Arama

Türk Edebiyatında Nesir

Güncelleme: 20 Eylül 2013 Gösterim: 7.824 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Haziran 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk Edebiyatında Nesir

Sponsorlu Bağlantılar
TARİH NESRİ

Orta dönem divan nesrinin en bol ve kuvvetli örnekleri tarih nesri kolunda toplanmıştır. Çok yerde süs ve sanat kaygısı gütmeyen ve tarih vakalarını yalın bir ifade ile yazan ünlü yazarlar, tarih bilgileri ve gezginler, canlı, hareketli, zevkli sayfalar yazmışlardır.
Başka milletlerde olduğu gibi bizde de “tarih” 19. yüzyıl başlarına kadar bir edebiyat türü sayılmıştır. Eskiler için tarih, çok okunan ve sevilen bir sanat, bilgi ve hikmet sözleridir. Tarih, iyiyi kötüden ayırmaya yarar, ibret dolu bir kitap sayılıp devler adamları ve aydınlar tarafından dikkatle okunmuştur. Denilebilir ki, bu kitaplar, o çağ aydınlarının hem felsefe ve tarih, hem de roman ve hikaye okuma ihtiyaçlarını karşılamıştır.
Bazı tarihçiler de özellikle olayları yorumlarken ve tasvirler yaparken münşiane denilen süslü ve parlak aydınlatma yoluna kaymışlardır. Fakat hitap ve söyleşme bölümlerinde yalın bir konuşma dili kullanırlar. Bunlardan Aşıkpaşazade, tarihini halk dili ile denebilecek kadar sade yazmıştır. Tarih nesri de yüzyıllar geçtikçe ağır bir dille yazılmış, ama hiçbir zaman anlaşılmaz hale gelmemiştir. Tarihte birçok olay ve kişileri anlatmak zorunda oluşları, tarihçilerin sırf sanat göstermek için ağır dil kullandıkları görülür.
Biz burada, “tarih nesri” deyimi ile, yalnız tarih kitaplarında görülen nesri söylemek istemiyoruz. Birçok coğrafya, seyahat ve ilim kitaplarının da yazılmış olduğu fakat tarz ve anlarım benzerliği gösteren bir nesir kolundan bahsediyoruz.

15. Yüzyıl :
Osmanlı tarihi hakkında ilk Türkçe eser, şair Ahmedi’nin 15. yüzyıl başlarında yazdığı “Dastan-ı Tevarih-i Muluk-ı Al-i Osman” adlı manzum tarihidir.
İbni Arap Şah : Timur zamanını yazmıştır. Yazıcızade Ali : Bir “Seçukname” yazmıştır. Fatih zamanında :Emveri : “Düsturname” , Oruç Bey : “Tevarih-i Ali Osman” ve İdrisi Bitlisi :

16. Yüzyıl :
Tarihi eserler yönünden zengin. Bu yüzyılda Şehnamecilik devam etmiştir. Yavuz Selim’in fetihlerini yazan Fetullah Çelebi’nin eseri ile Eflatun’un “Hünername”si bu şehnamelerin en iyileridir. Ünlü tarihçiler arasında : “Tacüttevarih” adlı eseri ise Hoca Sadeddin Efendi; “Künhülahbar”ıyla Gelibolu’lu Ali; “Selanigi Tarihi” diye meşhur eseriyle Selanikli Mustafa vardır.

17. Yüzyıl :
Bu yüzyılda büyük tarihçiler ve tarih nesri bölümüne konulacak ustalar yetişmiştir. Fatih’in kurduğu Şehnamecilik töresi vakanüvislik diye yeni bir isim almış ve önemli bir saray memurluğu sayılmıştır. Vakanüvislik 1663’te Abdurrahman Paşa ile başlamıştır.
Bu asır içinde sayamayacağımız yazarların hepsi tarihçi değildir. Bazısı düşünce ve ilim, bazısı da seyahat alanında tanınmıştır. Fakat hepsi eserlerinde tarih ruhu taşıdıkları ve tarih nesrinin ortak özelliklerini kullandıkları için bu bölüme alındılar.
Başlıca tarihçiler : “Peçervi Tarihi” ile meşhur Peçevi İbrahim Efendi ile “Ravzatülebrar” sahibi Karaçelebizade Abdülaziz’dir.
Tarih nesri içindeki tanıdığımız ünlü yazarlar : “Risalesiyle meşhur Koçi Bey, büyük ilim adamımız, Katip Çelebi ve ünlü seyahat yazarımız Evliya Çelebi’dir.

18. Yüzyıl :
Bu yüzyılda sanatlı tarih anlayışının en büyük yazarları yetişmiştir. Bunların başında değeri tarihi ile Naima gelir. Bundan başka Naima Tarihine ek olarak Raşit’in yazdığı “Raşit Tarihi” ve ona ek olarak Çelebizade Asım’ın “Asım Tarihi”, Silahtar Fındıklılık Mehmet “Silahtar Tarihi” ve Fındıklılık Süleyman’ın “Mirüttevarih” adlı eseri vardır. Bu yüzyıl sonunda tarih nesrine bağlayacağımız ünlü “Sefaretname” sahibi Yirmisekiz Çelebi Mehmet’tir.

19. Yüzyıl :
19. yüzyıl başından hatta Tanzimat’ın ilanından sonra da edebi tarihçilik ve vak’anüvislik geleneği sürüp gitmiştir. Ünlü vak’anüvisler arasında Mütercim Asım, Şanizade Ataullah, Esat Efendi ve Recai Efendi sayılabilir. Bu yüzyılın ikinci yarısında (1855) Ahmet Cevdet Paşa’yı bir bakıma eski tarih geleneğimizin son büyük temsilcisi, bir bakıma da Türkiye’ye ilmi tarih çığırının öncüsü sayabiliriz.
Behişti, “Tarih-i Ali Osman”, “Heşt Behişt” adlı (Farsça) tarihleri yazmışlardır. Karamanlı Mehmet Paşa’nın “Tevarih üs-selatin ül Osmaniye” adlı Farsça tarihi 1480’de Türkçe’ye çevrilmiştir. Bayatlı Mehmet oğlu Hasanın “Cam-ı Cen-Ayin” adlı tarihi 1482’de kaleme alınmıştır. Bu yüzyılın Türkçe olarak en önemli tarihi, Aşıkpaşazadenin “Tevarih-i Ali Osman”ıdır. (1478) Fatih Sultan Mehmet zamanında devletin resmi tarihini yazdırmak için Şehnamecilik denen saray tarihçiliği kurulmuştur. İlk Şehnameler manzum, daha sonra nesir karışık yazılmıştır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Haziran 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk Nesrinin Safhaları

Sponsorlu Bağlantılar

Türkçenin ilk yazılı örnekleri (mensur) Köktürk yazıtlarıdır. Uygur lehçesi ile de mensur kitaplar yazılmıştır. Fakat Uygurlardan sonra, uzun bir süre, doğu ve batı Türkçelerinde mensur eserler yazılmamış veya (yazılmışsa) ele geçmemiştir.
Ancak 13. yüzyıldan sonra doğu ve batı Türk edebiyatlarında nesrin gelişmeye başladığını görüyoruz.
9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar mensur eserler yazılmayışının türlü sebepleri olabilir. Bunları üç nedene bağlayabiliriz.
1. Bu beşyüz yıl içinde atalarımız sürekli değişiklik ve hareket içinde olmuşlardır. Orta Asyadan Batıya göçmüşler Anadolu’ya yerleşmişler. Nice medeniyetlere deyinmişlerdir. Bu göçler sırasında, zengin bir folklor ve birçok manzum eserler meydana gelmiş ama mensur kitaplar yazılamamıştır. Belki yazılanlar kaybolmuştur. Nesrin daha çok düşünceye, tefekkürü hazırlayan kültüre ise yerleşme ve huzura bağlı olduğu unutulmamalıdır.
2. Türkler bu göçler sırasında İslamlığı benimsemişler ve Fars edebiyatı ile temesa gelmişlerdir. Yeni dinin ve yeni kültürün getirdiği Arapça ile Farsça aydınlarımıza çekici görünmüş, işlenmemiş bir Türkçe ile yazmaktansa bu çok işlek diller ile yazıp söylemeyi daha kolay bulmuşlardır. Bu yüzden yazarlarımız ve şairlerimizin çoğu İran şiirinin ve Arap nesrinin gelişmesine yardım etmişler fakat, “kara budun” arasında bütün canlılığıyla yaşayan Türkçe’nin lezzetine erememişlerdir.
Bu sonuç üzerinde Türklerin, müslüman olmaları dolayısıyla eski kültürlerinden ve kitaplarından büsbütün kopmuş bulunmalarının tesirini de unutmamak gerekir. Çünkü “hak dini” olan İslamiyet, onları tabiatla ve putlarla ilgili eski dillerini batıl, yasak sayıyor, onlarla ve o dinlerin verimi olan kitaplarla uğraşmak günah sayılıyordu.
Kaşgarlı Mahmut gibi milliyetçi bilginlerin çabaları da kendilerini yabancı kültüre kaptıran bu aydınların görüşlerini değiştirememiştir. Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları zamanında Türk aydınları, şiirlerini Farsça ve düşüncelerini Arapça yazmışlardır. Hepsi Türk soyundan olan sultanlar ve hakanlar da halkı tanımayan o köksüz aydınların etkileriyle milli sanat ve tefekkürü tutmayıp yabancı kültürü korumuşlardır.
3. Sultanların ve devlet adamlarının ana dile ve yerli edebiyata bu ilgisizlikleri, Türkçe’yi devletlerin resmi dili olmaktan çıkararak köylülerin konuştuğu bir kabile dili haline getirdi. Bu yüzden fermanlar yazışmalar, tarihler, yıllıklar Farsça ve Arapça’ydı. Köktürk, Uygur ve Karahanlılar devletlerinde resmi dil Türkçe olduğu için manzum nesir ilerleyebilmiştir.
Türkçe’yi yabancı diller önünde eriten bu ilgisizliğe karşı zaman zaman bazı tepkiler olmakla birlikte 13. yüzyılda Fars, Arap dillerin kapılmamış olan Anadolu beyleri bu konuda daha şuurlu bir görüşe sahiptiler.
Türkçe’nin edebi dil olmasında tasavvuf erlerinin, şeyhlerin, gazi erenlerin de büyük hizmetleri olmuştur. Tasavvuf görüşlerini halka yaymak için mensur Türkçe eserler, şerhler, nasihatnameler, tevsirler meydana getirmişlerdir.

Heulwen - avatarı
Heulwen
VIP VIP Üye
20 Eylül 2013       Mesaj #3
Heulwen - avatarı
VIP VIP Üye
17. yüzyıl klasik Türk Edebiyatı Nesir Yazarları
MsXLabs.Org & Vikipedi,özgür ansiklopedi

17. yüzyıl klasik Türk edebiyatı; Nefi, Nabi ve Şeyhülislam Yahyâ gibi tanınmış divan şairlerinin yanında[1], Evliya Çelebi, Naima ve Kâtip Çelebi gibi önemli nesir yazarları da çıkarmıştır. Bu dönem, toplumsal ve iktisadi alanlarda büyük bir karmaşanın içine giren Osmanlı İmparatorluğu'nun Gerileme Dönemi'ne rastlar. Dönem içerisinde her ne kadar, belirli münşilerden (düz yazı yazanlardan) bahsedilse de; bu dönemdeki nesir yapıtlar klasik tarzla sınırlı değildir. 17. yüzyılda İstanbul’daki Floransa konsolosu sekreteri Filippo Argenti, İtalyan papazlarından Pietro Ferraguto (1580-1656) gibi yabancıların Türkçeyi iyice öğrenip, nesir alanında önemli Türkoloji çalışmaları yaptıkları bilinmektedir. Ayrıca “Cizvitlerin misyonerlik faaliyetleri için” matbaa kurdukları ve bu matbaanın 1703’te kapatıldığı söylenmektedir.
17. yüzyıl klasik Türk edebiyatında nesir geleneği, önceki yüzyıllarda ortaya çıkmış olan sade, orta ve süslü nesir üslubu kullanma alışkanlığını devam ettirmiştir.[5] Bu yüzyılda en önemli mensur (düz yazı) yapıtlar, şair tezkireleri (biyografi), gezi yazıları ve bibliyografik eserlerdir. yüzyılın önemli mensur eserlerinden sayılan tezkireler, genellikle süslü bir dille meydana getirilmiştir.

Biyografik eserler
17. asır tezkireler bakımından zengin bir dönemdir. Bu dönemde Riyâzî Mehmet Efendi, Fâizî ve Rıza gibi müellifler (yazarlar) tarafından yazılan tezkirelere rastlanır. Bu tezkirelerin en önemlileri Riyâzî'ye ait olan, Riyâzü'ş-Şuarâ ve Fâizî'nin Zübdetü'l-Eş'âr adlı şairler tezkiresidir. Ayrıca bu dönemde yazılmış Rıza Tezkiresi de önemli bir başvuru kaynağı olup, Fatih'ten IV. Murat'a kadar olan şair padişahlarla 1591 tarihinden tezkirenin yazarı Rıza'nın dönemine kadar yetişen şairlere yer vermiştir. Bunun yanında Güftî'nin Teşrifatü'ş-Şu'arâ adlı bir tezkiresi olsa da; bu eser mensur değil; manzum bir biçimde kaleme alınmıştır.
Dönemde bir diğer söz edilmesi gereken yazın ürünleri de zeyillerdir (ekler). Zeyiller daha önce yazılmış tezkirelere yapılan eklemeler olarak tanımlanır. Dönemin önemli zeyillerini Yümnî ve Seyrekzâde Âsım yazmıştır. Ayrıca Kanuni'den 1634'e kadar olan sürede yaşayan bilgin, şeyh ve şairlerin hayatının anlatıldığı Hadâiku'l-Hakâyık fî Tekmileti'ş-Şakâyık adlı biyografik eser Mecdî'nin Hadâiku'ş-Şakâyık'ına Nev'îzâde Atâyî tarafından yapılan zeyildir.

Riyâzî Mehmet Efendi (Riyâzî)
Riyâzî, 1572'de Birgili Mustafa Efendi'nin oğlu olarak Mekke'de doğmuştur.[8] Yenişehir, Halep, Şam, Kudüs ve Kahire kadılıklarında bulunmuştur.[9] 1644'te İstanbul'da ölmüştür. 1602 yılında doğan oğlu Riyâzî-zâde bir divan şairidir.

Riyâzü'ş-Şuarâ
Riyâzî, 17. yüzyılda yaşayan nesir ustalarından biridir. Bunun yanında klasik şiirle de uğraşmış, bir divan oluşturabilecek kadar şiir yazmıştır.[8] Yazarın düz yazı konusundaki ustalık eseri Riyâzü'ş-Şuarâ adındaki -tezkire türündeki- yapıttır. Riyâzü'ş-Şuarâ 1609'da tamamlanıp; dönemin padişahı I. Ahmed'e sunulmuştur.[8] Eserde 15. yüzyıldan başlanarak 17. yüzyılın ilk yarısına kadar yaşayan dört yüz dolayında şair, şiir örnekleriyle birlikte tanıtılmıştır.[5] Şair ve bu eseri hakkındaki en önemli çalışma Prof. Dr. Namık Açıkgöz tarafından yapılan yüksek lisans tezidir.[10][11]
Diğer eserleri: Riyâzî Divânı, Sâkînâme (Mesnevî), Düstûrü'l-Amel ve Siyer.[9]

Kafzâde Fâizî
Fâizî veya Kafzade Abdülhay Çelebi; 1590 veya 1592 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir.[12] Müderrislik gibi yönetimsel görevlerde bulunan Fâizî, Selanik kadılığı sırasında görevinden alınmıştır.[12] Bu sırada başkent İstanbul'da çıkan ayaklanma ile Genç Osman öldürülmüştür. Bu olayın şairde derin izler bıraktığı ve şairin 32 yaşında ölümesinin sebebinin bu olaya karşı hissettiği acının olduğu iddia edilmiştir.[12] Şair öldüğünde o dönem yazmakta olduğu Leyla vü Mecnun adlı mesnevisi de yarım kalmıştır.[12] Döneminin usta şairlerinden biri olarak gösterilen şairin, Nefi ile karşılıklı hicivleri vardır.[13] Şair şiir alanındaki başarısının yanında önemli bir nesir yazarı olarak da tanınmıştır.

Zübdetü'l-Eş'âr
Zübdetü'l-Eş'âr, Fâizî'nin antoloji nitelikli bir tezkiresidir. 15. yüzyılın ikinci yarısından, kendi zamanına kadar yaşamış 500 şair ve 14 kadın şairi alfabetik sıra ile ele almıştır. Bu esere ek olarak (zeyl) yazılmış Yümnî ve Âsım'ın tezkireleri vardır. Âsım'ın zeylinde 123 adet daha şair tanıtılır. Bir diğer ek olan Yümnî'nin zeyli ise şairin 1622'de vefatıyla birlikte tamamlanamamıştır. Bu ek daha sonra Ali Emiri Efendi tarafından tamamlanmıştır.Eser üzerindeki en önemli çalışma Yrd. Doç. Dr. Bekir Kayabaşı tarafından yapılan doktora tezi çalışmasıdır.
Diğer eserleri: Fâizî Divânı, Leylâ vü Mecnûn, Sâkînâme.

Gezi yazıları

Evliya Çelebi
Evliya Çelebi, 25 Mart 1611'de Unkapanı, İstanbul'da doğmuştur. Aslen Kütahyalı olup, ailesi İstanbul'un Fethi'nden sonra İstanbul'a taşınmıştır. Ayrıca kendisi aile soyunun Hoca Ahmet Yesevi'ye dayandığını söyler. Evliya Çelebi'nin babası Mehmet Zilli Efendi, sarayda kuyumcubaşılık yapmıştır.
Evliya Çelebi, sarayda iyi bir eğitim almış, Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız olmuştur. Sarayda önemli bir mevkiye getirileceği bir sırada, kendi deyimiyle: 1630 yılının 10. Muharrem günü beyne'n-nevm ve'l-yakaza (uyku ve uyanıklık arasındaki bir rüyada) Muhammed bin Abdullah tarafından kendisine seyahat müjdelenmiş ve 50 yıllık seyahatine İstanbul'dan başlamıştır.

Seyahatnâme
Seyahatnâme, 10 ciltlik bir yapıttır. Eser dil, coğrafya, sosyoloji, folklor ve edebiyat yönünden bolca malzeme içerir.[5] Evliya Çelebi, seyahatine İstanbul'dan başladığı için Seyahatname’nin birinci cildinde İstanbul’u anlatır. İstanbul’un kuruluşundan Evliya Çelebi’nin yaşadığı zamana kadar olan dönem; tasvirler ve hikâyelerle anlatılmaktadır.[19] Çelebi gezisi boyunca; Rumeli ve Anadolu'yu gezmiş, birçok savaşa katılmıştır.[18] Gezdiği yerler arasında Teselya, Selanik ve Arnavutluk gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun o dönemki sınırları içerisinde olan yerler de vardır.[18] Seyahatnâme gezi içerikli bir kitap değildir, yer yer toplumsal eleştiriye de yer vermiştir. Örneğin kitapta yer yer: Yeniçeri ağası gece gündüz sarhoş bir hâldeydi. Askerleri de onu örnek alıyorlardı. Kale sahipsiz kalmıştı. Osmanlı Devleti'nde iç karışıklıklar oluyordu.
Son düzenleyen Efulim; 20 Eylül 2013 20:46 Sebep: Msj düzeni.

Benzer Konular

21 Eylül 2008 / sagopa kajmer Edebiyat
27 Mayıs 2008 / Misafir Edebiyat
9 Aralık 2007 / Misafir Edebiyat
28 Haziran 2011 / ThinkerBeLL Edebiyat