır’ın resmî dini İslamdır. Toplam nüfusun (1990) yaklaşık yüzde 90’ını oluşturan Müslümanların tamamına yakını Sünnidir. Hıristiyanların çoğunluğu 5. yüzyıldan beri bağımsızlığını koruyan Kopt Kilisesi’ne bağlıdır. Koptlann dörtte biri Kahire’de yaşar; kalabalık oldukları bir başka bölge de Nil Vadisinin orta kesimidir.

DEMOGRAFİK YÖNELİMLER


Mısır geleneksel olarak iç ve dış göç hareketlerinin yoğun olmadığı bir ülkedir. Bununla birlikte son yıllarda çalışmak üzere yurtdışına gidenlerin sayısında belirli bir artış gözlenmektedir. Ülke genelinde kilometrekare başına yaklaşık 56 kişi olan nüfus yoğunluğu (1992), Nil kıyılarında çok daha yüksektir. Toplam nüfusun yandan fazlası, Kahire ilini de içine alan verimli Nil Deltasında yaşar. Kentleşme sürecinin düzenli bir gelişme göstermesine karşın, kırsal kesimde oturanların oranı (1986) yüzde 56,1 gibi yüksek bir düzeyi bulur.
Doğal nüfus artış hızının yüksekliği nedeniyle Mısır nüfusu oldukça gençtir; 15 yaşın altındaki grubun toplam nüfus içindeki oranı (1986) yüzde 42’ye yaklaşır. Doğum ve ölüm oranları (1990) sırasıyla binde 32,2 ve binde 7,5’tir.

EKONOMİ


Mısır’da serbest girişime bir ölçüde yer vermekle birlikte temelde merkezî planlamaya dayanan, gelişme yolunda bir ekonomi yürürlüktedir. 1990 verilerine göre ülkenin gayri safi milli hasılası (GSMH) 31,3 milyar ABD Doları, kişi başına düşen milli gelir ise 600 ABD Doları’dır. 1980-89 arasındaki dönemde yüzde 2,6’lık bir büyüme hızı gösteren GSMH içinde en yüksek paya sahip sektörleri imalat, tarım ve ticaret oluşturur.

TARIM


Ekili alanların ülke topraklarının yalnızca yüzde 2,6’sım oluşturmasına karşın, tarım Mısır ekonomisinde ağırlıklı bir yer tutar. Gayri safi yurt içi hasılaya (GSYIH) katkısı (1990-91) yüzde 19,6 düzeyinde olan tarım sektöründe toplam işgücünün yüzde 42,7’si çalışır. Nil’in yıllık taşkınlarının ilk kez bütünüyle denetim altına alınmasını sağlayan Assuan Yüksek Barajı, tarımsal üretimin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. 1980’de Süveyş Kanalı’nın altından geçirilen Ahmed Hamdi Tüneli’nin açılmasıyla sulama kanalları ağı Sina kıyılarına kadar genişletilmiştir. 1952’den sonra kademeli olarak gerçekleştirilen toprak reformu köklü bir değişiklik yaratarak küçük köylü işletmelerinin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bununla birlikte ekili alanların sınırlılığı nedeniyle kırsal kesimde işsizlik ve topraksızlık sorunları giderek ağırlaşmaktadır.

Mısır tarımının bir özelliği de ekime elverişli alanların yaklaşık dörtte üçünün ticari ürünlere ayrılmış olmasıdır. Yaz aylarında arazilerin beşte biri aşkın bölümünde pamuk ekilir. Dünyanın başlıca uzun elyaflı pamuk üreticisi olan Mısır, toplam pamuk üretiminde de beşinci sırada yer alır. Yüksek rekolteli öteki ticari ürünlerin başında şekerkamışı, domates, karpuz, soğan, patates ve portakal gelir. Mısır aynı zamanda dünyanın ikinci büyük hurma üreticisidir. Temelde iç tüketime dönük olan gıda ürünleri arasında mısır, pirinç, buğday, darı ve kabak sayılabilir.

Çayır ve otlakların son derece az olmasına karşın, çiftliklerde ve köylerde bir ölçüde hayvancılık yapılır. Beslenen başlıca hayvanlar sığır, manda, keçi ve koyundur. Kümes hayvanı ve güvercin yetiştiriciliği de yaygındır. Çeki hayvanı olarak da kullanılan manda ve sığırın yanı sıra yük taşımacılığında eşekten yaygın biçimde yararlanılır.

Balıkçılık oldukça gelişmiştir. Yılda 140 bin tona yakın balık ve su ürünü avlanır; bunun yaklaşık dörtte üçü tatlı su balıklarından oluşur. Nâsır Gölünde uygulanan kültür üretimi projeleri avlanan balık miktarını önemli ölçüde artırmıştır. Buna karşılık Assuan Yüksek Barajı’nın ırmak sularının taşıdığı besleyici maddeleri kesmesi nedeniyle, Akdeniz kıyısında yürütülen balıkçılık gerilemiştir.

MADENCİLİK VE SANAYİ


Mısır maden kaynaklan bakımından pek zengin sayılmaz. 1970’lerin ortalarında başlayan arama çahşmalan sonunda önemli bir gelişme gösteren petrol ve doğal gaz üretimi, gene de Ortadoğu ölçülerine göre düşük bir düzeydedir. Ticari düzeyde işletilen öteki madenler arasında fosfat, demir cevheri, manganez, krom, uranyum ve altın sayılabilir.

Madencilik ve imalat sektörlerinin GSYİH içindeki toplam payı yüzde 21,8’dir; bu sektörlerde toplam işgücünün yüzde 15,5’i çahşır. Bazı yabancı şirketlerle ortaklaşa çıkarılan ham petrol, boru hatlarıyla kıyı kentlerine taşınarak rafinerilerde işlenir. Doğal gazdan sanayide enerji kaynağı olarak geniş çapta yararlanılır. II. Dünya Savaşı sonrasında ithal ikameci politikalar doğrultusunda başlatılan ve daha çok tarımsal ürünlere dayanan sanayileşme, 1960’larda ağır sanayiye öncelik verilmesiyle daha kapsamlı ve hızlı bir sürece girmiştir. Günümüzde önde gelen sanayi dalları petrol, demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, şeker, pamuklu ve yünlü dokumacılık ile gıda işlemeciliğidir. Yıllık elektrik üretimi (1990) 39,5 milyar kW-sa düzeyindedir; bunun yaklaşık yarısı termik santrallardan sağlanır.
Turizm sektörü son yıllarda önemli bir gelişme göstermiştir. Mısır’ın zengin tarihsel anıtları, yumuşak kış iklimi, Akdeniz kıyısındaki kumsalları ve sayfiye yerleri çok sayıda turist çeker. Ülkenin turizm gelirleri 1990’da 1,9 milyar ABD Doları’na ulaşmıştır.

FİNANS VE TİCARET


Mısır Merkez Bankası mali politikaların yürütülmesinde ve bankacılık sisteminde kilit bir rol oynar. Devlet bankaları 1970’lerin başlarında gerçekleştirilen yeniden düzenleme çerçevesinde kendileri için belirlenmiş ayn ayrı işlevleri yerine getirir. Aynı dönemde getirilen önemli bir değişiklik de yabancı bankaların şube açmasına ve ulusal bankalarla ortaklık kurmasına izin verilmesidir.
Ad:  17.JPG
Gösterim: 1069
Boyut:  42.0 KB

Mısır’ın kalkınma harcamalarına bağlı olarak 1960’lardan beri yüksek düzeyde seyreden dış ticaret açığı, ihracat gelirlerindeki düşüş ve artan ithalat nedeniyle günümüzde de aynı eğilimi göstermektedir. Uluslararası Para Fonu (IMF) ile petrol üreticisi Arap ülkelerinden alınan dış borçlar bu açığın giderilmesinde önemli rol oynar. İhraç ürünlerinin başında petrol ve petrol ürünleri, pamuk ve dokuma gelir. Başlıca ithalat kalemleri ise gıda ürünleri, makine ve ulaşım araçları, kimyasal maddeler ve madenler oluşturur. Mısır’ın dış ticaretinde en önemli yeri İtalya, ABD, Almanya ve Fransa tutar.

EKONOMİNİN YÖNETİMİ


Mısır’ın ekonomik yaşamında kamu sektörünün belirgin bir ağırlığı vardır. Hükümet beş yıllık planlar aracılığıyla ekonominin bütün alanlarına yön verir. Sanayi kuruluşlarının büyük bölümü kamuya aittir; dış ticaret de devlet eliyle yürütülür. Bununla birlikte 1970’lerin başlarından bu yana ekonomiyi liberalleştirme ve yabancı yatırımlara açılma yönünde bazı adımlar atılmaktadır. Bu süreç içinde kısıtlamaların gevşetilmesi, özel sektörün giderek daha etkin bir rol almasını sağlamaktadır.

Kalkınma ve savunma giderlerinin 1970’lere değin ekonomi üzerinde yarattığı büyük yük, yeni ekonomi politikalarının benimsenmesi, Süveyş Kanalı’nın yeniden açılması (1975) ve İsrail ile yapılan barış (1979) sonucunda hafiflemiştir. Aynı dönemde Batı’dan sağlanan krediler, artan petrol ve doğal gaz üretiminin yarattığı yeni kaynaklar, turizm ve işçi dövizleri ekonomiye belirgin bir canlılık getirmiştir. Buna karşılık yüksek işsizlik oranı, ağır dış borçlar ve devlet sübvansiyonlarının kaldırılmasının da etkisiyle hızlanan enflasyon ekonomik gelişme önünde ciddi sorunlar olarak durmaktadır.

Bütçe gelirlerinin üçte ikisinden fazlası vergilerden sağlanır. Bu alanda düşük gelir gruplarını korumak amacıyla artan oranlı gelir vergisi sistemi uygulanmaktadır. Sendikal haklar yasayla güvence altına alınmıştır. Bununla birlikte sendikalar üzerinde sıkı devlet denetimi vardır. İşveren örgütlerinin, çalışma yaşamındaki etkisi de sınırlıdır.

ULAŞIM


Genelde Nil’in çığırını ve Akdeniz kıyı ovasını izleyen ulaşım yollan, özellikle delta bölgesinde yoğun bir ağ biçimini alır. Toplam uzunluğu (1989) 45.500 km olan karayollannın yaklaşık yarısı kaplanmıştır. Kahire başlıca karayollarının odağında yer alır. Demiryollan devletçe işletilir; ana hatlar Kahire’yi İskenderiye’ye, delta kentlerine ve güneydeki Assuan’a bağlar. Nil ve bağlı kanallarından özellikle ağır yük taşımacılığında yararlanılır. İç su yollannm toplam uzunluğu 3.200 km’yi geçer. Süveyş Kanalı uluslararası bir bağlantı işlevini görür. Mısır’ın dış ticaret açısından önem taşıyan limanları İskenderiye, Port Said ve Süveyş’tir. Kahire ve İskenderiye havaalanlarının dünyanın çeşitli yerleriyle bağlantısı vardır.

YÖNETSEL VE TOPLUMSAL KOŞULLAR DEVLET YÖNETİMİ


Mısır’ı “demokratik ve sosyalist bir devlet” olarak nitelendiren 1971 tarihli anayasa, cumhuriyete dayalı bir yönetim biçimini öngörür. Anayasanın getirdiği siyasal çerçeve güçlü bir yürütme erkiyle belirlenir. Devlet başkanı ve yürütmenin başı konumunda olan cumhurbaşkanı, yasama organının üçte iki çoğunluğu tarafından aday gösterildikten sonra halk oylamasıyla seçilir. Altı yıl olan görev süresi aynı süreçten geçerek uzatılabilir. Cumhurbaşkanı aynı zamanda silahlı kuvvetlerin başkomutanı sayılır ve cumhurbaşkanı yardımcısını, başbakanı, bakanlar kurulu üyelerini ve bazı yüksek kamu görevlilerini atar. Olağanüstü durumlarda yasama organının vereceği yetkiye dayanarak yasa gücünde kararnameler de çıkarabilir.

Yasama yetkisini kullanan Halk Meclisi, karmaşık bir nispi temsil sistemine göre beş yıllık bir dönem için seçilen 444 üye ile cumhurbaşkanının atadığı 10 üyeden oluşur. Temel işlevi hükümetin izlediği politikaları gözden geçirmek ve denetlemektir. Bütün yasa tasarıları, hükümet programı ve bütçe meclisten geçer. Meclisin güven desteğini çektiği bakanlar kurulu ve bakanlar istifa etmekle yükümlüdür. Cumhurbaşkanı meclisi ancak özel koşullarda ve halkoylaması sonunda gerekli onayı alarak dağıtabilir. Bu durumda 60 gün içinde seçime gidilmesi gerekir. Cumhurbaşkanının çok önemli konuları halkoylamasına sunma yetkisi de vardır.

Mısır’da tek parti yönetiminin sona erdirildiği 1976’dan sonra sınırlı çok partili sisteme geçilmiştir. İktidarı elinde tutan Ulusal Demokrat Parti karşısındaki başlıca muhalefet partileri merkez sol eğilimli Sosyalist Emek Partisi ile sağ çizgiyi temsil eden Yeni Vafd Partisi’dir. Komünistlerin ve aşın dinci grupların açık siyasal etkinliklerde bulunması resmen yasaklanmıştır.

1960’taki düzenlemeyle daha katılımcı bir nitelik kazandırılan yerel yönetim sistemi, her kademede atanmış yürütme görevlilerinin yanı sıra seçimle gelen halk meclislerini kapsar. Yerel halk meclisleri merkezî hükümetin denetimi altında eğitim, sağlık, konut, ulaşım, kamu hizmetleri, ekonomik kalkınma ve kooperatifçilik gibi konularla ilgilenir. En büyük yerel yönetim birimi olan illerin (muhafaza) başında cumhurbaşkanının atadığı valiler bulunur.

Yargı bağımsızlığı anayasayla güvence altına alınmıştır. Yargıçlann atanması ve adli kurumlann işleyişi konusunda Yüksek Adalet Konseyi’nin geniş yetkileri vardır. Bütün kademelerdeki mahkemeler ceza ve hukuk davalarına bakan bölümlere ayrılmıştır. En yüksek yargı mercii olan 10 üyeli Yüksek Anayasa Mahkemesi, anayasal denetim görevinin yanı sıra mahkemeler arasındaki uyuşmazlıklara da bakar.

SAĞLIK VE TOPLUM HİZMETLERİ


Yakın dönemde halk sağlığı programlan çerçevesinde gerçekleştirilen geniş çaplı yatınmlar. sağlık hizmetlerinin kırsal alanlara kadar yaygınlaştırmasını sağlamıştır. Bununla birlikte kırsal kesimde sağlık personeli açığı, halk sağlığını koruma önlemlerinin geriliği, yetersiz beslenme ve bazı hastakkların yaygınlığı gibi sorunlar sürmektedir. Bütün işçiler ve kamu görevlileri sağlık sigortasından yararlanır. Geçmişte yüksek olan bebek ölüm oranı, alman etkili önlemler sonunda binde 45,1’e (1987) kadar indirilmiştir. Ortalama ömür (1989) kadınlarda 60 yıl, erkeklerde 59 yıldır.

Çalışanların büyük çoğunluğunu kapsayan sosyal sigorta sistemi emekli, dul ve yetim aylığı ile iş kazası, işsizlik, annelik, işgörmezlik ve hastalık yardımı gibi hizmetleri kapsar. Kırsal kesimden yoğun göçler nedeniyle kentlerde konut açığı sorunu ciddi boyutlara ulaşmıştır. Konut yapımına ayrılan geniş kaynaklara karşın, yeni konut projeleri artan talebin gerisinde kalmaktadır.

EĞİTİM


Eğitim hizmetlerini yaygınlaştırma konusunda özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında sağlanan ilerlemeye karşın, okur: yazarlık oranı (1990) hâlâ yüzde 48,4 gibi düşük bir düzeydedir. Aynı dönemde eğitim alanında elde edilen iki önemli başarı ulusal bir eğitim sisteminin kurulması ve kızlar arasında okullaşma oranının yükselmesidir. Ilköğrenim 6-12 yaşlar arasında zorunludur. Resmî örgün eğitim sistemi üç aşamaya ayrılır. Altı yıllık ilköğrenimi üçer yıllık orta ve lise öğrenimleri izler. İlkokulu bitiren öğrenciler ancak gerekli sınavı verdiklerinde orta ve lise düzeyinde öğrenime devam edebilirler. Genel ve teknik öğretim veren iki tip lise vardır. Teknik liselerin çoğu tarım, ticaret ve sanayi okullarından oluşur. Örgün eğitim sisteminin yanı sıra el-Ezher Üniversitesine bağlı enstitülerde de çok sayıda öğrenci okur. Kuruluşu 970’e değin inen el-Ezher Üniversitesi İslam ve Arap bilimleri konusunda dünyanın en önde gelen eğitim kurumudur. Başlıca devlet üniversiteleri Kahire, İskenderiye, Ayn Şems ve Asyut’tadır. Ayrıca Kahire’de Amerikan Üniversitesi olarak bilinen özel bir üniversite vardır. Çeşitli yükseköğretim kurumlan da meslek dalları, güzel sanatlar, dil ve sosyal hizmetler alanında öğretim verir.

KÜLTÜREL YASAM


Mısır kültürü tartışmasız biçimde Arap ve İslam kimliğiyle ayırt edilen bir sosyokültürel gelenek içinde yer almakla birlikte Batı etkisinin belirgin izlerini de taşır. Batı’dan gelen değer ve kalıplann özümlenmesiyle hemen her alanda ortaya çıkan yeni öğeler bu özgün kimlikle kaynaşmıştır.

Modern Mısır romanında sık sık işlenen temalardan biri de Batı etkisidir. Tevfik el-Hakîm’in Usfur min eş-Şark (Doğu’dan Gelen Kuş) ve .Yahya Hakkı’nın Kındil Ümmü Haşim (Ümmü Haşim’in Kandili) adlı yapıtları bu eğilimin tipik örnekleridir. Bir başka yaygın tema Mısır köy yaşamıdır. Muhammed Hüseyin Heykel’in Zeyneb adlı yapıtı kırsal kesimin romantik bir betimlemesidir. Gerçekçi yaklaşımın örnekleri arasında ise Abdurrahman eş-Şarkavi’nin el-Ard (Toprak) ve el-Fellah’ı (Köylü) ile Yusuf İdris’in el-Haram’ı (Yasak) sayılabilir. Dickens’ınkine benzer bir yetenekle kentlerdeki yoksul insanların yaşam tarzını yansıtmayı başaran ve 1988 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Necip Mahfuz, Mısır’ın en büyük çağdaş romancısı olarak uluslararası ün kazanmıştır.

İlk Arapça oyunun 1870’te sahneye konduğu Mısır’da modern tiyatro, Avrupa’dan gelmiş bir sanat dalıdır. Tiyatronun benimsenmesinde önemli rol oynayan oyun yazarlarının başında Mahmud Teymur ve Tevfik el-Hakîm gelir. Genç oyun yazarlarının temaları toplumun geçirdiği değişimleri yansıtır. Oldukça köklü bir geleneğe dayanan sinemanın geçmişi I. Dünya Savaşı öncesine değin iner. Arap dünyasında geniş bir izleyici kitlesi bulan çağdaş Mısır filmleri birçok Asya ve Afrika ülkesine de gönderilir. Devletin yanı sıra çok sayıda özel şirket de film yapar.
Çağdaş Mısır müziği yerli halk müziğini, geleneksel Arap müziğini ve Batı müziğini kapsar. Bu üç türün karışımına dayanan popüler müziğin önde gelen adı, besteci ve şarkıcı Muhammed Abdülvehab’dır. Geleneksel Arap müziği sanatçısı Ümmü Gülsüm, yaklaşık 50 yıl boyunca Arap dünyasının en büyük şarkıcısı olarak ün yapmıştır. Yusuf Greiss ve Ebubekr Hayrat ise ulusal bir renk taşıyan Batı türü besteleriyle tanınırlar.
Folklor kaynaklarına dönüş Mısır kültürünün bütün alanlarında görülen bir olgudur. Bu gelişme geleneksel el sanatlarının ve halk danslarının canlanmasını da sağlamıştır. Plastik sanatlarda yerel temalar yaygın biçimde kullanılır. Resim ve heykel alanında özgün okulların geliştiği söylenebilir.
Ad:  19.jpg
Gösterim: 1011
Boyut:  38.5 KB

Ülkenin en eski bilim akademisi plan Mısır Enstitüsü 1859’da kurulmuştur. Özerk bir yapısı olan Arap Dili Akademisi (1932) bir başka önemli kültür kurumudur. Sanat, Edebiyat ve Sosyal Bilimler Yüksek Konseyi bir danışma organı olmanın yanı sıra kültürel etkinliklerin desteklenmesinde de önemli rol oynar. Bilim alanında başta Ulusal Araştırma Merkezi olmak üzere çeşitli uzman araştırma kurumlan etkinlik gösterir. Ülkede kültür mirasının korunduğu birçok kütüphane ve müze vardır.

Basın, sansürün kaldırıldığı 1973’ten bu yana siyasal ve ekonomik sorunlan gündeme getirmede göreli bir özgürlükten yararlanmaktadır. Ülkenin en eski gazetelerinden el-Ahram yarı resmî bir yayın organı niteliğindedir. Kahire Ortadoğu’nun en büyük yayın merkezi olarak kabul edilir. Radyo ve televizyon yayınlarını devlet yürütür.


Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 13:59
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
13 Haziran 2008       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi

TARİH


TARİHÖNCESİ


Sponsorlu Bağlantılar
Nil Vadisine yerleşen ilk toplulukların bir dizi göç sonunda çevredeki çöl alanlarından geldiği saptanmıştır. Bataklıkların kurumasına bağlı olarak gelişen bu süreç içinde avcılığa ve toplayıcılığa dayalı göçebe yaşam biçiminden yerleşik tarıma
geçişin ne zaman gerçekleştiği tam olarak bilinmemektedir. Eldeki veriler İÖ 5000’den sonraki bir dönemde bazı küçük ve yerel kültürlerin ürün ekimine başladığını göstermektedir.

Mısır’ın bilinen en eski Neolitik kültürlerinin ortaya çıktığı yer delta bölgesidir. İlkel ev ve çanak çömlek yapımıyla ayırt edilen bu kültürleri izleyen Tasien kültür ve Badarien kültür daha gelişkin bir evreyi yansıtır. Daha sonraki Amratien kültür büyükçe kentler ve daha ileri bir teknikle belirlenir. Bu kültürün ileri bir aşaması olarak ortaya çıkan Gerze kültürü ise Yakındoğu ile ilişkilerin geliştiği, yerel krallıkların kurulduğu ve ilkel bir yazı sisteminin kullanılmaya başladığı evreye denk düşer.
Ad:  1.jpg
Gösterim: 1270
Boyut:  50.4 KB

Gerze kültürünün son döneminde öne çıkan ve kendilerini Gök Tanrısı Horus’la özdeşleştiren Nehen (Hierakonpolis) kralları öteki devletlere boyun eğdirerek Mısır’ın siyasal ve kültürel birliğini sağladılar. Maddi kültürde köklü bir dönüşüme ve ilk bürokratik yönetimin kuruluşuna sahne olan bu süreç, Tarihöncesinden yazılı tarihe geçişin koşullarını yarattı.

İLK SÜLALELER


İÖ 3100 dolaylarında Aşağı ve Yukarı Mısır’ı tek bir taht altında birleştiren Menes, Mısır’ın ilk kralı olarak kabul edilir. Memphis adıyla yeni bir başkent ve çeşitli sulama kanalları inşa eden Menes’in temelini attığı hanedan, 1. sülale (İÖ y. 3100 - y. 2890) olarak bilinir. Mısır’ın Nübye ve Sina’ya doğru genişlemesi, 1. sülale döneminin ilk yarısında gerçekleşti. Dönemin ortalarında yeni bir yazı aracı olarak papirüs bulundu. 1. sülale gelişmesinin doruğuna İÖ 2950’lerde ulaştı.
Bir taht mücadelesi sonunda kurulan 2. sülale (İÖ y. 2890-2686) çok geçmeden iç çatışmalarla sarsılarak yerini 3. sülaleye (İÖ 2686-2613) bıraktı.

ESKİ KRALLIK


Eski Krallık’m kurucusu olarak kabul edilen 3. sülalenin ikinci firavunu Coser, büyük teknolojik yeniliklere ön ayak olarak ilk taş piramit grubunu yaptırdı. Sonraki firavunlar merkezîleşmeyi daha da ileri götürerek ülkenin hemen her yanında sıkı bir yönetim sistemi kurdular. Güçlü bir merkezî yapıyla ayırt edilen 4. sülalenin (İÖ 2613 - 2494) yönetimi toprağa bağlı köylülerin aşırı biçimde sömürülmesine dayanıyordu. Bu yoldan elde edilen yüksek devlet gelirleri büyük tapınakların ve piramitlerin yapımına aktarılıyordu. Büyük ölçüde angarya yöntemiyle inşa edilen el-Gize yakınlarındaki görkemli Keops, Kefren ve Mikerinos piramitleri aynı zamanda firavunların baskıcı otoritesini simgeler. Recedeften sonra 4. sülale firavunları kendilerini Güneş Tannsı Ra’nın oğlu olarak nitelendirmeye başladılar.

Ra’ya tapınmanın doruğuna ulaştığı 5. sülale döneminden (İÖ 2494-2345) kalma küçük piramitler daha çok dinsel tasvirleriyle dikkat çeker. Ele geçirilen çeşitli buluntular Anadolu’ya ve Afrika içlerine kadar uzanan canlı ticari ilişkilerin varlığını gösterir. Dönemin bir başka önemli gelişmesi de daha kuramsal bir nitelik kazanan bürokrasi üzerindeki firavun denetiminin zayıflamasıdır. Ölüm Tannsı Osiris’in öne çıkması son üç firavunun dönemine rastlar.

Yüksek görevliler arasında bağımsızlaşma eğiliminin daha da arttığı 6. sülale döneminde (İÖ 2345-2181) bölgelerin merkezden giderek uzaklaşması yönünde bir eğilim ortaya çıktı. Bu dönemden kalma yazıtlarda uzak bölgelere düzenlenen ticari ve askeri seferlerden ve Aşağı Nübye ile çatışmalardan söz edilir. Kısa ömürlü 7. ve 8. sülalelerin (İÖ 2181-2160) başansız yönetimi yaygın kıtlık ve karışıklıklarla birleşince Eski Krallık çöktü.

BİRİNCİ ARA DÖNEM


Tahtın Herakleopolis firavunlarına geçtiği 9. sülale döneminde (İÖ 2160-2130) yerel yöneticiler üzerindeki firavunluk otoritesi sembolik bir düzeye indi. Bunu gene Herakleopolis’te hüküm süren 10. sülale (İÖ 2130-2040) ile Teb’i başkent edinen 11. sülale (İÖ 2133-1991) arasındaki çekişme izledi. Teb firavunları istikrarlı bir yönetim kurmayı başarırken, Herakleopolis’te firavunluk tahtı sık sık el değiştiriyordu. Sonunda Teb firavunlarından II. Mentuhotep (hd İÖ 2008-1957) yeniden siyasal birliği sağlayarak daha geniş bir kültürel temelde tek bir devletin kurulması için gerekli koşullan hazırladı. Bu bakımdan 11. sülalenin son dönemi Orta Kraihk’ın başlangıcı olarak kabul edilir.

ORTA KRALLIK


Son Teb firavununun ölümünden sonra baş gösteren iç savaşta tahta el koyan ve 12. sülaleyi (IÖ 1991- 1786) başlatan eski vezir I. Amenemhet (hd İÖ 1991-1962) Memphis yöresinde yeni bir başkent kurarak karışıklıklara son verdi. Eski merkeziyetçi gelenekleri canlandırmakla birlikte bölge valilerine karşı baskıcı bir yönetim uygulamaktan kaçındı. Hükümdarlığının 20. yılında tahtına ortak ettiği oğlu I. Sesostris Nübye’ye seferler düzenleyerek Nil’in İkinci Çağlayanına kadar olan topraklan ele geçirdi. Aynı dönemde göçebe topluluklar da sindirildi.

Sonraki firavunlar döneminde de sık sık başvurulan askeri harekâtlar giderek düzenli bir ordunun biçimlenmesini sağladı. Öte yandan inşa edilen geniş çaplı sulama sistemleriyle tanmsal üretime büyük bir atılım kazandınldı. Bölge valilerinin nüfuzunu kırma girişimlerini sonuca ulaştıran III. Sesostris (hd İÖ 1878-1843) Nil Vadisinin kuzey ve güney yanlarıyla Nil Deltasının doğu ve batı kesimlerinden oluşan yeni bir yönetim düzenlemesinin temelini attı. Tarıma ve fetihlere dayanan yüksek refah düzeyi özellikle III. Amenemhet döneminde (İÖ 1842-1797) doruğuna ulaştı. Mısır’ın bilinen ilk kadın hükümdarı Sebeknefru’nun başa geçişinden kısa bir süre sonra 12. sülale sona erdi.

Taht çekişmeleri nedeniyle kısa ömürlü hükümdarlıklara sahne olan 13. sülale döneminde (İÖ 1786-1633) büyük önem kazanan vezirlik makamı uzun yıllar tek bir ailenin elinde kaldı. Doğudan ve güneyden gelen göç dalgaları Mısır nüfusuna yeni öğeler katmaya başladı. Başkentin Teb’e taşındığı son firavunlar döneminde Aşağı Nübye üzerindeki denetim yitirildi.

İKİNCİ ARA DÖNEM


Artan hanedan çekişmeleriyle Mısır’ın bir kez daha parçalanmasından sonra, ülkenin kuzeyini istila eden ve Avaris’i başkent edinen Asya kökenli Hyksoslar 15. sülaleyi (İÖ 1674-1567) oluşturdular. Bu dönemde Hyksoslann üstünlüğünü kabul ederek varlığını koruyan en önemli güç odağı 17. sülale (İÖ 1650- 1570) olarak Teb’de hüküm süren Mısırlı firavunlardı. Hyksos yönetimi Mısır’a birçok yenilikler getirerek, ülkenin teknolojik alanda Batı Asya’ya yetişmesinde önemli rol oynadı.
I. Apopis döneminde Teb firavunu Sekenenre’nin başlattığı ayaklanma yenilgiyle sonuçlandı. Ama onun oğlu Kamose giriştiği başarılı askeri harekâtla Hyksosları kuzeye sürdüğü gibi Hyksoslann kışkırtmasıyla harekete geçen Nübye’deki Kuşi hükümdarlarının saldırısını da boşa çıkardı. Kamose’ nin zaferleri Hyksos egemenliğinin yıkılmasında önemli bir dönüm noktası oldu.

YENİ KRALLIK


18. sülale (İÖ 1570-1320). Bütün Mısır’a egemen bir firavun olarak yeni bir dönemi başlatan I. Ahmose (hd İÖ y. 1570-1546) kuzeye düzenlediği bir sefer sonunda Hyksoslan Filistin’e kadar sürdü. Ardından Nübye’yi yeniden Mısır’a bağladı. Bu sırada Yakındoğu’da güçlü bir devletin bulunmayışı, Mısır’ın doğuya doğru yayılmasını kolaylaştırdı. Yeni toprakların yararlık gösteren komutanlara dağıtılması güçlü bir askeri sınıf yarattı.

Ahmose’nin oğlu ve ardılı I. Amenofis (hd İÖ 1546-1526) güneyde Mısır’ın sınırlarını Nil’in Üçüncü Çağlayanına kadar genişletmenin yanı sıra Asya’da bazı seferlere çıktı. Bu dönemde Amon-Ra kültü resmî din olarak benimsendi. Sonraki iki firavun I. ve II. Tutmosis yayılmacı politikayı sürdürerek Fırat’a kadar ulaştı. II. Tutmosis’in üvey kardeşi ve kansı Hatşepsut, bir süre üvey oğlu III. Tutmosis’in naipliğini yaptıktan sonra 1503 dolaylannda yönetimi doğrudan kendi eline aldı. Bu dönemde özellikle ticarette sağlanan büyük gelişmeye karşın, Mısır’ın Asya’daki üstünlüğü sarsılmaya başladı. Asya’daki ayaklanmayı bastırarak kazandığı saygınlıkla tahta çıkmayı başaran III. Tutmosis (hd İÖ 1504-1450) Mitanni tehdidine karşı birçok yeni sefer düzenledi. Bölgede Mısır egemenliğini yeniden kabul ettirmekle birlikte etkili ve merkeze bağlı bir yönetim sistemi kuramadı. Buna karşılık Nübye’nin giderek Mısır’la bütünleşmesi yolunda önemli adımlar attı. Fetihlerle birlikte Mısır’ın zenginliği artarken, birçok önemli mevki askerlerin eline geçti.
Ad:  3.jpg
Gösterim: 1096
Boyut:  48.3 KB

II. Amenofis (hd İÖ 1450-1425) babasından devraldığı imparatorluğu korumaya ağırlık vererek Asya’da bir tür güç dengesi kurmayı başardı. Yerine geçen IV. Tutmosis (hd İÖ 1425-1417) Mitanni kralının kızıyla evlenerek bir barış ortamı yaratmaya çalıştı. Onun oğlu III. Amenofis (hd IÖ 1417-1379) Nübye’deki ve delta bölgesindeki ayaklanmaları bastırdıktan sonra Amenofis (Hapuoğlu) gibi yetenekli yöneticilerin yardımıyla ulaşım ve bayındırlık alanında geniş çaplı yatırımlar gerçekleştirdi. Asya’daki devletlerle diplomatik ilişkileri daha da ileriye götürdü.

Önceleri IV. Amenofis olarak bilinen Ahenaton (hd İÖ 1379-1362) güneş kursu olarak betimlenen Aton’a dayalı tek tanrılı bir din yaratmaya çalışarak her alanda köklü değişikliklere girişti. Mısır’ın orta kesimindeki Amarna’da Ahetaton adıyla kurduğu yeni başkenti resmî dine bağlı bir odak durumuna getirdi. Ama yeni din halk arasında fazla benimsenmediği gibi orduyla birleşen sivil yöneticilerle Amon rahiplerinin muhalefeti firavunun otoritesini zayıflattı. Bu arada Hititlerin yükselişiyle birlikte Mısır’ın Yakındoğu’daki egemenliği sarsılmaya başladı. Geniş imparatorluğu ayakta tutan ticaret de giderek bozuldu. Altı kızı olan Ahenaton’dan sonra kısa sürelerle iki damadı firavunluk yaptı. Bu dönemde Aton dininden hızlı bir dönüş sürecine girildi. Tutanhamon’un (hd İÖ 1361-1352) dul karısı Anhesenamen’in bir Hitit prensiyle evlenerek tahtı elinde tutma girişiminin boşa çıkarılmasından sonra, daha önce naiplik yapan Ay (hd İÖ 1352- 1348) başa geçti. Onun yerini alan Horemheb (hd İÖ 1348-1320) geleneksel Amon dinini geri getirdi ve orduya dayanan etkili bir yönetim mekanizması oluşturdu.

19. ve 20. sülaleler. Horemheb’in veziri ve ardılı I. Ramses (hd İÖ 1320-1318) 19. sülalenin (İÖ 1320-1200) kurucusu olarak kabul edilir. Ondan sonra tahta çıkan oğlu I. Seti (hd ÎÖ 1318-1304) Suriye’de giriştiği askeri harekâtlarla Hitit yayılmasını durdurdu. Ayrıca Libya’dan gelen bir saldırıyı boşa çıkardı.

Bir süre babasıyla tahtı paylaşan II. Ramses (hd İÖ 1304-1237) Suriye’de üstünlüğü sağlamaya yönelik Kadeş Savaşı’ndan (IÖ 1286) bir sonuç alamadı. Daha sonra Asur tehdidi karşısında Hititlerle Kadeş Antlaşmasını (İÖ 1270) imzalayarak III. Hattuşili’nin kızıyla evlendi. Böylece Suriye iki komşu devlet arasında paylaşıldı. II. Ramses’in yönetimi altında tapınak yapımı ve onarımı büyük önem kazandı. Yahudilerin Mısır’dan bu dönemde sürüldüğü sanılmaktadır.

II. Ramses’in oğlu Merneptah (hd İÖ 1236-1223) Deniz Halklarımn Libya’dan yönelttiği saldırılan püskürttü ve Mısır’ın Asya’daki topraklannı dış saldırılardan korudu. Ama onun ardılları iç ve dış sorunlarla başa çıkamayınca tahtı ele geçiren Set- naht (hd İÖ 1200-1198) düzeni sağlayarak 20. sülaleyi (İÖ 1200-1085) başlattı.

Setnaht’ın oğlu III. Ramses (hd İÖ 1198- 1166) Deniz Halklarının Mısır’ı karadan ve denizden istila girişimini önlemede büyük başarı gösterdi. Deniz Halklarının bir bölümünü sınır bölgelerine yerleştirerek paralı asker olarak kullandı. Ardından Libya’dan gelen Meşveş kabilelerinin saldırılarım püskürttü. Ama birbirini izleyen büyük savaşlar Mısır ekonomisini önemli ölçüde sarstı. Yönetimdeki bozukluğun da etkisiyle yayılan kıtlık, yapı işçilerinin tarihte bilinen ilk greve gitmesine yol açacak bir boyuta ulaştı. Bu arada sarayda yüksek görevlilerin ve subayların karıştığı bir komplo ortaya çıkarıldı.

III. Ramses’le birlikte firavunların öteden beri geniş topraklar bağışladığı tapmaklar güçlü rahip ailelerinin dayanağı durumuna geldi. Özellikle Teb rahipleri siyasal alanda önemli bir ağırlık kazandı. Ote yandan Mısır Asya’daki topraklardan çekilmek zorunda kaldı. Dışarıdan gelen altın, gümüş ve bakır kaynaklarının kesilmesiyle mezar ve anıtlara yönelik yaygın bir yağma hareketi başladı. Güçsüz firavunlar ülkenin birçok yerinde denetimi yitirdi. XI. Ramses yönetimindeki (İÖ 1113-1085) karışıklıklardan yararlanan Teb rahibi Herihor hükümdarlığını ilan ederek ülkenin güneyine egemen oldu. XI. Ramses’in ölümünden sonra da Tanis valisi Smendes kendini firavun ilan ederek 21. sülaleyi (İÖ 1085-935) kurdu.

ÜÇÜNCÜ ARA DÖNEM


Mısır’ı aralarında paylaşan 21. sülale firavunları ve Teb rahipleri, yakın akrabalık bağlarının da etkisiyle bir çatışmaya girmediler. Bu arada Meşveş kökenli askerler yönetim kademelerinde önemli bir yer edinmeye başladılar. 21. sülale döneminin sonlarında Mısır Asya’da ki bazı topraklarını İsrail Krallığı’na bırakmak zorunda kaldı.

Güçlü bir askeri desteğe dayanan Meşveş şeflerinden I. Şeşonk’un tahta el koymasından sonra, Mısır’ın kuzey kesimi Libya kökenli 22. sülalenin (İÖ 935-725) yönetimine girdi. Yeni sülalenin Teb yüksek rahipliğini elinde tutma çabası sık sık iç savaşlara yol açtı. Büyük Meşveş şeflerinin bazı bölgelere egemen olmasıyla parçalanma süreci daha da hızlandı. Teb’de 23. sülale (İÖ 817-725) olarak bilinen yeni bir hanedan ortaya çıktı. Öte yandan güneydeki Kuşi hükümdarları Mısır için önemli bir tehdit kaynağı durumuna geldi. Delta bölgesindeki Sais’in öne çıkmasıyla kurulan 24. sülale (İÖ 725-710) çok kısa bir süre başta kalabildi. Rakip 25. sülalenin (İÖ 751-656) kurucusu olarak ortaya çıkan Kuşi hükümdarı Şabaka egemenliğini bütün Mısır’a kabul ettirdi.

Kuşi firavunları Yakındoğu’da güç kazanan Asurlulann Mısır’a girmesini önleyemediler. Asurlulan Mısır’dan çıkarmaya yönelik iki girişimin boşa çıkmasından sonra, Kuşiler Mısır’ın siyasal sahnesinden bütünüyle çekildiler. Asur kralı Asurbanipal sert bir sindirme hareketine girişmekle birükte, Mısır’ın yönetimini delta bölgesindeki yerel prenslere bıraktı. Sais’in güçlü prensi I. Psammetikhos (Psamtik) bir süre sonra bağımsızlığını ilan ederek 26. sülaleyi (İÖ 664-525) başlattı. Yunanlı paralı askerlerin de yer aldığı üstün ordusuna dayanarak Mısır’ı yönetimi altında birleştirdi.

Yunanistan’la ticari ilişkilerin geliştiği bu dönemde Sais firavunları Asya’da statükoyu korumaya yönelik bir dış politika izlediler. Babil tehlikesine karşı Asur’u tampon bir güç olarak destekleyen II. Neko (hd İÖ 610-595) Filistin ve Suriye’deki bazı başarılara karşın Babil saldırıları karşısında tutunamadı. Daha sonra Apries’in (hd İÖ 589-570) Filistin’deki Babil egemenliğine son verme girişimi de sonuçsuz kaldı. Libya’daki Yunan kolonisi Kyrene’ye düzenlenen başarısız seferin ardından firavun olan II. Ahmose (hd İÖ 570-526) Yunanistan’la düzenli ticari ilişkiler kurulmasını sağladı. Aynca Pers tehdidine karşı Babil’i ayakta tutmaya çalıştı. II. Ahmose’nin ölümünden altı ay sonra Mısır’a saldıran Pers hükümdarı II. Kambyses, kısa sürede Nübye’ye kadar olan topraklan ele geçirdi.

AHAMENİŞ YÖNETİMİ VE SON SÜLALELER


Ahameniş hanedanından gelen Pers hükümdarları başlangıçta Mısır’ı firavun unvanıyla yönettiler. Bu nedenle Ahameniş egemenliği 27. sülale dönemi (İÖ 525-404) olarak da bilinir. Tapınakların gelirlerini kıstığı için rahiplerin tepkisini çeken II. Kambyses’ten sonra başa geçen I. Dareios, daha yumuşak bir tutum izleyerek geleneksel kurumlann ayakta kalmasına izin verdi. Bununla birlikte Mısır’ı imparatorlukla bütünleştirecek bir satraplık düzeni kurdu. Vergi yükünü hafifletmenin yanı sıra Nil’i Kızıldeniz’e bağlayan kanalı tamamlayarak ve çeşitli sulama projeleri başlatarak Mısır ekonomisine önemli bir katkıda bulundu.

I. Dareios’un ölümünden sonra delta bölgesinde başlayan ayaklanma, I. Kserkses’in sert önlemler almasına yol açtı. Atina’dan destek alan İnaros’un delta bölgesinde denetimi sağlayarak İÖ 460’ta kurduğu bağımsız yönetim, Pers saldırılarına ancak altı yıl dayanabildi. II. Dareios’un ölümünden (İÖ 404) sonra Ahameniş egemenliğine son verildiyse de sürekli taht kavgalarıyla belirlenen bir döneme girildi. Birbirini izleyen kısa ömürlü üç sülale daha çok Pers saldırılarına karşı Mısır’ın bağımsızlığını korumakla uğraştı. Bu saldırıların boşa çıkarılması ekonomik ve kültürel alanda büyük bir gelişmeye olanak verdi. Özellikle Akhoris’ in dönemi (İÖ 393-380) Mısır’ı yeniden güçlü bir devlet durumuna getirdi.

Yunanistan’ın desteğinde Filistin’e düzenlenen başarısız seferin ardından tahta çıkan II. Nektanebos (hd İÖ 360-343) Ahameniş hükümdarı II. Artakserkses’in İÖ 343’te giriştiği saldırıya karşı koyamayarak yenilgiye uğradı. Mısır’ı yeniden bir satraplığa dönüştüren Artakserkses, kentlerin surlarını yıkarak tapınakları yağmaladı. Nübyeli bir prensin İÖ 338’de kurduğu yönetim İÖ 335’te yerini bir kez daha Ahameniş egemenliğine bıraktı.

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:02
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
17 Eylül 2010       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi

İSKENDER’İN FETHİ VE PTOLEMAİOS HANEDANI


İÖ 332 sonbaharında Mısır’a giren Makedonya kralı İskender (Büyük), halk tarafından bir kurtarıcı olarak karşılandı. İÖ 331 ilkbaharında Mısır’dan ayrılmadan önce yönetimi düzenleyen İskender, geride MakedonyalIların komutasında güçlü bir ordu bıraktı. Onun ölümünden (İO 323) sonra satrap olarak Mısır’ın yönetimini üstlenen I. Ptolemaios Soter, öteki komutanlarla giriştiği aylaşım mücadelesinde Kyrenaika (Bera) ile Kıbrıs’ın yanı sıra Ege’deki bazı adalarla Anadolu ve Trakya’daki bazı kentleri de ele geçirdi. Konumunu sağlamlaştırdıktan sonra İÖ 305’te bağımsızlığını ilan ederek kral unvanı aldı. Böylece Mısır Ptolemaios hanedanı altında Helenizmin en varlıklı ve güçlü kalesi durumuna geldi.

I. Ptolemaios (hd İÖ 305-282) ile oğlu II. Ptolemaios Philadelphos (hd İÖ 282-246) Mısır’ın ekonomik ve yönetsel yapısında köklü düzenlemelere gittiler. Dev sulama tesisleri sayesinde artan ürün çeşitliliği geniş toprakların ekime açılmasını özendirdi. Başkentin Memphis’ten İskenderiye’ye taşınmasından sonra bütünüyle Makedonya-Yunan kimliğini taşıyan bir merkezî yönetim biçimlendi.

Ptolemaios İÖ y. 277’de kız kardeşi II. Arsinoe ile evlenerek hanedanın birçok kralı tarafından sürdürülen bir geleneği başlattı. II. Arsinoe devlet politikalarının belirlenmesine doğrudan karışarak yayılma amacıyla Selevkoşlara karşı girişilen I. Suriye Savaşı’nda (İÖ 274-271) önemli rol oynadı.

III. Ptolemaios Euergetes (hd İÖ 246-222) Suriye’de Selevkoslar karşısında büyük bir zafer kazanarak Mısır’ın Asya’daki topraklarını daha da genişletti. Ayrıca Perslerce alınmış olan Mısır tann heykellerini geri getirdi. Yerine .geçen oğlu IV. Ptolemaios Philopator (hd İÖ 222-205) yeni bir saldırıya geçen Selevkoslan başarıyla püskürttü. Bu savaş sırasında ilk kez çok sayıda Mısırlı asker MakedonyalI ve Yunanlı birüklerin yanında çarpıştı. Bir saray entrikası sonucunda başa geçtiği sanılan V. Ptolemaios Epiphanes’in döneminde (İÖ 205-180) güneyde baş gösteren yerel ayaklanmalar krallığın gücüne önemli bir darbe vurdu. Bu durum Selevkoslar karşısında sürekli bir gerilemeye de yol açtı. Asya’daki topraklarını yitiren Mısır, İÖ 195’te Selevkoslann himayesi altına girmek zorunda kaldı. VI. Ptolemaios Philometor döneminde (İÖ 180- 145) Selevkos baskısı daha da ağırlaştı. Mısır’ı işgal eden Selevkoslann ülkeye egemen olması ancak Roma’nm müdahalesiyle önlenebildi (İÖ 168).

Roma Doğu Akdeniz’deki çıkarlan için bir tehlike olarak görmediği Mısır’ın bağımsızlığını korumakla birlikte sürekli müdahaleci bir politika izledi. Bu nedenle kısa sürelerle birbirinin yerini alan Mısır hükümdarları giderek hızlanan çöküşün önünü alamadılar. Yaklaşık 30 yıl başta kalmayı başaran XII. Ptolemaios Auletes bile Roma’nın desteğini almak için sık sık rüşvete başvurmak zorunda kaldı. İki erkek kardeşiyle birlikte tahta çıkan XII. Ptolemaios’un luzı VII. Kleopatra (hd İÖ 51-30) Julius Caesar ve Marcus Antonius gibi güçlü Roma komutanlannı ustaca kullanarak hanedanı eski konumuna kavuşturma yönünde bazı adımlar attı. Ama Roma’nın içişlerine karışmaya varan politikaları, Octavianus (Augustus) komutasındaki Roma kuvvetlerinin Mısır’ı işgal etmesine yol açtı. Böylece Ptolemaios hanedanı yıkıldı. Ptolemaios dönemi getirdiği büyük değişikliklerle Mısır tarihinde önemli bir yer tutar. Son sülale döneminde 3-4 milyon olarak tahmin edilen Mısır nüfusunun Roma yönetiminin başlarında 7,5-8 milyona ulaşmış olması hızlı gelişmenin çarpıcı bir göstergesidir. Bu artışta IÖ 3. ve 2. yüzyıllarda Anadolu’dan ve Yunan adalarından gelen göçmenlerin ve Mısır’a sığınan Yahudilerin de önemli rol oynadığı sanılmaktadır.

Mısır’ın bu dönemde ulaştığı refahın önemli bir dayanağı ekonomik kaynaklardan yararlanmak için geliştirilen etkili yönetim sistemiydi. Hükümdara bağlı olarak çeşitli alanlardan sorumlu olan yüksek görevlilerin altında en küçük birimlere kadar inen geniş bir bürokratik ağ vardı. Çeşitli işlevleri bir arada yerine getirmeye yönelik esnek bir yapısı olan bu bürokrasi her türlü ekonomik etkinliği denetim altında tutuyordu. Sivil ve askeri görevler arasında kesin bir ayrım yoktu. Aynı zamanda kendilerine bağışlanan topraklan işleyen askerler sivil yaşamla bütünleşmişti. Bürokratik sistemdeki Yunan ağırlığına karşın, memurluk makamlan Helenleşmiş Mısırlılara da açıktı.
Ad:  2.jpg
Gösterim: 1268
Boyut:  53.8 KB

Efsanevi Mısır zenginliğinin temel kaynağı tanmdı. Kralın mülkiyeti altında sayılan arazilerin önemli bir bölümü tapmaklann, geri kalanı da yüksek görevlilerin ve kiracı çiftçilerin elindeydi. Papirüs, yağ, keten ve içki gibi önemli ürünlerin imalatı ve ticareti devletin denetimi altındaydı. Böylece krallığın hâzinesine hem tarımdan, hem de imalat ve ticaretten oldukça yüksek bir gelir akıyordu. Ülkede ilk kez kurulan düzenli para sistemi, yalnızca kraliyet sikkelerinin dolaşımına olanak veriyordu. Para ekonomisinin gelişmesini sağlayan bir etken de ticaret hacminin gösterdiği dev büyümeydi. Cam eşyaları ve mücevherleriyle ünlü İskenderiye Doğu Akdeniz ticaretinde önemli bir yer tutuyordu.

Ptolemaios hükümdarları Mısır’ın dinsel kurumlarını ayakta tutmanın yanı sıra tapınak yapımına ve onarımma da büyük önem verdiler. Öte yandan Mısır tanrılarını Yunan tanrılarıyla özdeşleştirdiler ve belirli kurallara bağlanmış bir kraliyet kültü yarattılar.

Ptolemaios döneminden kalma mimari yapılar ve heykeller Mısır sanat geleneğinin canlılığını bu dönemde de sürdürdüğünü göstermektedir. Hiyeratik ve demotik yazıyla yazılan Eski Mısır dilinde birçok yapıtın verildiği bu dönemde, Yunan edebiyatı da geniş bir çevreye yayıldı. Değişik kültürlerin buluşma noktası olan İskenderiye, Yunan düşün ve bilim dünyasının en önemli merkezi durumuna geldi. Bir müzeyi de barındıran İskenderiye Kütüphanesi, Antik Çağın en ünlü kütüphanesiydi. İskenderiye uzun yıllar büyük bilginleri ve şairleri çeken bir merkez olarak kaldı.

ROMA YÖNETİMİ


Roma’ya bir eyalet olarak bağlanan Mısır, imparatorluğu besleyen bir tahıl ambarı olması nedeniyle askeri savunma açısından hemen güvenceye alındı. Roma senatörlerinin bile imparatorluk izni olmadan Mısır’a girmesi yasaklandı. Öte yandan Mısır Roma’nm doğu ve güney yönündeki yayılması için bir üs durumuna getirildi. Arabistan’ın alınmasıyla Süveyş suyolu yeniden açıldı. Güneydeki Roma işgali ile Nil’in Birinci Çağlayanının güneyine kadar ulaşıldı.

Mısır genelde Roma’daki siyasal mücadelelerin dışında kaldıysa da, birkaç kez zorla tahtı ele geçirmeye çalışan komutanların ayaklanmalarına sahne oldu. Bu girişimlerden ancak Vespasianus’un ayaklanması (İS 69) kalıcı bir başarıya ulaşabildi. Roma’nın karışıklıklar içinde olduğu 3. yüzyılda Suriye’deki Palmyra kentini yöneten hanedanın müdahalesi sonunda, Mısır 270’ten 272’ye değin imparatorluktan koptu. Bu arada yerli halkın ve özellikle Yahudilerin çeşitli dönemlerde yönetime karşı giriştiği ayaklanmalar fazla büyümeden bastırıldı.

Romalılar Mısır’ı ele geçirdikten sonra gelirleri artırmak amacıyla öncelikle maliye ve vergi işlerini düzenlemeye ağırlık verdiler. Bu alanda getirilen en kapsamlı değişiklik kentlerde oluşturulan özerk yönetim birimleri aracılığıyla vergi ödemelerinin kolaylaştırılmasıydı. Bu sistem aynı zamanda merkezi yönetimin yerel işlerin yükünden kurtulmasını sağlıyordu. Öte yandan Romalıların getirdiği çok sayıda yeni vergi daha karmaşık bir sistemin oluşmasına yol açtı. Aynı dönemde tarım, ticaret ve imalatta daha geniş bir serbestliğin uygulanmasıyla özel girişimciliğin ekonomideki rolü de artırıldı. Bu durum kiracı çiftçiler üzerindeki sömürünün ağırlaşması sonucunu doğurdu. Para ekonomisinin kırsal kesim üzerindeki etkisi daha da belirginleşti. 3. yüzyıl sonlarında paranın değerinin hızla düşmesi ve askeri harcamalar için gelişigüzel vergilere başvurulması ciddi ekonomik sorunlar yarattı.
Roma yönetimiyle birlikte toplum içindeki sınıflaşma eğilimi daha açık bir biçim aldı. Yunan kökenliler elde ettikleri ayrıcalıklarla bir kent aristokrasisi niteliğini kazandılar.

Sınıf aynmları bütün imparatorluk uyruklarına yurttaşlık hakkının fiilen tanındığı 212’den sonra da silinmedi.
Yunan kültürünün Mısır’daki açık üstünlüğü Roma yönetimi altında da sürdü. Bununla birlikte geleneksel Mısır kültürü de varlığını korudu. Yunan kültürünün odağı olarak kalan İskenderiye felsefe ve ilahiyatın öne çıkmasıyla çeşitli öğretilere beşiklik etti. Romalılar yerel Mısır kültlerine hoşgörü gösterirken 2. yüzyılın ikinci çeyreğinde yayılmaya başlayan Hıristiyanlığa karşı sert önlemlere başvurdular.

BİZANS YÖNETİMİ


Mısır’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası sayılan 4. yüzyılın ilk yansı önemli değişikliklere sahne oldu. İmparator I. Constantinus’un 313’te Hıristiyanlar üzerindeki baskıya son vermesiyle sağlanan barış ve istikrar yeni bir refah döneminin yolunu açtı. Öte yandan Konstantinopolis’in (İstanbul) 330’da başkent ilan edilmesinden sonra, İskenderiye’nin Doğu Roma’daki konumu ikinci plana düştü. Yeni başkentle siyasal ve ekonomik bağlann güçlenmesi Mısır’ı yeniden Doğu Akdeniz’in yörüngesine soktu. Sonuçta Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölündüğü 395’te Mısır Doğu Roma’ya (Bizans) bağlandı.

Özgürlük ortamında Mısır’da büyük bir dinsel güç kazanan Hıristiyanlık, çok geçmeden dindışı alanda da etkili bir konuma ulaştı. Mısır Kilisesi’nin başı durumunda olan İskenderiye patriği ülkenin önde gelen güç odaklarından biri durumuna geldi. Ülkenin yönetsel amaçlarla daha küçük birimlere bölünmesi kilisenin gücünü artıran bir başka etkendi. Ama İskenderiye patriklerinin bu konumlarını koruyabilmeleri bir yandan Konstantinopolis ile ilişkileri iyi tutmalarına, bir yandan da içerideki desteklerini sürdürebilmek için Konstantinopolis’ten denetim girişimlerine karşı koymalarına bağlıydı. Bu iki eğilimi bağdaştırmanın güçlüğü sonunda İskenderiye ile Mısır’ın geri kalan bölümü arasında toplumsal, siyasal ve kültürel bir uçurumun doğmasına, buna koşut olarak Helenizm ile yerli Mısır kültürünün çatışma içine girmesine yol açtı. Böylece ortaya çıkan Bizans’tan kopma eğilimi Kopt Hıristiyanlığının doğmasıyla sonuçlandı. Khalkedon (Kadıköy) Konsili’nin (451) Koptlarca savunulan Monofizit öğretiyi reddetmesiyle Kopt Kilisesi bağımsızlaşma sürecine girdi.

Mısır yoğun din kavgalarına ve güneydeki düşman kabilelerin sürekli saldırılarına karşın Bizans İmparatorluğu’nun kilit eyaletlerinden biri olarak kaldı. Herakleios 610’da İmparator Phokas’ın baskıcı yönetimine son vermek amacıyla giriştiği ayaklanmada Mısır’ı elinde tutmanın sağladığı üstünlükten yararlandı. Daha sonra savunmasız bırakılan Mısır, Sasanilerin saldırısına uğrayarak 619’da işgal altına girdi. Geniş çaplı bir kıyım ve yağmaya girişen Sasaniler ancak 628’de imzalanan barış antlaşmasıyla Mısır’dan çekildiler.

Bu dönemde İslamm yayılmasıyla birlikte Arapların giriştiği fetihler Mısır’ı da tehdit etmeye başladı. Mısır üzerine 639’da yürüyen Amr bin As komutasındaki Arap kuvvetleri delta bölgesinin doğusundaki direnişi kırarak 641’de Bizanslılan barış yapmaya zorladı. Bizans kuvvetlerinin gemilerle boşaltılmasından sonra 642’de İskenderiye Arapların eline geçti.
Mısır’ın kolayca düşmesinin başlıca nedeni halkın Bizans yönetimine karşı duyduğu derin hoşnutsuzluktu. Bunun temelinde yatan başlıca etkenler kilisenin gücünü dengelemek amacıyla 6. yüzyılda sivil ve askeri yetkileri tek elde toplayacak biçimde düzenlenen bürokrasinin ağır baskısı, zorla vergi toplama uygulaması, giderek güçlenen toprak sahiplerinin acımasız sömürüsü ve dinsel baskı politikasıydı. Arap yönetiminin kolayca benimsenmesini sağlayan bu koşullara karşın, Kopt dili aracılığıyla geniş kesimlere ulaşma olanağını bulan ve yaygın kilise ve manastır örgütlenmesiyle toplumda önemli bir ağırlık kazanmış olan Hıristiyanlık varlığını koruyabildi.

İSLAM VE ARAP KİMLİĞİNİN GELİŞMESİ


Arap ve Türk valiler dönemi


Mısır’ı kısa sürede fetheden Araplar, başlangıçta kurulu düzeni bozmaktan kaçınarak vergi ödeme karşılığında Hıristiyanlara dinsel özgürlük tanıdılar. Ayrıca Bizans vergi sistemine dokunmayarak vergi toplama işini merkezileştirmekle yetindiler. Bu doğrultuda tarım arazileri de Mısırlıların elinde bırakıldı. İlk Arap yerleşmesi olarak Nil’in doğu kıyısında kurulan el-Fustat (bugünkü Kahire yakınlarında) uzun süre tek Müslüman merkezi olarak kaldı. Araplaştırmanın ağır bir süreç izlemesi nedeniyle Arapça resmi dil olarak Yunancamn yerini ancak 706’da alabildi. Öte yandan el-Fustat’a bağlı karayolu ulaşımının ve Kızıldeniz suyolunun öne çıkmasıyla İskenderiye ikincil bir deniz limanı durumuna düştü.

Mısır, Emevi ve Abbasi halifeleri döneminde 200 yılı aşkın bir süre valiler aracılığıyla yönetildi. Geçmiş yabancı yönetimler altında olduğu gibi bu dönemde de Mısır’a gösterilen ilginin odağı vergiler ve tahıldı. Arap valilerin genelde ölçülü davranmasına karşın, 8. yüzyılda vergi ödemeye karşı artan direniş özellikle ekonomik bunalımlar sırasında açık ayaklanmalara dönüşmeye başladı. Vergilerin asıl kaynağını Hıristiyanlar oluşturduğundan Müslümanlaştırma çabalarında fazla ileri gidilmiyordu. Ama Koptlara karşı uygulanan ayrımcı politikalar, zaman zaman da olsa karışıklıklara yol açıyordu.

Mısır aynı dönemde Arapların kara ve deniz yoluyla giriştiği yayılma savaşlarında önemli bir üs görevi gördü. Mısır donanması 649-669 arasında Rodos, Kıbrıs ve Sicilya’ya düzenlenen çeşitli seferlere katıldı. Nübye daha 651-652 yıllarında işgal edilerek vergiye bağlandı. Kuzey Afrika’ya yönelik akınlarda Arap orduları 670’e değin Mısır’ı merkez üs olarak kullandı. Sonraki yıllarda Mısır üzerinden Kuzey Afrika’daki yeni topraklara giden Arap kabilelerinden bazıları Nil Vadisine yerleştirildi. Arap nüfusun artmasıyla birlikte Müslümanlar arasındaki siyasal çekişmeler Mısır’a da yansımaya başladı. Hariciler 8. yüzyıl ortalarında Mısır’da sık sık ayaklanmalar çıkardılar. Halife Memun Arap kabilelerin ve Koptlann bir ayaklanmasını bastırmak için kendisi Mısır’a bir sefer düzenlemek zorunda kaldı. Koptlann sert biçimde bastınlması (829-830) aynı zamanda İslamın yayılmasında önemli bir dönüm noktası oldu.

Bağdat’taki halifelik merkezinden Mısır’ı yönetme güçlüğü sonraki yıllarda sık sık vali değişikliğine başvurmaya yol açtı. Bu arada ikta sistemine geçilmesi üzerine, Arap kabileler arasındaki çekişmeleri önleme düşüncesinin de etkisiyle Mısır’a vali olarak Türk komutanlar atanmaya başladı. Düzeni sağlamada karşılaşılan güçlükler de ancak Türk kökenli Ahmed bin Tolun’un yönetimi sırasında aşılabildi.

Tolunıler


Mısır valiliğine atanan babasının vekili olarak 868’de göreve başlayan Ahmed bin Tolun, öncelikle kendine bağlı güçlü bir ordu oluşturdu. Abbasi otoritesinin sarsılmasından yararlanarak kısa sürede yarı bağımsız bir yönetim oluşturdu. Bu arada mali işlerden sorumlu âmil (vali) olarak önemli bir güç kazanmış olan el-Müdebbir’i görevden uzaklaştırarak mali yönetimi de üstlendi. Suriye’nin yönetimine getirilen el-Müdebbir’le çatışmanın şiddetlenmesi üzerine 877’de Suriye’yi ele geçirdi. Ardından Mısır’da toplanan vergilerin büyük bölümünü kendi yönetimine ayırmaya başladı. Bağımsızlığını halifeye kabul ettirme girişimlerinden sonuç alamamakla birlikte, halifenin kardeşi Muvaffak’ın kendisini devirmeye yönelik çabalarını boşa çıkardı. Ekonomik gelişmeye de önem vererek tarımda verimliliği artırmak amacıyla su-kanallarını yeniletti. Öldüğünde (884) oğlu Humareveyh’e güçlü bir devlet ve zengin bir hazine bıraktı.

Mısır’ın askeri gücünü korumayı başaran Humareveyh, Suriye ve Mezopotamya’da kazandığı çarpışmalarla halifeyi baskı altına aldı. Sonunda diplomatik yöntemler de kullanarak çatışmaya son verdi ve halifelikçe resmen bağımsız bir hükümdar olarak tanındı. Bu arada yüklü bir çeyiz karşılığında kızını Halife Mutezid’le evlendirdi. Ama aşın savurganlığı devlet kaynaklannı büyük ölçüde tüketti. 896’da öldürüldüğünde yerine geçen 14 yaşındaki oğlu asker ücretlerini ödeyemediğinden orduyu ayakta tutamadı. Mısır ve Suriye’de baş gösteren kanşıklıklar halifelik ordusunun denetimi sağladığı 905’e değin sürdü.

Ihşidiler


Abbasilerin Mısır’a atadığı valiler merkezî otoriteyi yeniden kurmada pek başanlı olamadılar. Bu dönemde Mısır Fatımilerin çeşitli saldırılanna hedef oldu. Sonunda 935’te valiliğe getirilen Ferganalı Muhammed bin Tuğc, iki yıl sonra aldığı ihşid (Eski Farsçada “hükümdar”) unvanı altında düzeni sağlamayı başardı. Ordu ve mâliyeyi yeniden örgütledi, Suriye’yi kendisine bağladı. Onun oğulları döneminde fiilen yönetimi eline alan Ebu’l-Misk Kâfur, Hamdani ve Fatımi saldırılarına karşı İhşidi topraklarını başanyla savundu. Ayrıca bilim ve sanat koruyucusu olarak büyük ün yaptı. Kâfur’un ölümü (968) üzerine tahta hanedanın çocuk yaştaki bir üyesi geçti. Bu durumdan yararlanan Fatımiler ertesi yıl bir Berberi ordusuyla Mısır’ı işgal ettiler.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:04
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Temmuz 2017       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Fatımiler


Şiitsmailiye mezhebinin öncüsü olarak Abbasilere karşı çıkan ve halifelik iddiasında bulunan Fatımiler, Mısır’ı ele geçirmeyi bütün İslam dünyasını egemenlik altına almanın ilk aşaması olarak görüyorlardı. Bu nedenle el-Fustat yakınında inşa ettikleri Kahire’yi başkent edindikten sonra dinsel propaganda eşliğinde yayılma çabasına girdiler. Böylece Kuzey Afrika’nın yanı sıra Filistin, Güney Suriye, Hicaz ve Yemen de Fatımi topraklarına katıldı. Ama bu geniş imparatorlukta Sünniler çoğunluğu oluşturduğundan, Mısır dışındaki eyaletlerde Fatımilerin siyasal ve askeri denetimi zayıftı. Fatımi ilerlemesinin durduğu 11. yüzyılın ikinci yarısında başlayan gerilemeyle birlikte eyaletlerdeki kanşıklıklar daha da arttı. Abbasilerin koruyucusu Selçuklular karşısında alınan yenilgilerden sonra Fatımilerin egemenliği Mısır’la sınırlandı. Öte yandan Fatımi halifeleri güçlü vezirlerin ye komutanlann kuklası durumuna geldi. tsmailiye mezhebinde ortaya çıkan ayrılıklarla iç çekişmeler şiddetlendi.

Şiitsmailiye mezhebini yayma çabalan yoğun baskılara karşın Mısır’da bile etkili bir sonuç vermeyen Fatımilerin Müslüman olmayan topluluklara karşı izlediği politika ise genelde hoşgörüye dayanıyordu. Bu nedenle birçok Kopt ve Yahudi, bürokraside en üst mevkilere kadar çıkma olanağını buldu. Halife Hâkim’in (hd 996-1021?) Hıristiyanlığı sindirmek için başvurduğu sert önlemler İslamlaşma sürecini hızlandırdıysa da kalıcı bir nitelik kazanmadı. Öte yandan tsmailiye mezhebini yaymak amacıyla oluşturulan dai örgütlenmesi, Mısır’ı önemli bir düşünsel ve dinsel merkez durumuna getirdi. Kahire’de el-Ezher adıyla kurulan eğitim kurumu İslam dünyasının her yanından Şii bilginleri çekerek edebiyat, felsefe ve bilimin gelişmesine önemli katkıda bulundu.

Fatımi yönetimi altında Mısır’ı Araplaştırma süreci de büyük bir ilerleme gösterdi. Orduda Berberilerin ağırlığını dengelemek amacıyla ülkeye çok sayıda Arap asker getirildi. Yukan Mısır’a çiftçilik yapmak üzere Arap kabileleri yerleştirildi.
Ad:  4.jpg
Gösterim: 1022
Boyut:  41.9 KB

Fatımi döneminin bir özelliği de Mısır’ın Akdeniz ticaretinde büyük bir önem kazanmasıydı. 10. yüzyılda Suriye ve Mezopotamya’da kargaşanın hüküm sürmesi Doğu ile Batı arasındaki ticaret yollarının Mısır’a kayması sonucunu doğurdu. Donanmasıyla Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz’i denetleyen Mısır, uluslararası ticaret için çekici bir merkez durumuna geldi. Fatımiler de düşük gümrük tarifeleri uygulayarak ve tüccarlara geniş serbestlik tanıyarak bu gelişmeye destek verdiler.

Mısır’ın kısır iktidar mücadelelerine sürüklendiği 12. yüzyılda, Haçlı tehdidine karşı koymaya çalışan Suriye’deki hanedanlar Mısır siyasetinde önemli bir ağırlık kazandı. Birbirini izleyen müdahaleler sonunda 1169’da Mısır’a giren Müslüman Suriye ordusunun komutanlarından Kürt kökenli Salaheddin Eyyubi vezirliğe getirildi. Salaheddin’in 1171’de Fatımi halifeliğine son vermesiyle, Mısır Eyyubi hanedanının yönetimine girdi.

Eyyubiler


Güçlü bir orduyla Mısır’daki konumunu sağlamlaştıran Salaheddin, İslam hukukuna aykırı vergileri kaldırarak ve İsmailiye mezhebinin uygulamalarına son vererek halkın geniş desteğini kazandı. Aynca ülkenin savunmasını güçlendirmek üzere Kahire Kalesi’ni inşa ettirdi ve çeşitli yerlerdeki tahkimatları pekiştirdi. Bürokrasiyi sivil görevlilerin elinde tutmakla birlikte komutanlar aracılığıyla etkili bir denetim mekanizması kurdu. İtalyan kent devletleriyle ticaretin bütün canlılığıyla sürmesi, Mısır’ı Haçlılarla yürütülen savaş boyunca önemli bir hammadde kaynağı durumuna getirdi.

Bu süreç içinde yeniden Sünni dünyası içindeki yerini alan Mısır, aynı zamanda Haçlı seferlerine karşı yürütülen mücadelede öncü bir rol üstlendi. Salaheddin, Frank saldırılarına karşı Suriye ve Mezopotamya’daki Müslüman güçleri kendi önderliği altında birleştirdi. Kudüs’ü Haçlılardan geri alarak Eyyubi egemenliğini Hicaz ve Yemen’e kadar genişletti.

Salaheddin’in sağladığı birlik ölümünden (1193) sonra dağılmaya yüz tuttu. Bunun başlıca nedeni, Eyyubi topraklarının daha Salaheddin döneminde ikta sistemine göre içişlerinde özerk meliklikler biçiminde aile üyelerine dağıtılmasıydı. Böylece federatif bir yapının ortaya çıkması, Mısır’daki Eyyubi hükümdarlarını sık sık iç çekişmelerle karşı karşıya getirdi. Haçlı tehlikesini kullanarak meliklerin çoğunu kendisine bağlamayı başaran Salaheddin’in yeğeni el-Kâmil (hd 1218-38), savaş ortamına son vermek için Kudüs’ü Hıristiyanlara geri vererek 1229’da Kutsal Roma-Germen imparatoru II. Friedrich’le barış yaptı.
Eyyubilerin Mısır’daki egemenliği büyük ölçüde bağımsız bir askeri gücün varlığına dayanıyordu. Bu nedenle Eyyubi ordusunda Memlûk denen Türk kökenli köle askerlerin ağırlığı hızla arttı. El-Kâmil’in ölümünü izleyen yeni aile kavgaları ve Haçlılara karşı elde edilen askeri zaferler Memlûk subaylarına hızla yükselme yolunu açtı. Bir grup subayın 1250’de gerçekleştirdiği saray darbesiyle yönetim bir Memlûk sultanına geçti.

Memlûkler


Memlûk yönetiminin ilk yıllarında da süren karışıklıkların ardından tahtı ele geçiren I. Baybars (hd 1260-77) dönemin Doğu İslam dünyasındaki en güçlü devletinin temelini attı. Bu yolda attığı önemli adımlardan biri de Moğollardan kaçan Abbasi hanedan üyelerinden birini 1261’de Kahire’de halife ilan ederek sultanlığını meşrulaştırmasıydı. Devlet yönetiminde hiçbir söz sahibi olmayan halifeler, daha çok Mısır’ın İslam dünyasındaki üstünlüğünü pekiştirmeye hizmet etti. Baybars içeride düzeni sağladıktan sonra Suriye ve Filistin’de giriştiği askeri herakâtlarla Haçlıların elindeki kalelerin büyük bölümünü geri aldı. Ayrıca Moğol saldırılarını durdurmada önemli rol oynadı.

Tahtı darbeyle ele geçiren bir başka Memlûk sultanı olan Kalavun (hd 1280-90) Haçlı kontluklarını ortadan kaldırma politikasını başarıyla sürdürdü. Komutanların sultanı seçme yetkisini kaldırarak yönetimin kendi soyunda kalmasını sağlayacak bir düzenleme getirdi. Kurduğu hanedan bazı kısa kesintiler dışında 1382’ye değin başta kaldı. Bununla birlikte askeri güce dayanarak sultanlığı ele geçirme geleneği Memlûk döneminin büyük bölümünde varlığını sürdürdü.
Ad:  5.jpg
Gösterim: 926
Boyut:  20.8 KB

Uzun bir süre sultanlığı elinde tutan Melikü’n-Nasır (hd 1293-1341) İlhanlIlarla girişilen bir dizi çarpışmadan sonra 1323’te barış yaptı. Bedevi ayaklanmaları, dinsel çekişmeler ve kıtlık gibi iç sorunlara karşın Mısır’ın ekonomik refah düzeyini korudu ve hem Müslüman, hem de Hıristiyan devletlerle barışçı ilişkiler geliştirdi. Onun ölümünden sonra 1348’de ortaya çıkan veba salgını, Timur istilası, ordu üzerindeki denetimin yitirilmesi ve ticaretin gerilemesi gibi etkenler Memlûklerin giderek zayıflamasına yol açtı. Kayıtbay’ın (hd 1468-96) Türkmen devletlerinin saldırılarını ve OsmanlIların ilerleyişini durdurma çabalan sonuç vermedi. Sürekli savaşlarla bozulan ekonomiyi düzeltme çabalan da sonuçsuz kaldı.

Mısır’da 8. yüzyıldan başlayarak gelişen Araplaştırma süreci Memlûk döneminde tamamlandı. Arapçanın yazı ve konuşma dili olarak bütün toplumda benimsenmesinin yanı sıra Arap kültürü de Mısır’a egemen oldu. Moğol istilasından kaçan çok sayıda göçmenin Mısır’a sığınması bu süreci daha da hızlandırdı. Memlûk sultanlannın koruma altına alarak önemli devlet görevlerine getirdiği Arap din adamlan ve bilginleri kültürel yaşamın canlanmasına büyük katkıda bulundu. Aynı dönemde Arap sanatçılar da büyük bir destek gördü. Memlûklerin yaptırdığı çok sayıda cami, medrese ve kervansaray, İslam mimarisinin Mısır’a damgasını vurmasını sağladı. Tarih yazımının gelişmesiyle bu alanda birçok yapıt verildi.

Hıristiyanlık karşıtı akımın güçlenmesi de Memlûk dönemine rastlar. Bir ölçüde Moğol-Hıristiyan ittifakının yarattığı dış tehditle bağlantılı olan bu gelişme, Koptların devlet ve toplum yaşamındaki ağırlığına karşı duyulan yaygın tepkiyle de besleniyordu. Müslüman halkın çeşitli eylemlere başvurarak gösterdiği hoşnutsuzluğun etkisiyle 1297’den başlayarak bürokraside Koptlan hedef alan bir dizi tasfiyeye girişildi. Aynca 1301’de kiliselerin çoğu kapatıldı. Bu süreç içinde Koptların önemli bir bölümü İslâmî benimsedi.

Mısır’ın Akdeniz ve Karadeniz’deki limanlarından Hindistan’a kadar uzanan geniş ticaret ağı, canlılığını 13. ve 14. yüzyıllarda da korudu. Bu dönemde Doğu ticareti Karimiler olarak bilinen bir grup Müslüman tüccann elindeydi. Akdeniz ticareti ise İskenderiye’de belirli ayrıcalıklardan yararlanan AvrupalI tüccarlara bırakılmıştı. 15. yüzyıla doğru iç karışıklıklar, artan devlet müdahalesi ve Portekiz’in Hindistan ticareti üzerindeki rekabeti Mısır’ın ticari konumunu önemli ölçüde sarstı.

OSMANLI YÖNETİMİ


15. yüzyıl sonlarında OsmanlIlar ile Memlûkler arasında başlayan çatışmanın temel nedeni sınırdaki Türkmen devletleri üzerinde denetim kurma mücadelesiydi. OsmanlIların 1514’te Doğu Anadolu’da üstünlüğü ele geçirmesinden sonra, Memlûk sultanı Kansu Gavri (hd 1501-16) Suriye’nin kuzeyindeki kuvvetlerini takviye etme ve Şafevilerle ilişkileri geliştirme yoluna gitti. İran üzerine yürümeyi tasarlayan I. Selim (Yavuz) olası bir ittifala önlemek için öncelikle Suriye’ye yöneldi ve Mercidabık’ta Memlûk ordusunu bozguna uğrattı (Ağustos 1516). Ardından bölünmüş olan Memlûklere son darbeyi vurmak üzere Mısır’a geçti ve Ridaniye Savaşı’nı (Ocak 1517) kazanarak Memlûk yönetimine son verdi. Bu gelişmeden sonra Halifelik makamı da Osmanlı padişahlarına geçti.

Böylece Osmanhlara bağlanan Mısır uzun bir aradan sonra yeniden eyalet statüsüne indi. Osmanlı sadrazamlarından İbrahim Paşa’nın 1525’te gerçekleştirdiği yönetsel ve mali düzenlemelerle Mısır’ın yeni yönetimi biçimlendi. Buna göre İstanbul’dan atanan bir valinin kendi divanı ve ordusuyla Mısır’ı yönetmesi öngörülüyordu. Eyaleti oluşturan dört sancağın yönetimi ve vergi toplama işi ise kâşif denen görevlilere yerildi. Başlangıçta önemli makamlara İstanbul’dan gönderilen memurlar getirildiyse de Memlûkler zamanla hem bürokrasiye, hem de orduya sızmayı başardı. Kâşifler genellikle Memlûkler arasından atanmaya başladı. Öte yandan orduda üst rütbelere yükselen Memlûk emirleri bu yoldan divana da girdi.

17. yüzyıla gelindiğinde bey unvanını taşıyan ve eski Memlûk emirlerinden oluşan seçkin bir tabaka ortaya çıkmış bulunuyordu. Güçlerini köle askerlerden alan bu beyler çok geçmeden siyasal ve askeri alanda üstün bir konum elde ettiler. Ama aralarında süren çekişmeler nedeniyle ancak 18. yüzyıl başlarında Mısır’ın yönetiminde söz sahibi olmaya başladılar. Bu dönemde şeyhü’l-beled unvanını kullanarak yönetimi ele geçiren Ali Bey ve Ebu Zeheb gibi Memlûk beyleri fiilen bağımsız bir yönetim oluşturarak Suriye ve Hicaz’a seferler bile düzenlediler. OsmanlIların Memlûk egemenliğine son vermek için 1786’da gönderdiği ordu ertesi yıl çekilmek zorunda kaldı. Memlûk beylerinin yönetimi Napoleon’un Mısır’ı işgal ettiği 1798’e değin sürdü.
Ad:  8.jpg
Gösterim: 811
Boyut:  37.4 KB

OsmanlIlar Mısır’da en güçlü konumda bulundukları 16. yüzyılda daha güneye de ilerleyerek, Kızıldeniz’i Portekiz sızmasından korumak üzere Sudan’ın büyük bölümünü ve Yemen ile Aden’i ele geçirdiler. Ama Osmanlılarm gerilemesi ve HollandalIların baharat ticaretine egemen olması nedeniyle 17. yüzyılda bu ileri karakolların önemi kalmadı.
OsmanlIlar Memlûk döneminin sonlarında ekonomik ve kültürel alanda başlayan gerileme eğiliminin önüne geçemediler.

DIŞ MÜDAHALELER VE KAV ALALI EGEMENLİĞİ


Fransız işgali


Napoleon’un 1798’de Mısır’a düzenlediği seferin asıl amacı Hindistan ticaretini keserek Devrim Fransası’nın savaş halinde olduğu İngiltere’ yi dize getirmekti. Bu arada Mısır’ı eski zenginliğine kavuşturacak ileri bir yönetim kurma hedefi de öngörülüyordu. Askeri birliklere Mısır’ın eski uygarlığını incelemek üzere çok sayıda bilim adamı ve uzman da eşlik ediyordu. İngilizlerin Akdeniz’deki donanmasını atlatarak temmuz başında Abukir Koyunda karaya çıkan ve İskenderiye’yi ele geçiren Napoleon, Arapça bir bildiriyle İslamın ve Osmanlılann dostu olduğunu ve zorba Memlûkleri cezalandırarak halkı kurtarmayı amaçladığını duyurdu. Piramitler Çarpışmasında Memlûk kuvvetlerini yenerek Kahire’ye girdikten sonra, ulema denen din önderlerini yanma çekmek için danışma organı niteliğinde çeşitli divânlar oluşturdu. İngiliz amirali Nelson’ın Abukir’deki donanmasını yok etmesi üzerine, dış bağlantıları kopan kuvvetlerinin kendi başına ayakta kalmasını sağlayacak düzenlemelere girişti. Halkın yönetimdeki yeniliklere gösterdiği tepki ve askeri işgalin getirdiği mali yük nedeniyle karşılaşılan güçlükler, Osmanlılann Fransa’ya savaş açmasıyla daha da ağırlaştı. Bir süre sonra Kahire’deki bir ayaklanmanın şiddetle bastınlması, Mısır halkının desteğini kazanma umudunu bütünüyle suya düşürdü.

Osmanlı saldırısını önlemek için Suriye’ deki Akkâ’yı alma girişimi sonuçsuz kalan Napoleon, Abukir’e çıkan Osmanlı kuvvetlerini yenilgiye uğrattıysa da seferin çıkmaza girdiğini görerek Mısır’dan gizlice kaçtı. Fransız kuvvetlerinin komutanlığını üstlenen Jean-Baptiste Kleber, Mısır’ı boşaltmak için Ocak 1800’de OsmanlIlar ve İngilizlerle anlaşmaya vardı. İngiliz hükümetinin anlaşmayı tanımaması nedeniyle başlayan çarpışmalar sırasında, OsmanlIların ele geçirdiği Kahire’yi geri alarak Fransız otoritesini yeniden sağladı. Kleber’nin öldürülmesinden sonra yerini alan Abdullah Jacques Menou, Fransız işgalini sürdürmek üzere yeni önlemler aldı. Ama üç koldan saldırıya geçen Osmanlı ve İngiliz birlikleri 1801’de Fransız kuvvetlerini teslim olmaya zorladı.

Fransız işgaÜnin en önemli sonucu Mısır’ın Doğu Sorunu’nun bir parçası olarak İngiliz-Fransız rekabetinin yörüngesine girmesi oldu. Öte yandan Mısır Batı kültürünün etkisine açıldı ve Mısır Enstitüsü’nü oluşturan Napoleon’un bilginleri Eski Mısır biliminin temelini attı. Bir başka önemli sonuç da Fransız işgalinin Memlûk beylerinin gücüne ağır bir darbe indirmesiydi. Rakip gruplara ayrılan yeni Memlûk önderleri Osmanlı ve İngiliz kuvvetleriyle uzlaşmak zorunda kaldı.

İngilizlerin Amiens Antlaşması uyarınca Mart 1803’te Mısır’dan çekilmesinden sonra, OsmanlIlar Mısır’ı eyalet statüsü altında yeniden kendilerine bağlamaya çalıştılar. Ama Mısır’daki Osmanlı ordusunun en vurucu kesimini oluşturan Arnavut birlikler ayaklanarak kendi komutanlarının fiilen yönetimi ele almasını sağladılar. Bu komutanın öldürülmesi üzerine yerini alan Kava- lalı Mehmed Ali temkinli adımlarla konumunu sağlamlaştırarak Memlûk ve Osmanlı yöneticilerini etkisiz hale getirdi.

Mehmed Ali Paşa ve ardılları


Mayıs 1805’te Kahire’de Osmanlı vahşine karşı başlayan ayaklanmamn ardından Mısır uleması Mehmed Ali’yi valilik görevini üstlenmeye çağırdı. Bu oldubittiyi kabul etmek zorunda kalan Osmanlı padişahı III. Selim, Mehmed Ali’ye valiliğin yanı sıra paşalık unvanı da verdi. Osmanlı egemenliğini tanımakla birlikte kendine bağlı bir yönetim oluşturan Mehmed Ali Paşa, Fransa ile yeniden savaşa girmiş olan ingilizlerin İskenderiye’yi işgal etme girişimini boşa çıkardıktan sonra, Osmanh yönetimine başkaldırmış olan Vehhabileri Hicaz’dan sürdü (1811-13). Bunu izleyen seferlerle (1816-18) Arabistan’ın orta kesimini Mısır’ın denetimi altına aldı. Yukan Nil Vadisindeki askeri harekâtla da (1820-21) Sudan’ın kuzey bölümünü ve köle ticaretini ele geçirdi. Girit’teki bir ayaklanmayı bastırarak (1822) ve oğlu İbrahim Paşa komutasındaki kuvvetlerle Mora’daki askeri harekâta (1825-27) katılarak OsmanlIlara yardımcı olmasına karşın, 1831’de Akkâ valisiyle bir çatışmayı bahane ederek Suriye’ye bir sefer düzenledi. Stratejik ve ekonomik açıdan büyük önem taşıyan Suriye’nin alınması üzerine harekete geçen Osmanh ordusu Konya’da Mısır kuvvetleri karşısında bozguna uğradı (Aralık 1832). Bunun üzerine Osmanlı padişahı II. Mahmud Suriye’yi resmen Mehmed Ali Paşa’ya bırakmak zorunda kaldı.

Suriye’yi yeniden almak isteyen Osmanh kuvvetlerinin Nizip Savaşı’nda (1839) İbrahim Paşa karşısında aldığı yenilgi ve ardından II. Mahmud’un ölümü OsmanlIları büyük bir tehhkeyle karşı karşıya getirdi. Duruma müdahale eden Avrupa devletleri İbrahim Paşa’yı Suriye’den çekilmek zorunda bıraktı. Mehmed Ah Paşa Arabistan’daki topraklan da yitirmekle birlikte Mısır valiliğinin soyuna kalmasını sağladı. Hastalığı üzerine Temmuz 1848’de yerine geçen İbrahim Paşa birkaç ay sonra öldüğünden, en büyük torunu Abbas Paşa (hd 1848-54) Mısır valisi oldu.

Mehmed Ah Paşa’nın askeri başanlarmın temelinde içeride gerçekleştirdiği köklü değişiklikler yatıyordu. Valiliğinin hemen başlarında Mısır’ın başhca güç odaklan Memlüklerin ve ulemanın dayanağını oluşturan tarım kesimindeki vergi sistemini yeniden düzenledi. Vergi toplama işini bu çevrelerin elinden alarak merkezileştirmenin yanı sıra bazı toprak sahiplerinin arazilerine el koydu. 1809’da ulemanın direnişini kırdı, 1811’de de Memlûk önderlerinin çoğunu ortadan kaldırdı. Sonraki yıllarda aile üyelerine ve yakın çevresine geniş topraklar dağıttı. Tarım ürünlerinin ticareti üzerinde kurduğu tekeli zamanla hammaddeleri ve mamul malları da kapsayacak biçimde genişletti. Dokuma sanayisi üzerinde sıkı bir denetim kurdu; başka dallarda da sanayiyi geliştirme çabaları kaynak ve enerji yetersizliği nedeniyle sonuçsuz kaldı. İngilizlerin OsmanlIlarla yapılan anlaşmalara dayanarak Mısır’ın serbest ticarete açılması için giriştiği baskılara başarıyla karşı koydu.

Düzensiz ve disiplinsiz Mısır ordusunu Batı yöntemlerine göre eğitme çabalarında sürekli isyanlarla karşılaşan Mehmed Ali Paşa, 1823’te “yeni tipte bir ordu” kurmak üzere köylüleri askere alma uygulamasını başlattı. Kırsal nüfusun azalması pahasına acımasızca yürütülen bu uygulama sonunda genellikle Türk subaylann komuta ettiği disiplinli bir ordu oluştu. Askeri reformlara koşut olarak yönetim yapısı da yeniden biçimlendi. Devlet işlerini görmek üzere Avrupa’daki bakanlık sistemine benzer organlar kuruldu. Yerel yönetim alanında da sıkı bir merkezî denetimle belirlenen hiyerarşik bir yapı ortaya çıktı. Bütün bu değişiklikler Avrupa tarzında eğitim görmüş memurlar ve subaylar gerektirdiğinden, geleneksel medreselerin yanında modern eğitim kurumlan açıldı ve bazı Mısırlı öğrenciler Avrupa’ya gönderildi. Aynı dönemde Batı’dan bazı yapıtlar Arapçaya çevrildi ve 1815’te kurulan devlet matbaası yeni kitapların geniş bir çevreye yayılmasını sağladı.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:08
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
13 Temmuz 2017       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Batılılaşmaya karşı olduğu için yeni okulları ve fabrikaları kapatan Abbas Paşa, Fransızlardan uzaklaşırken OsmanlIlara karşı İngiliz desteğine dayanmaya çalıştı. Bu amaçla ticaret üzerindeki devlet tekelini kaldırdı ve İngilizlere İskenderiye ile Kahire arasında bir demiryolu inşa etme izni verdi. Ayrıca askerlik yükümlülüğünü hafifleterek askeri birliklerin sayısını azalttı. Onun ölümünden sonra başa geçen Said Paşa (hd 1854-63) tutuculuğa yönelişi tersine çevirdi. Ama Fransız dostu Ferdinand Lesseps’e Akdeniz’i Süveyş Kıstağı üzerinden Kızıldeniz’e bağlayacak bir kanal açma ayrıcalığı vermesi, OsmanlIlar ve İngilizler ile ilişkilerin bozulmasına yol açtı.

Bu çatışmanın sürdüğü bir ortamda vah olan İsmail Paşa (hd 1863-79) Süveyş Kanalı projesini desteklemekle birlikte kanalı çevreleyecek arazi şeridini ayrıcalık kapsamından çıkardı ve proje için gerekli işgücünü sağlama koşulunu kaldırdı. Ama anlaşmazlığın hakem önüne götürülmesinden sonra yüklü bir tazminat ödemek ve hisse senetlerinin önemli bir bölümünü almak zorunda kaldı. Fransızlar yapımına 1859’da başlanmış olan kanal için OsmanlIlardan gerekli onay fermanını ancak 1866’da alabildi. Böylece projenin önündeki son engel de kalktı. Mısır’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olan Süveyş Kanalı 1869’da hizmete açıldı.

OsmanlIlarla ilişkileri uyumlu bir düzeyde tutarak Kavalalı egemenliğini korumaya ağırlık veren İsmail Paşa, 1865’te Sultan Abdülaziz’den valiliğin babadan oğula geçmesini sağlayan bir ferman, iki yıl sonra da Mısır’ın içişlerinde daha geniş bir serbestliği sağlayan hıdiv unvanını aldı. Bu ödünleri elde edebilmek için Mısır’ın yıllık vergi miktarını artırmanın yanı sıra büyük harcamalar yaptı.

Serbest ticarete geçişten sonra Mısır’ın güneyindeki topraklar canlı ticari ilişkiler içine girmişti. Bölgedeki yayılmayı kolaylaştırmak isteyen Batılı devletler, köle ticaretini önleme gerekçesiyle İsmail Paşa’yı Sudan’ı Mısır’la birleştirme hedefine yönelttiler. Batılı subay ve uzmanların da katıldığı bu seferler sonunda Mısır’ın nüfuz alanını daha güneye genişletme yönünde belirli bir ilerleme sağlandı. Bir dizi çatışmanın ardından Darfur da Mısır’a bağlandı. Aynca eski Osmanlı limanlarının Mısır’a geçmesiyle Somali kıyılan üzerinde denetim kuruldu. Etiyopya’ya yönelik saldınlann (1875-76) sonuçsuz kalmasından sonra Mısır’ın güneye doğru yayılması durdu.
Ad:  9.JPG
Gösterim: 785
Boyut:  57.5 KB

Aynı dönemde çeşitli ayncalıklardan yararlanan Avrupalı tüccarların Mısır’daki etkinlikleri de yoğunlaştı. Bu arada Kavala- lılann tarım ve yönetim alanında gerçekleştirdikleri reformların toplumsal sonuçlan da açık biçimde ortaya çıkmaya başladı. Devlet arazilerinin dışında geniş özel mülkleri de elinde tutan hıdiv ve ailesi Mısır’ın en büyük toprak sahipleri durumuna geldi. Hıdiv ailesinin çevresinde yüksek sivil ve askeri makamları işgal eden türedi bir soylu sınıf ortaya çıktı. Genellikle eski büyük toprak sahipleri olan bu soyluların çoğu Türk ve Çerkeş kökenliydi. Öte yandan zorunlu askerlik hizmeti, bayındırlık işleriyle demiryolu ve kanal yapımında zorunlu çalışma, deneysel ekim çalışmaları gibi uygulamaların kırsal kesimde yarattığı olumsuz koşullara karşın, çiftçilerin toprakları üzerindeki tasarruf hakları gelişti. Bu gelişmeyle birlikte ortaya çıkan ve yeni bir ürün olarak pamuk ekiminden büyük bir servet kazanan zengin köylüler toplumda önemli bir ağırlık kazandı. İsmail Paşa’nm bir danışma organı olarak 1866’da oluşturduğu Temsilciler Meclisi’nin seçimle gelen üyelerinin büyük çoğunluğunun zengin köylülerden oluşması bunun açık bir göstergesiydi. Zengin köylülerin bu ağırlığı nedeniyle meclis seçkin tabakaya karşı muhalefetin yansıdığı bir kürsü olarak öne çıktı.

Bu arada ordu içinde Mısırlı subayların Türk-Çerkes egemenliğinden duyduğu hoşnutsuzluk artarken, aydın çevrelerde düşüncelerini Batı ya da İslam kaynaklarına dayandıran yeni siyasal eğilimler gelişti. Bu çevrelerin kurdukları örgütler genellikle köksüz ve küçük olmakla birlikte Batı nüfuzuna ve soyluluğun egemenliğine karşı çıkma noktasında etkili bir güce sahipti. İsmail Paşa döneminde artan siyasal çalkantılarda mali durumdaki bozulmanın rolü büyüktü. İsmail Paşa’nın izlediği politikalar aşın harcamaları gerektirdiğinden Mısır ağır bir borç yükü altına girmiş bulunuyordu. 1875’te Süveyş Kanalı hisselerinin İngiltere’ye satılması gibi önlemler kötü gidişi önleyemeyince, 1876’da alacaklı devletlerin baskısıyla Düyun-ı Umumiye İdaresi kuruldu. Aynı yıl Mısır’ın gelir ve giderleri biri İngiliz, biri de Fransız olmak üzere iki denetçinin yönetimine verildi. İsmail Paşa 1878’de Batılı devletlerin isteği doğrultusunda sorumlu hükümet ilkesini kabul etmek zorunda kaldı ve Nubar Paşa’nın yönetiminde bir hükümet oluşturulmasına izin verdi. Ama ertesi yıl hükümet karşıtı gösterilerin yayılmasından yararlanarak Mısır üzerindeki Batı nüfuzunu kırmak üzere Temsilciler Meclisi ile işbirliğine yöneldi. Hemen harekete geçen İngiltere ve Fransa II. Abdülhamid’in İsmail Paşa’yı görevden almasını sağladı.

Tevfik Paşa’nın (hd 1879-92) hıdiv olmasından sonra mali denetim sistemi yeniden getirilerek Mısır’ın yıllık gelirlerinin yarısının borç ödemelerine ayrılması kararlaştırıldı. Temsilciler Meclisi’nin dağıtılmasına karşın, Şerif Paşa’nın önderlik ettiği milliyetçi grubun direnişi sürdü. Ordu içinde de Arabi Paşa gibi Mısırlı subayların öncülük ettiği örgütlenme giderek güçlendi. Bu iki grup 1881’e doğru birleşerek Vatan Partisi’ni oluşturdu.

Arabi Paşa ve bazı subay arkadaşlarının tutuklanmasıyla tırmanan gerginlik çok geçmeden açık ayaklanmaya dönüştü. Güç durumda kalan hıdiv, Şerif Paşa’nın yeni bir hükümet kurmasını kabul ederek Temsilciler Meclisi’ni toplantıya çağırdı. Gelişmelerden tedirgin olan Fransızlar ve İngilizler tehdit dolu bir bildiriyle hıdivin konumunu güçlendirmeye çalıştılar. Ama bu müdahale milliyetçi tepkilerin daha da yükselmesine yol açtı. Bu sırada hareketin sivil ve askeri kanadı arasında baş gösteren ayrılık karşısında Temsilciler Meclisi ağırlığını Arabi Paşa’dan yana koydu. Şerif Paşa’nın istifa etmesi üzerine askerlerin adayı Mahmud Sami el-Barudi başbakan, Arabi Paşa da savunma bakanı oldu. İngiliz ve Fransız gemilerinin İskenderiye açıklarındaki tatbikatına tepki olarak yeni kitle gösterileri başladı. Fransızların müdahaleden kaçınmasına karşın, İngilizler kenti bombaladı. Ardından Ismailiye’de karaya çıkan İngiliz kuvvetleri et-Tellü’l-Kebir’de Arabi Paşa komutasındaki birlikleri yenilgiye uğrattı (13 Eylül 1882) ve ertesi gün Kahire’yi işgal etti.

İNGİLİZ HİMAYE YÖNETİMİ


İngiliz işgali Mısır’ın fiilen OsmanlIlardan kopması ve öteden beri süren İngiliz-Fransız rekabetinin İngilizler lehine noktalanması gibi iki önemli sonuç doğurdu. İngilizler giriştikleri müdahaleye OsmanlIların ve öteki Avrupa devletlerinin gösterdiği tepkiyi göz önüne alarak resmî bir siyasal denetim kurmaktan kaçınmakla birlikte, stratejik çıkarlarını güvence altına almadan Mısır’dan çekilmeye niyetleri olmadıklarını da ortaya koydular. Sonraki gelişmeler bu hedefin Mısır’da bir askeri varlık bulundurmadan gerçekleşemeyeceğini gösterdi.
Ad:  7.jpg
Gösterim: 840
Boyut:  44.8 KB

İngiliz işgal kuvvetleri iyice zayıflamış olan hıdiv yönetimini güçlendirmek yerine hıdivi istekleri doğrultusunda hareket edecek sembolik bir güç olarak ayakta tutma yolunu seçtiler. Bu tutumun ilk belirtisi Arabi Paşa ve yandaşlarının İngiliz baskısıyla halka açık bir biçimde yargılanması ve haklarında verilen ölüm cezalarının sürgüne çevrilmesiydi. Aynı dönemde İstanbul’daki İngiliz büyükelçisinin Mısır’la ilgili olarak hazırladığı raporda da yönetimde köklü değişikliklerin gereğine işaret edilerek bunun ancak askeri işgal altında yürütülebileceği görüşüne yer veriliyordu. 1883’te tam yetkili temsilci ve başkonsolos olarak Mısır’a gönderilen Sir Evelyn Baring (sonradan Lord Cromer) benzer görüşleri savunarak İngiliz hükümetini “Örtülü Protektora” politikasını benimsemeye ikna etti.

İngilizlerin başlangıçta karşılaştığı temel sorunlar müdahaleye uluslararası bir meşruluk kazandırmak ve resmî yönetimle ilişkileri düzenlemekti. Birinci sorun açısından en önemli engeli, özellikle Mısır’ın borçlarının ödenmesi konusunda duyarlı davranan Fransa oluşturuyordu. Mısır’ın mali durumunu düzelterek bütçe fazlasıyla borçlarını düzenli ödemeye başladığı 1889’dan sonra İngilizler daha geniş bir hareket serbestliği kazandı. Aynı sıralarda İngiltere’nin Süveyş Kanalını hem barış, hem de savaş döneminde açık tutmayı kabul etmesiyle uluslararasılandaki muhalefet önemini yitirmeye aşladı.

Bu arada Baring, danışman sıfatını taşıyan İngiliz yöneticilerini kilit noktalara yerleştirerek Mısır hükümeti üzerinde dolaylı ama son derece etkili bir denetim sistemi kurdu. Bu sistem aracılığıyla konumunu sürekli güçlendirerek yönetimi fiilen eline aldı. Hıdiv Tevfik Paşa’nın bu uygulamaya boyun eğmesine karşın, işgal sonrasındaki ilk başbakanlar İngilizlerle sık sık çatışmaya girdiler. Ama Baring’in bir kuklası olarak hareket eden Mustafa Fehmi Paşa’nın 1891’de başbakan olmasından sonra bu direniş kırıldı.

Babasının ölümü üzerine genç yaşta hıdiv olan Abbas Hilmi Paşa (hd 1892-1914) “Örtülü Protektora” yönetimine tepki göstererek 1893’te Mustafa Fehmi’yi başbakanlıktan uzaklaştırdı. Ama Lord Cromer çeşitli önlemlere başvurarak yetkilerini uygulama olanağını kısıtladı. Böylece Mustafa Fehmi 1895’te yeniden başbakanlığa döndü. Genç bir kuşağın yetişmesiyle milliyetçi hareketin yeni bir evreye girdiği bu dönemde, Batı düşüncesine yakın siyasal çevrelerin temsilcisi olarak ortaya çıkan Mustafa Kâmil bütün milliyetçileri hıdivin kişiliği etrafında birleştirme çizgisine yöneldi. Özellikle yayın ve propaganda çalışmaları temelinde örgütlenmeye çalışan bu hareket, Sudan’ın yeniden Mısır’a bağlanması için yürütülen kampanyalar (1896-98) sırasında geniş bir kitle desteği buldu. Daha sonra kâğıt üzerindeki İngiliz-Mısır ortak yönetimine karşın Sudan’ın bir İngiliz sömürgesine dönüştürülmesi, milliyetçi tepkilerin derinleşmesinde önemli rol oynadı.

Bu sırada İngilizler ile Fransızlar arasındaki çatışmanın yerini bir yakınlaşmaya bırakmasıyla imzalanan Entente Cordiale (1904) Mısır’ın, İngiliz işgaline son vermek için Fransa’nın desteğine dayanma umudunu yıktı. Aynı dönemde Abbas Hilmi Paşa’nın Ingiliz işgal yönetimiyle uzlaşmaya varması, milliyetçi hareketi önemli bir destekten yoksun bıraktı. Mustafa Kâmil bu gelişmeler üzerine Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’in İngilizlere baskı yapmasını sağlama ve İslamcı harekete yakınlaşma politikasına yöneldi.
Ad:  12.jpg
Gösterim: 772
Boyut:  31.9 KB

Cromer’in kurduğu “Örtülü Protektora”nın görünüşteki güçlülüğüne karşın, zamanla kalıcı bir nitelik kazanan İngiliz işgaline karşı duyulan tepki son derece yoğundu. Haziran 1906’da bir İngiliz subayını öldüren Denşavay köylülerinin acımasızca cezalandırılmasıyla patlak veren karışıklıklar, büyük bir boyut kazanarak Cromer’in görevinden ayrılmasına yol açtı.

Yeni yüksek temsilci Şir Eldon Gorst, hıdivle işbirliği yaparak İngiliz denetimini gevşetmeye ve Mısır kurulularının daha etkili bir konum kazanmasını sağlamaya çalıştı. Görevden alman Mustafa Fehmi’nin yerine başbakanlığı Butros Gali Paşa üstlendi. Gorst’un izlediği politikalar İngiliz görevlilerin tepkisini çekerken, milliyetçi hareketi yatıştırmada da yetersiz kaldı. 1883’te yarı parlamenter bir organ olarak kurulmuş olan Genel Meclis’in Süveyş Kanalı Kumpanyası’na ait ayrıcalıkları uzatma tasarısını reddetmesinden birkaç gün sonra, tasarıyı savunan Butros Gali bir İslamcı militan tarafından öldürüldü. Gorst’un yerine atanan Lord Kitchener, yeniden baskıcı politikalara dönerek muhalefeti sindirmeye çalıştı. Ama hıdivin gücünü ve yetkilerini kısıtlama çabaları, dolaylı olarak milliyetçi hareketin gelişmesine hizmet etti. Temsili sistemin genişletilmesi siyasal deneyimli milliyetçi önderlerin yetişmesine zemin hazırladı. Kitchener pamuk üretiminin yaygınlaşmasında da önemli rol oynadı.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlılara savaş açtıktan hemen sonra resmen protektora yönetimi ilan eden İngilizler Abbas Hilmi Paşa’yı hıdivlikten uzaklaştırarak amcası Hüseyin Kâmili sultan unvanıyla başa geçirdiler. Savaş için Mısır’dan asker toplanmamasına karşın, savaşın yıkıcı etkisi başta köylüler olmak üzere bütün topluma yansıdı. Sıkıyönetim ilan edilmesi ve temsili sistemin askıya alınması, orta sınıf milliyetçilerinin etkinliklerini büyük ölçüde durdurdu. Hüseyin Kâmil’in ölümünden sonra yerini kardeşi Ahmed Fuad aldı.

Ateşkesin hemen ardından Saad Zaglul Paşa başkanlığındaki üç Mısırlı siyaset adamı, İngiliz yüksek temsilcisine başvurarak bir Mısır kurulunun (Arapça vafd) İngiliz hükümetiyle bağımsızlık konusunu görüşmesi önerisini iletti. İngiliz hükümetinin öneriyi reddetmesi ve Saad Zaglul’un tutuklanması ülke çapında kitle gösterilerine yol açtı. Mısır’a olağanüstü yetkili yüksek temsilci olarak gönderilen Lord Allenby, milliyetçilere ödün vererek bir uzlaşma sağlama politikası izledi. Saad Zaglul serbest bırakıldı ve ülke düzeyinde bir örgüte dönüşmüş olan Vafd, Mısır’ın en etkili siyasal partisi durumuna geldi. Protektora yönetimi altında yeni bir anayasal çerçeve çizmek üzere görevlendirilen Milner Komisyonu (1919-20) Vafd tarafından boykot edildi. Saad Zaglul’u saf dışı ederek Vafd içinde İngiliz yanlısı siyasal bir güç odağı oluşturmayı tasarlayan Allenby, İngiliz çıkarlarını koruyacak bir antlaşmayı sonraya bırakarak tek yanlı bağımsızlık ilan edilmesini (28 Şubat 1922) sağladı. Böylece Mısır sorunlarla dolu olarak bağımsızlığını kazanırken, Ahmed Fuad da I. Fuad adıyla kral unvanını aldı.

KRALLIK DÖNEMİ


Kralın yürütme yetkilerini belirleyerek iki meclisli bir yasama organı oluşturan ve Mısır’ı meşruti bir monarşi durumuna getiren yeni anayasa Nisan 1923’te yürürlüğe girdi. Ardından hazırlanan seçim yasasıyla erkeklerle sınırlı olmak üzere genel oy hakkı tanındı. Yasaya göre Temsilciler Meclisi’nin bütün üyeleri, Senato üyelerinin de yarısı doğrudan seçimle belirlenecekti. Aslında Mısır’da ne bağımsızlık, ne de anayasal yönetim süreci tam anlamıyla oturmuş sayılabilirdi. Çünkü kutuplarını kral, Vafd ve Ingiltere’nin oluşturduğu karmaşık siyasal mücadele bütün belirsizliğiyle sürüyordu.

Halk desteği zayıf olan Kral Fuad, Vafd ve İngiltere arasındaki çekişmeden yararlanarak konumunu sağlamlaştırmak istiyordu. Halkın gerçek temsilcisi durumunda olan Vafd bir yandan İngiliz egemenliğine son verecek bir bağımsızlığı, bir yandan da kralın yetkilerini kısıtlayacak bir anayasal yönetimi savunuyordu. Ama önderleri arasında İngilizlerle ya da kralla uzlaşarak iktidarı ele geçirme eğilimi güçlüydü. Çeşitli bölünmelere yol açan bu yapı, Vafd içinde sürekli kopmalara elverişli bir ortam hazırlıyordu. Bunun ilk örneği de daha 1922’de kurulan Liberal Anayasacı Parti’ydi. Ekonomik çıkarlarının yam sıra Süveyş Kanalı’nın denetimini güvence altına almak isteyen İngiltere ise böyle bir antlaşmayı imzalayacak güçlü ve istikrarlı bir yönetimin oluşmasından yanaydı. Ama büyük ödünler koparmak için tarafları birbirine karşı kullanmaktan da kaçınmıyordu.

Ocak 1924’teki ilk genel seçimi Vafd’ın kazanması üzerine Zaglul’un kurduğu hükümet, İngilizlerle yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalması ve kralla ortaya çıkan gerginlikler yüzünden ancak birkaç ay başta kalabildi. Vafd Mart 1925’teki seçimden de en güçlü parti olarak çıktı; ama parlamento toplandıktan hemen sonra dağıtıldı. Ülke bir yılı aşkın bir süre kararnamelerle yönetildi. Mayıs 1926’daki üçüncü seçimi gene Vafd’ın kazanmasına karşın, İngilizlerin baskısıyla hükümeti Liberal Anayasacı Adli Yeken kurdu. Kral ve parlamento arasındaki çekişmeler karşısında istifa eden Adli Yekenin yerine gene aynı partiden Abdülhalik Servet başbakan oldu.

İngilizlerle antlaşma taslağını meclisten geçiremeyen yeni hükümet çekilmek zorunda kaldı (Mart 1928). Vafd’ın yeni önderi Mustafa Nahhas’ın başbakan olması üzerine, kral parlamentoyu dağıttı. Aralık 1929’daki dördüncü seçimin ardından yeniden bu görevi üstlenen Nahhas’ın başlattığı antlaşma görüşmeleri Sudan sorunu nedeniyle kesintiye uğradı. Kralla da çatışmaya giren hükümet Haziran 1930’da istifa etti. İsmail Sıdki’yi başbakanlığa atayan kral anayasayı yürürlükten kaldırarak kendi başına yeni bir anayasa ve seçim yasası çıkardı. Vafd’ın boykot ettiği Haziran 1931’deki seçimden güçlü bir çoğunlukla çıkan İsmail Sıdki’nin kurduğu hükümet Eylül 1933’e değin görevde kaldı.

Saraya bağlı hükümetler aracılığıyla yönetimini sürdüren Kral Fuad, iç ve dış baskılar karşısında Nisan 1935’te eski anayasayı yeniden yürürlüğe koydu. Ama bir yıl sonra geride genç oğlu Faruk’u bırakarak öldü. Mayıs 1936’daki seçimler sonunda üçüncü kez başbakan olan Nahhas, Ağustos 1936’da İngilizlerle bir karşılıklı savunma ve ittifak antlaşması imzaladı. Temmuz 1937’de fiilen krallık görevini üstlenen Faruk, Vafd’dan çıkarılan Mahmud Fehmi Nukraşi ile Ahmed Mahirin Saadçı Grup’u oluşturmasından da yararlanarak Nahhas’ı başbakanlıktan uzaklaştırdı. Nisan 1938’deki seçimlerde Vafd yalnızca 12 sandalye kazanabildi.
Ad:  22.jpg
Gösterim: 840
Boyut:  43.2 KB

Kral Faruk II. Dünya Savaşı’nın başlarında İngilizlerin Mısır’daki üsleri kullanmasına ses çıkarmamakla birlikte tarafsız kalmaya çalıştı. İngiliz karşıtı eğilimlerin giderek güçlenmesinden kaygılanan İngilizler, Almanya’nın Mısır’a saldırmaya hazırlandığı 1942 başlarında krala baskı yaparak İngilizlerle işbirliğinden yana olan Nahhas’ı başbakanlığa getirmesini sağladılar. Vafd izleyen genel seçimlerde büyük bir başarı elde ettiyse de milliyetçi çizgisinin bulanması ve iç çekişmeler nedeniyle büyük yara aldı. Ekim 1944’te görevden alınan Nahhas’ın yerine Ahmed Mahir, ardından Mahmud Fehmi Nukraşi geçti. Bu arada Mısır Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya resmen savaş açtı.

Savaş sonrasında İngiliz birliklerinin çekilmesini ve Sudan’daki İngiliz denetiminin sona ermesini sağlamaya yönelik milliyetçi talepler, 1936 tarihli antlaşmanın gözden geçirilmesini gündeme getirdi. Konumu sarsılan Vafd’ın gerilemesiyle siyasal sahnede radikal güçler öne çıktı. 1928’de kurulan Müslüman Kardeşler örgütü reformcu bir İslam hareketi olmaktan çıkarak militan bir kitle örgütüne dönüştü. Kahire’de kitle gösterileri ve şiddet eylemleri giderek sıklaştı. Mısır hükümetlerinin, büyük bir tepki odağı durumuna gelen antlaşmayı değiştirmek için İngilizlerle yürüttüğü görüşmeler, Sudan sorunu nedeniyle çıkmaza girdi. Mısır’ın Temmuz 1947’de konuyu Birleşmiş Milletler’e götürmesi de kilitlenmeyi çözemedi.

Milliyetçi dalgayı etkileyen önemli bir öğe de Arap dünyasındaki genel sorunlara karşı artan ilgiydi. Geçmişte Mısır milliyetçiliği kendi yerel koşulları içinde ortaya çıkmıştı. 1936’dan sonra Filistin sorunuyla ilgilenmeye başlayan Mısır, Arap Birliği’nin (1943- 44) oluşmasında öncü bir rol oynadı. I. Arap-İsrail Savaşı’nda (1948-49) alınan ağır yenilgi Arap davasına bağlılığı güçlendirirken, siyasal istikrarsızlığı da derinleştirdi. Müslüman Kardeşlerin şiddet eylemleri yoğunlaştı. Örgütü sindirmeye çalışan Nukraşi bir suikast sonucunda öldü.

Vafd’ın Ocak 1950 seçimlerini kazanmasından sonra başbakan olan Nahhas, İngilizlerle bir uzlaşmaya varamayınca Ekim 1951’de tek yanlı olarak savunma antlaşmasını ve Sudan'la ilgili anlaşmayı bozdu. İngiliz karşıtı gösterileri kanal bölgesindeki birliklere yönelik gerilla saldırıları izledi. İngilizlerin Ocak 1952’de İsmailiye’de giriştiği askeri harekât Kahire’deki gösterileri daha da tırmandırdı. Art arda gelen hükümet değişiklikleriyle ülke tam bir siyasal bunalım içine girdi.

CUMHURİYET DÖNEMİ


Nâsır rejimi


Mısır’da giderek belirginleşen iktidar boşluğunu, Temmuz 1952’de bir darbeyle krallığı devirerek yönetime el koyan Hür Subaylar adlı hareket doldurdu. Başlangıçta ideolojik bütünlükten yoksun bulanık bir milliyetçilik anlayışı ve reformcu bir karakteri olan bu hareket, kendi içindeki iktidar mücadelesi ve İngiltere’yle başlayan çatışma sonunda açık bir radikal kimliğe büründü. Hareketin gerçek önderi olmakla birlikte perde arkasında duran Albay Cemal Nâsır’ın öne çıkarak ülke yönetimine damgasını vurması da bu süreçle birlikte gelişti.

Ocak 1953’te bütün siyasal partilerin kapatılmasından sonra ordu içindeki gücünü Ulusal Birlik adlı geniş bir kitle örgütüyle pekiştiren Nâsır, çok geçmeden darbenin görünüşteki önderi General Muhammed Necib’le çatışmaya girdi. Eski siyasal partiler, Müslüman Kardeşler ve orta sınıf Necibin etrafında birleşti. Ama 1954’ün ilk aylarında baş gösteren iktidar mücadelesinden Nâsır daha da güçlenmiş olarak çıktı. Ekim 1954’te Nâsır’a karşı girişilen suikast girişiminin ardından Müslüman Kardeşler örgütü büyük ölçüde sindirildi.

Nâsır, başbakanlık yaptığı 1954-56 arasında, Mısır’ın karşı karşıya olduğu dış politika sorunları konusunda önceleri temkinli ve ılımlı bir çizgi izledi. Bu nedenle 1954’te Sudan’ın bir geçiş döneminin ardından bağımsızlığa kavuşmasını öngören anlaşmayı onayladı. Aynı yıl İngiltere ile kanal bölgesindeki birliklerin kademeli olarak boşaltılması konusunda anlaşmaya vardı. Mısır’ın ekonomik ve askeri bakımdan güçlenmesine ağırlık verdiğinden, İsrail’e karşı mücadelede de atılgan bir tutum içine girmedi. Ama İsrail’in küçük Filistin gruplarının komşu ülkelerden sızarak giriştikleri baskınlara karşı başvurduğu misillemeler, Mısır’ı zamanla doğrudan bir çatışmanın içine çekti.

ABD’ye yakın Ortadoğu ülkelerinin Sovyet etkisine karşı oluşturduğu Bağdat Paktı’na katılmayarak Batı’dan uzaklaşmanın ilk işaretini veren Nâsır, aynı dönemde SSCB ile ilişkilerini geliştirerek bu ülkeden silah almaya başladı. Ayrıca bağlantısızlık hareketi içinde etkin bir rol üstlendi. ABD ve İngiltere’nin daha önce Assuan’da bir baraj kurulması için söz verdikleri kredileri vermeyi reddetmeleri, Mısır’ın yeni yönelimini daha da hızlandırdı. Bu baskıcı politikaya sert tepki gösteren Nâsır, 1956’da gerekli finansmanı sağlamak için Süveyş Kanalı’nın millileştirildiğini açıkladı. Bunun üzerine İsrail, Ingiltere ve Fransa Mısır’a karşı ortak bir harekât başlattı. Ama ABD ve SSCB’nin saldırgan güçlere birlikte baskı yapması sonucunda Süveyş Savaşı sona erdi. Bazı askeri kayıplara karşın Süveyş Kanalı’nm Mısır’ın elinde kalması, Nâsır’ın Arap dünyasındaki saygınlığını daha da artırdı.

Haziran 1956’da cumhurbaşkanı seçilen Nâsır, savaş sonrasında daha radikal bir çizgiye yönelerek içeride köklü dönüşümlere girişti. Bu sürece Mısır’ın Arap dünyasında öncü bir rol üstlenmesi eşlik etti. 1958 başlarında Mısır ve Suriye Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni (BAC) oluşturdu. Sağlam temellere dayanmayan bu birlik Eylül 1961’de bozuldu. (Mısır BAC adını 1971’e değin korudu.) Suriye’nin kopuşunu gerici güçlere bağlayan Nâsır, daha da sola kayarak 1962 ilkbaharında “bilimsel sosyalist” bir programı benimseyen Arap Sosyalist Birliği’ni kurdu.

Mısır yeni programla birlikte başlayan kalkınma hamlesinde SSCB’nin teknik ve mali yardımıyla çarpıcı başarılar elde etti. Örneğin 1950’de yüzde 10 düzeyinde olan sanayi sektörünün toplam üretim içindeki payı, 1970’te yüzde 21’e ulaştı. Tarımda sağlanan gelişme de önemli olmakla birlikte hızlı nüfus artışı nedeniyle aynı başarıya ulaşamadı.
Ad:  21.jpg
Gösterim: 813
Boyut:  53.3 KB

İsrail’e karşı mücadele için militanca çağrılar yapmakla birlikte İsrail’in potansiyel askeri tehdidi karşısında somut bir girişimden kaçman Nâsır, bu konuyu daha çok Arap devletleri arasında işbirliğini sağlayacak bir etken olarak kullanıyordu. Ama cumhuriyetçileri desteklemek için Yemen’deki iç savaşa (1962-67) müdahale etmesine Suudi Arabistan ve ABD’nin gösterdiği tepki ve içeride artan sorunlar, Nâsır’ı gerçek bir savaş politikası izlemeye yöneltti. Filistinli gerillalara karşı İsrail misillemelerinin sertleşmesi üzerine harekete geçen Nâsır, Süveyş bunalımından beri Sina sınırında bulunan Birleşmiş Milletler Acil Kuv- veti’nin çekilmesini istedi. Mısır birliklerinin bu bölgeye yerleşmesi İsrail’in Akabe Körfezindeki ulaşımının kesilmesi anlamına geliyordu. Bu girişimi savaş nedeni sayan İsrail, Haziran 1967’de daha önce davranarak saldırıya geçti. Sürpriz İsrail hava baskını sonunda uçaklarının çoğunu daha havalanamadan yitiren Mısır, Sina’da da bozguna uğrayarak çekilmek zorunda kaldı. İsrail birlikleri altı gün içinde Süveyş Kanal’na ulaştı.

Ağır yenilgi üzerine istifa eden Nâsır, kısmen hükümetin de yönlendirdiği kitle gösterileri karşısında bu kararını geri aldı. Ama radikal dönemin kapandığını görerek iç ve dış politikada sağa kaymaya başladı. Bu değişim ölümünden (Eylül 1970) sonra Enver Sedat’ın başa geçmesiyle iyice belirginleşti.

Sedat rejimi


Mayıs 1971’de parti içindeki rakiplerini saf dışı ederek konumunu sağlamlaştıran Sedat, Mısır’ın sorunlarının düğümlendiği Ortadoğu çıkmazını çözmeye yöneldi. Bölgede yeni bir çatışma istemeyen SSCB ile ilişkilerin bozulması üzerine Temmuz 1972’de Mısır’daki bütün Sovyet askeri danışmanların çekilmesini istedi. Ardından Suriye ile yakınlaşma içine girerek Ekim 1973’te sürpriz bir ortak saldırıyla İsrail’e savaş açtı. Daha çok İsrail’i Araplar lehine bir barışa zorlama amacını taşıyan bu savaşta Mısır kuvvetleri başlangıçta önemli bir ilerleme gösterdi. ABD’den geniş yardım görerek toparlanan İsrail kuvvetlerinin askeri üstünlüğü ele geçirmesine karşın, gene ABD’nin girişimiyle ateşkes sağlandı.

Yom Kippur (Ekim) Savaşı’nı bir zafer olarak ilan eden Enver Sedat, elverişli ortamdan yararlanarak barış için diplomatik ataklara girişti. İsrail’in katılığından ve Arap dünyasındaki tepkilerden kaynaklanan güçlüklere karşın, ABD’nin arabuluculuğuyla görüşmeleri Camp David Antlaşmasıyla (Eylül 1978) sonuçlandırdı. Bunu izleyen barış antlaşması çerçevesinde Mısır ile İsrail arasındaki ilişkiler normalleşirken, Sina’daki İsrail kuvvetlerinin üç yıl içinde çekilmesi ve bir tampon bölge oluşturulması kararlaştırıldı. İsrail işgali altındaki Batı Şeria ve Gazze’nin statüsü ve Filistin sorunu ile ilgili anlaşmazlıklar ise yeni görüşmelere bırakıldı.
Sedat’ın barış girişiminin önemli bir boyutu da ekonominin yeniden inşası için elverişli koşullar yaratmaktı.

Aynı dönemde başlayan liberalleşme ve yabancı sermayeye açılma politikası özellikle ABD yardım programının etkisiyle belirli bir canlılık getirdi. Ama bir süre sonra hızlı enflasyon ve işsizlik gibi önemli ekonomik güçlükler ortaya çıktı. Öte yandan İsrail ile barış bazı kaçınılmaz bedeller getirdi. Sedat, Filistin halkının meşru haklarına sırt çevirdiği gerekçesiyle Arap dünyasında yoğun saldırılara hedef oldu. Mısır zengin Arap devletlerinin mali desteğini yitirdi ve barış antlaşmasının hemen ardından Arap Birliği’nden çıkarıldı. İçeride baskıcı önlemlerin yumuşatılması ve çok partili sisteme geçiş uzun yıllardır sinmiş olan muhalefeti harekete geçirdi. Filistin sorununda ilerleme sağlanamamasından ve geniş bir kesimin refah düzeyinin düşmesinden duyulan hoşnutsuzluklar kitle gösterilerine dönüştü. Eylül 1981’de siyasal muhaliflere karşı başvurduğu geniş çaplı tutuklamalarla konumunun sarsıldığı açıkça ortaya çıkan Sedat, bir ay kadar sonra radikal dinci bir grubun giriştiği suikast sonucunda öldürüldü.

Sedat sonrası


Sedat’ın ölümünden sonra cumhurbaşkanlığını üstlenen, Yom Kippur Savaşı kahramanı ve Sedat’ın yakın yardımcısı Hüsnü Mübarek, dış politikadaki temel çizgiden ayrılmayarak Sina’nın öngörülen süre içinde yeniden Mısır egemenliğine girmesini sağladı. Buna karşılık Sedat döneminde özel sektör üzerinde tekel kurmuş olan azınlığın ayrıcalıklı konumuna son verme ve siyasal baskıları yumuşatma gibi değişime dönük önemli adımlar attı. Bozulmuş olan ekonomiyi düzeltme konusunda ise ancak uzun vadeli çözümlere dayanan bir program ortaya koydu.

Mübarek’in bir başka başarısı da İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal etmesiyle başlayan gerginlik ortamında ılımlı Arap devletleriyle ilişkileri adım adım onarması oldu. Ama ülke içinde özellikle işçilerin ve dinci grupların muhalefeti yönetime ciddi güçlükler çıkarmaya başladı. Mübarek İslamcı akımın güçlenmesi karşısında bazı sert önlemler almaya yöneldi. Bu arada 1986’da petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte artan ekonomik sorunlar muhalefetin güçlenmesine yol açtı. 5 Ekim 1987’de yapılan referandumda oyların yüzde 97’sini alan Hüsnü Mübarek, cumhurbaşkanlığı görevini altı yıl süreyle ikinci kez üstlendi. Ağırlaşan borç yüküne karşın, ekonomiyi dış yardımlarla ayakta tutma politikası bu yeni dönemde de sürdürüldü.

Mısır 1989’da yeniden Arap Birliği’ne katıldı ve Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek Arap Birliği Örgütü’nün (OAU) dönem başkanlığına seçildi. Mısır Körfez Bunalımı sırasında izlediği politikalarla Batılı ülkelerin desteğini kazanarak bölgedeki konumunu yeniden güçlendirdi. 1990’da, 1952’deki darbeden sonraki beşinci genel seçimler yapıldı. Muhalefet partilerinin boykot ettiği bu seçimleri iktidardaki Ulusal Demokrat Parti kazandı. Mübarek yönetiminin izlediği sindirme politikasına karşın radikal İslamcı örgütler şiddet eylemlerini 1990’ların başlarında da sürdürdüler. Ekim 1992’de Kahire’de 552 kişinin ölümüne ve binlerce kişinin yaralanmasına yol açan bir deprem oldu.

kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:12
SİLENTİUM EST AURUM
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Temmuz 2017       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Geleneksel ve Eski Mısır kıyafetleri

Ad:  01.jpg
Gösterim: 2139
Boyut:  25.3 KB

Geleneksel Mısır kıyafetleri elbiseleri şöyledir; Mısır kostümler bir dizi vardı. Çiftçi (fellahin) temelde gallibayas giyerler. 1500'lerden itibaren Osmanlı Türkleri ve 1798 sonrası Avrupa - şehirlerde üst sınıfların kendi fatihlerin kıyafetleri benimsedi. Güneyinde Nubians kendilerine özgü kostüm var ve çölde bedevi de giyim ayrı bir tarzı var. Mısır yöresel kıyafetleri nelerdir.

Mısır - Kadınlar
Fruitseller (1980) Köylü kadınlar bir gallebaya dışarıda giymek ama şehir gallibaya sadece kapalı giyilmelidir eğiliminde olacaktır. Kamu giymek için bir kadın bir tob sebleh denilen geniş bir kadının elbise giyecek.
Geniş pantolon, diz ve ayak bileklerine kadar düşen altında toplanan iç çamaşırı (tshalvar veya shintijan) olarak giyilirdi.

Kadının kaftan bir Yelek denirdi. Bu da meme açık ve düğmeli veya şekillendirme için yan dikişler üzerinde bağcıklı boyun, sıralanmıştı. En çok pantolon üzerinden yüksek tarafında yarık vardı. Şal ile kuşanmış. Kadın Yelek altında bir gömlek ve bir djubbeh giymek ya da üzerinde binnish olur.

İskenderiye ve Kahire'de, kadınlar da melaya LUF giyecek - büyük dikdörtgen bir şal alçakgönüllülük, sıcaklık için aşınmış ve yapılacak taşırdım.

Ya beyaz pamuklu veya açık örgü uzun bir dikdörtgen yüz peçe ve başörtüsü (bazen bir takke üzerine - taqiyah) Şehir kadınlar genellikle bur `a giyilir. Başka headcovering bazen pom poms süslenmiş Mandil (başörtüsü) idi. Fellahin arasında hattah gibi bir çanta bazen giyilirdi.
Ad:  02.jpg
Gösterim: 1293
Boyut:  31.1 KB

Mısır - Erkekler
Erkekler için temel geleneksel Mısır konfeksiyon uzun bir gömlek (gallibaya) 'dir. Tilke de silah altında gevşek uygun (eri) ve fellahin tarafından giyilen bir Haliç'e açılan denilen gallibaya çok geniş bir sürümü ile tek ayırır. Fellahin gallebaya eteğine kadar aksama ve uyluk çevresinde kaydırmak istiyorsunuz çalışırken. Pantolon (sserual) bazen gallebaya altında giyilirdi.

Gallebaya fazla bir kaftan (genellikle çizgili) giyilirdi. Bir kaftanın önünde açık ve genellikle bir kumaş bant (Hizan) tarafından çoğaltılan, uzun, geniş kollu bir ceket gibi bir tam uzunlukta giysidir. Kaftanın üzerinde binish oldu - geniş kollu bir bez palto - genellikle aşağıdaki genellikle koyu gri ve çizgisiz kesmedim. Alternatif olarak, binish daha karmaşık kesilmiş olan bir djubbeh Osmanlı işgali sırasında özellikle Türkler tarafından giyilebiliyordu. `Ulema da elimden kaftanı üzerinden jubbah giydi. Jubbah ayakları ulaşan uzun ve geniş kollu cübbe idi ve aşağı düğmeli yarım oldu.

Ancak, 1800'lerden itibaren Avrupa elbise Osmanlı sarayı arasında geleneksel elbise değiştirilir ve bu elit üyeleri tarafından ele alındı. Bu nedenle, iktidar aydınların üst düzey memurlar ve üyeleri, Avrupa tarzı giyim Mısır'da görülebilir.
Ancak Avrupa Şapkalar kabul edilmedi. Bunun yerine Sultan Mahmud Han II checheya heargear yıpranmış olacağını hükmetti. Mısır'da bu "fes" adı verildi. Daha sonra Muhammed Ali askeri üniforma parçası olarak fes taşımaktı. Bu, 1952 Devrimi'nden sonra şapkaya olarak kaldırılmıştır. Yıpranmış katmanları hakkında daha fazla bilgi için bkz Kadın Headewear

Eski Mısır
Eski Mısır’da erkekler çok basit giyinirler, beyaz peştamal biçimi örtülere bürünürlerdi. Kadınlar da ilk çağlarda mavi kumaştan, vücutlarını sımsıkı saran elbiseler giyerlerdi. Mısırlılar, Sürekli yıkayabilmek için, ketenden yapılma giysiler giyerlerdi. Kadınlar, tek parça; erkekler, iki parçadan ibaret giyinirlerdi. Eski Mısırlıların, giyimleri bugünkü anlayışımıza pek uymamaktaydı. Buna da sebep yılın her zamanında havanın çok sıcak olmasıdır. Üstelik kumaş da kolay dokunulamadığından zor bulunan bir nesneydi. Hele iyi cins kumaşları ancak zenginler alabiliyordu. Eski Mısır’da giyim son derece sadeydi. Erkekler, belden aşağı bir tür kısa peştamala sarınırlar, bazen de arkaların dan bir hayvan kuyruğu sallandırırlardı. Saçlarını ise tüylerle süslerlerdi. Daha sonra peştamalın yerini önden pilili kısa bir etek aldı. Üzerine kolları bol ve pilili gömlek giyilirdi.
Ad:  11.JPG
Gösterim: 11167
Boyut:  44.0 KB

Kadınlar, V yakalı, kolsuz, etekleri ince piliseli keten elbiseler giyerlerdi. Bu elbiselerin kumaşı işlemeli ya da incilerle bezeli olur, elbiselerin sadeliğine karşı, gerdanlıklar ve çeşitli takılar takılır, ağır bir makyaj yapılırdı. Daha sonra elbiselere kol eklendi. İlk önce yalnızca sol kolu olan giysiler moda oldu. Sağ kol, rahat kullanılsın diye açık bırakılıyordu. Sonradan her iki kolu olan giysiler giyilmeye başlandı.

Mısırlılar, yünlü dokumalar da giyiyorlardı. Erkekler de, kadınlar da çok güzel biçimler verilmiş takma saçlar takarlardı. Kokular sürünürler, saçlarına koydukları güzel kokulu bir yağ yavaş yavaş eriyerek omuzlarından aşağı süzülürdü. Erkeklerin özel günlerde takma sakal taktıkları da olurdu. Eski Mısır sanatında, erkek figürleri geniş omuzlu, dar kalçalı ve ince belli olarak tasvir edilmiştir. Sıcak yazları ve ılık kışları ile mısır ikliminde ağırlıklı olarak keten ve Roma dönemlerinde bazen Hindistan’dan ithal pamuktan yapılmış hafif giysiler tercih ediliyordu.

Yün, Mısırlılara uygun olarak daha seyrek ve nadir olarak kullanıldı . M.Ö. ikinci yüzyılın ikinci yarısının başlarında Doğu Akdeniz’den küçük miktarlarda ipek ticareti yapılırdı ve Mısır mezarlarında da ipek kalıntıları bulundu.

Tüm leopar türleri başta olmak üzere hayvan derileri, Tanrının ilk hizmetkârları rolündeki rahipler ve firavunlar tarafından bazen giyilirdi. Bu gibi kıyafetler, Tutankamon’un mezarında da bulunmuş ve mezarın duvarlarında sıkça tasvir edilmiştir. Tüylerle süslenmiş dekoratif tören giysileri, Krallar ve Kraliçeler Döneminde giyilmiştir.

Eski Mısırlılar, genellikle beyaz keten gömlekler, kumaşlar ve bel sarmaları giyerlerdi. Elbise şekilleri, toplumdan topluma farklılık gösterirdi. Firavunlar ve rahipler, yüksek kalitede elbise giyerlerdi. Bazı zengin kesim ise altından materyaller takardı.
Ad:  22.JPG
Gösterim: 7487
Boyut:  28.0 KB

İşçiler ve askerler keten peştamallarının üstüne hasır gibi örülmüş bir deri sararlardı. Askerler ise peştamallarının arkasına kare biçiminde bir deri yama koyarlardı. Yöneticiler ve zenginler güzel giysiler giyip değerli takılar takarken, yoksullar bunlara erişemez di. Daha o zamanlarda bile giysiler insanların toplumsal konumunu, zengin ya da yoksul olduklarını gösterirdi. Gelinler, üzerlerine kat kat pileli beyaz renkte keten kumaş giyerlerdi.

Mısırlılar, daha çok keten kumaşlarla giyinirler, yünlüleri ancak pek seyrek giydikleri pelerinlerde kullanırlardı. Erkek, elbiselerinin başında “şenti” denilen , belden aşağı dolanan örtüler gelirdi. Kadınlar daha çok örtünme ihtiyacını duymuşlar , belin üst kısmını da kuşatan “şentiler” sonradan elbise halini almıştı.Daha sonraki çağlarda kadınlar canlı renklerde süslü elbiseler giymeye başladılar. Kadın,erkek bütün Mısırlılar saçlarını kökünden kazıtırlar , başlarına takma saç geçirirlerdi. Bunun üzerine ayrıca çeşitli biçimlerde başlıklar giyerler , ayrıca kadınlar saçlarını mücevherlerle süslerlerdi.
Ad:  33.JPG
Gösterim: 4166
Boyut:  40.0 KB

Takı ve Aksesuarlar
Mısırda herkes takı takardı. Varlıklılar, yarı değerli taş ve cam kakmalı, altın ve gümüşten yapılmış parçalar takardı. Daha yoksul kişiler bakır ve çini (bir çeşit cilalanmış seramik) kullanırlardı. Evlilik törenlerinde yüzük takma geleneği, yine eski Mısır inançlarına dayanıyor. MÖ.2800 yıllarında Mısırlılar dairenin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu temsil ettiklerine inanıyorlardı. Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu gelenek önce Romalılar arasında kabul gördü daha sonra genele yayılarak kabul gördü. Yapılan kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanılmıştır.
Ad:  03.jpg
Gösterim: 5549
Boyut:  46.4 KB

Makyaj
Eski Mısır'ın gündelik hayatında kadının büyük önemi ve o nispette de değeri vardı. Son bulunan firavun mezarlarındaki resimlerde Eski Mısırlı kadınların siyah saçlı, uzun boylu, düz burunlu oldukları görülüyor. Çocukların doğdukları zaman ciltleri beyaz oluyordu. Ama çok geçmeden Mısır'ın kavurucu güneşinin etkisiyle renkleri koyulaşıyordu. kadınların en güzel tarafları iri siyah gözleri, son derece biçimli yüzleri ve bir Avrupalınınkine nazaran hayli yukarıda olan dik göğüsleriydi. Kadınlar, bu güzelliklerini mücevherat ve makyajla tamamlamakta pek hünerliydiler. Ehram duvarlarını süsleyen resimlerde, Eski Mısırlı kadının yaptığı makyajın pek az farkla günümüzdeki makyaja benzediği hayretle görülmektedir.

Mısırlı kadın yanaklarını, dudaklarını, tırnaklarını boyar, saçlarına kokulu yağlar sürerdi. Heykellerde bile kadınların gözlerini boyalı olduğu fark edilmektedir. Böylesine incelmiş bir makyaj için, elbette ki makyaj Malzemelerinizde son derce gelişmiş olmasına şaşmamak gerekir.

Kozmetik ve Parfümeri
Mısırlılar kendi görünümlerine dikkat ederlerdi. Kozmetikler, parfümler ve diğer ritüeller elbiselerinin önemli parçalarıydı. Mısırlılarda sakal ve saçın çok olması, kişinin kirli ve bakımsız olduğunun göstergesiydi. Bıyık ve keçi sakalı bunların dışındadır. Yüz ve saçlarda sabun kullanılmaz, yağ ya da merhem kullanılırdı. Kör uçlu cımbızı da, yüz kıllarını almakta kullanırlardı. Çoğu erkek ve kadınlar yüzlerini boyarlardı. Dudak ve göz boyaları, öğütülerek toz haline getirilmiş madensel tuzlardan yapılırdı. Bu toz kaplara doldurulup yağ ve ya suyla karıştırılırdı.
Ad:  04.jpg
Gösterim: 885
Boyut:  39.6 KB

Yağ ve kremler, güneş, kuruluk ve kum rüzgarları olduğunda çok önemliydi. Yağlar yüzü yumuşak tutar, yüzdeki çatlakları ve hastalıkları uzak tutardı. İşçilere, yağ ve merhem haftalık ücret gibi verilirdi. Yağ çok değerliydi. Ramses III zamanında yağ verilmediği için işçilerin şikayetleri kayda geçirilmişti.

Mısırlılar, kuvvetli kokulara bayılırdı. Yağlarında çeşitleri vardı ve içyağı parfümler için üretilirdi. Çok popüler olan yağ, alt sınıf insanlar içinde hint yağı olarak bilinirdi. Parfümler için damıtma işlemi yapılırdı. Koku üretmek için bilinen 3 yöntemleri vardı. Birincisi; kokusuz iç yağı kullanılır. Yağ tabakalarında çiçekler ıslatılarak geçirilir. Krem ve merhemler bu şekilde yapılırdı. Merhemin en popüler şekli, konidir ve başa konulur. Akşama doğru koni erir, kokulu yağ yüz ve boyna doğru inerdi. İkincisi, ıslanıp yumuşamadır. Çiçekler, bitkiler ya da meyveler, yağa batırılır ve 65 santigrat derecede kızartılır. Karışım elenir ve serinliğe bırakılır. Daire ve koni içinde şekillenirdi. Üçüncüsü, sık yapılan bir işlem değildi. Çiçek ve tohumlardan ekspres esans yapmaktı. Meyveden şarap yapmaya benzeyen yöntemdi.

Göz makyajı, Mısır kozmetiğinin en karakteristik özelliğidir. En popüler renkler siyah ve yeşildir. Yeşil orijinal olarak bakırtaşından yapılırdı. Bakır oksidinden de diyebiliriz. Eski Krallık'ta, kaştan burun tabanına kadar uygulanırdı. Orta Krallıkta yeşil göz uygulaması, kaşlar ve göz köşelerinde uygulanmıştı. Yeni Krallık'ta ise yeşilin yerini siyah almıştı. Siyah göz boyası ya da sürme dediğimiz olay, kükürtlü kurşun yani sülfitten yapılırdı. Kıpti periyotta kullanılmıştı. O zamandan sonra siyah pigmentlere temel olmuştur. Bakırtaşı ve kükürtlü kurşun, bir palette ve yanında su olarak bulunurdu. Tahta, bronz, kantaşı, obsidiyan ve camdan yapılan çubuklarla göze uygulanırdı.

Yağ veya zamklı kırmızı toprak boyası karışımı, yüz boyama veya dudaklarda; kireç ve yağ karışımı, kremleri temizleme de kullanılırdı. Kına ise saç boyama da kullanılırdı.

Dövme yaptırmayı bilirlerdi ve bu konuda tecrübeliydiler. Orta Krallık'tan cariye ve dansçı mumyalarının göğüs,omuz ve kollarında geometrik dizaynlar bulunmuştur. Yeni Krallık'ta ise dansçıların, hizmetçilerin ve müzisyenlerin kalçalarında tanrı Bes dövmeleri görülmüştür.

Peruk popüler bir eşyaydı. Onları çok özenle yaparları ve genellikle de insan saçından yaparlardı. Diğer güzellik araçları olarak da ; kısa diş fırçaları, saç tokaları, bronzdan yapılmış bigudiler vardı.
Son düzenleyen Safi; 31 Temmuz 2017 23:19
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
14 Temmuz 2017       Mesaj #7
Safi - avatarı
SMD MiSiM
MISIR
Ad:  20.jpg
Gösterim: 855
Boyut:  43.2 KB

Kuzey-doğu Afrika'da devlet, Akdeniz ve Kızıldeniz kıyısında, Nil'in her iki yakasında; 1 milyon km’; 54 609 000 nüf. (1991) Başkenti Kahire. Resmi dili arapça

COĞRAFYA


iklim ve çöller


Mısır'ın bütünü kurak tropikal kuşakta yer alır. Kışın yağışlı akdeniz ikliminin egemen olduğu güney uç kesimi çok küçük bir kıyı kenarını kaplar; Delta'nın ortasında 50 mm olan yağış miktarı Asuan'da 1 mm'ye düşerken, güneye doğru inildikçe sıcaklık artar (yıllık ortalama: İskenderiye'de 20,7 °C; Asuan' da 25,8 °C). Ayrıca ülkenin büyük bölümü çöllerle kaplıdır. Ülke arazisi eski Afrika billurlu sert tabanının bir parçasıdır; sert tabanın üstü bir Nübye kumtaşı tortul örtüsüyle (ikinci Zaman’dan kalma karasal oluşum), onun üstü de Kretase devrinde oluşmuş (özellikle kireçtaşlı) bir tabakayla ve az çok yüksek, kırılmış paleojen bir katmanla örtülüdür.

Bu nedenle Sina, Süveyş kanalıyla Akabe tektonik çukurları arasında kalmış, güneyi çok yüksek (2 637 m), K.'de dev cuestalara dönüşmüş tortul platolar altına dalan bir horsttur Nil'in D’sundaki Arap çölü (ya da Arabistan çölü), Kızıldeniz'in çökmüş kabartısına doğru yükselmiş (2 180 m'ye ulaştığından bunlara bazen Arabistan sıradağı adı da verilir) bir sert taban parçasıdır. Buralarda, 10-25 mm arasında değişen yıllık yağışların ancak geçici akışlara olanak verdiği bir akarsu ağı vardır. Arap çölü, Antikçağ'da büyük bir madencilik (altın, porfir) bölgesiydi.

Günümüzde burada birkaç hıristiyan manastırıyla bazı göçebe kabileler dışında hiçbir şey yoktur. Nil’in B.’sındaki, daha alçak platolardan oluşan, akarsuların bulunmadığı Batı çölü (ya da Libya çölü), hemen hemen bütünüyle ıssızdır. Batı çölündeki bazı derin çöküntü alanlarının en kuzey alanları deniz düzeyinin üstündedir; bu çöküntü alanlarının tabanında, Antikçağ'da insanların gönenç içinde yaşadığı, daha sonra arap göçebelerin talan ettiği vahaları besleyen kaynaklar (Tibesti’den Akdeniz’e doğru inen, bir bölümü fosil bir yeraltı su örtüsünün yüzeye çıkmış bölümüdür) bulunur. Günümüzde yeni kuyular açılarak yöredeki vahaları yeniden yerleşime açma çabaları sürdürülmekte ve önemli gelişmeler sağlanmaktadır: sözgelimi el-Fayyum'un dışındaki vahalarda bugün 100 OOO’i aşkın insan yaşamaktadır.

Nil ve kırsal yaşam


Çölün ortasında, Mısır’ın kalabalık nüfusunun yaşayabilmesi özellikle Etyopya’nın yüksek topraklarına (özellikle de Doğu Afrika göller platosuna) düşen yağmurlarla beslenen Nil'in suları (Asuan'da ortalama su miktarı 2 500 m3/sn) sayesinde gerçekleşmektedir. Üçüncü Zaman başlarında, bugünkü vadinin B.'sında K.’e doğru bir ırmak akıyordu; ama Nil'in bugünkü yatağı, Arabistan sıradağlarının batı eteklerini etkileyen bir dizi yerinden oynama sonucu oluşmuştur Etyopya ile ekvatora özgü öğelerin (Etyopya kütlesinden gelen minerallere 15 metre yükseltideki alçak şekillerde rastlanır), ırmağı etkilemeye başlaması, oluşum biçimleri bugün de bilinmeyen devrilmelerin sonucunda, çok daha sonra (Dördüncü Zaman) gerçekleşti. Irmağın düzenli kabarması (20 ağustos ile 20 eylül arasında Asuan’da ortalama debi 8 500 m3/sn' ye ulaşır), büyük olasılıkla İ.Ö. IV. bin'den beri geliştirilen sulama yöntemleriyle (suların, çamur içinde ekim yapılan bentlerde toplandığı ana yatakta oluşturulan yavuzlara [hod] yöneltilmesi) kış tahılları (buğday ve arpa) ve yem bitkileri (çoğunluğunu mandaların oluşturduğu büyükbaş hayvanların başlıca besini olan bersim ya da İskenderiye yoncası) yetiştirilmesine olanak verdi. Bu ürünler, başlıca geçim kaynağı olan şetui tarımının temelidir.

Ayrıca, daha yüksek topraklarda, su yükseltici araçlar kullanılarak (tüm Mısır tarihi boyunca teknik açıdan sürekli geliştirilmişlerdir: elle kullanılan kova, şeduf [karşıt ağırlıklı terazi sistemi], Arkhimedes burgusu, sakiye [hayvan gücüyle çalıştırılan çark], motorlu pompa) sonbahar ekimleri de yapılmaktadır. Havzanın en çukur yerlerinde, yeraltı su örtüsüne (yeraltı Nil) ulaşacak biçimde açılan kuyular, az miktarda ilkbahar ürünü alınmasını da sağlıyordu (bu örtüdeki suların yükselme ritmi, Aşağı Mısır'da; yüzeydeki ırmağınkinden üç ay farklıdır). Öte yandan, sular alçaldığında toprağın nadasa bırakılması, kuruyan kilin çatlamasına ve daha sonraki kabarma sırasında suların ve milin sızmasına yol açarak toprağın verimliliğini artırıyordu. Suların bu geleneksel kullanılma sistemi, kıyıların yüksek yerlerinde ya da bentlerde büyük köy topluluklarının kurulmasına yol açıyordu. Bu köyler, ırmak deltasının yukarılarında, bütün Yukarı ve Orta Mısır'da hâlâ kırsal konut yapısının temeli olan ortaklaşa işlemeye dayanan bir bentler düzeninin sonucuydu.

Ama Mehmet Ali Paşa yönetiminde, XIX. yy.'ın ilk otuz yılından başlayarak, ticarete yönelik ürünlerin (özellikle pamuk) yetiştirilmesi, nüfusun da artmasıyla birlikte, yeni bir evreye, yani sürekli sulamaya geçilmesini sağladı. Bu sulama tarzı, sular alçaldığında düzeyin yükselmesini sağlayan barajlarla (1840'tan sonra yapılan ve birkaç kez yükseltilen ya da yeniden yapılan Delta burnu barajı; vadideki Asyût, Nag Hamadi ve Esneh barajları; Delta’da, Dimyat kolundaki Zifte barajı) ve daha sonra kabarma sırasında suları toplayan biriktirmeli barajlarla gerçekleştirildi. Birinci Asuan barajının (1902) kapasitesi 5,3 km3'tü; 1970'ten sonra yapılmaya başlayan Yukarı Asuan barajı (Sedd ül-Ali), ekilebilir yüzeyi 200 000 ha artırarak toplam 35 000 km2’ye ulaştıran, 60 000 km2’lik gölüyle 130 km3 kapasiteli çok büyük bir barajdır.

Suyun denetim altına alınması, Delta’nın özellikle merkezinde ve kuzeyinde, önemli ölçüde arazi kazanılmasını sağlayarak yüz yıl önceki yabanıl toprakları değerlendirme olanağı verdi. Bu durum, toprak rejiminin (kadastronun geçmesi, özel toprak mülkiyetinin gelişmesi ve özellikle de büyük toprakların genişlemesi; 21 ha'dan geniş mülkler, 1950'de, tüm yüzeyin üçte birini kaplıyordu) ve konutlaşmanın köklü bir değişikliğe uğramasına yol açtı (Delta'da, esas olan dağınık konutlar, vadide, eski köylerin arasında yer alır). Ayrıca, tarımsal üretimde de büyük değişimler gerçekleşti. Pamuk (350 000 t) ile şekerkamışı başta olmak üzere, ticarete yönelik tarım ürünleri ön sıraya geçti. Besin bitkilerinin sıralamasında da değişiklik oldu: buğday (4,3 Mt) eskiden çok önlerde ve Mısır'ın dışsatım ürünlerinin başında yer alırken son zamanlarda sulama imkânlarının artışı nedeniyle pirinç (3,2 Mt) (tuzlu sulara çok iyi uyarlanan pirinç, Delta'nın kuzeyindeki yeni topraklarda ekilmeye başlanmıştı), mısır (4,6 Mt) (Delta'nın içlerinde ve Orta Mısır'da) ve kocadan (Güney'de) [630 000 t] büyük önem kazandı.

Sürekli sulamanın sonucu olan tarımsal devrim, ülkeyi uluslararası ticarete açmış, ama olumsuzluklar doğurmaktan da geri kalmamıştı: artık nadasla ve taşkınların getirdiği mille sağlanmayan toprak verimliliği giderek daha fazla miktarda kimyasal gübre kullanılarak sürdürülebildi; aralıksız ekim yapılması, biyolojik dengeyi tehlikeli biçimde bozdu, asalaklar çoğaldı. 42 ha'dan geniş kişisel toprakları iki evrede (1952 ve 1961) bölen tarım reformuyla, ekilebilir toprakların aşağı yukarı % 10'u 225 000 aileye dağıtıldı. Ama bu aileler ülkedeki 15 milyon topraksız köylünün ancak küçük bir bölümüydü. Mısır köylüleri arasında, ekilebilir topraklar eşit olarak bölüştürülse bile, uygulanan ekim sistemi içinde bu köylülere iyi sayılabilecek bir yaşama düzeyi sağlanamazdı. Ekilebilir toprakların son sınırına kadar genişletildiği günümüzde, büyük nüfus artışı karşısında, ülke tarımı için tek çözüm, yüksek değerdeki ürünlerle, yani sebze ve meyve yetiştirmeciliğiyle (bunlar yaygınlaşmamış ve büyük kentlere yakın kesimlerle sınırlı kalmıştır) ve ülkenin, dev bir huerta’ya dönüştürülmesidir.

Nüfus, kaynaklar ve gelişme


Nüfus artışı, tarımın bir çözüm getiremeyeceği kadar yüksektir. XVIII. yy.'ın sonunda 2 500 000 olduğu tahmin edilen nüfus, 1882 sayımında 6 500 000 olarak saptanırken, 1992'de 55 milyona yükseldi. Buna, resmi olarak 2,5 milyon olduğu, ileri sürülen ve hiç kuşkusuz, gerçekte 5 milyon kadar olan hıristiyan azınlık da (Kiptiler) dahildir. Ölüm oranının büyüklüğünden ötürü İkinci Dünya savaşı'na kadar yıllık % 1,3 ile 1,6 arasında olan nüfus artışı, 1965'e doğru % 2,8'e kadar büyük bir artış gösterdi (doğum % 4,3 ve ölüm % 1,5). Savaş durumu, seferberlik ve Süveyş kanalı göçü yüzünden 1971-1973 yıllarında % 2'ye düşen bu oran, 1989'da yeniden % 2,9'a yükseldi. Mısır'ın nüfusu. 2000 yılında hiç kuşkusuz 70 milyon olacaktır. Ülkenin oturmaya elverişli yörelerinin yüzölçümü göz önüne alınırsa (40 000 km2'den az) gerçek yoğunluk ortalaması, km2 başına 1000 kişiyi geçer.
Ad:  14.jpg
Gösterim: 864
Boyut:  47.4 KB

Ama bu duruma rağmen, ülkenin elinde önemli ve çeşitli kozlar vardır. 1967 savaşından sonra uzun süre kapalı kalan ve 1975'te açılan Süveyş kanalı, bu arada boyutları artan petrol tankerleri Ümit burnu'nu dönmek zorunda kaldığından daha önceki gelir düzeyini gerçekleştirememişti (1966’da 242 Mt olan geçişin sağladığı gelir, gayrısafi milli hâsılanın % 5 ila 6'sını ve bütçenin % 10'unu karşılıyordu; 1978'de ise bütçedeki oran % 3'tü). Ama kanalda yapılmakta olan genişletme çalışmaları 1987'de tamamlanmış, kanal geliri 1980'e göre uç kat artmıştın (1989'da 1,3 M dolar).

Ayrıca, 1976’daı açılan ve 120 Mt kapasiteli olması öngörülen Süveyş-iskenderiye petrol boruhattı, bugün 80 Mt'luk taşıma gerçekleştir, mektedir. Turizmde gelişmenin en yüksek noktaya ulaştığı (1 milyon turist) gözlemlenmekle birlikte, bütün Ortadoğu'ya, özellikle de Libya, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan'a yayılmış olan göçmenlerin gönderdikleri paraların, Kanal'dan elde edilenin iki katı olduğu ileri sürülebilir. Maden kaynakları da önemli bir ihracatı beslemektedir. Geleneksel ürünlere (Batı Sina'da manganez, Kızıldeniz kıyılarında fosfat), gelişmekte olan ve 35 Mt'a ulaşan (yarısından fazlası ihraç edilmektedir) petrol üretimiyle (Sina ve Libya çölü petrol yatakları) önemli bir öğe eklenmiş olur (616 Mt rezerve karşılık, 45 Mt üretim).

Bununla birlikte, Mısır'ın gelişmesinin sanayileşmekten geçtiği apaçıktır. Mısır, daha XIX. yy.'da, Batı'nın etkisinde kalmıştı ve sanayisi bugün Afrika'da ikinci sırayı almaktadır. Eski sanayi kolları, tekstil (toplam işgücünün yarısı) ve besin (% 20), çimento, demir sanayisi (Asuan yakınlarındaki demir yataklarının işlenmesiyle 1 Mt'dan fazla çelik üretilir) ve kimyadır (kimyasal gübreler). Enerji kaynaklarının artışı da ekonomiye yeni bir güç kazandırmaktadır: Delta'da kurulan yeni bir gübre fabrikasına enerji sağlayan Kuzey’in doğal gaz yatakları (351 Gm3 rezerv, yılda 4 Gm3 üretim); “yüksek baraj'ın, azami üretimi 10 TWsa'e ulaşacak olan yeni hidroelektrik tesisleri (tüm elektrik üretimi 15 TWsa kadardır).

Bu tesisler, Asuan'daki büyük bir kimyasal gübre fabrikasını besledikleri gibi, 1977' de açılan ve Avustralya'dan getirilen boksiti kullanan Nag Hamadi alüminyum fabrikasına (yılda 180 000 t) enerji sağlamaktadır. Ulusal petrol üretimi, enerji tüketiminin gittikçe artan bir bölümünü karşıladığı gibi, pamuğun önünde, ihraç maddelerinin en önemlilerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Ticaret dengesinin önemli ölçüde açık vermesine ve bütçenin büyük bir bölümünün üretken olmayan etkinliklere (savunma gibi) ayrılmasına rağmen, Mısır’da gerçek bir gelişmenin temelleri vardır ve yıllık milli hâsıla ortalamaları bugün, nüfustan daha Ihızlı artmaktadır.

TARİH


Tarihöncesi


Mısır'ın Tarihöncesi son zamanlara kadar pek az incelenmişti. Taş alet yapımı, Teb çölünde bulunan işlenmiş çakılların (bunlar, Oldoway aletlerine benzer) gösterdiği gibi, 500 000 yıl öncesine uzanır. Daha sonra, Acheul kültüründe rastlanan türde çiftyüzlü aletlere ve ondan sonra da 200 000 yılına doğru, Levallois" tekniğiyle ortaya konmuş daha ince işlere geçildiğini görüyoruz. Üst Yontmataş döneminde, 40 000'e doğru çölün genişlemesi, insanları ırmağın yakınlarına sürmüştü. Taş alet yapımı, özellikle dilgileri (Ater tipinden saplı uçlar) ya da Havare evresinde görülen ve Mısır’a özgü olan iyi işlenmiş çekirdekleri kapsar. Yontmataş döneminin sonunda, geometrik özellikler taşıyan çeşitli mikrolitlerin üretildiği endüstrilerin geliştiği görülür.

Bazı yerleşimlerde (Kom Ombo ve Esneh arasındaki Vadi Kubbaniye, Ebu-Simbel, Kom Ombo ve Esneh’in yukarısındaki Tuşke) her mevsimde düzenli olarak buğday ve arpa tarımı yapan yerleşik toplulukların (17 000'den -12 000'e kadar) varlığı kanıtlanmıştır. Burada Yenitaş uygarlığına, beslenme tarzının yavaş yavaş dönüşüme uğradığı ve çok uzun süren bir çeşit erken geçiş süreciyle karşı karşıyayız. Bu bulgular, günümüze kadar, özellikle güneyde Hartum bölgesinin (kayalara kazınmış resimler ve dalga çizgili çanak çömlek), kuzeyde de el-Fayyum kültürünün incelendiği Mısır Yenitaş dönemini daha iyi anlamamızı sağlar. Örrtarih, İ.Ö. 4000 yılına doğru. Yukarı Mısır'a özgü evrelerle (Badari kültürü, Nagada I ya da el-Amre kültürü ve Nagada II ya da Gerze kültürü) devam eder; Aşağı Mısır’da ise, el-Umari, Merimde ya da Tura ve el-Meadi kültürleri gelişmiştir. Delta’da çok geçmeden, LÜ. 3400’e doğru, kralları kırmızı taç giyen Buto monarşisinin yönetiminde bir araya gelmiş birçok krallığa rastlanır. Güneyde ise, fatih Menes'le özdeşleştirilen Narmer'in (iki krallığı birleştirmiştir) bağlı olduğunu söyleyebileceğimiz, beyaz taç giyen Hierakonpolis kralları egemendir.
Ad:  24.jpg
Gösterim: 770
Boyut:  68.4 KB

firavunların egemenliğindeki


Mısır İ.Ö. 3200'e doğru, hierakonpolisli Narmer, o dönemde mevcut olan iki krallığı birleştirdi. Bunlar, Yukarı Mısır (başkenti Hierakonpolis, tanrısı akbaba-tanrıça Nehet, simgesi beyaz taçtı) ve Aşağı Mısır (başkenti Buto, tanrısı yılan-tanrıça Uto, simgesi kırmızı taçtı) krallıklarıydı. İki taca (buna, Mısır dilinde "iki güçlü" deniyordu ve yunan yazısıyla pskhent diye yazılıyordu) sahip olan marmer (Manethon' un bize aktardığı Mısır kökenli geleneksel şemaya göre), 30 hanedanın art arda gelişiyle, 3 bin yıl boyunca ve Büyük İskender’in gelişine (333) kadar Mısır'ı yöneten kralların ilkiydi. Narmer, başkentini, ilk iki hanedan krallarının yaşadığı Tis'te (Abydos yakınları) kurdu.

Bu hanedanlar konusundaki bilgileri, Abydos, Sakkare ve Hilvan (Aşağı Mısır) nekropolislerinde elde edilen bulgulara borçluyuz. Narmer'in, Delta ucunda yeni Memfis kentini kurduğu sanılmaktadır. Ülkenin birliğini koruyan bu ilk hükümdarların yaptıkları işlerin önemli olduğunu söylemek gerekir (tinit dönemi: 3200-2778). Bu işler arasında, yeni bir ekonominin yaratılmasını (ulusal bir sulama siyasetiyle, toprakların değerlendirilmesi, tarımın ve hayvancılığın geliştirilmesi), birleştirici ve tannsal nitelikli yeni monarşi ilkelerinin ortaya konmasını, siyasal yönetim öğelerinin uygulanmasını (merkezi yönetimin ve taşra yönetimlerinin çarkları, gücü her şeye yeten "firavunun elinde”ydi) sayabiliriz.

LÜ. 2778'e doğru, III. hanedan ve ilk kralı Coser, Memfis’i başkent olarak seçti. Eski imparatorluk'la (2778-2420; III. -VI. hanedan) piramitlerin yapılışı aynı döneme rastlar. Taş mimarlığına büyük bir gelişim kazandıran da, Coser'in bakanı mimar imhotep'tir. Bugün de, Sakkare'de, Gize'de Meydum'da, Abusir’de gökyüzüne doğru uzanan ve Keops'un, Kefren’in, Mikerinos'un adlarını ölümsüzleştiren kral mezarlarının çölün üzerinde yükseldiğini görüyoruz. IV. ve V. hanedanlar zamanında, firavunların iktidarı pekişti; yönetimin gittikçe daha fazla önem kazanmasından ötürü Snefru, kralın güvendiği ve onun adına adaleti, polisi, orduyu yöneten bir vezir atamaya başladı. Memfis sarayında, yüksek görevlilerin oluşturduğu ve kralın yakını olan bir sınıf ortaya çıktı. Bunlar, Mısır'daki yönetimin en yüksek kademesinde bulunan kralın sevgisini ve güvenini kazanmaya çalışıyorlardı. Ayrıca kral, güneş tanrı Re’ye dayanan manevi gücü de elinde tutuyor, bu tanrının "oğlu” olduğunu ileri sürerek Re'ye, gerçek bir devlet tanrısı niteliğini kazandırıyordu.

Mısır, dünyaya kapalı bir ülke değildi: Byblos ve Fenike ile, Kıbrıs, Girit ve Akdeniz adalarıyla, Sina (buradaki maden ocakları, Eski imparatorluk’un başından beri Mısırlılar tarafından değerlendirilmişti) ve Mezopotamya ile ilişkileri vardı. Mısır’ın doğal bir uzantısı olarak görülen Afrika, Nil'in üçüncü çavlanına kadar biliniyordu: Mısır egemenliğindeki Nübye toprakları, ürünleriyle (buğday, hayvan, fildişi, abanoz, devekuşu tüyü, leopar ve panter derisi), krallığın zenginliğine katkıda bulunuyordu. Punt ülkesine (bugünkü Somali) yapılan büyük deniz seferleri, Mısırlıların değerli ürünler (özellikle günlük ağaçları) elde etmesini sağlıyordu.

VI. hanedan döneminde (Teti, Pepi I, Pepi II), nedimler, gözdeler ve taşranın yüksek görevlilerinden oluşan bir oligarşinin pekişmesi ve belki de halk kütlelerinin muhalefeti, firavunun sınırsız gücünü tehlikeye düşürdü, iki yüzyıldan daha fazla bir süre (ilk Ara dönem: 2420-2160), bir toplumsal devrim, ülkeyi anarşi, ekonomik çöküntü ve yabancı istilalarıyla (özellikle VII. ve VIII. Memfis hanedanları döneminde) karşı karşıya bıraktı. IX. ve X. hanedanlar, Herakleopolis'te (el-Fayyum), bir monarşi yönetiminin sürmesini sağladılar. Ama bu yönetim, Orta ve Aşağı Mısırla sınırlanmıştı.

Ülkenin birliği, XI. hanedanı kuran ve Orta imparatorluk dönemini (2160-1778) başlatan Teb prensleri Antetler tarafından sağlandı. Başkenti Teb ve hükümdarları Antetler ve Montuhodepler olan bu hanedan, Teb tanrısı Amon'a öncelik tanıyan ilk hanedandır. XII. hanedanla, yani Amenemhatlar ve Sesostrisler hanedanıyla (bunlar, başkenti, yeniden daha kuzeye, el-Fayyum yakınındaki Lişt'e taşıdılar), merkezi bir nitelik kazanan yönetim, devlet tanrısı Amon-Re'nin (bu tanrının kişiliği, Teb rahipleri ile Heliopolis rahiplerinin bir uzlaşmasına dayanıyordu) koruyuculuğu altında, eski gücünü yeniden elde etti. Firavun'un (artık, tanrılar ile insanlar arasında iletişim kuran ve halkı yöneten “iyi bir çoban” olarak görülüyordu) çevresinde, daha farklılaşmış bir toplum ortaya çıktı.

Bu toplumun ayırtedici özelliği, zengin bir orta sınıfın (kâtipler, zanaatçılar vb.) kendini göstermesiydi. El-Fayyum, sistemli olarak değerlendirilmeye başlandı ve bu arada, özellikle kuzey-doğu’da olmak üzere sınırların korunmasına yönelik bir siyaset benimsendi. Güneyde, Afrika'nın içlerine doğru ilerlendi: "sömürgeci” bir yönetim tesis edildi, Mısır kralnaibinin oturduğu yer olan Buhen kenti (ikinci çavlan) kuruldu; artık Nübye ve Sudan’da, Nil boyunca Mısır kaleleri yer alıyordu, ideolojik açıdan, Orta imparatorlukla görülen evrim çok önemliydi: Osiris kültünün gelişmesi, yalnızca kralın değil, bu tanrının çektiklerine ve yeniden doğuşuna ilişkin dinsel uygulamaları yerine getiren her kişinin, ölümsüzlüğe kavuşmasına olanak sağlıyordu.

I.Ü. 1900'den başlayarak, Hazar denizi ve Karadeniz’den gelen hint-avrupa halklarının istilaları, güçlü Asya devletlerinin kurulmasına yol açarak, Yakındoğu’nun haritasını “yeniden çizdi”. Anadolu yaylalarında Mitanni, Dicle ve Fırat’ın yukarı çığırlarında da Hatti devletleri kuruldu; Babil’de yeni bir hanedan iktidara geçti. Bu istilalardan kaçan yerli halklar güneye yöneldi ve Mısır’a kadar ulaşarak orada, Hyksoslar adıyla, önce, Delta’nın kuzey-doğu’sunda, Avaris kenti çevresinde yerleştiler. XIII. ve XIV. yerli hanedanların zayıflığından yararlanan ve Asya’dan yeni gelenlerle daha da güçlenen Hyksoslar, krallığı yavaş yavaş ele geçirdiler ve XV.-XVI. hanedanlar zamanında hüküm sürdüler; ancak Yukarı Mısır’a tam anlamıyla egemen olamadılar Bu ikinci ara döneme (1778-1580), bir kurtuluş savaşına girişen Teb prensleri son verdi. Kames, Ahmosis, Hyksoslar’ı kovdular, Avaris'i ele geçirdiler ve düşmanı Şaruhen’e kadar sürdüler.

Bu tarihlerde başlayan Yeni imparatorluk (1580-1085; XVIII. ve XX. hanedanlar), başkent olarak Teb'i seçti (krallık sarayı buksor’daydı) ve firavunlar, monarşinin altınçağını gerçekleştirdi. Amenofisler, Tutmosisler, Seti, Mineptah ve Ramsesler, ülkelerinin yücelmesi için çalıştılar. Bu, yoğun bir sanat etkinliğinin gösterildiği bir zenginlik dönemidir: Karnak (Nil'in sağ kıyısında), Roma dönemine kadar, özellikle tanrı Amon-Re'nin onuruna büyük anıtların yapıldığı dev bir inşaat alanına dönüştü. Kralların ve özel şahıslann hypogeumları ise, sol kıyıda yer alıyordu (Krallar vadisi, Kraliçeler vadisi).

Krallığı Yakındoğu’da kurulan güçlü devletlerce tehdit edilen firavun, ülkesini savunmak için, büyük bir fatih olmak zorundaydı. Böylece, büyük bir imparatorluğu kurdu ve örgütledi, yeni, etkili ve zekice yönetilen bir diplomasi sayesinde gerçek bir uluslararası siyaset yürüttü. Tutmosis III, 17 askeri sefer yaparak (bunlar, Karnak'taki büyük Amon-Retapınağı’nda taşa işlenmiş Yıllıklar yazıtında açıklanmıştır) Mitanni'nin kurduğu tehlikeli koalisyonu boşa çıkardı ve Amenofis II, sonunda, bu ülke ile anlaştı. Ramses II, Hititler'jn gücünü kırdı (Kadeş savaşı) ve bu iki devlet, bir ittifak kurdular (bu antlaşmanın metni, Mısır ve Hitit arşivlerinde bulunmuştur). Mineptah ve Ramses III, Kuzey’ den ve denizlerden gelen halklarla mücadele ettiler (Kuzey'den gelen yeni hint-avrupa istilaları; Dorlar'ın Yunanistan'a gelmesiyle topraklarından kovulan, oturacak yeni bir yer arayan Küçük Asya kıyı halkları ve Akhalar, kapsamlı bir birlik kurmuşlardı).

Karada ve denizde (Nil'in ağzındaki deniz savaşı) zafer kazanan Ramses III, krallığının birliğini korudu. Yeni imparatorluk’un kralları, Asur ve Libya’ dan gelen öteki tehlikelere de göğüs germek zorunda kaldılar, iktidarları, güneyde, Nil'in dördüncü çavlanının ötelerine kadar uzandı. Fethedilen Afrika toprakları, “sömürge” yönetimi altındaydı ve Mısırlı görevliler tarafından yönetiliyordu. Ama egemenlik altındaki Asya topraklarında (bu topraklar resmi olarak Fırat’a ama aslında Asi ırmağına kadar uzanıyordu), yerel iktidarlara saygı duyan ve başlıcası ödentiler olan bazı "yükümlülük- ler”e dayanan bir örgütlenme (bunun temellerini Tutmosis III kurmuştu) geçerliydi.

Çeşitli ülkelerin tanrılarını bütünleştirmeye yönelen bir ortak ideolojinin kurulması için birtakım çabalar gösterildiği de söylenebilir. içte ise, yönetimin çarkları sayıca artmıştı (bir vezir yerine iki vezir).

Bununla birlikte kralın ihsanlarıyla (özellikle askeri seferlerde elde edilen ganimetin bir bölümünü alıyorlardı) zenginleşen Amon rahipleri, tehlikeli bir güç haline geldi. Bu rahiplerin, XIX. hanedan döneminden sonra, büyük arazileri, özel milis kuvvetleri ve mahkemeleri vardı. Amon rahiplerinin devlet işlerine karışmalarına Amenofis IV'ün gösterdiği tepki (güneş değirmisine tapınmanın yeniden başlatılması, özellikle de ruhban sınıfının kaldırılması) kısa süreli oldu. Ramsesler, Teb'in yakınında ikinci bir başkent kurdular.

XX. hanedan döneminin sonlarında, yönetimdeki bürokrasinin yoğunlaşması, rüşvetin yayılması, Amon rahiplerinin yarattığı tehlike ve yabancı askeri şeflerin (özellikle Libyalılar’ın) iktidarı ele geçirmek istemeleri, merkezi iktidarın zayıflamasına yol açtı: kral mezarları yağmalandı, Firavun'a komplo düzenledi.

1085'e doğru, Smendes (tanislidir) Delta'yı yöneten XXI. hanedanı kurdu. Buna paralel olarak Teb'de, bir yönetim ortaya çıktı ve bunun başına rahip-kralların birincisi olan Amon büyük rahibi Herihor geçti. Böylece ayrılık gerçekleşmiş oluyordu. Bu, istilalara terk edilen ülkede birçok yabancı hanedanın hüküm sürdüğü Gerileme döneminin (İ.Ü. 1085-333) başlangıcıdır. Libya kökenli XXII. hanedan (Şeşonklar, Osorkonlar, Takelotlar) Bubastis'te hüküm sürerken, XXIII. hanedan da Tanis’e (Pedubastis) yerleşmişti, böylece Delta ikiye bölünmüş oluyordu. Şeşonk I tahta çıktığında, Amon rahiplerinin bir bölümünün Teb’e kaçması, Sudan'da Napata’ya sığınması ve burada Amon kültünü yerleştirip bu tanrı adına görkemli bir tapınak kurmuş olması mümkündür. Ama kesinlikle söyleyebileceğimiz bir şey varsa, o da Napata kralı Piankhi’nin (belki de Herihor1 un neslindendi), 750'ye doğru Teb’e kadar ırmağın yukarılarına çıktığı ve egemenliğini Yukarı Mısır'a yaydığıdır. Delta o sırada, Sais’in yerlisi XXIV. hanedan tarafından yönetiliyordu. Tefnakht ve Bokkoris, Piankhi'yi durdurdular. 715’e doğru Şabaka, memlekete kendi güçlerini kabul ettirmek için XXV. hanedanla, yani güney krallarıyla, Sudan iktidarını kurdu ve birtakım hanedan kadınlarını “Amorfa tapınan kutsal kadınlar" (tanrının zevceleri) olarak Teb'e yerleştirdi. Ne var ki Aşağı Mısır'ın yerel hanedanları boyun eğmediler.
Ad:  15.jpg
Gösterim: 828
Boyut:  46.0 KB

671 'e doğru Asarhaddon ve Asurlular, Delta’yı Ninova’nın koruması altına aldılar; Asurbanipal, ırmağı inerek iki kez Teb’e gitti. İkinci gidişinde büyük kenti talan etti. Ama Sais kralı Psamtik I, 663'e doğru Asurlular’ı Aşağı Mısır’dan, Sudanlılar’ı da Yukarı Mısır'dan kovdu ve XXVI. Mısır hanedanını kurdu. Böylece, 525'e kadar bir ulusal canlanma görüldü. 525'e doğru, pers kralı Kambiz, tüm Mısır'ı ele geçirdi ve. Dara ve Kserkses'in geniş imparatorluğunun bir satraplığı haline gelen ülke. Dara ll'ye (404'e doğr.) kadar XXVII. hanedanlığı sürdüren ahemeni hükümdarları tarafından yönetildi. Yunanlılar’ın desteklediği Sais kralı Amyrtaios, Persler'i ülkeden kovdu, XXVIII. hanedanı (404-398) kurdu ve yeniden bir ulusal siyaset güttü. Ondan sonra gelen XXIX. (398-378) ve XXX. hanedan (378-341) kralları da aynı yolu izlediler. XXX. hanedan, yerli hanedanların sonuncusuydu. Nitekim 341’e doğru, Nektanebo II, yeni bir istilayı ve ikinci pers egemenliğini (341-333) engelleyemedi. Dara III Kodoman'ın issos'ta yenilmesiyle iktidarı ele geçiren Büyük İskender Mısır'a girdi.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:15
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
14 Temmuz 2017       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Firavunlar Mısırı'nda din


ilk Mısır’da din esasında yereldi; herkes önce kendi memleketinin, sonra da kendi eyaletinin, yani nomos'unun başkentinde egemen olan tanrıya tapardı. Her nomosun tanrılarını hayvan, bitki ya da eşya biçiminde simgeleştiren alametleri vardı.
Antikçağ'ın bütün halkları gibi Mısır da doğanın güçlerini ve yaratılmış evrenin canlı ya da cansız öğelerini tanrılaştırmıştı; amaç, onların iyiliklerine karşı duyulan şükranı belirtmekti ya da olası saldırganlıklarından korunmaktı: böylece, tanrılarla kendileri arasında bir çeşit alışveriş ilişkisi, sihirli bir bağlantı kurulmuş oluyordu.

Tapınılan bu tanrılar arasında: Hnum (koç, sürüyü dölleyen hayvan, tam anlamıyla yaratıcı tanrı), Hathor (ışığın ve sıcaklığın kaynağı olması bakımından evrenin bereketli bir bağı durumundaki gökyüzüyle özdeşleştirilen, dolayısıyla sevincin ve dansın tanrıçası sayılan üretici ve besleyici inek), Şebek (nehrin sularında avını bekleyen timsah), Anubis (mezarlıkların civarında karnını doyurmak için dolanan ve bu yüzden de ölüler dünyasıyla arasında ilişki kurularak kutsal tahnitçi kimliğine bürünen çakal), Horus (kanatlarını açarak gökyüzünde süzüldüğü zaman göklerin sonsuzluğundan ayırt edilemediği için çoğu kez gökyüzüyle ya da güneşle özdeşleştirilen şahin), Min (erkekliği güçlü insan tanrı), Ptah (Mısır'ın ilk başkenti Memfis’in tanrısı) vb. vardı.

Bu tanrılardan her birinin tapınıldığı ayrı bir, kimi zaman da birçok kenti bulunuyordu ve her biri de kendisine tapanlar tarafından netcer, yani tek tanrı olarak görülüyordu. Tanrı sıfatının verildiği güçler arasında en çok sayılanlar doğanın insana yararlı güçleriydi: günlük yaşamı veren ve sürdüren güneş tanrısı Re; çilesi ve dirilmesiyle insanlara sonsuza dek yinelenen yaşamın örneğini ve yolunu gösteren, Nil nehrinin ve sürekli yeşeren bitkilerin tanrısı Osiris.

Siyasal değişmeler, dinde, ilk ulusal uzlaştırmalara yol açtı ve böylece devlet tanrıları (kralın, toplumun en yüksek mevki- sini işgal ettiği gibi bunlar da, tanrılar topluluğunun doruğunda yer alıyordu) ortaya çıktı. Nitekim Eski imparatorluk'ta, Re, başkent Heliopolis'ten (Memfis yakınları) başlayarak ulusal bir değer kazandı; kendisi de tanrı olan kral, Re’nin oğluydu. Orta ve Yeni imparatorluk dönemlerinde Teb'in (yeni başkent) tanrısı Amon, bütün öteki tanrılardan üstün tutuldu; ama çok geçmeden Heliopolis’in güçlü tanrısı Re ile birleşti ve Amon-Re adıyla, Mısır'ın en önemli tanrısı haline geldi.

Asya’daki büyük fetihler dönemi olan Yeni imparatorluk zamanında da dinsel alanda uzlaşmaya gidildi; tanrıların özdeşleştirilmesi, fetihleri haklı çıkardı ve yasallaştırdı. Böylece Amon-Re ve Şamaş (Babil güneş tanrısı) özdeşleşti; Osiris, Baal ve Adonay, bitkileri büyüten güçlere inanç içinde birleşti; Ptah ve Aştar (Onasya'nın ana tanrıçası) arasında ilişki kuruldu; Sonteh (Asya kökenli) ve Seth (zararlı ve düşman güçlerin Mısır kökenli tanrısı), savaşçı güçleriyle birbiriyle kaynaştı.

Tanrılara ve ölülere hizmet amacıyla değişik önemlerde ruhban sınıfları ortaya çıktı. Tapınaklarda, kral (kuramsal olarak tek rahip oydu), yetkisini rahiplere devretti. Günlük dinsel hizmetler belirlendi: tanrının heykelinin dışarı çıkarılması, süslenmesi, arındırılması ve zengin yemekler sunularak beslenmesi. Rahipler, tanrılarını dünyanın yaradanı olarak tanıtan tanrıbilim sistemleri kurdular: Heliopolis yedilisi, Hermopolis sekizlisi (başlarında ibis-tanrı Thot bulunuyordu) ve Ptah'ı merkez olarak kabul eden Memfis sistemi. Birçok dinsel efsane büyük bir olasılıkla kaynağını bu sistemlerden almıştır. Tanrının mallarını yöneten rahiplerin elinde genellikle büyük bir servet toplanmıştı. Özellikle tebli Amon-Re rahipleri, kralın ihsanlarıyla (askeri seferlerden elde edilen ganimetler, toprak bağışları) çok zenginleşmişti. Böylece rahipler, kimi zaman, firavunla yarışıyor, hatta onun iktidarını tehdit edebiliyorlardı: nüfuz mücadeleleri ve tartışmalar su yüzüne çıktı. Bu "savaş" belirtileri, Amenofis IV’ün Amarna’da reformlara girişmesine yol açtı; ancak, aynı zamanda, XXI. hanedanın rahip-krallarının tahta çıkmasını da sağladı.

Cenaze işleriyle uğraşan rahipler, kral mezarlarında ve özel mezarlarda, ölünün yaşamını sürdürmesine yardımcı oluyorlardı. Bedenin yaşaması, mumyalamayla sağlanıyordu; ancak, bunun yanı sıra birçok mezar eşyası da gerekliydi. Rahipler (ölenin büyük oğlunun yerini alarak) her gün, ölünün, yaşam gücünü ya da kasını sağlayacak olan gerekli besinleri getiriyorlardı. Yaşam, bedeni saran kalın sargılar altında korunuyordu. Ancak, ölünün, günlük gerçekleri yaşama olanağına ve hareket serbestliğine sahip olması da gerekiyordu. Bunu da, varlığın kanatlı öğesi, yani ba‘ (insan başlı kuş), sağlıyordu; ba, uzanmış durumdaki bedenden çıkıp yeryüzündeki can verici özleri toplamaya gidiyor, sonra da uçarak bedene geri dönüyor ve böylece ona güç veriyordu.

Ancak, ölümden sonra yaşamı sürdürmeye yönelik bu ikili sistem de yeterli değildi. Bu eksikliği gidermek için Mısırlılar, tamoyma ya da alçakkabartma olarak “yedek bedenler” (bunlar, canlandırılan kişiye benziyordu) yaptılar ve ba'nın bu heykellere girerek onlara can vereceğine, böylelikle de ölünün yaşamındaki alışkanlıklarını yeniden kazanacağına inandılar (bu yüzden mezarlarda, günlük yaşamı betimleyen zengin tasvirler bulunur). Böylece sanat, ölümsüzlükle aracılık işlevini yerine getiriyordu. Ayrıca, ötedünyadaki yolculuk için bazı formüllerin ezberlenmesi (özellikle Osiris önündeki sorguya çekilme için) gerekliydi. Ölüye, öteki dünyada gerektiği gibi yol gösterecek olan "Ölüler kitabı" papirüsü de işte bu işe yarıyordu.

Hoşgörü ve umut dini olan Mısır dini, derinlemesine etkilediği Antikçağ'ın çok tanrıcı büyük dinleri içinde yer alır. Daha sonraları bu din klan düzeninin ağır bastığı toplumlarda da benimsendi; İsis’e (yenidendoğuşun büyücüsü ve Osiris'in karısı) tapınma, Yunanistan'da, Roma’da ve bütün Akdeniz dünyasında yayıldı.

Mısır dini, Tanrı'ya baş eğmeyi, barış ve iyiliği temel olarak kabul ettiği için de büyük bir manevi değer taşıyordu. Doğruluğun ve Adalet’in (bunlar tanrılaştırılmış biricik soyut ilkelerdir) tanrıçası Maat, evrendeki düzenin güvencesiydi.

Hellenistik çağda Mısır (İÖ. 332-30)


Mısır, pers egemenliğinden, İskender’in bu ülkeyi ele geçirmesiyle kurtuldu. Onun yerine geçen hellen hükümdarlarının otoritesi altında, artık yunan dünyasının bir parçasıydı.

Ülkede kısa süre (İ.Ö. 332 sonbaharı - 331 ilkbaharı) kalan Büyük İskender, yerlilerin yasalarına dokunmayarak ve Siva vahasındaki Amon tapınağı’na, dinsel bağlılığını kabul ettirerek rahipleri de memnun etti. Ayrıca, o zamana kadar içine kapalı kalmış bu ülkeye bir deniz limanı sağlayacak olan İskenderiye'yi kurdu. İskender’in ölümünden sonra generallleri, soylu bir makedonyalıya, yani Lagos’un oğlu Ptolemaios'a Mısır'ın satraplığını verdiler. Ptolemaios Lagoslar hanedanını (İ.Ö. 305-30) kurarak İ.Ö. 305'te krallığını ilan etti. Hanedanının adına (PTOLEMAİOS) bir lakap eklenerek anılan bu hükümdarların dönemi çok hareketlidir. Bunlar, firavunları taklit ederek kız kardeşleriyle evlendiler.

Ptolemaios IV döneminden sonra aile entrikaları ağır bastı ve zayıflayan hanedanlığı, ancak çok enerjik bazı kraliçeler (Kleopatra VII gibi) kurtarabildi. Kyrene, Kıbrıs ve çok sayıda Yunan adası ile Küçük Asya ve Hellespontos’un kıyı kentleri de hanedanın elindeydi. Hanedanlık, doğu ticaret yollarının pazarı olan ve gemi yapımı için Mısır'ın gereksinim duyduğu ağaçların yetiştiği Suriye'yi Selef kiler'den almaya çalıştı. İ.Ö. 168’de, selefki kralı Antiokhos IV, İskenderiye'yi almak ve lagide krallarını tahttan indirmek üzereydi.

Ama Roma, hellen dünyasının dengesini sağlamak amacıyla Ptolemaios Vl'yı iktidara getirmek için Popilius Laenas'ı gönderdi. Böylece bu büyük krallık, Roma'nın koruduğu bir ülke haline geldi ve başına kukla hükümdarlar (Ptolemaios XII Auletes) getirildi. Romalılar, Kyrene’yi (İ.Ö. 74) ve Kıbrıs’ı (İ.Ö. 58) topraklarına kattılar. Kleopatra'ya büyük tutku duyan Antonius, sülalenin çıkarlarına hizmet etti ve çocukları (Kleopatra II ve Ptolemaios Philadelphos) için yeni bir Doğu imparatorluğu kurma düşüne kapıldı. Ama zafer kazanan Octavius, Nil ülkesini ele geçirdi.

Lagoslar Mısır’ı bir sömürge gibi yönettiler. Yerlilere önemli bir görev verilmiyordu ve ülkenin yönetimi ya da sömürülmesi, hellen fatihlerin ırkından (MakedonyalI ve Yunanlı) gelenlerin ya da askerlik nitelikleri dolayısıyla özel bir yer kazanmış olanların (Persler, Yahudiler) işiydi. Yabancılardan alınan askerler lagos ordularının güçlü olmasını sağlamadığı için, bu durum Mısırlılar’ın daha da hoşnutsuzluğuna neden oluyordu. Nitekim İ.Ö. 217’de, kraliyet askerlerinin birçok avantaja ve özellikle toprak mülkiyeti denebilecek ödünlere sahip olmalarına rağmen, Selefkiler'e karşı mücadele etmek ve onları yenmek için (Raphia savaşı) Mısır askeri birlikleri kurmak gerekmişti.

Bu tarih, krallığı parçalayan birçok ayaklanmanın da tarihidir (Yukarı Mısır, yerel hanedanların yönetiminde, Bağımsızlığını uzun yıllar korumuştu). Sitelerde, yunan tarzında alışkanlıklarıyla yaşayamayan (İskenderiye, burada oturanların istedikleri zaman ayaklandıkları bu ayaklanmalar, kendi mahallelerinde özyönetimleriyle yaşayan Yahudiler'e yöneliyordu çok kalabalık bir kentti ve Mısır ülkesinin biricik kenti Ptolemais de dar kapsamlıydı) Yunanlılar kralların onları mutlak iktidarlarından sıyrılmış görmek istemedikleri için çok kalabalık, titiz ve kılı kırk yaran bir yönetimin içinde hizmet ediyorlardı. Papirüslere yazılmış belgelerden oluşan arşivler, en önemsiz işin bile ne kadar titizlikle ele alındığını göstermektedir. Bunlar sayesinde, devlet sisteminin yapısı konusunda yeterince sağlam bilgiler elde edebiliyoruz. Bu yönetimin biricik işlevi, krallıkta yaşayanların ürettiklerinden en büyük payın krallık hâzinesine girmesini sağlamaktı. Hükümdarlar, en büyük payı almaya çalışıyorlardı. Bu da, çeşitli tekniklerin uygulanmasını gerekli kıldı. Örneğin memurlar, yönetimlerinin sonucundan sorumlu tutuldular ve tekellerin sayısı çoğaltıldı. Tekellerin en iyi bilineni, yani zeytinyağı tekeli, caydırıcı bir gümrük siyasetini içeriyordu; hellen monarşilerinde kural olan para tekeline, değerli madenin dolaşımını çok iyi denetleme olanağı veren ve saymaca değeri olan madeni para çıkarılması da eklendi. Tekellerin yönetimi, kesenekçilere verildi.

Yüce sırları ellerinde tutan rahipler, krallık tapınmasının sürmesini sağlıyorlardı ve yeni firavun tarafından ayrıcalıklara boğuldukları için de kitlelerin firavuna sadık kalmasını sağlıyorlardı, ama yerli halk, rejimin baskısı altındaydı. Ezilenler, çoğunlukla köylülerdi. Bunlar, ektikleri (tohumu ancak kral veriyor ve hem borcu hem de faizini alıyordu) topraklan kraldan (tüm Mısır toprağının biricik sahibiydi) kiralıyorlardı. Ekimi de, ürünü almadan (Nil belli bir düzeye yükselirse) ve satmadan önce devlet tarafından neyin ekileceğini belirleyen (yönetim, hangi bitkinin ekileceğini parsel parsel saptıyordu) bir plan uyarınca yapıyorlardı. Toprak kirası ve kredi faizinin yanı sıra kralın belirlediği fiyata, vergileri de eklemek gerekir. Durumları çok kötüleşince, köylüler, çölün sınırlarına kaçarak grev yapıyorlar ve krallık toprakları işlenmeden kalıyordu. Toprak gelirlerinden yoksun kalan yönetim, daha etkili zorlama önlemleri alıyor ya da herhangi bir işletmenin sorumluluğunu yüklenmek isteyenlere ayrıcalıklar tanıyordu (bu da, monarşiyi zayıflatıyordu).

Yunanlılar ve yerliler, tamamen ya da büyük ölçüde birbirinden ayrı topluluklar olarak yaşıyorlardı. Dil engeline, her topluluğun ayrı hukuk sistemleri de ekleniyordu. Bunların biricik ortak noktası, yalnızca krallık hizmetinde yaşamalarıydı. Büyük zenginliklerinden yararlanan krallar, Akdeniz'de etkin bir siyaset güdüyorlar (Ptolemaios III, Babylonia’ya kadar gitti), hanedanlık onuruna düzenlenen kutlamalarda (Ptolemaia olimpiyat oyunları kadar önemliydi) bulunmak üzere İskenderiye'ye yığınla insanın gelmesini sağlıyorlar ve hellen dünyasında, bir süre oyunların baş düzenleyicileri olarak ortaya çıkıyorlardı. Ptolemaios I, yunan kültürünün gelişmesine katkıda bulunarak yüceliğini pekiştirmek gibi bir üstünlük de göstermişti.

İskenderiye'de (Mısırlılar bu kentin dışında tutuluyordu), Müze’de, en seçkin bilginleri (Arkhimedes, Eratosthenes, Eukleides, Heron), değerli edebiyat adamlarını (Rodoslu Apollonios, Kallimakhos), bilim ve özveri sahibi büyük bilginleri (Aristarkhos) toplamış ve olağanüstü zengin bir kitaplık da kurmuştu. Homeros'u Aiskhylos’un ve Sophokles’in trajedilerini bu hanedan sayesinde tanıyoruz. Aristoteles'in, hellen matematikçilerinin ve hekimlerinin bilgileri de, arap bilginlerine, bu hanedan aracılığıyla aktarılmıştır.

Roma yönetiminde Mısır (IÖ. 30 - İS. 395)


Roma siyaset adamları, parlak bir görünüşün ardında gizlenen lagos monarşisinin iç zayıflıklarını çoktan saptamışlardı. Bundan ötürü, Octavius, I.Ü. 30'da bu ülkenin Roma topraklarına katıldığını açıklayınca, onların özlemlerini somutlaştırmaktan başka şey yapmadı. Octavius, özgün önlemler aldı: senatörlerin Mısır'a girmesi (bu ülkede toprakları bulunsa bile) yasaktı ve Mısır, legatus yetkilerine sahip olan, atlı sınıfından bir kimsenin, yani İskenderiye ve Mısır praefectus'unun imparatoru temsil ettiği biricik önemli taşra bölgesiydi. Bir başka gariplik de, lejyonların, yine atlı sınıfından bir praefectus'un komutası altında olmasıydı. Augustus'un, roma dünyasının geri kalan bölümüne benzemeyen bir rejimi olan bu ülkede senatörlerin, princeps'in bir firavun gibi yüceltildiğini görmelerine önem vermediği söylenmiştir.

Hükümet, yönetim ve ekonomik etkinlik, Lagoslar'ın yöntemlerinin tıpatıp benzeriydi. Augustus, Makedonya hanedanının zayıflamasıyla ortaya çıkan kötü davranışları engellemekle yetindi. Tapınaklara bırakılmış toprakları lağvettiği ve belki de azalttığı ve devletin dinsel masraflara katılmasını sınırladığı söylenebilir; krallık toprağında kurulmuş büyük yurtluklar ise geri alınmıştı. İmparator, daha iyi yönetmek için bölme yöntemine başvurdu: kastlar sistemini sürdürdü ("dediticii" olarak görülen yerliler, roma kentine giremezlerdi). Taşrada, belediye bölgeleri çerçevesinde yapılan krallık dini kutlamalarında insanların bir araya gelmesini yasakladı. İskenderiye'yi ve Thebais'nin kaynaşan kırsal alanlarını gözetim altında tutmak için 3 lejyon ve 12 yardımcı birlik (toplam 23 000 kişi) yerleştirdi.

Yerel geleneğe uymak için, ex-castris asker toplandı. Oysa bu, başka yerde uygulanan bir yöntem değildi. Sulama sistemini sürekli olarak yeniden kuran Romalılar’ın, Mısır'dan, Lagoslar’dan fazla yararlandığı söylenemez: aynî vergi, Romalılar’ı, yılda dört ay yeterince düzenli olarak besliyordu. Ama ürünün kötü olduğu yıllarda, Nil kıyısında kıtlık çekiliyordu. Mısır açısından, mülk sahiplerinin değişmesi, farklı sonuçlar doğurmamıştı: şimdi, yöneticiler Romalılardı, ama yunanca resmi dil olarak kalmıştı. Alışverişlerde kabul edilen değer birimi, imparatorluğun başka yerlerindekinden farklı olarak drahmiydi. Eski Mısır'ın basitleştirilmiş yazısıyla yazılmış yunan papirüsleri, ostraca’lar, yönetmelikler (idiologos’un ''Gnomon”u gibi) bu sürekliliğe tanıklık eder. Yani, sayımlar; denetimler, talepler devam etmekteydi.

Ancak, İ.S. I. yy.’daki bazı olayların önemini de belirtmek gerekir. Hippalos’un muson rüzgârlarını keşfetmesi, Hindistan'a yolculuğu daha kolaylaştırdı: her yıl yüz yirmi gemi Kızıldeniz’deki limanlardan hareket ediyor, ipekli kumaşlar, inciler ve kokular getirmek üzere Hindistan’a gidiyordu; bu değerli malların toplandığı İskenderiye’nin önemi de giderek büyüdü.

İskenderiye’deki yahudi topluluğu, uzun süredir kaynaşma halindeydi. Artık yunancadan başka dil konuşmayan bu Yahudiler, genellikle, geleneklerine bağlı kalmışlardı (Ebdomekonta incili’yle) ve İncil'i platoncu açıdan yorumlamak isteyen Philon’un davranışı (öl. İ.S. 50’ye doğr.) yaygın bir tutum değildi. Yahudi düşmanlığı gelişmiş ve daha Claudius zamanında Yunanlılar ile İskenderiye Yahudileri arasında çatışmalar başlamıştı. 66 yılında Yahudiler’in topluca başkaldırmaları, İskenderiye'de aralarından 50 000 kişinin ölmesine yol açtı; 117 ayaklanmasının ise, 240 000 Yahudi’nin yaşamını kaybetmesine mal olduğu sanılıyor. Bu arada imparatorlar, mülklerinin verimliliğini artırmaya çalıştılar; kişilere ait büyük topraklara elkoydular; köylüleri buyruk altında tutabilmek için çok uzun süreli toprak kiralama hakkı tanıdılar. Din adamlarına da daha eli açık davrandılar Nitekim Philai ve Esneh tapınaklarının yapımı II. yy.’da bitirildi. Müze'ye her zaman para yardımı yapılıyordu ve İskenderiye bilimi Ptolemaios (Hadrianus döneminde) ve Appianos (Antoninus döneminde) ile son bir kez parlaklığını gösterdi.

Septimius Severus, vergilerin hâzineye akmasını sağlamak için, kentlerde, curia rejimini kurdu ve İskenderiye'de bir bule oluşturuldu. Coeranus da, ilk mısırlı olarak senatoya girdi (210’a doğru). Uzakdoğu ile ticaret, gerilemeye başlamıştı bile: Roma, mübadeleler yapmasını sağlayan metal stoğunu tüketmişti. 250’ye doğru, Blemyi halkı ve Etyopyalılar sınır bölgelerini istila ettiler ve Nil'in, hiç kuşkusuz iyi korunmayan Kızıldeniz yollarını kestiler. Gerçekten de, II. yy.'dan beri Mısır’da ancak bir lejyon vardı, imparatorların güvensizliği, yönetim değişiklikleri yapılmasına yol açtı ve IV. yy.'da Mısır, Doğu piskoposluğunun bir bölümü oldu ve Antakya'da oturan konta bağımlı kılındı. Ama hâlâ, taşra valilerini denetleyen bir praefectus'u vardı.

Hıristiyanlık önce, İskenderiye'nin musevi topluluğunda benimsendi ve bu kentte Claudius döneminde baş gösteren karışıklıkların da hiç kuşkusuz nedeniydi. Daha sonra, çok yoksul olan halkın içinde hıristiyanlık kolaylıkla yayılmış gibi görünüyor. Nitekim daha III. yy.'da, halkın çoğu hıristiyanlaşmıştı. Eskilerin en dindar kimseler olarak gördükleri Mısırlılar, keşişlik ve rahiplik ile, yeni dine özgün bir nitelik kazandırdılar. Aziz Antonius (250-356), ilk hıristiyan keşişidir ve çöle yerleşip çevresine kendisi gibi ayrı ayrı kulübelerde yaşayan çömezler toplamıştır. 320 yılına doğru, aziz Pakhumios, Teb’irrbatısında bir koinobıon (ortaklaşa yaşama merkezi) kurdu ve 2 500 keşişi burada topladı. Kız kardeşi Maria da, ilk kadınlar manastırını kurdu. Kıpti yazısını benimseyerek ulusal kültürünü korumaya yönelen hıristiyan Mısır, İskenderiye bilim ve düşünce merkezini hiçe saymadı. II. yy.’da hıristiyanlığa dönmüş olan filozof, Pantainos Musaios’a karşı bir okul kurdu.

Öğrencisi olan ve onun yerine geçen aziz Klemes (190’a doğr.) hıristiyanlığı, gnosis’in yüksek bir biçimi olarak ileri sürdü. Klemes, baskılardan kaçmak zorunda kaldı (202) ve piskopos Demetrios, onun yerine Origenes’i getirdi. Origenes, hellenizm ile İncil kültürünü uzlaştırmak istedi, ama görevinden alındı ve başka yere gitmek zorunda kaldı (230'a doğr.). III. yy.’ın sonu, İsa'nın özüne ilişkin kavgalarla dikkati çeker. Nitekim İskenderiyeli rahip Ariuş, İsa'nın tannsallığını inkâr etmiş ve önce İskenderiye piskoposu Aleksandros (323), sonra da İznik konsili tarafından aforoz edilmişti (325). İskenderiye'de onun yerine geçen aziz Athanasios (328-373), bütün yaşamını ariusçulukla ve kendisini görevinden uzaklaştıran imparatorlarla mücadele ederek geçirdi. Sonunda, Theodosios arius öğretisine karşı olduğunu açıkladı (379) ve Mısır yatıştı.

Ama çoktantanrıcılar, yenilgilerini kabul etmiyorlardı. II. yy.’ın sonunda, hıriştiyanlıktan vazgeçen Ammonios Sakkas, İskenderiye'de yeniplatoncu okulu kurdu, izleyicileri arasında Origenes ve Plotinos vardı. Bu okul, hıristiyan yığınların şiddet hareketleri yüzünden kapanana kadar (415), düşünsel geleneklerini sürdürdü. Çoktanrıcı din, Theodosios tarafından, 392'de yasaklandı.

Bizans yönetiminde Mısır (395-642)


Mısır, Araplar'ın fethine kadar Doğu imparatorluğunun bir parçasıydı. Theodosios’dan beri, Mısır praefectus'u augustus praefectus'u diye adlandırılıyordu ve Nil vadisinde, bir naibin yetkilerine sahipti; eyaletler ise düklerin sorumluluğundaydı ve bunların temel görevi, vergi toplamak ve aynî verginin sağlanmasını denetlemekti. Her zaman yabancıların sömürdüğü Mısır, şimdi de İstanbul'a erzak sağlıyordu, imparatorların çabalarına rağmen, yüksek memurlar, büyük topraklara sahip olmuşlardı.

Mısır, dış politika için yeniden ilgi konusuydu. Topraklarından hareket eden misyonerler, Aksum Etyopya krallığı'nı ve Himyeriler'in ülkesini (Yemen) hıristiyanlaştırmışlardı. Bizans, hint yolunda Sasaniler'in kurduğu denetimden kurtulmak için bu iki halka güveniyordu. Ama Mısır tam bir çevre ülkesiydi, istila tehlikesi de çok fazlaydı ve bundan ötürü Kızıldeniz'in ötesine bir deniz seferi yapmayı düşünmek sözkonusu olamazdı. Kosmas Indikopleustes adına ("Hindistan'a deniz seferi yapan" anlamına gelir), rağmen, Arabistan limanlarından ileri geçmemişti. Böylece İskenderiye'nin oynadığı rol Uzakdoğu'dan gelen kervanların son durağı olan Suriye limanları lehine önemini kaybetti.

imparator ülkeden yararlanıyordu, ama otoritesine ortak olan başkaları da vardı. Bizans’ın Mısır’ı, her şeyden önce bir hıristiyan Mısır'dı. Hasımlarının dediği gibi, yeni firavun, İskenderiye piskoposuydu. İstanbul konsili’nden (381) beri, Doğu'nun öteki piskoposlarından üstün durumda bir patrik olarak tanınmış ve başkentin piskoposlarını birçok kere atamıştı ve Doğu'da papa unvanını koruyan tek kimseydi. Mısır piskoposlarını (bunlar yüz kadardı) göreve seçiyor ve buyruklarına boyun eğen çok sayıda din adamına güveniyordu.

O sırada Deyr ül-Ebyad’dan Şenude tarafından yönetilen çöl keşişlerinin oluşturduğu bağnaz bir çeteye de dayanıyordu. Çok zengin olduğu için istediği gibi para dağıtıyordu ve imparatorluk memurları ona büyük bağlılık gösteriyorlardı. Ama özellikle, kendilerini sömürmeye devam eden Yunanlılar'a hınç besleyen Mısırlılar’ın ulusalcı düşüncelerini kendi yararına olmak üzere körüklüyordu. Mısır’a egemen olan bu piskopos, hasmı İstanbul patriğinin yerine geçmeyi de düşünüyordu ve imparatorluğun yeni başkentindeki piskoposun gücünden endişelenen papanın kendisine yardım edebileceğini hesaplıyordu.

Nitekim İskenderiye piskoposu Theophilos (385-412), İstanbul piskoposu aziz ioannes Khrysostomos'un ayağını kaydırdı (404). Theophilos'un yerine geçen aziz Kyrillos (412-444) da, İstanbul patriği Nestorius’u din sapkını olarak mahkûm ettirdi (nesturilik). Bundan sonra, İsa konusunda kavgalar başladı ve Tanrı’nın Oğlu’nun kişiliği ve özü üzerine her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Ama patrik Dioskoros (444-451), selefleri kadar başarılı olamadı. Dioskoros, monofizizmin (İsa'nın tek bir özü olduğunu ileri süren öğreti) ilkelerini ortaya koyan Eutykhes’in kuramlarını destekledi ve Efes konsili’nde (449), Eutykhes’i mahkûm etmiş olan İstanbul patriği Flavianus’u görevinden uzaklaştırttı. Ne var ki, mısır keşiş topluluklarının piskoposları dehşete düşüren "Efes haydutluğu", İskenderiye'nin iddialarından tedirgin olan papa Leo l'in dikkatini çekmişti. Nitekim Dioskoros, Khalkedon konsili'nde (451), görevinden alındı. Ama Mısır bu kararı kabul etmedi ve İstanbul tarafından mahkûm edildiği için monofizizme sıkıca sarıldı. Başkent patriği ve imparator, Khalkedon kurulu tanımlamalarını bir yana atarak monofizizm yanlılarıyla uzlaşmayı gerçekleştirmek istediler.

Ama bütün çabalar beyhudeydi: Mısır; ulusal sapkınlığından vazgeçmiyordu, iktidar, inanç birliğinin gerekli olduğunu düşündüğünden, 451 konsili'ni izleyen iki yüzyılda birçok baskı ve zülüm yapıldı. 457'de, İskenderiye'de ayaklanma oldu ve Khalkedon patriği öldürüldü, iktidarı ele geçiren monofizitler, İstanbul'daki siyasal mücadelelerden yararlandılar. Çünkü bu kentte, tahtta hak iddia eden bir kimse ya da imparator tarafından yönetilen bir uzlaştırıcı grup vardı. 460 yılından sonra, iki dizi patrik görüyoruz: halkın öfkesini.her an çekebilecek olan melki patrik (yani kral patriği “imparator” sözcüğü Doğu’da bilinmediği için böyle deniyordu) ve yerlilerin çoğunluğunun her zaman desteklediği monofizit patrik (monofizitler, V. yüzyıldan beri İsa’nın tek bir özü olduğunu kabul ediyorlardı). VI. yy.’da monofizitler düşman mezheplere ayrıldılar, ama hepsi de, kendi patriklerinin, imparatorluk yönetimiyle anlaşmaya kalkışmasına karşıydılar. Bu kaynaşmak dönem, kipti sanatının ve edebiyatının parlak çağıdır.

VII. yüzyılda, imparator Herakleios (610 -641), Sasaniler’den doğudaki topraklarını geri aldı (Persler, Mısır'ı 616'dan 629'a kadar işgal etmişlerdi) ve ne pahasına olursa olsun inanç birliğini sağlamak istedi. Yahudiler'e vaftizi zorunlu kılan ve düşman hıristiyan mezheplerine yeni mo- notelizm öğretisini kabul ettiren buyrukları, şiddetli tepkilere yol açtı. Yunanlılar'a ve imparatorluk iktidarına duyulan kin, Araplar Mısır'ı istila ettiğinde, doruk noktasına ulaşmıştı.

Mehmet Ali Paşa'ya kadar müslüman Mısır (642-1805)


Arap fethi ve işgali


Bizans’ın 30 000 kişilik Mısır ordusunun hemen tümü, askerliği pek iyi bilmeyen yerlilerden kurulmuştu. Monofizitleri uzlaştırmakla görevli melki patrik Kyros'a (630 ya da 631-643 ya da 644), praefectus yetkileri de verilmişti. Ama din sapkınlarına karşı sert davranması, halk tarafından sevilmemesine yol açtı. Böylece Mısır, AraplarVçağırmadı, ama onlara karşı da durmadı.

640’ta, halife Ömer zamanında, arap komutanı Amrübnülas ülkeyi istila etti; 642'de İskenderiye teslim oldu. Araplar, Fustat kalesini (Eski-Kahire) kurdular, Nil’in Kızıldeniz kanalını düzenlediler ve aynî vergi, Medine’ye akmaya başladı.
Az sayıda olan Araplar, devletin mülkiyetinde kalmakta devam eden toprakların ürünleriyle geçinen garnizonlarda toplanmışlardı. Bu paralı asker yaşamının çekiciliği ve valilerin (amil) kolonileştirme konusundaki çağrıları, Araplar’ın sayısını artırdı. Hıristiyanların kiliselerine ve yerel örgütlerine dokunulmamıştı, ama özel vergiler vermeleri gerekiyordu: müslüman fatihlerin, asıl mülk sahibi olduklarını belirten haraç ve cizye (adam başına vergi) gibi. Melki patrikler geleneği, 651 ile 742 arasında durakladı, çünkü onlara inananların sayısı pek azdı. Monofizitler de gittikçe azaldı: 750’ye doğru, nüfusun ancak dörte biriydiler, islamiyeti bu kadar çabuk kabul etme, acaba nasıl açıklanabilir?

Önce baskı ve zulümlerden sonra çabucak kurulan yakubi piskoposluğu, sıradan bir örgüttü. Sonra, hıristiyanların çoğu, özel vergilerden kurtulmak için din değiştirdi. Keşişler cizye vermediği için, yığınlarla insan manastırlara doldu. Ama vali sert önlemler alınca, bu sahte keşişler dinlerinden döndüler. Araplar, bizans kurumlarına ve oralarda çalışan Kıptiler'e dokunmamak gibi bir bilgelik gösterdiler. BizanslIlar, dış ticarete elkoymuşlardı; müslümanların bunu da kaldırdığı söylenebilir. Böylece Hindistan yönünde ticaret canlandı, ama Basra körfezi, Kızıldeniz’den yine de daha önemliydi.
Mısır, iki yüzyıl boyunca, arap dünyasının alınyazısını izledi: 661'de Emeviler'in yönetimindeydi ve İslam, din sapkınlıklarının hemen hiç etkisinde kalmadı. Nil vadisini, yalnızca Irak kentleri için kullanan Abbasiler'in vergi siyaseti, Araplar'ın ve Kıptiler'in zaman zaman başkaldırmasına yol açtı.

Tolunoğulları (868-905)


Tolunoğlu Ahmet adında bir türk, 868’de, birliklerin komutanlığına getirildi ve köle pazarından satın alınan paralı askerlerden (Memluklar'dan) bir birlik kurdu. Mısır'ın hükümdarı olduğunu ileri sürdü ve Suriye’yi ele geçirdi. Oğlu, halife tarafından, Mısır ve komşu bölgelerin valisi olarak tanındı. 905’te bir abbasi ordusu ülkeyi yeniden işgal etti.

Ihşidiler" (935-969)


İran krallarının lakabı olan ihşid’le anılan Muhammet adında bir türk, şiilerle mücadele etmek için Bağdat'tan tam yetki aldı.

Fatımiler (969-1171)


909'dan beri Mağrib’de egemen olan şii Fatımiler, uzun süredir Mısır’ı ele geçirmek istiyorlardı, ihşid sülalesinin büyük dayanağı olan vezir Ebülmisk Kâfur’un ölümünden yararlanarak ordularıyla Mısır ve Suriye’yi işgal ettiler (969); Fustat’ın yanında, el-Kahire'yi (Muzaffer) [Yeni Kahire] kurdular. 973'te, halife el-Muizz, yerleşmek için Mısır'a geldi. Çeşitli askerlerin (memluk, berberi, türk...) geçimsizliği yüzünden, çok geçmeden karışıklıklar çıktı. Mağribi 1045’te kaybeden, Suriye'de Selçukluların saldırısıyla (1075) karşılaşan ve Filistin'de, Kudüs'ü Haçlılar’a bırakmak (1099) zorunda kalan sülale, vezirlerin becerisiyle kurtuldu. Bu vezirler de, halifelerini kendileri seçtiler. Böylece Mısır, büyük bir refaha kavuştu. Ülke, uzaktaki başkentler için sömürülmüyordu artık. Kızıldeniz ve İskenderiye, Akdeniz ile Uzakdoğu'nun aracılığını yapan en önemli yerler olmuştu.

Mağrib ile deniz bağlantısı kuran Venedik ve Amalfi tacirleri, İskenderiye'ye üşüştüler. Kervanlar da, Mısır’ı, Kuzey Afrika'ya, Sudan'a ve Etyopya'ya bağlıyordu. Kıptiler’in elinde olan zanaatkârlık, değerli eşyalar üretmeye devam ediyordu (fildişi, bakır ve bronz, züccaciye, emaye, fayans). Kahire'de dikkate değer anıtlar yapılmıştı: halifenin sarayı (Kasr ül-Kebir), el-Ezher camisi.
1164’te, Kudüs krallığı birliklerinden önce davranan şam atabeyi Nurettin Zengi'nin komutanları Şirkuh ve yeğeni Selahattin Eyyubi, Mısır’ı işgal ettiler. Selahattin, 1169'da vezir oldu ve fatımi Sultanı El-Adid (1160-1171) ölünce, Bağdat halifesi adına hutbe okuttu.

Eyyubiler" (1171-1250)


Selahattin Eyyubi Mısır’da bir hanedan kurdu; Suriye ve Yemen'i topraklarına kattı ve Bağdat tarafından tanınmasını sağladı. 1187'de Kudüs krallığı'na kesin bir darbe indirdi. Kurduğu devlet, ölümünden sonra bölündü. Haçlılar, Delta’ya çıkma girişimlerine devam ettiler. 1249'da, Saint Louis, Dimyat'a çıktı; yenilgiye uğradı ve Mansure'de kuşatılarak (şubat 1250), Mısır'dan çıkmak zorunda kaldı. Son eyyubi sultanı, 1250'de öldürüldü ve iktidar memluk şeflerine geçti.

Memluklar (1250-1517)


Bu disiplinsiz oligarşi, örnek sayılacak bir yönetimin ve Moğollar’ın yakıp yıkmasından kurtulmuş biricik arap ülkesindeki refahın denetimini ele geçirmişti. İskenderiye, hıristiyan Avrupa’ya gönderilen baharatın tekelini elinde tutuyordu ve bu pazara sahip olmak için çatışan Venedikliler ve Cenovalılar, Kilisenin yasaklarına rağmen, Mısırlılar'a, kereste, demir, silah ve köle vermeye devam ediyorlardı. İskenderiye'den çıkış sırasında alınan vergi, Kahire sarayı’ndaki lüksü ve başkentin göz kamaştırıcı yapılarını açıklar: Kalavun camisi (XIII. yy.), sultan Haşan camisi ve medresesi (XIV. yy.) Kayıtbay camisi (XV. yy.), gibi.

iktidar, 1250'den 1382'ye kadar, bahriye’ Memluklarının, yani Türkler'in elindeydi. Kutuz, Filistin'de, Ayn Calut’ta Moğollar'ı yenerek Mısır'ı kurtardı (1260). Kutuz’u öldüren Baybars (1260-1277), bir Abbasi’yi halife ilan etti ve onun tarafından sultan olarak kabul edildi. Baybars, ticari bakımdan İskenderiye ile rekabet eden Kudüs kentlerinden çoğunu aldı. Kalavun (1279-1290), Akkâ’yı alarak (1291), haçlı devletini tamamen yıktı. Kilikia da 1375'te Memluklar'ın eline geçti. 1382’de iktidar, burciye’ Memluklarının, yani Çerkezler'in eline geçti. Yeni sülale, birçok hükümet darbesiyle karşılaştı. Ekonomik durum kötüleşti: altın para Batı'ya akıyordu ve Mısır'ın yalnızca bakır parası vardı. Memluklar, Mısır'ı Timur'un istilasından kurtarmışlardı (1400), ama savaş çok pahalıya patlamıştı. Sultan Baybars (1422 -1483), dış ticaret üzerinde bir tekel kurmaya çalıştı, ama başarılı olamadı. 1503' te Portekizliler, Hindistan'da duruma hâkim oldular ve Mısır'a gönderilen baharatı kestiler. 1509’da, Francisco de Almeida, memluk donanmasını yok etti.

OsmanlIlar, Mısır'ı, çoktan beri almak is- tiyorladı. 1516'da, Yavuz Sultan Selim, Memluklar'a savaş açtı. Onları, Mercidabık’ta (1516) ve Ridaniye’de (1517) yenilgiye uğrattıktan sonra zapt ettiği Mısır'ı bir osmanlı eyaleti yaptı.

türk yönetiminde Mısır


1517den 1805'e kadar


Bölge, bir yıl için atanan bir paşanın sorumluluğundaydı. Paşa, vergileri topluyor, İstanbul'a 600 000 akçe ve asker gönderiyordu. Paşa’nın yardımcısı 24 bey vardı. Bunlar, kendi muhafız güçleri için köleler (memluklar) satın alıyorlardı. Bir beyin yeri boşsa, en güçlü bey, memluklarından birini bu göreve aday gösteriyordu. Sınırları savunmak ve Bedeviler'i uzaklaştırmak için paşanın elinde, ağaların komuta ettiği yedi alay vardı.

Ağalar, bir yıl için, askerler tarafından seçiliyordu. Görevlerinin sonunda, orduyu yöneten eski ağalar kuruluna giriyorlardı. Beylere ve ağalara, intifa hakkıyla, köyler veriliyordu. Köylerin her birinde, angaryayla işlettikleri özel toprakları vardı ve öteki topraklardan vergi alıyorlardı. Verginin bir bölümünü paşaya gönderiyorlar, gerisini kendileri alıyorlardı. Bu buyruk dinlemez milis kuvvetleri karşısında paşaların iktidarı gittikçe zayıfladı.

Özellikle Bulutkapan ya da Cin lakabıyla tanınan kölemen beylerinden şeyhülbeled (Kahire belediye başkanı) Ali Bey, Mısır'daki osmanlı valisi Gürcü Mehmet Paşa’yı kovarak (1768) Kahire'yi ele geçirdi, adına hutbe okuttu ve rus donanmasının desteğiyle Suriye üzerine yürüdü, fakat damadı Ebüzzehep Mehmet Bey’e yenilerek tutsak düştü (1773). BabIâli tarafından valiliğe getirilen Mehmet Bey'in ölümünden sonra, ondan yana olan muhammediye Kölemenleri'yle Ali Bey'den yana olan aleviye Kölemenleri arasındaki çatışmalar yoğunlaştı. Muhammediye grubu Yukarı Mısır'ı, aleviye grubu da Aşağı Mısır'ı ele geçirdi.

Bu olaylar sırasında Kölemenler’in yolları kesmeleri ve ulaştırma araçlarına elkoymaları Mısır'da açlık ve sefaletin yayılmasına neden oldu. Osmanlı valileriyse düzeni ve otoriteyi sağlamakta güçlük çekiyorlardı. 1784’te baş gösteren salgın üzerine, hükümet Cezayirli Haşan Paşa'yı kargaşayı bastırmakla görevlendirdi. Harekâta karadan katılan Rakka valisi Abdullah Paşa'nın da desteğiyle Kahire'ye kadar gelen Haşan Paşa (1787), Ruslar'la savaşın yeniden başlaması üzerine kölemen beyleriyle uzlaşıp Mısır'dan ayrılmak zorunda kaldı. Bazı bölgeleri İbrahim ve Murat beylere bıraktı, aleviye grubunun önderi İsmail Bey’e de bir miktar asker verdi. Durum biraz düzelir gibi olduysa da İsmail Bey’in ölümü (1791), İbrahim ve Murat beylerin Kahire’yi zorla ele geçirmelerine fırsat tanıdı. BabIâli bu durumu kabul etmek zorunda kaldı.

XVIII. yy.’da, Fransa ve Rusya Mısır'a göz dikmişti ve ingilizler ülkede olup bitenleri izliyorlardı. Kapitülasyonlardan yararlanan Fransızlar (Marsilyalılar), İskenderiye ile ticaret yapan biricik ulus gibiydi. 1775’te Kızıldeniz’den yararlanma hakkını elde eden ingilizler, Hindistan'a gidebilmek için Mısır toprağı ödünç aldılar.

Beyler, haksız vergiler aldıkları Fransızlar’ı kendilerine düşman etmişlerdi. Bunun üzerine Bonaparte, Directoire’da, Mısır'a sefer düzenlenmesi (MISIR SEFERİ) kararını çıkarttı. 2 temmuz 1798’de İskenderiye'yi aldı, Ehramlar savaşı’nda Memluklar'ı yenilgiye uğrattı (21 temmuz). Yanındaki bilginler, ülkenin zenginliklerini saptadılar ve Mısır'dan yararlanmayı sağlayacak yeni yöntemleri önerdiler. Bonaparte, ağustos 1799'da Fransa’ya döndü. Klöber'e (14 temmuz 1800’de öldürüldü) bıraktığı ordusu, Türkler’in ve ingilizler'in yaptığı bir çıkarma sonunda teslim oldu (30 ağustos 1801).

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 15 Temmuz 2017 22:36
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
15 Temmuz 2017       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  16.jpg
Gösterim: 829
Boyut:  61.2 KB

modern Mısır (1805-1952)


Osmanlı yönetimiyle kölemen beyleri arasındaki nüfuz kavgaları Fransızlar'ın Mısır’ı terk etmesinden sonra da durmadı. ingilizler'in desteğiyle BabIâli'ye kafa tutan Berdisli Osman Bey, Mısır'daki türk ve arnavut başıbozuk birliklerinin komutanı Serçeşme Mehmet Ali Ağa'yı da (sonra Mehmet Ali Paşa) kendi yanına çekmeyi başardı. BabIâli’nin gönderdiği valiler ya Kahire'ye gelemediler ya da Hurşit Paşa gibi, Mehmet Ali'nin baskısıyla Kahire'den aynlmak zorunda bırakıldılar. Mısır' daki bu gelişmeler karşısında Babıâli Mehmet Ali’yi paşalık vererek valiliğe atadı (1804). Mehmet Ali Paşa, ilk önce Kölemenlerle işbirliği yaparak, Mısır’ı ele geçirme girişiminde bulunan ingilizler'i yendi (1807). Daha sonra bir şölen vesilesiyle bir araya topladığı 300 kölemen beyini öldürtüp durumunu sağlamlaştırdı (1811).

Sudan'ı fethe göndererek, kendi taşkın Arnavutlar'ından da kurtuldu ve onların yerine fellahlardan toplanan ve transız eğiticilerin (Sâves) yetiştirdiği bir ordu kurdu. Mehmet Ali Paşa, Mısır’ın zenginliğini geliştirdi. Yeni bir kadastro yaptı. Buna göre, her aile başkanının payı, ömür boyu kullanılma hakkıyla bu kadastroya yazıldı. Paşa kendine 400 000 hektarlık özel bir arazi ayırdı ve muhtarlar ile vergi kesenekçilerine geniş topraklar dağıttı. Fellahların angaryaları, büyük sulama tesislerinin gerçekleştirilmesi için kullanıldı. Paşa, köylülerin, pamuk ve şekerkamışı ekmesini zorunlu kıldı ve bunun tekelini de kendisi aldı. Avrupalılar'a ve özellikle birlikte çalışacağı kimseleri aralarından seçtiği Fransızlar’a iyi görünmeye çalıştı ve yeni ortaya çıkmış olan mısırbilimi (Champollion, Mariette) teşvik etti.

Sınırlarının güvenliğini sağlamak ve gemi inşası için gerekli keresteyi bulmak amacıyla Yunanistan'daki ayaklanmaya müdahale etmek karşılığında, Mahmut ll'den Suriye'yi istedi. Mahmut II bunu reddettiyse de asi valisi karşısında yenilgiye uğrayınca Suriye'yi bırakmak zorunda kaldı (1833). Ne var ki, Mehmet Ali'nin Süveyş kıstağından geçmesini yasakladığı İngiltere, birçok devleti, fransızseverliğinden endişeye düştüğü Paşa’nın karşısına çıkardı ve Mehmet Ali, 1841'de Suriye'yi kaybederek babadan oğula geçen paşalığıyla yetinmek zorunda kaldı.

Mehmet Ali'nin torunu Abbas Paşa (1848-1854), onun yerine geçti; büyük babasının danışmanlarını geri gönderdi, büyük bayındırlık işlerini durdurttu ve Avrupa konsoloslarına kin duyduğu için OsmanlI devletine yaklaştı. Abbas Paşa boğularak öldürüldü ve yerine Mehmet Alinin en küçük oğlu Sait Paşa (1854-1863) geçti. Sait Paşa yabancıların sözünden dışarı çıkmıyordu. Bu dönemde, transız tarikatları ülkede birçok okul açtılar ve Mariette, arkeoloji kazılarına devam etti. Paşa, toprak mülkiyetinde reform yaptı. Devletin yüksek mülkiyeti kaldırıldı; angarya resmi olarak yasaklandı; fellah, payına düşen araziyi ve toprağından elde ettiği ürünü serbestçe satabilirdi, ama vergisini vermezse devlet, toprağını geri alabilirdi. Mehmet Ali sülalesinin bağışladığı topraklar, köylülerin gittikçe küçülen topraklarının yanında, büyük malikânelerin kurulmasına yol açtı; aşırı nüfus artışı görüldü ve 1800'de 2 milyona düşmüş olan nüfus, yüzyılın sonunda 10 milyona ulaştı.

Mısır, Avrupa ile Uzakdoğu arasındaki aracılık rolünü yeniden edindi. Demiryolu, 1895' te, İskenderiye'yi Süveyş’e bağlıyordu. Ama Sait Paşa, daha 1856’da, Süveyş kanalının yapım iznini F. de Lesseps’e vermişti. İmparatorlukları için çok önemli olan bu geçide Fransızlar’ın elkoymasından tedirginlik duyan ingilizler'in ters davranışlarına rağmen, kanaldaki çalışmalar, 1859'dan 1869’a kadar sürdü. 17 kasım 1869'da kanal büyük törenlerle açıldı.

Büyük Britanya, o andan başlayarak kanalın denetimini ele geçirmeyi düşündü. 1874'te hıdiv İsmail Paşa’nın (hükümdar anlamına gelen bu unvanı, Sultan, 1867 tarihli bir fermanla vermişti) hisselerini satın aldı. Aşırı harcamalarından ötürü durumu kötüleşmiş olan İsmail Paşa, borcun ödenmesini durdurdu. Bunun üzerine Fransa ve İngiltere'nin baskılarıyla Abdül- hamit II 1879’da İsmail Paşa'yı azlederek hıdivliğe Tevfik Paşa'yı getirdi. Yabancıların bu müdahalesi Arabi Paşa'nın ulusalcı hareketine yol açtı. Arabi Paşa’nın yabancı düşmanlığı Avrupalılaşın müdahalesiyle sonuçlandı. İngiltere İskenderiye limanını topa tuttu (1882); ardından general Wolesley’in komutasındaki birlikler karaya çıkarak Fransızlar'ın hak iddialarına ve Türkiye'nin protestolarına rağmen Mısır’ı işgal etti. Babıâli bu olaya da herhangi bir müdahalede bulunamadı ve İngiltere'nin Mısır’daki varlığını kabul etmek zorunda kaldı. İngiliz yönetimi osmanlı hükümetinin Mısır üzerindeki egemenlik haklarına biçimsel olarak dokunmuyor görünmekle birlikte bir yüksek komiser hıdive yardım ediyordu ve İngilizler yönetim ile orduyu gözetim altında tutuyorlardı.

İsmail Paşa’nın döneminde, mısır ordusu, Doğu Sudan'ın fethini tamamlamıştı. Ama daha sonra, yabancı devletlerin sert çıkışlarına boyun eğen hıdiv, bu topraklarda geçim kaynağı olan köle ticaretini yasakladı. Bunun üzerine Sudan ayaklandı ve dervişlerin (mehdi Muhammet Ahmet ve Muhammet et-TaJaişi) eline geçti. Mısır ordusunu yeniden düzenleyen Kitchener, 1898’de Sudan’ı yeniden ele geçirdi ve Fransızlar’ı, Mısır'a ait bu bölge üzerindeki iddialarından vazgeçmek zorunda bıraktı (KODOK). ingilizler’in burada bulunuşu yabancıların ekonomiye egemen olmalarının (bunlar, Mısır'ın servetinin yarısına sahip oldukları halde 235 000 kişiydiler) doğurduğu ulusal muhale, feti pekiştirdi. XX. yy.'ın başında ulusalcılık, islamiyetin kaynaklarına bir dönüş olmak iddiasındaydı ve panarabizmi de son amaç olarak görüyordu.

Kasım 1914'te Osmanlı devletinin Almanya'nın yanında Birinci Dünya savaşı'na katılması üzerine İngiltere 17 aralık 1914’te, hıdiv Abbas Hilmi Paşa’yı (1892-1914) görevden aldı ve yerine, sultan unvanıyla amcası Hüseyin Kâmil Paşa'yı (1914-1917) getirdi ve aynı zamanda protektora kurduğunu ve Osmanlılar'a bağımlılığı kaldırdığını ilan etti. Birinci Dünya savaşı sırasında Osmanlı devletinin Mısır'ı İngilizler'e karşı ayaklandırmak amacıyla giriştiği Kanal seferi (1915) başarılı olamadı.

Mısır, 1918’de bağımsızlığını istedi. Avukat Zaglul, Vefd partisi'ni kurdu. Sürüp giden kargaşa, Lloyd George'un, protektoranın sona erdiğini ilan etmesine (şubat 1922) yol açtı. Sultan da kral Fuat I adını aldı ve bir parlamento anayasası yayınladı (1923). Ama anlaşmalar sona erene kadar Büyük Britanya, ulaşımı, savunmayı, yabancı çıkarlarını ve Sudan'ın yönetimini denetimi altında tuttu. Askeri işgal ve bunun yanı sıra kaynaşma devam ediyordu. 1927'de Zaglul öldü ve Vefd'in başına Nahhas Paşa geçti. Çoğunluktaki Vefd’e karşı kral ve yüksek komiserler, diktatörce davranan kabineleri desteklediler. Etyopya olayı, İngiltere'nin çekilmesi sonucunu doğurdu.

Böylece, 26 ağustos 1936 antlaşması, Mısır’a tam bağımsızlık veriyordu. Kapitülasyonlar da Montreux konferansı'nda (1937) kaldırıldı. Ama İngiltere Mısır'ın dış politikası üzerinde belli bir denetime sahipti ve kanal bölgesini işgale devam ediyordu. Sudan da bir condominium'a bağlı kılınmıştı. Fuat’ın yerine geçen ve oğlu olan Faruk (1937-1952) Yeşil gömlekliler (Ahmet Hüseyn’in yönettiği faşist hareket) ve dindarlığından ötürü krala hayran olan din akımları karşısında etkisi zayıflayan Vefd'e karşı mücadele etti, ikinci Dünya savaşı sırasında Mısır, İngiliz ordusu için önemli bir üstü. Faruk, ingilizler'in istediği yardım talebi karşısında çekimser davranıyordu ve kamuoyunun bir bölümü de Almanlar'dan yanaydı.

1945'ten sonra Mısır, kanal bölgesinin boşaltılmasını ve Sudan’ın geri verilmesini istedi, ingilizler'in ağır hareket etmesi karşısında kamuoyu daha da kaynaşmaya başladı ve kırsal alandaki nüfus çokluğu ile kent proletaryasının yol açtığı toplumsal bunalım, siyasal bunalımı şiddetlendirdi. İsrail'e karşı girişilen savaş (mayıs 1948 - şubat 1949), arap ülkelerinin ve başlarındaki mısırlı liderin şaşkınlığa düşmesine yol açtı. Yenilenler, bu oldubittiyi kabul etmeyi reddettiler ve basit bir mütarekeyle (Rodos, 24 şubat 1949) yetindiler. İsrail tehdidi de, Mısır siyasetinin sloganlarından biri olarak kaldı. 1950’de kral, Vefd’in liderini hükümeti kurmaya çağırdı. Nahhas, 1936 antlaşmasını kabul etmediğini açıkladı ve Faruk'u "Mısır ve Sudan kralı” ilan etti (1951). Özellikle kırsal bölgelerden gelen 500 000 üyesi olan Müslüman kardeşlerin de kışkırttığı ulusal kaynaşma şiddetlendi ve 26 şubat 1952'de Kahire'de büyük bir halk ayaklanması patlak verdi.

Nasır dönemi


Cumhuriyet


23 temmuz 1952'de, “hür subaylar” diye adlandırılan bir grup subayın desteklediği general Necip, yönetimdeki kötü davranışlardan ve İsrail'e yenilmekten sorumlu tutulan Faruk'u tahtan çekilmek zorunda bıraktı. “Hür subaylar" iktidarı ele aldı, siyasal partiler kaldırıldı ve cumhuriyet ilan edildi (18 haziran 1953). Kısa süre sonra Necip, cumhurbaşkanlığı görevinden uzaklaştırıldı (şubat 1954) ve yerine binbaşı Nasır geçti (kasım). Kanal bölgesinin boşaltılması konusundaki antlaşma İngiltere ile imzalandı (ekim 1954), ama Sudan bağımsız oldu.

Dış politika


Ordusunu SSCB tarafından donatan Nasır’ın “yansızlık" siyasetinden endişelenen Amerikalılar, ikinci Asuan barajını finanse etmekten vazgeçince. Nasır, Süveyş kanalını ulusallaştırdığını ilan etti (26 temmuz 1956). İsrail 26 ekim 1956'da Mısır'a saldırdı ve ayın 31'inde Fransa ile İngiltere askeri birlikler gönderdiler ve bunlar mısır ordusunu arkadan çevirdi. Ama, ABD ile SSCB'nin bu konudaki anlaşmasına dayanan BM, ateşkesi kabul ettirdi (2 ve 4 kasım 1956). Tek başlarına kalan Fransa, İngiltere ve İsrail geri çekildiler (22 aralık). Böylece kanalın ulusallaştırılması gerçekleşmiş oldu. Bağlantısız Üçüncü dünya'da önemli bir rol oynamak isteyen Nasır, Mısır'ın stratejik durumundan da yararlanarak "olumlu taran sizlik" siyasetini geliştirdi ve sovyetlerden krediler (bunlar, yeni Asuan barajı için kullanılıyordu) aldığı gibi, amerikan yardımından da yararlandı.

Ama Nasır, her şeyden önce arap dünyasında ön planda rol oynamak istiyordu.
1 şubat 1958'de Birleşik Arap Cumhuriyet’nin (Mısır ve Suriye) kurulması ve Ye- men’in katılmasıyla 8 martta Birleşik arap devleti olarak genişlemesi, Nasır’ın kafasında, yönetimini kendisinin alacağı geniş bir arap federasyonunun kurulmasıyla sonuçlanmalıydı. Nasır, bu federasyona ekonomik (bir arap Ortak pazarı'nın kurulması) ve bir de askeri (İsrail'e karşı birlikte savaş) amaç yüklüyordu. Ama, kurucu devletlerin her birinin özgül durumunu göz önüne almayan bu girişim, çok geçmeden boşa çıktı. Kasım 1959'da Yemen, birlikten aynldı, eylül 1961'de Suriye de onu izledi. Mısır, Suriye ve Irak'ı birleştiren üçlü bir Birlik olarak yeniden ele alınan nasırcı siyaset, 1963'ün sonunda yeni bir başarısızlıkla karşılaştı.

Nasır, ekonomik alanda da bir arap dayanışması yaratmaya çalıştı. Ürdün'ün sularını çevirme konusunda bir tasarı, Kahi- re'de 1964’te toplanan Arap birliği üyesi bütün devletlerin başkanlarına ve hükümdarlarına sunuldu. Tasarı, 5 eylülde İskenderiye’de yapılan zirve toplantısından sonra uygulanmaya kondu. İsrail'in muhalefeti, Nasır’a, eylem birliğini, ekonomik düzeyden askeri plana kaydırma olanağı sağladı. Böylece, 9 mart 1962'de, "bağımsız” filistin toprağında Gazze kuruldu; Kahire'de ocak 1964'te onaylanan bir birleşik askeri komutanlık düzenlendi ve eylül 1964’te, Filistin kurtuluş örgütü (FKÖ) hazırlandı. Nasır, Casablanca'da yapılan üçüncü arap zirvesinde (eylül 1965), siyasal düzeydeki birleştirici çalışmalarını, bir “arap dayanışması protokolü" ile tamamlamaya çalıştı.

Ama Nasır'ın çabaları, bir ölçüde, Suudi Arabistan’ın yarattığı sorunlar yüzünden hızla boşa çıktı. Suudi Arabistan’ın Yemen’deki kral taraftarlarını desteklemesi, cumhuriyeti savunan mısır kuvvetlerinin başka yere kaydırılmasını ve Ürdün sularını çevirme çalışmalarını korumalarını engelledi. Öte yandan, Suudi Arabistan’ ın İslam paktı tasarısı Nasır tarafından, Mısır aleyhine bir düzen olarak görülüyordu.

Nasır, 1967’de, doğrudan israil-düşmanı bir siyasete yöneldi: müttefikleriyle, Tel-Aviv hükümetine karşı bir ortak askeri harekâta girişmek istiyordu. Göz önünde tuttuğu amaç, arap birliğinin kurulmasını hızlandırmak ve İsrail’i, hem Ortadoğu'dan, hem de Afrika'dan atmaktı. Nasır, kesinlik taşıyan mayıs-haziran 1967 önlemlerini (israil-mısır mütareke sınırı boyunca yerleşmiş olan BM gözlemcilerinin, isteği üzerine hemen buradan ayrılması, Şarm üs-Şeyh'in yeniden işgali, Tiran geçidinin kapatılması - 22 mayıs 1967) bu amaçla aldı. Ürdün kralı Hüseyin'in Mısır'a "ansızın" gitmesi (30 mayıs 1967) ve Amman rejiminin Kahire rejimini desteklemesi, bu siyasetin meyveleriydi. Ama aynı siyaset, üçüncü İsrail-Mısır savaşı’nda (16 temmuz 1967), bir felakete yol açtı.

Bu "altı gün savaşı”, Mısır’ın yalnızca askeri donanımının en modern bölümünü değil, Süveyş kanalı gelirlerini ve Sina’ daki petrol yataklarının gelirlerini de kaybetmesi sonucunu verdi.

BM’nin İsrail’i saldırgan olarak kabul etmesi, Mısır'ın 1949 mütarekesi sınırı boyunca değil de, Süveyş kanalı boyunca BM gözlemcilerinin bulunmasını kabul etmek zorunda kalması, Cezayir'in İsrail’e karşı benimsediği ödün vermez tutumu göz önüne almak zorunluğuyla karşılaşması (Kahire’de, 13 ve 14 temmuz 1967’de,

Mısır, Suriye, Irak ve Cezayir


devlet başkanlarının bir araya gelmesi) ve nihayet ordudaki tedirginlik (mareşal Amir’in eylül ayında intiharı), çok ağır sorunlar yaratmıştı. Nasır, bu sorunları, ülkesinin savaş çabasını hafifleterek çözmeye çalıştı. Nitekim, Mısır ile Suudi Arabistan arasında imzalanan Hartum anlaşması, her iki ülkenin de Yemen’e askeri müdahalesinin sona ermesini öngörüyordu (ağustos 1967). Nasır, İsrail’i kuvvet kullanarak çekilmeye zorlamak kararından da vazgeçti (ağustos-eylül 1967 Hartum konferansı). Nihayet, askeri gücünü yeniden kurması için SSCB’ye başvurdu.

1968 temmuzundan kasıma kadar, kanaldaki olaylar birbirini izledi. Mart ve nisan 1969’da durum daha da ciddileşti; Mısır genelkurmay başkanı general Riyad, bir çatışmada öldü. Bu dönemde Nasıı; görüşmelerle elde edilecek olan ve bir baş eğme niteliği taşıyacak her çözümü reddetti ve doğrudan görüşmeler açmayı ve işgal edilmiş toprakların boşlatılması koşuluyla İsrail "gerçeği’’ni kabul etmeyi önerdi (mayıs 1969); ama bu girişimler boşa çıktı.

Nasır, ateşkes anlaşmalarının geçersiz olduğunu açıklayarak 23 temmuz 1969' da, yıpratma savaşının başladığını ilan etti. İsrail de, birçok kara ve hava saldırısına girişti. Diplomatik düzeyde, içinden çıkılmaz bir durum meydana gelmişti. Aralık ayında, SSCB ve Mısır, William Rogers’in hazırladığı amerikan planını geri çevirdiler. Ama 25 haziran 1970’te William Rogers'ın sunduğu ikinci barış planı, Nasır tarafından ve daha sonra da Golda Meir tarafından kabul edildi. Bu girişim, üç aylık bir ateşkesi ve Jarring misyonunun yeniden başlamasını öngörüyordu. Plan, 7 ağustosta, kanalda yürürlüğe girdi, ama İsrail, Mısır’ın 7 ağustostan beri kurduğu füze rampalarının sökülmesini istediği için Jarring misyonu görevine devam edemedi.

Mısır ile SSCB arasındaki ilişkiler, gittikçe gelişti: ekonomik ve askeri işbirliği yoğunlaştı. ABD ile ilişkilerse, Amerikalılar’ ın İsrail’e silah vermesi ve arka çıkması yüzünden kötüleşti.

Nasır, hem tutucu hem de ilerici rejimlerle iyi ilişkiler kurarak, arap ülkelerine karşı, sakıngan bir siyaset izledi. Suudi Arabistan ile Güney Yemen'i karşı karşıya getiren sınır çatışmalarında aracılık yaptı (aralık 1969). Lİbnanlılar ile Filistinliler (ekim, aralık 1969) ve Ürdün kralı Hüseyin ile Filistinliler arasındaki çatışmalara (şubat, temmuz, eylül 1970) da müdahale etti. Sudan ve Libya ile daha sıkı ilişkiler kurmak istedi ve bu ülkelerle işbirliğini geliştirdi (şubat-mayıs 1970).

iç siyaset


Nasır, Süveyş olayından hemen sonra, mısır ekonomisini ulusallaştırmaya çalıştı. Daha ocak 1957’de yabancı şirketleri, Mısır hissesenetli şirketler haline gelmeye zorladı. Şubat 1960'ta, Mısır Merkez bankası'nı kurdu. Mayıs ayında, basın, tek parti yararına olmak üzere ulusallaştırıldı. Temmuz 1961’de, ikinci bir toprak reformuyla, kişisel topraklar 100 feddene indirildi ve gerisi, üçte biri tarım kooperatiflerine ve üçte ikisi az topraklı köylülere verilmek üzere dağıtıldı. Ayrıca Nasır, bütün bankaları, sigorta ve denizcilik şirketlerini ve ayrıca ülkenin sanayi şirketlerini ulusallaştırmadan önce (1961 -1963) mülk sahiplerinden ağır vergiler aldı.

iktisadi yapılarda reform gerçekleştirildikten sonra Nasır, SSCB'nin yardımıyla, üç yıllık ilk planı hazırladı (1958’in sonu). Bu plan, on yıllık bir planın (1960-1970) başlatılmasını olanaklı kılacaktı ve bu plan da iki beş yıllık döneme (1960-1965 ve 1966-1970) ayrılıyordu. Bunlardan İkincisi, güçlükler dolayısıyla iki yıl uzatıldı. Bu plan, ağır sanayiye ve tarım veriminin artmasına öncelik tanıyordu ve bu arada Asuan barajının (Sadd ül-Ali) yapımı devam ediyordu.
Ad:  18.jpg
Gösterim: 764
Boyut:  46.4 KB

Hükümetin toplumsal siyaseti, mısır sanayi proletaryasının ve tarım reformundan yararlanan köylülerin yaşam koşullarını iyileştirmişti. Ama birçok etken, ülkenin ekonomik durumunun kötüleşmesine yol açtı: ekilen topraklar yüzölçümünün artmasından daha fazla olan nüfus artışı, çok yüksek orandaki işsizliğin önlenememesi, besin sağlama konusundaki yetersizlik, çok ağır bir yük oluşturan bürokrasi ve nihayet, planın gereklerinden ve ülkenin silahlanma siyasetinden kaynaklanan ödemeler dengesi açığının artması.

Siyasetini başarıya ulaştırmak isteyen Nasır, halk kütlelerinin harekete geçirilmesi amacıyla 1962’de bir tek parti kurdu. Bu parti, Mısır’ın sorunlarına, sosyalist bir çözüm getirme zorunluğunu belirten bir eylem yasası üzerinde, Mısır halkının bilinçlenmesini amaç edinmiş olan ve Ali Sabri tarafından yönetilen Arap birliği’ydi. Solda, komünist partisi 1965'te yasaklandı; sağda ise, Müslüman kardeşler, kovuşturuldular ve 1965 yazında, Nasır’a komplo hazırladıkları için tutuklandılar. Nasır, buna paralel olarak, kurumsal düzeyde de otoritesini pekiştirmeye çalıştı. 27 eylül 1962 tarihli anayasa ilanıyla kurulan hayali bir toplu yönetme deneyiminden sonra Nasır, Cumhurbaşkanlığı ve Başkanlık konseyi görevlerindeydi Devlet başkanı, 1964’te, iktidarı, kendisi ile Ulusal meclis arasında paylaştıran eski sisteme geri döndü. Meclis, beş yıl için, genel ve gizli oyla seçilen 350 üyeden oluşuyordu ve beş sandalye de Cumhurbaşkanının istediğini seçmesine ayrılmıştı. Başkan, Meclis’i feshedebiliyordu.

15 mart 1965'te altı yıl için Başkanlığa seçilen Nasır, yürütmenin gerçek yöneticisiydi ve Başbakanları olan Ali Sabri Zekeriya Muhyittin ya da Süleymen Sıd- ki, en sadık adamları arasından seçilmişti.

"Altı gün” savaşını izleyen bunalımda, Nasır, sarsılmış olan rejimi pekiştirmeye çalıştı. 10 mart 1968’de, yeni bir hükümet kuruldu ve Başkan yardımcısı Zekeriya Muhyittin istifa etti. Aynı anda, Ali Sabri, Arap sosyalist birliği'nin yöneticiliğinden çekildi. 30 martta, bir reform programı, referandumla kabul edildi. Bu program, partide yapılacak değişiklikler, yeni bir Anayasa’nın yazılması, Ulusal meclis'in yenilenmesi ve toplumsal önlemler gibi konuları kapsıyordu.

Hükümet, ekonomiyi canlandırmaya yöneldi. Böylece Nasır, devletleştirilmiş işletmelere ve şirketlere belli bir özerklik tanıdı; özel işletmeler teşvik edildi, bazı kapitalistlerin mallarına elkoyma kararı kaldırıldı, ama toptan satış ulusallaştırıldı. Borçlanmış köylülerin mallarına el koyma yasaklandı, parti içinde ve yerel topluluklarda, köylüler daha büyük ölçüde temsil edildi. Bundan başka, temmuz 1968’den sonra yeniden örgütlenen Arap sosyalist birliği, eylülde kongresini yaptı. Bazı üyeler, Mısır’ın İsrail karşısındaki edilgintiğini eleştirdiler. Aynı anda, Öğrenciler birliği başkanı, kamu ve birey özgürlüklerinin yeniden tanınmasını istedi. Bunun üzerine Nasır, gönüllü öğrencilerin, ülke topraklarının savunmasına katılmaları konusunda karar aldı.

1 kasım 1968’de, israilliler'in, Nag-Hamadi elektrik santralına baskın yapmalarının ardından, Nasır, öğrenci yöneticilerinin istek terine cevap vermek için, bir “halk savunma ordusu” kurulmasını emretti. Köylülere toprak dağıtımı devam ediyordu ve tarımının gelişmesi için krediler veriliyordu. Petrol sektöründeki işçiler, işletmelerinin kârlarının paylaşılmasından ilk olarak yararlanan kişilerdi. Ama 20 ve 21 kasımda, Mansure’de öğrenciler ile polis arasında şiddetli çatışmalar çıktı ve aynı şey birkaç gün sonra İskenderiye'de tekrarlandı. Bunun üzerine hükümet, üniversiteyi kapatma kararı adı. 15 aralıkta, askeri bütün kuruluşlar birleştirildi ve devlet denetimine alındı. Orta öğretim okullarındaki askeri eğitim kaldırıldı.

8 ocak 1969 seçimlerinde, Arap sosyalist birliği, milletvekilliklerinin hemen tümünü kazandı. Ağustos 1969’da yapılan üçüncü tarım reformu, binlerce köylünün mülk sahibi olmasını.sağladı. Aralık ayıncja Başkan, Başkan yardımcısı olarak Enver Sedat’ı seçti. Ekonomik ve toplumsal durum, apaçık bir biçimde iyileşti (1969'un sonu - 1970'in başı).

Enver Sedat'ın başkanlığı (1970-1981)


Nasır’ın, 28 eylül 1970’te ansızın ölümünden sonra Enver Sedat, Cumhurbaşkanı oldu. Yeni bir hükümet kuruldu. Mahmut Fevzi'nin başkanlığındaki bu hükümete, solcu "nasırcılar" ile en sağda yer alan kimseler de alındı. Sedat, iki cumhurbaşkanı yardımcısı da seçti (birisi Ali Sabri'ydi). Ama, nasırcı solla ansızın ilişkilerini keserek 2 mayıs 1971’de Ali Sabri'yi görevinden aldı ve partinin birçok bakanını ve yöneticisini tutuklattı. 14 mayısta, Mahmut Fevzi, yeni bir hükümet kurdu ve reformların yapılacağı duyuruldu. Reformlar, partinin yapısının yeniden kurulmasına, yeni yöneticilerin seçilmesine, sürekli bir anayasanın çıkarılmasına ve "polisin keyfi davranışlarına son verilmesine ilişkindi. Hükümet, siyasal tutukluları serbest bıraktı ve ulusallaştırmadan zarar görenlere tazminat verdi. Sürekli anayasa, bir referandumla kabul edildi (11 eylül) ve yeni bir Ulusal meclis seçildi. 16 ocak 1972’de Aziz Sıdki, Başbakan oldu.

Ama A. Sıdki'nin hükümetin başına getirilmesi ve Başkan Sedat'ın uzlaşmanın devam edeceğine ilişkin açıklamları, özellikle öğrenciler arasında bir hoşnutsuzluk uyandırdı. Çatışmalar baş gösterince (26 mart 1973), Sedat Başkanlık konseyi görevini üstlendiğini açıkladı ve kendini askeri vali ilan ettirdi. En sağlam adamlarından biri olan Hafız Gahim, Arap sosyalist birliği sekreterliğine getirildi ve yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümet, ekonominin liberalleştirilmesini ve rejimin "nasırcılıktan kurtarılmasını” sürdürdü.

Mısır’ın en'büyük sorunu, İsrail’le arasındaki çatışmaya çözüm bulmaktı. BM genel kurulu, 4 kasım 1970’te, işgal edilmiş bölgelerin boşaltılmasını ve üç ay için ateşkes uygulanmasını öngören bir karar onayladı. Mısır ve İsrail, ateşkesi kabul ettiler. Sedat, 4 Şubat 1971’de, anlaşmayı uzatmaya karar verdi, ama ateşkes 7 martta yenilenmedi. Bu arada, Başkan Nixon’a, ABD’den İsrail’den, işgal edilmiş toprakları boşaltmasını istemesi koşuluyla diplomatik ilişkileri yeniden kurma önerisinde bulundu. 4 mayısta, William Rogers Kahire’de kabul edildi ve iki ülke arasında bir yakınlaşma başladı. Aynı dönemde, ABD, savaşan iki ülkeye, Süveyş kanalını açmalarını önerdi. Bu tasarı, Mısır tarafından, Sina’nın tüm olarak boşaltılmasının birinci aşaması olarak görüldü, ama İsrail bu yorumu kabul etmedi ve Rogers planı, ekim ayında, Sedat ve Golda Meir tarafından geri çevrildi.

Buna paralel olarak SSCB ile ilişkiler gevşedi. Temmuz 1972’de, askeri danışmanlar ve hava savunmasından sorumlu sovyet uzmanları, Mısır’ı terk etmek zorunda kaldılar.

Zaten Mısır, İran ve Irak ile ilişkilerini geliştiriyor ve Suudi Arabistan ile de ekonomik işbirliğine devam ediyordu. 17 nisan 1971’de, Bingazi’de imzalanan bir anlaşma, Suriye, Libya ve Mısır arasında bir federasyon kurulmasını başlatır gibi olduysa da sonuç vermedi. Mısır ve Libya’nın tamamen birleşmesini öngören ve ağustos 1972’de imzalanan proje de sonuçsuz kaldı. Ürdün ile ilişkiler ise bozulmaya yüz tuttu. Mısır hükümeti, kral.Hüseyin’in hazırladığı barış planını reddetti ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler 7 nisan 1972’de koptuktan sonra, eylül 1973’te yeniden kuruldu.

6 ekim 1973’te, Mısır ve Suriye, dördüncü israil-arap çatışmasını başlattılar. Bu çatışma, Şam ve Kahire için, onurlu bir biçimde sona erdi.

Ekim ayından sonra Sedat’ın yaptığı tercih daha sağlam temellere oturdu. Bu savaş, israil-arap görüşmelerinin çıkmazdan kurtulması "tekniğini” yaratmıştı ve bunun amacı da, ABD’nin, özellikle Güvenlik konseyi’nin 242 no.’lu kararını uygulaması konusunda İsrail’e baskı yaparak daha etkin bir rol oynamak zorunda kalmasını sağlamaktı (22 kasım 1967’de kabul edilen bu karar, İsrail’in, "altı gün savaşı” sırasında işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngörüyordu). 1967’den beri kopmuş bulunan Washington-Kahire diplomatik ilişkilerinin yeniden kurulması ve Nixon’ın Mısır’ı ziyareti (12-14 haziran 1974) pekişen Amerika-Mısır yaklaşması. Devlet bakanı Henry Kissinger’ın başlattığı ve 18 ocak 1974 ve 1 eylül 1975 kararlarının somutlaştırdığı "küçük adımlar” siyasetini Sedat’ın benimsemesi sonucunu doğurdu. Bu kararlar gereğince İsrail Sina’nın bir bölümünü, Kahire’ye bırakma; yı kabul ediyordu. Süveyş kanalı ise, 5 haziran 1975’te, deniz trafiğine açıldı.

9 kasım 1977’de, Sedat, Halk meclis’i önünde, Menahem Begin hükümetiyle görüşmeler yapmak için, hiçbir önkoşul olmadan İsrail'e gitmeye hazır olduğunu açıklayarak herkesi şaşırttı. Enver Sedat’ın Kudüs’te kalması (19-21 kasım 1977) ve daha sonra ismailiye’deki Sedat-Begin buluşması (25-26 aralık 1977), görüşmeleri yeniden başlatmak için ABD’nin birçok kere müdahalede bulunduğu uzun bir diplomatik süreci başlattı. 5 eylül 1978'de, Camp David’de (ABD), bir Amerikan-Mısır-israil “zirvesi” başladı. On iki gün sonra, VVashington’da, Carter, Begin ve Sedat, "Yakındoğu'da barışı sağlamak için” iki "çerçeve antlaşma" imzaladılar.

Bu anlaşma uyarınca, Kahire ve Tel-Aviv, üç ay içinde bir barış anlaşması yapmaya söz veriyorlardı. 26 mart 1979'da, Mısır -İsrail barış antlaşması, Begin ve Sedat tarafından Washington’da imzalandı. Bu antlaşma şunları öngörüyordu: İsrail kuvvetlerinin, üç yıl içinde belli aralıklarla bütün Sina'dan çekilmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi ve Batı Şeria ve Gazze’ye özerk bir yönetim verme konusunda Kahire ile Tel-Aviv arasında görüşmelerin başlatılması. Antlaşma uyarınca, İsrail kuvvetleri, El-Ariş-Re’s Muhammet hattına kadar çekildiler (25 ocak 1980). Mısır ve İsrail, 26 ocak 1980'de, birbirlerine elçi gönderdiler ve daha sonra, ilişkilerini normalleştirmeye yönelik birçok anlaşma yaptılar (8 mayıs 1980). Buna karşılık, Batı Şeria ve Gazze’deki filistin "özerkliği” konusunda yapılan görüşmeler sonuç vermedi.

Kahire’nin barış çabalan, SSCB’den tamamen kopması ve arap dünyası içinde yavaş yavaş tek başına kalması gibi çifte bir sonuç doğurdu. 15 mart 1976’da, 27 mayıs 1971 tarihli Mısır-Sovyetler dostluk ve işbirliği antlaşması geçerlikten kaldırıldı. Birkaç hafta sonra Kahire, 1986'dan sonra, sovyet gemilerine mısır limanlarında tanınmış olan "kolaylıkların da geçersiz olduğunu ilan etti. Ağustos 1977’de, mısır pamuğunun SSCB'ye (ve Çekoslavakya’ya) ihracı durduruldu. 26 ekimde Mısır, Moskova’ya olan askeri borçlarını, on yıl süreyle askıya aldığını tekyanlı olarak ilan etti. Savunma gereksinimleri için Kahire, kesin olarak ABD'ye bel bağlamıştı.

İsrail’le başlatılan barış çabası, arap dünyasını iyice böldü. Bir Mısır-Libya çatışmasından sonra Sedat’ın Kudüs’e gitmesi (temmuz 1977), “Kararlılık cephesi” konferansının (Trablusgarp, 2-5 aralık, 1977) toplanmasına yol açtı. Bu konferansta, Cezayir, Irak, Libya, Suriye, FKÖ ve Güney Yemen bir araya gelerek, Kahire’ye karşı uygulanacak yaptırımları kararlaştırdılar. Mısırda, Trablusgarp konferansı’na katılan bütün ülkelerle diplomatik ilişkilerini keserek cevap verdi (aralık). Ama aslında, Mısır’ı arap dünyasının dışına atan şey, Camp David anlaşmaları ve Washington antlaşması'ydı.

Bağdat’ta 31 mart 1979’da toplanan Arap birliği üye devletleri (Sudan ve Umman dışında), Mısır’a karşı şu misilleme önlemlerini onayladılar: diplomatik ilişkilerin ve her çeşit mali yardımın kesilmesi, ekonomik boykot, Arap birliği merkezinin, Kahire'den Tunus’a taşınması vb.

Mısır'ın Batı blokuna dönmesi, liberal bir doğrultuya girmiş ve yabancı yatırımlar için elverişli hale gelmiş olan mısır ekonomisi üzerinde doğrudan etkiler gösterdi. Ekonomik “açılma” (infitah) diye adlandırılan siyaset "Ekim belgesinde açıklandı ve referandumla 15 mayıs 1974’te kabul edildi. Bu arada Sedat, siyasal bir "açılma”nın da temellerini attı. Bu çaba, iç durumun, etkin bir biçimde "el altına alınması” sonucunu doğurdu. Ocak 1975’te, Arap sosyalist birliği içinde “sürekli kürsüler”in kurulması kararlaştırıldı. Halk meclisi, üç kürsünün kurulmasını onayladı: “Mısır Sosyalist arap örgütü”, merkezi temsil ediyor ve Devlet başkanını destekliyordu; "Sosyalist liberaller örgütü" (Mustafa Kâmil Murat’ın liderliğindeydi) ve "İlerici ulusal birlikçi topluluk (sol muhalefeti temsil ediyordu ve genel sekreteri Halit Muhyittin’di).

Sedat’ın Cumhurbaşkanlığına getirilmesinden sonra (15 ekim 1976), milletvekili seçimleri, hükümetten yana olan "kürsü”nün büyük çoğunlukla zafer kazandığını gösterdi. 11 kasım 1976’da, üç kürsünün, parti olarak örgütlenmesi izni çıktı. Böylece, Başbakan Memduh Muhammet Salim’in yönettiği “Mısır Sosyalist arap partisi” (merkez), “Sosyalist liberaller partisi” (sağ) ve Halit Muhyittin’in "Ulusal ilerici birlik topluluğu” (sol) kuruldu. Çokpartili yaşama dönüş, 29 haziran 1977 yasası'yla temellendirildi. Yasanın kısıtlayıcı maddelerine rağmen, Arap sosyalist birliği’nden kaynaklanmayan dördüncü bir kuruluşun da ortaya çıktığı görüldü: “yeni-Vefd” (4 şubat 1978).

Ne var ki, “yasal” muhalefetin ileri sürdüğü eleştirilerin sağlamlığı karşısında, rejim, yavaş yavaş, otoriter bir siyasete kaydı. 18 ve 19 ocak 1977'de, önemli karışıklıklar patlak verdi. Bunlar, fiyatlann yükseltilmesinin sonucuydu, ama resmi makamlar, olaylardan, solcuları sorumlu tuttular. 10 şubat 1977'de, mali ve kısıtlayıcı özellikler taşıyan birtakım önlemler, referandumla kabul edildi. Ama, kaynaşmalar devam etti. Bu sefer, şiddet gösterileri yapanlar, aşırı dinci hareketlerdi. Resmi makamlar, buna, kararlı bir cevap verdiler.

Bununla birlikte, aşırı görüşlü tarikatları dağıtmalarına rağmen, resmi makamlar, köktenci müslümanlara (bunlar özellikle “Müslüman kardeşler” tarafından temsil ediliyordu) ödünler vermek zorunda kaldı. Böylece, 14 temmuz 1977'de, birçok başkanlık kararnamesi çıkarıldı. Bunlarda, İslam dininden dönmenin, ölüm cezasına bile çarptırılabilecek bir suç olduğu belirtiliyor ve zina ile alkol düşkünlüğü için sert cezalar saptanıyordu. Ayrıca Sedat, mısır hukuk sistemini, Kuran yasalarına uygun hale getirmek istediğini de açıklıyordu. Bu girişimler, liberal eğilimli müslümanlar ve Kiptiler tarafından çok kötü karşılandı. Bunun üzerine hükümet de, uygulamalardan vazgeçti.

Kudüs’e gitmesinden sonra Sedat'ın benimsediği diplomasinin uyandırdığı kuşkular ile ekonomik ve toplumsal bunalımın devam etmesi, muhalefetin eleştirilerine yol açmıştı. Sedat, bunlara karşı, tepki gösterdi. Mayıs 1978’de, Mısır halkı bir referandum tasarısını büyük çoğunlukla (% 99,29) kabul etti. Tasarı, "iç cephenin korunmasına yönelik ilkeler”e ilişkindi. Bu da, 1 haziranda, Halk meclisi’nin, çeşitli maddeleriyle, muhalefetin sesini kesen “iç cephenin korunması ve toplumsal barış üzerine yasa”yı onaylaması sonucunu doğurdu. 2 haziranda yeni-Vefd, kendismi feshetti. “Ulusal ilerici birlik topluluğu” da, etkinliklerini azaltmak zorunda kaldı.

22 temmuz 1978'de Mısır Devlet başkanı, Halk meclisi’ne, "tam anlamıyla çoğulcu bir demokratik sistem"in kurulması için anayasa değişikliği önerdi ve kendisinin başına geçeceği yeni bir partinin kurulacağını açıkladı. Bu parti, "Ulusal demokrat parti" adıyla 6 ağustos 1978'de kuruldu. Ekim 1978'de, Mustafa Halil başkanlığında, yeni bir hükümet işbaşına geldi. 7 ve 16 haziran milletvekili seçimleri, Sedat’ın "umduğundan daha iyi” bir sonuç verdi: Demokratik ulusal parti, “Halk meclisi"ndeki sandalyelerin % 90'ını elde etmişti. Geri kalan oylar iktidara yakın olan iki partiye gitmişti. “Yasal” muhalefet, Parlamentodan tamamen silinmişti. Mayıs 1980’ de, Anayasada yeniden değişiklik yapıldı. Arap sosyalist birliği lağvedildi. Cumhurbaşkanının görev süresindeki sınırlamanın (daha önce, altı yıllık iki dönemdi), kaldırılması, Sedat’a "yaşam boyu başkan" lık yolunu açıyordu.

Enver Sedat, dinsel ve siyasal muhalefete yeniden sert darbeler indirmesinden biraz sonra, bir askeri geçit resmi sırasında, suikasta kurban gitti. Hüsnü Mübarek onun yerine, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık görevlerine gelerek Sedat'ın banş siyasetini devam ettireceğini açıkladı. Ocak 1982’de, Fuat Muhyittin Başbakanlığa atandı. Aynı yılın nisan yanıda, İsrail'le yapılan banş antlaşması uyannca, Mısır; Sina’yı geri aldı. ABD ile ortak yürütülen ve iki yılda bir tekrarlanan askeri tatbikatlar, 1981'de başladı. Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, ABD’ye yaptığı gezilerle (ocak 1983, şubat ve kasım 1984, mart 1985) askeri ve iktisadi yardımın artırılmasına çalıştı. Mısır, İsrail’den sonra, ABD’den en çok yardım alan ikinci ülke durumuna geldi (1987’de 13 milyar dolar askeri, 815 milyon dolar iktisadi yardım).

Enver Sedat'a karşı düzenlenen suikasttan sonra hükümet darbesi için hazırlık yapan el-Cihat örgütü üyeleri yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldılar. Tutucuların gösterileri, sabctajlan alınan önlemlere karşın sürdü. Mayıs 1984'te yapılan genel seçimlerde iktidardaki Ulusal demokrat parti oyların % 73'ünü alarak, 390 milletvekili çıkardı. Yeniden faaliyete geçen \fefd partisi 58 milletvekili çıkararak mecliste ikinci parti oldu. Achille Lauro gemisini Port Said'e kaçıran filistinli gerillaların Mısır’dan serbestçe çıkması ve bindikleri mısır uçağının Akdeniz üzerinde ABD uçaklarınca Sicilya’ ya inişe zorlanması ABD ile ilişkileri kısa bir süre için bozdu.

SSCB ile ilişkilerse 1984’te yeniden kuruldu. Başbakan Fuat Muhyittin'in ölümü üzerine Başbakanlığa getirilen (temmuz 1984) general Kâmil Haşan ve onu izleyen (eyül 1985) Dr Ali Lutfi, ülkenin iktisadi sorunlarına çözüm getiremediler. Kasım 1986'da Atıf Sıtkı yeni bir hükümet kurdu. Nisan 1987’deki erken genel seçimlerde Ulusal demokrat parti, 346 milletvekili ile meclisteki çoğunluğunu korudu. Sosyalist işçi partisi ve Liberal sosyalist parti ittifakı 60, Vefd partisi 35 milletvekili çıkardılar. Bir parti kuramayan Müslüman kardeşler örgütü üyeleri sosyalist partilerden aday oldular 5 ekim 1987’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini de büyük bir çoğunlukla Hüsnü Mübarek kazandı.

1987 kasımında Amman’da toplanan Arap birliği zirvesinde Mısır’ın birliğe alınması kabul edilmedi, ama üye ülkeler Mısır'la diplomatik ilişki kurmakta serbest bırakıldı. Bu karardan sonra dokuz arap ülkesi (Bahreyn, Irak, Kuveyt, Moritanya, Fas, Kuzey Yemen, Katar Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) Mısır’la diplomatik ilişki kurdular (Ürdün, 1984 sonunda, ilişkiyi kurmuştu). 1989 sonuna kadar diğer Arap ülke leri de ard arda diplomatik ilişki kurdular Nisan 1990'da 3 yeni partinin kurulmasına izin verildi: Yeşiller partisi (çevreci ler), Demokratik birlik (merkez sağ) Misr el Fatat (Genç Mısır, halkçı). Suriyf devlet başkanı H. Esad, 17 yıl aradar sonra Mısır'ı ziyaret etti.

Ağustos-şuba 1990 arasında Mısır Körfez anlaşmazlığına aktif olarak katıldı, Irak'a karşı Kuveyt, Suudi Arabistan ve ABD’nin yanında yer aldı. Körfez savaşına askeri birlik vererek katıldı. Körfez savaşının ertesinde, bu anlaşmazlıktan en kârlı çıkan ülkelerden'biri Mısır oldu. 1990'da 50 milyar doları bulan dış borcun 7 milyar doları ABD, 7 milyar doları da Körfez işbirliği konseyi üyesi ülkelerce silindi ve geri kalan borç İMF’nin onayıyla yeni bir ödeme programına bağlandı.

Ayrıca Körfez ülkelerince 4 milyar dolar hibe ABD tarafından da 1,3 milyar dolar sivil yardım sağlandı. Körfez savaşından sonra Mısır’da öteden beri var olan ve Batıcı devlet tutumuna karşı mücadele eden aşırı İslamcıların fanatik eylemleri daha da yoğunlaştı; turistlere yönelik islami terör, ülke turizmini tehdit eder duruma geldi. İslamcılara baskı uygulayan hükümetle ülkede kargaşa yaratan aşırı İslamcılar arasında çatışma yoğunlaştı. Bu arada Mısırlı yazar Necib Mahfuz'a 1988'de Nobel ödülü verilmesi ve 1991'de Mısırlı diplomat Butros Gali’nin BM genel sekreteri seçilmesi Mısır'ın uluslararası itibarını arttırdı.

ASKERİ TARİH


Modern mısır ordusu, Bonaparte'ın memluk ve yeniçeri kuvvetlerini yenilgiye uğratıp bu ülkeyi Batı ile doğrudan ilişkiye soktuğu Mısır seferinden (1798-1801) sonra ortaya çıktı. Mehmet Ali, transız eğitmenlerin yardımıyla, Avrupa’dakilere benzeyen mısır ordusunu 1808'de kurdu ve bu ordunun değeri, Yakındoğu’nun Bursa’ya kadar ele geçirilmesinde kendini gösterdi. Urabi Paşa’nın 1882’deki askeri ayaklanması, Mısır ve ordusunun(mısır ve sudan birlikleri), ingilizler'in denetimine girmesi sonucunu doğurdu. Bir ingiliz generali, serdar unvanıyla, bu ordunun başkomutanlığına getirildi. Mevcudu 20 000 kişi olan mısır kuvvetleri, askere1 yazma (birçok istisnaları vardı) yoluyla artırıldı. Bu ordunun yanı sıra özel birlikler oluşturuldu: meharistler ve karışık arap birlikleri, çöl polisliğinden sorumluydu.

Önce serdara ve daha sonra Londra’daki Colonial Office’e (Sömürge dairesi)! bağlı olan (1925) sudan kuvvetlen, gönüllülerden oluşuyordu ve bunların da başında Ingilizler vardı. Bir İngiliz işgal birliği (yavaş yavaş Süveyş kanalı bölgesine çekilmişti) de 1882'den sonra, Mısır’ın savunmasını denetimi altında tutuyordu. Başlangıçta 11 000 kişi olan bu birlik, 1954’te 85 000 kişiye ulaşmıştı, ismailiye yakınında, önemli bir alman üssü kurulmuştu. Büyük Britanya, bu kuvvetlerini, 1955-56’da çekti (1954 kararları).

1952 askeri devrimi, İsrail’e karşı girişilen seferdeki başarısızlıklarından ötürü prestiji bozulan orduya ayrıcalıklı bir yer sağlamıştı. Nasır’ın, silah donanımını modernleştirme çabalarına (Sovyet uçaklarının ve malzemesinin satın alınması) rağmen yeni ordu, 1956 İsrail saldırısı karşısında üç günde çöktü.

1956’da İsrail ordusuna ve fransız-ingiliz sefer birliğine yenilen mısır ordusunun bir bölümü, Yemen'de, Suudi Arabistan’la çatıştı (1962-1965, 1966-1967). 1967'de, SSCB'nin sağladığı malzeme takviyelerine rağmen, mısır kuvvetleri, İsrail ordusunun dört günde (5-8 haziran) ele geçirdiği Sina'da, yeni ve feci bir yenilgiye daha uğradı. (İSRAİL-ARAP SAVAŞLARI.)

Yenilgiden hemen sonra Başkan Nasır, Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin askeri gücünü yeniden kurmak ve silahlı kuvvetleri yeniden düzenlemek için tam yetki aldı.

SSCB, özellikle hava kuvvetlerinin kaybettiği malzemenin hiç olmazsa bir bölümünü yerine koymak için birçok malzeme verdi.
Öte yandan, yüksek komutanlık kadrosu, tamamen yenilendi. Yemen'e gönderilen birlik komutanlarının dışında bütün askeri şefler ve birçok yüksek rütbeli subay, emekliye ayrıldı ya da tutuklandı. Özellikle, Nasır’ın yakın arkadaşı ve Silahlı kuvvetler başkomutan yardımcısı mareşal Amer’in yerine, hemen, general Muhammet Fevzi getirildi. Mareşal de, eylül ayında intihar etti.
Ad:  23.jpg
Gösterim: 768
Boyut:  43.0 KB

1967’nin “altı gün" savaşından sonra, Mısır’ın savunma siyaseti, Israil-arap çatışmasının olduğu kadar SSCB ile ilişkilerinde ortaya çıkan bunalımların da etkisinde kaldı. Daha 1967'de SSCB, silah, donanım ve 1972’de 15 000 kişi oldukları tahmin edilen askeri eğitmenleri Mısır'a göndermişti. Ayrıca Moskova, Mısır topraklarına, özellikle hava savunmasından sorumlu sovyet birliklerini de yavaş yavaş yerleştiriyordu (SAM füzeleri).

Ama Enver Sedat, 18 temmuz 1972'de, sovyet askeri danışmanlarının çekilmesini Moskova’dan istedi ve Mısır’daki bütün askeri üslerin, yalnızca mısır komutanlığının denetiminde olacağını açıkladı. Ortadoğu’daki durumunu kaybetmemek için yumuşaklıkla hareket eden SSCB, personelini hemen çekti, ama askeri yardıma devam etti. Mısır’ın, İsrail’le yeniden çatışma olasılığını göz önünde tutarak savunması için harcadığı büyük çabaya (1972’de gayrisafi milli hâsılasının % 20' si), bu yardım da eklendi. Ayrıca, yeni başkomutan general Ahmet İsmail Ali’nin yönetiminde, Mısır Genelkurmay başkanı general Şazili, Suriye Genelkurmay başkanı general Tlas ile ilişki halinde, Go- |an ve Süveyş cephelerinde dördüncü İsrail-Arap savaşı’nı 6 ekim 1973’te başlatacak olan saldırıyı bütün ayrıntılarıyla hazırladı (“Kippur" savaşı).

Bu savaştan ve ardından gelen ve ABD’nin desteklediği israil-arap görüşmelerinden sonra Mısır, özellikle SSCB ile yapmış olduğu dostluk ve işbirliği antlaşmasını mart 1976'da geçersiz saymasından itibaren, askeri siyasetini köklü bir biçimde değiştirmeye yöneldi. O güne kadar SSCB’ye tamamen bağımlı olan Mısır Silahlı kuvvetleri, VVashington’la işbirliği dönemine girdi. Bu işbirliği, 1978'de, 50 tepkili avcı uçağının satın alınmasıyla başladı ve mayıs 1979'da, Amerikan kongresinin, askeri malzeme alınması için 1 milyar 500 milyon dolarlık krediyi onaylamasıyla devam etti.

Bundan sonra, ABD, Mısır’a silah sağlayan ülkelerin başında yer aldı. Zaten, gerçek bir silah sanayisinin bulunmayışı, bu ülkenin askeri örgütlenmesinin zayıf yanlarından biriydi. Üstelik, İsrail ile yapılan barış antlaşmasından sonra bu sanayinin finansmanının durdurulması, durumu daha da belirginleştirdi. ABD, bu konuda da Mısır'ın imdadına yetişti. Ekim 1979’da yapılan bir askeri işbirliği protokolü Mısır'a, lisanslı F-5 uçakları, helikopterler, zırhlı araçlar, füzeatar savaş gemileri ve elektronik malzeme ile her çeşit cephane yapma olanağını sağladı. Bu arada, Mısır Silahlı kuvvetleri'nin, İsrailliler tarafından Sina'da bırakılan ve değeri 12 milyar dolar olarak tahmin edilen askeri altyapıdan da yararlandıklarını belirtmek gerekir.
Mısır, ıaaa yılı raKamıarıyıa savunması için 6,8 milyon dolar yani GSMH'nın % 18,9’unu harcamıştır. Mısır Silahlı kuvvetlerinin mevcudu 1991'de toplam 425 000 kişiye yükselmişti.

ANAYASA


Arap Cumhuriyeti anayasası, referandumla 11 eylül 1971'de kabul edildi ve 22 mayıs 1980 referandumundan sonra değişikliğe uğratıldı. Bu anayasa, ülkeyi sosyalist demokratik bir devlet haline getirmektedir. Ama bu devlette, hukukun ve yasanın biricik kaynağı, yine de şeriattır ("İslam hukuku”). Anayasada, çokpartili rejime göndermeler de vardır.
Yürütme, Meclis’in önerisiyle, altı yıllık görev süresi (yenilenebilir) için halk tarafından seçilen bir Başkan tarafından sağlanır. Başkanın, yasaları veto hakkı ve olağanüstü durumlarda karar verme. Başkan yardımcısını ya da yardımcılarını ve hükümeti kuran Bakanlar konseyi başkanı ile bakanları seçme yetkisi vardır.

Hükümet Halk meclisi karşısında sorumludur ve Başkan, Meclis ile hükümet arasındaki bir çatışmayı referandumla çözebilir ve referandumun sonucu aleyhineyse, hükümet düşmüş demektir. Yasal işlerde söz sahibi olan bir Danışma konseyi de vardır.

EDEBİYAT


eski Mısır edebiyatı


Eski Mısır'ın edebiyatı İsa'nın doğuşundan önceki 3 binyıl ve onu izleyen 4 yüzyıl boyunca gelişti. Bu edebiyatın metinleri yontma kalemiyle taşlara işleniyor (tapınak ve mezar duvarları, dikilitaşlar, heykeller, kervan yolları üzerine rastlayan kayalar) ya da çoğunlukla papirüsler ve ayrıca kabuklar, deri ve ipek şeritler üzerine mürekkeple yazılıyordu. Metinler hem okunmak, hem de irşat içindi. Çünkü Mısır ve sami ideolojisinde etkin varlık olan Kelam, ifade ettiği şeyin kendisini de gerçek olarak yaratırdı. Ölümden sonraki hayata ilişkin birçok metin bunu doğrular.

Dinsel edebiyat çok zengindi. Tanrıbilim metinleri ve kitapları şu ya da bu rahipler sınıfının (Memfis, Heliopolis, Hermo- polis, Teb, Esneh, vb.'de) düşüncelerini açıklar. Bunların her biri evrene ve evrenin oluşumuna ilişkin bir açıklama sistemini dile getirir. Cenaze törenleri bazı formülleri ve özellikle duaları öğreterek ölümden sonra var olmayı sürdürmenin sihirli yollarını öğretme amacı güdüyordu. Piramit' Eski İmparatorlukla önceleri yalnızca krallar için yazıldı. Bunlar V. hanedanın son dönemindeki krallarla VI. hanedanın krallarına ait piramitlerdeki mezar odalarında bulunan ve üzerlerinde hiyeroglifler kazınmış olan çok büyük sütunlardı. Sonra Lahit' metinleri (Orta imparatorluk) ve Ûlû'ler kitabı (Yeni imparatorlukla ve Gerileme döneminde) sayesinde herkes öteki dünyaya ulaşma umudu besleyebildi. Dinsel ilahi türü her zaman yaygındı. Efsanelerin ve mitlerin temeli büyük tanrısal kişiliklerdi: Re (Nuh tufanının Mısır versiyonu olan İnsanların yıkımının efsanesi; Uzaktaki tannçanın efsanesi; Kamutef “anasının boğası” miti), Osiris (tanrının ölümü ve dirilişi, Horus’un mirası, Horus ve Seth'in kavgaları), Hathor.

Öğretici nitelikteki edebiyat türü Eski imparatorluk'un başlangıç dönemlerinde ortaya çıktı ve tarihi boyunca bir babanın oğluna verdiği dersler' biçiminde sürdü (Vezir Ptahhotep’in dersi, İ.Ö. 2500'e doğr.; Vezir Kagemni’nin bilgeliği, 2300’e doğr.; Kâtip Any"nin dersi, 1500'e doğr.; Kâtip Amenemope’nin dersi, 1300'e doğr.). Gerileme döneminden kalma dersler arasında şunları sayabiliriz: ihsinger papirüsü bilgileri, Anhşeşongi’nin dersi, Büyük rahip Petosiris'in bilgeliği (İ.Ö. IV. yy.). Verilen dersler kuşaklar boyu edinilmiş uzun bir deneyimin ürünüdür. Bu derslerde basit nezaket kurallarından Tanrı'ya karşı nasıl davranılması gerektiğine kadar her şey anlatılır. Bunlar büyük bir düşünce inceliği taşıyan, gerçek anlamıyla laik ahlak kitaplarıdır. Heti lll'ün oğlu Merikare'ye (X. hanedanın sonunda hükümdar olmuştur) dersi ve Amenemhat' ın Sesostris l'e dersi (XII. hanedanın başları) adlı yapıtlardaysa daha çok siyasal konular ağır basar.

Tarihi edebiyat biraz daha geç ortaya çıkmıştır. Eski imparatorluk döneminde mezar duvarlarına ve Yeni İmparatorluk döneminde dikilitaşlara ve heykellere işlenen yaşamöyküleri gerçek tarihsel metinler sayılamaz. Bu metinlerde büyük yöneticiler (prens ihernofret; vezir Rehmire gibi), subaylar ve maceracılar (Uni, Hirhuf, Ahmes, Abana'nın oğlu, Amenemheb, vb.) ve rahipler hayatlarını anlatırlar ve kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar, ilk ara dönemdeki toplumsal devrime eşlik eden karışıklıkları anlatan yazılara da tam tarihsel denemez (İ.Ö. 2200’e doğr.). Bu yazılar bireysel ve ulusal bilincin uyandığını gösteren karamsar metinlerdir (ipur'un yakınmaları; Umutsuz adamın kendi ba"sıyla söyleşisi özellikle Yalnız adamın şiirleri şaşırtıcı bir güzelliktedir). Harpçının şarkısı Epikuros'tan 2 000 yıl önce insana sıkıntıdan kurtulmak için her anın tadını çıkarmayı öğütler.

Bununla birlikte, o çağlarda arşiv diye bir şeyin bulunduğu da inkâr edilemez. Nitekim önemli tarihsel belgeler de ele geçirilmiştir: ilk beş hanedan zamanındaki olayları saptayan ve "Palermo yıllıkları” diye adlandırılan belgeler, firavunlarla Asya sarayları arasındaki diplomatik yazışmalar (İ.Ö. XIV. yy.'ın ilk yarısında) Ramses II ile Hatti kralı arasında yapılan antlaşmanın (1278'e doğr.) ayrıntılı metni. Birçok resmi kraliyet belgesi de vardır: tahta çıkış bildirgeleri, kutlama yazıları, reformlarla ilişkili fermanlar ve özellikle tapınakların yapımına ilişkin yazıtlar. Kutsal yapıların dış duvarlarında büyük askeri seferler anlatılır (metne alçakkabartmalar eşlik eder); bu tarihsel edebiyata Teb ve özellikle Karnak anıtlarında rastlanır. Tutmosis lll'ün yıllıkları, Seti I, Ramses II, Mineptah, Ramses III (sol kıyıda Medinet Habu'da) ve Şeşonk’un savaşları bunun örnekleridir. Bu büyük epik öyküleri tamamlayan ve metinle imgeleri bir arada sunan dev boyutlu kahramanlık destanı niteliğindeki kraliyet ilahi'leri kralların zaferlerini dile getirir.

Bazı ticaret seferleriyle ilgili ilginç öyküler de vardır: Punt (Hatşepsut dönemi), Nübye (Seti I) seferleri.
Dikilitaşlar ya da heykeller üzerine işlenmiş ya da papirüs üzerine çizilmiş metinler Mısır'ın içişleriyle ilgili tarihine ilişkin bilgilerimizi tamamlamaktadır: kral Horemheb’in taç giyişinin öyküsü, Ramses ll'nin bir hitit prensesiyle evlenişi, Ramses III döneminde haremde dönen dolaplar vb.

Kehanet niteliğinde yazılar da tarihsel türle bağıntılıdır. Bunlar Neferrohu'nun kehaneti'nden başlayarak Demotike kronik'e (Ptolemaioslar döneminde yazılmıştır) kadar uzanan kehanet yazılarıdır.

Orta imparatorluk döneminden başlayarak (İ.Ö. 2000'e doğr.) çok sayıda roman ve öykü yazılmıştır: folklorik hikâyeler (Köylünün öyküsü), olağanüstü öyküler (VVestcar papirüsü hikâyeleri [Örta imparatorluk]; Cennetlik prensin öyküsü [Yeni imparatorluk]; Prens Bahtan'ın öyküsü [Yeni imparatorluk], Satni-Haemonaset'in olağanüstü serüvenleri [Roma dönemi]), romanlar ve destanlar (Sinuhe [Orta imparatorluk]; Yafa'nın fethinin öyküsü, Unamon' [Yeni imparatorluk]; Firavun Pedubastin kahramanlık destanı [İ.Ö. VII. yy.]), mitolojik öyküler (Kazazede' [Orta imparatorluk]; iki kardeşin öyküsü [Yeni imparatorluk]). Bu metinlerin verdiği manevi ders, kimi zaman kendisinden sonra gelen ve onun etkisinde kalan Akdeniz halklarının edebiyatlarındaki derslerle benzerlik gösterir.

Tiyatro türüyse tapınaklarda dinsel ayinlere eşlik eden sözsüz oyunları ve çoğu zaman tanrıların da katıldığı halk gösterilerini kapsıyordu. Şiirde başlıca ağırlık, özellikle Yeni imparatorluk döneminde alabildiğine yaygın olan aşk şiirlerindeydi.

çağdaş edebiyat


Mısır’ın batı uygarlığıyla ilk teması 1798'den sonra Napolöon'un seferleriyle başladı. Mısırlılar’ın Nahza dedikleri Rönesans'ın temellerini ilk atanlarsa Fransa' ya 1828'den sonra giden Mısır kültür heyetleridir. Et-Tahtavi’nin çevresinde toplanan öncülerin ilk işi geniş bir çeviri kampanyası başlatmak oldu (Osman Celal); bu kampanya Suriyeliler ile Lübnanlılar' ın (Necib el-Haddad ve Edib ishak) gelişiyle daha da yoğunlaştı. Bu sonuncular Mısır hıdivlerinin nispi hoşgörüsünden yararlanarak Mısır'ı ilk gazetelere, ilk tiyatro oyunlarına ve ilk edebiyat ve bilim derneklerine kavuşturdular.

Düzyazı


Roman türünün gelişip yerleşmesinden hemen önce Mısır'da başlayan geniş reform hareketi din (Cemalettin Af- gani, Muhammet Abduh), toplum (Kasım Emin, Lütfi el-Seyyit) ve politika (Sa’d Zaglul, Mustafa Kâmil) alanlarında büyük yeniliklerin yapılmasına yol açtı.

XX. yy.’ın başlarında dili sadeleştirmek için büyük bir çaba gösterildi (Salama Musa). Edebiyat eleştirisi gelişti (Taha Hüseyin, er-Refi’i, el-Akkad) ve denemelerin sayısı arttı. Toplumsal sayılabilecek ilk romanı (Zeynep, 1914) Heykel Paris’te yazdı. Bu arada kimi yazarlar tarihi romanlar (Zeydan, Muhammet Ferit Ebu Hadid, Ali el-Carim, Muhammet Üryan), kimileri de psikolojik romanla (Taha Hüseyin, Muhammet ve Mahmur Teymür, Tevfik el -Hakim) uğraştılar. Ama ağabeylerinin özellikle avrupa edebiyatından etkilenmelerine karşılık birtakım genç yazarlar (Mahfuz, es-Siba’i, Yusuf idris) roman sanatına mısır geleneğinin damgasını vurmayı başardılar.

Bu romanlarda devrimin doğurduğu burjuva sınıfı eleştiriliyor (eş -Şerkavi), anlatı düzeyinde yeni araştırmalara girişiliyor ya da hayal, rüya ve bilinçaltı inceleniyordu (es-Saruni, Harrat, el-Gıtani, Ahmet Haşim eş-Şerif). 50’li yılların mısır edebiyatı Mahfuz'un natüralizmini aşmak ve bir çeşit diyalektik gerçekçiliğe ulaşmak istiyordu. Bu dönem sansürden kaçmaya olanak veren simgeciliğin egemen olduğu dönemdir (idris, Ferec, Nu’man Aşur, eş-Şerkavi). Ulusal ve siyasal bilincin belirlenmesi 1967 savaşı'yla başladı ve 1973 savaşı’nın sonrasına kadar sürdü. O günden bu yana gerçekçilik yeniden benimsendi ve romancılar özellikle güncel sorunlar ve halk gelenekleriyle ilgilendiler.

Şiir


Mısır şiirinde başlıca üç yönelim görülür. Yeniklasikçiler (el-Barudi, Şevki, Hafız İbrahim) XX. yy.’ın ortasına kadar geleneksel şiiri sürdürdüler ve Mutran ile romantik romantizmi başlattılar. Apollo grubu (1932) romantizmle simgecilik arasında yer alır (Ebu Şadi, Ali Mahmut Taha). Abdurrahman Şükri’nin kötümser dünya görüşü (la Lumiâre de l’aube [fr. çev.], 1909) Batı'nın etkisinde kalan bir romantizmi haber verdi ve birçok şair tarafından taklit edildi (ez-Mazini, el-Akkad). 50’li yılların politik bağımlılığı ve edebiyat alanındaki yenilik hareketi önceleri şiiri biçimsel bakımdan etkiledi. Bunun sonucunda da el-Mecâr’a bağlı Suriyeli ve lübnanlı şairlerde olduğu gibi düzyazı şiir ve serbest şiir ortaya çıktı (Tevfik el-Bekri).

Temmuz 1952 devrimi’yle tam anlamıyla modern bir akım belirdi. Abdüssabur ve Hicazi yeni konuları ele alırken eski nazım kurallarını bir yana bıraktılar ve klasik uyak anlayışını terk ettiler. 1967'den sonraki kuşak kaderciliğe ve tevekküle karşı isyan eden şairlerin kuşağıdır. Bu bilinçlenme İbrahim Aslan, Yahya Abdullah, Cemal Gıtani, Abdülhalim l4ısım ile kesin şeklini buldu ve kişisel duygularını simgeci bir dille anlatan yeni kuşağın üç temsilcisiyle günümüze kadar ulaştı: yalın üslubunu dramatik bir yoğunlukla bağdaştıran Matar; yadsımaların ve kopmaların şairi Dunhul; ve önceleri romantik sonraları da öğretici şiirleriyle tanınan ve şimdi de özgürlüğe sevgiyle ulaşabilen bir dünyaya bel bağlayan Ebu Sena.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:17
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
15 Temmuz 2017       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM
MISIR
Afrika'nın kuzeydoğu köşesinde Nil Irmağı'nın kuzeye, Akdeniz'e doğru aktığı bölgede yer alan bir ülkedir. Batısında Libya, güneyinde Sudan ve kuzeyinde Akdeniz bulunur. Doğu sınırında Kızıldeniz, ülkeyi Ürdün ve Suudi Arabistan'dan ayıran Akabe Körfezi ve İsrail yer alır. Avrupa ile doğu arasındaki deniz ulaşımında yaşamsal bir önemi olan Süveyş Kanalı Mısır'ın toprakları içindedir (NİL IRMAĞI; SÜVEYŞ KANALI).

Süveyş Kanah'nın öbür yakasında, Mısır'ın büyük bölümünden kanalla ayrılmış Sina Yarımadası uzanır. Yaklaşık 61.000 kırr'lik bir alanı kaplayan Sina Yarımadası bir üçgene benzer. Bu üçgenin sivri ucu güneyde Süveyş ve Akabe körfezlerinin birleştikleri noktadadır. Yarımadaya adını veren Sina Dağı ve 2.642 metreyle ülkenin en yüksek dağı olan Katrina Dağı, Sina Yarımadası'nın güneyinde yer alır.

MISIR'A İLİŞKİN BİLGİLER
YÜZÖLÇÜMÜ: 997.739 km
NÜFUS: 51.748.000 (1988).
BAŞKENT: Kahire.
YÖNETİM: Bağımsız cumhuriyet.
DOĞAL YAPI: Verimli topraklar toplam ülke topraklarının yüzde 4'ünü kaplar; geri kalan bölgeler çöldür.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Mısır, domates, buğday, karpuz, patates, pamuk, sığır, keçi, koyun, demir cevheri, fosfat, çimento, pamuk ipliği, dokuma, petrol.
ÖNEMLİ KENTLER: Kahire, iskenderiye, Pprt Said, Gize Şibinü'l Kaym, Mahalla.
EĞİTİM: 6-12 yaş arasındaki çocukların okula gitmesi zorunludur.

Eski Yunanlı tarihçi Herodot'un "Mısır Nil'in armağanıdır" sözünü anlayabilmek için, Nil Irmağfnın bu ülke için ne büyük bir önem taşıdığını bilmek gerekir. Ülke topraklarının ancak yüzde 4'ünde tarım yapılabilir. Tarım yapılabilen bu toprakların büyük bölümü Nil Irmağfnın suladığı vadi ve deltadadır. Nüfusunun hemen hemen tamamı bu verimli bölgede oturur. Ülkenin geri kalan bölümleri birkaç vaha dışında çöllerle kaplıdır ve buralarda yalnızca göçebe kabileler yaşar.

Tarihöncesi dönemlerden beri Nil vadisi. Yukarı ve Aşağı Mısır olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Yukarı Mısır başkent Kahire' nin güneyinden Sudan sınırındaki Vadi Halfa'ya kadar uzanır. Bu bölgede Nil vadisi çok dardır ve her iki yanında çölü sınırlayan alçak tepeler yükselir. Kahire ile Akdeniz arasında kalan üçgen biçimli Nil deltası Aşağı Mısır'ı oluşturur. Düz bir ova görünümünde olan bu bölgede toprak çok verimlidir ve hemen her yerinde tarım yapılır. Ovanın içinde Nil birçok kola ayrılarak denize ulaşır. Kıyıda Akdeniz'den yalnızca ince bir toprak parçasıyla ayrılmış en büyüğü Manzala Gölü olan büyük, sığ göller vardır.

Kanal boyunca Süveyş'ten Port Said'e kadar yaklaşık 160 km boyunca uzanan topraklar, Kanal Bölgesi olarak adlandırılır. Bu bölgede insanların yaşayabilme ve toprağı işleyebilme olanağı ancak geçtiğimiz yüzyılın içinde doğmuştur. Mısır'ın öteki bölümlerinde olduğu gibi, bu bölgede de yaşam Nil'e bağlıdır. Bölgenin su gereksinimi, Kahire'nin hemen kuzeyinde ırmaktan ayrılan tatlı su kanalı ile karşılanır.

Nil deltasının kıyı kesimleri ekim-nisan arası serindir ve genellikle orta derecede yağış alır. Yazlar çok sıcak ve nemlidir. Nisan ve mayısta güneyden hamsin denen sıcak fırtınalar eser. Bu rüzgârlar büyük miktarda ince kum tozu taşır. Yaz mevsiminin ilk ayları kuru ve çok sıcaktır. Daha sonra, eylülde Nil'in taşkın suları bölgeye ulaşır ve bunu altı hafta süren nemli hava ve sabah sisleri izler. Daha güneyde. Yukarı Mısır'da, aralık, ocak ve şubatta hava serin, açık ve güneşlidir. Bu dönemi izleyen üç ay süresince hamsinler eser ve hemen ardından çok sıcak yaz günleri başlar; gölgede 41°C sıcaklık mevsim normallerine uygundur. Mısır için dünyanın en kurak ülkelerinden biridir denilebilir.

Mısırlılar tarım yapılabilecek en küçük toprak parçasını bile ekip biçtikleri için. ülkede kır çiçekleri fazla değildir. Ancak, yağmurun nemlendirdiği topraklarda ya da çöldeki vahalarda (VAHA), süsen. mimoza ve papatya gibi kır çiçekleri açar. Pek çok bahçede söğüt, karaağaç, servi ve okaliptüs gibi ağaçların gölgesinde zambak, gül. yasemin, nergis ve daha birçok çiçek yetiştirilir.

Mısır'da aralarında çeşitli kartal türleri, yalıçapkını, yağmurcun, çaylak gibi kuşlar bulunan 300'den fazla kuş türü yaşar. Ayrıca flamingo, pelikan, leylek ve turna gibi pek çok su kuşu da vardır. Yabanıl memelilerin sayısı ise pek fazla değildir. Çölde sırtlan, çakal, tilki, ceylan, dağkeçisi ve tavşanlar; Nil deltasında vaşaklar, ırmakta timsahlar yaşar. Mısır'da artık, suaygırı, aslan ve zürafa gibi daha büyük hayvanlar kalmamıştır. Yük hayvanı olarak kullanılan eşek, Mısır'da her zaman yaşamıştır, ama deve eskiçağlarda başka ülkelerden getirilmiştir. Öteki evcil hayvanlar at, manda, öküz, keçi ve koyundur.

Tarım ve Sanayi


Mısır halkının yarısından çoğu geçimini topraktan sağlar. Nil Irmağı, yıllar boyunca taşıdığı mil ya da balçıkla bu verimli, koyu kahverengi toprakları oluşturmuştur. Nil'in kollarından. Mavi Nil (Bahrülazrak) ve Atbara'nın temmuz-ekim arasında yoğun yağmurlarla yükselen suları, Etiyopya'nın topraklarını Nil'e ve Mısır'a kadar ulaştırır. Milin birikerek toprak düzeyini 9 metre kadar yükselttiği Nil deltasındaki verimli ova böyle oluşmuştur.

Bir zamanlar Nil vadisinin bataklıklarında kimse yaşayamıyordu. Buraya ilk yerleşenlerin Kızıldeniz kıyılarından göç ederek bu topraklan tarım yapılabilir duruma getirdikleri sanılmaktadır. Bu insanlar, ırmağın her iki kıyısında delikler açarak ve kanallar kazarak fazla suları çevredeki daha alçak düzeyli topraklara taşımış ve böylece Nil'in yıllık taşkınlarını denetim altına almayı başarmışlardır. Bu sulama sistemi yılda bir kez ürün alabilmeyi sağladı ve zamanla bölgede yaşayan, fellah denen küçük köylüler gerektiğinde suyu denetlemeyi neredeyse içgüdüsel olarak öğrendiler.

19. yüzyılda Nil'in üzerinde, taşkın dönemindeki (temmuz-ekim arası) fazla suları biriktirmek ve kanallarla tarlaları sulamak amacıyla barajlar kuruldu (SULAMA). 1902'de tamamlanan ilk Assuan Barajı uzun süre ülkenin en büyük barajı oldu. 1960'larda SSCB'nin yardımıyla, eski barajın 7 km güne-yinde, bugünkü Assuan Barajı yapıldı. 3 kilometreden uzun ve 110 metre yüksekliğindeki bu baraj, ırmağın üst bölümünde Nasır Gölü adı verilen büyük bir yapay göl oluşturdu. Barajdan elektrik enerjisi sağlandığı gibi daha geniş alanların sulamasında da yararlanıldı.

Sulama sistemi, yapay gübrelerin de yardımıyla, bu bölgede yılda iki hatta üç kez hasat yapılabilmesini sağlamıştır. Bazı fellahlar hâlâ ilkel araçlarla tarım yapar, ama artık. Mısır'da traktörler ya da başka tarım makineleri yaygın bir biçimde kullanılmaktadır.

En önemli ürün, yazın yetiştirilen yüksek nitelikli pamuktur. Başlıca pamuk üretim alanı deltadır. Burada taşkın döneminde bol miktarda mısır da yetiştirilir. Yukarı Mısır'da geniş alanlarda şekerkamışı plantasyonları (büyük çiftlikler) kurulmuştur. Öbür ürünler, buğday, arpa, pirinç, çeşitli sebzeler ve özellikle de soğandır. Hurma halkın başlıca gıdalarından biridir. Zeytin vahalarda ve başka bazı yerlerde üretilir. Üzüm, portakal, kayısı, şeftali ve muz ülkede yetişen öbür meyvelerdir.

Mısır'da hâlâ birçok kişinin geçim kaynağı toprak olmakla birlikte, sanayi de gelişmektedir. Ülkenin güneyinde, neredeyse 100 yıldan beri var olan şeker fabrikaları ile Mısır pamuğundan daha çok yurtdışına satılmak üzere kumaş dokuyan büyük atölyeler vardır. Günümüzde, Mısır'da demir-çelik, alüminyum ve gübre üretilmektedir. Ayrıca gıda sanayisi ve kimyasal madde üretimi dc gelişmistir. İplik eğirme, dokuma, fildişi ve tahta oymacılığı, altın, gümüş, bakır ve pirinçten süs eşyası yapımı gibi geleneksel sanayilerde de önemli gelişmeler görülmektedir.

Kızıldcniz kıyılarında kalsiyum fosfat ve Sina'da manganez cevheri bulunmasına karşılık, madencilik çok gelişmiş değildir. Öteki bazı Arap ülkeleri kadar büyük bir petrol üreticisi olmayan Mısır'ın batısındaki çöllerden petrol elde edilir. Ayrıca Nil deltasında, Sina'da ve Süveyş Kanah'nın altında deniz dibinde petrol rezervleri vardır. Kızıldeniz kıyılarında tuz çıkarılır; Port Said'de ise tuz deniz suyu buharlaştırılarak elde edilir.

Mısır'da ulaşım, demiryolu ya da stsyoluyla sağlanır. Nil'in Mısır sınırları içinde kalan bölümünde gemiler işleyebilir. Havayolu ulaşımı da vardır. Kahire Havaalanı Avrupa, Afrika ve Asya arasında uçan uçakların başlıca durak yerlerinden biridir. Turizm önemlidir. Yılda 1 milyonun üzerinde turist Mısır Piramitleri'ni, Luksor'daki tapınakları ve başka tarihi yerleri görmek amacıyla Mısır'a gelir. En büyük limanı, Port Said gibi Akdeniz kıyısında olan İskenderiye'dir; Süveyş kenti, Port Said'den başlayan kanalın öbür ucunda yer alır. Deltada kurulu Tanta da önemli bir kentidir. En büyük ve en önemli kenti ise Kahirc'dir (İSKENDERİYE; KAHİRE).

Mısır Halkı


Mısır'da yaşayan insanlar başlıca üç grup altında toplanabilir. En büyük grup, toprağı işleyen fellahlardır. Çölde Bedeviler bulunur.
Araplar ile Siyah Afrikalıların melezleri olan Nübyeliler Assuan'ın güneyinde Nil vadisinde yaşarlar. Arapça anadildir.
Erkekler geleneksel olarak öteki giysilerinin üzerine geniş kollu ve ayak bileklerine kadar uzanan beli kemerle toplanmış bir giysi giyerler. Kadınlar ise çarşafa bürünürler. Günümüzde halk arasında modern giysiler giderek yaygınlaşmaktadır (ARAPLAR). Kırlık.yörelerde, halk genellikle güneşte ku-rutulmuş çamur tuğlalardan yapılma evlerde yaşar ve kullandıkları eşyalar oldukça basittir.

Köylüler kendi tarlalarında çalışırlar. Başlıca yiyecekleri sebze, özellikle fasulye, et, börek ve tatlıdır. Her köyün bir camisi vardır.
Kentte yaşayanların modern su, kanalizasyon ve telefon hizmetlerinden yararlanma olanağı daha fazladır. Kentlerde modern dükkânların yanı sıra pek çok insan alışverişini açık pazarlardan yapar.

Mısırlılar'ın büyük çoğunluğu Müslüman' dır (İSLAM). Ayrıca, ülkede Kopt Kilise-si'ne bağlı küçük bir Hıristiyan azınlık da yaşar.
En zengin Arap ülkelerinden biri olan Mısır, bölgedeki ticaretin büyük bölümünü düzenler ve yurtdışına satacak kadar büyük miktarda pamuk, şeker ve tahıl üretir. Ülkede ilk ve ortaöğretim okullarının yanı sıra beş üniversite ve birçok yüksekokul vardır. Mısır gazeteleri başka Arap ülkelerinde de satılır. Arapça kitap basım ve satımı yaygındır. Kahire'deki tiyatro toplulukları, komşu ülkelerde de temsiller verir. Sinemanın da oldukça eskiye dayanan bir geçmişi vardır ve Arap dünyasında yaygın olarak Mısır filmleri izlenir. Kahire radyosu tüm Ortadoğu'ya yayın yapar.

Tarih


Dünyada var olan en eski uygarlıklardan biri Mısır'da kurulmuştur. Mısır'ın İÖ 1. yüzyılda Roma egemenliğine girinceye kadar olan tarihi ESKİ MISIR maddesinde anlatılmıştır.
Mısır, büyük tahıl stoklarından dolayı Romalılar için büyük önem taşıyordu. Bu dönemde kullanılmayan bazı kanalları temizleyen Romalılar, sulama sisteminin gelişmesine katkıda bulundular, ama öbür yandan da Mısırlıları ağır biçimde vergilendirdiler. Hıristiyanhk Mısır'a oldukça erken bir tarihte girdi. İmparator 1. Constantinus'un Hıristiyanlık'ı Roma İmparatorluğu'nun resmi dini olarak onaylamasından sonra, Mısır Kilisesi'nin kendi patrik ya da piskoposu olmasına izin verdi. Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölündüğü 395'ten sonra İskenderiye, Bizans İmparatorluğu'na (Doğu Roma) bağlandı. 451'de Kopt (Mısır) Kilisesi Roma'dan ayrıldı, ama dünyanın en büyük kentlerinden biri olmayı sürdüren İskenderiye Bizans İmparatorluğu'nun sınırları içinde kaldı.

642'de İskenderiye. Müslümanhk'ı yayma fetihlerine girişen Arap ordularına teslim oldu. Arap egemenliğine girdikten sonra ülkeyi uzun süre Şam ya da Bağdat'ta bulunan Emevi ve Abbasi halifelerin atadığı valiler yönetti. 969'da Fatımiler'in Mısır'ı ele geçirmesinden sonra Kahire başkent ilan edildi. Bugün hâlâ eğitim vermeyi sürdüren ve dünyanın en eski eğitim kurumlarından biri olan El-Azhar, bu dönemde Kahire'de kuruldu. Bu kurumun Mısır'da bilimin gelişmesine büyük katkısı oldu. 1171 'de Selahaddin Eyyubi'nin Fatımi yönetimine son vermesiyle ülke Eyyubiler'in yönetimine girdi (SELAHADDİN EYYLBI). Selahaddin'in ardından gelen kötü yönetimler Mısır'ın hemen tüm zenginliğini tüketti.

1259'de yönetim Memlûklar'ın eline geçti. 1260'ta bir darbe yaparak tahtı ele geçiren I. Baybars, Çerkez kökenli Memlûklar'ın güçlü bir devlet kurmasına ön ayak oldu. Bu arada Abbasi hanedanından birini Kahire'de halife ilan ederek Mısır'ın İslam ülkeleri arasındaki gücünü perçinledi. Memlûklar döneminde Mısır'ın Arap kültürünün egemenliğine girme süreci de tamamlandı.

Yavuz Sultan Selim 1517'de Ridaniyc Savaşı sonunda Mısır'ı Osmanlı topraklarına kattı. Bu seferle halifelik de Osmanlı padişahlarına geçti ve Mısır Osmanlı İmparatorluğu'nun bir eyaleti oldu. Ama Memlûk beyleri zamanla yeniden güçlendiler ve 18. yüzyılda yönetimi ele geçirdiler.
Fransa İmparatoru Napolyon, 1798'de Piramitler Çarpışması'nda Memlûklar'ı yendi ve Mısır'a girdi. Ama Fransız donanması İskenderiye yakınlarında yapılan Nil Savaşı'nda Amiral Horatio Nelson komutasındaki İngiliz deniz gücü tarafından yok edildi. Ardından Osmanlılar'ın da Fransa'ya savaş açması üzerine Fransız ordusu Mısır'dan çıkarıldı.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa


Fransızlar'a karşı çarpışmak üzere Mısır'a gönderilen Osmanlı birliklerinin komutanlarından Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Kahire'de çok güçlenince, Osmanlı padişahı tarafından Mısır'a vali olarak atandı. Mehmed Ali Paşa Memlûklar'ın etkisini yok etti ve izleyen 10 yıl boyunca orduları. Osmanlı Devleti adına Arabistan, Sudan ve Yunanistan'da savaştı. Sonunda 1831 'de Suriye'ye bir sefer düzenleyince, Osmanlılar Mehmed Ali Paşa'ya karşı harekete geçtiler, ama orduları yenilerek çekilmek zorunda kaldılar. Daha sonra Osmanlılar'ı bir kez daha yenen Mısır güçlerinin Suriye'yi almasına Avrupa devletleri engel oldu, ama bu savaş sonunda, Mehmed Ali Paşa Mısır'ın ve Sudan'ın büyük bölümünün gerçek hükümdarı olarak tanındı.

Mehmed Ali Paşa, 1848'de valiliği, oğlu İbrahim Paşa'ya bırakana kadar Mısır'da birçok yeniliğe ve gelişmeye ön ayak oldu. Nil vadisinde modern sulama yöntemlerinin kullanılması ve pamuk tarımı ilk kez onun döneminde başladı (KAVALALI MEHMED ALİ PAŞA).
Mehmed Ali Paşa'nın ardıllarından olan Said Paşa, Fransızlar'a Süveyş Kanalı'nı açma iznini verdi. Kanal, 1869'da İsmail Paşa'nın valiliği sırasında tamamlandı. Mısır'da bu dönemde demiryolları, telgraf, deniz fenerleri ve limanlar gibi başka ilerlemeler de sağlandı ve şekerkamışı ekimine başlandı. Osmanlı Sultanı Abdülaziz, İsmail Paşa'ya "hıdiv" unvanını vererek Mısır'a içişlerinde daha fazla bağımsızlık tanıdı. Bu dönemdeki aşırı harcamalar Mısır'ın borçlarının giderek büyümesine yol açtı. Sonunda, Süveyş Kanalı hisseleri İngiltere'ye satıldı. İsmail Paşa 1876'da Mısır'ın mali işlerinin Fransızlar ve İngilizler tarafından denetlenmesini kabul etmek zorunda kaldı. İki yıl sonra da Osmanlı sultanı onu görevden aldı ve yönetim en büyük oğlu Tevfik Paşa'ya geçti.

İngilizler Mısır'da


19. yüzyılda Mısırlı albay Arabi Paşa önderliğinde halk ayaklandı ve 1852'de milliyetçi bir hükümet kuruldu. Ayaklanmalar başlayınca İngiliz donanması İskenderiye'yi bombalayarak işgal etti; ayrıca İsmailiye'ye de çıkarma yaptı. Arabi Paşa'yı yenen İngiliz ordusu Kahire'yi aldı.
Ülke, bundan sonra, görünüşte Osmanlı İmparatorluğu, ama gerçekte İngiltere tarafından yönetildi. Çoğunluğu İngiliz olan subayların komutanlık yaptığı yeni bir Mısır ordusu kuruldu. İngiliz yönetimi altında Fransa'ya olan borçlar ödendi.

1914'te Osmanlı Devleti ile İngiltere karşı taraflarda savaşmaya başlayınca, İngilizler Mısır'ı resmen koruma altına aldıklarını açıkladılar. Savaştan sonra Mısır milliyetçiliği daha da güçlendi. Çıkan ayaklanmalar ve kitle gösterileri sonunda İngilizler Mısırlılar'a kendi kendilerini yönetme hakkını tanımak zorunda kaldılar.

Mısır'ın Bağımsızlığı


1922'de Kral Fuad yönetiminde bağımsız bir Mısır Krallığı kuruldu. 1923'te yapılan anayasayla Mısır'ın iki meclisli bir parlamentoya dayanan anayasal bir krallık olmasına karar verildi. Ama İngilizler Mısır'ın Sudan üzerinde tam denetim kurmasına izin vermedikleri gibi, özellikle Süveyş Kanah'nı korumak üzere, Mısır'da askeri birlikler bulundurmayı sürdürdüler. İki yıl sonra Mısır halkı ilk kez bir parlamento seçiminde oy kullandı. Saad Zaglul'ün başbakanlığında kurulan hükümet, İngiltere ve kralla ters düşünce birkaç ay içinde istifa etti. İngiltere, kral ve parlamento arasındaki sürtüşmeler nedeniyle ülke uzun süre siyasal dengesine kavuşamadı. Kral Faruk'un tahta geçmesinden sonra 1936'da, İngiltere ile Mısır önemli bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşma ile İngilizler 1956'ya kadar Süveyş Kanalı'nın savunmasını yürütecek birlikler dışında Mısır'dan askerlerini çekmeyi kabul etti. Buna karşılık Mısır, Sudan'ın yönetimini İngilizler'le paylaşmayı ve savaş çıkması durumunda İngiliz ordusunun Mısır'ı üs olarak kullanmasını onayladı. II. Dünya Savaşı'nda, Alman ve İtalyan orduları batıdan Mısır'a girdiler; ama 1942'de General Montgomery komutasındaki kuvvetlere el-Alameyn'de yenilerek çekildiler.

II. Dünya Savaşı'nın ardından Mısırlılar İn-giliz birliklerinin Kanal Bölgesi'ni terk etmesini ve Sudan'dan çekilmesini istedi. İstekleri İngilizler tarafından kabul edilmeyen Mısır hükümeti 1951'de, 1936 antlaşmasını geçersiz saydı.
1948'de I. İsrail-Arap Savaşı'nda Mısır ordusunun yenilgisi ve güçlenen milliyetçilik hareketleri Kral Faruk yönetiminin yıpranmasına yol açtı. 1952 Temmuz'unda milliyetçi ve reform yanlısı bir grup subay yönetimi ele geçirdi. Kral ülkeyi terk etmeye zorlandı ve 1953'te General Muhammed Necib yönetiminde cumhuriyet kuruldu. Ertesi yıl, onun yerine Albay Cemal Nasır geçti. Nasır döneminde Mısır'ın SSCB ile ilişkileri gelişti ve bu ülkeden silah almaya başlandı. 1956'da başkan Nâsır'ın Süveyş Kanah'nı kamulaştıracağını açıklamasından sonra İsrail, İngiliz ve Fransız güçleri Kanal Bölgesi'ne asker çıkardılar. ABD ve SSCB'nin karşı çıkması üzerine savaş birkaç gün içinde sona erdi. İngilizler ve Fransızlar bölgeyi terk ettikten sonra kanal Mısır'ın elinde kaldı.

1958'de Mısır, Suriye ile birleşerek, Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni oluşturdu. 1961'de Suriye'nin birlikten ayrılmasına karşın, Mısır 1971'e kadar Birleşik Arap Cumhuriyeti olarak tanındı. Bugün adı, Mısır Arap Cumhuriyeti'dir. 1962'den sonra SSCB ile daha yakın ilişkiler kuran Nasır, bu ülkeden sağladığı teknik ve parasal yardımlarla Mısır'ın sanayileşmesinde önemli gelişmeler sağladı.
1967'de Mısır'ın, İsrail'in Elat limanına uzanan Akabe Körfezi'ni kapatma girişimi, iki ülke arasında yeni bir savaşın çıkmasına yol açtı. Mısır ve Arap güçleri (Ürdün, Suriye ve İrak) yenildi, Süveyş Kanalı kapatıldı ve İsrail kanalın doğu kıyısının denetimini eline geçirdi. Kanal 1975'te yeniden hizmete açıldı.

Başkan Nâsır'ın 197ü'te ölmesinden sonra, Mısır'ın başına Enver Sedat geçti. Suriye ile ortak hareket eden Enver Sedat, İsrail'e karşı yeni bir savaş açtı. Bu dönemde SSCB-Mısır ilişkileri bozuldu. Ortadoğu'da İsrail'le ilişkileri düzeltmek için çaba harcayan Sedat. ABD'nin arabuluculuk yaptığı Camp David Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşma Arap ülkeleri arasında büyük tepki yarattı ve Mısır Arap Birliği'nden çıkarıldı. Ülke içinde de siyasal huzursuzluk baş göstermişti. 1981'de Başkan Sedat'ın öldürülmesinden sonra başa geçen Hüsnü Mübarek, Mısır'ın Arap komşuları ile bozulan ilişkilerini düzeltmeye çalıştı. 1982'de İsrail, savaş sırasında ele geçirdiği Mısır topraklarının sonuncusu olan Sina Yarımadasındaki bölgeyi de Mısır'a geri verdi.

kaynak: Temel Britannica
Son düzenleyen Safi; 16 Temmuz 2017 00:50
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

29 Aralık 2011 / ThinkerBeLL Tarih
18 Mayıs 2015 / hoş kız Soru-Cevap
4 Eylül 2008 / kompetankedi Ziraat
20 Temmuz 2017 / ThinkerBeLL Sanat