Arama

Hz. Ömer

Güncelleme: 16 Aralık 2016 Gösterim: 62.002 Cevap: 9
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
7 Temmuz 2011       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

Hz. Ömer, tam adı ÖMER BİN HATTAB

Ad:  Hz_Ömer3.JPG
Gösterim: 3214
Boyut:  13.0 KB

(d. y. 586, Mekke - ö. 3 Kasım 644, Medine, Arabistan)
Sponsorlu Bağlantılar
Hz. Muhammed’den sonra İslam devletini yöneten (hd 634-644) ikinci halife.

Halifeliği döneminde Mezopotamya ve Suriye fethedilmiş, İran’la Mısır’ın fethine başlanmıştır. Mekke’nin Kureyş kabilesinin Adi kolundan geliyordu. Mekke yönetiminde önemli görevlerde bulunmuş, Hz. Muhammed’e ve ilk Müslümanlara şiddetle karşı çıkmıştı. 618’de İslâmî kabul etmesi Müslümanlar için büyük güç kaynağı oldu. 622’de Hz. Muhammed ve öteki Mekkeli Müslümanlarla birlikte Medine’ye göç ettikten sonra peygamberin başdanışmanları arasına girdi, Hz. Muhammed’in bütün savaşlarına katıldı. Bu dönemde Hz. Ebubekir’le yakın ilişki içindeydi. Hz. Muhammed 625’te kızı Hafza’yla evlendikten sonra Ömer’in devlet içindeki konumu güçlendi. Hz. Muhammed’in 632’de ölümünden sonra, Medineli Müslümanların Mekkeli Hz. Ebubekir’in halifeliğini kabul etmelerinde büyük rol oynadı.

Büyük ölçüde Ömer’den güç alarak hüküm süren Hz. Ebubekir (hd 632-634) onu halifeliğe atadı. Hz. Ömer, kendisini “inananların komutanı” (emiru l-müminin) olarak adlandıran ilk halife oldu. Onun döneminde İslam devleti bir Arap beyliğinden bir dünya gücü durumuna geldi. Bu büyük yayılma dönemi boyunca genel politikaları yakından denetledi ve fethedilen topraklarda yönetimin ilkelerini saptadı. İslam devletinin bundan sonraki yapısı, bu arada hukuk düzeni büyük ölçüde Hz. Ömer tarafından oluşturuldu. Resmî yazışmaların korunması için arşiv kurdurdu ve Hicri takvimi düzenletti. Son derece sade bir yaşam süren Hz. Ömer adaleti ve otoritesiyle büyük saygınlık kazanmış güçlü bir yöneticiydi. Halifeliğinin 10. yılında İranlı bir köle tarafından kişisel nedenlerle, Medine’de öldürüldü.

Kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 16 Aralık 2016 14:59 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Biyografi Konusu: Hz. Ömer nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
7 Temmuz 2011       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti ve Fetihler



Sponsorlu Bağlantılar
Resulullah (s.a.s)'in sağlığında Arap yarımadası İslamın hâkimiyetine boyun eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük ihtida ederek Müslümanlarla bütünleşmişlerdi. Bunun peşinden Resulullah (s.a.s), İslam tebliğinin insanlara ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri olan Bizans İmparatorluğu’na karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'in vefatından hemen sonra ortaya çıkan Ridde hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hâkimiyetindeki topraklara askerî akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot devletlerinden ikincisi olan İran İmparatorluğu’na karşı da askerî faaliyetlere girişmişti.
Ad:  Hz_Ömer2.JPG
Gösterim: 1706
Boyut:  38.3 KB
Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düşen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevk ediyordu. Kadisiye Savaşı’yla İran ordusu hezimete uğratılmış ve Kisrâ, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştı. Peşpeşe gönderilen ordularla İran’ın bazı bölgeleri savaş ile bazı bölgeleri de sulh yoluyla İslam’ın hâkimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yönelen Mugîre b. Su'be, Azerbaycan’ı sulh yoluyla ele geçirmişti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasındaydı.

Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batıya doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kuşatma altına alındı. Şehirdeki Hıristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine'den komutanlarıyla buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru yola çıktı. Cabiye'de yapılan bir anlaşmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek şehri teslim aldı (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kısa bir müddet Kudüs'te kaldıktan sonra Medine'ye geri döndü.

Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Ömer, bölgede bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca bağlamaya karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dâhil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün İran toprakları İslam Devleti’nin sınırları içine alınmış ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmıştı.

Öte taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekât planıyla Mısır’ı fethetmeyi basarmış, Müslümanları Mısır’dan geri püskürtmek için İskenderiye’de hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine yürüyerek burayı ele geçirmişti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Mısır’da da Bizans’ın hâkimiyetine son verilmiş oluyordu (Sibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet idaresi, Terc. Talip Yasar Alp, İstanbul t.y., I, 285-286).

İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, Müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslama giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü altında ezilen, horlanan topluluklar İslamın kuşatıcı merhameti ile yüz yüze geldiklerinde Müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardı. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuşuyorlardı.

Hz. Ömer, bir taraftan İslamın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak için ordular sevk ederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu. Hz. Ömer'den önce, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal olarak bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin hesabı yapılamazdı. İlk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.

Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır. Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı çalışmaları yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî teşkilatından kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hiçbir yabancı tesir söz konusu olmaksızın, ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için kurulmuştur. Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atiyyeleri bir gruplandırmaya tabi tutmuştur.

Hz. Ömer, yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Sureyh b. el-Haris'i, Mısır’a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin etmiştir. Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu dönemin tanınmış kadılarından birisi de Ebu Musa el-Esari'dir. Hz. Ömer, tayin ettiği kadılara, görevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair talimatlar verir ve onların bu çerçeve dışına çıkmamalarını tembihlerdi (Mustafa Fayda, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, II, 176-177).

Hz. Ömer (r.a)'in, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konu adalet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.

O, her tarafta adaletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köselerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş, Hıristiyan ve Yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur'an-i Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarf etmiştir. İslâm’ın, Müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir. Kur'an, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır.

Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asri Saadet, Terc. Ali Genceli, İstanbul 1985, I, 317). İlk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında ihtiyaç duyulmuş ve böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H. 16).

İslâm Devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve çok geniş bir coğrafî sahayı kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine rağmen, kullanılan paralar yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavülde bulunmaktaydı. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye başlanmamış olsa bile, bir ekonomik baskı tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya çalışırken, bu duruma da müdahale etmemesi düşünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü. Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dirâsât fî Tarihil-Hadâretil-İslamiye, Beyrut 1979, 13-15).

Hz. Ömer (r.a), İslâm Devleti’nin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı güvenliğini sağlamak ve orduları düşman bölgelerine yakın yerlerde bulundurabilmek için ordugâh şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugâh şehri kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tespit edilmiştir. O, bu is için Utbe b. Gazvan'i görevlendirmişti. Utbe, sekiz yüz adamıyla o zaman bos ve issiz olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yılında Basra şehrinin inşasına başladı.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydı. Ancak buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yönde etkilediği anlaşılınca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması talimatını verdi. Bu is için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17'de kurulan bu ordugâh şehir kırk bin kişiyi iskân edebilecek büyüklükte inşa edildi.

Amr b. el-As, Mısır’ı fethettikten sonra İskenderiye’yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberleşme açısından endişe duyduğu için Kendisiyle Mısır’daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına geçerek burada Fustat adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugâh şehirlerinden başka yine askerî amaçlı merkezler de oluşturulmuştur.

Hz. Ömer'in idare anlayışı Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman Müslümanların görüsüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O "istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur" demekteydi. İstişarede takip ettiği yöntem suydu: Önce meseleyi Müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden Kureyşlilerin düşüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüşlerini alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, Müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zimmî statüsünde bulunan kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine başvurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adalet anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu hassasiyetini:
"Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarım"
sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma yoluna gitmişti. O, insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bölgeleri dolaşmasına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde ömrü o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslâm tarihinde adaletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkında rivayet edilen su olay onun bu sıfatla bütünleşmiş olduğunun en açık delilidir.

Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bölgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi, onların yanına gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Işıklı aileye selâm olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve; "Allah bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın; "Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi. Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; çuvalı omzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O, ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu ise Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Ömer; "Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi. Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.

Hz. Ömer'in İlmi


Hz. Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yönüyle devleti teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarf ediyordu. Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile baslar. Fıkıh ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fikhî hükümlerin sayısı birkaç bini bulmaktadır. Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük bir önemi vardır ve Resulullah (s.a.s)'in hadislerinden başka hiçbir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir. (Muhammed Revvâs Kal'aci, Mevsuatu Fikhi Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitapta Hz. Ömer'in Fikhî içtihadlari bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmiştir.)

Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O, Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş, onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in kendisinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir (Suyutî, a.g.e., 123).

Ayrıca o, Kur'an-i Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. Ibn Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Resulullah (s.a.s) hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti (H. İ. Nasan, İslâm Tarihi, İstanbul 1985, I, 319).

Hz. Ömer'in Şahsiyeti


Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır. O, Müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm’ın lehine müşriklere karşı yönelmiştir. Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkin elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara söyle derdi; "sunu ve sunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kusun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım". Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevazı davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevazı ve sade bir hayat yasamaktan alıkoyamamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun Müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.

Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir uslubla konuşurdu. Onun üstün kabiliyeti yazı için de geçerliydi. Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir numune addedilmekteydi. Hz. Ömer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir. Çok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini ezberlemiş, az da olsa şiir yazmıştır. Hz. Ömer ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına "ve namazı ailene emret" (Tâhâ, 20/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında öylesine ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan, cezasız kurtulmayı başarabilirse sevineceğini söylerdi. O, ölüm döşeğinde bu endişesini su anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:
"Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime zulmetmiş bulunuyorum" (Siblî, a.g.e., II, 373).
Hz. Ömer (r.a)'in, şahsi hayati oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve İran’a karşı büyük ordular sevk eden ve onları tarihlerinde pek nadir tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatini sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazen da günün yorgunluğunu hafifletmek için mescidin çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında Arapların ileri gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i ziyarete gitmiş; onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu halde koşar bir vaziyette bulmuştu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördüğünde ona; "Gel de kovalamaya katil. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdüğünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmediğini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmiş?" diyerek karşılık vermiştir (Siblî, a.g.e., I, 384-385). Günlük yaşayışını gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'in ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yasayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde, insanlardan ve onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim kurabilir.

Hz. Ömer (r.a)'a âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır. Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamber (s.a.s)'in Medine'de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayber'in fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payına düşen araziyi vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti: "Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya, kölelere, Allah yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur" (Buharî, surût, 19). İslâm’da ilk vakıf olayı budur.

Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi iaşesinin temini için Ashab'a müracaat etmiş, Hz. Ali (r.a)'in teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı sağlanmıştı. H. 15 yılında Müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri gelen Ashab'a verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazı meblağdı. Ömer (r.a), yemek olarak genellikle şunları yerdi: Ekmek (buğdaydan olduğu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.
Hz. Ömer (r.a)'in fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Bir defasında Resulullah (s.a.s)'in yanına gitti. Resulullah (s.a.s)'dan bir şey istemek için orada bulunan kadınlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarında hemen kalkıp perdenin arkasına geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiğinde Resulullah (s.a.s) gülüyordu. Hz. Ömer ona; "Allah yaşını güldürsün ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s); "Şu benim yanımda olanlara şaşarım. Senin sesini işitince perdeye koştular" dediğinde Hz. Ömer; "Ya Resulullah, onların çekinmesine sen daha layıksın" dedi. Sonra da kadınlara dönerek; "Ey nefislerinin düşmanları! Resulullah (s.a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çıkıştı. Kadınlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve haşinsin" dediler. Resulullah (s.a.s), “Nefsim yed-i Kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).

Başka bir rivayette Resulullah (s.a.s) onun için söyle buyurmuştu:
"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" (Suyûtî, a.g.e., 133).
Resulullah (s.a.s), hakki görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'in üstünlüğünü söyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'in işlerinde ve verdiği kararlarda isabetli davranmasını bir anlamda açıklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (s.a.s); Allah doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır" (Üsdül-gâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasında da Hz. Ömer'i göstererek söyle demişti: “Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır" (Suyûtî, aynı yer).

Ömer (r.a)'in bu durumunu bazı konularda inen ayetlerin daha önce onun gösterdiği doğrultuda olması da te'yid etmektedir. Hz. Ömer söyle demiştir:
"Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: "Makam-i İbrahim’de, Hicab'da ve Bedir esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II).
Hz. Ömer ötekileri zikretmemiştir. Örneğin münafıkların cenaze namazını kılmaması için Resulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, ayni bab; Hz. Ömer (r.a)'in görüşleri doğrultusunda nazil olan ayetler için bk. Suyûtî, a.g.e., 137-140).

Şâmil İslam Ansiklopedisi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 16 Aralık 2016 15:10 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
proot - avatarı
proot
Ziyaretçi
7 Temmuz 2011       Mesaj #3
proot - avatarı
Ziyaretçi

Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı


Amr b. Meymûn şöyle anlatır: Hz. Ömer'in yaralandığı sırada benimle onun arasında Abdullah b. Abbas'tan başkası yoktu. Hz. Ömer, iki saf arasından geçerken durup safta herhangi bir açıklık gördüğünde 'Safları düzeltiniz!' derdi. Saflarda herhangi bir açıklık görmezse öne geçer, tekbir alırdı. Cemaatin yetişmesi için çoğu kez sabah namazının birinci rek'atında Yusuf veya Nahl sûrelerini veya ona benzer bir sûreyi okurdu. Vurulduğu gün de tekbir getirdikten sonra 'Beni öldürdü' veya 'köpek beni yedi!' dedi. Bunu Ebû Lu'lu melunu kendisini vurduğunda söyledi. Mecusî olan Ebû Lu?lu elinde iki taraflı bir bıçak ile fırladı. Kimin yanından geçtiyse, onu bıçakladı. Tam on üç kişiyi yaraladı. Onlardan dokuzu öldü. Bir rivayette yedi kişi öldü. Bu manzarayı görenlerden bir kişi onun üzerine bir elbise attı. Kâfir, tutulduğunu sandığında göğsünü bıçakla yardı.

Hz. Ömer, Abdurrahınan b. Avf'ın elinden tutup imamlığa geçirdi, Hz. Ömer'in arkasında bulunanlar da benim gördüğümü gördüler. Caminin yan taraflarında olanlar ise, durumun ne olduğunu bilmiyorlardı. Ancak onlar Hz. Ömer'in sesinin kesildiğini duyunca sübhanallah, sübhanallah demeye başladılar. Böylece Abdurrahman onlara hafif bir namaz kıldırdı. Cemaat dağıldıktan sonra Hz. Ömer şöyle dedi: 'Ey Abbas'ın oğlu! Beni öldürenin kim olduğunu tedkik et.

İbn Abbas (r.a), bir saat kaybolup geldikten sonra 'Seni vuran Muğîre b. Şu'benin kölesidir dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) 'Allah onu kahretsin! Ben ona iyilik yapılmasını emretmiştim dedi.

Sonra şöyle dedi: 'Ölümümü, müslüman bir kişinin elinde kılmadığından ötürü Allah'a hamd olsun. Sen (ey İbn Abbas) babanla beraber Medineye çok köle getirilmesine taraftardınız; Hakîkaten o anda Hz. Abbas'm birçok kölesi vardı. Bunun üzerine İbn Abbas 'Dilersen onları öldürelim' dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer 'Bizim dilimizi konuştuktan, kıblemize yöneldikten ve yaptığımız gibi hac yaptıktan sonra mı öldürelim? dedi.

Hz. Ömer evine götürüldü. Biz de onunla beraber gittik. Sanki bugünden önce böyle bir musibet halka isabet etmemişti! Kimi 'Hz. Ömer'in ölümünden korkuyorum!' Kimi de "Birşey olmaz' diyordu. Bu esnada şerbet getirildi. Hz. Ömer şerbeti içince yarasından dışarı aktı. Sonra süt getirildi. Sütten içti. O da kanından çıktı. Böylece Hz. Ömer'in öleceği anlaşıldı.

Biz Hz. Ömer'in huzuruna girdik. Halk gelip kendisini övdü. Genç bir kişi geldi ve 'Ey mü'minlerin emiri! Allah'tan gelen bir müjde ile müjdelen. Sen Hz. Peygamberin arkadaşı ve İslâm'da hizmetleri geçmiş bir kimsesin. Sonra idareci oldun, adalet yaptın. Sonra şehid oldun' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer 'Bütün bunların ne aleyhimde, ne lehimde olmasını isterdim' dedi. Hz. Ömer'e böyle diyen genç giderken onun eteğinin yerde süründüğü görüldü. Bunun üzerine Hz. Ömer 'O genci bana getirin!' dedi. Genç gelince ona 'Ey yeğenim! Elbiseni yukarı kaldır. Çünkü bu elbisen için daha faydalıdır. Rabbinden de kork!' dedi. Sonra Hz. Ömer oğluna hitaben 'Ey Abdullah! Bak üzerimde ne kadar borç vardır?' dedi.

Hz. Ömer'in borcunu hesapladılar. 86.000 dirhem veya ona yakın bir meblağ olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer, oğlu Abdullah'a "Eğer Ömer'in ailesinin malı bu borcu ödemeye kâfi gelirse onların malından ver! Aksi takdirde kabilem olan Benî Adîyy b. Ka'b kabilesinden iste! Eğer onların malları da kâfi gelmezse Kureyşîlerden iste! Sakın Kureyşî olmayanlardan isteme. Bu borcu benim yerime ver! Müzminlerin annesi Aişe'ye git! De ki: 'Ömer sana selâm ediyor'. Sakın 'Mü'minlerin Emîri' diye birşey söyleme. Çünkü ben artık mü'minlerin emîri değilim: 'Ömer b. Hattab iki arkadaşının yanıa defnedilmek için izin istiyor?'

Bunun üzerine Abdullah gitti. Selâm verip izin istedi. Sonra Aişe'nin huzuruna girdi. Aişe'nin oturup ağladığını gördü. Abdullah dedi ki: Ömer b. Hattab sana selâm ediyor. İki arkadaşıyla beraber (hücre-i saadetinde) defnedilmek istiyor'. Bunun üzerine Hz. Aişe 'Ben o yeri kendi kendim için ayırmıştım. Fakat bugün Ömer'i nefsime tercih edeceğim' dedi.

Abdullah dönüp gelince Hz. Ömer'e 'İşte Abdullah geldi!' dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer 'Beni kaldırın!' dedi. Bir kişi Hz. Ömer'i göğsüne dayadı. Hz. Ömer, Abdullah'a 'Ne haber getirdin?' dedi. Abdullah 'Ey mü'minlerin emiri! Benim yanımda seni sevindiricek haber vardır. Aişe senin isteğine izin verdi' dedi. Hz. Ömer 'Allah'a hamdolsun! Benim içim bundan daha mühim bir mesele yoktu. Ben vefat ettiğimde cenazemi götürün. Sonra selâm vererek deyin ki; 'Ömer izin istiyor!' Eğer Âişe izin verirse beni içeri sokun! Eğer beni reddederse cenazemi müslümanlarm mezarına götürün!' dedi.

Mü'minleri annesi (Hz. Ömer'in kızı) Hafsa, babasının geldi. Hafsa'yı gördüğümüzde Hz. Ömer'in yanından kalktık. Hafsa ba basının üzerine eğilerek bir saat onun yanında ağladı. Erkekler Hz. Ömer'in yanına girmek için izin istediler. Hz. Hafsa bu sefer içeriye doğru gitti. İçeride ağlamasını işitiyorduk. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm, Hz. Ömer'e 'Ey müzminlerin emîri! Vasiyet et ve yerine halife bırak!' dediler.

Hz. Ömer 'Bu işe şu kişiler ki Hz. Peygamber onlardan razı olduğu halde vefat etmiştir onlardan daha müstehak olanını bilmiyorum dedikten sonra Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın, Hz. Zübeyr'in Hz. Talha'nın, Hz. Sa'd ve Hz. Abdurrahman'ın ismini söyledi ve dedi ki: 'Abdullah b. Ömer de sizinle beraber hazır bulunacaktır. Fakat onun halifelikte hakkı yoktur. Eğer emîrlik Sa'd'a (İbn Vakkas) isabet ederse ne mutlu! Aksi takdirde hanginiz emir olursa Sa'd'ın fikrinden istifade etsin; zirâ, Sa'd'ı (Küfe valiliğinden) acizlikten veya hiyanetten ötürü azletmiş değilim'.

Hz. Ömer (r.a) sonra şöyle devam etti: 'Benden sonra halife olan zata, Muhacirler hakkında tavsiye ediyorum. Onların fazilet-lerini, hürmetlerini onlar için korusun. Halifeye Ensâr hakkında da hayrı tavsiye ediyorum. O Ensâr ki onlardan önce Medine'yi yurd edinip iman etmişlerdir. Onların iyilerinden kabul edip kötülerini affetsin. Halifeye hudûd şehirlerinin halkı için hayırlı olmayı tavsiye ediyorum. Çünkü onlar İslâm'ın yardımcıları, gözcüleri, mal toplayıcıları ve İslâm düşmanlarının da öfkelendiricisidirler. Onlardan ancak rızalarıyla fazla mal alsın. Halifeye, bedevî Araplara iyi davranmayı tavsiye ediyorum. Çünkü onlar Arapların esası, İslâm'ın maddesidirler. Onların servetlerinin zekâtlarını alıp fakirlerine vermesini tavsiye ediyorum. Ayrıca Allah'ın ve Hz. Peygamberin zimmetini tavsiye ediyorum. Onlar için verilen sözleri yerine getirsin. Onların arkasında olup onlar için savaşsın. Onlara ancak güçlerinin yettiğini teklif etsin'.

Râvî der ki: Hz. Ömer vefat ettiğinde cenazesini çıkardık ve götürdük. Abdullah b. Ömer, Hz. Âişe'ye selâm verdi ve dedi ki: 'Ömer b. Hattab'ı defnetmek için izin istiyoruz!' Bunun üzerine Hz. Âişe 'Onu içeri sokun' dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer'i orada bu-lunan iki arkadaşının yanında bir mezara koydular. (Bunları nak-leden râvî, hadîsi sonuna kadar söyledi).

Hz, Peygamber den şöyle rivayet ediliyor:
Cebrâil (a.s) bana derdi ki: İslâm, Ömer'in ölümü üzerine ağlasın!
İbn Abbas şöyle diyor: Ömer, teneşirin üzerine kondu. Halk onun etrafında halka çevirip, cenazesi kaldırılıncaya kadar dua edip rahmet talep ettiler. Ben de onların arasındaydım. Beni omu-zumdan tutan bir kişi korkuttu. Dönüp bakınca Ali b. Ebî Tâlib olduğunu gördüm. Hz. Ömer'e rahmet okuyup dedi ki: "Ben, Ömer'den daha fazla amelinin benzeriyle Allah'a kavuşmamı istediğim bir kimseyi geride bırakmış değilim. Allah'a yemin ederim, Allah'ın seni iki arkadaşınla birleştireceğini zannederim. Çünkü çoğu zaman Hz. Peygamber'den duyardım ki:
Ben, Ebubekir ve Ömer gittik. Ben, Ebubekir ve Ömer çıktık. Ben, Ebubekir ve Ömer girdik...
Allah'ın seni onlarla birleştireceğini umuyorum".

Resulullah (s.a.s) onun için şöyle buyurmuştu:
"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" (Suyûtî, a.g.e., 133).
Resulullah (s.a.s), hakkı görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'ın üstünlüğünü şöyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'ın işlerinde ve verdiği kararlarda isabetli davranmasını bir anlamda açıklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (s.a.s); Allah doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasında da Hz. Ömer'i göstererek şöyle demişti: Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır" (Suyûtî, aynı yer).

Ömer (r.a)'ın bu durumunu bazı konularda inen ayetlerin daha önce onun gösterdiği doğrultuda olması da te'yid etmektedir. Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-ı İbrahim'de, hicab'da ve Bedir esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II). Hz. Ömer ötekileri zikretmemiştir. Örneğin münafıkların cenaze namazını kılmaması için Resulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, aynı bab; Hz. Ömer (r.a)'ın görüşleri doğrultusunda nâzil olan ayetler için bk. Suyûtî, a.g.e., 137-140).
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 16 Aralık 2016 14:44 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
20 Mayıs 2012       Mesaj #4
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Hz. Ömer


MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Hicret'ten dört yıl önce, 26 yaşında Müslüman olduğu söylenir. Müslüman olmadan önce ne kendinin ne de ailesinin Mekkeliler arasında önemli bir yeri vardı. Müslümanlığın onunla güç kazandığı söylentisi abartmalıdır. Ancak, Müslüman olmadan önce Muhammet'e ne denli karşıysa, Müslüman olduktan sonra o denli bir içtenlikle bağlandı ve yaşamının sonuna değin ondan ayrılmadı. Ebubekir gibi, o da kızını Muhammet'e verdi. İkisi de en ufak bir rekabet belirtisi göstermeden Peygamber'in en yakın danışmanı oldular. Ömer, Peygamber'in bütün savaşlarına katıldı. Ancak adı, savaş kahramanları arasında anılmaz. İyi niyeti ve sağduyusuyla ün yapmış ve bu nitelikleriyle "Faruk" (pek sağduyulu) sanını almıştır. Görüşleriyle Peygamber'i etkilediği, Peygamber eşlerinin örtünmesiyle başlayıp sonraları bütün Müslüman kadınların örtünmesine dönüşen buyruğun çıkmasında etken olduğu bilinmektedir.

Muhammet'in ölümü üzerine, Ebubekir'e halife olmayı kabul ettirmiş, en yakın dostu ve danışmanı olarak yanından ayrılmamıştır. Ebubekir'den sonra, Ali'nin karşı çıkmasına karşın, halifeliği üstlendi ve bu girişimini İslâm ileri gelenlerine benimsetti. Halife yerine, emirül-müminin (Müslümanların başkanı) sanını yeğledi. Halifeliği sırasında Arap orduları Kuzey Afrika, Suriye ve İran'da ilerlemeyi sürdürdü. Kısa sürede İslâm devleti, birçok ulusu içine alan bir imparatorluk niteliği kazandı. Büyüme, sorunları da büyütüp karmaşıklaştırdı. Araplarınsa devlet yönetimi konusunda ne bilgileri ne de deneyimleri vardı. Bununla birlikte Ömer, Peygamber'in izinde yürüyerek, din temeline dayalı bir adalet düzeni kurmayı başardı, kadılık ve müftülük kurumlarını geliştirdi. Uzak ülkelerde savaşan ordular, Mekke soyluları ve halk arasındaki çıkar çatışmaları ve sorunlar, Ömer'in erdemi, güçlü kişiliği ve iradesi karşısında, korkuyla karışık bir saygıyla su yüzüne çıkamıyordu. Gizlenmek zorunda kalan bütün bu karmaşık sorunların çözümü, Ömer'in, Hristiyan köle Ebu Lulua eliyle bıçaklanarak öldürülmesi üzerine, üçüncü Halife Osman'a kaldı. Ömer, Sünnî İslâm dünyasında ve edebiyatında adalet simgesi olarak anılır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 16 Aralık 2016 14:45 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
theMira
Ask Mahkumu - avatarı
Ask Mahkumu
Kayıtlı Üye
29 Eylül 2012       Mesaj #5
Ask Mahkumu - avatarı
Kayıtlı Üye

Hz. Ömer'in Adaleti


Hazret-i Ömer'in Halifeliği (Devlet Başkanlığı) zamanıydı. Başkent Medine'ye yabancı bir kervan geldi. Develerini yıkıp, konakladılar... Halife her zaman olduğu gibi, gece şehri dolaşmaya çıktı. Yolda, Eshâb'dan (Sevgili Peygamberimizin arkadaşlarından) Hazret-i Abdurrahman'a rastladı. Ona dedi ki:

- Ey Avfın oğlu! Gel, seninle bu gece misafirimiz olan kervanı bekleyelim.Onlar rahat uyusunlar. Çünkü yorgundurlar.Canları ve malları herhangi bir zarara uğramasın!... Hazret-i Ömer bu teklifte bulununca, Hazret-i Abdurrahman da seve seve kabul etti. Birlikte kervanın etrafında göz-kulak olmaya başladılar. O sırada yakındaki bir evden çocuk ağlaması işitildi.Çocuğun sesi kesilmediği için, Halife evin kapısına gitti. İçeride bulunanlara, ''Küçüğü susturmalarını rica'' etti. Sonra dönüp geldi. Gece boyunca, çocuğun sesi işitildikçe, birkaç kere daha evin kapısına gitti.Çocuğun ağlaması bir türlü dinmiyordu. Seher vakti olunca, Hazret-i Ömer son defa oraya gitti. Çocuğun annesine:

- Sen ne biçim anasın! Bütün gece evlâdını ağlattın. Belli ki, açtı! diye çıkıştı. Kadıncağız cevap verdi:

- Halimi anlamadan niçin beni azarlıyorsun? Hazret-i Ömer, kendini tanıtmadan sordu:

- Haline ne olmuş?

- Çocuğu sütten kesmiştim..

- Sütün yoksa başka şeyler yedirseydin.

- Evde onun yiyeceği birşey yok ki, biz çok fakiriz...

- Çocuğun kaç yaşında?

- Daha yaşını doldurmadı. İşte bu cevap üzerine Hazret-i Ömer öfkelendi.

- Peki niçin bu kadar küçük bir yavruyu sütten kestin? Kadıncağız içini çekti:

- Halifemiz Hazret-i Ömer'e Cenâb'ı Hak insaflar versin.Çocuklar sütten kesilmeyince, bizim gibi bir fakire nafaka vermez.Fakirlik maaşı bağlamaz. Onun için yavrumu erkenden sütten kestim.Bunun üzerine Halife ağlayarak mescide girdi. Gözyaşları yüzünden namazı zorla kıldırdı. Selâm verdikten sonra cemâate döndü. Gene ağlayarak:

- Sizin Ömer'inize yazıklar olsun!.. Sizin Ömer'inize yazıklar olsun!.. diyerek kendini suçladı.Sonra bütün Medine halkına, tellallar (haberciler) çıkarttı. Onlar da bildirdiler ki:

- Hangi Müslümanın oğlu veya kızı dünyaya gelirse, hemen Halifeye bildirsin.Beytülmal'dan (hazineden) nafaka (maaş) verilecektir. Hiç kimse nafaka yüzünden evladını vaktinden önce sütten kesmesin!.. O günden sonra artık Medine'de, açlık sebebiyle ağlayan çocuk sesi işitilmedi. Bu hadiseden epeyce zaman sonra Medine'de kıtlık baş gösterdi. Hazret-i Ömer, hemen bir deve kestirdi ve ''Etini fakirkere dağıtın!'' diye emretti. Görevli, etlerin güzel bir parçasını da Hazret-i Ömer'e ayırdı. Yemek zamanı olunca, iyice pişirip Halifenin önüne getirdi.Hazret-i Ömer hayretle sordu:

- Bu yemek neredendir?

- Efendim, kesilmesini emir buyurduğunuz deveden size düşen paydır dedi....
- Devenin iyi yerlerini kendisi yiyip, artanı fakirlere vermek çok kötü bir şeydir,dedi. Hemen bu yemeği kaldır ve çocuk sahibi, fakir bir aileye götür. Az sonra önüne gelen ''Kuru arpa ekmeği ile zeytinyağını''Bismillahirrahmanirrahim'' diyerek afiyetle ve gönül rahatlığıyla yedi. İşte bu yüzden bütün âlimler fikir birliği etmişlerdir ki:

''Hazret-i Ömerin adâleti, kendinden önce ve sonrakilerden daha büyüktür''

Hz. Ömer, cami yaptırmak için bir Yahudi'nin arsasını zorla kamulaştıran, yakın dostu Şam Valisi Sad b. Ebi Vakkas'a adaleti tek cümlelik mesajla anlattı. Valiyi titreten mesajın hikayesi ise çok çarpıcı...

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) Şam’daki bir camiyi genişletmek ister.

Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.

Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer,son derece adildir, elbette seni dinler, der. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.” Kısa ve özlü bir cümle.

Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim,kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde.Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” Kendi kendine böyle konuşur.Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır.

Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.

Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der.

Şam valisi Hz. Sad, bak der, sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:

İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi.Bize yardım etti. Sonra da; gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğinisöyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.

Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım,teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık.

Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yerianlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.

Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.

Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi: Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir.

Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi. Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor: Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm.

Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.

Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.

İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor.

Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?

Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etti ve hem de İslam’a girdi.

Fazla söze gerek var mı sizce? Bence hayır. Bir yerlere adam seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve mükafat dağıtırken, acaba Hz. Ömer gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz? Sözüm elbette sadece yetkililere değil, herkese ama başta kendi nefsim olmak üzere herkese
Son düzenleyen Baturalp; 16 Aralık 2016 15:24 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
AşK_MaHKuMu..
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
12 Kasım 2012       Mesaj #6
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye

Hz. Ömer



Ömer, Hulefa-i Raşidinden ikincisi olup filizlenen İslam toplumunu 632'den 661e kadar yönetmiştir. Selefi olan Ebubekir'in (570-634) iki yıl süren kısa halifeliğine karşın, Ömer 10 yıl halifelik yapmıştır. İslam'ın en geniş ve hızlı yayılışı Ömer idaresinde gerçekleşir. Halifeliği döne¬minde İslam orduları Suriye, Kudüs, Mısır, Libya, Irak ve kimi Pers bölgelerini fethetmiştir.

Ömer yaklaşık olarak 581'de Mekke'de Kureyş kabilesinden Adi boyuna mensup bir ailede doğar. Orta sınıf bir aileye sahip olmakla birlikte okuma yazma bilir ve şampiyon bir güreşçi olarak fiziki gücüyle ünlüdür. İslam'ı seçmeden önce öfkeli bir mizaca sahip oluşu ve alkole olan eğilimiyle bilinir. O dönemde İslam'ı sapıklık kabul eder, hatta Hz. Muhammed'i öldürmeye niyetlenir. Ancak Hz. Muhammed'in evine giderken kız kardeşinin Müslüman olduğu haberini duyunca yolda durur. Başlangıçta haberler nedeniyle öfkelenir ancak kız kardeşinin sakladığı Kuran ayetlerini okuduktan sonra dilinin güzelliği nedeniyle o an dinini değiştirir ve Hz. Muhammed'i öldürmek yerine İslam'ı kabul etmeye karar verir. Sonuç olarak ani ihtidası nedeniyle, kimi zamanlar İslam'ın "Aziz Paul'ü" olarak atıfta bulunulur. İslam'ı seçmesinden önceki yaşamına ilişkin çok az şey bilinmektedir. Ancak Mekke'nin büyük bölümü gibi bir tüccardır; olasılıkla arpa ve diğer tahılların ticaretini yapar; bir-çok çağdaşının aksine okuyup yazabilir ve aslında şiirsel hitabet bece¬risine sahiptir. Dört ya da beş eşi olmuş ve toplamda dokuz hanımla evlenip üçünden boşanmıştır. Dokuz oğlu ve dört kızı vardır.

Ömer, İslam'ı seçen ilk kişi olmamasına karşın Medine'ye ilk hicrette yer alır (bkz. Hz. Muhammed) ve Hz. Muhammed'in önemli bir Sahabesi olur. Kureyş'e karşı Müslümanlar'ın yaptığı tüm savaşlara katılmıştır. Açık teninde biraz kızıllık olduğu söylenir. Geniş yapılı, uzun ve atik, becerikli bir savaşçı ve süvaridir. 632'de Hz. Muhammed'in vefatında genel olarak halifenin muhacirden olması gerektiği kabul edilir; muhacirler İslam'ı ilk kabul edenler ve Peygamberle birlikte Mekke'den Medine'ye hicret eden Miislümanlar'dır. Muhacirler arasında Ebubekir ve Ömer en olası adaylar olarak kabul edilir. Çünkü her ikisi de Peygamberin kayınpederidirler, her ikisi de onun yakın dost ve sırdaşı olup müminlerin çoğunluğu tarafından büyük saygı duyulan kişilerdir. O zaman 62 yaşında olan Ebubekir, Ömer'den 11 yaş daha büyüktür ve Hz. Peygamber rahatsızlandığında namaz kıldırmak için imam olmuştur. Bu nedenle öne çıkar. Denildiğine göre; Ebubekir'in halife seçilmesi üzerine onu ilk tebrik edip ona biat eden Ömer olmuştur. Onun baş ve sadık danışmanı olup hiçbir kıskançlık ya da küskünlük göstermeyerek biatına sadık kalmıştır. Halifenin idaresi altında kadıdır ve daima onun gözü kulağı olmuştur. Ebubekir 634'de ölünce önde gelen iki kişi Ömer ve Hâlid bin Velid'dir (bkz. Ebubekir). Ebubekir Ömer'i halefi olarak tayin etmiş ve ashab, halife tayinini kabul etmeye mecbur olmadıkları halde ilk halifenin hilafeti döneminde sergilediği liderlik nitelikleri Ebubekir'in tavsiyesine bakılmaksızın Ömer'in onun doğal halefi olduğunu göstermiştir. Daha önemli olan husus o ana kadar yalnızca iki yıllık deneyime sahip olduğu göz önüne alındığında halifelik kurumu için karar sağlanmasıdır. Hâlid bin Velid yabancı topraklara yönelik devam eden akınlarda başaktördür. Ömer'e ayrıca emirul müminin (müminlerin emiri) unvanı verilir. Daha sonra duruma göre "halife" ya da "Emir" unvanları kullanılmıştır.

Ömer'in halife olarak ilk eylemi, selefinin (Ebubekir) Ridde Savaşlarındaki eski isyancılara yönelik politikası olmuştur. Arap Müslümanların "iki sınıfı'nm hiyerarşisi -isyancıların baskınlarına katılma ve dolayısıyla ganimetlerden pay almalarına izin verilmemiştir terk edilmiş ve aslında eski isyancılar fiili askerlikle akınlarda yer al¬maya teşvik edilmişlerdir. O an için bu önemli bir adımdır çünkü Müslüman olmak demek Arap olmakla eş anlamlı hale gelir: hiçbiri bunun dışında bırakılmamıştır. Bu ayrıca daha büyük bir Arap birliğinin ve gönüllü bir savaşçı gücünün bulunduğu anlamına gelir. Eski ticaret statüsüne bir dönüşün gerçekdışı kabul edildiği, öte yandan Sasani (Pers) İmparatorluğuna yönelik akınlardan elde edilen zenginliğin özellikle daha verimli olduğu kanıtlanmıştır. Bununla birlikte uzunca bir süredir akınlara ses çıkarmamışlar ancak 634'deki Köprü Savaşında filleri üzerinde oturan Pers ordusu aşırı güven sahibi Arap güçlerini yenilgiye uğratmışlardır. Aynı zamanda Bizanslılar yeni Arap düşmanlara karşı kendi güçlerini harekete geçirmeye başlamışlardır. Bizanslılar ve Sasaniler iki büyük dünya imparatorluğu olup bu dönemde yaşanan olaylar Araplar açısından daha çok rahatsız edicidir.

Ancak Ömer'in becerileri, Arabistan'ın kabileler arası ticaret bağlarına ilişkin bilgilerinde yatar. Buna kabilesi Kureyş'in prestiji bir faktör olarak eklendiğinde, söz konusu durum halifenin daha geniş bir ordu toplamasına izin verir. Daha önce Sasani cephesindeki orduyu yönetmesi için komutan olarak Saad bin Ebi Vakkas'ı tayin eder. Saad, çoğunluğu Yemenden 2000 kişiyle Medine'den yola çıkar ancak daha yoldayken bu sayı en azından 7000 askeri bulur. Sonradan gerçekleşen savaşlar esnasında fillere olan korkularının üstesinden gelip düşmanlarını püskürtmede kimi yeni taktikler öğrenirler. Bu da 637'deki Kadisiye Savaşında Sasaniler'in yenilmesine yol açar. Bu dönemde Saad bin Ebi Vakkas'ın yaklaşık 10.000 askeri Persler'in ise 6 kat daha fazla askeri bulunmaktadır. Dicle Nehrinin Irak'ın batısındaki tüm bölgesi Müslümanların eline geçer. Pers orduları Araplar'ın yaşamları boyunca hiç görmedikleri hazineleri geride bırakarak nehrin karşısına kaçışırlar. Eğer bundan önce yabancı topraklara yönelik akınlara gereksinim olduğu konusunda bir kuşku vardıysa bile, bu artık kaybolmuştur. Çok geçmeden Persler'in başkenti Ctesiphon Arapların eline geçer.

Bizans tarafındaysa Araplar, 634'de Ebubekir'in kumandasındaki Ecdeyn zaferi sonrasında Filistin'deki hâkimiyetlerini elde tutmaya devam ederler. Hâlid bin Velid bu zaferde görev almıştır ancak birçok kişi onun acımasız yöntemlerini eleştirir onun ününü kıskananlar ve onu sevenlerden bahsetmeye bile gerek yok. Bu da Ömer'in Hâlid'i kendine ganimetten çok fazla pay ayırmakla suçlamasına yol açar. Ömer Hâlid'i görevden azleder ve Bizans cephesinin komutasını Ebu Ubeyde bin Cerraha verir. Bundan sonra Hâlid bin Velid'in kanunların koordine edilmesi gibi alt bir görev aldığı görülür. Bu olay bir halifenin ne denli bir güce sahip olduğunun bir örneğidir. Öte yandan Ebu Ubeyde 637'de Yermuk Savaşında Bizans ordusunu büyük bir bozguna uğratır. Bu zafer Suriye'nin fethine, oradan da 640'da Mısır'ın düşmesine kadar gider. Su¬riye nüfusunun büyük bir bölümü Arap kökenlidir ve Hıristiyan olsalar da Müslüman savaşçıları o zaman varolan farklı Hıristiyan mezheplerinden biri gibi algılarlar. Bir bütün olarak Suriyeliler yeni istilacılara düşman olmamışlardır ve çoğu durumda Bizanslılardan gördüklerine oranla dostları Arapların idaresi altında daha iyi bir muamele umarak onları hoş karşılamışlardır. Müslümanlar'ın Ömer idaresi altındaki başarıları dikkat çekicidir. 10 yıllık süre içinde Arabistan'ın çok az bilinen insanları, dünyanın en büyük iki gücünden biri olan Persler'i yok etmiş ve diğerini yani Bizans'ı en zengin kimi bölgelerden çıkarmışlardır. Yabancı topraklar üzerindeki bu savaşlar Ebubekir tarafından dini seferler ya da dünyanın fethi yanında finansal olarak ayakta kalmanın zorunlu bir aracı olarak kabul edilmiştir. Aslında Ebubekir bu gereksinimi kabul etse de olayları daima kontrol edebildiği kuşkuludur. Bu savaşlar Ömer'in halifeliğini inanılmaz bir hızda güçlendirdikçe, komutanların rolü halifeden fazla değilse bile onun kadar başarıyla alakalıdır. Eski bir tüccar olan Ömer, Medine'deki karargâhın ganimetlerle biriken zenginlik miktarına hayret etmektedir. Yönetimin çerçevesini, daima büyüyen imparatorluk üzerine kursa da idaresinin büyük bir bölümü zorunlu olarak yerel düzeydedir ve asıl yerleşik halk olan Araplara denetçilik görevi düşer. Ömer ise İslam şeriatına ilişkin oldukça fazla bilgiye sahiptir ancak -ondan önce Ebubekir gibi- daima adaletin kin güdenlerden çok fethedenlere dağıtılmasını temin eder.

Ömer 644'de onunla girdiği kişisel bir tartışmayla öfkelenen Persli bir köle tarafından öldürülür. Köle, halifeyi mescidde namaz kılarken 6 kez bıçaklar. Ömer iki gün sonra ölür ve Hz. Muhammed'le Ebubekir'in yanına gömülür. Ölmeden önce aralarından birini halife seçmeleri için 6 kişilik bir konsey tayin eder. Onlar da Osman İbn Affan'ı seçerler. Ömer şehid edilen ilk halifedir. Ondan sonraki iki halifenin yazgısı da aynı olur. Halifeliğin büyük bölümünde askeri fetihler belirgin olsa da, Sünni Müslümanlar için Ömer iyi bir yöneticinin nasıl olması gerektiği konusunda Hz. Muhammed'i model alan ve Allah'a güçlü bir imanı olan züht sahibi sade bir kişidir. Birçok sufı tarafından fazlasıyla "dünyevi" bulunduğu için daha az saygı görürken, Şii Müslümanlar Ömer'i Hz. Muhammed'in kuzeni ve damadı olan Ali Bin Ebu Talibe ait konumu ele geçirmekle suçlar.

Kaynak:İslamda 50 önemli isim
Son düzenleyen Baturalp; 16 Aralık 2016 14:46 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
crazy_qirl - avatarı
crazy_qirl
Ziyaretçi
13 Aralık 2014       Mesaj #7
crazy_qirl - avatarı
Ziyaretçi

Hz. Ömer



Hz. Ömer, hz. Muhammed’in ölümünden sonra İslam toplumunun başına geçen ikinci halifedir. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra İslam toplumunun basma geçen ikinci halife olan Hz. Ömer, Hz. Muhammed’in bağlı olduğu Mekke’nin Ku-reyş kabilesinin Beni Adiyy ailesindendi. Babası kabileler arasındaki sorunları çözmesiyle tanınmıştı. Hz. Ömer de bir süre bu görevi yürüttü. Cesareti ve yiğitliğiyle ün salmıştır.

Fetihler sürdü. 642′de İskenderiye’yi alan Mısır Valisi Amr îbnü’l-As birliklerini Libya üzerine gönderdi. Hz. Ömer 644′te Medine’ de, kendisinden fazla vergi alındığım öne süren İranlı bir Hıristiyan köle tarafından öldürüldüğünde İslam devleti Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Batı Asya’da önemli bir güç durumuna gelmişti.

Hz. Ömer İslam tarihinde adaletiyle ün kazanmıştır. Öte yandan ilk devlet örgütlenmesinin de temellerim atmış, adalet, maliye, ordu ve toprak yönetimi alanında ilk düzenle-meleri yapmış, ilk İslam parasını bastırmıştır. Hicret’in İslam tarihinin başlangıcı olması onun zamanında kabul edilmiştir.
Son düzenleyen Baturalp; 16 Aralık 2016 15:25 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
16 Aralık 2016       Mesaj #8
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi

Ömer ibn Hattab

Ad:  Hz_Ömer2.JPG
Gösterim: 1422
Boyut:  28.5 KB

MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

İkinci Raşid Halifedir. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hâkim kılmak için Resulullah (s.a.s)'in verdiği tevhidi mücadelede ona en yakın olan sahabilerden biri olan Hz. Ömer (r.a), Fil olayından on üç sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar Savaşı’ndan dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (Ibnül-Esîr, Üsdül-gâbe, Kahire 1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, Misir 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-gâbe, IV, 146).

Ad:  Hz_Ömer_Kılıcı.JPG
Gösterim: 1341
Boyut:  32.1 KB
Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, Islama karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim şekli onun Müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in Müslüman oluşu söyle gerçekleşmişti: Ömer, Resulullah (s.a.s)'i öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karsılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kız kardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur'an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Ömer (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kız kardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kız kardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada iman etti ve Resulullah (s.a.s)'in nerede olduğunu sordu. O sıralarda Müslümanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'in evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah (s.a.s)'in Daru'l-Erkam'da olduğunu öğrenen Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer silahlarını kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydır" diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah (s.a.s), Ömer (r.a)'in iki yakasını tutarak;

"Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allah’ım ona hidayet ver!"

dediğinde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i sehadet getirerek iman ettiğini açıkladı (Ibn Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-gâbe, IV, 148-149; Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.).

Rivayetlere göre Ömer (r.a)'in Müslüman oluşu, Resulullah (s.a.s)'in yapmış olduğu; Allah’ım! İslamı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hisam (Ebû Cehil) ile yücelt" şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti (Ibnul-Hacer el-Askalânî, el-isâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bağdat t.y., II, 518; Ibn Sa'd, ayni yer; Suyûtî, a.g.e., 125).

Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında Müslüman olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı zaman Müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı (Ibn Sa'd, ayni yer).

Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı Müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı. Ömer (r.a) Müslüman olunca doğruca Beytullah'ın yanına gitti ve Müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların, Müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç Müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması Müslümanlara büyük bir moral desteği sağlamıştı. Abdullah Ibn Mes'ud'un;

"Ömer'in müslüman olusu bir fetihti." (Üsdül-gâbe, IV,151; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 270)

sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Taberî'nin Ibn Abbas'tan tahric ettiği bir hadise göre, Müslümanlığını ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmuştur (Suyûtî, a.g.e.,129). Ömer (r.a) benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla, küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir tehdide aldırış etmeden mücadele ediyordu. Müşrikler, şecaat ve kararlılığını eskiden beri bildikleri için ona sataşmaya cesaret edemiyorlardı.

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)'in yanında bulunmuş, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir. O, iman ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. İslâm tebliğinin yeni bir veçhe kazanması için Medine'ye hicret emr olunduğu zaman Müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyacı duymamıştı. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadaşı olduğu halde Medine'ye doğru yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır:

"Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-i İbrahim’de iki rekât namaz kildi. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara;

"Yüzünüz kara ol­sun. Kim annesini evlatsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa su vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi" (Suyûtî, a.g.e., 130).

Bunun içindir ki Ibn Mes'ud; "Onun hicreti bir zaferdi"(Ibn Sa'd, ayni yer; Üsdül gâbe, IV, 153)demektedir. Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca İslamın yücelisini etkileyen bütün olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Resulullah (s.a.s)'in önemli kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazı ayetler onun daha önce işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (s.a.s) onun bu durumunu su sözüyle ifade etmekteydi:

"Allah, hakkı Ömer'in dili ve kalbi üzere kıldı" (Üsdül-gâbe, IV, 151).

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katılmış, bunların başında komutan olarak görev yapmıştır. Bunlardan biri Hicretin yedinci yılında Havazinliler'e karşı gönderilen seriyyedir.

Ömer (r.a), bütün meselelere karsı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı düşmanlığı; müşriklerin, İslama karşı olan saldırılarını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye'de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ’nın gösterdiği doğrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın iç gerçeğini kavramıştı.

Resulullah (s.a.s)'in vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir'in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı Ömer (r.a) olmuştur.

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer'i kendisine halef tayin etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıklayarak bazı sahabilerle istişarelerde bulunmuştu. Herkes Ömer (r.a)'in fazilet ve üstünlüğünü kabul etmekle beraber, onu bu is için biraz sert mizaçlı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demişlerdi. Hz. Ebû Bekir onlara;

"Derim ki: Allah’ım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım."

karşılığını vermişti. Sonra da Hz. Osman’ı çağırarak bir kâğıda Hz. Ömer'i halife tayin ettiğini yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, Hz. Osman dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta yazılı olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi gerçekleşmiş oldu (Üsdü'l-gâbe, IV,168-199; Ibn Sad, a.g.e., III, 274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 16 Aralık 2016 15:05
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
16 Aralık 2016       Mesaj #9
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
Hz. Ömer
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
16 Aralık 2016       Mesaj #10
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
Hz. Ömer'in Adaleti
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.

Benzer Konular

5 Ocak 2012 / P.u.S.u Müslümanlık/İslamiyet
6 Haziran 2007 / P.u.S.u Taslak Konular
11 Haziran 2016 / _Yağmur_ Sinema-TV
16 Eylül 2016 / Safi Asker tr
29 Ekim 2012 / Jumong Hayali Karakterler