Arama

Jean Jacques Rousseau

Güncelleme: 10 Aralık 2015 Gösterim: 31.001 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Jean Jacques Rousseau

Sponsorlu Bağlantılar
Emile (1762)
Fransız ihtilalinin bilgi ve aklını Voltaire biçimlerdiyse, duygusal dünyası da Rousseau imzasını taşıyordu kuşkusuz. Voltaire klasik, Rousseau romantik geleneğin mirasçısıydı ama ikisi de devrime hizmet ettiler ve ne yazık ki ikisi de büyük rol oynadıkları Fransız İhtilali’ni göremeden, 1778’de veda ettiler hayata.
Jean Jacques Rousseau, 28 Haziran 1712’de Cenevre’de doğdu. Protestan bir aileden gelen babası bir saatçiydi. Annesini erken yaşta kaybedince, bütün eğitimini babasından aldı; Fransız ve eski Yunan edebiyatının klasiklerini öğrendi. Ardından -Protestan bir papaz yardımıyla- Latince’yi söktü. Küçük yaşta çalışmak zorunda kaldıysa da özgür bir ruha sahipti Rousseau; çıraklık yaptığı bütün işleri yarım bıraktı, 1728’de ise -16 yaşındaydı o sıralar- Cenevre’den kaçıp İtalya’ya gitti. Burada Katolik mezhebine geçti ve sonradan sevgilisi olan dul bayan Louise Eleanore Warens’in himayesi altına girdi. Maddi açıdan rahatlamıştı artık. Çeşitli işlerde yine sebat göstermeden çalışırken, bulabildiği bütün zamanını bilgisini arttırmakla geçiriyordu. Sosyal, kültürel ve edebi alanların dışında, müzik konusunda da beste yapabilecek ve bir orkestra yönetebilecek düzeye erişmişti Rousseau. Hatta bir nota sistemi bile geliştirdi. Ancak, Bilimler Akademisi’ne sunduğu bu sistem yeteri kadar gelir temin etmedi ona.
Warens’ten ayrılan Rousseau, Paris’e gitti. Kaldığı otelde oda hizmetçisi olan Therese Levasseur’e aşık oldu, evlendi ve çiftin beş çocukları oldu. 1750’de Diderot aracılığıyla Ansiklopediciler’e katıldı, Ansiklopedi için müzik maddeleri hazırladı, yazdığı makaleler ve “Köyün Kahini” adlı operayla ünlendi. Bu yıllarda, Rousseau’nun siyaset, hukuk, ahlak ve felsefe üzerine yazdığı makalelerinin büyük tartışmalar yarattığını gözlüyoruz. Bilim ve sanattaki ilerlemenin ahlaki ilerlemeyi sağlamadığı ve doğal insanın medeni insandan üstün olduğu biçiminde özetlenebilecek düşüncelerini toplumun diğer alanlarına da yayarak bir sistematik kurmaya çalışan Rousseau, giderek toplumsal eşitsizlik üzerine yaptığı vurguyu arttırdı ve miras üzerine vergi getirilmesini de önerdi.
1754 yılından başlayarak, gittiği hemen her yerde, her ülkede muhafazakar kesimler tarafından göz altına alınan, hakkında sık sık soruşturma açılan, kimi eserleri yasaklanan Rousseau, 1757’de Ansiklopediciler’le de bağlarını kopardı. 1761’de yayınlanan ve Richardson’un “Pamela” romanı tarzında duygu yüklü bir eser olan “Yeni Heloise”in yarattığı etkinin ardından, 1762’de tamamladığı “Toplumsal Sözleşme”si Rousseau’nun dünya görüşlerinin yayılmasında büyük rol oynadı. Aynı yıl tamamladığı “Emile” ise dini çevreler tarafından tepkiyle karşılanırken, Paris parlamentosu, kitapta yer alan dini bölümlerin yakılması ve Rousseau’nun tutuklanması kararını verdi. Aynı yasaklar Cenevre’de de geçerliydi. Önce Paris’e, oradan Bern’e sığındı ama her seferinde Rousseau’yu sürgün cezası bekliyordu. Bu kez, David Hume’un daveti üzerine 1766’da İngiltere’ye geçti. Ne var ki tıpkı Diderot ve Voltaire’le olduğu gibi Hume ile de kapışınca bir yıl sonra yeniden Fransa’ya dönmek zorunda kaldı. Bir süre adını gizleyerek yaşadı Rousseau. Hakkındaki kovuşturmalar sona erdiğinde Paris’e dönen bu önemli düşünür yorulmuştu artık. Herkesten kuşkulanıyor ve çok az kişi ile görüşüyordu. Nihayet 1778’de Ermonoville’e yaptığı bir seyahat sırasında öldü. Kemikleri, Fransız İhtilali’nden sonra mezarından çıkarılarak Paris’teki Pantheon’a taşındı.
Emile ya da Eğitim Üstüne
Rousseau’nun ikinci romanı olan “Emile”, aslında yazarın insanların eğitimi ve kültürel gelişimi hakkındaki düşüncelerini yansıtıcı bir niteliktedir. Başkalarının koyduğu kurallara göre eğitilen insanların özgür olamayacağını ve köleleşeceğini savunan Rousseau, romanını beş bölüme ayırır; ilk bölümde, Emile kırsal bir bölgede, anne sütü ile beslenerek büyür. İkinci bölüm Emile’in beş ie oniki yaşları arasında geçer , yetim kalan çocuğu himayesine alan ve Rousseau’nun ideal toplumunun temsili olan öğretmeni, on ikisine gelene kadar karışmaz Emile’in hayatına. Doğayı gözleyerek büyüyen Emile’e ne din, ne ahlak, ne bilim, ne sanat konusunda bir bilgi verilmez, herhangi bir otoritenin baskısından uzak tutulur çocuk.
Üçüncü bölümde Emile’in 15 yaşına kadarki hayatı anlatılır. Ona aktarılan bilgiler kitabi olmaktan çok, kendisinin gözlemleyeceği deneyler tarzındadır. Fizik ve coğrafya ekseninde dönen bu eğitimle amaçlanan, Emile’in kendi tahayyül ve muhakeme gücünü geliştirmesi olurken, mesleki beceri olarak da marangozluk öğretilir. Okuduğu tek edebi metin ise, Daniel Defoe’nun; hem doğal insan davranışlarını hem de küçük burjuvanın dünya karşısında rüştünü ispatlamasını anlatan “Robinson Crusoe” romanıdır.
Dördüncü bölüm Emile’in iç dünyasını geliştirmeye, sağlıklı bir ruh hali kazanmasına yönelik eğitimine ayrılmıştır. Burada eski Yunan klasikleri ve tarih kitapları girer devreye. Artık delikanlılık çağına gelen kahramanımızın dostlukların erdemini, acıma hissini, insanlarla eşit ilişki kurmayı ve dinsel inançları öğrenme zamanı gelmiştir. Rousseau’nun bu bölümde anlattığı Tanrı inancının, kilisenin dogmatik öğretisiyle çeliştiğini ve çok daha insani bir din tasarladığını söyleyebiliriz. Aynı bölümde Sophie ile de tanışırız. O da -cinsiyetinden kaynaklanan ufak tefek farklılarla- doğal bir eğitim görmüş, düşünsel ve duygusal gelişimini tamamlamıştır. Romanın bu iki kahramanı da hayata hazırdır artık ve okuyucu mutlu bir izdivacın kokusunu almadan edemez.
Son bölümde beklenen evlilik gerçekleşir. Ancak daha öncesinde, eğitiminin son aşaması olarak Emile iki yıl süren bir Avrupa gezisi yapar, dönüşünde kıyılır nikahları. Doğan çocuklarının ardından, Emile’in öğretmeni onları kendi hayatlarını yaşamaya gönül rahatlığıyla bırakır. Aldığı iyi eğitim sayesinde, soylu ve zengin olan Emile için gelecek aydınlık görünmektedir...
Bir Eğitim Ütopyası
Edebi olarak roman tarihinde belki büyük bir önem taşımaz “Emile” ama bir romanın bilimsel bir metin olarak kurgulanışı, algılanışı ve gerçek hayat üzerindeki etkileriyle ve içerdiği felsefi düşüncelerle ilgiye değer. Muhafazakar çevrelerce -dördüncü bölümü nedeniyle- yakılmak istenen, birçok pedagog tarafından ise neredeyse tamamiyle uygulanmaya kalkışılan Rousseau’nun önerileri, elbette hayata geçirilebilecek türden değildir, zaten onun da böyle bir niyeti olduğu söylenemez. Rousseau, bir ütopya olarak nitelenebilecek bu radikal eğitim paketiyle, o anda varolan eğitim sisteminin insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini göstermek istemiştir. Rousseau’nun yaşadığı dönemde bazı kavramlar ve kurumlar yoktu. Mesela ideoloji ya da ideoloji gibi sözcükler telaffuz edilmiyordu. Ama, onun romanında vurguladığı eğitimin yönlendirici ilişkisi, bugün devletin ideolojik aygıtları başlığı altında tekrarlanıyor. Ailede, kiliselerde ve okullarda verilen eğitimle düzene uygun kafalar yetiştirildiğini telaffuz etmeyen hiç bir çağdaş pedagog kalmadı artık. Özgürlük kavramı ise hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir düş gibi kalmayı sürdürüyor. Çünkü Rousseau’nun doğal insanı toplumdan yalıtık bir nitelik taşır. Her şeyin nötr olduğu bir ortam gerektirir bu tarz bir özgürlük. Oysa, maddi ve sınıfsal farklılıklar içerisinde dünyaya gelen çocukların Rousseau’nun önerdiği bir eğitimle yetiştirilmeleri bile toplumdaki farklılaşmanın önüne geçemez.
Rousseau’nun manifestosunu yazdığı romantizm akımı Avrupa entelektüel hayatını oldukça etkilemiştir. Onunla aynı tarihlerde İngiltere’de başlayan Gotik edebiyat, Almanya’da Schiller ve Goethe hep romantizmle yoğrulmuştur. Mevcut hayata bir tepki, eskinin pastoral günlerine bir özlem olarak özetlenebilecek romantik anlayış, ifadesini Aydınlanmacı düşüncelerde bulan modernizmin şafağında modernizme yönelen sert bir eleştiri olarak önemlidir. Ancak, her ne kadar Rousseau, erken dönem bir romantik olarak bu tarz bir gericiliğe düşmemişse de, modernizme karşı eleştirel tutumlarıyla romantiklerin büyük bir kısmı Avrupa’yı saran devrimci duruma muhalif kalmışlardır. Başta Rousseau olmak üzere bütün romantiklerin toplumsal meselelere yönelik acı anlatıları, uyarıları vardır ama çözüm önerileri fazlasıyla naiftir. Hatta Mary Shelley’in “Frankenstein”ındaki gibi kırlara kaçışta bulurlar kurtuluşu. Ya da tekrar Rousseau’ya dönersek, doğaya uyumluluk yeterli olabilecektir güzel bir toplumsal hayat için...
Siyasi, ahlaki ve felsefi düşüncelerin bir edebi metne yedirilmesi, 18.yüzyılda, henüz emekleme döneminde olan roman sanatının başlıca özelliklerindendi. Defoe, Richardson, Voltaire, Prevost, Swift, Fielding, Lurence Stern, Diderot, Goethe ve diğerleri, ister romantik olsunlar ister akılcı, bağlandıkları idealleri romanlarına taşımışlar, hatta kimileri romandan çok felsefi eserler üretmişlerdi. Rousseau’nun metnini bu bağlamda değerlendirmek, hem hikayesinin hem de karakterlerinin gerçeklikten uzak oluşunu kavramak açısından önemlidir.

A. Ömer Türkeş

Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2015 23:49
Biyografi Konusu: Jean Jacques Rousseau nereli hayatı kimdir.
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
15 Mart 2007       Mesaj #2
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
Jean Jacques Rousseau, hayatı boyunca filozof sıfatını reddetti

Sponsorlu Bağlantılar


'Toplumsal Sözleşme' adlı eseriyle Fransız Devrimi liderlerini etkileyen Fransız filozof Jean Jacques Rousseau 1712 yılında doğdu.


Fransız yazar, düşünür, filozof, politika ve müzik teorisyeni Jean-Jacques Rousseau, bir satçinin oğlu olarak 28 haziran 1712'de Cenevre'de doğdu, 2 temmuz 1778'de Ermononville, Val-d'Oise'da hayata veda etti.

Rousseau, 16 yaşında Savoy, İtalya ve Fransa'yı kapsayan seyahatlerine başladı. Paris'e ilk kez 1741'de gitti ve 1743'te ikamet hakkını aldı. Edebi yeteneği sayesinde ansiklopedist Diderot ile yakın arkadaş oldu.

1750'de Dijon Akademisi için yazdığı 'Discours sur les Sciences et les Arts' ('Bilimler ve Sanatlar Üzerine Konuşma') adlı eserinin ödül kazanması ile ilk başarısını elde etti ve tanındı.

Rousseau'nun bir sonraki çalışması 'Discours sur l'Origin et les Fondements de l'Ingalité parmi les hommes' ('İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri') 1755 yılında yayımlandı.

Bunu 1760'da yazdığı romanı 'Julie ou la Nouvelle Héloise' ('Julie yada yeni Heloise'), en önemli politik çalışmalarından biri olan ve Hollanda'da basılan 'Du Contrat Social' ('Toplumsal Sözleşme') izledi.

1772'de yazdığı 'Emile au de l'éducation' ('Emile ya da Eğitime Dair') adlı romanına el konuldu ve yakıldı. Bu yüzden İsviçre'ye kaçmak zorunda kaldı.

1763'te hem 'Emile au de l'éducation' ('Emile ya da Eğitime Dair') hem de 'Du Contrat Social' ('Toplumsal Sözleşme') adlı eserleri yakılınca Cenevre vatandaşlığından çıktı. Daha sonra edebi tartışmalarına Voltaire ile devam etti.

Politik görüşlerini, Korsika için 1765'te hazırladığı anayasada ve 1772'de yazmasına rağmen 1782'de yayımlanan 'Considerations sur le Gouvernement de Pologne et sur sa Reformation Projetee' adlı eserinde açıkladı.

1770'te Fransa'da ikamet etme hakkını yeniden elde etti, 1776'da İngiltere'yi ziyaret etti. Bu tarihten sonra Fransa, çalışmalarına höşgörü gösterdi.

Ancak artan sağlık problemleriyle sıkıntılı günler geçiren Rousseau, 1778'de hayata veda etti. Rousseau'nun özel yaşamı ile ilgili tüm detayları içeren otobiyografi türündeki 'Les Confessions' (İtiraflar) 1783'te yayımlandı.

İnsan doğasına ilişkin çözümlemesiyle, insanın uygarlık tarafından değiştirilmemiş, doğal halinin birçok açıdan daha üstün olduğu fikri ve modern demokrasi anlayışına temel oluşturan toplumsal sözleşme öğretisiyle ün kazanmıştı.

Başlıca eserleri

'Discours sur les Sciences et les Arts' ('Bilimler ve Sanatlar Üzerine Konuşma'), 'Discours sur l'Origin et les Fondements de l'Ingalité parmi les hommes' ('İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri'), 'Emile au de l'éducation' ('Emile ya da Eğitime Dair'), 'Du Contrat Social' ('Toplumsal Sözleşme'), 'Les Confessions' ('İtiraflar'), 'Lettre a D'Alembert sur les spectacles' ('Tiyatro Oyunları üstüne d'Alembert'e mektup'), 'Julie ou la Nouvelle Héloise' ('Julie yada yeni Heloise'), 'Les Rêveries du promeneur solitaire' ('Yalnız Gezenin Düşleri')

Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2015 23:49
Gerçekçi ol imkansızı iste...
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
4 Ağustos 2007       Mesaj #3
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Jean – Jacques Rousseau (1712-1778)


Özellikle siyaset, toplumsal özgürlük, haklar, eğitim, din üstüne yazılarında geliştirdiği düşüncelerle tanınan İsviçre doğumlu Fransız filozof, denemeci, müzikbilimci ve romancı. Cenevre’de doğan Rousseau, büyük ölçüde kendini eğitmiş , genç yaştayken Fransa’ya giderek hemen bütün yaşamı boyunca Paris ile taşraları arasında oradan oraya dolaşmıştır.


Rousseau’nun düşüncesine en genel anlamda üç ayrı yönden yaklaşmak olanaklıdır: “Toplum sözleşmesi kuramcısı olarak” Rousseau, varolan in sanlık durumunu açıklamak amacıyla varsayımsal bir doğa durumu kurmaya çalışır. Bu çaba, hem bir insan doğası kuramı hem de toplumsal örgütlenmeye yönelik bir dizi pragmatik savdan oluşan bir felsefi insanbilimin çevresinde dolaşır. “Toplum yorumcusu olarak” Rousseau, eğitim ile toplumsal örgütlenmenin hem varolan uygulamadaki biçimlerini hem de olması gereken ideal biçimlerini ortaya koymaya çalışır. “Bir ahlakçı olarak” Rousseau ise bir tür evrensel siyasal eylem ya da uzlaşı biçimi aracılığıyla bi rey ile yurttaşı bir potada kaynaştırmaya çalışır.


1750’li yıllardan başlayarak Rousseau, insanın toplumdaki durumunun doğası ile kökenleri üstüne, buna bağlı olarak da varolan durumun iyileştirilmesi adına neyin yapılabilir olduğu ile neyin yapılması gerektiğine ilişkin giderek daha bir derinleşen, ayrıca da alabildiğine kavraması göçleşen düşünceler geliştirmiştir.


Dijon Akademisi’nin “Bilim ile sanatta yaşanan gelişmeler, ahlakk yaşamında yansımasını bulmuş mudur?” konulu deneme yarışması için yazdığı ve ödül de kazandığı Bilimler ile Sanatlar Üstüne Konuşma (Discours sur les sciences et les arts, 1750) başlıklı çalışmasında sonraki yapıtlarındakilere göre çok daha çarpıcı ama bir o kadar da yüzeysel düşünceler ortaya koyduğu gözlenen Rousseau, bu yapıtında ne bilimsel bilginin artışının ne de sanatların mükemmel yapıtlar yaratmasının tek başına gerek birey temelinde gerekse bir bütün olarak toplum temelinde ahlaksal bir iyileşme sağlamayacağını ileri sürmektedir, Tam tersine bu tür üst düzey bir kültürel yapılanmanın toplumun varolan konumu düşünüldüğünde fazlasıyla lüks ve gereksiz kaçacağının altını özellikle çizen Rousseau, ancak çok az sayıdaki dini düşünürün düşünceleriyle insanlığın ilerleyebileceğini savunmaktadır.


Yine de Rousseau, çoklarının “yüksek beğeni ve öğreniler”in ortaya konması karşısında ilerleme anlamında bir etki almaktan çok, onarılması son derece güç büyük hasarlar göreceğinden duyduğu derin endişeyi açıklıkla dile getirmektedir. Söz konusu deneme yayımlandığı dönem için önemli sayılabilecek bir oranda dikkat çekmiş, Rousseau’nun sonradan özenle karşılık vereceği epey bir de tepki almış olmasına karşın, bu yazısından hemen sonra kısa bir süreliğine de olsa müziğe duyduğu ilginin daha ağır basması nedeniyle Rousseau toplumsal eleştiri konulan üstüne yazmayı bir süreliğine ertelemiştir.


Nitekim 1753 yılında yazdığı Fransız Müziği Üstüne Mektup (Letter on French Music) başlıklı yazısında Fransız müziğini eleştiren Rousseau, tekdüze, kaba saba ve renksiz bulduğu Fransız müziğinin bütün bu olumsuz özelliklerini, söz konusu müziğin bütünüyle köklendiği toprak olarak düşündüğü Fransız konuşma diline bağlamaktadır. Sonradan Fransız yapısökümcü düşünürü Derrida’nın büyük ilgisini çekecek olan 1755 ile 1760 yılları arasın da yazmaya başladığı ama bir türlü tamamlayamadığı Dillerin Kökeni Üstüne (On the Origin of Languages) başlıklı denemesinde Rousseau, Fransız dilinin “yardım isteme” ya da “yardım çağrısı” ile “öteki insanları denetleme” ünlemleri doğrultusunda biçimlenmiş olduğunu ileri sürmektedir, Fransız dilinin tatsız tuzsuzluğunun da, yalınkatlılığının da, hatta aşırı açıklığının da başlıca nedeninin bu özniteikler olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Rousseau sıcak güney iklimlerinin hüküm sürdüğü ülkelerin dillerinin sevgi ve tutkuyla dolu aksanlarının dili her zaman renkli kıldığına ve bunun en belirgin örneğinin “İtalyan 0perası”nda görülebileceğine dikkat çekerek, toplumsal ve siyasal istemlerin müzik dilini dahi derinden etkilediği saptamasında bulunmaktadır. Sözü buradan etkili bir devlet yönetiminin keskin, sert ve etkileyici bir söyleyişi olması gerektiği noktasına taşıyan Rousseau, bir başka “deneme”sinde bütün dikkatini devlet yönetiminin ya da hükümetin kökeni ile işlevi konusuna çevirmektedir.


İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeli Üstüne Konuşma (Discours sur l’origine et les fondements de l’inégalité parmi les hommes, 1755) başlıklı bu kitabında Rousseau, neredeyse bütünüyle “pastoral” diye nitelendirilebilecek bir insanlık görüşü sunar. Rousseau’nun en önemli yapıtları arasında gösterilen bu oldukça önemli yazısı temelde doğa insanlığının çöküşü konusunu, yaban topluluklardan toplumlara, en sonunda da devlete dek yozlaşmanın ve kokuşmanın tarihinin a na uğraklarının izini sürerek incelemektedir.


Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi (Du Contrat social, 1762) başlığını taşıyan çalışması ise gerek siyaset kuramının gerekse siyaset felsefesinin klasik yapıtları arasında gösterilmektedir. Dört ayrı kitaba ayrılarak yazdan yapıtta, “Birinci Kitap” meşru siyasal bir düzenin kurulması için gereken uygun zemini; “İkinci Kitap”, böyle bir düzen içerisindeki egemen yapının kökeni ile işlevlerini; “Üçüncü Kitap” bütün gücünü ve yetkilerini egemen yapıdan alan ikincil konumdaki hükümetin görevlerini; “Dördüncü Kitap”, özellikle Roma devleti örneğini önüne koyarak sivil dinin işlevleri ile adil bir topluma ilişkin değişik konuları ele almaktadır. Kitabın altbaşlığının “Siyasal Hakkın İlkeleri” olması ayrıca anılmaya değerdir.


Rousseau’nun kitabın hemen bütününe egemen temel ilgileri normatif bir nitelik sergilemektedir, söz konusu normatif yaklaşımın en belirgin biçimde görülebileceği konular “meşruiyetin doğası ile temeli” ve “adalet” ile “hak” ekseninde sıralanmaktadır. Bu anlamda varolan siyasal yapılara karşı varolması gereken siyasal yapıların araştırılması kitabın başlıca amacı olarak görülebilir. Yapıtın kavranması bakımından oldukça yararlı olan kısa bir özet, Emile’ in siyasal eğitimi üzerine söylenenler aracılığıyla “Emile” başlıklı “Beşinci Kitap”ta sunulmaktadır.


Rousseau, Toplum Sözleşmesi başlıklı bu önemli çalışmaya bir toplum içinde biraraya gelmemizi zorunlu kılanın birey olarak kendi kendimize yetmeyişimiz olduğu saptamasında bulunarak başlamaktadır. Ancak toplum içinde bir araya geldiğimiz vakit, yaşamımızı sürdürmek pahasına boyunduruk altına girmeyi doğal olarak istememekteyizdir. Özgürlük bu anlamda özsel bir insan gereksinimi, insanlığın en önemli göstergesidir. Dolayısıyla Rousseau’ya göre, özgürlük olma dan salt yaşamda kalmak gerçek anlamda bir insan yaşamını ifade etmemektedir. Bu bağlamda Rousseau insanların özgürlük temelinde biraraya gelmelerini, bütün kişilerin biraraya gelmesi adına egemenlik yapısının meydana getirilmesi durumuna, yani insanların kendileri açısından belli ölçülerde bağlayıcı olan yetke yapısı yasayı kendi arzularıyla benimsemeleri “genel istenç” diye adlandırmaktadır.


Genel istenç tasarımı Rousseau’nun siyasal meşruiyet kuramına baştan sona egemen olmasına karşın tam anlamıyla açık olmayan oldukça tartışmalı bir konudur. Kimi yorumcular bu anlayışın son çözümlemede en temel örneğinin Fransız Devrimi’nde verildiği üzere proleteryanın ya da yoksul kırsal kesimin diktatörlüğü anlamına geldiğini belirtseler de, Rousseau’nun genel istençten anladığı tam olarak bu değildir.


Bunun böyle olmadığının en temel kanıtı, Rousseau’nun genel istencin bireyleri kitlelere karşı korumak için, tek tek bireylerin kitlelerin yararı adına kurban edilmelerine izin vermemek için varolduğunun altını özellikle çizdiği Siyasal Ekonomi Üstüne Konuşma (Discourse on Political Economy, 1755) bulunmaktadır. Kuşkusuz Rousseau bu noktada insanın doğası gereği bencil olduğunun, kendi toplumsal katmanının çıkarlarını savunmak adına ötekileri tahakküm altına alacak derecede baskıcı bir yaradılış taşıdığının bütünüyle ayırdındadır. Bu nedenle Rousseau, herkesin iyiliğini gözeten bir anlayışa içtenlikle bağlılığın sağlıklı bir toplumsal yapılanımı olanaklı kılacak genel iyinin oluşturulabilme baş koşulu olduğunu savunmaktadır. Nitekim bu çok önemli koşul “İkinci Kitap”ın da ana araştırma izleğidir. Rousseau genel iyinin oluşturulabilmesinin yeter koşullarını incelediği “Ikinci Kitap”ta, özellikle gerekli olduğunu düşündüğü, insanları kendi bencil ilgi ve çıkarlarına karşı bü tün bir toplumun iyiliğini düşünmeye özendirecek, bunun kendileri için daha büyük yararlar getireceği inancını aşılayacak yarı kutsal bir yöneticinin karizması tasarımına başvurmaktadır. “Ikinci Kitap”ın akışı boyunca Rousseau yalnızca yasalara ve iyi bir devlete ilişkin sarsılmaz bir duyarlık ve inanç taşıyan Korsika halkından örnekler vererek, kimileyin bu küçük ada halkının bir gün gelecek Avrupa’yı afallatacak derecede büyük işler başaracağı duygusuna kapıldığını dile getirmektedir.


Toplum Sözleşmesinin hükümetin rolünü ve görevlerini inceleyen “Üçüncü Kitap”ında Rousseau, çoğunluk yöneticilerin toplumun ilgi ve çıkarlarını gözetecek yerde kendi özel ilgi ve çıkarları uyarınca hareket ettikleri gerçeğinden yola çıkmaktadır. Nitekim bu gerçeğe bağlı olarak Rousseau, hükümet işlevlerinin baştan sona halkın yargısının egemenliği altında yürütülecek biçimde düzenlenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Kuşkusuz bu yapılırken hükümetin farklı devletlerin farklı koşullarına (büyüklük, nüfus, coğrafya gibi) uygun güç ve yetkilerle donatılmasına ayrı bir özen gösterilmek zorundadır. Bu bağlamda Rousseau’nun demokratik yönetime karşı özel bir yakınlık duymaması önemli bir noktadır. Bunun ana nedeni anayasa ile egemen yapıyı Rrsusseau’nun iki ayrı konu olarak düşünmesine bağlanabilir.


‘Dördüncü Kitap”ta Rousseau’ nun, kitabın kapsamı göz önünde bulundurulduğunda oldukça uzun sayılabilecek bir biçimde Roma Devleti’ni tartışması söz konusudur. Rousseau burada Roma’ya bir yandan alabildiğine feci bir devlet çöküşünün modeli olarak yaklaşırken, öbür yandan tanrısal onaylar ile sivil yasaları biraraya getiren, tanrısal yasaları sivil yasalara uymaya çağıran, bütün ulusun genel iyiliğine halkın bağlılığını pekiştirecek bir olanak olarak “sivil din” tasarımını tartışmaktadır.


Rousseau Emile (1762) adlı yapıtının en olgun, en başarılı yapıtı olduğunu düşünmektedir. Bunun en temel kanın öz- değerlendirmesini yapmak amacıyla 1772 ile 1776 yılları arasında yazdığı (Rousseau Judge of Jean-Jacques: Dialogues) adlı çalışmasında açıklıkla görülmektedir. Rousseau burada kendisini gerçek anlamda kavramak isteyenlere düşüncelerini en derin, en kapsamlı biçimde dile getirdiği Emile adlı yapıtına bakmalarını önermektedir, Kitabın altbaşlığı Eğilim Üstüne olmasına karşın, Rousseau’nun bu yapıtında insandaki kötülüğün kaynağına ilişkin en temelli düşünceleri yanında bütünüyle mutlu bir yaşama ulaşmanın olmazsa olmazlarım ortaya koyduğu gözlenmektedir.


Emile’in çatısı insanlığın kokuşmuşluğu ve çürümüşlüğü karşısında bir gencin ( kendisi) yetiştirilme öyküsü üstüne kurulmuştur. Dört kitaptan oluşan yapıtın hemen tamamına egemen olan ana düşünce, toplumsal ilişkilerin doğası ile sivil toplumun buna olanak tanıyan temeli nedeniyle çağdaş toplumdaki çoğu erkek ile kadının yozlaşmış, yaşamlarının çarpıklaşmış olmasıdır. Bu istenmeyen durum karşısında yapıtın ana savunusu, insanın doğası gereği iyi Olduğu ama toplumsal yaşamın onu kötü olmaya iteklediği biçiminde kısaca özetlenebilir. Rousseau’ ya göre, kişinin anlamlı ve mutlu bir yaşam sürebilmesi için elden geldiğince toplumun alabildiğine zararlı etkilerine karşı korunaklı olması, yaratıcı, uyumlu, neşeli bir yaşam geliştirebilmesi için kendi kişisel kaynakları ile ahlaksal bağlanımlarına geri dönmesi gerekmektedir. mile ele alınan konulardan bir diğeri de insanın bebeklikten büyüyüp yetişkin olana değin geçtiği gelişim aşamalarında, hem bireyin kendisinden hem de dış etkilerden kaynaklanan en önemli sağlık ve hastalık nedenleri üstüne yürütülen tartışmada kendini gösterir. Çocukların dengeli, önceden belirlenmiş amaçlara ulaşmayı en etkin bir biçimde sağlayacak belli bir yöntem dahilinde yetiştirilmeleri gerektiğini savunan Rousseau, bu yetiştirme sürecinde pratik yaşam ile somut konulara ilişkin içgörülerin çocuklara olabildiğince aşılanması gerektiğini dile getirmektedir. Burada Rousseau’nun önemle üstünde durduğu, çocuğa verilen eğitimle kazandırılacak temel yaşama tutumunun en belirleyici özelliğinin, doğaya göre ya da doğanın kendi iç işleyişine uygun bir yaşam farkındalığının aşılanmasına yönelik olması gerektiğidir. Kendi güçlerimiz ile gerçek koşullar arasında ne denli uyumlu bir ilişki içinde olduğumuzun ana belirleyicisi de bu farkındalıktır. Böyle bir farkındalık eğitimini başarıyla almış çocuk, Rousseau’ya göre, toplum içinde kendisine bir yer bulma gereksinimi duyduğu vakit, bu yeri edinmek amacıyla çevresini denetlemeye, yakınındaki insanları egemenliği altına al maya çalışmayacaktır, yani despot yaradılışta bir kişi olarak toplumsal ilişkilerde bulunmayacaktır. Bunun tam tersine kendisi için gerekli olduğunu gördüğü yaşam yararlarım ancak arkadaşlığa, karşılıklı saygıya, işbirliğine dayalı olarak edinebileceğini bilecek, ona göre davranacaktır. Bu bağlamda Rousseau, birbirimize karşı sevecenlik ile yardımseverlik besleme kapasitemizin insanlığın bütünleşerek bir toplum içinde yaşayabilmesinin temeli Olduğu gibi, “Atın Kural”ın da en doğru açıklaması Olduğunu savunmaktadır. Gerçek ahlaksal istemlerin ne bize dışardan dayatılan ne de us yoluyla bulgulanan şeyler olduklarının altını özellikle çizen Rousseau, söz konusu istemlerin ancak eşitler arasında kurulan yaratıcı ilişki bağı yoluyla dışavurulan yaşam gerekleri olduğunu ileri sürmektedir. Bu aynı konu yani karşılıklı saygı temelinde kendini geliştirme ülküsü Rousseau’nun evlilik ile cinsel ilişkilere yaklaşımında da belirleyici bir konumdadır. Roussesu böylesi bir zemin üstüne kurulmuş toplumun, içinde yaşayan bütün bireylerin mutluluğunun tek güvencesi olduğunu düşünmektedir.


Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mayıs 2011       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Jean Jack Rousseau,

insanlar dünyaya iyi olarak gelirler ama kültür/ teknik vs tarafindanda kötü olurlar" dediginde, aslinda kuran'in da 30. Sure 30. Ayet' tin de gectigi gibi, insanin dogasi, yani islami fitrati olarak iyi gelirler. Insan kendi dogal fitrati üzerine yasasa islami bir mür geciriri. Bir hadisi serif tede oldugu gibi. Her insan müslüman olarak dogar ama insanlar onu ya hiristiyan, ya yahudi yada müslüman olarak yetistirilirler.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
9 Ağustos 2012       Mesaj #5
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
ROUSSEAU, Jean-Jacques (1712 Cenevre-1778 Ermenonville/Paris)
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi


Fransız yazar. Doğumundan hemen sonra annesi öldü. On yaşındayken babası, onu amcasının gözetiminde bırakarak başka bir kente gitti. Çeşitli işlere girip çıktıysa da, hiçbirinde dikiş tutturamadı. Bir oymacı ustasının yanında çıraklık yaparken işinden ve Cenevre'den ayrıldı (1728). Genç Protestanları Katolikliğe döndürmek için uğraşan Madame de Warens adlı kadının yanında birkaç gün kaldıktan sonra yürüyerek İtalya'ya gitti. Torino'da Katolik Kilisesi'ne alındı. Bir süre Torino soylularının evlerinde uşaklık yaptıktan sonra yeniden Warens'in yanına sığında (1729). Bir kilisenin müzik okulunda nota yazmayı ve kopya etmeyi öğrendi. Yeniden yollara düştü, yaya olarak İsviçre ve Fransa'yı gezdi. İki yıl sonra Warens'in yanına dönerek müzik öğretmenliği yapmaya başladı ve kendi kendini yetiştirdi. 1742'de yerleştiği Paris'te ünlü kimselerle tanıştı. Yirmi beş yıl beraber yaşadıktan sonra evleneceği çamaşırcı kız Thérèse Levasseur ile karşılaştı. Bu arada doğan beş çocuğunu kimsesiz çocuklar yuvasına verdi. Soylu bir ailenin yanında sekreter oldu (1746). Dijon Akademisi'nin ödüllendirdiği "Discours sur les Sciences et les Arts" (Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev, 1750) adlı teziyle bir anda üne kavuştu. Sekreterlik görevinden ayrıldı ve geçimini nota kopya ederek kazanmaya başladı. "Julie ou la Nouvelle Héloise" (Julie ya da Yeni Héloise) adlı romanı büyük yankı uyandırdı (1761).

Paris ve Amsterdam'da yayımlanan romanı "Emile", Paris parlamentosunun kararıyla toplatıldı ve yakıldı (1762), Rousseau da tutuklanmamak için İsviçre'ye kaçtı. İngiliz filozofu David Hume'un çağrısını kabul ederek İngiltere'ye gitti (1766), ama onunla geçinemedi ve Thérèse ile birlikte Fransa'ya döndü (1767). Ondan sonraki birkaç yılı çoğu kez takma bir ad altında Güney Fransa'da geçirdiler. 1770'te Paris'e dönmesine göz yumulan Rousseau, yaşamını yeniden nota kopya ederek kazanmaya başladı. Girardin markisinin çağrısı üzerine onun Ermenonville'deki şatosuna gitti. Altı hafta sonra bir inme sonucu öldü. Fransız Devrimi'nden sonra tabutu Paris'teki ünlüler mezarlığı Panthéon'a taşındı. Rousseau, Voltaire'in yanı sıra 18. yüzyılın en önemli Fransız yazar ve filozofudur. Düşünceleriyle Fransız Devrimi'ne ışık tutmuş bir yazardır. Tüm yapıtları aynı temel düşünceden kaynaklanır: Doğa, insanı iyi yaratmıştır, insanı kötülüğe iten toplumdur. Bu yüzden toplumun bozduğu doğal insanı yeniden yaratmak gerekir. "Du Contrat Social" (Toplum Sözleşmesi, 1762) adlı incelemesinde Rousseau, bu görüşlerini toplumsal ve siyasî alana şöyle yansıtır: İnsanların doğal özgürlüğünü ve eşitliğini yadsıdığı için her türlü zorbalık yönetimine karşı çıkılmalıdır. Egemenlik, genel isteğe uygun olarak ve herkesi bağlayan bir sözleşme temelinde halkın olmalıdır. Yurttaşların özgürlük ve eşitliğini güvence altına almak için en uygun hükümet biçimi demokrasidir. "Emile" adlı romanında Rousseau, öğretisini eğitime uygular: Doğal insan, içgüdüleriyle doğru olarak yönlendirilir; dolayısıyla çocuk hiçbir baskıya kulak asmamalı, zihinsel ve fiziksel yeteneklerini özgürce geliştirmelidir. "Julie ou la Nouvelle Héloise" adlı büyük romanında ise yazar, insanlararası ilişkilerde yalın ve dolaysız duyguları savunarak, insanın doğal saflığına yeniden kavuşacağı bir ideal dünya taslağı çizer. Rousseau'yu kendi yaşamını anlattığı "Confessions" (İtiraflar, 1782-1789), olgulardan çok yazarının karmaşık doğasını ve ruh dünyasını yansıtması bakımından ilginçtir.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Ekim 2015       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Jean Jacques Rousseau

Ad:  Jean Jacques Rousseau.jpg
Gösterim: 460
Boyut:  241.8 KB

Benzer Konular

24 Kasım 2010 / kuzzu Soru-Cevap
2 Eylül 2012 / Misafir Sanat ww
11 Temmuz 2008 / BARIŞ Sinema ww
5 Temmuz 2015 / Safi Bilim ww
14 Haziran 2015 / Safi Siyaset ww