Arama

Nedir Bu Edebiyat? - Sayfa 2

Güncelleme: 8 Temmuz 2011 Gösterim: 81.664 Cevap: 13
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Mayıs 2008       Mesaj #11
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Edebiyatın Tanımı
Okuyanlara estetik (sanatsal) bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış, ya da böyle bir amacı olmasa bile biçimsel ve içeriksel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı eserlere edebiyat denir. Edebiyat bir anlatım biçimidir. Düşünce ve duyguları güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanabilir. Herhangi bir metnin edebiyat eseri sayılabilmesi için sanatsal değerler taşıması gerekir. Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için onun, dilden, konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını ortaya koymak gereklidir.

Sponsorlu Bağlantılar
Konuşma ve düzyazı dilinde, dil bir araç, sözcükleri kullanmakla girişilmiş, belli bir amaca dönük eylemdir. Doğruyu araştırma, ortaya koyma, başkalarına iletme aracıdır. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler görevini yaptıktan sonra işe yaramaz hale gelir. Önemli olan meydana getireceği sonuçlardır. Sonuç yani amaç, onu okuyan, ya da dinleyendeki değişimdir. Düşüncemizi dile getiren sözcükleri nasıl biçimlendirdiğimizi unuturuz. Onlar aracılığı ile düşüncemizi ilettiğimiz kişi de onların nasıl biçimlendirildiğine dikkat etmez. Unutur. Dil, bizi doğrudan doğruya öteki insanlarla yada eşya ve düşüncelerle karşı karşıya getirir. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler saydamdır. Uçarıdır. Aradan kaybolur gider.

Oysa şiir ve edebiyatta bunların tam tersi oluşmaktadır. Şiir ve edebiyatta dil bir araç değil, biraz amaçtır. Şiir ve edebiyatta dil, sözcükler, cümleler ve biçimler nesnel (objektif) hale gelirler, şeyleşirler. İnsanla öteki insanların, eşyanın ve düşüncelerin arasına girip saydamlaşmaz şiir. Uçarı hale gelmez konuşma ve düzyazı da olduğu gibi. Tam tersine, karşımıza çıkar. Resim gibi, heykel, müzik, yapı gibi (eşya) değeri kazanır.
Şair cümle kurmaz, bir nesne meydana getirir. Sözcüklerle, güzel, unutulmaz biçimler yaratır. Sözcüklerin bir araya özel biçimler altında getirilişinde derin eğilimler dürtüsü vardır. Şair, dilde olduğu gibi sözcüklerden yararlanmaz. Onlara yararlı olur. Renk, ses, hacim gibi onları şeyleştirir, kırar, bozar ve yeniden birleştirerek bir şiir dünyası kurar.

Sözlerin ve sözcüklerin nesnelleştirilerek özel işaretler, deyişler, tılsımlı biçimler haline getirilmesi, bunların sihir ve büyü alanında kullanılması, unutulmayan, ezberlenen özel biçimlerle tekrar edilmesi, şiirin doğuşunu hazırlayan en eski etkenlerdir. Bu yönden denilebilir ki, yazı şöyle dursun, tam konuşma dilinin bile gerçekleşmediği, insanın ve insanlığını en eski tarihinde şiir ve şiir dili vardır. Demek ki, edebiyat, dilden önce idi.

Bununla beraber gerçek şiir ve edebiyat yazının bulunup kullanılmasından sonra gelişmiştir. Sanat dışı konularda (politika, hukuk, mektup vb. alanlarda) bile ilk yazılı metinler, edebiyata yakın, destanî, güzellik iddiası ile yüklü oldukça nesnel eserler olmuşlardır.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
1 Ekim 2008       Mesaj #12
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
EDEBİYAT, etkisi ya da güzelliği bakımından değer taşıyan yazılara denir. Ne var ki,bugüne kadar edebiyatın tanımı üzerinde tam bir görüş birliğine varılamamıştır. Edebiyat yapıtları yazıldıkları ülkeye, çağa ve ortama, ayrıca, türlerine göre sınıflandı­rılır. Örneğin, Alman edebiyatı denince Al­manca konuşulan ülkelerin edebiyatı, Ro­mantik edebiyat denince 18. yüzyıl sonuyla 19. yüzyıl başında Avrupa'da ortaya çıkan edebiyat akımı, roman denince de, birbiriyle ilintili bir olaylar zincirinin, belirli bir ortam­da, bir grup insanın davranışlarını etkileyişini dile getiren uzunca, düzyazı biçiminde yazıl­mış yapıtlar akla gelir.

Sponsorlu Bağlantılar
Her ülkenin kendi ulusal edebiyatı vardır. Bunlardan bazıları ayrı maddelerde anlatıl­mıştır. Öbürleri için ilgili ülkelerin maddeleri­ne başvurulabilir. Ayrıca YUNANCA ve LATİNCE maddelerinde de bu konuda bilgi vardır; çünkü bu dillerde yazan yazarların daha sonraki Avrupa edebiyatı üzerinde çok büyük etkileri olmuştur.

AĞIT ALEGORİ
ALMAN EDEBİYATI
AMERİKAN EDEBİYATI
ARAP EDEBİYATI
BİLİMKURGU
ÇOCUK EDEBİYATI
DENEME
DESTAN
DİVAN EDEBİYATI
DÜZYAZI
FABL
FRANSIZ EDEBİYATI
GÜNLÜK
HALK EDEBİYATI
İBRANİ EDEBİYATI

EDEBİYAT-I CEDİDE, Tanzimat'tan sonra ülkemizde her alanda görülen yenileşme ça­basının edebiyat alanına yansıması sonucun­da oluşan bir akımdır. Edebiyat tarihimizde Tanzimat edebiyatı diye adlandırılan dönem­de öykü, roman, oyun gibi edebiyatımızda daha önce örnekleri bulunmayan türlerde yapıtlar verilmeye başlamıştı. "Yeni edebi­yat" anlamına gelen Edebiyat-ı Cedide Akı-mı'nın egemen olduğu 19. yüzyıl sonlarında, özellikle şiirde ve romanda yeni ürünler ortaya çıktı ve edebiyatımızda ikinci büyük yenileşme atılımı oldu

Bu akımı başlatanlar 1895-1901 yılları ara­sında Servet-i Fünun adlı bir dergi çıkardılar, düşüncelerini ve özellikle yeni şiir örneklerini bu dergide yayımladılar. Bu nedenle Edebi-yat-ı Cedide topluluğunun oluşturduğu edebi­yata sonradan Servet-i Fünun edebiyatı adı verilmiştir

Halid Ziya (Uşaklıgil), Süleyman Nesip, Tevfik Fikret, Hüseyin Suat, Ali Ekrem (Bolayır), Cenab Şahabeddin, Süleyman Na­zif, Hüseyin Cahit (Yalçın), Safveti Ziya, Mehmet Rauf, Ahmed Şuayb, Faik Ali (Ozansoy), Hüseyin Siret (Özsever), Celal Sahir (Erozan) bu akımın içinde ürün vermiş şair ve yazarlardır.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
okqn27 - avatarı
okqn27
Ziyaretçi
14 Temmuz 2009       Mesaj #13
okqn27 - avatarı
Ziyaretçi
Okuyanlara estetik (sanatsal) bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış, ya da böyle bir amacı olmasa bile biçimsel ve içeriksel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı eserlere edebiyat denir. Edebiyat bir anlatım biçimidir. Düşünce ve duyguları güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanabilir. Herhangi bir metnin edebiyat eseri sayılabilmesi için sanatsal değerler taşıması gerekir. Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için onun, dilden, konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını ortaya koymak gereklidir.

Konuşma ve düzyazı dilinde, dil bir araç, sözcükleri kullanmakla girişilmiş, belli bir amaca dönük eylemdir. Doğruyu araştırma, ortaya koyma, başkalarına iletme aracıdır. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler görevini yaptıktan sonra işe yaramaz hale gelir. Önemli olan meydana getireceği sonuçlardır. Sonuç yani amaç, onu okuyan, ya da dinleyendeki değişimdir. Düşüncemizi dile getiren sözcükleri nasıl biçimlendirdiğimizi unuturuz. Onlar aracılığı ile düşüncemizi ilettiğimiz kişi de onların nasıl biçimlendirildiğine dikkat etmez. Unutur. Dil, bizi doğrudan doğruya öteki insanlarla yada eşya ve düşüncelerle karşı karşıya getirir. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler saydamdır. Uçarıdır. Aradan kaybolur gider.

Oysa şiir ve edebiyatta bunların tam tersi oluşmaktadır. Şiir ve edebiyatta dil bir araç değil, biraz amaçtır. Şiir ve edebiyatta dil, sözcükler, cümleler ve biçimler nesnel (objektif) hale gelirler, şeyleşirler. İnsanla öteki insanların, eşyanın ve düşüncelerin arasına girip saydamlaşmaz şiir. Uçarı hale gelmez konuşma ve düzyazı da olduğu gibi. Tam tersine, karşımıza çıkar. Resim gibi, heykel, müzik, yapı gibi (eşya) değeri kazanır.
ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
8 Temmuz 2011       Mesaj #14
ener - avatarı
Ziyaretçi
Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs.org

Edebiyat

Arapça "edeb" sözcüğünden türetilen kavram, ilk kez Şinasi tarafından günümüzdeki anlamıyla, bir sanat türünün adı olarak kullanılmıştır. Günümüzde edebiyat kavramı şu anlamlarda kullanılmaktadır:
1) Düşünce, duygu, olay ve imgeleri güzel ve etkili bir biçimde anlatan söz sanatı. 2) Bu sanatın ilkelerini, kurallarını ve bu yolda oluşturulmuş ürünleri inceleyen bilgi dalı.
3) Bir çağda, bir dilde yaratılmış, sözlü ya da yazılı, sanat değeri taşıyan yapıtların bütünü.
4) Herhangi bir bilim dalıyla ilgili yazı ve yapıtların tümü. Türkçede bu anlamda, genellikle literatür sözcüğü kullanılmaktadır.
Ayrıca deyim olarak edebiyat yapmak bir konuda gereksiz, boş,süslü söz söylemek anlamına gelir. Belli başlı edebiyat kuramları ve anlayışları şunlardır: Sanatı bir yansıtma olarak yorumlayanlara göre edebiyat, dünyaya tutulmuş bir aynadır; toplumu, gerçekliği yansıtır. Dolayısıyla da insanı, yaşamı açıklar. Yansıtma kuramını benimseyen kimi düşünürlerse bunu yeterli bulmaz. Edebiyatın eğitici bir nitelik taşıması gerektiğini öne sürerler. Onlara göre edebiyat yapıtı gerçekliği yansıtmakla yetinmemeli, toplumsal ya da siyasal açıdan insanları eğitmeli, bilinçlendirmelidir. Bu görüşlere bağlı olarak bir edebiyat yapıtının değerlendirilmesinde iki ölçüt geçerlidir. Gerçekliğin yansıtılışındaki başarı ve okur ya da toplum üzerindeki etkinin niteliği. Anlatımcılarsa, sanatçının duygularını dile getirmesinin, aktarmasının önemli olduğunu öne sürerler. Burada da okuru eğitme söz konusudur, ama bu, duygusal bir eğitmedir. Böyle olunca, anlatım ve aktarım ile aktarılan duygunun ahlâki açıdan değeri ölçüt olarak kullanılmaktadır. Duygusal etkiyi savunanlar, sanatın, dolayısıyla edebiyatın estetik zevk vermesi gerektiğini söylerler. İşlevi bu olan sanat, onlara göre başka amaçlara hizmet edemez. Üstelik güzel, estetik değer gibi şeyler bizim dışımızda değil, içimizdedir. Bu nedenle de güzellik ölçütleri özneldir. Biçimciler ise edebiyatın asıl işlevinin, estetik yaşantı uyandırmak olduğunu savunurlar. Ama bunu doğuran, yapıtın yapısındaki biçimsel özelliktir. Edebiyat yapıtları çeşitli etkiler uyandırabilirlerse de asıl biçimlerinden dolayı sanat değeri taşırlar. Bu nedenle de ancak yapısal ölçütlerle değerlendirilebilirler.Edebiyatın başlangıcına ilişkin sorular, bizi genelde sanatın başlangıcına götürmektedir. Sanatın doğuşuysa insanın yeryüzünde var oluşuna, ilkel insanın doğayla savaşımına dek uzanmaktadır. Burada doğayı dönüştürmeye yönelik, yaratıcı bir çalışma söz konusudur. Ama insan bununla yetinmez, doğada bulunmayan nesneler yapmaya başlar. Böylece araç yapımıyla karmaşıklaşan çalışma düzeni yeni bir bildirişim sistemini de gerekli kılar ve dil ortaya çıkar. Araştırmacılara göre bu dil, ilk aşamada müzik ve dansla birliktedir. Başka bir deyişle ritmiktir, ezgisel bir vurgu taşır. El-kol hareketleriyle bütünlenir. İşte edebiyatın başlangıcını da bu aşamada aramak gerekmektedir. Çünkü onun anlatım aracı dildir. Toplumsal gelişime bağlı olarak dille birlikte serpilir, türlere ayrılır. Bu nedenle edebiyatın tarihini, yazının bulunuşunu temel alarak sözlü ve yazılı biçiminde ikiye ayırabiliriz. Yalnız bu ayrım, yazının bulunuşundan sonra edebiyatın tek bir çizgide geliştiğini düşündürtmek gibi bir sakıncayı da yanında getirir. Oysa burada yalnızca edebiyatın gelişimindeki bir aşamayı saptamak söz konusudur. Yanılgı, sözlü kavramının yazının bulunuşundan önceki edebiyatla günümüzde de varlığını ve gelişimini sürdüren bir edebiyat türünü kapsamasından gelmektedir. Halk edebiyatı, folklor içinde ele alınan sözlü edebiyat ürünlerininse, edebiyatın günümüzde ulaştığı aşamada gerçek edebiyat olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Genellikle benimsenen, edebiyatın asıl gelişiminin yazıyla başlamış olduğudur. Toplumsal yaşayışın gelişimine koşut olarak tarihsel süreç boyunca edebiyatta da öz ve biçim açısından değişik türlerin doğup geliştiği görülür. Bunlar; anlatım yolu, konu seçimi, güttükleri amaç gibi ayırt edici nitelikleri açısından şiir, destan, öykü, roman, oyun, deneme, eleştiri gibi adlar taşır, kendi içlerinde de çeşitlere ayrılırlar. Yalnız türlerin sınıflanışında da çeşitli düşünceler öne sürüldüğü, şiirin başlı başına bir sanat sayılıp edebiyat dışı tutulduğu görülür. Asıl tür (şiir, öykü, roman, deneme vb.), yardımcı tür (anı, gezi, mektup, günlük, söylev vb.) sınıflaması da bunlar arasındadır. Edebiyatta akım ya da okulların gelişimine bakıldığında, bunların da salt edebiyata özgü olmadığı, genel bir sanat akımı olarak başlayıp geliştikleri görülür. Üstelik hemen hepsi genelde doğdukları çağın toplumsal yapısının bu yapıya bağlı düşünüş biçiminin, ideolojinin ürünüdürler. Çağın felsefesinin sanat üzerindeki etkisi, akım olarak ortaya çıkar ve bütün sanat türlerinde ortak özellikler çevresinde gelişir. Belli başlı akımlar arasında klasisizm, coşumculuk (romantizm), gerçekçilik (realizm), doğalcılık (natüralizm), simgecilik (sembolizm), gerçeküstücülük (sürrealizm) sayılabilir. Ayrıca yine akım sözcüğüyle yinelenen ve daha çok, bir ulusun sanatçılarının değişik arayışlarının yol açtığı kümelenmeler biçiminde ortaya çıkan eğilimler genel olarak sayılan akımlar içinde yer alan, özel olarak da her ulusun kendine özgü koşulları içinde ayrıntıları değişen, o ulusun kültürüyle biçimlenen sanat tutumları olarak belirir.

Benzer Konular

13 Şubat 2013 / Misafir Edebiyat
26 Aralık 2011 / Misafir Soru-Cevap
30 Eylül 2013 / Misafir Soru-Cevap
4 Aralık 2011 / qronık seker Soru-Cevap
4 Ekim 2013 / Misafir Cevaplanmış