Arama

İbni Sina

Güncelleme: 15 Şubat 2017 Gösterim: 299.268 Cevap: 11
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
12 Mayıs 2006       Mesaj #1
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi

İbn Sina, tam adı EBU ALİ EL-HÜSEYİN BİN ABDULLAH BİN SİNA

Ad:  Ibn_Sina.JPG
Gösterim: 16333
Boyut:  66.7 KB

(d. 980, Buhara - ö. 1037, Hemedan, İran),
En büyük İslam bilginlerinden olan filozof hekim.

İslam düşüncesinde Farabi’yle başlayan Aristotelesçi (Meşsaî) felsefe geleneğinin en yetkin temsilcisidir. En ünlü iki yapıtı, kapsamlı bir felsefe ve bilim ansiklopedisi olan Kitabu ş-Şifa ile tıp tarihinin en ünlü kitapları arasında yer alan el-Kanun fit-Tıb'dır.

Gençliği.


İlk eğitimini Buhara’da, Şiiliğin İsmailiye mezhebine bağlı olan babasının yönlendirmesi altında aldıysa da hiçbir zaman bu mezhebe ilgi duymadı. Baba evinin kültürlü kişilerin uğrak yeri olması, daha çocukluğunda dönemin en ünlü bilginleriyle tanışmasını sağladı. Mantık ve felsefe öğretmenlerini kısa sürede geride bıraktığı için 18 yaşına değin kendi kendini yetiştirdi. Derin bir fıkıh bilgisi edindikten sonra tıp öğrenimi gördü. Buhara sultanı Nuh bin Mansur’u başarıyla tedavi etmesinin ödülü olarak Samani sarayının zengin kütüphanesinin İbn Sina’ya açılması düşünsel gelişmesine özellikle katkıda bulundu. Yirmi bir yaşına geldiğinde medrese eğitiminin bütün dallarında uzmanlaşmış, seçkin bir hekim olarak büyük ün kazanmıştı. Bu arada devlet hizmetinde de aranan bir kişi olmuştu, bir süre saray kâtibi olarak da görev yapmıştı.

Babasının ölümü ve Samani hanedanının Gazneli Mahmud karşısında yenik düşerek dağılması İbn Sina’nın yaşamını birden bire değiştirdi. Her biri kısa süren birkaç ferahlama dönemi dışında, ömrünün sonuna değin İran çevresinde dolaştı, siyasal ve toplumsal çalkantılara tanık oldu. Bu dönemde bir yandan Türkler Orta Asya’daki İran egemenliğine son veriyor, bir yandan da İran’daki yerel hanedanlar Bağdat’taki Abbasi halifeliğinden bağımsızlaşmak için mücadele ediyorlardı. Ama İbn Sina üstün yeteneği ve düşünsel cesareti sayesinde çalışmalarını olağanüstü bir kararlılıkla sürdürmeyi başardı.

Bir süre Horasan’ın çeşitli kentlerinde dolaştıktan sonra Büveyhi emirlerinin yanına yerleşmek üzere buradan ayrıldı. Önce Rey’e, ardından Kazvin’e gitti. Ama hekimliği sürdürmesine karşın bu kentlerde ne yeterli toplumsal ve ekonomik desteği, ne de düşünsel çalışmalarını sürdürmek için gerekli huzur ve barış ortamını bulabildi. Sonunda, gene Büveyhi emirlerinden Şem-sü’d Devleti' nin yönetimindeki Hemedan’a yerleşti. Orada saray hekimi oldu, hükümdarın desteğini kazanarak iki kez vezirliğe atandı ve yoğun bir çalışma dönemine girdi.

Yapıtları


ibn Sina’nın Hemedan’da yazmaya başladığı Kitabu ş-Şifa bir olasılıkla tarih boyunca bu türde tek kişi tarafından kaleme alınmış en kapsamlı çalışmadır. Mantık, fizik, geometri, astronomi, matematik, müzik ve metafizik konularının işlendiği kitapta yalnızca ahlak ve siyaset sorunları ele alınmaz. Yapıtta, ona esin kaynağı olan Aristoteles’in yanı sıra öteki Eski Yunan akımları ile Yeni Platonculuğun etkileri de görülür. İbn Sina’nın sisteminin temelini, vacibü’l-vücud (Tanrı’nın varlığının zorunluluğu) kavramı oluşturur; ona göre öz ve varoluş arasındaki ayrım yalnızca Tanrı’da ortadan kalkar. İbn Sina, evrenin yaratılışını, Tanrı’nın kendi kendini bilmesinden doğan birinci ustan (akl-ı evvel) inayet ve feyz yoluyla art arda türeyen 10 us ile ilk dokuz usun kendi kendini düşünmesinin ortaya çıkardığı gök katlarının (felek) oluşturduğu bir sudur (türüm) zinciriyle açıklar. Onuncu ya da etkin us (akl-ı faal) ise insanın yaşadığı dünyayı, oluş ve bozuluş (kevn ve fesad) dünyasını ortaya çıkarır.

Gene Hemedan’da yazımına başlanan el-Kanun fi't-Tıb ise hem Doğu hem de Batı tıp tarihinde benzeri olmayan çok ünlü bir kitaptır. Bu yapıt, büyük ölçüde Roma İmparatorluğu döneminde yaşamış Yunan hekimlerinin bulguları ile Arapça kaynaklara ve İbn Sina’nın kendi deneyimlerine dayanan sistematik bir ansiklopedidir.

Hemedan’da bulunduğu süre boyunca gündüzleri sarayda hem hekim hem de yönetici olarak çalışan İbn Sina, neredeyse her gece öğrencileriyle birlikte yapıtlarını kaleme almakla uğraşıyor, felsefi ve bilimsel tartışmalar yürütüyordu. Fiziksel güçlülüğü de olağanüstü bir çalışma programını uygulayabilmesine olanak veriyordu. 1022’de Şemsü’d-Devle’nin ölmesi üzerine gizlice Isfahan hükümdarıyla yazışması bir süre hapse atılmasına yol açtı. Sonunda kaçmayı başararak çevresinde küçük bir grupla birlikte İsfahan’a gitti. Orada yaşamının son 14 yılını görece dingin bir ortamda geçirdi. Hükümdar Alaü’d-Devle’den ve saray çevresinden büyük saygı gördü.

Hemedan’da başladığı iki büyük yapıtını İsfahan’da tamamladı, 200’e yakın bilimsel incelemesinin çoğunu burada yazdı. Kitabu n-Necât adıyla Kitabu Şifa'nın yetkin bir özetini kaleme aldı. Bu kitabın bir bölümünü Alaü’d-Devle’ye eşlik etmek zorunda kaldığı seferler sırasında savaş alanında yazdı. Son büyük felsefe yapıtı Kitabu l- İşarat ve t-Tenbihat ise İbn Sina’nın görüşlerinin en “kişisel” anlatımını içeriyordu. Bu yapıtında düşünür, imanın başlangıcından Tanrı’nın doğrudan ve kesintisiz müşahadesine varıncaya değin mutasavvıfın manevi yolculuğunu dile getiriyordu. İsfahan’da bir Arapça bilgininin onu dilbilgisindeki yetersizliği dolayısıyla eleştirmesi üzerine üç yıl çalışarak yazdığı Lisanü’l-Arab müsvedde olarak kaldı. Alaü’d-Devle’ye eşlik ettiği bir sefer sırasında hastalandı, kendi kendini tedavi etmeye çalıştıysa da bağırsaklarındaki kolik sancılarından ve aşın bitkinlikten öldü.

Aristoteleşçi İslam bilginlerinin en büyük ustası olan İbn Sina, aynı zamanda yaşamının sonlarına doğru bir “Doğu felsefesi” (el-Hikmetü’l-Meşrikiye) geliştirmeye çalıştı. Bu amaca yönelik yapıtlarının çoğu bugüne ulaşmamışsa da öteki yapıtlarından bazılarındaki bilgiler izlediği yolu göstermek için yeterlidir. İslam felsefesinin daha sonra özellikle İran’da ve Doğu’nun öteki İslam topraklarında yöneleceği mistik teosofi yolundaki ilk adımı İbn Sina atmıştır.

Etkisi.


Endülüslü filozof İbn Rüşd’ü izleyenlerin oluşturduğu gibi bir “Latin İbn Sina okulu” doğmadıysa da düşünürün Batı’ da önemli etkisi oldu. Kitabü’ş-Şifa’ nın bir bölümü 12. yüzyılda Latinceye çevrildi. El-Kanun fi’t-Tıb'ın da eksiksiz çevirisi aynı yüzyılda gerçekleşti. Bu ve başka çeviriler İbn Sina’nın görüşlerini Batı’ nın her köşesine yaydı. Onun düşüncesi, Aziz Augustinus’un görüşleriyle iç içe geçerek başta Fransisken okulları olmak üzere ortaçağ skolastik düşüncesinin temellerinden birini oluşturdu. El-Kanun fi’t-Tıb birkaç yüzyıl boyunca tıpta tek başvuru kaynağı sayıldı ve ibn Sina ancak Hippokrates ve Galenos’la karşılaştırılabilecek tartışmasız bir saygınlık kazandı. Doğuda tıp, felsefe ve ilahiyat alanlarında İbn Sina’nın çağlar boyunca süren ağırlığı İslam düşüncesinde bugün de canlılığını korumaktadır.

ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI. Aksamu’l-Ulumi’l- Akliyye, Risale fi’l-Hudud, İsbatun-Nubavve, Risale fi’l-Kader, el-Ahlak, Kitab fi’s-Siyaset, Risale fi’l-Âşk, Hayy ibn Yakzan, Kitabu’l-İnsaf, el-Ahd, el-İşaretu ila ilmi’l-Mantik, el-Hidaye, Makale fi’n-Nefs.

Kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Baturalp; 14 Şubat 2017 23:20
Biyografi Konusu: İbni Sina nereli hayatı kimdir.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #2
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  IbnSina.JPG
Gösterim: 5456
Boyut:  27.0 KB
Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir. Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. İbn Sînâ'ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz metallerden altın ve gümüş gibi daha değerli metallerin elde edilmesi mümkün değildir.

İbn Sînâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu. İbn Sînâ bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa meselâ bir bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgar ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir.

İbn Sînâ'ya Aristoteles'in yanıldığını gösterdikten sonra, kuvvetle cisim arasında herhangi bir temas bulunmadığında hareketin kesintiye uğramamasının nedenini araştırmış ve bir nesneye kuvvet uygulandıktan sonra, kuvvetin etkisi ortadan kalksa bile nesnenin hareketini sürdürmesinin nedeninin, kasri meyil (güdümlenmiş eğim), yani nesneye kazandırılan hareket etme isteği olduğunu sonucuna varmıştır. Üstelik İbn Sînâ bu isteğin sürekli olduğuna inanmaktadır; yani ona göre, ister öze âit olsun ister olmasın, bir defa kazanıldı mı artık kaybolmaz. Bu yaklaşımıyla sonradan Newton'da son biçimine kavuşan eylemsizlik ilkesi'ne yaklaştığı anlaşılan İbn Sînâ, aynı zamanda nesnenin özelliğine göre kazandığı güdümlenmiş eğimin de değişik olacağını belirtmiştir. Meselâ elimize bir taş, bir demir ve bir mantar parçası alsak ve bunları aynı kuvvetle fırlatsak, her biri farklı uzaklıklara düşecek, ağır cismimler hafif cisimlere nispetle kuvvet kaynağından çok daha uzaklaşacaktır.

İbn Sînâ'nın bu çalışması oldukça önemlidir; çünkü 11. yüzyılda yaşayan bir kimse olmasına karşın, Yeniçağ Mekaniği'ne yaklaştığı görülmektedir. Onun bu düşünceleri, çeviriler yoluyla Batı'ya da geçmiş ve güdümlenmiş eğim terimi Batı'da impetus terimiyle karşılanmıştır.

İbn Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, İbn Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19. yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir. Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaçlar, Üçüncü Kitab'ı patoloji, Dördüncü Kitab'ı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.

İslam tarihinde önemli adımların atıldığı bir dönemde bilim hususunda daha sonra gelişecek olan Avrupa biliminde de önemli etkileri olacak olan İbn Sina, geliştirdiği felsefeyle de daha sonraları bir çok İslam alimi tarafından da eleştirilmiştir.
Son düzenleyen Baturalp; 14 Şubat 2017 23:26
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
18 Ekim 2007       Mesaj #3
NihLe - avatarı
Ziyaretçi

İbni Sina

Ad:  IbnSina3.JPG
Gösterim: 5903
Boyut:  23.3 KB

Büyük İslam filozofu.

Aristotelesçi felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Buhara yakınlarında Hormisen'de doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Gerçek adı Ebu'l-Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn Sina'dır. Babası, Belh'ten göçerek Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II. Nuh döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan Abdullah adlı birisidir. İbn Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natilî ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gökbilim öğrenimi gördü. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, sağıltımla uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı.

İbn Sina'nın felsefeye karşı ilgisi deney bilimleriyle başlamış, Aristoteles ve Yeni-Platoncu görüşleri incelemekle gelişmiştir. İslam ve Yunan filozoflarının görüşlerini yorumlayan ve eleştiren İbn Sina'nın ele aldığı sorunlar genellikle, Aristoteles ve Farabi'nin düşünceleriyle bağımlıdır. Bunlar da, bilgi, mantık, evren (fizik), ruhbilim, metafizik, ahlak, tanrıbilim ve bilimlerin sınıflandırılmasıdır. Belli bir düşünce dizgesine göre yapılan bu düzenlemede her sorun bağımsız olarak ele alınıp çözümüne çalışılır.

Bilgi sezgi ile kazanılan kesin ilkelere göre sonuçlama yoluyla sağlanır. Bu nedenle, bilginin gerçek kaynağı sezgidir. Bilginin oluşmasında deneyin de etkisi vardır, ancak bu etki usun genel geçerlik taşıyan kurallarına uygundur. Ona göre "bütün bilgi türleri usa uygun biçimlerden oluşur." Bilginin kesinliği ve doğruluğu usun genel kurallarıyla olan uygunluğuna bağlıdır. Us kuralları, insanın anlığında doğuştan bulunan, değişmez ve genel geçerlik taşıyan ilkelerdir. Sonradan, duyularla kazanılan bilgi için de bu kurallara uygunluk geçerlidir. Deney verileri us ilkelerine göre, yeni bir işlemden geçirilerek biçimlenir, onların bundan öte bir önem ve anlamı yoktur. Çelişmezlik, özdeşlik ve öteki varlık ilkeleri, usta bulunur, deneyden gelmez.

İbn Sina'ya göre varlık, tasarlamakla bağlantılıdır. Bütün düşünülenler vardır ve var olanlar tasarlanabilen düşünülür biçimlerdir (makuller). Bu nedenle, düşünmekle var olmak özdeştir. Atomcu görüşün ileri sürdüğü nitelikte bir boşluk yoktur. Uzay ise, bir nesnenin kapladığı yerin iç yüzüdür. Varlık kavramı altında toplanan bütün nesnelerin değişmeyen, sınır ve niteliklerini koruyan belli bir yeri vardır. Devinme, bir nesnenin uzayda eyleme geçişidir.

Mantık insanı gerçeklere ulaştırmaz, yalnız birtakım yanılmalardan korur. Düşünme yetisi gerçeği kavramak için mantıktan geçici bir araç olarak yararlanır. Düşünme eyleminin sağlıklı olması için mantık, ilkeler ve kurallar koyabilir, anlıkta bulunan ve bilinen bilgilerden yola çıkarak, bilinmeyenleri saptama olanağı sağlar. Bu özelliği nedeniyle, mantık, düşünmenin genel kurallarını bulan, düzenleyen, bu kurallar arasındaki gerekli bağlantıyı ve birliği kuran bir bilimdir. Mantık kuralları, genel geçerlik taşıyan ve değişmeyen kesin kurallardır. Mantığın kavramlar ve yargılar olmak üzere iki alanı vardır. Her bilimsel bilgi ya kavram ya da yargılara dayanır. Kavram, ilk bilgidir ve terim ya da terim yerine geçen bir nesneyle kazanılır. Yargı ise, tasımla kazanılır.

Mantığın konusu incelenirken, tanım temel alınmalıdır. Tanımlar birbirlerine bağlandıklarında, kanıt ve çıkarıma varılır. Kavram, önce tekil bir algıdır (sezgi). Yargı ise, iki tekil terim arasındaki ilişkidir. Kavramlar, açık ve kapalı belirleme olarak ikiye ayrılır. Varlığın, töz, nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi gibi on kategorisi vardır.

İbn Sina mantığında en önemli yeri tanım tutar. Bir kavramı tanımlamak için, bu kavramın bireylerinden biri göz önüne alınmalıdır. Tikelin belirlenmesi tümelden kolaydır. Eksiksiz bir tanım yakın cins ile yapılmalıdır. En yetkin tanımsa, kavramın yakın cinsi ile türsel ayrımdan oluşur. Tanım ikiye ayrılır; Gerçek tanım ve sözcük tanımları.

Önermeler, yüklemli ve koşullu olabilirler. Yüklemli önerme, bir düşünce ötekine yüklendiği zaman ya onaylanır ya da yadsınır. Koşullu önermeler, bir ötekinin koşulu ya da sonucu olarak bağlanan terimlerde görülür. Önermeler varsayımlı, nitelik ve nicelikleri bakımından, tekil, belirsiz ve belirli olur. Tasım, bitişik ve ayrık olmak üzere ikiye ayrılır. Bitişik tasımların öncüleri anlam bakımından, sonuç önermesini içerir. Ayrık tasımlarda ise sonuç önermesi öncüllerde bulunabilir.

Tümeller, bütün varlık türlerinin oluşumundan önce, Tanrı düşüncesinde, birer tanrısal kavram olarak vardır. Varlıkların oluş nedeni ve onlara biçim kazandıran tümellerdir. Tümeller Tanrı'da ussal olarak bulunan, nesnelerde ve bireylerde içkin olan, öteki de nesnelerin dışında ve anlıkla birlikte olan mantıksal tümel diye üçe ayrılır. Birinci türe giren tümel, metafiziği ilgilendirir. İbn Sina fiziği, metafiziğe giriş olarak düşünür.

Fiziğin konusu madde ve biçimden oluşan nesnelerdir. Biçim, maddeden önce yaratılmıştır. Maddeye bir töz özelliği kazandıran biçimdir. Maddeden sonra ilinek gelir. Biçimler maddeye, ilinekler ise, töze katılır. Doğal nesneler kendi öz ve nitelikleriyle bilinir. Bütün nitelikler de birinci nitelikler ve ikinci nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci nitelikler nesnelere bağlıdır, ikinciler ise, nesnelerden ayrı olarak varlığını sürdürür. İbn Sina'ya göre, nesnel evrende bulunan güç ve devinimin temelini ikinci nitelikler oluşturur. Nesneler, kendilerinde bulunan gizli güçle devinime geçerler. Bu güç ise, doğal güç, öznel güç, tinsel güç olmak üzere üç türlüdür. Doğal güç, nesnede doğal biçim ve yerlerle ilgili nitelikleri taşır. Çekim ve ağırlık bu türdendir. Öznel güç, nesneyi devingen ya da durağan duruma getirir. Bunda da, bilinçli ya da bilinçsiz olma özelliği bulunur. Tinsel güç, herhangi bir organın, aracın yardımı olmaksızın doğrudan doğruya bir istençle eylemde bulunmaktadır. Buna, gökkatlarının özleri adı da verilir. İbn Sina'nın geliştirdiği bu güç kuramının kaynağı Aristoteles ve Yeni-Platonculuk'tur. Ancak, o bu güçlerin sonsuz olduğu kanısında değildir. Ona göre, zaman ve devinim kavramları da birbirine bağlıdır, çünkü, devinimin bulunmadığı, algılanmadığı bir yerde zaman da yoktur.

İbn Sina'nın felsefesinde, Aristotelesi'in geliştirdiği düşünce dizgesine uygun olarak, ruh kavramının önemli bir yer tuttuğu görülür. Ona göre, biri bitkisel, öteki insanla ilgili olmak üzere, iki türlü ruh vardır. İnsan ruhu, gövdeye gereksinme duymadan, doğrudan doğruya kendini bilir, bu nedenle, tinsel bir tözdür. Gövdeyi devindiren, ona dirilik kazandıran bu tözün başka bir özelliği de, yetkin düşünme yeteneği anlık olmasıdır. Düşünme eylemi yaratan ruhtur, o gövdeyi gerektirmez, ancak gövde var olabilmek için tini gereksinir. İnsan ruhu gövde biçiminde değildir, usa uygun biçimleri kavramaya elverişli bir töz olduğundan, gövdesel yapıda yer alamaz. Gövde, bölünebilen öğelerden oluşmuş bir bütündür, oysa tin, bir birliktir, bölünmeye elverişli değildir, sürekli olarak özünü ve birliğini korur. Tin, bütün izlenimleri gövde aracılığıyla alır, anlık yoluyla kavramları, kavramlara dayanarak usa vurmayı oluşturur. Bu yüzden, gövdeyle dolaylı bir bağlantısı vardır. Ancak, bu bağlantı tin için bir oluş koşulu değildir.

Canlı sorununa, gözleme dayalı bir ruhbilim anlayışıyla çözüm arayan İbn Sina'ya göre dirilik bir bileşimdir. Doğal organların, göksel güçler yardımıyla bileşmesinden canlılar ortaya çıkar. Bu olay da, belli aşamalara uygun olarak gerçekleşir. İlk ortaya çıkan canlı bitkidir. Bitkide tohumla üreme, beslenme ve büyüme güçleri vardır. İkinci aşamada ortaya çıkan hayvanda ise, kendi kendine devinme ve algı güçleri bulunur. Devinme gücünden isteme ve öfke doğar. Algı gücü de, iç ve dış algı olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan özü doğal evrim sürecinde en üst düzeyde gerçekleşmiş bir oluşumdur, bu nedenle, öteki varlıklardan ayrılır. İnsanda dış algı duyumlarla, iç algı da , beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu ile sağlanır. Duyularla alınan izlenimler bu ortak duyu ile beyne gider. Beynin, ön boşluğunda sonunda, tasarlama yetisi bulunur. Bu yeti duyu izlenimlerini sağlamaya yarar. İnsan için en önemli olan düşünen öz yapıcı ve bilici güçlerle donatılmıştır. Yapıcı güç (us) gerekli ve özel eylemler için gövdeyi uyarır. Bilici güç ise, yapıcı gücü yönlendirir. Özdekten ayrılan tümel biçimlerin izlerini alır. Bu biçimler soyutsa onları kavrar, değilse soyutlayarak kavrar. İnsanda iyiyi kötüden, yararlıyı yararsızdan ayıran yapıcı güçtür, bu nedenle bir istenç niteliğindedir.

Us konusunda İbn Sina ayrı bir düşünce ortaya atmıştır. Ona göre us beş türlüdür. Özdeksel us, bütün insanlarda ortak olup, kavramayı, bilmeyi sağlayan bir yetenektir. Bir yeti olarak işlek us, yalın, açık ve seçik olanı bilir, eyleme yöneliktir, durağan bir güç niteliğinde değildir. Eylemsel us, kazanılmış verileri kavrar ve ikinci aşamada bulunan ustan daha üstündür. Kazanılmış us, kendisine verilen ve düşünebilen nesneleri bilir. Aşama bakımından usun olgunluk basamağında bulunur. Bu aşamada usun kavrayabileceği konular kendi özünde de vardır. Kutsal us, usun en yüksek aşamasıdır. Bütün varlık türlerinin özünü, kaynağını, onları oluşturan gücü, başka bir aracıya gereksinme duymadan, bir bütünlük içinde kavrar.

İnsan, ayrıntıları duyularla algılar, tümelleri usla kavrar. Tümelleri kavrayan yetkin us, nesneleri anlama yeteneği olan etkin usa olanak sağlar. İnsan usunun algıladığı ayrıntılar, kendi varlıkları dolayısıyla değil, nedenleri yüzünden vardır. Us, bu kavranabilir nesneleri kazanabilmek için ilkin duyu verilerinden yararlanır. Sonra duyu verilerini usun genel kurallarına göre işlemden geçirir, yargıları ortaya koymada onları aşar.

Yaratılış konusunda İbn Sina, varlığın sıralı düzeninde, "bir'den bir çıkar" ilkesine dayanır. İlk "bir", zorunlu varlık, Tanrı'dır. O'nun varlığı yalnız kendisini gerektirir. Var olma, Tanrı'nın özünden gelen gerekimdir. İlk neden ilk gerçekliktir. Tanrı'dan ilk us ortaya çıkar. Çokluk bu usla başlar. Bundan da felek ve nefsin usları türer. Her ustan da, o usun özü ve cismi oluşur. Us cismi aracısız olarak devindiremeyeceği için, uslar sırasının sonunda etkin us, akıl bulunur. Ondan da dünya ile ilgili nesnelerin maddesi, cisimlerin biçimleri ve insan özleri doğar. Etkin us, tümünün yöneticisidir. Yaratılış önsüzdür ve yeri de maddedir. Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı, sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır. İlk us, kendisini ve zorunlu varlığı bilir. Buradan ikilik doğar. İlk us kendinde olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur. Her tikel feleğin ilk kımıldatıcısı vardır. İlk kımıldatıcıları eyleme sokan tinsel varlıklardır. Her feleğin de iyiliğini düşünen kımıldatıcı bir nefsi vardır. Nefsin eylemi, etkin usa ulaşır.

Evrenin varlığı, zorunlu olan, Tanrı'yı gerektirir. Başka bir varlığın etkisiyle var olan evren sonsuz olamaz. Devinme, nesnenin özünde saklı güçten doğar. Her nesnenin özünde devindirici bir güç vardır. Nesne kendini kendinin etkin öznesi değildir. Bu güç, nesneye biçim de kazandırır.

İbn Sina metafiziği genelde Aristoteles metafiziği ile Yeni-Platonculuk ve Kelam'ın bireşimidir. Konusu, ilkler ilki, tüm oluşların, yaratışların, varlık bütününün kaynağı olan Tanrı'dır. Tanrı, bütünlüğü nedeniyle nesnelerde, olay ve eylemlerde görünüş alanına çıkar. Varlık vardır, yok olamaz.

Varlık üç bölüme ayrılır:
1- Olanaklı varlık, nesnelerle ilgili değişimin, oluş ve bozulmanın egemen olduğu varlıktır. Bu varlık ortamında görülen ne varsa belli bir süre içinde başlar ve biter.
2- Kendiliğinden olanaklı varlık. Olanaklı olmasına karşın, ilk nedenle ilişkilerinden dolayı zorunluluk kazanır. Tümellerin, yasaların bulunduğu evren. Gökkürelerin usları böyledir.
3- Kendiliğinden zorunlu varlık, ilk neden ya da Tanrı'dır. Değişmez ve çoğalmaz. Çokluklar ondadır. Tanrısal zorunluluk illkesi tüm yaratılanların da temel ilkesidir.
İbn Sina'nın benimsediği tanrıbilim dört ana konuyu içerir; Evren, ötedünya, ahiret, peygamberlik, Tanrı. Evren yaratılmıştır. Yaratıcı ve varedici Tanrı'dır. O Kelamcılar'ın dediği gibi özgün yapıcı değildir, zorunludur. İlk neden önsüz ve sonsuzdur. Evrenin yaratılması, Tanrı'nın daha önceden varoluşunu gerektirir. Evrenin bütününde yer alan gök katları tanrısal evrenin varlıklarıdır, bunların özleri meleklerdir. Madde dünyasında oluş ve bozulma vardır. Onların tanrısal niteliği yoktur. Bu yaratma olayı da bir fışkırmadır.

Ölüm, tinin gövdeden ayrılmasıdır. Gövdelerden ayrılan tinlerin geldikleri kaynakta toplanmaları insanda ötedünya kavramını oluşturur. Ruh, tinsel bir tözdür, ölümsüzdür. Gövdeye egemendir. Ruh gövdeye girmeden önce etkin usta vardı. İnsana bireyselliğini kazandıran odur. Gövdenin yok olması, ruhun varlığını etkilemez. Dirilme tinseldir.

İnsanları yaratan Tanrı, onlara verdiği özgür istençle iyi ile kötüyü seçme olanağı sağladı. İstenç özgürlüğü, usla utku arasındaki çatışmadan ve ilkinin üstünlüğünden doğar. İnsan elinden çıkan bütün bağımsız eylemler tanrısal kayra ile gerçekleşir. Özgür istenç tüm insanlarda vardır. Peygamberler de bu bakımdan birer insandır. Ancak, onlarda insanların en yüceleri olan bilginlerde, bilgilerde olduğu gibi bir seziş vardır. Bu üstün seziş gücü, kavrayış yeteneği peygamberlerin etkin us ile buluşmalarını, gerçekleri kavramalarını sağlar. Bu üstün güç ve kavrayış vahy adını alır. Üstün anlayış gücü taşıyan melekler, vahyi peygamberlere ulaştırırlar.

Tanrı, özü gereği bilicidir. Kendi özünü bilmesi yaratmayı gerekli kılar. İbn Sina İslam dinine ve Kuran'a dayanarak bilmeyi yaratma olarak niteler. Yaratma eylemi Tanrı'nın kendi özüne karşı duyduğu sevgiden dolayıdır. Tanrı tümelleri bilir. Tikellerle ilgili bilgisi de, tümel nedensellikleri bilmesindendir.

Madde ve biçimin ilişkileri üzerinde bilimleri üç bölümde ele alırlar:
1- Maddeden ayrılmamış biçimlerin bilimi: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler.
2- Maddesinden iyice ayrı biçimlerin bilimi: Metafizik, mantık gibi yüksek bilimler.
3- Maddesinden ancak zihinde ayrılabilen, kimi yerde ayrı kimi yerde bir olan biçimlerin bilimi: Matematik, geometri, orta bilimler. Zihin bu biçimleri doğru olarak maddesinden soyutlar.
Felsefe ise, kuramsal ve pratik diye ikiye ayrılır. Kuramsal olan, bilmek yeteneğiyle elde edilen bilgileri kapsar. Doğa felsefesi, matematik felsefesi ve metafizik gibi pratik felsefe, bilmek ve eylemde bulunmak üzere elde edilen bilgilere dayanır.

İbn Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı. Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn Sina'dan yararlandı.

BAŞLICA ESERLERİ:
el-Kanun fi't-Tıb ("Hekimlik Yasası"); Kitabü'l-Necat ("Kurtuluş Kitabı"); Risale fi-İlmü'l-Ahlak ("Ahlak Konusunda Kitapçık"); İşarat ve'l-Tembihat ("Belirtiler ve Uyarılar"); Kitabü'ş-Şifa ("Sağlık Kitabı").

ozlemkahvecioglu.blogcu.com
Son düzenleyen Baturalp; 14 Şubat 2017 23:27
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
15 Mart 2008       Mesaj #4
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!

İbn-i Sina (tam adı Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdullah ibn-i Sina el-Belhi)


(d. 980, Buhara yakınları - ö. 1037, Hemedan),
Fars filozof ve hekim.

Ad:  IbnSina2.JPG
Gösterim: 17586
Boyut:  23.0 KB
Samanoğulları sarayı kâtiplerinden Abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbni Sina (Batı'da Avicenna adıyla tanınır), babasından, ünlü bilgin Natili'den ve İsmail Zahit'den ders aldı. Geometri (özellikle Eukleides geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahif, tıp, doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin el-İbane's\ aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini iyileştirince (997) saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Cür-can'da Şirazlı Ebu Muhammet'ten destek gördü, (Tıp Kanunu'nu Cürcan'da yazdı). Çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir.

Felsefe


İbni Sina felsefesi, düşüncesi, varlık anlayışı bakımından örnek bir Ortaçağ filozofudur. Felsefesinde, deney ve akla dayanan duyularla edinilen akıl verilerini akıl ilkelerine göre değerlendiren, açıklayan bir anlayış görülür. Aristoteles'in görüşlerini benimsemiş, felsefeyi iki bölüme ayırmıştır: (kuramsal) hikmet, doğa felsefesi, matematik ve metafiziğe dayanan felsefeyi içerir. Bu alandaki felsefe dallarının temel konusu bilgidir. (uygulamaya ilişkin) hikmet, üçe ayrılır: Siyaset ya da medeni hikmet; iktisat ya da ev hikmeti (el-hikmet ül-menzili-ye); ahlaksal hikmet (el-hikmet ül-hulkiye). Daha çok eyleme dayanan bu üç bölümün konuları ve inceleme alanları ayrıdır.

Din


İbni Sina, dini bağımsız bir bilgi alanı olarak ele almış, dinle felsefeyi bağdaştırmaya çabalamış, din felsefesini dört temel konuda toplamıştır: Yaratılış; ahiret; peygamberlik; Allah bilgisi. Tasavvuf. Yeni eflatuncu Plotinos'un etkisinde kalan İbni Sina, İslâm ile yeni eflatunculuğu bağdaştırmaya çalışmıştır. Ona göre tasavvufun temeli "aşk"tır. İnsan aşk aracılığıyla sınırlı varlığından kurtularak sonsuzluğa yükselir. İnsan gerçek kaynağı olan Allah'a feyz ve sudur basamaklarını tırmanarak ulaşabilir; öz kaynağına döner. Her şeyin kaynağı, insan varlığının özünde sürekli bir eylem biçiminde varolan "aşk"tır. Tasavvuf, "aşk"ın dışa vuruluşu, belirli bir düzene göre ortaya konuşudur.

Metafizik


İbni Sina bu alanda kendisinden önceki filozofların görüşleri ile kelam-cılarınkini uzlaştırmaya çalışmış, Aristoteles'in metafiziği ile kelamcıların ve yeni eflatuncuların düşüncelerini birleştirerek yeni bir bireşim ortaya koymuştur. İbni Sina'ya göre metafiziğin temel konusu, "vücudu mutlak" olan Allah ile yüce varlıklardır.|Vücut (var olan) üçe ayrılır: Olası varlık ya da ortaya çıkan ve sonra yok olan varlık; olası ve zorunlu varlık (tümeller ve yasalar evreni, kendiliğinden var olabilen ve bir dış neden sayesinde gerekli olan varlık); özü gereği gerekli olan varlık (Allah). Varlık'ı temel konu alan metafizik, gerekli bir bilim dalıdır.

Mantık


İbni Sina'ya göre mantık, araç (alet) bilimidir. Ruhbilimden doğar ve onun kurallarını alır. Temel konusu, düşüncenin kararlarını bulmak, bunlar arasında bağlantı kurmak ve doğru düşünmeyi insanlara göstermektir. İbni Sina, önce kavramları inceler ve onları ikiye ayırır; Açık belirleme (el-mantık biddelale); kapalı belirleme (el-menfhum biddelale).,' Mantığın en önemli bölümü tanımdır. Tanımda iki temel ilkenin ("cins", "fark") varlığına inanan, İbni Sina, kesin ve eksiksiz tanımın, yakın cins ile öz farkların birleştirilmesi sonucu yapılabileceğini öne sürmüştür.

Ruhbilim


İbni Sina, ruhbilimin, metafizik ile fizik arasında bağlantı kuran ve bu iki bilimden de yararlanan bir bilgi alanı olduğunu savunmuş, ruhbilimi üç ana bölüme ayırmıştır: Akıl ruhbilimi; deneysel ruhbilim; tasavvuf ya da gizemci ruhbilim.

Akıl


Bu konudaki görüşleri Aristoteles ve Farabi'den farklı olan İbni Sina'ya göre, akıl 5 çeşittir; bilmeleke (ya da olası) akıl (açık seçik ve zorunlu olanları bilebilir); he-yulâni akıl (bilmeyi ve anlamayı sağlar); kutsi akıl (aklın en yüksek aşamasıdır; her insanda bulunmaz); muste-fat akıl (kendisinde bulunanı, kendisine verilen "makûllerin "suref'lerini algılar); bilfiil akıl ("makûl'leri, kazanılmış verileri kavrar). İbni Sina, akıl konusunda, Efla-tun'un idealizmi ile Aristoteles'in deneyciliğini uzlaştırmaya, birleştirici bir akıl görüşü ortaya koymaya çalışmıştır.

Bilgi


Ana kaynağı sezgi olan bilgi, genel kesin ilkelere dayanmalıdır. Sezgi aracılığıyla algılanan veriler, sonuçlama yoluyla ("el-istintaç") bilgiye dönüşür. İbni Sina'nın bilgiye ilişkin görüşleri idealisttir; ama, bilginin doğuşunda deneyin oynadığı rolü de gözden uzak tutmamıştır.

Bilimlerin sınıflandırılması


İbni Sina'ya göre bilimler madde ve biçim ilişkisi bakımından üçe ayrılır: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler (el-ilm ül-esfel), maddesinden ayrılmamış biçimlerin bilimidir; metafizik (mabad üt-tabia), mantık ya da yüksek bilimler(el-ilm.ıüll-âli), maddesinden ayrılan biçimlerin bilimleridir; matematik ya da orta bilimler (el-ilm ül-evsat), ancak insanın zihninde maddesinden ayrılabilen, bazen maddesiyle birlikte, bazen ayrı olan biçimlerin bilimidir. Kendisinden sonraki Doğu ve Batı filozoflarının çoğunu etkileyen İbni Sina, müzikle de ilgilenmiştir. 250'yi aşkın yapıtının başlıcası olan Şifa ve Kanun, felsefenin temel yapıtı sayılarak, uzun yıllar boyunca pek çok üniversitede okutulmuştur.

Başlıca yapıtları
  • el-Kanun fi't-Tıb, (ö.s), 1593, "Tıpta Kanun" (Tıp ile ilgili zamanının bilgilerini ihtiva eder. Orta çağda dört yüz yıl Batı'da ders kitabı olarak okutulmuştur. Latinceye on çevirisi yapılmıştır.)
  • Kitabü'l-Necat, (ö.s), 1593, ("Kurtuluş Kitabı"Metafizik konularda yazılmış özet bir eserdir.)
  • Risale fi-İlmü'l-Ahlak, (ö.s), 1880, ("Ahlak Konusunda Kitapçık")
  • İşarat ve'l-Tembihat, (ö.s), 1892, ("Belirtiler ve Uyarılar"(Felsefe ve onun kolu metafizik konularda yazılmış çok önemli bir eserdir.)
Kitabü'ş-Şifa, (ö.s), 1927, ("Mantık, Matematik, Fizik ve İlahiyat yani Metafizik konularında yazılmış on bir ciltlik hacimli bir eserdir. Bir çok kereler Latinceye çevrilmiş ve ders kitabı olarak okutulmuştur.").Mantık bölümü, Mantık , Musiki ve Hitabet kitaplarından meydana gelir.Matematik bölümünde Aritmetik ve Geometri ve Astronomi kitapları yer alır.Tabiat veya Fizik bölümünde ise, Fizik, Kimya, Mineroloji
Son düzenleyen Baturalp; 14 Şubat 2017 23:34 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Gerçekçi ol imkansızı iste...
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
1 Kasım 2008       Mesaj #5
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

İbni Sina

Ad:  ibn_sina1.JPG
Gösterim: 4930
Boyut:  30.5 KB

(980-1037)

Yalnız doğuda değil, ortaçağ Avrupa'sında da en büyük tıp bilgini sayılan İranlı Müslüman bir bilgin ve düşünürdür. Tam adı Ebu Ali el-Hüseyin bin Abdullah bin Sina olan İbn Sina, batıda Avicenna diye bilinir. Yunan filozofu Aris­to'nun en büyük yorumcularından biridir.

Buhara yakınlarındaki Afşana'da doğan İbn Sina babasından ve döneminin ünlü bilginlerinden özel ders aldı. Parlak zekâsı ve güçlü belleğiyle kısa zamanda öğretmenlerini geride bıraktı. Felsefe, edebiyat, matematik, tıp gibi çeşitli alanlarda engin bir bilgi biriki­mine ulaştı. Daha 16 yaşındayken yanında başka hekimler çalışan başarılı bir hekimdi. Samani Hükümdarı Nuh bin Mansur'un has­talığını iyileştirmesi üzerine, Buhara'daki ola­ğanüstü zengin kitaplıktan dilediği gibi yarar­lanmasına izin verildi. Burada bulup okuduğu kitaplar, bilgisinin daha da derinleşmesine ve düşüncelerinin gelişmesine büyük katkıda bu­lundu. 21 yaşına geldiğinde dönemin en bü­yük hekimlerinden biri sayılıyordu. Gazneli Mahmud'un Samani hanedanına son vermesi üzerine Buhara'dan Harezm'e gitti. Düzensiz yaşayışıyla Gazneli Mahmud'u kızdırınca Ha-rezm'den ayrılarak Irak-ı Acem (İran'ın gü­neydoğu Azerbaycan bölgesi), Gürgenç ve Rey'de dolaştı. Bu gezgin yıllarında zaman zaman hekimlik yaptı. Bir süre Hemedan'da Büveyhi Emiri Şemsü'd-Devle'nin vezirliğin­de bulundu. Siyasal nedenlerle hapsedildi.

Hapisten sonra düşmanlarının kötülüğünden kurtulmak için kentten kente göç etti. Sonun­da İsfahan'da, Kâkûyi Hükümdarı Alaü'd-Devle'nin sarayına girdi. Hükümdarla çıktığı bir sefer sırasında Hemedan'da öldü. İbn Sina'nın en büyük yapıtlarından biri Kitabu'ş-Şifa'dır ("Sağlık Kitabı"). İnsanlık tarihinde tek bir kişi tarafından yazılan en kapsamlı yapıt olan Kitabu'ş-Şifa mantık, fizik, geometri, astronomi, matematik, müzik ve metafizik konularında dönemin tüm bilgi­lerini bir araya getiren bir ansiklopedidir. İbn Sina'nın belki de en ünlü yapıtı olan el-Kanun fi't-Tıb ("Hekimlik Yasası"), Yunan hekimle­rinin bulgularına olduğu kadar kendi gözlem ve deneylerine de dayanan bir tıp ansiklope-disidir. Kısaca Kanun adıyla da tanınan ve tamamı Latince'ye çevrilen bu yapıt ortaçağ Avrupa'sında tıp kitaplarının en değerlisi sayılmıştır.

İbn Sina yaşamının son yıllarında, Kita-bu'ş-Şifa'y\ Kitabu'n-Necat ("Kurtuluş Kita­bı") adıyla özetledi. Bunun da özeti olan İşarât ve't-Tenbihât ("Belirtiler ve Uyarılar"), kendi felsefe sistemini en özlü biçimde dile getirdiği yapıtıdır.

MsxLabs & TemelBritannica
Son düzenleyen Baturalp; 15 Şubat 2017 23:10 Sebep: düzenlendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
MeLiSSiA - avatarı
MeLiSSiA
Ziyaretçi
28 Aralık 2009       Mesaj #6
MeLiSSiA - avatarı
Ziyaretçi

İbn Sina

Ad:  ibn_sina3.JPG
Gösterim: 7197
Boyut:  36.7 KB

(980 - 1037)

Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir. Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. İbn Sînâ'ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz metallerden altın ve gümüş gibi daha değerli metallerin elde edilmesi mümkün değildir.

İbn Sînâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu. İbn Sînâ bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa meselâ bir bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgar ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir.

İbn Sînâ'ya Aristoteles'in yanıldığını gösterdikten sonra, kuvvetle cisim arasında herhangi bir temas bulunmadığında hareketin kesintiye uğramamasının nedenini araştırmış ve bir nesneye kuvvet uygulandıktan sonra, kuvvetin etkisi ortadan kalksa bile nesnenin hareketini sürdürmesinin nedeninin, kasri meyil (güdümlenmiş eğim), yani nesneye kazandırılan hareket etme isteği olduğunu sonucuna varmıştır. Üstelik İbn Sînâ bu isteğin sürekli olduğuna inanmaktadır; yani ona göre, ister öze âit olsun ister olmasın, bir defa kazanıldı mı artık kaybolmaz. Bu yaklaşımıyla sonradan Newton'da son biçimine kavuşan eylemsizlik ilkesi'ne yaklaştığı anlaşılan İbn Sînâ, aynı zamanda nesnenin özelliğine göre kazandığı güdümlenmiş eğimin de değişik olacağını belirtmiştir. Meselâ elimize bir taş, bir demir ve bir mantar parçası alsak ve bunları aynı kuvvetle fırlatsak, her biri farklı uzaklıklara düşecek, ağır cismimler hafif cisimlere nispetle kuvvet kaynağından çok daha uzaklaşacaktır.

İbn Sînâ'nın bu çalışması oldukça önemlidir; çünkü 11. yüzyılda yaşayan bir kimse olmasına karşın, Yeniçağ Mekaniği'ne yaklaştığı görülmektedir. Onun bu düşünceleri, çeviriler yoluyla Batı'ya da geçmiş ve güdümlenmiş eğim terimi Batı'da impetus terimiyle karşılanmıştır.

İbn Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, İbn Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19. yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir. Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaçlar, Üçüncü Kitab'ı patoloji, Dördüncü Kitab'ı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir. İslam tarihinde önemli adımların atıldığı bir dönemde bilim hususunda daha sonra gelişecek olan Avrupa biliminde de önemli etkileri olacak olan İbn Sina, geliştirdiği felsefeyle de daha sonraları bir çok İslam alimi tarafından da eleştirilmiştir.
Son düzenleyen Baturalp; 16 Şubat 2017 23:45
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
6 Temmuz 2012       Mesaj #7
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi

İbni Sina


(980 Buhara/Afşane - 1037 Hemedan)
Türk/İslâm hekimi ve filozofu. Batı'da Avicenna diye anılır.

Samanoğulları saray kâtiplerinden Abdullah bin Sina'nın oğludur. Babasından ve çağının ünlü bilginlerinden özel dersler aldı; bilim, felsefe, din konularında geniş araştırmalar yaptı. Tıp ve tabiiyat (biyoloji) bilimlerinde ileri gitti. Daha 17 yaşındayken Buhara prensini önemli bir hastalıktan kurtardı. Bundan sonra saraya alındı.

Samanoğulları'nın düşmesi ve babasının ölümünden sonra Harizm, Horasan ve Cürcan'a gitti. Bütün Eski Anadolu ve Yunan filozoflarını da inceledi. Farabi ve Ebu Bekir Razi'nin etkisinde kaldı. Aristoteles'e özel eğilimi vardı. Din ile felsefeyi birleştirmeye uğraşıyordu. Felsefesini yaratılış-ahret, peygamberlik, Tanrı bilgisi temelleri üzerine oturttu. Bu bakımdan tam bir Orta Çağ filozofudur. Dinsel konuları kavrayışı şeriatçı, doğa olaylarına bakışı tasavvufidir.

Tasavvufta yeni Platoncu felsefe ile İslâm felsefesini bağdaştırdı. Akıl konusunda Aristoteles'ten de, Farabi'den de ayrıldığı hâlde, gerek bu konuda gerek ruh ve bilgi konusunda, çağında, bilinenlerden öte bir şey getirmedi. Bütün bilgi sistemi içinde yer yer akılcılık, deneycilik, matematik eğilimleri gösterdi. Bu bakımdan Orta Çağ Avrupası'ndan ileri, Rönesans düzeyindedir. Ustası Farabi'nin etkisi ile musiki konuları üstünde de durdu. Hekimlik dalında, tarihinin seçkin adlarından biridir.

İlk önemli yapıtı "Kitab-üş Şifa"dır (Şifa Kitabı). 5 ciltlik bir tıp ansiklopedisi olan "Al Kanun Fi't Tıp" (Tıp Kanunu), doğuda ve batıda uzun yıllar hekimlik eğitiminde kullanılmıştır. Öbür yapıtları "Kitab-ün Necat" (Kurtuluş Kitabı) ile Farsça "Danişname"dir.

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen Baturalp; 11 Şubat 2017 01:09
sitemkar kıss - avatarı
sitemkar kıss
Ziyaretçi
24 Eylül 2012       Mesaj #8
sitemkar kıss - avatarı
Ziyaretçi
Doktorların sultanı Eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan dahi doktorHastalık yayan küçük organizmalar, civa ile tedavi, pastör' e ışık tutması, ilaç bilim ustası, dış belirtilere dayanarak teşhis koyma, botanik ve zooloji ile ilgilendi, Fizikle ilgilendi, jeoloji ilminin babasıdır.

İbn Sina bir çok alanda çalışmış önemli bir bilim adamıdırFelsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir.

Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır İbn Sînâ’ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz metallerden altın ve gümüş gibi daha değerli metallerin elde edilmesi mümkün değildir.

İbn Sînâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles’in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu.İbn Sînâ bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles’in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa meselâ bir bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgar ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
22 Mart 2013       Mesaj #9
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye

İbni Sina

Ad:  ibn_sina2.JPG
Gösterim: 9118
Boyut:  19.0 KB

(Avicenna) (980-1037)

Batı'da daha çok Avicenna olarak bilinen İbni Sina'nın felsefe ve tıbba katkıları oldukça fazladır. Felsefesi günümüzde özellikle İran'da tesirli olmaya devam ederken, tıp alanındaki araştırmaları 17.yy'la kadar standart eğitim olarak devam etmiştir. İbni Sina sayesinde klasik Yunan eğitiminin büyük bölümü, aksi durumda bu bilginin kaybolmuş olacağı Avrupa'nın karanlık çağı esnasında korunmuştur. Seçkin bir filozof ve hekimdir; ona Batı'da "Doktorlar Prensi" unvanı verilmiştir. Hıristiyan âlimlerini Yunanlı filozof Aristo'nun Metafizik'ini dikkatlerine sunarak etkilemiş ve büyük Yahudi düşünürü Moses Meymonides'in (Ö.1204) düşüncesi üzerinde büyük bir etkiye sahip olmuştur.

İbni Sina, Batı Özbekistan'daki Buhara yakınlarında bulunan Efsa¬ne adlı küçük bir köyde dünyaya gelmiştir. Babası yakındaki bir kalede kumandandır. O dönemde Buhara, Araplar ve İranlı Samanoğulları hanedanı yönetiminde İslami eğitimin önde gelen bir merkezidir. İbni Sina'nın ailesi o daha genç bir delikanlıyken bu kente taşınmışlardır. Babası, îsmaili geleneğe bağlanmış ve bu geleneği oğluna da tanıtmıştır.

İbni Sina 10 yaşında Kuranı ezberlemiş ve daha çocukken Arap edebiyatının büyük eserlerinden birçoğuna aşina olarak büyümüş de küçülmüş bir çocuktur. Eğer İbni Sina'nın otobiyografisine güvenecek olursak 14 yaşında hocalarından daha fazlasını bildiğini, 18 yaşında çok kolay bulduğunu iddia ettiği tıp dahil birçok ilimde ustalaştığını belirtmektedir. Açıkçası, bu genç yaşta ona güvenen kişiler üzerinde tıp bilgisini uygulamaya başlamıştır. Bu hastalardan birisi, İbni Sina'nın tedavi etmede başarılı olduğu Samanoğulları'ndan şehzadedir. Mükâfat olarak şehzade, hatırı sayılır bir yer olan saray kütüphanesini İbni Sina'nın hizmetine sunmuş ve İbni Sina'nın hukuk, tıp ve metafizik üzerine bağımsız çalışmalarını sürdürmesine olanak sağlamıştır. Öyle görünüyor ki İbni Sina fotoğrafik hafıza gibi bir özelliğe sahiptir. Zira tüm eserleri 18 ay içinde okuyup bitirmiştir. Bu yıllarda Farabi'nin kaleme aldığı şerh yardımıyla Aristo'nun Metafizik'ini tam olarak kavramıştır. 21 yaşındayken felsefeye ilişkin kendi eserini kaleme alır. O dönemde, nadir bir edebi tür olan otobiyografisi İbni Sina 32 yaşındayken yakın bir dostuna aktardıklarından oluşmuş olup genç bir dehanın zihnine ilişkin ilgi çekici bir anlayış ortaya koyar. Bu çalışma metodunun bir örneği aşağıda verilmektedir:

Ne zaman şaşırtıcı bir meseleyle karşılaşsam ya da kıyasın ortasında bir ifadeyi çözemesem, mescide koşup ibadete dalar ve Allah'tan gizli olanın açığa çıkmasını ve güçlüğün kolaylaşmasını niyaz ederdim. Eve dönünce geceleyin, kandilimi yakar ve okuyup yazmayla meşgul olurdum. Uyku ya da yorgunluk ağır bastığında gücüm yerine gelene kadar bir içecek içerdim. Sonra tekrar okumaya dalardım. Uyumamak için daha önce aklımdan geçenleri uykudayken aklımdan geçirmeye devam ederdim. Aslında birçok meseleyi böyle hallettim. Tüm ilimlerde uzmanlık elde edene kadar böylece devam ettim. Bu ilimleri kavramam o vakit (18 yaşında) insan imkânının sınırlarına ulaştı. Bu dönemde öğrendiğim her şey tam olarak şu an bildiklerimdir.

Bununla birlikte kabiliyetlerine olan aşırı güven, İbni Sina'nın kırk kez okumasına rağmen anlamakta güçlük çektiği, Aristo'ya ait Metafizik adlı eseriyle karşılaştırıldığında gölgelenir. Farabi'nin şerhiyle karşılaştıktan sonra eseri anlamaya başlar. Bu, çalışmalarında yeni bir dönüm noktasına işaret edip daha fazla enerjiyi felsefeye, özellikle Neoplato-nizm olarak bilinen alana adar.

Geçimini sağlamak için saray hizmetine alınmış, Samanoğulları idaresinde vezirliğe yükselmiştir. Ancak Samanoğulları nispeten aydın ve kültürlü olsalar da güçleri azalmış ve Buhara 999'da Gazneliler olarak bilinen bir Türk hanedanı tarafından fethedilmiştir. Bu hanedan, eğitime pek de saygı duymayan oldukça Ortodoks ve acımasız bir hanedandır. İbni Sina saray himayesini ve babasını kaybedince kaçar ve çoğunlukla güvensiz bir yaşam sürer; sıklıkla eşyalarını toplayıp diğer bir kente ve saraya geçer, hatta bir müddet hapiste kalır.

Tehlikeli yaşamı, sıkça bir dizi hastalıktan musdarip Emirleri tedavi yeteneklerine bağlı olmuştur. Gündüzleri yaşamını saray hekimi olarak, geceleri ise ilmi külliyatına değerli bir katkı sağlayan büyük eserleri yazarak sağlamıştır. Böylesi verimli ürünler, en çok da referans kaynağı olarak kendi hafızasına dayanmak durumunda olduğu göz önünde bulundurulduğunda, çarpıcı hale gelir. Bununla birlikte kaleme aldıkları salt ezberlediklerinin bir kopyası değildir. Çünkü onun dehası klasik Yunan felsefi eserlerini özellikle o dönem içinde yaşamış olduğu dünyanın gerçeklikleriyle sentezleyişinde yatar. Son on dört yılını Batı İran'da yer alan Hemedan'daki Buveyhi sarayında hekim olarak pek de tekin olmayan bir konumda geçirmiştir. Buveyhiler İslam öncesi Pers krallarından geldiklerini iddia eden ve Bağdat'ı rejimin sembolik kuklalarından daha fazlası olmayan halifelerle yöneten Şii İranlılar'dır. İbni Sina bu dönemde -her ne kadar konumu güvenli olmayıp kimi zamanlar hapiste olsa da- hatırı sayılır bir güce sahip vezir mertebesine yükselmiştir. Onu kurtaracak olan yalnızca bir hekim olarak sahip olduğu yetenekleridir. Üç yıl önce geçirdiği bir hastalığın nüksetmesiyle, Emir'le birlikte seferdeyken 1037'de 57 yaşında ölmüştür.

İbni Sina'nın insanlarla daima iyi geçiniyor görünmeyişi, ona verilen iltimas nedeniyle, kurulan komplolar arasında kıskançlığa maruz kalan entelektüel kibire sahip bir kişi olduğunu gösterir. Ayrıca liberal zihne sahip İsmaililer'in etkisinde olan kişilere yöneltilen hiç de olağandışı olmayan bir suçlamayla yani küfrle suçlanmıştır. Onlara göre İbni Sina, şarap ve kadınlarda teselli arayan bir tür münzevidir.

Maalesef İbni Sina'nın eserlerinin hepsi günümüze ulaşamamış hatta kimi önemli eserleri o daha hayattayken kaybolmuştur. Yazdıklarının sayısı el-Kindi'nin eserlerine eşittir ve modern biyografi kataloglarında ona atfedilen yaklaşık olarak 200'ü günümüze ulaşabilmiş 270 eser, sayı bakımından Kindi'ninkilerden bile fazladır. El-Şifa ve el-îşarat ve'l Tenbihat adlı iki felsefi kitabı ve el-Kanun adlı bir tıp eseri olmak üzere üç ansiklopedik eseri hâlâ mevcuttur. Yazmış olduğu en uzun eser -ve aslında büyük olasılıkla türünde yazılan en uzun eser- el-Şifadır. Eser; mantık, fizik, matematik ve metafizik üzerine dört büyük bölümden oluşur. El-Kanun bu konu üzerinde birikmiş çağdaş bilgilerini onun kendi keşif ve tecrübelerini içerir. Geniş ölçüde neredeyse yedi yüzyıl tıpla alakalı en ünlü ve yetkin kitap olarak kalmıştır. El-İşaret ise sufı için aydınlanmanın aşamalarını dile getirdiği en kişisel eseridir.

İbni Sina felsefi konularda spekülasyonda bulunarak kaçınılmaz bir şekilde konuyu iman için potansiyel olarak zararlı gören ve İslami olmayan kaynakları, özellikle büyük Yunan düşünürleri Aristo ve Eflatun çevirilerini kullanması nedeniyle küfre eğilimli kabul eden Ortodoks Müslümanların şüphelerini uyandırmıştır. Aristo'da olduğu gibi İbni Sina'nın da özellikle üzerinde durduğu konu varlığın doğasıdır (ontoloji). İbni Sina'ya göre Tanrı saf varlık, zorunlu ve kendi kendine kaimdir. Evrenin yaratıcısıdır ve bu nedenle onu aşar. Öte yandan Aristo, Asıl Muharrik olarak soyut bir Tanrıya atıfta bulunurken, İbni Sina'nın Tanrısı yalnızca İslam'ın değil ayrıca Yahudilik ve Hıristiyanlığın yakından ilişkili olduğu Semitik Tanrı'dır. İbni Sina'nın ussallaştırmasının bir örneği, özellikle aydınlatıcıdır:

Sebep ve sonuçlar düzeninde -sonlu ya da sonsuz- düzenlenen her dizi, eğer yalnızca sebep olunanı içeriyorsa açıkça ona dizinin bir ucundan bağlı harici bir sebebe ihtiyaç duyar. Aynı şekilde, eğer dizi sebepsiz herhangi bir şey içermiyorsa, bu dizinin sonu, sınırı olduğu açıktır. Dolayısıyla her dizi kendi kendine zorunlu olan Varlıkta son bulur.

Bu alıntı yoğun olarak Aristo'dan ödünç alınmasa bile (burada Yu¬nan filozoflarının öneminin altını çizmemiz gerekir) ayrıca Tanrının varlığıyla ilişkin kozmolojik delil olarak bilinegelen hususa, özellikle Hıristiyan skolastiği Aziz Thomas Aquinas tarafından iki yüz yıldan fazla bir süre sonra ortaya konan "Beş Yol"a ışık tutması nedeniyle önemlidir.

İbni Sina, insanın beden ve ruh olarak ikili tabiatına ilişkin görüşle¬rinde Eflatunun etkisinde kalmıştır. İnsanın ruhu kendi içinde bir cev¬her olup bedenden bağımsızdır ve maddi cevherin ölümü sonrasında hayatta kalır. O halde ruh, maddi olmayıp bozulmaz ve ölümsüzdür. Bununla birlikte, İbni Sina her ne kadar kabul görmüş Müslüman Ortodoksluğa karşı ayrıca bedensel dirilişe inancı reddetse de, Eflatunun aksine ruhun bir başka bedene girmesi olan reenkarnasyonu da reddeder.

Peygamber'in rolü, nübüvvetin kurumsallaşmış bir doktrin olmadığı Yunan felsefesinde daha az açıktır. Ancak İbni Sina nübüvvetin zorunluluğunu savunmuş ve filozof el-Kindi'nin düşüncesiyle paralel olarak Peygamberin en yüksek, en kâmil insan halini temsil ettiğini benimsemiştir. Bir Peygambere üstün zekâ, canlı bir muhayyile ve yönetme yeteneği bahşedilmiştir. Peygamber normal öğrenim sürecinden ziyade doğrudan sezgisel bir tarzda bilgiyi alır. Bir Peygamberin işlevi vahyi iletmektir ancak diğer bir önemli nokta, ayrıca Tanrı bilgisini yalnızca semboller, örnekler ve metaforlar yoluyla anlayabilen bir halka onu yo¬rumlamaktır. Determinizme karşı hür irade meselesinde, İbni Sina, insanın kendi eylemleri için sorumlu olduğu görüşüne parelel olarak hür irade yaklaşımını benimsemiştir. Tanrı bizzat büyük güçlerin kontrolüne tamamen sahiptir ancak ayrıntıları insana bırakır. Yine bu durum, hür iradenin Tanrının kudret ve ilmini sarsacağını öne süren birçok Ortodoks tarafından kınanmaya sevk etmiştir.

İbni Sina özellikle İslam dünyasında bir filozoftan çok hekim olarak tanınmıştır. Onun adıyla özdeşleşen kırktan fazla tıp eseri vardır. Özellikle el-Kanununda, Yunan kanunlarının yanı sıra Hint-Pers ve Siro Arap kanunlarından tıbbi bilgilerin harika bir sentezini onun kendi deneyim ve deneylerinden ayrı olarak buluruz. El-Kanun en azından 12. yy a kadar Doğu'da yetkin bir eser olarak kalırken Avrupa'da 17. yy'a kadar standart tıbbi metin olarak kalmıştır. Bu esere ilişkin en çarpıcı olan şey, îbni Sina'nın sağlığa ilişkin, örnekse iklimin ve diyetin kişinin fiziksel durumuna olan etkisi gibi holistik yaklaşımıdır. Sonuç olarak İbni Sina'nın modern sağlık rehberlerinde halen referans alındığını duymak, hiç de sıra dışı bir durum değildir.

İbni Sina'yla el-Me'mun himayesinde iki yüzyıl kadar önce doğan Doğulu Müslüman filozoflar dizisi sona erer. Arap entelektüel faaliyetleri artık diğer büyük sistemleştirici el-Gazali'yle doruğa ulaşarak teolojik ve hukuk alanlarına odaklanmıştır. Gazali, ünlü Tehafutu'l Felasife eserini kaleme alır. Filozofları eserlerinde küfre düşmekle suçlar. Gazali, İbni Sina'yı özellikle üç konuda eleştirir. İlkin İbni Sina'nın ölümden sonra yalnızca ruhun hayatta kaldığı görüşünü eleştirir. Öte yandan Gazali, Kurandan referanslarla bedensel dirilişin gerçekleşeceğine işaret eder. İkinci olarak İbni Sina Tanrının insana hür irade verdiğini belirterek, Gazalinin, yine Kurana başvuruyla, Tanrının âlemin her bir ayrıntısıyla (sadece külli olanlar değil cüzi olanlarla da) hatta bir karıncanın hareketleriyle bile alakadar oluşuna işaret etmesine neden olur. Üçüncü olarak İbni Sina evrenin ebedi olup yoktan (ex nihilo) yaratılmadığını öne sürerken, Gazali hiçbir Müslüman'ın böylesi bir görüşü destekle-mediğini belirtir.

Felsefe, Doğu'da düşüşe geçse de, Batı'da karanlık çağından doğmaya başlamıştır; Kuzey Afrika'dan İbni Haldun adlı bir filozof İbni Sina'nın etkisini onaylar. Daha genel olarak İbni Sina'nın katkısı, Yunan felse¬fesinin tektanrılı inançlarla ilişkilendirme konusunda başarılı olmasında yatar. Kimileri her iki sistemin bağdaşmaz olduğunu öne sürse de, İbni Sina İslam'ın ilmi her yerde arama emrini benimseyerek her ikisini birleştirmede etkin bir girişimde bulunmuştur: Dinle, akli çelişkilere sevk etse bile Yunanlılar'ın hikmetini anlamayı istememek ve bundan yararlanmamak aptalca olacaktır. Aziz Thomas Aquinas'ın (Ö.1294) İbni Sina'dan etkilendiği daha önce belirtmiştik. Bunun yanı sıra İngiliz filozof ve bilimadamı Roger Bacon (ö. 1294) İbni Sina'yı Aristo'dan sonra en büyük filozof olarak kabul eder. İbni Sina'nın ne ölçüde sadık bir sufi olduğu tartışması mevcut olsa da îşarat'ın son üç bölümü tasavvuf üzerine 32 başlığa ayrılmış olup İbni Sina Tanrının görülmesinin (rüyet) nihai amaç olduğunu belirterek dua ve Tanrıyı tefekkürün önemini vurgular. Böylece İbni Sina, takipçisi Sühreverdî tarafından başlatılan (ö.l 191) İşraki (Hikmetu'l Işrak) felsefeye kapı aralanmasına yardımcı olmuştur.

Kaynak: İslamda 50 önemli isim
Son düzenleyen Baturalp; 16 Şubat 2017 23:46 Sebep: düzenlendi.
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
11 Şubat 2017       Mesaj #10
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi

İbni Sina

Ad:  IbnSina7.JPG
Gösterim: 9741
Boyut:  49.2 KB

İslam düşünce tarihinin en büyük isimlerinden olan İbni Sina’nın bu seçkinliği, birçok yönden özgünlük taşıyan, ayrıntılı ve mükemmel bir sistemle sunulmuş felsefesinden ileri gelir. İbni Sina, ilahiyattan ahlak ve siyasete kadar felsefenin o dönemdeki bütün disiplinlerini ele almış; ayrıca başta tıp olmak üzere, pozitif bilimlerde de söz sahibi olmuştur. Helenistik dönemde yeniplatoncu bir kimliğe büründürülmüş olan Aristotelesçiliği, felsefe yöntem ve ölçüleri içinde kalarak İslami bir söylemle ortaya koymaya çalışmış; Gazali, Fahreddin Razi, İbni Teymiyye gibi İslam dünyasında çok etkin olan bilginlerin ağır eleştirilerine karşın «eş-Şeyhu’r-Reis » (baş üstat) ünvanını bütün dönemlerde korumuş; tıpta ise modem tıbbın doğuşuna kadar Doğu ve Batı’da otorite sayılmıştır.

İbni sina tıp, felsefe ve daha bir çok alanda çalışmalar yaptığı için ona bilginlerin hükümdarı denilmektedir. Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ resmî saray doktorluğu da yapmıştır. Ama şöhreti her ne kadar tip ilmiyle ilgiliyse de asıl kişiliği Ortaçağda uzun süre tartışma konusu olan Tanrı varlığının mutlak bir zorunluluk olduğu konusundaki Kelâm meselelerine getirdiği kesin çözüm yolundan ileri gelmektedir.

İslam dünyasının baş üstadı.


İbni Sina, kendisinin yazdığı ve sadık öğrencisi Büczâni’nin tamamladığı hayat hikayesine göre Türkistan’da, Buhara yakınlarındaki Efşene’de bürokrat bir ailenin çocuğu olarak 980 yılında doğdu. Asıl adı Hüseyin, babasının adı Abdullah’tır. Ailesiyle birlikte Buhara’ya göçtü; burada okuma yazma, aritmetik, din bilgileri, mantık okudu. Hocalarından yalnızca Ebu Ali en-Natil ve İsmail ez-Zahid’in adları bilinmektedir. Ayrıca, kendi açıklamalarından, Hint aritmetiğinde usta bir esnaftan ve babasını İsmaililiğe kazandırmaya çalışan bir propagandacıdan da yararlandığı, felsefeye ilgisinin de o zamandan başladığı anlaşılmaktadır.

On yaşındayken Kur’an’ı ezberlediğini, Arap edebiyatında yetiştiğini, ilk öğreniminden sonra kendi çabasıyla fizik, metafizik ve tıpta uzmanlaştığını, on altı yaşındayken başka hekimlere danışmanlık yapacak düzeye ulaştığını belirtir. İbni Sina, birçok kez yeniden incelemesine karşın Aristoteles metafiziğini kavrayamadı. Şans eseri ele geçirdiği Farabi ’nin el-İbâne adlı eserini okuyunca bu sorunu da çözdü. Bilim amaçlı geziler yaptı. Cürcan’dayken, Batı’da yüzyıllar boyunca, Doğu’daysa bu yüzyılın başına kadar tıp incelemelerinde temel kaynak sayılan el-Kanun Fi’e-Tıb adlı eserini yazmaya başladı. Bir ara Hemedan’da vezirlik yaptı. Aynı görevi ikinci kez alınca bir yandan gün boyunca siyasal çalışmalar yaparken bir yandan da bütün gecelerini bilimsel çalışmalarla geçiriyordu. Olaylar onu başka şehirlere götürdü. lsfahan’dayken şehri ele geçiren Gazneli Mahmud’un oğlu Mesud’un askerleri tarafından evi yağmaladı. Bu olayda Kitabül İnsaf adlı felsefe ansiklopedisi de bir daha bulunmamak üzere kayboldu. İbni Sina’nın en son ve özgün felsefesini yansıttığı sanılan «Hikmetü’l-Meşrikıyye» (Doğu Felsefesi) de bu esede birlikte bilinmezliğe karıştı. İsfahan hükümdarının Hemedana düzenlediği bir sefere Ibni Sina da katıldı ve burada 57 yaşında öldü (1037). Doğumunun birinci yıldönümünde İran Ulusal Anıtlar Derneği, mezarı üzerine görkemli bir anıt yaptı.

Varlık felsefesi


İbni Sina’nın varlık felsefesinde Farabi’nin geniş ölçüde etkisi olmuştur. Farabi varlığı, önce zorunlu (vacip) ve zorunlu olmayan (mümkün) diye ikiye ayırmıştı. İbni Sina bu ikinci varlık tanımında bir değişiklik yaparak, onu kendiliğinde zorunlu olmayan, ancak varlık alanına çıkaran bakımından ve ona bağlı olarak zorunlu diye tanımladı. Çünkü eğer bir şey var olmuşsa artık onun olanaklı olduğundan söz edilemez. 0, var olduğu sürece bir gerçektir ve zorunlu olarak vardır. Ancak varlığı, kendi özünün bir gereği olmayıp onu var eden ve varlığını sürdüren sayesindedir. Böylece, yalnız Tanrı kendiliğinde zorunlu, öteki bütün varlıklarsa, nedenlerin nedeni olan Tanrı sayesinde zorunludurlar; yine sadece Tanrı nedensiz olup öteki tüm varlıklar nedenlidirler.

Yeniplatoncu varlık kuramı, genellikle peripotetikler olarak bilinen öteki İslam düşünürleri gibi İbni Sina’yı da etkilemiş ve türüm (sudur) kuramını o da benimsemiştir. Buna göre tüm varlıklar ve genelde yaratılış, Tanrı’nın kendini düşünmesinin, kendisi hakkındaki bilgisinin bir sonucudur. Aristoteles’den geldiği söylenen «Birden ancak bir çıkar» öncülü uyarınca Tanrı’nın kendisini düşünmesiyle O’ndan, kozmolojik bir varlık olan «ilk akıl» doğmuştur. Tanrı bir tek ve yalın (basit) olduğu için O’ndan çokluğun çıkması olanaksızdır. Oysa bu ilk akılda bir tür çokluk var-dır. Çünkü onda önce Tanrı’dan geldiği bilgisi, sonra da kendisi hakkındaki bilgisi bulunmaktadır. Böylece o, bir yönüyle tanrısal, öteki yönüyle yaratılmış bir varlıktır ve bu çeşitli yönleri bakımından kendisinden çeşitli varlıkların doğmasına elverişlidir. Bu yüzden ondan ikinci akıl, ilk gezegen ve onun nefsi (ruhu) doğmuş; bu ikinci akıldan sonra da benzer doğuş süreci onuncu akla kadar sürmüştür. «Etkin (faal) Akıl» da denilen onuncu akıl, ay feleğinin aklıdır. Bu akıldan başlayarak, artık doğuş süreci, bir bakıma, insan ruhlarının ve genel olarak ay-altı evrenin (dünya) çokluğuna dağılmıştır. Dünyadaki tüm oluşlar gibi tüm bilgilerin, anımsamaların kaynağı etkin akıldır; her şey ondan bir tecelli, ilham ve aydınlanmadır.

Mantık ve bilgi kuramı


İbni Sina’nın mantığı ana çizgileriyle Aristoteles mantığının devamı olmakla birlikte, birçok çağdaş araştırmacıya göre modern mantığın başlangıcı sayılabilecek yenilikler de taşımaktadır. Filozof, bütün bilgileri tasavvurlar ve tasdikler diye ikiye ayırır. Çünkü nesneler, olgular önce tasavvur, sonra tasdik edilir. Tasdikler birbirine bağlanarak kanıtları meydana getirir. İnsan aklının yetkin olmaması nedeniyle kanıtlamaya, bunun için de mantık yasalarına gereksinim vardır. Filozof, bu bakımdan mantığın bir âlet ilmi olduğunu düşünür. Çünkü o, bize yanılgılardan korunmanın, doğru yargılara ulaşmanın yollarını gösterir. Ayrıca mantık bir «düşünme sanatı» konusu, maddeden soyutlanmıştır, zihinseldir. Bu yönüyle mantık matematiğe benzer.

İbni Sina, mantıkta, Porphyrius’un Isagogia’sının konusu olan «beş tümel»i de incelemiştir. Onun, cins, nevi, fasıl, hassa ve araz şeklinde sıralanan bu tümeller üzerine parlak açıklamaları, sonraki mantıkçılar tarafından hemen hemen aynen tekrarlanmıştır.

Kıyas şekillerini ayrıntılarıyla inceleyen İbni Sina, en güçlü kıyas ve kanıtlama şekli olan «burhan»a özel bir önem vermiştir. Onun tanımına göre burhan, sağlam öncüllerden oluşan ve kesin sonuçlar veren bir kanıtlama şeklidir. Burhan, ya olgulardan veya olgulann nedenlerinden elde edilen bir kanıttır. Her kanıtlamada postulatlar, öncüller ve sorunlar vardır. Postulatlar (aritmetikteki sayı, fizikteki kütle, metafizikteki varlık gibi) herhangi bir bilimde önceden benimsenen ilkedir. Öncüller, kanıtlamanın dayandığı önermeler, sorunlar da kanıtlamanın çözümlemeyi amaçladığı belirsizlik ve kuşkulardır. Böylece kanıtlamanın ve dolayısıyla mantığın amacı doğru bilgiye ulaşmaktır.

İbni Sina bilgi probleminde hem deneyci hem de akılcıdır. Deneyciliği Ebubekir Raziye, akılcılığı da Farabi ’ye dayanır. 0, bilgilerimizin duyumlar ve algılarla başladığını kabul ederek deneye önem vermiş; ancak akılcılığın temel ilkesine uyarak deneyi akıl kadrosunda değerlendirmiştir.

Eski Yunan geleneğinde olduğu gibi, bilgiyi «bilen öznenin, bilinen nesnenin formunu soyutlaması» diye tanımlayan İbni Sina,büyük bir olasılıkla kendisinin geliştirdiği farklı bir bilme melekesini, soyutlama gücünün dereceleri üzerinde önemle durur. Buna göre duyu algıları, anlama eyleminin gerçekleşmesi için madde ye gereksinim duyar. Maddesel nitelikler ve ilinekler olmadan anlama olayı gerçekleşmez. Ancak bu, gerçek ve tümel bilgiye ulaşmanın ilk aşamasıdır. Çünkü bilgi gerçekte bir soyutlama olayıdır ve bunu yapan da akıldır. Yalnızca akılla saf form kendi bütünlüğü içinde kavranabilir. İbni Sina, aklın kendine özgü yasaları bulunduğunu belirtmiş; bu yasaları, duyu ve deneyin ulaştığı ve ulaşamadığı olaylara, olgulara uygulamıştır. Bu bakımdan onun akılcı (rasyonalist) olduğu söylenebilir. Öte yandan, bütün bilgilerimizin «bilgi, eşyanın zihnimizde doğan formlarıdır; yani algılanan şeyin formu, algılayan kişidedir şeklinde düşünmesi nedeniyle de idealist olduğu söylenebilir.

Aristoteles’in oldukça kısa incelediği ve biraz da belirsiz bıraktığı, daha sonra Afrodiaslı İskender ve Farabi’nin yeni açıklamalar getirdiği insan aklının gelişmesi sorununu, İbni Sina kendi psikolojisi ve bilgi kuramı içinde yeniden ele almıştır. Filozof, öncelikle insandaki potansiyel akılla kozmolojik bir varlık olan Etkin Akıl arasında bir ayırım yapar ve bunlardan ilkinin, ikincisinin etkisi ve aydınlatmasıyla gelişip olgunlaştığını düşünür. Böylece, insan aklıyla ona bilgi aktaran insanüstü ve aşkın bir güç arasında ilişki kurulmuş; insan bilgisinin aşkın bir kaynaktan geldiği düşünülmüştür. Farabi’nin de benimsediği peripatetik doktrine göre akli faaliyetlerin konusu olan tümel bilgiler, duyu deneylerinden çıkarıldığı halde, İbni Sina’ya göre bu bilgiler Etkin Akıldan gelir. Zihnin görevi, duyularla ulaşılan tikel varlıklar üzerinde fikir yürütmektir. Bu çaba zihni, aracısız bir sezgiyle, tümel özleri etkin akıl yoluyla kavramaya hazırlar. Asıl bilgi faaliyeti, tümel formların, yasaların kavranmasıdır. Bu ise düşünen ruhun (nefs-i rütıka) ve onun en temel yetisi olan aklın işlevidir. Zihinsel bilgiler akla bu işlevinde destek verirse de akıl, tümel formların ve ya aların bilgisini yalnızca, aşkın bir varlık olan Etkin Akıldan alır. Böylece, bilginin kaynağı kesin olarak doğaüstü ve tanrısaldır. Her gerçek ve tümel bilgide sezginin payı vardır ve bilme bir mekanik olay değildir. Bilme çabası, bir bakıma duaya benzer; ona karşılık vermek Tanrı’nın ve Etkin Akıl’ın bileceği iştir.

Doğa felsefesi ve psikoloji


İbni Sina doğa bilimini kuramsal bir çalışma olarak görür ve konularını cisimlerin hareket ve durağanlığıyla sınırlar. Her cisim madde ve formdan (suret) oluşur. Madde cismin aslına; form da niteliğini, niceliğini, yerini, nedenini gösterir. Madde ve form ayırımı yalnızca zihinsel olup gerçekte maddesiz form, formsuz madde bulunmaz. Her doğal cismin doğal bir yeri vardır. Evren birdir; yaratıcı hareket de birdir ve daireseldir. Cisimlerden hiçbiri kendiliğinden hareketli ya da durağan olamaz. Bunlar’ın başlıca nedenleri doğal güç, nefs (ruh) gücü ve gökkürenin (felek) gücüdür. Cisimlerin sonsuzca bölünebileceği düşüncesiyle atomcu görüşe karşı çıkan İbni Sina, böylece «bölünmeyen en küçük parça»yı kabul eden İslam kelamcılarından kesin olarak ayrılmıştır.

İbni Sina, Aristoteles geleneğine uyarak psikolojiyi de doğa felsefesi içinde inceler; ancak içerik olarak birçok konuda Aristoteles’den ayrılır. Öncelikle Aristoteles, ruhu bedenin bir işlevi gibi görüp bağımsız bir varlığa sahip olmasından kuşku duyarken İbni Sina ruhun bağımsız varlığını kesin olarak vurgulamıştır.

İbni Sina psikolojide, Platoncu tasnife uygun olarak, «nefs» adım verdiği ruhu, en ilkelinden en gelişmişine doğru bitkisel ruh, hayvansal ruh ve insansal ruh (nefs-i nâtıka, düşünen ruh) şeklin de üç türlü düşünün Ruhun, basit algılardan akıl yürütmeye kadar birçok yetileri vardır. Bunlar genellikle «dış duyular» ve «iç duyular diye ikiye ayrılır. Dış duyular beş duyudan ibarettir. İç duyular «ortak duyu, tasavvur, hayal, anımsama ve düşünme»den oluşur. İslam düşünce tarihinde ilk kez İbni Sina, bu duyu türlerinden başka, bir de «vehim gücü» adım verdiği bir tür sezgi, önsezi ya da sağduyudan söz etmiştir. İnsan ruhunun asıl kendine özgü işlevi olan düşünme, akıl yetisinin bir işlevidir. Daha sonra Kant’ın kuramsal akıl ve pratik akıl dediğini İbni Sina bir tek aklın iki yetisi sayar ve bunlara «bilme gücü» ve «yapma gücü» adını verir.

Din felsefesi


Din ve özellikle Tanrı felsefesi İbni Sina’nın düşüncesinde önemli bir yer tutar. 0, bu konulara ilişkin görüşleri bakımından Farabi’ye göre İslam diniyle daha çok uyum halinde görülmektedir. İbni Sina’ya göre yalnızca Tanrı zorunlu (vacib) varlık olarak vardır. O’nun dışındaki tüm varlıklar kendi başlarına olanaklı (mümkün) olmaktan öte gidemezler; var olmaları ve varlıkta kalmaları Tanrı’ya bağlıdır. Tanrı birdir ve her yönden bir olan yalnız O’dur. Bu nedenle İbni Sina, kelâmcıların düşündüklerinin tersine, Tanrı’da zat-sıfat (nitelik), hatta varlık ve mahiyet gibi ikiliklerden söz edilemeyeceğini ısrarla savunmuştur. Aristoteles’in düşündüğünün tersine, Tanrı her şeyi bilir; şu anlamda ki, 0, kendini bilir ve zorunlu olarak, kendisinden taşmış olan, kendi «inâyet’»in ve «cömertlik»inin eseri olan her şeyi de tümel yasaları içinde bilir. Bilgisi bakımından da Tanrı tektir; yani, O’nda bilen, bilinen ve bilgi ayrılığı yoktur. Çünkü bu, Tanrı’da çokluğu gerektirir. O’nun kendisini bilmesi, kendisiyle ilgili olan, yasalarını kendisinin koyduğu her şeyi bilmesiyle eş anlama gelir. Böylece tanrı hem bilen, hem bilinen, hem de bilgidir. O’nun yaratması her şeyin kendisinden taşması, iradesi bu taşmaya rıza göstermesi, bilgisi de bu taşmanın bilincinde olmasıdır.

Tanrı sürekli bilen ve düşünen varlık olduğuna, O’nun düşünmesi ve bilmesiyle yaratması da aynı şey olduğuna göre kendisi gibi yaratma ve dolayısıyla yaratılan (evren) da ezeli ve ebedidir.

Pozitif bilimler


İbni Sina, matematiğin daha çok kuramsal yanıyla ilgilenmiş, Eukleides’in geometriyle ilgili tanımlarını incelemiş ve tartışmıştır. Astronomi alanında yerin çapını ve boylamlarını hesaplaması sırasında ulaştığı değerler bugünkülere oldukça yakındır. Fizikte özellikle ağırlık, çekim ve hareketle ilgili görüşleri bilim tarihi bakımından önem taşır. Simya (sahte kimya) ile ilgili görüşleri dolayısıyla Cabir bin Hayyan ve Razi’yi eleştirmiştir. Ancak pozitif bilimlerdeki asıl ününü tıp alanında kazanmıştır

İbni Sina tıp tarihinin gözde temsilcilerindendir. Onun bu alandaki çalışmaları, Yunan, Hint ve Iran tıp okulları yanında Müslüman tabiplerin deney ve uygulamalarından da esinlenmiştir. Öncüleri arasında Ferctevsü’l-Hikme’nin yazarı Abi bin Rabben et-Taberi, el-Hiv? adlı dev eserin yazarı, Razi gibi Müslüman bilim adamları sayılabilir. İbni Sina’nın tıpla ilgili çalışmalarının en önemlisi olan el-Kanun, yazarın tabiat bilimine katkısının gözlemsel ve deneysel yaralarını gösteren en iyi kanıttır.

İbni Sina tıpta teşhisin önemini vurgulamış, geçici ve önemsiz hastalıklar için ilaç verilmemesini, cerrahiye daima son çare olarak başvurulmasını, teşhisin sağlıklı yapılabilmesi için hastanın gerektiği ölçüde gözlem altında tutulmasına öğütlemiş; günümüzde büyük önem taşıyan deontoloji (tıp ahlaki) konusunda son derece önemli ilkeler koymuştur.

İbni Sina halk sağlığı, çevre sağlığı, göz, diş, kalp, kan ve damar hastalıkları, cerrahi, yanık tedavisi, spor, çocuk sağlığı, patoloji, eczacılık, koruyucu hekimlik, teşhis ve tedavi yöntemleri gibi tıbbın birçok alanındaki görüş ve uygulamalarıyla tıp bilimine evrensel boyutta katkılarda bulunmuş; bu nedenle kendisine batıda tıbbın kralı denilmiştir. Ayrıca, el-Kanun, XllI. yy’dan başlamak üzere çeşitli Batı dillerine çevrilmiş ve birçok kez basılmıştır. Avrupa’da ilk klinik ders 1500’de Padua’da İbni Sina uzmanlarınca verilmiş; el-Kanun çeşitli üniversitelerde zorunlu ders kitabı sayılmıştır. XV. yy’da İngolstadt Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki en büyük dershaneye Avicenne (İbni Sina) adı verilmiştir. Aynı fakültenin doktora yönetmeliğinin 2. ve 5. maddelerinde İbni Sina ve Razi’den birer soru sorulması zorunlu kılınmıştı.
Son düzenleyen Baturalp; 17 Şubat 2017 00:05

Benzer Konular

27 Ocak 2012 / duru uslu Cevaplanmış
11 Aralık 2014 / Misafir Soru-Cevap
17 Şubat 2017 / Misafir Cevaplanmış
1 Kasım 2012 / ThinkerBeLL Coğrafya
23 Şubat 2012 / Misafir Soru-Cevap