Arama

Tarikatlar/Kültler/Mezhepler - Kalenderilik

Güncelleme: 4 Mart 2016 Gösterim: 5.276 Cevap: 1
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
7 Temmuz 2012       Mesaj #1
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
Kalenderilik
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Sponsorlu Bağlantılar

İlk kez 13. yüzyıl başlarında Şam'da görülmeye başlanan gezici dervişlerin yaşayış biçimleri. Yerleri yurtları bulunmayan, toplum düzenini tümüyle hiçe sayan bu dervişlerin dinsel bir sistemleri ve bağımlılıkları da yoktu. Saçlarını sakallarını kazırlar; kaba giysiler içinde yalınayak dolaşırlardı. Çıplak gezenleri bile vardı. İran, Anadolu, Suriye ve Mısır'da tek tek ya da toplu olarak dolaşan bu dervişler, birçok ayaklanmaya katılmışlar, II. Mahmut çağına değin varlıklarını sürdürmüşlerdir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
In science we trust.
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
4 Mart 2016       Mesaj #2
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
KALENDERİLİK
MsXLabs.org & Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Kalenderîlik ya da Kalender’îyye (Qalandar’iyyah, Farsça: قلندریه, Urduca: قلندریہ, Hintçe: क़लन्दरिय्या, Bengalce: ক়লন্দরিয়্য়া) 10. yüzyılda İran'da, Horasan Melametiliği'nden kaynaklanan bir sufilik akımı olarak ortaya çıkan 12. yüzyılın sonunda Cemaleddin-i Savi adlı İranlı bir sufinin gayretiyle teşkilatlanarak Orta Doğu'da ve Orta Asya'da geniş taraftarlar toplayan bir tasavvuf akımıdır. Kalenderîler, mala, mülke ve şöhrete önem vermeyen, toplumdan önemli ölçüde kendilerini tecrid etmiş, kanaat anlayışına sahip bir topluluktu. Kalenderilik, yaşadığı toplumun nizamına karşı çıkararak dünyayı kaale almaya değer görmeyen ve bu düşünce tarzının günlük hayat ve davranışlarıyla da açığa vuran tasavvuf akımıdır. Kalenderîlik söz konusu mistik temelini ve sosyal niteliğini tarihî akış içinde İslâm dünyasının çeşitli yerlerinde ve değişik zamanlarda yeni unsurlarla zenginleştirerek geliştirmiş ve hep muhalif bir çevre olarak süregelmiştir.

Kalenderi dervişleri 13. yüzyılda, Moğol istilasından kaçarak kalabalık guruplar halinde Anadolu'ya girdiler. Kalenderilik, daha sonraları Anadolu Aleviliği ve Bektaşîlik etrafında toplanmış ve zaman içerisinde değişmeler göstermiştir. Bâbâ'îyye/Vefâ'îyye, Yesevilik/Âhilik, Haydarîlik, Nimetullahîlik/Nûrbakşîlik, Rufailik/Galibilik ve Bektaşîlik/Babagan Kolu (Babalar Kolu)nu saymak mümkündür. Kalenderîliğin Anadolu’da doğurduğu en büyük ve en önemli sonuç, Bektaşilik gibi, heterodoks halk tasavvufunun en popüler tarikatının doğuşunu hazırlamasıdır.

16. yüzyılda, Kalenderîler’in kalabalık sayıda katıldıkları üç büyük isyan hareketi vardır. Bunlardan ilki, II. Bayezid devrinde vukû bulan Şahkulu İsyanı, ikincisi Yavuz Sultan Selim zamanında gerçekleşen Bozuklu Celal ayaklanması, üçüncüsü ise Kanuni Sultan Süleyman devrindeki Şah Kalender hareketidir. 15. yüzyılda tamamiyle Kalenderî hüviyetini taşıyan zaviyeler, kısmen 16. yüzyıl, kısmen de 17. yüzyıllarda Bektaşî zaviyelerine dönüştüler. Kalenderîlik Türkiye tarihinde hem dini-tasavvufi açıdan, hem de sosyal ve kültürel, hattâ folklorik açılardan derin izler bırakan Ahmed Yesevi’den başlayarak, Türk halk sûfiliğinin Bektaşilik’le son bulan bütün bir tarihini etkileyen bir tasavvuf akımı ve mektebini oluşturarak derin tesirler bırakmıştır.

Kalender’îyye Tarikâtı
Başlangıcından günümüze kadar mevcut On İki İmamcı tarikât olarak, Bâbâ'îyye/Vefâ'îyye,[1] Yesevilik/Âhilik, Kalenderilik/Haydarîlik, Nimetullahîlik/Nûrbakşîlik, Rufailik/Galibilik, Şahkulu/Celali ve Bektaşîlik/Babagan Kolu (Babalar Kolu)nu saymak mümkündür. Kalenderîlik doğuşu itibariyle Alevî bir Tarikâttır. Kalenderilik, daha sonraları Anadolu Aleviliği ve Bektaşîlik etrafında toplanmış ve zaman içerisinde değişmeler göstermiştir.

Doktrinleri
Mollâ Câmî, Nefehât’ûl-Üns adlı eserinde Kalenderîler’den bahsederken, İslâm rüpkasını boyunlarından çıkarıp atmış olan şol tâife ki, zamanımızda “Kalenderîlik” adiyle malûm olmuşlardır, bu addolunan evsaftan hâlidirler ve bu isim onlara âriyettir. Anlara “Heşev’îyye” derlerse muvafıktır. “Melâmiye” için da’vayı ihlâs ederler ve izharı fısk ve fücurda mübalâğa kılurlar”, diye yazmaktadır.

Kalenderîlik doktrin olarak Hind-İran mistik kültür sâhası ile Melâmiliğin yayılma alanı içinde ortaya çıkmıştır. Ancak Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’den önce Kalenderiyye Tarikatı adıyla, teşkilatlı bir zümrenin olduğunu söylemek doğru değildir. Cemâlü’d-Din-i Sâvî’den en az iki yüzyıl önce yaşamış ve üs­telik kendisi hakkında bizzat Kalender terimini kullanan Kalenderî­ler’in varlığı sebebiyle onu ilk Kalender kabul etmek mümkün ola­maz. Ancak Cemâlü’d-Din-i Sâvî, Kalenderîliği belli bir takım dokt­rin esasları ve erkân dahilinde toparlayarak bir teşkilâta kavuşturan kişidir. Bir başka deyişle, Kalenderîlik bir tasavvuf akımı olarak en az 10. yüzyıldan beri mevcut bulunduğu halde, bir Kalenderiyye Tarikatından söz etmek ancak Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’den itibaren mümkün olabilir. Cemâlü’d-din-i Savi bugün Kazvin’le Tahran arasın­ da yer alan Sâve şehrinden olup dervişliğe genç yaşlarında heves etmiştir. Bu maksatla Şam’a giderek ve Bayezîd-i Bistâmî’nin müridi olan Şeyh Osman-ı Rûmî adlı çok dindar ve büyük bir sûfîye mürid olur. Bir gün Şam'da Bilâl-i Habeşi mezarlığında Şiraz’lı bir genç olan Gerûbed’e rastlar ve onunla dostluk kurar. Onun gibi saç, sakal, bı­yık ve kaşlarını kazıtır. Cemâlü’d-Dîn’in bu halini duyan eski şeyhi Osman-ı Rûmî, durumunu ıslah etmesi için kendisine haber yol­larsa da hiç bir faydası olmaz. Artık Ccmâlü’d-Dîn, esrar kullanan, cavlak adlı, kıldan dokunmuş bir yelek giyen, hiç bir şer’î kaideye aldırış etmeyen, kısaca ibâha yoluna girmiş bir Cavlakî (Kalender) olmuştur. Uzunca bir müddet o mezarlıkta ikamet eden Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’nin yanına katılan müritleri bir müddet sonra onun halifeleri olurlar. On­lar da tıpkı şeyhleri gibi saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıtıp cavlak giyerek Kalenderîliğe girmiş olurlar. Ancak gerek Cemâlü’d-Dîn’in gerekse halife ve müridlerin kılık ve kıyafetleri Şam halkı tara­fından tepkiyle karşılandığından, Cemâlü’d-Dîn, Dimyat’a geçer. Bir müddet sonra halifeleri de her biri bir tarafa dağılarak mezheplerini yayarlar. Halifelerinden Ebûbekr-i Niksârî 1205-6 yılında Selçuklu başkenti Konya’ya gider ve oraya yerleşir. Konya’daki Kalenderân Tâyifesi’ne ait zâviye’nin başında bulunan bu Ebûbekr-i Niksârî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin vefatında (1273) henüz hayattadır ve o sağken kendisiyle yakın ilişki içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Kalenderîler Mevlânâ’nım vefatında gülbanklar çekerek ve “Hay huy ederek” üzüntülerini göstermişlerdir.

Dimyat’a gelen Cemâlü’d-Dîn de burada da halkın tepkisiyle karşılaşır. Ancak bir müddet sonra onun büyük bir velî olduğunu anlayan Dimyat halkı, kendisine bir zâviye yaptırarak toptan mü­ ridi olurlar. Böylece bu zâviyeye yerleşen ve giderek şöhreti geniş­ leyen Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî, 463/1070-71 tarihinde ölünceye kadar burada hayatını sürdürüp pek çok mürid edinir.

Kalenderiliğin doktrin yapısı ana eksenini Hint-İran mistisizmi ile tasavvufun sentezi oluşturmaktadır. Bu sentez içinde İran'daki Hurufilik, Melamilik gibi çeşitli unsurlar yer almaktadır. Hayat tarzları ve dış görünüşlerinde gezgin Budist, Zerdüştî ve Manici rahipler gibiydiler. Kalenderî dervişlerinin dizelerinden Vahdet-i Vücud inanışına yakınlık duydukları anlaşılmaktadır. Kimi zaman ibaha, hülul ve tenasühe varan ifadeler de bu dizelerde göze çarpabilmektedir. Ayrıca Ali ve On İki İmam'a bağlılık, Kerbelâ ile ilgili matem gelenekleri de inançlarında yer almaktadır. Melâmîlik anlayışında olduğu gibi, Kalenderîlik akımında da mal-mülk edinme çabaları reddedilmiş, topluma ekonomik açıdan katkı sağlamak yerine gönüllü yoksulluk tercih edilmiştir. Çalışmak ve ev-bark edinmek gibi toplum yapısına uymayı gerektirecek uygulamalar yerilmiş, gezgin ve başıboş şekilde yaşamak temel prensip haline getirilmiştir. Hemen her devir ve her ülkede Kalenderi zümrelerinin ortak vasıfları olan, üç eş kişilik gruplar hâlinde dolaşıp gezmek, günlük yiyeceklerini dilenerek sağlamak, acâip kılıklarda dolaşmak gelmektedir. Cinsel faaliyetler de kutsal olana bağlılık açısından bir engel olarak görüldüğü için evlenmemek tarikatın önemli bir prensibi olarak kabul edilmiştir. Kalenderîlerin görünüşleri toplumun bütünü tarafından yadırganan tuhaflıklar içermekteydi. Bu tarz, muhtemelen Melâmîlik’te vurgulanan toplum tarafından dışlanma felsefesinin bir yansımasıydı. Tuhaf görünüş ile toplumda tiksinti yaratmak ve bu şekilde toplumdan dışlanmayı sağlamak amaçlanmıştı. Bu amaca uygun olarak, çıplak veya yarı çıplak dolaşırlardı. Ayrıca bazıları kıldan dokunmuş ve cavlak adı verilen yün çuvallar giyerlerdi. Bundan dolayı Kalenderîlere cavlakiyye de denilirdi. Kalenderîler saç, sakal, bıyık ve kaşların ustura ile kazındığı çahar darb denilen bir anlayışı benimsemişlerdi. Üzerlerinde dilenci çanağı ve derviş değneği yanında balta, deri torba, büyük tahta kaşıklar ve aşık kemikleri taşırlardı.

Bütün bu özelliklerinden dolayı, Kalenderî dervişlerine karşı toplumun her kesiminden, özellikle ulema tarafından büyük bir tepki gösterilmiştir. Ulema onları şeriatın dışına çıkmakla itham etmiş, bu ithamdan dolayı zındıklık ve mülhitlikle suçlanmışlardı. Kalenderîliğin Islâm dünyasının hemen her tarafına en fazla yayılan, en uzun ömürlü kollan, 13., 14., ve 15. yüzyıllar boyunca İran’da ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında, 13. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya nüfuz eden ve 17 . yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı topraklarında varlığını koruyan Haydarîlik, Câmîlik ve Nîmetullâhîlik'ı sayılabilir.

Tarih kaynakları Orta Asya’daki bu Türk Kalenderiler’in hiç şüphesiz Moğol istilâsıyla birlikte, 13. yüzyılın ilk çeyreği içinde, bir yandan Çin (Maçin) hudutlarına kadar bütün Doğu Türkistan’a, diğer yandan da Hindistan içlerine yayıldıklarını gösteriyor. Bilhassa Kuzey Hindistan’da ilk Kalenderiler’in Delhi Sultanı Şemsü’d-Dîn iletmiş devrinde (1211-36) göründüklerini çok iyi bilinmektedir. Bunlar, Moğollar’ın önünden kaçarak buralara sığınan göçmen kafileleri arasında gelmişlerdi.

Anadolu'da yayılışı ve kolları
Anadolu’da popüler Kalen­derîlik denildiği zaman en belirgin çevreler olarak, Vefâîlik ve Haydarlik gelmektedir. Vefailik Anadolu’ya 13. yüzyıl başlarında, Baba îlyas’ın şeyhi olan ve ilerde Bektaşi geleneğinde de önemli bir yer tutacak bulunan Dede Garkın isimli bir Türkmen şeyhi tarafından getiril­di. Dede Garkın’ın vefatı ile yerine geçen Baba İlyas tarafından bugünkü Amasya yakınla­rında bulunan eski adıyla Çat köyünde kurulan zâ­viye ile temsil edildi. Vefâılik bu zâviye yoluyla kısa zamanda Türkmenler arasında yayıldı. Vefailik heterodoks yapısı itibariyle özel­likle göçebe Türkmenler arasında çok taraftar toplamıştı ve yalnız 13. yüzyılda değil, 14. yüzyılda da, bir yandan Şeyh Edebalı aracılığıyla Osmanlı Beyliği’nin teşekkülünde, öte yandan Hacı Bektaş-ı Velî kanalıyla da Bektaşîliğin oluşmasında ana rollerden birini oynamıştı.

Baba îlyas-ı Horasânî yönetiminde Anadolu Selçuklu Devleti yönetimine karşı 1240 yılında girişilen Babai Ayaklanmasında başta Kefersud’lu bir Kalenderî şeyhi olan ve Baba İlyas’ın baş halifesi sıfatıyla ayaklanmayı fiilen yöneten Baba İshak olmak üzere Kalenderîler’in önemli bir rol oynadıkları görülmektedir. İsyanından sonra dağıtılan Çat köyü zâviyesinin yerini, Moğol hâ­kimiyeti döneminde ortaya çıkan iki yeni zâviye aldı. Her ikisi de Baba İlyas’ın ileri gelen halifelerinden olmakla beraber îsyana ka­tılmayan Hacı Bektaş-ı Velî ile Osman Gazi’nin sonradan kayın pederi olacak olan Vefaiye şeyhi Şeyh Edebali tarafından kurulan bu iki zâviyeden birincisi Sulucakarahöyük’te, İkincisi önce Lârende (Ka­raman), sonra Bilecik’te bulunuyordu. Hacı Bektaş-ı Velî Baba İlyas’a intisap etmeden önce aslında bir Haydari dervişi olduğu için, Sulucakaraöyükteki zâviyesinde bu yön ağırlıkta olmuş ve bir müddet sonra bu zâviye bir Haydarî zâvi­yesi niteliğine bürünmüştür. Nitekim bu zaviyede yetişen ve sonradan buradan ayrılarak Osmanlı topraklarına giden Abdal Musa bir Haydarî dervişi idi.

Selçuklu devrinde Kalenderî, Cavlakî ve Haydarî olarak isimlendirilen Kalenderî zümreleri Beylikler döneminde bunlara ilâveten Abdâlan-ı Rum yahut Rum Abdalları terimleriyle nitelendirildikleri görülür. Kalenderi dervişlerin Osman Gazi, Orhan Gazi ve I. Murad gibi ilk Osmanlı padişahlarının maiyetinde fetih hareketlerine katıldıkları, onların da dervişlerin hizmetlerine karşılık zâviye açmalarına müsaade ettiklerini, hattâ bununla da kalmayarak bu zâviyeleri zengin vakıflarla güçlendirdikleri bilinmektedir. Ancak Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde yönetim çevrelerinin Kalenderiler’e karşı tavrı, bir yandan bazı imtiyaz­larla onları devlet yanında ve yararına kullanmak, bir yandan da mevcut toplum düzenini bozmalarına engel olmak şeklindedir. Bu siyasetin Fatih Sultan Mehmed devrine kadar bu genel çizgiyi takip ettiğini söylemek mümkündür. Orhan Gazi döneminde Bursa'nın fethine katılan Haydari dervişlerinden Abdal Musa'nın, Yeniçeriliğin kuruluşuna adının karışması bir yana, hem kendisi hem de müridi Kaygusuz Abdal'ın Hacı Bektaş-ı Veli kültünü yayarak ve işleyerek ilerde Bektaşîliğin teşekkülüne zemin hazırlaması nedeniyle, Kalenderîlik tarihi içinde büyük bir yeri vardır. Aynı şekilde Orhan Gazi'nin, Bursa'nın fethine katılan Vefaiye tarikatına mensup Geyikli Baba ile olan ilişkileri de bunu destekler niteliktedir. Yinede ilk Osmanlı padişahlarının da bu şeyhleri büs­bütün kendi hallerine bırakmadıkları da bilinmketedir. Meselâ Or­han Gazi’nin zaman zaman Kalenderîler’i teftiş ettirdiğine, her­ hangi bir karışıklık veya Ehl-i Sünnet dışı inanç ve tavırları halk arasmda yayma gibi bir durum tesbit olunduğunda derhal beylik arazisinin dışına çıkarıldıklarına dair bazı kayıtlara rastlanmaktadır. Hattâ Abdal Musa’nın Bursa’daki zaviyesi­ni terkedip önce Denizli, oradan da Elmalı yakınlarına gidip yer­leşmesi, muhtemelen böyle bir sınır dışı edilme olayı ile ilgili olabilir.

Orhan Gazi zamanında sebebiyet verdikleri bazı ufak tefek hâdiseler istisnâ edilirse 15. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Ka­lenderîler’in katıldıkları başka bir hareket bilinmemektedir. Ama 1416 yılında vukû bulan ünlü Şeyh Bedreddin isyanı, Babaîler isyanından sonra Kalenderî zümrelerin düzenleyip yönettikleri ikinci büyük ayaklanma hareketi­dir. Bu sefer Torlaklar baş roldedir. 1453 yılında İstanbul kuşatması başladığı zaman, diğer tarikat mensupları arasında Kalenderi zümreleride, tıpkı kuruluş devrindeki gibi, ülkenin dört bir yanından kuşatmaya katılmak üzere buraya geldiler. Fetihten hemen sonra, şimdiki Şehzadebaşı semtindeki Akataleptos Manastırı’nın biz­zat sultan tarafından zâviye olarak Kalenderilere tahsis edildi. Böylece, daha sonraki yıllarda sayılan artacak olan İstanbul Kalenderhâne'lerinin ilki kurulmuş oluyordu. Fatih devrinde Kalenderîler’e mümkün olabildiğince müsama gösterildiği bu sûretle onların yönetimle ilişkilerinin sertleşmeden sürdürülmesine çalı­şıldığı söylelenebilir. Veziriazam Mahmud Paşa ile pek anlaşamayan Otman Baba ve dervişlerinin, sultanla giderek sıkı bir dostluk tesis ettikleri görülmektedir. Buna rağmen, bazı sancak beyleri, uygunsuz davrandıkları, tenâsüh ve hulul inancını savundukları, ibadet yapmadıkları şek­lindeki ihbarlar üzerine sık sık gerek Otman Baba, gerekse derviş­leri aleyhinde dâvalar açmaktan geri kalmamışlardır. Yine de I. Mehmed Çelebi zamanında Şeyh Bedreddin ve Torlak Kemal isyanları dolayısıyla uğratıldıkları baskı ve takibat istisna edilirse, Osmanlı yönetiminin hiç olmazsa II. Bayezid devri başlarına kadar Kalenderîler’e karşı genellikle ılımlı bir siyaset uygulamıştır. II. Bayezid devri ise bu ılımlı siyasetin tersine döndüğü bir dönemi belirler.

15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’da yoğun bir faaliyet gösteren ve kısa zamanda Rumeli’ye sıçrayan Hurûfîlik cereyanı ile temasa geçen Kalenderî zümrelerin, zaten resmî ide­olojiye, yani Osmanlı Sünnîliğine muhalif olmaları, hiç şüphe yokki, Şîî-Safevî propaganda için çok uygun bir zemin oluşturuyor­du. Üstelik II. Bayezid’in sıkı takip siyaseti dolayısıyla artık mer­kezî yönetimin resmen kendi aleyhlerine döndüğünü anlamış bulu­nan Kalenderîler’in, kendilerine yeni bir siyasî dayanak arama­ları kadar tabii bir şey olamazdı. Bu da onları Safevî yandaşlığına itmişti. Bu sebeple, II. Bayezid’in Kalendcrîler’i 1492’ de Anadolu’ya sürdürmesinin, hiç te şaşırtıcı değildir. Zira böylece Safevî propagandası Anado­lu’da kendisiyle işbirliği yapmaya hazır, küçümsenmeyecek sayıda bir kitle bulmuş oluyor, ayrıca buradaki Kalenderî zâviycleride hazır propaganda üsleri haline geliyordu.

II. Bayezid’in 1492 yılın­ daki Arnavutluk seferi esnasında bir Kalenderî veya Hay­dari ya da Torlak tarafından gerçekleştirilmek istenen suikast girişimi sonrasında sultan olayı tahkik ettirmiş, ve sonunda Otman Baba dervişleri suçlu bulunarak idam olunmuştur. Ancak bununla yetinmeyen sultan, muhtemelen etrafındakilerin de telkinleriyle Rumeli topraklarındaki bütün Kalen­derî dervişlerinin bir ceza olarak Anadolu’ya sürülmelerini emret­ miştir. Böylece Rumeli’de gerçek anlamda bir “ Kalenderî Avı” başlamış ve ele geçirilenler Anadolu’ya sürgün edilmiştir.

16. yüzyılda katıldıkları isyanlar
Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu top­raklarında Safevî propagandası başladığı zaman, Şah İsmail’in ha­lifeleri özellikle yan göçebe ve köylü reâyâ arasında faaliyet gös­teriyorlardı. Bunlardan biri olan, Şahkulu Baba Tekeli lâkabıyla ünlü, Tekeli aşiretine mensup bir Türkmen babası, 1511 yılında oldukça geniş çaplı bir isyan çıkardı ve bu isyan kısa zamanda ya­yılma istidadı gösterdi. Şahkulu, Allah’ın gökten kendisine semavî bir kılıç indirdiğini, bununla İlâhî iradeyi gerçekleştireceğini, Osmanlı sultanı Bayezid’in son günlerini yaşamakta olduğunu hali­feleri vâsıtasıyla propaganda ediyordu. Her kim kendine karşı ge­lirse semavî kılıcıyla hayatına son verecekti. Onun bu sözleri hem Kızılbaş Türkmenler’i hem de geniş çapta Torlaklar’ı etkilemişti. Bu yüzden onun emrine girdiler ve ayaklanmaya katıldılar. Sonuçta Osmanlı kuvvetleri uzun mücadeleden sonra, kendileri­nin de ağır kayıplar vermesi pahasına Şahkulu’nu yenerek İran’a kaçırmışlardı. Torlaklar yakalanmış ve II. Bayezid’in hışmından kurtulamıyarak cezalarını hayatlarıyla ödemişlerdi. 16. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı merkezî yönetiminin Kalenderîler’e karşı sertleşmesinin önemli bir sebebi ise, Anadolu’da bu sıralarda baş gösteren Şîî -Safevi propagandası olmuştur. 15. yüzyılda Anadolu’ da Kalenderi zümreler arasında belirgin Şîî tesirler olarak nitelendirebileceğimiz yaygın bir Ali kültürü­ne, Hüseyin ve Kerbela ile ilgili matem geleneklerine ve buna bağlı olarak da Hüseyin kültüne rastlanabilmektedir. Ancak 16. yüzyılın ilk üç çeyreği boyunca Safevî propagandası daha da yaygın ve belirgin bir şekilde Ali ve On İki İmam kültünü, Muharrem mâtemini, tevella ve teberra prensibini ve bilhassa Hak - Muhammed - Ali şeklinde, zahirde üçlü bir görünüm arzeden , ama ger­çekte yalnız Ali’nin temel oluşturduğu, eski hulûl inançları içine çok râhat bir biçimde yerleşen ulûhiyet telâkkisini Kalenderîler’in doktrinine ekledi.

Yavuz Sultan Selim döneminde 1519'da Bozok mıntakasında yaşamakta olan bir Kalenderî şeyhi olan Bozoklu Celal Şah Velî lâkabıyla isyan ederek Bozok’tan kalkıp Tokat taraflarına gitmiş, burada bir mağarada uzunca bir müddet inzivâya çekildikten sonra, ken­disini “ halife-i zaman ve mehdî-i devran” ilân ederek etrafına pek çok kişi toplamıştı. Muhtelif rivayetlere göre 20.000 civarında bir miktara bâliğ olan taraftarlarıyla faaliyete geçince, hareketi bas­tırmak için Rumeli Beylerbeği Ferhat Paşa görevlendirilmiş, Dulkadırlı Şehsuvaroğlu Ali Bey’den de yardımcı olması istenmişti. Ancak 1519 yılında çıkan bu isyanı Şehsuvaroğlu Ali Bey bastırmıştır. Osmanlı kaynaklan Bozoklu Celal’in bir Kalenderî şeyhi ol­duğunu ima ederler. Müneccimbaşı ise onun hakkında açıkça “ Kalender” demektedir.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın ilk saltanat yıllarında, 1527’de vukûa gelen Şah Kalender isyanının ise, en az Şahkulu’nunki ka­ dar geniş çaplı ve önemli bir ayaklanma olduğunu söylemek gere­kir. Kaynaklar, bu isyanı sahneleyen Şah Kalender (veya Ka­lender Çelebi)’nin, Balım Sultan’ın torunu olduğunun söylendi­ ğini belirtirler. Kendisi o tarihlerde_Hacı Bektaş Zâviyesi’nin şey­ hi idi ve lâkabının da gösterdiği gibi bir Kalenderî olup etrafındaki müridleri Kalenderîler’den, yanı Işıklar’dan ve Abdallar’dan oluşu­yordu. Şah Kalender önce üstüne gelen Osmanlı kuvvetlerini yen­ meyi başardı. Fakat sonunda Veziriazam İbrahim Paşa tarafından yenilgiye uğratıldı; kendisi de yakalanıp idam olundu. Osmanlı kaynakları, onunla birlikte savaş alanında kanının son damlasına kadar savaşmakta diretenlerin bizzat kendi müridleri yani Işıkar ve Abdallar olduğunu yazarlar.


Benzer Konular

25 Nisan 2011 / Mira Din/İlahiyat
27 Ocak 2007 / BARIŞ Din/İlahiyat
27 Ocak 2007 / BARIŞ Din/İlahiyat
7 Temmuz 2012 / buz perisi Din/İlahiyat