Arama

Günlük Nedir?

Güncelleme: 13 Ocak 2017 Gösterim: 23.555 Cevap: 2
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
22 Şubat 2010       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

Günlük


GÜNCE olarak da bilinir
Sponsorlu Bağlantılar
insanın, düşüncelerini ve başından geçenleri düzenli olarak kayda geçirdiği otobiyografik yazı türü.

Yazanın daha çok kendisi için tuttuğu günlükte, yayımlanmak üzere yazılan yapıtlarda olmayan bir içtenlik görülür. Batı dillerindeki karşılığı, Latincedeki dies (gün) sözcüğünden türeyen diarium'dan (günlük) gelir. Latincede günlük anlamına gelen bir sözcüğün bulunması, bu yazı türünün Antik Çağa uzanan bir tarihi olduğunu gösterir.

Günlük türü, bireyin öneminin arttığı geç Rönesans döneminin sonlarında olgunlaşmıştır. Günlükler, yazarın kişiliğinin yanı sıra toplumsal ve siyasal tarihi aydınlatmak açısından da büyük önem taşır. Örneğin, 1409-31 arasında adı bilinmeyen bir Fransız papazın tuttuğu, 1449’dan sonra başka birinin yazmayı sürdürdüğü Journal d’un bourgeois de Paris (Parisli Bir Burjuvanın Günlüğü), VI. ve VII. Charles dönemlerini araştıran tarihçiler için çok değerli bir kaynaktır. Hukukçu ve parlamento üyesi Bulstrode Whitelocke (1605-75) Memorials of the English Affairs'inde (İngiliz Tarihi Üzerine Notlar) ve Fransız Marquis de Dangeau (1638-1720) 1684’ten ölümüne değin tuttuğu günlükte tarihsel olaylara benzer bir ilgiyle yaklaşırlar. İngiliz günlük yazan John Evelyn’in Diary’sı de (Günlük) 17. yüzyıl İngiltere’sinin toplumsal ve kültürel olaylanna ışık tutan önemli bir kaynaktır. Günlük yazarlığında Evelyn’i bir tek Samuel Pepys’in aştığı söylenebilir. Bu türün en büyük ustası sayılan Pepys, 1 Ocak 1660’tan 31 Mayıs 1669’a değin süren günlüğünde, o dönemde Londra’daki yaşamın çok başarılı bir portresini çizer; saray ve tiyatro çevrelerindeki, donanmadaki ve kendi malikânesindeki yaşamın yanı sıra, kendi kusur ve zayıflıklarını da büyük bir içtenlikte anlatır.

18. yüzyılda Jonathan Svvift’in günlüğü, yoğun duygusallığıyla dikkati çeker. Swift’ in 1710-13 arasında Ingiltere’de kaleme alıp İrlanda’ya yolladığı günlük, sonradan Journal to Stella (1766-68; Stella’ya Günlük) adıyla yayımlanmıştır. Hırs ve sevgi gibi duygulan yansıtan bu zekâ ürünü yapıtta, Swift’in tuhaf düşünceleri de yer alır. 18. yüzyıl sonu İngiliz edebiyatındaki en önemli günlük, romancı Fanny Burney’ye (Frances d’Arblay) aittir; yapıt ilk kez 1842-46 arasında yayımlanmıştır. Yazarı sağken yayımlanan ilk günlüklerden olan James Boswell’ in Journal of a Tour to the Hebrides, with Samuel Johnson, LL.D’siyse (1785; Samuel Johnson ile Hebrid Adalarına Yapılan Gezinin Günlüğü), daha kapsamlı olmakla birlikte, günlük türü içinde değerlendirilebilir.

19. yüzyılın ilk yansında günlüğe olan ilgide bir artış görülür. Aralannda Pepys’inkinin de bulunduğu birçok önemli günlük ilk kez bu dönemde yayımlanmıştır. 19. yüzyılın edebi değeri yüksek günlükleri arasında Sir Walter Scott’ın Journal (1890; Günlük), Dorothy Wordsworth’ün, ağabeyi şair William Wordsworth üzerindeki etkisini gösteren Journals (ös 1855; Günlükler), Henry Crabb Robinson’m Goethe, Schiller, Wordsworth ve Coleridge gibi yazarların yaşamlarına ilişkin birçok bilgi içeren 1869 tarihli günlüğü sayılabilir. Rus ressam Marie Bashkirtseff’in, ölümünden sonra 1887’de yayımlanan günlüğü ile Goncourt Kardeşler’in 1888’de yayımlanmaya başlayan günlükleri de büyük bir ilgiyle karşılanmıştır.

20. yüzyıldaki en önemli örnekler arasında Journal of Katherine Mansfield (1927; Katherine Mansfield’in Günlüğü), Andre Gide’in JournaVı (1939, 1954, 2 cilt; Türk- çede bazı bölümleri 1961’de Günceden Seçmeler ve 1963’te Günlük adlarıyla yayımlanmıştır) ve Diary ofVirginia Woolf (1977- 84; Virginia Woolf’un Günlüğü) sayılabilir.

Batı’daki anlamıyla günlük, Türk edebiyatına Tanzimat’tan sonra girmiştir. Daha eski tarihli bazı vakayinameler (örn. Silah- dar Tarihi), seyahatnameler (örn. Evliya Çelebi Seyahatnamesi) ve sefaretnameler (örn. Mehmet Efendi Sefaretnamesi) yer yer günlük havası taşımakla birlikte, Türk edebiyatında bu türün ilk örneğinin Direktör Âli Bey’in Seyahat Jurnali (1897) olduğu kabul edilir. Ama Âli Bey’in yapıtının günü gününe tutulmuş notlardan yararlanılarak sonradan düzenlenmiş bir kitap olduğunu dikkate alan bazı araştırmacılar, Batı örneklerine uygun ilk günlük olarak Nigâr Hanım’ın Nigâr Binti Osman-Hay atımın Hikâyesem (ös 1959) gösterirler. Ali Bey, Batı’ daki bazı edebiyat türlerinin (roman, tiyatro, komedi, dram vb) o dönemde aynı adlarla aktarılması geleneğine uyarak Fransızca Journal sözcüğünü olduğu gibi almıştır. Ötekiler gibi yerleşmeyen bu kavram, uzun süre “ruzname” ve “hatıra defteri” gibi sözcüklerle karşılanmış, Cumhuriyet döneminde Falih Rıfkı Atay “gündem” ve “gündelik” sözcüklerini ortaya atmış, daha sonra “günlük” sözcüğü bulunmuştur. Bu türü 1950’den sonra gerçek kimliğine kavuşturan Nurullah Ataç ise (Günce [1960] adlı yapıtı en yetkin günlük örneklerinden kabul edilir) “günce” sözcüğünü kullanmıştır.

Bu alandaki en önemli yapıtlardan biri Atatürk’ün Anafartalar Savaşı sırasında tutmuş olduğu ve 1943’te yayımlanan günlüğüdür: Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe. İki tane günlük (Balkan Harbi Ruznamesi ve Ruzname) yazmış olan Ömer Seyfettin’in her iki yapıtı da bugüne değin basılmamıştır. Cumhuriyet döneminde günlük türündeki ilk yapıtı Salâh Birsel yayımlamıştır (Günlük, 1955). Türk edebiyatının öbür günlük yazarları arasında Kafkas Yollarında (1919) ile Ahmet Refik Altınay, Yolcu Defteri (1946) ile Falih Rıfkı Atay, Uçuş Günlüğü (1959) , Gezi Günlüğü (1962) ve Avusturya Günlüğü (1963) ile Burhan Arpad, Yeryüzü Korkusu (1974) ve Geçmişin Kuşları (1979) ile Oktay Akbal, Arkası Yarın (1976) ve Sıcak İlişkiler (1982) ile Muzaffer Buyrukçu, Gündökümü 75 (1976), Sesler, Yüzler, Sokaklar (1981), Günlerin Tortusu (1985) ve Yazılı Günler (1988) ile Tomris Uyar sayılabilir.

Bir kişinin yaşadıklarını, duygu ve izlenimlerini, tarih belirterek günü gününe anlatmasıyla oluşan yazı türüne günlük denir. Günlükler her gün yazıldığı için kısadır. Bu yazılar yazarın yaşamından izler taşır.

Özellikleri

  • Günlükler, içten ve samimi yazılardır.
  • Olayı yaşayan kişi tarafından yazılır.
  • Günlükler, tarih atıldığı için inandırıcı yazılardır.
  • Günlüklerde gözlem ve kişisel dikkatin önemi büyüktür.
  • Kısa yazılardır.
Günlük ile Anı Arasında Farklar
  • Anı ile günlük çoğu zaman karıştırılmaktadır. Günlük adından anlaşılacağı üzere yaşanırken, günü gününe yazılır. Anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır.
  • Günlük yazarı sadece kendisini ya da kendisini merkeze alarak çevresindekileri anlattığı halde; anı yazarları başkalarını anlatabilir.
Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatında Günlük Türündeki Bazı Eserler
  • Seyehat Jurnali - Direktör Ali Bey
  • Ruzname - Ömer Seyfettin
  • Günce - Nurullah Ataç
  • Günlük - Salah Birsel
  • Günler - Cemal Süreya

Son düzenleyen Safi; 13 Ocak 2017 18:56
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
23 Şubat 2010       Mesaj #2
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye

Günlükler Arasında Zaman Yolculuğu


CEMAL SÜREYA’DAN


Sponsorlu Bağlantılar
543. Gün
Milliyet Sanat’a uğradım. Fethi Naci Eleştiri Günlüğü’nü yollamış.
TV’de, sekiz otuz haberlerinde, birden, Edip Cansever’in ölüm haberi verildi. Bu haber inanılmaz ölçüde sarstı beni. Rastlanmadık bir biçimde ve yüksek sesle ağlamaya başladım. Oğlum fazla kaygılanmış, gelip avutucu şeyler söyledi. Turgut’ta bunca sarsılmamıştım. Üst üste gelişte bir şey var belki. Otuz yıllık arkadaşımdı. Yalnız sanat serüvenimizi değil, haya serüvenimiz de iç içe durumlar yaşamıştır.

544. Gün
Sabah altıda evden çıktım. Bomboş sokakları dolaştım durdum. Başımda bir uğultu. Tuhaf da bir heyecan. Rıhtımda yürüdüm. 1 Haziran 1986”
(Günler)

FERİT EDGÜ’DEN


Degerndorf, aralık, 58
… Duygusuz. Yola çıktığımdan beri duygusuz, her şeyin önünde ve her yerde. Her şey yabancı; her şey ilgimin dışında. Az önce balkona çıkıp ap ak çevreye bakarken yeniden anladım bunu. Kar burada her şeyi örttü. Olduğum yerden hiçbir şey görünmüyor; ne bir ağaç, ne bir ev, hiçbir şey. Her yer ap-ak. Gözyorucu bir aklık (boşluk?).
(…)
Yazmayı denemiyorum bile. Bu boşlukta yazmak? Niçin? Kimin için? Nasıl? Ordan oraya bocalıyordum. Şimdi biraz duruldum. Yazmak diye bir sorunum yok. Giderek belki okumak diye bile. Yanımda getirdiğim kitapların hemen hiçbirine el sürmüyorum. Bir çukur oluşuyor çevremde, bu çukura gün geçtikçe daha bir gömüldüğümü duyuyorum.
… Acı çekme isteği. Kendini yeniden bulma.

(Bir Günlüğün Günlüğü-kitaplaşmamıştır)

TURGUT UYAR’DAN


30.01.1956
Az konuşur olmayı, suskun olmayı erdem saymıyorum artık. Kendini kaçırmak, kendini gizlemek gibi geliyor bana.

27.02.1956
İzinliyim. Boşum. İlgisiz dolaşıyorum sokaklarda. Bu boşluk, bu kayıtsızlık ürküntü veriyor bana. Doğaya uygun, yapmacıksız bir yaşama özlüyorum. Kurtuluşumuz şiirden falan gelmeyecek, yaşamamızdan gelecek gelecekse.

3.1.1956
Nigâr Hanım’ın şiirlerini okudum. Elbette ilkel şiirler birçoğu. Ama birden düşünüyorum. “Gücenme, aslı harâbım senin firâkında” dizesi, bir bakıma, bir şiir geleneğinin yenilenmesi döneminde, yeni bir duygu, yeni bir söyleyiş sayılamaz mı?
Geçmiş ozanları, duygularının, söyleyişlerinin cılızlığı yüzünden küçümsemek doğru mu? Duygular yeni, biçimler, duyarlanma yeni. Bugün bu şiirleri, dolayısıyla bu duyguları, ancak eski şiirler öyle yazıldığı için daha iyi anlıyoruz. Öyleyse, iyi kötü bütün geçmiş ozanlara selam.
(Günlük-kitaplaşmamıştır)

ALİ CANİP YÖNTEM’DEN


Cuma, 5 Mart 1920
Bugün öğleye kadar evde uyudum. Sonra sokağa çıktım. Arkadaşlardan diş tabibi Şevki Bey’le Cafer, Ömer’i ziyarete gelmişlerdi. Fakülteye götürdüğümüzü söyledim. Oraya gittiler.

Cumartesi, 6 Mart 1920
Öğle üzeri fakülteye gittim. Doğru Ömer’in odasına girdim. Bitap yatıyordu. Elini elime aldım. Ter içindeydi. Burnunun delikleri kararmış gibiydi. Nefesi de intizamsızdı. Hizmetçi kadınlara sordum. Gece çok sayıklamış, “Burası hastane değil, tımarhane… Ben Canip’e gideceğim!” demiş. Dalgındı, “Ömer! Ömer!” diye seslendim. Gayet fersiz gözlerle bana baktı: “Tanıdın mı?” dedim. Kendine mahsus çabuk ifadeyle kafasını sallayarak “Canip!” dedi, yine daldı. Kâğıdına baktım: hararet “39,2” şeker litrede 28. Bir müddet bekledim. Sonra tekrar seslendim: “Ömer, konsültasyon günü yarınmış, erkenden gelirim. Artık gideyim mi?” Kafasını salladı “Git, git!” dedi. Yeis içinde ayrıldım. Fakat hâlâ ümit ile doluydum. Çünkü Ömer ve ölüm birbirine tamamıyla yabancı iki şeydi. Eve gelirken deniz kenarında hizmetçime rasgeldim. Bana doğru koşuyordu. “Ne var?” dedim. “Sizi Tıbbiye’den istiyorlarmış. Rıdvan Beyler’de bekliyorlar” cevabını verdi. Soluk soluğa komşumuza gittim. Ortada bir fevkalâdelik vardı. Nihayet anlaşıldı: Ömer ölmüş!…
(Ömer’in Ölüm Hastalığına Dair Notlarım-Ömer Seyfettin, 1947)

ŞAİR NİGAR HANIM’DAN


31.10.1917
İleride, bu satırlar bir kimsenin gözüne değerse, defterin güzelliğine şaşılmasın! Onu, bugün, Mahmutpaşa’da satın aldım, ama, az kaldı canım pahasına. Aman Yarabbi! İstanbul’umuza böyle ne oldu? Kalabalıktan tramvaylara girmek kabil değil ki! Toptan gülle çıkar gibi zorla bir vagona attım. Bu, tramvaya girmek değil, ezilmek, üst baş parçalamak… Ne oldu halkımıza Yarabbi? Bu her yeri dolduran kifayetsiz, kaba, kötü dilli insan kalabalığı nereden geldi? Evde yalnızlığıma, sokakta bu kalabalığa dayanamıyorum, ağlayacak hale geliyorum. İşte böyle, avunmak için, avare bir kuş gibi çırpınıyorum. Şu defterle de dertleşmesem çıldıracağım.

8.2.1918
Dün Naciye Sultan’a telefon edip “Pek göreceğim geldiyse de vasıta bulunmadığı için mehcur kaldığımı” söylemiştim. Lütfen araba gönderdi. Havanın şiddetine rağmen pek rahat gittim. Beşe kadar birlikte vakit geçirdik, çay içtik. Sultan Efendi pek ziyade iltifat etti,
-Bu harb ne zaman bitecek?
diye benden sordu. Halimiz ne olacak Yarabbi? Acıklı insanlık daha ne zamana kadar böyle inleyecek?
(Hayatımın Hikâyesi)

CAHİT ZARİFOĞLU’NDAN


ANKARA 1978 28 KASIM
Üstad Necip Fazıl’ı Mola otelinde ziyaret ettik. Büyük Doğu’yu son beş sayı çıkarıp kapayışından sonra, arkadaşlar Akif, Erdem, Rasim onunla ilk kez karşılaşıyorlar. Alaeddin ve Mehmet de var. Üstad:
-Büyük Doğu son çıkışında en parlak dönemini yaşadı. Kapanmasında çeşitli nedenler oldu. Ama en büyük amil siz oldunuz, dedi.
Otelin ilk katında, lobideyiz. Üstad sakin, yumuşak ve yalnız. Saat 18’de beni Akabeden aradığında,
-Arkadaşlara da haber ver, gelsinler, son bir görüşme yapalım, dedi. Erdemle Rasim’i görebileceğimi söyledim. Bu telefondan az önce, bu ikisine Üstad’ın önceki gelişinde yine kendilerini istediğini; ancak kendilerine haber veremediğimi anlatıyordum. Telefon tam o anda geldi. Büroya çıktık. Yine Üstad’ın telefonu. Bu kez Akif’le Hasan’ı da haberdar etmemi istedi.
Lobi tenha. Üstad:
-Bana giran geldiniz, diyor. Geçen olayları kısaca özetliyor. Rapor 4’te yazdıklarını ılımlı bir dille tekrar ediyor bir bakıma.
(…)
Üstad’ın söylediklerini, aradan 24 saat bile geçmediği halde hemen hemen hiç hatırlamıyorum. Tek tek cümleler aklıma geliyor. Mesela,
-Yalnızım, dedi.
Ondan böyle bir şeyi ilk defa duydum. Korkuyor insan.
(…)
(Yaşamak)

OKTAY AKBAL’DAN


28 Aralık Çarşamba
Ocak’ın 29’unda tam on yıl olacak. Ziya Osman Saba’yı karlı bir havada Eyüp’te toprağa vermiştik. Yıllar çabuk mu geçiyor belirli bir yaştan sonra? Çocuklukta günler, haftalar bitmezdi bir türlü. Ama yolun yarısına gelmeyegör, her şey kopuk bir film gibi akıveriyor… Ziya Osman’ı son görüşümde ince bir dosya çıkarmıştı çekmeceden. “Nefes Almak” yazıyordu üzerinde. Yeni kitabıydı. “Ölümümden sonra çıkacak,” demişti. “Haydi haydi,” demiştim, “Okurları o kadar bekletmeye hakkın var mı?” Gülümsemişti. Birkaç hafta sonrasını mı düşünerek. Ben düşünememiştim o günden ötesini. Canlı bir insanın, hele bir dostun, bir sevilenin yok olabileceğini düşleyemiyoruz.

On yıl geçip gitmiş bile. Şiirlerini karıştırıyorum. Bilmeyen, Ziya Osman’ı yaşamı süresince ölümü özleyerek bekleyen biri sanır. Hep ölüm, hep ölüm düşünceleri. O ölümü değil, dünyada bulunamayacak bir çeşit “yaşam”ı özlüyordu.
(Anılarda Görmek)

HİLMİ YAVUZ’DAN


Sabah, 24 Mayıs
Bu kaldırımüstü açık hava kahvesini seviyorum. Sabahları güneş almıyor ve rüzgâr duyumsanabiliyor. İlkyaz sabahları bu kentte, bir ağaç hışırtısıyla, işte buradayım, bu kahvede çayımı içmeye hazırlanıyorken, birden, bir kokuyla, belirsiz, geliveriyor. Kağşamış gövdemi üşütmemeye çalışarak ve onunla, o yaşlı, atık gövdeyle, genç ilkyaz arasındaki karşıtlığı bilincimde kavrayarak; bilincimin, işte bir ince dilim limon koyup, gövdeyle ilkyazın bileşimi olduğunu düşünerek, içiyorum çayımı.
Eskiden, çok eskiden bir öykü yazmıştım. Malte gibi söyleyeyim: Ah, öyküler yazardım ben, genç kızların mavi kurdelelerinden söz açan, düz pabuçlu ve ince beyaz pardösüleri olan ve yağmurlardan; o öykülerden birinde, akşamları sokağa çıktığımda yüzüme menekşelerin atıldığını yazmıştım; -ve ‘ah, cumartesiler başkadır, sokaklar başkadır’ diye yazmıştım. Şimdi burada, bu zarif kaldırımüstü kahvesinde, İstanbul’da, ondan asla kopamadığım için beni izlemeyen bu kentte, (şimdi neler çağrıştırıyor, bu kent, ‘polis seni izliyor’lardan, polis izliyor’a) bu cumartesi sabahı, limonlu çayımı bitirmek üzereyken ve nedense bir çay daha isteyerek, gündelik yaşamımı inceltiyorum sanki.
(…)
(Geçmiş Yaz Defterleri)

CEMİL MERİÇ’TEN


26.2.1963
Ağaç her gün meyve vermez. Konuşmayan ağaçlar da vardır. Ne dallarında çiçekler gülümser baharları, ne çiçeklerinde arılar dolaşır. Konuşmayan ağaçlar da var…
Zindanda söylenen şarkıyı kim dinler? Zindanda söylenen şarkı ölüm kokar, zincir kokar, küf kokar. Ölüm açacak kapısını bir sabah o zindanın, ardına kadar.
Kuşlar gibi geçiyor günler önünden, cıvıldamıyorlar. Günler tren, günler mavi ufuklarda eriyen birer ümit. Kanatlarından yakalayamıyorsun kuşları. Tren sessiz gidiyor rüya ülkelerine.
(Jurnal - Cilt 1)

TOMRİS UYAR’DAN


26 Aralık 1975
Öykü kitabım çıkmış. Cağaloğlu’na inip alacağım birkaç tane.
Hava yağmurlu, pis.
Köprünün tam ortasındayken yaygın, büyük bir kızıllık aldı gözümü. Şoför de şaşırdı. Birilerine sorduk, Gürün Han’da yangın çıkmış. Öteki hanlara da sıçramış.
Halk öyle alışık ki böyle olaylara, kılı bile kıpırdamıyor. Sıkışan trafiği yarıp güvercinlere yem atanlar var, kimse başını çevirip yangına bakmıyor. Oysa gök ürkütücü, kara dumanlarla kaplı.
İlk kitabımı basacak biri çıktığında bayağı sevinmiştim. Çünkü büyük çoğunluğun çarçabuk benimseyeceği bir iş yaptığımı sanmıyorum, bunu anlamam epey vakit aldı; ama artık kimlere seslendiğimi biliyorum. Bana dar, küçük gelen hiçbir şeyi kullanamayacağımı da.
Üç-beş kitap alıp eve döndüm. Kapağı elledim, sevdim. Bütün nesneleri, varlıkları ancak dokunarak tanıyabiliyorum. Bir kadının saçlarının parlaklığını, inceliğini, bir erkeğin omuzlarını ancak değince anlayabiliyorum. Kitabım da artık benim sayılamayacağına göre, onu da dokunarak kavramaya çalıştım.
(Gündökümü)

ATAÇ’TAN


17 Nisan Cuma, 1953
Baktım çocuklar uçurtma uçuruyor. Her yıl, ilkyaz aylarında, uçurtmayı gördüm mü, bir üzünç duyarım içimde, ağlamaklı olurum. Ben uçurtma uçurmadım ki! Çocukluğumda pek isterdim, o renk renk kâğıtlardan yapılmış uçurtmaların havalanmasına içimi çekerek bakardım. Annem bırakmazdı beni uçurtma uçurmama. Günah mıymış neymiş, öyle bir şey uydurmuştu.
(…)

Çocukluğum olmadı benim. Çocukluğu olmayanın gençliği de olmaz. Bir şey söyleyeyim mi ben size? İhtiyarlığı da olmuyor böylesinin. Hani güzel bir ihtiyarlık vardır, insan çocukluğunda yaptıklarını, gençliğinde yaptıklarını hatırlar, anlatır da gözlerinin içi parlar, ben kendimde değil, başkalarında gördüm onu. Çocukluğu, gençliği olmamış kişinin yaşlılığında da bir tatsızlık var, yalnız ölümü düşünüyor, ölümden korkuyor, işte o kadar.
(Günce: 1)

NECİP FAZIL’DAN


Cuma, 9 Ocak
Bugün hava yağmurlu ve puslu… Saat 2’ye 5 var… Bu âna kadar defterimi açamadım. Halim bir tuhaf…
Bugün anladım ki, beni delikten çağırdıkları, meydancı gelip “Bir isteğin var mı?” diye sorduğu, berberin tıraşa geldiği, hasılı insanlarla temas ettiğim an, üstüme acayip bir uyuşukluk, sinsi bir donukluk, anlatılmaz bir garipseme hissi çöküyor. Hayret! Bir aylık yalnızlığın tesirine bakın! Hayırdır inşallah; nereye gidiyorum?

Perşembe, 15 Ocak
Şiir kitabımı bitirdim; ve güya rahat bir nefes aldım. Hava suratlı…
Saat üç buçuk… Gaz sobam trampet çalıyor. Yevmiyemin 40’ıncı gününe rastlayacak olan 20 Ocak Salı gününün iple çekiyorum.

Cuma, 16 Ocak
Allah… Başka tek kelime söyleyemeyecek haldeyim.
(Kırk Günlük Hapishane Yevmiyesi-Cinnet Mustatili)
Sayı: 19 / Bölüm: Kapak
Son düzenleyen Safi; 13 Ocak 2017 19:03
Sen sadece aynasin...
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
13 Ocak 2017       Mesaj #3
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

Günlük (Günce)

Ad:  Günlük Nedir.jpg
Gösterim: 2812
Boyut:  27.6 KB

Bir kimsenin günlük yaşamından edindiği izlenimleri, bu izlenimlerin yarattığı duygu ve düşünceleri, tarih belirterek, günü gününe anlattığı yazılara günlük (günce) denir.

Günlük, kişinin içini dökme gereksiniminden doğmuştur, denilebilir. Kişi, içini dökerken duygu ve düşüncelerini ya hiç saklamadan ya da sınırlayarak aktarır. Bu açıdan günlüklerin kimisi dışa, kimisi içe dönüktür.

Günlük türünün ne olduğu üzerine kafa yormak, aslında biraz da edebiyatın ne olduğunu düşünmektir. Düzenli olarak tutulmuş, tarih atılmış notlardan mı ibarettir günlükler yoksa bundan fazla bir şey mi?

Bu konuda en genelleyici tanımı usta günlükçü, romancı André Gide yapmıştır:

"Günlüğün anıdan tek farkı, günü gününe tutulmuş olmasıdır." Edebiyatın toplardamarlarından biri olarak her günlük bir portre, bir öykü, bir anı, bir tarih yazısıdır. Yayımlanmak için yazılsın yazılmasın, her günlüğün bir kurgusu vardır. Paris'teki Bir Yabancının Günlüğü yazarı Malaparte'nin dediği gibi, "Günlüklerin, tüm öyküler gibi, bir başı, bir entrikası ve bir sonu vardır."

Öğretmeye bağlı, gerçekçi anlatım türlerinden biri olan günlükler, bir kişinin önemli ve kayda değer bulduğu olayları, gözlem, izlenim duygu düşünce ve hayallerini günü gününe tarih belirterek anlattığı yazdığı yazı türüdür. Latincedeki "dies (gün) sözcüğünden "diarium" (günlük) sözünden gelir.

Edebiyat ve sanat dünyasından tanınmış kişilerin kaleminden günü gününe yazılan günlükler, tüm gerçekliğiyle yaşamı yansıtan birer ayna olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Günlükler, yazarlarının iç dünyasını kurgusuz bir biçimde sergileyerek günlüğün sahibine ilişkin ayrıntılı bilgilere birinci elden ulaşmamızı sağladıkları gibi, yazıldıkları dönemin önemli olaylarına ilişkin tarihsel belgeler olarak da önem kazanırlar.

Örneğin 1409-1431 yılları arasında Fransız bir papanın tutuğu "Parisli Bir Burjuvanın Günlüğü" VI. ve VII. Charles dönemini araştıran tarihçiler için önemli bir kaynaktır. İngiliz Günlük yazarı John Evelyn'in "Diary" (günlük) adlı günlüğü 17. yüzyıl İngiltere'sinin toplumsal ve kültürel yapısına ışık tutar.

Günlük Türünün Özellikleri


  1. Yaşan olayların, izlenimlerin günün gününe yazılması ile oluşurlar.
  2. Birinci kişi ağzından yazılmış kısa ve özlü, öznel yazılardır.
  3. İnandırıcı, içten ve samimidirler.
  4. Konuşma diline yakın bir dil kullanılır. Anlatımda "iç konuşma" tekniğinden yararlanılır. Doğrudan anlatım yöntemi benimsenir.
  5. Yazarın kişiliğini, görüşlerini ve ruhsal yapısını yansıtırlar.
  6. Gerçekler, yaşanılanlar değiştirilmeden, çarpıtılmadan yazılır.
  7. Tarih, biyografi, anı için birer belge değeri taşırlar.
  8. Her olay, olgu günlük konusu olabilir.
  9. Her türlü anlatım biçiminden ve tekniğinden yararlanılır.
  10. Kimi roman ve öykülerde "günlük", bir anlatım biçimi olarak kullanılabilir.
"Günlük" terimi Tanzimat'tan sonra "ruznâme" ile karşılanmıştır. Divan edebiyatındaki "vakayinâmeler" de bir tür günlük sayılır.

Edebiyatımızda "günlük" terimini ilk kez Falih Rıfkı Atay kullanmıştır.

Günlük Çeşitleri


1 - İçe Dönük Günlükler ( özel ruhbilimsel günlük ): Yazarın bir bakıma kendi kendi ile konuşmasıdır içinde bulunduğu doğal ve toplumsl çevreden yazgısından yakınır. Bu metinlerde yazarın yaşadığı duygusal coşkunluğu bulabileceğimiz gibi, çeşitli kavramlar hakkındaki düşüncelerin yazarın bilincindeki açılımlarını da bulabiliriz. Stendhal'ın günlüğü, Rus yazar Alexander Sergeyeviç Puşkin'in "Gizli Günce" bu metinlere örnek gösterilebilecek niteliktedir. Fransız yazarı Andre Gide ve bizde Nudullah Ataç bu türün başta gelen ustalarındandır.

2 - Dışa Dönük Günlükler: Bu tip günlüklerde yazarlar, alaycı bir tavırla dönemin olaylarını, siyaset, sanat ve edebiyat adamlarını ya da gündelik sıkıntılarını öykü tekniği kullanılarak anlatmaktadırlar. Bu tür günlüklerde yazar kendi zaman dilimi içindeki tutum ve davranışlardan, düşünsel akımlardan haber verir. Bu nedenle de bu günlükler birer belge değeri taşır. Ünlü ressam Paul Gaugin'in o dönemde Fransız kolonisi olan Markiz adalarında yazdığı günlük, dışa dönük günlüklere örnek olabilir.

Yaşadığı hayat kesitlerini, çeşitli konulardaki izlenimlerini öykü tekniği ve zengin betimlemeler aracılığıyla günlüğüne yansıtan ünlü öykücümüz Tomris Uyar'ın günlükleri de dışa dönük niteliğe sahiptir.

Bu türler dışında bir de sanat esarlerinin oluşumu ve gelişini ile ilgili günlüklerde vardır. Yazar eserinin gelişme evrelerini günü gününe anlatırken çektiği sıkıntıları, kaygılar çalışma yöntemini de bize göstermiş olur. A. Gide'nin "Kalpazanlar" Thomas Man'ın "Doktor Faustas" bu tür günlüklerin başarılı örnekleridir.

Dünya Edebiyatında Günlük


Dünya edebiyatında günlük türü çok eskilere dayanır. Doğu toplumlarına oranla günlük türü Batı'da daha fazla gelişme göstermiştir. İlk günlükleri Romalıların yazdıkları bilinir. Rönesans akımının sonlarına doğru günlükler edebi nitelikler kazanmaya başlar. 1800'lü yıllarda Fanny Burney'in birçok olaya kendi duygusallığını da eklemesiyle oluşturduğu günlük İngiliz edebiyatında önemli bir yer tutar.

19. yüzyılda romantizm akımının etkisiyle günlükler hem nicelik olarak çoğalır hem de yazarların iç dünyalarını yoğun duygularla yansıtmasını beraberinde getirir. Böylece edebi niteliği ön planda olan günlükler yazılmaya başlanır. 20. yüzyılda edebiyat günlükleri Batı'da yaygınlaşır.

Dünya edebiyatında Andre Gide'nin "Kalpazanlar", Thomas Man'ın "Doktor Faustas" eserleri günlük türünde yazılmış başarılı yapıtlar olarak göze çarpar. Julien Green, Max Frisch, Stefan Zweig gibi yazarlar, Dünya edebiyatına günlük türünün seçkin örneklerini bırakırlar.

Türk Edebiyatında Günlük


Edebiyat tarihimizde Divan edebiyatında tutulan "Ruzname" isimli savaş notları ile Evliya Çelebi'nin ünlü eseri olan "Seyahatname"si tam bir günlük niteliği taşımasalar da edebiyat tarihimizin ilk günlük örnekleri sayılır.

Batı edebiyatındaki günlüklere benzer günlüklerin Türk edebiyatında yer alması Tanzimat dönemine rastlar. Tanzimat Dönemi'nde günlüklere "ruzname" adı verilirdi. Direktör Ali Bey'in "Seyahat Jurnali" isimli eseri Türk edebiyatında Batılı anlamda yazılan ilk günlük örneğidir. Nigâr Hanım'ın "Hayatımın Hikâyesi" de ilk günlüklerimiz arasında yer alır.

Günlük türünde Türk edebiyatında öne çıkan en önemli yazar şüphesiz Nurullah Ataç'tır. Nurullah Ataç'ın bir gazetede günlük yazılarının çıkmasıyla günlük türü büyük önem kazanır. Nurullah Ataç yazılarının başlığını "Günce" olarak koyar ve bu deyişi edebiyat tarihimize kazandırır. Oğuz Atay ve Cemal Süreya da günlük türünde önemli işler başarmışlardır.

Türk edebiyatında önemli günlükler ve yazarları:
  • Nurullah Ataç: Günce, Gazi Günlüğü, Uçuş Günlüğü, Avusturya Günlüğü
  • Oktay Akbal: Geçmişin Kuşları, Anılarda Görmek, Yeryüzü Korkusu
  • Salah Birsel: Günlük, Kuşları Örtünmek, Bay sessizlik, Aynalar Günlüğü, Nezleli Karga, Yaşlılık Günlüğü
  • Ömer Seyfettin: Ruzname
  • Falih Rıfkı Atay: Yolculuk Defteri
  • Refik Ahmet Altınay: Kafkas Yollarında
  • Tomris Uyar: Sesler, Gündökümü, Günlerin Tortusu, Yüzler, Sokaklar
  • Oğuz Atay: Günlük
  • Cemal Süreya: Günler
  • Nihat Erim: Günlükler
  • Fevzi Çakmak: Mareşal ve Günlükleri
  • Hilmi Yavuz: Geçmiş Yaz Defterleri
  • Cahit Zarifoğlu: Yaşamak
  • İlhan Berk: El Yazılarına Vuruyor Güneş
  • Adalet Ağaoğlu: Damla Damla Günler
  • Oktay Akbal: Anılarda Görmek, Geçmişin Kuşları ve Yeryüzü Korkusu

Günlük (Günce) ile Anı (Hatıra) Farkı


Günlük ile anı türünün farkını Andre Gide "Günlüğün anıdan tek farkı, günü gününe tutulmuş olmasıdır." sözüyle dile getirir. Anı da günlük de kişilerin başından geçen gerçek yaşantının ürünleridir. Anı yaşandıktan sonra kaleme alınır; günlük ise adından anlaşıldığı üzere günü gününe yani yaşanırken kaleme alınan bir türdür. Dolayısıyla anı geçmişle ilgiliyken; günlük, içinde yaşanılan zamana yöneliktir. Anılar, öznel nitelikler içerse de daha somut ve nesnel özellik taşır. Günlükte ise öznellik ön plandadır. Önemli bir fark da günlük (günce) türünün anı (hatıra) türüne göre daha kısa olmasıdır.

Niçin Günlük Yazılır?


  • Bir günlük yaşam içinde görülen, duyulan, işitilen ilginç olayları, izlenimleri kalıcı kılmak amacıyla günlük yazılır. Genç kuşakların yetişmesinde, eğitiminde bir araç olarak önem taşır.
  • Günlük tutmak, öğrenciler için yazma becerilerini geliştirmek ya da pratik yapmak için mükemmel bir yoldur.
  • Okullarda günlük yazdırmanın amacı, öğrencilerin günlük yaşamlarını yazıyla değerlendirmelerini sağlamak, onlara yazma alışkanlığı kazandırmaktır.
  • Günlük yazmaya alışkın bir öğrenciden gelecekte büyük bir şair, yazar doğabilir. Günlükler, yarının usta kalemlerini yetiştiren en yararlı kompozisyon türlerinden sayılır.

Nasıl Yazılır?


  • Tarih atılır.
  • Konuşma diline yakın bir anlatım kullanılır.
  • Anlatımların, söyleşi diliyle yalın, açık, içten, kişisel bir özgünlük taşıması gerekir.
  • Genellikle tek paragraftan oluşur.

Ne Sağlar?

  • Bir günlük yaşantının değerlendirilmesini sağlar.
  • Yazanın kişiliğini, ruhsal yapısını, görüşlerini ortaya koyar.
  • Geçmişe ışık tutar.
  • Biyografi yazarlarına kaynaklık eder.
  • Hem öğretmene hem de öğrenciye geri bildirim sağlar.

-derlemedir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

13 Ocak 2017 / Demir YumruK X-Sözlük
12 Ocak 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
13 Aralık 2012 / Misafir Cevaplanmış
30 Ekim 2015 / racooss Taslak Konular