Arama

İrşadi Baba

Güncelleme: 7 Mayıs 2010 Gösterim: 8.265 Cevap: 0
SUNU - avatarı
SUNU
Ziyaretçi
7 Mayıs 2010       Mesaj #1
SUNU - avatarı
Ziyaretçi
BAYBURTLU İRŞADİ
(1806-1877) İrşâdî Baba Buhâra ve Horasan erenlerinden Seyyid Emîr Külâlî Hz'nin soyundan Selim Baba'nın oğludur. Sadrettin Konevî devrinde Buhâra'dan gelip Konya'ya yerleşmişlerdir. Zamanla alîmler ve mutasavvıflar yatağı Konya'da ulemânın çoğalması ve aralarındaki ihtilâfların zuhuru neticesinde Selim ailesi Konya'dan Erzincân'a gelmiş, burada zamanın Gavs-ul a'zamı Vehbi Hayyatî (Terzi Baba) Hz.'nden Tarîk-ı Âliye intisâb etmişlerdir. Erzincân'dan gelerek kendi adlarını verdikleri Seyyid Ya'kup yaylasını kurar ve Selim Baba'nın ölümüne dek burada kalırlar. Bugün aynı yerde Seyyid Ya'kup Hazretleri'nin ziyâreti bulunmaktadır. Selim Baba'nın ölümünden sonra çeşitli nedenlerden dolayı İrşâdî Baba, Zargidi (Gümüşdamla) köyünden ayrılarak Sıptoros (Oruçbeyli) köyüne yerleşir. Fakîr bir ailenin çocuğu olan İrşâdî 1806 yılında doğar. Her müslümân çocuğu gibi çocukluğunu kışın medreselerde Kur'an okumakla, yazın ise ailesine çiftçilik işlerinde yardım ederek geçirir. Ahlâklı ve çalışkan olan İrşâdî, kısa zamanda hocaların takdirini kazanır. Molla olabilmek için Sünür ve Bayburt-Yakutiye medreselerinde tahsilini tamâmlayarak icâzet alır. Büyük İrşâdî Baba bir yandan tasavvufî derinliğe erişmek için çalışırken, bir yandan da Ahmediyye ve Mevlid gibi eserler meydâna getirir. İrşâdî Baba'nın başlayıp da bitiremediği "KISAS-ÜL ENBİYÂ" kitabı torunu Ağlar Baba tarafından manzûm olarak tamâmlanır. El yazması Dîvân'ını ise seferberlikte kaybeder. İrşadî Baba, şiirlerinde çok yalın bir dil kullanmış, şiirlerini lirik ve didaktik olarak hece ölçüsü ile yazmıştır. Bazı ediplerimiz İrşâdî Baba'yı literatürde incelerken ona halk şâiri demişlerdir. Gerçekte İrşâdî Baba bir halk şâiri değil büyük bir mutasavvıf ve Hak âşığıdır. Sembolik olarak her şâirin gerek beşerî, gerekse mânevî bir sevgilisi vardır. İrşâdî derûnî aşkı tatmış, Allah sevgisini kalbinde sindirmiştir. Bu sevgi onu öyle dalgınlaştırır ki, bir gün bitkin bir hâlde köyün altından akan derenin durgun ve derin bir yerine (göle) geldiğini dahi fark etmez ve göle düşer. Bu hâl kendisini utandıracak şekilde köy halkının dikkatini çeker. İşte İrşâdî'nin hayatındaki, önemli değişikliğin başlangıcı bu olay ve onu tâkip eden gecedir. Kalbi ilâhî aşkla dolan İrşâdî kendine geldiğinde, aşkının Allah'a teveccüh ettiğini ve suya düştüğü o gölden meleğin kendisine aşk rüzgârı estirdiğini i'tirâf eder ve şu şiiri söyler: Bir gece hubda verildi dîl-i umrânlık bana Gussadan hiç âzâd olmam gelse sultanlık bana Kûşe-i Vahdete girdim bu cihân fâni imiş Ettiğim cürm ü hatalar geldi pişmanlık bana Çarh-ı gerden yüz cevâhir eser bir gün bâdımız Hoyrat girer bağımıza kurutur yaprağımız Tenimiz hâke kavuşur unutulur adımız Yeşil atlas giymedense yeğdir uryanlık bana Şol kişi derde bahâdır dâim yıkar hasmını Dünyâya mağrûr olanın Allah bozar resmini Zikredeli ol Cenâb-ı Kibriyâ'nın ismini Bu yalancı fâni dünyâ geldi zindânlık bana Dokuz türlü alet ister taşı hakkâk delmeğe Mürşidimiz ta'rif eyler doğru yola gitmeğe Bu İrşâdî arzu çeker Hakk-ı pâyân gelmeye Gerçi nasîp eyler ise Hazret-i Mevlâm bana İrşâdî Baba ile zamanın büyük alîmi Balahor (Aksar) köyünden Hacı Oslu arasında görüş ayrılığı varmış. Alîm Hacı Oslu; İrşâdî Baba'nın sigarasının Germişo ağacından kesilen çubuğa takıp içmesine çok kızıyormuş. İrşâdî Baba'nın ölümünden sonra kıymetini anlamış ve takdir etmiştir. Fakat bu sırrı sonunda duymuş ve İrşâdî'ye şöyle anlatmıştır. İrşâdî Baba mânevî âlemde, Hacı Hoca Oslu'ya o gün öleceğini bildirir. Cenâzesinin onun tarafından yıkanıp kaldırılmasını ister. Aynı gün İrşâdî Baba hastalanır. Yakınlarına günün tamâm olduğunu söyler. Cenâzesinin Hacı Hoca Oslu çağrılarak yıkanmasını ister. Ölümünü müteâkip iki kişi Siptoros köyünden kalkıp, Hacı Oslu'nun köyüne vardıklarında bakarlar ki Hacı Oslu'da hazırlanmış köye gelmek üzere... Durumu Hoca'ya arz ederler. Hoca: "Zaten İrşâdî bu vazîfeyi bize verdi. Bende îfâ-yı vazîfe için biraz sonra gelecektim" der. Nihâyet Hacı Oslu gelir. Cenâzeyi yıkarken çok ilginç bir olayla karşılaşır. İrşâdî'yi sağa çevirmek ister, sola çevrilir. Oslu Hoca da "hey koca İrşâdî bir çubuğun arkasına gizlendin de seni kimse tanıyamadı." diyerek İrşâdî Baba'nın büyüklüğünü i'tirâf eder. İrşâdî Baba'nın halk arasında birbirinden ilginç menkıbeleri anlatılmaktadır. 1877 yılında vefat eden İrşâdî Baba'nın Kabr-i Şerîfi Oruçbeyli köyü mezarlığındadır. İrşâdî Baba, dâr-ı fenâdan dâr-ı bekaya göç ederken ismini unutturmayacak bir çok eserler bırakmıştır. Cenâb-ı Mevlâ ondan ve bütün müslümânlardan râzı olsun.








İrşâdî Baba Buhâra ve Horasan erenlerinden Seyyid Emîr Külâlî Hz'nin soyundan Selim Baba'nın oğludur. Sadrettin Konevî devrinde Buhâra'dan gelip Konya'ya yerleşmişlerdir.
Zamanla alîmler ve mutasavvıflar yatağı Konya'da ulemânın çoğalması ve aralarındaki ihtilâfların zuhuru neticesinde Selim ailesi Konya'dan Erzincân'a gelmiş, burada zamanın Gavs-ul a'zamı Vehbi Hayyatî (Terzi Baba) Hz.'nden Tarîk-ı Âliye intisâb etmişlerdir.
Erzincân'dan gelerek kendi adlarını verdikleri Seyyid Ya'kup yaylasını kurar ve Selim Baba'nın ölümüne dek burada kalırlar. Bugün aynı yerde Seyyid Ya'kup Hazretleri'nin ziyâreti bulunmaktadır. Selim Baba'nın ölümünden sonra çeşitli nedenlerden dolayı İrşâdî Baba, Zargidi (Gümüşdamla) köyünden ayrılarak Sıptoros (ORUÇBEYLİ) köyüne yerleşir.
Fakîr bir ailenin çocuğu olan İrşâdî 1806 yılında doğar. Her müslümân çocuğu gibi çocukluğunu kışın medreselerde Kur'an okumakla, yazın ise ailesine çiftçilik işlerinde yardım ederek geçirir.
Ahlâklı ve çalışkan olan İrşâdî, kısa zamanda hocaların takdirini kazanır. Molla olabilmek için Sünür ve Bayburt-Yakutiye medreselerinde tahsilini tamâmlayarak icâzet alır.
Büyük İrşâdî Baba bir yandan tasavvufî derinliğe erişmek için çalışırken, bir yandan da Ahmediyye ve Mevlid gibi eserler meydâna getirir. İrşâdî Baba'nın başlayıp da bitiremediği "kısasü enbiya kitabı torunu Ağlar Baba tarafından manzûm olarak tamâmlanır. El yazması Dîvân'ını ise seferberlikte kaybeder.
İrşadî Baba, şiirlerinde çok yalın bir dil kullanmış, şiirlerini lirik ve didaktik olarak hece ölçüsü ile yazmıştır. Bazı ediplerimiz İrşâdî Baba'yı literatürde incelerken ona halk şâiri demişlerdir. Gerçekte İrşâdî Baba bir halk şâiri değil büyük bir mutasavvıf ve Hak âşığıdır. Sembolik olarak her şâirin gerek beşerî, gerekse mânevî bir sevgilisi vardır. İrşâdî derûnî aşkı tatmış, Allah sevgisini kalbinde sindirmiştir. Bu sevgi onu öyle dalgınlaştırır ki, bir gün bitkin bir hâlde köyün altından akan derenin durgun ve derin bir yerine (göle) geldiğini dahi fark etmez ve göle düşer. Bu hâl kendisini utandıracak şekilde köy halkının dikkatini çeker.
İşte İrşâdî'nin hayatındaki, önemli değişikliğin başlangıcı bu olay ve onu tâkip eden gecedir. Kalbi ilâhî aşkla dolan İrşâdî kendine geldiğinde, aşkının Allah'a teveccüh ettiğini ve suya düştüğü o gölden meleğin kendisine aşk rüzgârı estirdiğini i'tirâf eder ve şu şiiri söyler:
Bir gece hubda verildi dîl-i umrânlık bana
Gussadan hiç âzâd olmam gelse sultanlık bana
Kûşe-i Vahdete girdim bu cihân fâni imiş
Ettiğim cürm ü hatalar geldi pişmanlık bana
Çarh-ı gerden yüz cevâhir eser bir gün bâdımız
Hoyrat girer bağımıza kurutur yaprağımız
Tenimiz hâke kavuşur unutulur adımız
Yeşil atlas giymedense yeğdir uryanlık bana
Şol kişi derde bahâdır dâim yıkar hasmını
Dünyâya mağrûr olanın Allah bozar resmini
Zikredeli ol Cenâb-ı Kibriyâ'nın ismini
Bu yalancı fâni dünyâ geldi zindânlık bana
Dokuz türlü alet ister taşı hakkâk delmeğe
Mürşidimiz ta'rif eyler doğru yola gitmeğe
Bu İrşâdî arzu çeker Hakk-ı pâyân gelmeye
Gerçi nasîp eyler ise Hazret-i Mevlâm bana
İrşâdî Baba ile zamanın büyük alîmi Balahor (Aksar) köyünden Hacı Oslu arasında görüş ayrılığı varmış. Alîm Hacı Oslu; İrşâdî Baba'nın sigarasının Germişo ağacından kesilen çubuğa takıp içmesine çok kızıyormuş. İrşâdî Baba'nın ölümünden sonra kıymetini anlamış ve takdir etmiştir. Fakat bu sırrı sonunda duymuş ve İrşâdî'ye şöyle anlatmıştır.
İrşâdî Baba mânevî âlemde, Hacı Hoca Oslu'ya o gün öleceğini bildirir. Cenâzesinin onun tarafından yıkanıp kaldırılmasını ister.
Aynı gün İrşâdî Baba hastalanır. Yakınlarına günün tamâm olduğunu söyler. Cenâzesinin Hacı Hoca Oslu çağrılarak yıkanmasını ister. Ölümünü müteâkip iki kişi Siptoros köyünden kalkıp, Hacı Oslu'nun köyüne vardıklarında bakarlar ki Hacı Oslu'da hazırlanmış köye gelmek üzere...
Durumu Hoca'ya arz ederler. Hoca: "Zaten İrşâdî bu vazîfeyi bize verdi. Bende îfâ-yı vazîfe için biraz sonra gelecektim" der. Nihâyet Hacı Oslu gelir. Cenâzeyi yıkarken çok ilginç bir olayla karşılaşır. İrşâdî'yi sağa çevirmek ister, sola çevrilir. Oslu Hoca da "hey koca İrşâdî bir çubuğun arkasına gizlendin de seni kimse tanıyamadı." diyerek İrşâdî Baba'nın büyüklüğünü i'tirâf eder.
İrşâdî Baba'nın halk arasında birbirinden ilginç menkıbeleri anlatılmaktadır. 1877 yılında vefat eden İrşâdî Baba'nın Kabr-i Şerîfi Oruçbeyli köyü mezarlığındadır.
İrşâdî Baba, dâr-ı fenâdan dâr-ı bekaya göç ederken ismini unutturmayacak bir çok eserler bırakmıştır. Cenâb-ı Mevlâ ondan ve bütün müslümânlardan râzı olsun.


Ziyâret içinde bir hûrî gezer
Cemâl ân bakmaya eylerem hazer
Sallandıkça dîl-ber bağrımı ezer
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Gülfidan hûrînin elleri nâzik
Yâ hû parmağında bir mühür yüzük
Kolunda cevâhir altın bilezik
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Başında lâ-hûrî al ben olaydım
Sedeften inciden diş ben olaydım
Servi çınar boyan dal ben olaydım
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Âleme görünme yerinden geçer
Hublara görünme serinden geçer
Yiğide görünme yârından geçer
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Altın tepelikler gümüş burmalı
Mengûş küpelerin burnu hızmalı
Cevâhir meshlerin yeşil çızmalı
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Ala göz üstünde kaş ben olaydım
Sedeften inciden diş ben olaydım
Zehr-ü zehirlerin saç ben olaydım
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Hünkârlar görseler bâcından geçer
Dervişler görseler tâcından geçer
Yiğitler görseler yârından geçer
Cemâlin uruşân kandiller yanar.

Leblerin gülistân bülbüller öter
Mezârın üstünde gül çimen biter
Kabrimde bu hûrî yâr bana yeter
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Leblerin üstünde hâl ben olaydım
Başında lâ-hûrî al ben olaydım
Servi çınar boyan dal ben olaydım
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Gülfidan hûrîyi ben gelin etsem
İlâhî okuyup sağdıca gitsem
Evliyâ oğlunu güveyi görsem
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Kaşların fettânî leblerin mora
Gül yüzün benziyor nübüvvet nûra
Yerler kan ağlıyor var çekil tûra
Cemâlin uruşân kandiller yanar.
Gülfidan hûrîye tanıştım tanık
Dünyâda mihmânım ahrette konuk
Küşâdî Baba'nın yüreği yanık
Cemâlin uruşân kandiller yanar.

Açıldı laleler yaz bahar oldu
Gine dost bağına girdin mi bülbül
Doğru söyle Yaradan’ı seversen
Yazdan ayrılalı güldün mü bülbül?

Kışın lal eylersin şirin zebanı
Yaz gelende artırırsın figanı
Nezaket bağının bin bir bağbanı
Bağdan ayrılalı güldün mü bülbül?

İrşadi her kuşa kayide olmaz
Arifte olan hal zahitde olmaz
Laleden sünbülden faide olmaz
Aşk ile Mevla’yı buldun mu bülbül?


DEYİŞLERİNDEN ÖRNEKLER

Bu abdal postudur sakin hor bakma
Cihanı terk eden deriyi bağlar
Kurb-i ilahiye vasıl olanlar
Soyunup kemhayı deriyi bağlar.

Arif kibr eylemez hale varınca
Süleyman’a ne söyledi karınca
Bir ali kahraman cenge varınca
Kuşanır silahın deriyi bağlar.

Lamekan şehrinde var mıdır namın
Temcid et dünyanı, yele ver şanın
Sultan-ı Kevneyn’e inen Furkan’ın
Mücellid üstüne deriyi bağlar.

Neylerim dünyada mülk’i iradı
Hamd olsun terk ettim evladı yari
Şükrolsun görmüşem rüyet-i Nuri
Ol nuru görenler deriyi bağlar.

Açılsa bizlere varlık kapısı
Mücevher altından olsa yapısı
Almanam bir pula olsa tapusi
Maksud’a erenler deriyi bağlar.

Doğru devriş isez hani teberiz
Acep bu sözlerden varmı haberiz
Vücuduz da üçyüzaltmışaltı damarız
Üzerine Halik deriyi bağlar.

Ayağın tepredip çıkarma safran
Cihan’ı yarattı Nun ile Kef’ten
Güneş baş gösterse Kulle-i Kaf’dan
Her sanatın piri deriyi bağlar.

Enka bezirganım alın pacımdan
Ser verir sır vermem ölsem acımdan
Mihnet-i dünyanın kahrı ucundan
Bu sefil İrşadi deriyi bağlar.

*
Abdal arayup gezerim
Ariflerin casusiyam
Suretime bakma benim
Siretimin namusiyam

Mey doldurup kanarım
Teşneye bade sunarım
Türlü çiçeğe konarım
Selvi kovan arısiyam

Kendimi yerde sanarım
Viranelere konarım
Çakmak taşında yanarım
Gürgen kavi kurusiyam

İbrişim ipek teliyem
Hiç bir güzel eymez beni
Bir Anka tüccar malıyam
Hiç bir kervan çekmez beni

Ağrı dağı tartmaz beni
Bin pehlivan eğmez beni
Her bir kotan sökmez beni
Devr-i adem harosiyem

Ben hub’dan yanık değilem
Ölmüş uyanık değilem
Ben boz bulanık değilem
Akan sular durusiyam.

İrşadi’ye derler seme
Attı gamı düştü deme
Hu çektiğim bir Ademe
Aman vermez darısıyam.

*
Dilde zikreyleyen kul neyler Lokman’ı,
Herbir derde dermandır BİSMİLLAH.
Binbir mana verse asla tükenmez
Çağlayıp derya-yı ummandır BİSMİLLAH.

Hiç gözler doyarmı anın seyrinden
Hıfz eder ademi adüv tirinden
Silker toprağını kalkar yerinden
Diriltir mevtayı candır BİSMİLLAH.

İlyas anın ile aşar deryayı
Hızır seyyah ile gezer dünyayı
Üç ismi ile ispat eder Mevlayı
Tesirli yezdandır der BİSMİLLAH.

Okuyanlar halden hale ermişler
Lamekan şehrinden neler görmüşler
Ehlullahlar ism-i a’zam demişler
Her sure başında şahtır BİSMİLLAH.

İçen teşneden cur’a-i came
Süleyman destine almış bir hame
Hüdhüd ile Belkıs’a göndermiş name
Hem bürhandır, hem Kur’an’dır BİSMİLLAH.

İlhak anı gönderdi sahip livaye
Sultan_ı Kevneyn’e bedr-i dücaye
Bekar geldi bekar çıkar semaya
İrşadi’ye Hak’dan ihsandır BİSMİLLAH.

*
Nesine güvenim yalan dünyanın
Şimdiye dek hiç kimseye kalmadı
Sedd-i İskender’e Rüstem-i Zal’a
Ali gibi koç aslana kalmadı.

Dünya kimse ile olmaz muttasıl
Server-i Hüda’dır evlad-ı Resul
Onlardan öğrendik erkanı usül
Hasan, hüseyin civana kalmadı.

Şeriat bendini kurup yapanlar
Tarikat gömleğin kola giyenler
Şeriat yolunda din duyuranlar
Çarıyarı o sultana kalmadı.

Hak ürüşana vefa vermeye
Murada maksuda hiç ermeye
Şemsi Kamer asla yüze çalmayan
Server-i Hak Nebi O Zişan’a kalmadı.

Bu dünyada adaleti var idi
Denizde semekten haraç alırdı
Cümle kurt kuş divanına gelirdi
Davut oğlu Süleyman’a kalmadı.

İrşadi der bu der böyle nuş eyle
Böyle kuruldu herşeyi hoş eyle
Çok zenginler kanat çaldı yoruldu
Bu dünyaya gelen gitti kalmadı.


Gece gündüz halimden fikrimden
Ta ezelden Bismillah’ım var benim
Hakk’ın zikri ezberimden dilimde
Tevhidimde İllalah’ım var benim.

Mürşide yol verin bizde varalım
Yolda olan ol can nuri görelim
İlm-i Kur’an okuyalım görelim
İlmi veren bir Allah’ım var benim

Mürşit olmayınca yola varamam
Bana kim deryince, kimim diyemem
Sırrullah’a sırrım beyan edemem
Sırrım saklar bir Settar’ım var benim

*
Eğri ok atanlar menzikle eremez
Kalp pak olmayınca Mevla’sını bulamaz
Yüzbin günahım var yüzüme vurmaz
Binbir adlı bir Allah’ım var benim

Ey İrşadi sen niçin oldun naçar
Hiç bir kuş gördün mü kanatsız uçar
Bir kapı kaparsa bin kapı açar
Binbir adlı bir Allah’ım var benim
Sırrım saklar bir Settar’ım var benim

Ya İlahi nas dilinden yoktur ismirahımız
Aşk ocağından hu çeker de yerde kalmaz ahımız
Bize su-i zan edenler alırlar günahımız
Zemmeder alem bizi, Ya Rab bu halka neyledim?

Tacizem nasın dilinden, bu sinem yanmış tüter
Bende Eyüp sabrı yoktur bu kadar çektim yeter
Zem defterim açınca dostum düşmanımdan beter
Zemmeder alem bizi, Ya Rab bu halka neyledim?

Kimi gözde kiramı görmeyip etmez nazar
Kimide tevzirliğinden daima sinsi gezer
Kimide ne sezasız söz söyleyip bağrım ezer
Zemmeder alem bizi, Ya Rab bu halka neyledim?

Bu cihani arayuben bulamadım tebliği menek
Ölüsüne tabut olsam dirisine hem beşik
Yine derler bu İrşadi olmuş şer işe peyk
Zemmeder alem bizi, Ya Rab bu halka neyledim?

*
Ağaçlarda yeşil yaprak
Kefenimiz yarı iprak
Bastığımız kara toprak
Gelir boydan aşar bir gün

Ecel yastığında başın
Fayda vermez hiç yoldaşın

Kaynak irşadi baba - ORUÇBEYLİ KÖYÜ BAYBURT SİTESİ - Blogcu
Biyografi Konusu: İrşadi Baba nereli hayatı kimdir.

Benzer Konular

1 Nisan 2011 / asla_asla_deme Siyaset tr
12 Temmuz 2016 / Jumong Dinler Tarihi
1 Aralık 2010 / DERUNİ Felsefe tr
1 Aralık 2007 / NihLe Edebiyat tr
1 Aralık 2007 / NihLe Edebiyat tr