SİVİL EĞİTİM VE SİVİL EĞİTİMİN BATILILAŞMASI-2
5.6. Mesleki ve Teknik Öğretim
Türk eğitim tarihinde meslekî eğtimi iki aşamada incelemkek lâzımdır. Birinci aşamada, sanayi devrimine kadar -bütün dünyada olduğu gibi- Türk toplumunda da geçerli olan, el sanatlarına ve toplumun genel ihtiyaçlarına ilişkin meslekî eğitim; ikinci aşamada ise sanayi devriminin getirdiği şartlara uygun olarak yapılan teknik eğitim. İlk aşamadaki meslekî ve teknik eğitimin, Türk eğitim tarihinde iki büyük kurumu vardır: Ahi ocakları ve Enderun mektebi.
5.6.1. Ahi Ocakları
Ahiler, "kardeşler" demektir. Avrupa'nın "frere"lerine ve silâhlı bir kuvvetleri olmaları dolayısıyla şövalyelerine de benzerler. Ahiler, "frere"ler gibi, örgün eğitim kurumları kurmuşlardır. O zaman bu fonksiyonu görecek medrese, küttap, dârülhadis, dârülkurra v.s. gibi kurumlar çok yaygın olduğundan, bunlar mesleki eğitim ve yardımlaşma kurumları kumaya yönelmişlerdir. Kurdukları kurumlarda avcılık, kasaplık gibi birkaç sanat hariç, diğer tüm sanatkâr gençleri toplamaya çalışmışlardır.
Ahilik, aslında Sasani ve Arap kaynaklı bir kurumdur. Ama tarihteki yaygın şekliyle Anadolu Türk toplumlalrı içinde yaygın olarak hüküm sürmüştür. Bu ocaklar Anadolu'nun hemen hemen bütün kentlerindeki sanayi erbabını bir birlik ve kardeşlik içinde yönetmiştir. Onları "Gençler", "Ahiler" "ustalar", "Nakibler" ve "Şeyhler" olarak bir düzen içinde yönetmeyi başarmıştır. Hattâ Anadolu Selçuklu yönetiminin yıkıldığı dönemlerde ve Ankara gibi bazı önemli kentlerde, halkın yönetimini de üzerlerine almışlardır. Tanınmış Arap gezgini İbn Batuta'nın Anadolu'yu gezdiği zamanlarda, Anadolu toplumu üzerindeki Ahi yönetimi etkileri, onun Seyahatnamesinde açık olarak görülür.
Ahiler, zaviyeler biçiminde örgütlenmişlerdir. Her zaviyede, seçimle işbaşına gelmiş bir şeyh, çeşitli işleri gören imam, müdderris, hatip, silâh tamircisi, hatat, sakkaş gibi görevliler vardı. Zaviyelerdeki (Ahi Ocağındaki) herkesin bir hiyerarşik yeri vardı. Bunlar 9 kademe halinde dizilirlerdi. İlk kademe, "yiğit"lerdi. Ondan sonra gelen 6 kademe ahilerdi (ilk üçü "ashab-ı tarik", kalan üçü de "nakip"ler). 7. mertebede seccade sahibi olmayan "Halife" bulunurdu. 8. "Şeyh", 9. ise "Şeyhü'l-meşayih" idi. Bu kademeler hep sıra ile geçilirdi.
Esas eğitim ilk yiğitlik kademesindeki çırak gençler arasında oluyordu. Her çırak yiğidin 2 yol arkadaşı, bir yol atası, bir üstadı (Sanat Hocası) ve bir de Pîri (ahlâk mürebisi) var idi.
Ahi ocaklarındaki zihniyet, tasavvuf zihniyetinden oldukça farklı idi. Ahiler tam anlamıyla "bu dünya"da yaşıyorlardı. Sofiler gibi halktan uzaklaşmıyorlar, halk içinde yaşıyorlardı. Sofiler gibi "hırka" değil "şalvar" giyiyorlardı. Sırtlarında arkadan bir elbise ve başlarında beyaz yün külâhlar vardı. İpekten elbise giymeleri yasak idi. Altın, yüzük gibi süs eşyaları; kızıl ve sarı renkler yasaktı. Yeşil, gök, ak ve sarı renkler makbuldü. Kara renk, ahilik payesine ermeyenlere, beyaz renk erbab-ı kalem ve hafızlara yeşil renk de müdderris, kadı ve şeyhlere has idi. Ahi zaviyelerine girebilmek için, temiz ve doğru olduğuna dair bir üstadın (Usta) çırağı hakkında şahitlik etmesi ve hattâ onu önermesi gerekiyordu; ustanın önermediği ve ustası belli olmayanlar Ahi ocağına alınmazdı.
Gençlerin sanat eğitimleri üstadların iş atelyelerinde yapılırdı. Ocaklarında ise daha ziyade duygusal, edebî ve sosyal bir eğitim yapılırdı.
Her ahi ocağında "muallim-i ahi" veya "Pîr" denilen eğiticiler vardı. Orada yapılan eğitim de iki kısma ayrılırdı.
1. Şifahi (sözlü) eğitim: Fütüvvetname, Tilâvet-i Kur'ân, tabahat, raks, teganni ve musiki, tarih ve terâcim-i ahval, tasavuf, Türkçe, Arapça, Farsça, Edebiyat gibi dersler verilirdi.
2. Seyfî Eğitim: Kılıç ve silah eğitimi.
Birinci kısım eğitim, bütün ahiler tarafından, okuyarak, dinleyerek ve muallim ve ahi kardeşlerle yaşayarak yapılmaktaydı. Seyfî eğitimin yapılabilmesi için de üç şart var idi: "Ahi görmek", "Şeyh görmek", "Genç bir adamı talim ve terbiye etmiş olmak".
Ahi mualliminin görevleri şunlardır: Namazı tüm şartları ve ayrıntıları ile öğretmek, insanlık adabını öğretmek.
Ocak eğitimi yalnız kitabî değildi. Medreseden önemli farklarından biri bu idi. Medreseler genellikle aklî ilimlerle uğraştıkları halde, ocaklardaki eğitim inaanlık ve toplum ülkülerine dayanıyordu. Genellikle ahlâkî ilkeler üzerinde duruluyor; rakslarla şarkı ve ilâhilerle bu kuvvetler diriliyordu. Öğretim dışı saatlerde, medreselerdeki gibi müderris ve talebe ilişkileri kesik değildi, sürekli beraber ve ilişki içinde idiler. Bu ilişkiler genellikle sohbet biçiminde sürdürülürdü. Burada ahlâkî ve tasavvufî hikâyeler, lâtifeler, sergüzeştler, hadîsler v.s. anlatılırdı.
Öğrencilerin görevleri:
Fütüvvetnamede okunan maddelerin 124'üne uymak,
Ahisinin tüm sözlerini kabul etmek,
Mal ve canını ahisinin hizmetine vermek,
Hüner ve sanatı olmak,
Her hafta elbisesini yıkamak, temiz çamaşır giymek,
Ahiden çırak almak, ahiye saçını kestirmek, alın yoldurmak,
Ocak namına belini bağlamak,
Güzel ahlâkıyla kendini kent halkına tanıtmak,
Kadı katında er aşkına çırağ yakmak ve ekmek yedirmek.
Ahi gelenekleri arasında "kuşak bağlama" (daha sonra önlük bağlama) çok önemli idi. Bu kuşağın yedi adı, yedi bağlaması, yedi açması, yedi dolaması vs. vardır. Her ocağın, her mesleğin ayrı ayrı kuşak gelenek ve biçimleri vardı. Ayrıca bunun arkasında da bazı ahlâkî ve tasavvufî ilkeler vardı.
Ahilik ilkelerini içeren 740 maddelik Fütüvvetnamenin bir ahi Şeyhi tarafından tam olarak bilinmesi gerekti. Ocağa yeni giren gençlerden, bunların 124 tanesini bilmesi isteniyordu. Kademeler yükseldikçe bu ilkelerin sayısını yükseltmeleri gerekti. Bu ilkeler günlük hayat ve davranışlar konusunda oluyordu. Meselâ sofra adabı konusunda 24 madde vardı, su içmenin 2, söz söylemenin 4, evden sokağa çıkmanın 4, yolda yürümenin 8 vs. Ahi ocaklarında dans ve müzik eğitiminin de önemli bir yeri vardı
"Ahi baba" adlı bir şeyhin yönettiği Ahi zaviyesi, genellikle Fütüvvet erbabının bir klübü, bir toplantı yeri mahiyetindeydi. Ama aynı zamanda garipler için bir misafirhane, iktisadî yönden bir Lonca merkezi, seyfî eğitim de düşünülürse bir spor klübü idi.
Ahi ocaklarına alınmamaları gereken kişi ve gruplar şunlardır: müşrik, kâfir, mümeccim, şarap içen, halkın ayıbını gören tellâk, yalan söyleyen tellâl, kasap, cerrah, avcı, vefarız, zâlim, hırsız, madrabaz vs. Ayrıca şarap içen, zina yapan, yalan söyleyen, kovuculuk ve hile yapan vs. de fütüvvetten düşerdi.
Füttüvvetnamelerde 9 derece olarak geçen ahi ocaklarındaki eğitim, şu şekilde sıralanmaktadır.
1. Nâzil: Ocağa ustalarıyla yeni gelmiş kişi. Henüz erkana girmemiş.
2. Nîm-tarik: Üstadı, pîri (yol atası) ve ikiyol (tarikat)kardeşi olan kişiler.
3. Müfredi veya meyan-beste: Nasibi verilmiş, şedd (kuşak) bağlanmış, helvası pişirilmiş kişiler.
4. Beşariş: Fütüvvet ehlini terbiye edenler.
5. Nakib: Tarikatın ve ocağın iç yöntemini ayarlayan, törenlerde sağa sola koşuşturan.
6. Nakibü'n-Nikâb: Ocağın erkânını iyice bilen, törenleri düzenleyen kişi.
7. Halife: Şeyhin yardımcısı; onun yerine geçecek kişi.
8. Şeyh: Sanat erbabı içinde seccade sahibi. Kendisine has bir tayfası bulunan.
9. Şeyhü'ş-Şüyûh: Bir sanat alanındaki şeyhlerin şeyhi.
Ekonomi tarihimizde rastlanılan esnaf zümrelerinden her biri, kendi mesleklerinde İslâm tarihinin tanınmış ulularından veya uydurma bir kişiyi pîr olarak tanırlardı. Fütüvvetname, onun adına yazılır, ahi ocağındaki törenler, çırak yetiştirme ve dükkan açıp kapamadaki törenler onun adıyla yapılırdı. Evliya Çelebi bu esnaf zümrelerinin sayısını 480'e kadar çıkarmakdadır.
Ahi ocaklarında yapılan törenler de, hemen hemen her yörede ve her meslekte aynı idi. Aradaki farklar çok küçük ve şeklî idi. Bu törenlerin ana durumları şöyle özetlenebilir: Bir sanata giren genç usta ve kalfaların yanında çıraklık ve kalfalık kademelerini başarı ile bitirince ustalığa yükselir ve dükkanı açma hakkı kazanırdı. Ancak bu, büyük törenlerle olurdu. Bu çırak çıkarma törenlerinde, o esnaf zümresinin şeyhi yeni ustaya peştemal kuşatır, kuşak bağlardı. Törene o esnaf zümresinin şeyhi, nakibi, duacısı, yiğit başı vs. ve halkdan büyük bir topluluk katılırdı.
Her esnaf grubunun bir yardımlaşma sandığı olur, olağanüstü zamanlarda bu sandıktan esnafa faizsiz kredi verilirdi.
Gerek bu çırak çıkarma törenlerinde gerekse ahi ocağındaki yükselme törenlerinde şu erkâna uyulurdu:
Şalvar giydirmek, şedd (kuşak) bağlamak. Fütüvvet yoluna girmiş kişi başarı gösterirse önce beline kuşak kuşatılır. Sonraki gelişmeler sonucunda da şalvar giydirilir: Diğer tasavvufî mezheplerde tac, tıraş, hırka gibi alâmetler vardır. Ahiliğin esası iffettir. Ahi törenlerinde şerbet değil, tuzlu su içilirdi. Su temizlik, tuz olgunluk gösterir. Daha sonra sofra kurulur, helva pişirilir. Bu törenler sırasında o kişinin yol atası, yol kardeşleri de belirlenirdi. Ahi ocağına girmiş kişinin giydiği şalvar, yol atasının şalvarıdır ve uçkurunu da atası bağlar. Her meslek grubunun ayrı kuşak bağlama biçimi vardır.
Ahilik örgütü şiî kökenli, alevilik ve bektaşilik esaslarıyla ve inançlarıyla karışmıştır. Ancak Osmanlı-Safavî çatışmalarından sonra çoğu yerlerde inanç yönleri kaybolmuş, yalnız bir esnaf örgütü biçimine gelmiş, bazı yerlerde de sünnî özellikler kazanmıştır.
5.6.2. Meslekî ve Teknik Öğretimde Batılılaşma
Ahi-esnaf örgütü toplumdaki etkisini zamanla yitirdikten sonra, ülkede meslekî yönden bir karışıklık olmasını önlemek için, 1727'den itibaren "Gedik" usulü uygulanmaya başlanmıştır. Buna göre bir kişi çıraklık- kalfalık kademelerini geçip usta olmadıkça dükkan açamazdı. Ayırca bir yerde ihtiyaçtan fazla dükkan açılmasına, usta olsa bile- izin verilmezdi. Gedik, araç ve gereçleriyle bir dükkan açma hakkı oluyordu. Bir usta öldüğü zaman, dükkanıyla beraber onun "gediği" de satılıyordu. Uzun süre devam eden bu gedik usulünde de meslekî öğretim dereceleri olan çıraklık, kalfalık ve ustalık arasında saygı ve sevgiye dayanan kuvvetli bir disiplin vardı. Kalfalığa ve özellikle ustalığa yükselme sınavları, Ahi örgütünde olduğu gibi, büyük ve görkemli törenlerle yapılırdı. Uzun süre bu şekilde bir örgütle Osmanlı meslekî eğitimi ve düzeni, bir kargaşa içine düşürülmeden sürdürülmeye çalışıldı.
Ama Büyük Fransız Devrimi ile, Avrupa'nın lonca örgütü ve meslekî-ticarî gelenekleri özellikle 1840'lardan sonra hızla yıkılmaya başladı. Tekniğin üretime uygulanması bir sanayi devrimi yarattı. Tüm dünyanın sosyal ve ekonomik hayatını değiştiren bu devrim, Osmanlı Devletini çok kötü bir biçimde etkiledi. Daha önceki dönemlerde ticaret, gümrük vs. alanlarda Avrupalılara verilen kapitulasyonlar, esas etkisini bu dönemde göstermeye başladı. Fabrika ürünü Avrupa malları gümrüksüz olarak Osmanlı pazarlarını doldurunca, ülkede yerli mallar ve el sanatları hızla ölmeye başladı. Devlet gedik ve tekel usulünü kaldırmasına rağmen, yabancı mallara karşı yerli üretim yenik düştü. Ticaretin ana kaynağı Avrupa'ya dayandığından, bu işin Türkiye'deki yöneticileri Avrupalılar ve müslüman olmayan Osmanlı vatandaşları oldu.
Avrupa'daki gelişmelere uyarak, Türkiye'de de bazı sanayileşme çalışmalarına girişilmek istenildi: Dokuma ve gıda alanlarında üretim yapacak bazı fabrikalar kuruldu. Gerek devletin gerekse özel sektörün kurduğu fabrikalar, yabancıların rekabetlerine dayanamayarak iflas ettiler. Ancak ordunun ihtiyaçlarını karşılayan askerî malzeme fabrikaları alanın öneminden ve dış rekabetten uzak olduğu için, iflas etmeden yaşayabildi.
Önceleri bazı el mahareti olan askerleri pratik bir biçimde yetiştirerek yürütülmeye çalışılan askerî fabrikalar için eleman yetiştirmek amacıyla, -daha sonra oldukça örgün bir meslekî eğitim veren- "idadi-i sanayi alayları" kuruldu. İhtiyat sınıfı, idadi sınıfları ve sanayi sınıfları biçimindeki örgütüyle 3+5+5=13 yıllık bir eğitim veren bu kurum, 1907 yılında "İmalat-ı Harbiye Nazari Mektebi", 1921 yılında da "Askerî Fabrikalar Müdür-i Umumiyesi Usta Mektebi" olarak çalışmalarına devam etti.
Bu arada, özellikle Tanzimattan sonra, esnaf örgütünü düzeltmek ve yabancı mallarla rekabet etmek için çeşitli önlemler alındı. 1839-1864 yılları arasında yerli sanayii korumak ve meslekî eğitimi kurmak için "Islâh-ı Sanayi Komisyonu" kuruldu. Çeşitli sergiler açıldı. Ama tehlikeli durumdan kurtaracak somut gelişmeler olmadı.
Bu arada Osmanlı Devleti'nin Niş Valisi olan Mithat Paşa'nın 1861 yılında Niş'teki müslüman ve hıristiyan kimsesiz çocukları toplayarak "Islâhhane" adıyla sanat öğreten bir hayır kurumunu meydana getirdiğini görüyoruz. Mithat Paşa daha sonra aynı tip kurumları başka yerlerde de açtı. Bunun sonucunda özellikle çuha dokuması çok gelişti. Bu örnek girişimler, başka valilerin de dikkatini çekti. Vilayetlerde "Islahhane komisyonları" kuruldu. Halep, Trablusgarp, Diyarbakır, Kastamonu, İzmir, Konya vs. vilayetlerde, valilerin ve hayırsever yurttaşların girişimleriyle Islâhhaneler kuruldu.
Mithat Paşa daha sonra Şûrayı Devlet üyeliğine atanması dolayısıyla İstanbul'a geldiğinde, gene Islahhane tipi okullar kurulması konusunda çalıştı, yönetmelik hazırladı. Gerçekten de, l868 yılında İstanbul Sanayi Mektebi'ni kurdurdu. Islahhanelerin harcamaları vakıfvari çeşitli kaynaklardan karşılanıyordu. Sanayi mektebinin de öyle oldu. Bu okullarda çocuklara terzilik, kunduracılık, debbağlık, mürettiplik, arabacılık, külâhçılık, dokumacılık vs. gibi sanatlarla alfabe, yazı, Kurân, İlmihal, basit hesap ve defter tutma gibi bilgiler de veriliyordu.
Taşradaki Islâhhaneler 1885'ten itibaren "Mekteb-i Sanayi" adını almaya başladılar. Yönetmeliği, öğretim süresi vs. belirlendi. Taşra sanayi okulları bütün vilâyet merkezlerine ve hattâ sancak merkezlerine kadar yayıldı. Yerel yönetimlere bağlı olan bu okullar, verimli bir çalışma yapamadılar. II. Meşrutitten sonra hepten gözden düşüp dağılmaya başladılar. 1911 yılında ticaret ve Nafia Nezareti'ne bağlanarak merkezi bir yönetime kavuşmuşsa da, daha sonraki gelen savaş yılları, bu okulun gelişmesini hepten köstekledi.
İstanbul Sanayi Mektebi ise Orman, Maden, Ziraat Nezaretine bağlı olduğundan biraz daha derli toplu idi. Ancak öğrenciler gerek öğretim sırasında gerekse öğretimiden sonra bu alandan uzaklaşıyorlardı. Bu okulun düzeltilmesi için üst yönetim sırasında birçok çalışmalar yapıldı. Yabancı uzmanlar getirildi, yabancı ülkelerdeki sanat okulları inceletildi. Bu okul, taşra sanayi okullarının bir yüksek kurumu olmaya çalışıyordu. Bu okullardaki öğrencilerin başka okullara geçmelerini önlemek için bazı çekicilikler getirildi. Tesfiye, demir, oyma, torna, marangoz ve döküm bölümleri ile öğretim yapan bu okul, savaş yıllarında da çalışmalarını sürdürdü.
Sanayi okullarının Birinci Dünya Savaşı sırasında çoğu kapandı. Cumhuriyet dönemine kadar ancak Edirne, İstanbul, Adana, Ankara, Bursa, Sivas, Kastamonu, Konya ve Bolu sanayi okulları güçbelâ yaşayabildi. Cumhurietten sonra sanayi okulları sanat okulları haline getirildi.
Eğitim tarihimişde ilk kız sanayi mektebini (Islahhane) kurma şerefi de Mithat Paşa'ya aittir. 1865 yılında Ordunun Rusçuk'ta kurduğu kumaş fabrikasında çalışmaya hazırlamak için öksüz ve yoksul kız çocuklarının toplayarak bir eğitim merkezi kurdu. Daha sonra gene orduya sargı bezi hazırlamak ve çamaşır diktirmek amacıyla İstanbul Yedikule'de ikinci bir kız sanayi mektebi kuruldu (1869). Bu okulların esas gayesinin meslekî eğitim olmadığı açıktı. Bu bakımdan programlı, örgütlü bir okul olup olmadığını da bilmiyoruz. Esasen bunlar ordunun girişimleriyle kurulmuş kurumlardı.
Maarif Nezareti'nin kadınların meslekî eğitimlerine ancak 1879 yılında, İstanbul içinde bazı okullar kurarak başladığı görülüyor. Daha sonra "kız sanayi mektebi" adını alacak bu kurumların öğretim süreleri beş yıl idi. İptidai ve rüşdî öğretim kademelerini içeren okul bir yandan normal okul programlarını uyguluyor; diğer yandan da atelyelere dikiş, örgü, dokuma, işleme, resim, çiçek vs. gibi uygulamalar yapıyorlardı. II. Meşrutiyet sırasında bazı düzeltme çalışmaları dolayısıyla kapatıldı. Daha sonra yeniden kuruldu ve 9 yıl üzerinden öğretim pargramı düzenlendi. Ama savaş yıllarında verimli bir çalışma yapılamadı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Kız Hayat Mektepleri, Çiçekçilik, Sepetçilik Mektebi vs. gibi bazı denemelerde bulunuldu. 1927 yılından itibaren de kız sanat okulları, kız enstitüleri, kız olgunlaşma enstitüleri ve kız teknik öğretmen okulları gibi kurumlarla çok örgün bir kız eğitimi uygulanmaya başlandı.
Eğitim tarihimizde yabancı ülkeler ve bazı Türk özel dernekleri tarafınden bazı özel kız sanayi okulları da kurulmuştur.
5.6.3. Ticaret okulları
Anadolu toprakları tarihin ilk dönemlerinen beri dünyanın en hareketli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Ancak Osmanlılar Anadoluya egemen olduğunda yapılan çeşitli anlaşmalarla (kapitülasyon), ticarî çalışmaları tamamen yabancı tüccarların elinde verdiler. Kapitalizmin sömürücülük aşamasına gelinceye kadar yavaş yavaş işleyen bu ticari faaliyetlerin pek etkisi görülmedi. Ancak XIX. yüzyılda tarihin akışına tamamen ekonomi ve ticaret egemen olunca, Devlet kendi yuttaşlarından da tüccar olanak faydalanmak istedi. Fakat Türklerin Avrupa dillerini bilmemesi ve ulusların ticarete çok yabancı kalmaları Anadolu'daki Rum ve Ermeni unsurların iç ticareti tamamen ele geçirmelerine neden oldu. Osmanlı yönetiminin, dış borçlar sonucu iyice bunaldığı sıralarda bir ticaret okulu kurulması için çeşitli çalışmalar yapıldı. 1860, 1880, 1881 yıllarında okulun kuruluşunu gerçekleştiremeyen bazı girişilerde bulunuldu; ancak 1881 yılında yapılan girişimde Ticaret Bakanlığına bağlı bir Ticaret Okulu kurulmak istenildi. Fakat gene başarılamadı. En sonunda, 1883 yılında "Hamidiye Ticaret Mekteb-i Alisi" adıyla bir ticaret okulu kuruldu. İki yıl öğretim süreli bu okula, aklî bir program yapılamadığından öğretim yürümedi ve okul kapandı. 1894 yılında üç yıllık bir yüksek okul olarak tekrar açıldı. II. Meşrûtiyetten sonra da kadrolu öğretmenleri olan ve tam gün öğretim yapılan bir kurum haline getirildi.
Okul, o zamanki Rum, Ermeni ve İngiltere, İtalya, Rusya ve Avusturya devletlerinin ticaret okullarından çok aşağıda bir öğretim yapıyordu. Yabancı devletler, kendi ticaret okullarından da diploma sağladıkları için, bu çok büyük bir çekicilik kazandırıyordu.
Osmanlılar döneminde başka bir örgüt olan Osmanlı Deniz Ticaretini Genişletme Derneği (Tevsi-i Ticaret-i Bahriye-i Osmaniye Cemiyeti), özel olarak kaptan ve çarkçılar yetiştiren dört yıl öğretim süreli bir "Millî Kaputan ve Çarkçı Mektebi" açmıştı. (1910)
Cumhuriyet döneminin başlarında ise, ticaret öğretimine hemen hemen sıfırdan başlanılmıştır. İlk önce Ankara, Trabzon, Samsun, Adana gibi merkezlerde Ticaret Ortaokulları kurulmuş, daha sonra bu ticaret okullarına lise sınıfları eklenerek "Ticaret Lisesi" oluşturulmuştur. Sayıları 40 civarında olan bu liselerde ticaret bankacılık, sigortacılık, ulaşım vs. gibi alanlarda uzman yetiştirilmektedir. Gene Cumhuriyet döneminde ticari alanda faaliyet gösteren öğretim kurumları olarak Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen okulları ile İktisadi ve Ticari ilimler Akademileri gösterilebilinir.
5.6.3. Tarım okulları
Türkiye bir tarım ülkesi olmasına rağmen bu alandaki okulların kuruluşları oldukça geç olmuştur. 1886-1889 yılları arasında kurulduğu tahmin edilen İstanbul Halkalı Ziraat Mektebi, genellikle bakanlık mensuplarının ders verdiği bir okuldu ve mezunları da Ziraat Nezaretinin merkez ve taşra örgütündeki çeşitli aşamalarda memurluk yapıyorlardı. Tarım eğitiminin yanı sıra ormancılık ve veteriner sınıfları da olan bu okul, bir ara yüksek okul durumuna getirilmesine rağmen pek verimli bir hizmeti olmadı
5.6.3.1. Ziraat Ameliyat mektepleri
Çiftlik yönetimini bilen çiftçi ve kâhyalar yetiştirmek amacıyla, Ziraat Bakanlığı tarafından kuruluyordu. 15-20 yaşları arasındaki rüşdiye çıkışlı öğrencilere 3 yıllık bir eğitim veriliyordu. XX. yüzyıl başlarında çok şeyler beklenilerek ülkenin 12 yerinde kurulan bu okullar, beklenilen sonucu veremedi. Okullar verimli bir çalışma yapamadığı gibi, beklenilenin dışında buradan mevzun olanlar da memur olmaktan kurtulamadılar. Ziraat Ameliyat mektepleri çıkışlıların girebileceği ve her zirai bölgede bir tane açılması düşünülen Bölge Yüksek Ziraat okullarından (Mıntıka Ticaret Mekteb-i Alisi) yelnızca Selânik'te açılabildi (1911).
Büyük çiftlikleri yönetebilecek tarım ilmini iyi bilen kişiler ve tarım okulları öğretmeni yetiştirmeyi amaçlayan bir yıl öğretim süreli bu Okul, Balkan Savaşı sırasında Selânik'in Yunanlılar eline geçmesi ile kapandı ve Anadoluda da yenisi kurulmadı.
5.6.3.2. Çiftlik mektepleri
Türkçe okuma yazma bilen, yeni tarım usullerini öğrenmiş, kendi tarlasına ekip biçmeye muktedir, çiftçi yazıcı ve subaşı yetiştirmek amacıyla yatılı olarak açılıyordu. Öğretim süresi, yörelere göre iki-üç yıl olarak değişiyordu. Okullardan çıkışta, çıkış belgesinin yanısıra uygulama çiftliklerinde çalışma karşılığı bir miktar sermaye de veriliyordu. 1910 yılından sonra Siroz, Hama, Antalya, Halep vs. yerlerde bazı Çiftlik okulları açılmışıtır.
5.6.2.3. Amele mektepleri
Tarımsal alanda araçların bakımı, bitki ve hayvan hastalıkları ve çareleri konusunda yetişmiş işçi yetiştirmek amacıyla, iki yıl öğretim süreli okullar olarak kuruluyordu. II. Meşrutiyet döneminde bazı yerlerdeki "Numune tarlaları" da amele okulu haline getirilmişti. Çiftlikler içinde genellikle uygulamaya dayalı bir eğitim yapılıyordu.
5.6.2.4. Bahçıvanlık mektepleri
Bahçıvanlığın yanısıra bağılık, meyve ağaçları, şarapçılık, konservecilik alanlarını da içine alan ve değişik adlarla kurulmuş bazı okullar olmuştur. Ancak bunlar verimli bir çalışma yapamamışlardır.
5.6.2.5. Dârülharirler (İpekçilik Okulları)
İpekçiliği fenni bir şekilde öğretmek amacıyla kurulan bu okulların en eskisi, 1887 yılında Bursa'da kurulmuştur. Daha sonra ülkenin 5-6 yerinde açılan bu okullar oldukça başarılı çalışmalar da yapmışlardır. Bunlardan başka Ziraat Nezaretinin kurmayı tasarladığı Tavukçuluk, Aşçılık, Balıkçılık vs. gibi okullar dizisinden ancak sütçülük okulları gerçekleştirilmiştir. Beş merkezde Sütçülük okulları kurulmuş, ayrıca "Seyyar Sütçültik okullları" kurmak için Avusturya'ya öğrenci yollanmış ve âlet ısmarlanmıştır.
5.6.2.6. Ormancılık Okulları
Batılı Devletlerin Osamanlı ormanlarını sömürmeye başlamasından hemen sonra bu durumun önemi anlaşılmış ve ormancılıkla ile ilgili eğitim çalışmaları başlamııştır. İlk önce iki Fransız orman memurunun emrine Bâb-ı Ali Tercüme Odasından bazı kimseleri vererek orman memuru yetiştirilmeye çalışılmıştır. 1868 yılında Ali Paşa'nın Sadraıamlığı sırasında da Osmanlı Devleti, Orman Bakanlığını ve ayrıca bir orman okulunu kurmak için Fransadan uzmanlar istemiştir. Bu isteğe karşı III. Napolyon'un yolladığı altı kişilik bir uzmanlar topluluğu, hem Bakanlığı hem de okulu kurdular. Ancak yetişmiş Türk eleman bulunamadığından okulun öğretmenleri Fransızlar oldu, öğretim dili de Fransızca! Mahmut Nedim Paşa'nın Sadrazamlığı sırasında okuldaki Fransızca öğretim yasaklandı. Fransız uzmanların işlerine de son verildi. Ama bundan sonra okulda normal bir eğitimin yürümesi zor oldu. Ormancılık Okulu 1879'da Maden okulu ile, 1891'de de Halkalı Ziraat Okulu ile birleştirildi. Öyle ki, zamanla Halkalı Ziraat Okulu programı içinde haftada iki saat ormancılık dersi biçimine düştü.
1909 yılında yeni bir Orman okulu kurmak çalışmalara başlanıldı ve bir "Orman Mekteb-i Alisi" kuruldu. İdadi ve dengi okul çıkışlıları yarışma sınavlarıyla alan bu yüksek okul, iki yıl öğretim süreli idi. Okulun öğrenci alınımında ve yönetimindeki çeşitli bozukluklara rağmen az bir öğrenci ile Savaş yıllarına kadar devam ettiği biliniyor.
Ayrıca 1911 yılında orman kurucu ve bekçileri yetiştirmek on ay süreli kurslar biçiminde "Orman Ameliyat Mektepleri" de kuruldu. Buraya 19 yaşını bitirmiş, köylülerin ve orman mülkü olanların çocukları alınıyordu, Eğitim gellikle ormanların korunması ve bakımı üzerine idi. Bunların dışında 1914 ortalarında askeri düzende bir Orman Jandarma Mektebi de açılmıştır. Altı ay süreli bu okul, tamamen orman korucusu yetiştirmeye yönelikti.
5.6.2.7. Veteriner mektepleri
Türkiye'de Askeri Baytar Okulu tâ 1848 de kurulmuş ve normal bir gelişim göstermiştir. Bu okuldan çıkanlar Osmanlı ordusunun süvari birliklerinde uzman kişiler olarak çalışmışlardır. 1895 yılında ise sivil bir Baytar Okulu açılmıştır. O zamana kadar bu alanda ilgili bilgiler Tıbbiyede ve Halkalı Ziraat okulunda dersler bişiminde verilmiştir. 1895 yılında açılan sivil baytar okulu; dört yıl öğretim süreli yatılı bir okuldu. 1910 yılında bir yüksek okul haline getirilmiş ve savaş çıkınca da kapatılmıştır. Ayrıca baytar yardımcısı yetiştirmek amacıyla da 1910 yılında iki yıl öğretim süreli bir okul açılmıştı. Diğer baytarlar tarafından tepkiyle karşılanan bu Okul savaş yıllarına kadar güç te olsa, biraz öğretim yapabilmiştir.
5.6.2.8. Diğer meslek okulları Şimendifercilik okulları
Osmanlılar döneminde, Hicaz demir yolu hariç, ülkedeki tüm demiryolu işletmeleri yabancıların elinde idi. Burada çalışan personel de yabancı veya gayrimüslim olduğu için onlar eğitimlerini Devletin müdahalesi dışında yapıyorlardı. Devletin denetimindeki ilk demiryolu okulu açma tasarıları Hicaz demiryolunun daha iyi işletilmesini sağlamak üzere 1914 başlarında ortaya çıktı. Uşak'ta açılması plânlanan bu okulun projesi epeyce geliştirilmesine rağmen gerçekleştirilemedi. Ama Birinci Dünya Savaşı çıktıktan sonra Devlet ülkedeki İngiliz ve Fransız demiryollarına el koydu, orada çalışan yabancıları kovdu ve İzmir ve Yeşilköy'de iki "Şimendifer Memurları Mektebi" açtı.
Mühendis Mektebi
Türkiye'de ilk askeri okullar "Mühendishane" adıyla açılmıştı. Ancak bunlar "mühendis" değil subay yetiştirmeye yönelik okullardı. Gerçek anlamda kurulan ilk mühendis yetiştirme kurumu ise, 1884'de açılan "Hendese-i Mülkiye Mektebi"dir. Genellikle inşaat mühendisliği üzerinde duran bu okul da askeri bir görünüm arzediyordu. Yönetim bakımından Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn'a bağlı idi. Öğretmenlerin çoğu subaylardan oluşuyordu. Öğrencilerin okula alınması, sınavları askeri okullarla beraber yapılıyordu ve yatılılığı askeri bir düzen içinde idi. 1909 yılına kadar askeri okul statüsünde kalan bu okul daha sonra "Mühendis Mektebi" adını alarak sivil bir yönetime kavuştu. "Turuk ve Maabir Şubesi"nin yanına mimari ve makina mühendisliği şubeleri açılmak istendi; birincisi başarıldı, ikincisi başarılamadı.
Öğretim süresi başlangıçta lise sınıflarıyla beraber yedi yıl olarak düşünülen ve uygulanan bu Okulun, daha sonra lise sınıfları kaldırıldı. Bu Okuldan çıkanlar, Hicaz Demiryolunda çalışıyorlardı. Ayrıca Nafia Bakanlığı Fen memurluklarında ve vilayet mühendisliklerinde de istihdam edilmişlerdir. Merkez binasının yeri ve bağlı olacağı Bakanlık yüzünden sürekli tartışmalara neden olan bu Okul, Balkan Savaşı sırasında büyük tartışmalar ve sarsıntılar geçirdi; Birinci Dünya Savaşı içinde de ortadan kayboldu.
Cumhuriyetten sonra mühendis yetiştirme alanında Yüksek Teknik Okulları, Mühendislik-Mimarlık Akademileri, Fen Ziraat Fakülteleri ve Teknik Üniversiteler çalışma yapmaktadırlar.
Posta ve Telgraf Yüksek Okulu
Eğitim tarihimizde posta ve telgraf işlerinde genellikle Dârüşşafaka çıkışlılar çalışıyordu. O Okulun programlarında da bu istihdam alanına göre bazı ders değişiklikleri de yapılmıştı. Ama bunun dışında da salt bu amaca yönelik bazı okulların açıldığı görülmektedir. 1867 yılında açılan 3 yıl öğretim süreli Telgraf Mektebi, 93 Savaşı sırasında öğrencilerin cepheye gitmesi yüzünden kapanmıştı. Savaştan sonra da yeni bir okul açılmamaış, Darüşşafaka öğrencileri ve Paris Yüksek Telgraf Okuluna gönderilen öğrencilerle durum idare edilmeye çalışılmıştır. 1909 yılından sonra Posta ve Telgraf Nezareti tarafından "Posta ve Telgraf Mektebi Alisi" adıyla bir yüksek okulaçılmış, bu okul Cumhuriyet döneminde de yaşamıştır.
Kadastro Yüksek Okulu
Ülkedeki taşınamaz malların ve özellikle de toprakların yazımı ve haritalarının çıkarılmasında, sahiplerinin belirlenmesinde çalışacak memurları yetiştirmek amacıyla 1911 yılında bir yüksek okul olarak kurulmuştur. Ama aslında ilkokul ve 5 yılık idadi çıkışlıları alan orta dereceli bir okuldu. Hukuk ve Fen şubelerinden oluşuyor, 1 ve 2 yılık bir öğretim yapıyordu. I. Dünya Savaşı çıkınca kapandı.
Kondüktör Mektebi
Mühendislere yardımcı elemanlar yetiştirmek amacıyla 1911 yılında kuruldu. Orta dereceli bir okuldu, daha sonra yüksek okul seviyesine çıkarıldı. Öğretim süresi 2 yıldı. Savaş yıllarında dahi kapanmamıştı. Bunların dışında değişik adlarda kurulmuş ve mesleki ve teknik öğretim kısmına dahil edilebilecek pek çok okul vardır. Belediye Çavuşanı Mektebi, Aşçı ve Garson Mektebi, Polis Okulları, Maliye Yüksek Okulu vs. gibi.
kaynak