Arama

Şiar Yalçın

Güncelleme: 23 Temmuz 2008 Gösterim: 8.050 Cevap: 0
TiglonBoYs - avatarı
TiglonBoYs
Ziyaretçi
23 Temmuz 2008       Mesaj #1
TiglonBoYs - avatarı
Ziyaretçi
Türkçe konusundaki yazıları ile de tanınan , İzmir Suikastine katıldığı iddia edilerek asılan Maliyeci Cavid Bey’in oğludur. Yalçın, annesi Aliye hanımın Demokrat Parti’yi tuttuğunu söylüyor. Nedeni oldukça dramatik. Celal Bayar, Cavit Bey’in kayıp mezarını bularak Cebeci’ye nakledilmesini sağlamış. Osmanlı İmparatorluğu’nun en hüzün verici zamanı, Sultan II. Abdülhamid’in alaşağı edilmesinden sonraki süreçte yaşandı. Bu hadiseden sonra padişahlık makamı ve imparatorluk bir emanet gibi durdu tarih sahnesinde. II. Abdülhamid tahttan indirilmemiş olsaydı yerine Şehzade Burhanettin Efendi geçecekti. Burhanettin Efendi, şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Osman Ertuğrul Efendi’nin de babasıydı. Yani, imparatorluk süregelseydi, hanedanlık onun kolundan devam edecekti.
‘Hasbelkader bir şehzadenin kardeşiyim’
Sponsorlu Bağlantılar

Şehzade Burhanettin Efendi, daha küçükken alınıp saraya yerleştirilen ve II. Abdülhamid’in ‘cici bebek’ dediği Çerkes Aliye Nazlı ile evlenir. Bugün hanedan vârisi olan Osman Ertuğrul Efendi, işte bu Çerkes Aliye Nazlı Hanım’ın en büyük oğludur. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmasaydı, belki o da Şehzade Burhanettin’den boşanmayacak ve Atatürk’e suikast olayına adı karışanlar arasında yer alarak, İstiklal Mahkemeleri tarafından 1926’da idam kararı verilecek (İmparatorluğun Maliye Bakanı) Cavid Bey ile evlenmeyecek; hatta, daha çok, yaptığı çevirileri ile tanınan, Türkçenin kullanımındaki hassasiyetiyle bilinen Osman da dünyaya gelmeyecekti. Veya dünyaya gelecek ve aynen bugün olduğu gibi, Osman da hanedanlık vârisinin anne bir, baba ayrı kardeşi olacaktı: “Çok kişi bilmez benim Osmanlı ile akrabalığımı. Öğrendikleri zaman şaşırıyorlar. Hasbelkader bir Osmanlı şehzadesinin kardeşiyim diyorum.”

Aliye Nazlı’nın Osman Ertuğrul Efendi dışında bir çocuğu daha olur: “Annemin hukuken bir çocuğu daha var ama onu doğurmamıştır. Burhanettin Efendi’nin başka bir hanımdan çocuğu olmuş, onu annem adına tescil etmişler. Ve annem resmen ağabeyimden birkaç yaş daha büyük olan o Fahrettin’i de büyütmüştür. Annem onu da hakikaten oğlu gibi severdi”. Fahrettin, 40’lı yaşlarına gelmeden vefat eder.

Yukarıda adı geçenlerden bugün hayatta olan sadece, hicri 1324, miladi takvimle 25 Ekim 1924 doğumlu ’dır. Yalçın, eski eşi şehzade Burhanettin’den boşanan Çerkes Aliye Nazlı’nın Cavid Bey’le 1921 senesinde yaptığı evliliğinden dünyaya gelen tek çocuğudur. Şiar Bey’in annesi Aliye Nazlı Hanımın ailesi hakkında, Çerkes asıllı olmalarının dışında pek bilgi yoktur: “Annem teyzesinin çocuklarından başka kimseyi bilmezdi. Babasının adının da Hüseyin olduğunu bilirdi, o kadar.”

Osman ’ın baba tarafı ise aslında çok köklü bir ailedir. Cavid Bey’in babası, ’ın da dedesi olan Naim Bey, Selanik’te tüccar olarak bilinir. Naim Bey, akrabası olan Pakize Hanım’la birleştirmiştir hayatını: “Pakize Hanım ile Naim Bey kardeş çocukları idi.” Çiftin ikisi kız beş çocuğu olur. Erkeklerin en büyüğü Şefkati’dir. Ortancası ise ’ın da babası olan Cavid Bey. En küçükleri de Kazım Gerçel: “Şefkati böyle eski Türkçe ile falan meşguldü. Kazım ise Türkiye’nin ilk iyi çoraplarını, Gerçel Çorapları’nı üretmişti. Onların oğulları, kızları var, ama pek fazla temasımız, yakınlığımız olmamıştır.”

Cavid Bey ise 26 Ağustos 1926’da, Atatürk’e suikast yapanlar arasında adı zikredildiği için İstiklal Mahkemesi kararı ile idam edilir. Cavid Bey, idam edilmeden önceki süreçte, özellikle de Osmanlı maliyesi için her daim aranan birisi olmuştur. Mülkiye’den mezun olan, Feyziye Mektepleri’nde müdürlük ve öğretmenlik yapan, Selanik ve Çanakkale mebusu olarak Meclis’te yer alan, çeşitli defalar Maliye Nazırlığı’na getirilip görevden ayrılan Cavid Bey, sıkı bir de İttihat ve Terakki’cidir: “Babam, Ahmet Şuayb ve Rıza Tevfik’le beraber İktisadiye dergisini çıkardı. Nadir iktisat bilenlerden biri idi. Talat, Enver ve Cemal Paşalar’ın yakın dostu, İttihat Terakki’nin komitacı takımındandı. İttihat Terakki’nin vatanı kurtaracağına inanıyordu. Fakat şeylere karşı idi. Bu, bana yazdığı bu defterde de vardır üstü kapalı olarak. (Cavid Bey, oğlu Şiar’ın 20 aylık dönemine dair bir defter tutmuş, bu da tarafından daha sonra kitaplaştırılmıştır.) Atatürk’ü beğenmedi babam. Niye beğenmedi? Ha, babam patavatsız değildi. Hiç bir zaman hiç bir yerde açıkça karşı çıkmamıştır.

İşte böyle bağlantılar ağında Cavid Bey de adı İzmir Suikasti’ne karışanlar arasında yer alır: “Çünkü katılanların çoğu çok yakın dava arkadaşları idi. Şükrü Beyler, Kara Kemaller şahsi dostları idi. Ama hiç bir şeyi olmadığına ben inanıyorum.” Cavid Bey belki de kurtulacağına kesin inandığı için, mahkemelerde çok sert çıkışlarla savunma yapar. Fakat, sonuç değişmez. Ve 26 Ağustos tarihi, 1926’dan itibaren ailenin olmasa bile, en azından Aliye Hanım’ın hayatında ‘yas’lı yıldönümlerinin başlangıcı olur: “Annem için çok kötü geçmiştir ondan sonrası. Hiç bir zaman mutlu olmadı. 26 Ağustos olduğu zaman çok üzgün olurdu.” Aliye Hanım, ölene kadar Atatürk ve çevresindekilere karşı, en hafif tabiri ile kızgınlığından hiç mi hiç taviz vermez.

Bu tarihten sonra aileye Cavid Bey’in çevresi sahip çıkar: “Babamı sevenler, İttihatçılar annemi yalnız bırakmadılar. Maddi bakımdan yardım ettiler. Kazım Şinasi gibi -Akşam gazetesinin sahibi, apartman yaptırdı. Annemi de ortak aldı. Annemi çok destekleyenler oldu. Maddi destek daha çok Hüseyin Cahit’ten geldi.” Hüseyin Cahit’in aileye yakınlığı Şiar Bey’in anlattığına göre babası ile mülkiyede aynı sınıfta okumalarından ve ikisinin de İttihatçılığından gelmektedir.

Celal Bayar maaş bağladı

Aliye Hanım, çevresinden yapılan yardımlarla geçimini sürdürür. Ancak 1950 senesinde Demokrat Parti iktidara Celal Bayar cumhurbaşkanı olunca Aliye Hanım’a maaş bağlanır: “Annem hep Demokrat Parti’yi tutardı. Çünkü maaş bağlamıştı Celal Bayar kendisine. Bayar, babamın da arkadaşı idi.” Celal Bayar’ın aileye bir yardımı daha olur. Aliye Hanım’ın müracaatı üzerine babasının mezarı bulunur ve Cebeci’ye taşınır; böylece yeri de bilinmiş olur.

-Annenizin sosyal hayatı nasıldı. Cemiyet içinde yer alır mıydı yoksa kendisini geri mi çekmişti?

“Ara sıra şileple Amerika’ya giderdi oğlunu görmeye; önce Paris’e sonra Amerika’ya. Çocukken annem beni de bazen götürürdü; görüşmüşüzdür ama hiç bir zaman böyle kardeş gibi olmadık. Atatürk düşmanı falan değildir, Atatürk’ü takdir ettiğini söylemiştir ağabeyim.”

‘Atatürk’e büyük hayranlığım var’

ile Osman Ertuğrul Efendi Türkiye’de de görüşme imkanı bulurlar. 1974 yılında hanedan üyelerine Türkiye’ye dönüş izni çıktıktan sonra eşi, eski Afgan kraliçesi Süreyya’nın yeğeni Zeynep Hanım’la beraber tatillerini İstanbul ve Kuşadası’nda geçirdikleri sırada görüşürler daha çok. Fakat Aliye Hanım, 1976 yılında vefat ettiği için oğluyla Türkiye’de görüşmeye ömrü yetmez.

Annesinin Atatürk ve çevresindekilere tutumuna karşı Atatürk düşmanlığı ile büyütülmez.

-Annenizin bir etkisi olmadı mı size?

“Hayır. Ona da çok şaşarlar. Atatürk düşmanları kızarlar. Atatürk’e büyük hayranlığım vardır, Atatürkçüyüm.”

, babasının durumunu ancak 6-7 yaşlarında öğrenir. İlkokulu Nişantaşı’ndaki English Highschool’da okuyan Yalçın’ın buradaki sıra arkadaşı Altemur Kılıç’tır. Altemur Bey, ünlü İstiklal Mahkemeleri Reisi Kılıç Ali’nin, yani Şiar Bey’in babasının asılmasını onaylayanlardan birinin oğludur. Altemur Bey’in anlattığına göre, okul idaresi belki de bilerek ikisini yan yana oturtmuştur. Aliye Hanım ilk başta karşı çıksa da sonradan tutumunu değiştirir. Hüsrev Gerede’nin oğlu Faruk Gerede de Şiar’la aynı sınıftadır. , 1939 senesinde Robert Kolej’e kaydolur. Bülent Ecevit ve Ahmet İsvan’la beraber başlamalarına rağmen hazırlık okumadığı için diğerlerinden bir sene evvel (1945) bitirir koleji: “Parlak bir öğrenci değildim. Tembel olmamla beraber başarılı olurdum. Sınıfta kaldığımı bilmem.”

‘Fatinist’ biliniyor ama o hararetli CHP’li

Çevresindekiler, Robert Kolej’den sonra avukat veya hariciyeci olmasını isterken , hakimlik hevesindedir. Babası hakimlerin kararı ile idama gönderilen Yalçın, Hüseyin Cahit’in edebiyatçı kişiliğinden etkilenmiş olacak ki İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bir yıl Türkoloji tahsili yapar. Bu eğitimi sevmediğini anlayınca hukuk fakültesine yönelir. 1949’da Kıbrıs davası savunucularından Osman Örek ve sıra arkadaşı Coşkun Kırca ile birlikte buradan mezun olur. 1951 senesinde Polatlı Topçu Okulu’nda askerliğini tamamlayarak 1952-53 senesinde Adalet Bakanlığı’na müracaat edip stajını tamamlar ve ardından kura ile Pınarhisar Sorgu Hakimliği’ne atanır. Ancak gönlünde İstanbul’da görev yapmak vardır.

Bu arada da ilk başlarda Demokrat Parti’den yanadır. Hatta 1950 seçimlerinde Demokrat Parti adına sandıkta müşahidlik (tanıklık) yapar. Ancak bu taraftarlık fazla sürmez: “Sonra, 1954’te benim artık sıtkım sıyrıldı.” Buna rağmen yurt dışında doktora yapmak için yine DP kanalıyla gönderilir: “Yurt dışına ben DP sayesinde gittim. Çünkü Fatin Rüştü Zorlu babamı tanır, severmiş. Beni de NATO Türk Daimi Delegeliği’nde ataşe yaptı. Onun için beni herkes Demokrat zannederdi. İhtilal oldu, bizim resimlerimizi koydular, Fatinistler diye. Halbuki tam aksine, ben hararetli bir CHP’li idim, İsmet Paşacı idim.”

‘Dönek dediler’

1960 İhtilali olunca bir sene sonra o da doktorasını tamamlayamadan geri çağrılır ve İsmet İnönü’nün aracılığı ile İstanbul Cumhuriyet Savcı Yardımcılığı’na getirilir. 1961’de göreve başlayan Yalçın, burada ancak 1962’ye kadar kalabilir. Savcıyla uyuşmazlığa düşerek tek başına yetkili olacağı küçük bir sahil kasabasında savcılık talebinde bulunur. Burası Finike olur. Orada göreve başlar ama bu sefer Paris’te komünizm akımına kapıldığı ve bu görüşü benimsediği için buradaki ağalarla takışır. Ve 1967’den 70 yılına kadar da sürüldüğü Koyulhisar’da savcılık görevi yapar. Fakat özellikle Akşam Gazetesi’nde bizzat imzasını da attığı komünizm yazıları, 6 ay hapis cezası almasına ve daha sonra Yüksek Savcılar Kurulu kararıyla meslekten uzaklaştırılmasına sebep olur: beraber getirir: “Koyulhisar’da suikaste uğradık. Öyle olunca yetki kararı ile Kemah’ta görevlendirdiler. Sonra da meslekten uzaklaştırdılar. Yoksa iyi bir savcı idim. Bakarsınız Anayasa Mahkemesi Başkanı, oradan da cumhurbaşkanı olurdum (gülüyor). Çok seviyorum bu cumhurbaşkanını ama ben biraz daha iyisi olurdum zannediyorum.”

, bundan sonra 1970-71 yıllarında da, başında ünlü komünistlerden Emil Galip Sandalcı’nın bulunduğu TRT Dış Yayınlar Müdürlüğü’nde mütercim olarak çalışır. Komünist fikirlerden caymaya 12 Mart’tan sonra başlar : “Ben ondan vazgeçmedim, kafam vazgeçti. Onun için de birçokları dönek diye tutmadılar, etmediler; sevmezler beni. Hatta tehdit edenler oldu. Bazıları zannettiler ki ben orada hapsedildim de korktum ve çıktığımda döndüm. Alakası yok. Bazıları öyle oldu. Mesela Çetin Özekler falan mangalda kül bırakmayan gençlerdi. Ben yine devrimciyim ama komünist değilim. Dünyada iflas eden bir rejimi artık tutacak halimiz yok.”

Bu hadiselerden sonra TRT Televizyon Dairesi ilk Başkanı Mahmut Tali Öngeren’le anlaşamayıp TRT’den de uzaklaştırılan , o günden bu yana kendini tamamen çeviri işlerine adar. İngilizce yanında, meraklı olduğu için kendi kendine çalışarak okuduğunu anlayacak düzeyde İtalyanca, İspanyolca ve Latince öğrenen, küçükken Alman mürebbiyeleri olmasından ötürü az-buçuk Almanca da bilen Yalçın, 10-15’i Lenin ve Marks literatürü ve 15 kadarı da çok sevdiği briçle ilgili olmak üzere yaklaşık 70 kitap çevirisi yapar.

Klasik müzikten hoşlanan, Galatasaray’ı tutan, 1996’da Refah Partisi’nden bir milletvekilinin ‘İzmir Suikasti’ nedeniyle idam edilenlerin itibarlarının iadesi için yaptığı başvuruya ‘Atatürk’e zarar geliyor’ diyerek destek vermeyen, bugün ise böyle bir girişimi ‘Babam için isterim tabii’ düşüncesiyle destekleyebileceğini belirten ’ın geriye dönüp baktığında bazı pişmanlıkları vardır: “Komünizm Türkiye’yi kurtaracak zannediyordum. Sonra devlet savcısı iken gazetelere öyle yazılar yazmak doğru değildi. Politika yapacaksam çekilir politika yapardım.”

“Müslümanlıkla hiç alâkam yok. Babamın da yoktu, ama babam şey değildi, ateist. Masondu çünkü. Masonlar inanmayanları almazlar” diyen , kendisi de masonluk teklifi almış birisidir: “Bizim de hocamız olan Sahir Erman teklif etmişti, kabul etmedim.”

İkisi resmi nikahlı olmak üzere beş kez evlenen Yalçın, ilk evliliğini aynı evde uzun süre oturdukları, Hüseyin Cahit Yalçın’ın da uzaktan akrabası olan Nihal Hanım’la gerçekleştirir. İkinci resmi evliliğini ise Nutuk’ta adı geçen Kuva-yi Milliyeciler’den Osman Nuri Bey’in avukat kızı ile yapan ’ın, üçüncü eşi ise 1967’den 1983 yılında ölünceye dek beraber yaşadığı Remide Hanım’dır. Fransız sefaretinde çalışan Remide Hanım, yazar İzzet Melih’in, Suphi Nuri’nin kız kardeşi Semiha Hanım’la evliliğinden doğan çocuğudur. Remide, Nejat ve Şirin Devrim’in de baba bir, anne ayrı kardeşidir. Evliliklerinden hiç çocuğu olmayan , Osmanlı Hanedanı’ndan hısımlarına ait bolca fotoğrafın bulunduğu evinde, annesinin aksine Atatürk fotoğraflarını da yer vermiş. Mustafa Kemal Atatürk ile II. Abdülhamid’in yan yana konmuş fotoğrafları için de şunları söylemektedir: “Onları barıştırıyorum şimdi ben.”

Türkçe’nin doğru kullanımı konusundaki çalışmaları ile de tanınan Osman ’ın Başkent Üniversitesi’nin aylık dergisindeki yazısından alıntıladığımız bir soru ile noktayı koyalım: ‘Sizce sukût (Arapça) sözcüğünün anlamı hangisidir? a) sessizlik, b) sakatlık, c) düşme, düşüş, d) kaybolma.”

Cevap mı? Yanıldınız, hem de ‘fena halde.’ Cevabı ’dan okuyalım: “Sukût, düşme, düşüş, Osmanlıcada ‘inkisâr-ı hayal’ yani ‘hayal kırıklığı’ daha çok kullanılmıştır. Sukût yerine sükût (sessizlik) demek vahim fakat yaygın bir hâtadır.”
Biyografi Konusu: Şiar Yalçın nereli hayatı kimdir.

Benzer Konular

1 Nisan 2009 / Sivoy Spor tr
4 Mart 2010 / Daisy-BT Tiyatro tr
8 Aralık 2009 / Alvarez Ocean Sinema tr
7 Eylül 2015 / reyan X-Sözlük
15 Haziran 2015 / Safi Edebiyat tr