Ağlamak istiyorum; bana, gül… diyorsun.
Başımı alıp dağ tepe giden ben olayım; diyorum. Yok, seni buraya ben bağladım, çözülemezsin, diye ayak diriyorsun.
Didik didik olmuş bir yüreğim var; kimden yedim bu silleyi, diyorum. Kanlı hançerini eteklerimin kıvrımlarına saklayıp: “Bilmem ki ben de onu arıyorum” diye, şaşırtmacaya kaçıyorsun.
Kimseyi istemiyorum, kimse ile konuşacak tek kelâmım kalmadı, diyorum. Sırtıma dünyâ kamçısını çalıp, beni zorla beşer nev’inin kesâfetlerine sürüyorsun.
Ah ne olur boşalsam, boşalsam, düşünmesem, duymasam… diyorum. İçime, biri çekilirken biri saldıran fikir dalgaları yuvarlıyorsun.
Azıksızım, can boğazıma geldi, beni doyur; diyorum. Ya! Demek hâlâ ölmedin, hâlâ candan söz açacak kudretin var, diye, sitemlerin en acısını revâ görüyorsun.
Yorgunum; yaşamaktan yoruldum, diyorum. Hakkın var, diye başımı okşayacağın yerde, koşup, bu durmak vakti yaklaşan hayat zembereğini kendi elinle yeniden kuruyorsun.
Öyle ise, gölgesini hazmetmiş bir ağaç gibi, ben de sırlarımı içime çeker, kimseye göstermem, diye serkeşlik edecek oluyorum. Onlara ne efsün okuyor, ne yapıyorsun ki, darıya koşan kuşlar gibi, bir işâretinle benden uçurup ayaklarının ucuna indiriyorsun?
O zaman sana küsüp, yüzümü gönlüme çeviriyor ve ona soruyorum: Nedir bu işkence, bu istibdat? Ben köle miyim, efendi mi?
Ammâ gene elin işe karışıyor, gönlümün dudaklarına basıp susturuyor ve gene sesin cevap veriyor: “Seni bilmem ammâ, ben hem oyum, hem de bu!.” diyorsun.
Ah, sen daha nesin, nesin sen? Bâri insaf et, insaf et de ilerisini söyletme bana…
Sh: 70-71
Kaynak: Sâmiha AYVERDİ, Dile Gelen Taş, Kubbealtı, I. Baskı: 1999, İstanbul
Toplam Yorum 0




