ÖZGÜRLÜK a.
1. Huk. Köle olmayan, birinin mutlak egemenliği altında bulunmayan kişinin durumu.
2. Tam egemenlik hakkına sahip olan, zorba bir iktidarın baskısı ya da yabancı bir gücün egemenliği altında olmayan halkın durumu.
3. Yasayla belli alanlara sağlanan haklar bütünü, siyasal iktidarın karışmasına ya da herhangi bir baskıya konu olmama durumu (basın özgürlüğü, sendika özgürlüğü gibi). [Eşanl. HÜRRİYET.]
4. Bağımsızlığın, toplumsal bir grubun üyelerine tanınması meşru, uygun görülen en üst derecesi: Özgürlük şampiyonu, şehidi, savunucusu. Her insanın özgürlüğü, öbür insanların özgürlüğüyle sınırlıdır. (Bk. ansikl. böl. ikonogr.)
5. Herhangi bir dış baskıya boyun eğmeden karar verebilen, önyargıların, ortak görüşlerin ya da dış güçlerin etkisi altında kalmayan bir kimsenin durumu: Karar verme, düşünme, hareket etme özgürlüğünü korumak. (Bk. ansikl. böl. Fels.)
6. Bir kimsenin herhangi bir otoriteye danışmadan, herhangi bir izin isteme zorunda kalmadan kendi bildiğince, kendi seçimlerine göre hareket etme olanağı; serbestlik: Ona çok az özgürlük tanıyorsunuz.
—Ed. - HÜRRİYET.
—Huk. Basın özgürlüğü — BASIN. || Bilim ve sanat özgürlüğü, herkesin bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahip olması (Anayasa md. 27). || Bireysel özgürlük ya da kişi özgürlüğü, her bireyin kendi ülkesinde serbestçe dolaşabilme, ülkeden çıkabilme, ülkeye girebilme, ülkesindeyken hukuksal güvenlik (keyfi yakalama ve tutuklama ve cezalandırılmaya karşı dokunulmazlığının korunması) içinde bulunabilme hakkı. || Çalışma özgürlüğü, ücretlinin istediği işte çalışabilmesi, işverenin de dilediğini işe alabilmesi anlamına gelen ilke. (Fransız devrimi'yle doğan bu özgürlük, liberalizmin anahtar ilkelerinden biridir. Çalışma özgürlüğü, daha sonraları emekçilerin çalışma özgürlüğü kavramının gerçek bir güvence oluşturmamasından doğan boşluğa kapatmak için benimsenen “çalışma hakkı”yla dengelenmiş ve daraltılmıştır.) || Dernek kurma özgürlüğü, maddi ve manevi çıkarlarını savunmaları, bilgi ve etkinliklerini (çalışmalarını) sürekli biçimde birlikte yürütebilmeleri için bireylere tanınan hak. (Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir [Anayasa md. 33].) || Din ve vicdan özgürlüğü, herkesin dinsel inançlarında serbest olması, kimsenin dinsel inanç ve kanaatlerinden dolayı suçlanamaması. || Düşünce özgürlüğü, düşünceler edinebilme ve bunları açıklayabilme serbestliği. (Bk. ansikl. böl.) || Haberleşme özgürlüğü, kişilerin çeşitli araçlarla (posta, telgraf, telefon vb.) birbirleriyle iletişim kurabilme hakkı. (Haberleşmenin gizliliği esastır. Yasanın açıkça gösterdiği durumlarda, usulüne göre verilmiş yargıç kararı olmadıkça, gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda ise yasaca yetkili kılınan mercinin emri bulunmadıkça, haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz [Anayasa md. 22].) || Sendika özgürlüğü, işçinin istediği sendikaya girme ya da hiçbir sendikaya girmeme hakkı. || Seyahat ve yerleşme özgürlüğü, kişilerin bir yerden başka bir yere gitme, ülke dışına çıkma, ülkesine geri dönme ve istediği yerde yaşama hakkı. (Seyahat özgürlüğü, suç soruşturma ve kovuşturması yapmak ve suç işlenmesini önlemek için, yasayla sınırlanabilir. Yurt- dışına çıkma özgürlüğü, ülkenin ekonomik durumu, yurttaşlık ödevi ya da ceza soruşturması ya da kovuşturması nedeniyle sınırlanabilir Yerleşme özgürlüğü de suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak amaçlarıyla yasayla sınırlanabilir [Anayasa md. 23].) || Sözleşme özgürlüğü, hukuksal ehliyeti olan herkesin, ahlak ve kamu düzenine aykırı olmamak koşuluyla, özel hukuka ilişkin her türlü sözleşmeyi yapabilme hakkı. || Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü, herkesin, yasanın öngördüğü biçimsel kurallara uyarak, önceden izin almaksızın silahsız ve saldırı amacı taşımayan topluluklar oluşturabilme, görüş ve dileklerini kamuya açıklayabilmek için yol ve meydanlarda yürüyüş düzenleyebilme hakkı (Anayasa md. 34).
—Masonl. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, Fransa Büyük Doğu locası'nın, II. Cumhuriyetin (1848) programından esinlenerek benimsediği döviz. Israrla süregelen bir yanlışın aksine, bu tarihten önce hiçbir zaman böyle bir masor^dövizi olmamıştı. Fransa Ulusal büyük locası, bu dövizi hiç kullanmamıştır.
—Siyas. Halkın özgürlüğü — NARODNAYA VOLYA.
—ANSİKL. Fels.
Aristoteles ahlakında, özgürlük üzerine düşünce, onun istençli eylem kuramıyla birlikte oluşur: "Bunlar (özgür istençli eylemler), daha yapıldıkları anda bile bir yeğlemenin sonucudur ve edimin kesin ereği durumla bağıntılıdır” (Ethika nikomakheia, 3,1,6). Bu çözümleme, “yeğleme"yle bağıntısı olmadığı zaman "siyaset” olarak adlandırılan eylemin araçları ve amaçları arasındaki bağıntı sorununu, adaletle, "sakınım"la bağıntı sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Descartes’ta özgürlük sorunu bilgiyle ve istençle bağıntısı bakımından ele alınır. Özgürlük, “hiçbir dış güç bizi zorlamadan” eylemde bulunmak olanağıdır (Metafizik düşünceler [Möditations], 4). Bu olanak, kayıtsızlık özgürlüğü'ne karşı yetkin özgürlüğü gerçekleştiren bilinçli ve istençli bir edim olarak, bütün bireylerde bulunan bir olanaktır: “Çünkü özgür olmam için iki karşıttan birini seçmek konusunda kayıtsız olmam zorunlu değildir: gerçekte, ister onda iyi ile doğrunun birleştiğini açıkça bildiğim için, ister Tanrı düşüncemi bu yönde belirlediği için olsun, bir şeye ne kadar çok yönelirsem, o şeyi o kadar özgürce seçer ve benimserim. Hiç kuşkusuz, tanrısal iyilik ve doğal bilgi de özgürlüğümü azaltmak şöyle dursun, daha çok artırır ve pekiştirir. Öyle ki herhangi bir nedenin etkisi olmadan, bir yönden çok öteki yöne doğru hiçbir eğilim göstermediğim zaman duyduğum kayıtsızlık, özgürlüğün en alt düzeyidir ve istençteki bir yetkinlikten çok, bilgideki bir eksikliği gösterir; çünkü doğru ve iyi olanı her zaman açık seçik bilseydim, hangi yargıyı vermem ve hangi yeğlemede bulunmam konusunda hiçbir zaman düşünüp taşınmak zorunda kalmaz ve böylece, hiçbir zaman kayıtsızlığa düşmeden, tümüyle özgür olurdum” (ay. ypt.).
Kısıtlanmamış istençli edim olarak ortaya çıkan özgürlük düşüncesi, Spinoza’da açıklık kazanır: "Yalnızca kendi doğası uyarınca var olan ve eylemleri yalnızca kendisi tarafından belirlenen şey özgürdür Buna karşılık, tanımlanmış ve belirlenmiş bir neden uyarınca var olması ve bir etki yaratması bir başkası tarafından belirlenen şeye de zorunlu, daha doğrusu kısıtlı denir" (Etika [Ethica seu liben dictus scito te ipsum], 1, tanım 7). Yalnızca tözün, yani Tanrı’nın özgür neden olması da bundandır. Ruh, sonlu bir kip olduğundan, sonlu nedenlerin sonsuz dizisince zorunlu olarak şunu ya da bunu istemeye yönlendirilir. Öyleyse onda “mutlak ya da özgür hiçbir istenç” yoktur (ay. ypt., 2,48). öyleyse insansal düzlemde özgür yaşam, "duyumsal isteğe uymaya izin verilen" (ay. ypt., 5, 41, şerh) yaşam olarak değil, zorunluluğun bilinciyle aydınlanan yaşam olarak kabul edilebilir.
J.-J. Rousseau, özgürlüğü sözleşme ve yasa çerçevesine yerleştirerek etik ile siyasetin birliğini yeniden kurmaya çalıştı: “Kendi benimsediği yasaya uymak, özgürlüktür" (Toplum sözleşmesi [Du contrat social], 3,14). Bu görüş, toplumsal grup için geçerli olan sözleşme düşüncesini bireysel bilinci yöneten bir yasa olarak yorumlayan Kant’ı etkiledi. Bununla
birlikte, Kant yasayla sıkı ve karşılıklı ilişki içindeki bir özgürlük düşüncesi yararına siyasal felsefeyi de kapsayan bir özgürlük felsefesini bir yana bıraktı. Ayrıca Kant’a göre, istencin eylemini yalnızca yasanın biçimi belirliyordu,bunun için de istencin bütün duyulur kısıtlamalardan bağımsız olması gerekiyordu. Böylece, “Özgürlük ve koşullanmamış pratik yasa, karşılıklı bir bağıntı içindedirler” (Pratik aklın eleştirisi [Kritik der praktischen Vernunft], 1,1,6). Bu ahlak yasası, ancak onu evrensel bir rehber olarak kabul eden özgür insan için bir anlam taşır: "Öyle davran ki, istencinin dayandığı kural, aynı zamanda evrensel bir yasanın ilkesi olarak geçerli olabilsin” (ay. ypt.).
Hegel, bu bölünmeyi kabul etmez. Özgürlük ve istenci bir özgürlük felsefesiyle bir siyaset felsefesi arasındaki soyutlamalar olarak ele alan Hegel aristotelesçıliği yeniden canlandırır. Gerçekten de Hegel'de bilincin ilk bilgi biçimlerinden sistemin en uç noktalarına kadar felsefenin tek konusu, bireyin kendi öznel ve nesnel özgürlüğüne erişmesidir. Bundan ötürü kavram, “öznelliğin ya da özgürlüğün ülkesi "dir (Wissenschaft der Logik [Mantık bilimi], “öz”, 3,3); gerçekten de bu uğrakta her şey, "kavramda özgürlüğe kavuşan töz”e (ay. ypt., “Kavram”, giriş) erişmeye yol açar. Bu da öznenin ancak tarihsel somut gerçeklik durumuna geldiği zaman gerçekten özgür olduğu anlamına gelir: “Hukukun alanı, genel olarak tinseldir; [...] çıkış noktası, özgür istençtir; öyle ki özgürlük, onun tözünü ve belirlenimini oluşturur, hukuk sistemi de gerçekleşmiş özgürlüğün ülkesinden kendisini bir ikinci doğa gibi kendisinden üreten ruhsal dünyadan başka bir şey değildir” (Grundlinien der Philosophie des Rechts [Hukuk felsefesinin ilkeleri], 4).
Marxçılık, hegelcilikten farklı olarak, özgürlüğü bir idealin bireysel ve siyasal gerekleri olarak ele alır. Bundan ötürü de marxçılığın özgürlük konusundaki düşüncesi, özgürlüğün insansal, tarihsel ve toplumsal yaşamdaki gerçekleşme koşullarını incelemeye yönelir: “Her birey, yetilerini ancak [başkalarıyla birlikte olduğu] topluluk içinde her bakımdan geliştirebilir ve bundan ötürü kişisel özgürlük ancak topluluk içinde gerçekleşebilir [...] Gerçek toplulukta bireyler özgürlüklerini birlik olduklarıyla aynı zamanda, bu birlik yardımıyla ve bu birlik içinde elde edebilirler" (Atman ideolojisi [Deutsche ideologie], 1). Engels şöyle der: “Özgürlük, doğa yasaları karşısında uydurma bir bağımsızlık anlamına gelmez, bu yasaları bilmek ve bu bilgiye dayanarak onları belli erekler için yöntemli bir biçimde kullanabilmek anlamına gelir” (Anti-Dühring, 1,2).
Nietzsche’nin özgürlük anlayışı kendini en çok kölelik tehlikesiyle karşılaşınca duyumsayan bir güç olarak tanımlanır. Gerçekten de Wille zur Macht'la (Güçlülük istenci) özgürlük, bir güç olarak ele alınır, çünkü "özgür" demek, hiçbir kısıtlanma duygusu sözkonusu olmadan “ne engellenmiş, ne de itilmiş" demektir. Boyun eğmek zorunda kaldığımız bir dirençle karşılaştığımız zaman, kendimizi artık özgür hissetmeyiz; ancak eğer boyun eğmez ve onu boyun eğmek zorunda bırakırsak, kendimizi özgür hissederiz. Demek ki “özgür istenc”imiz olarak adlandırdığımız şey, güç üstünlüğü duygumuz ve kısıtlanan bir güç karşısında kısıtlayan bir gücümüz olduğu bilincidir". Bu nedenle Nietzsche, alışılmışa aykırı bir biçimde, en özgür insanla baskıcı bir devlet tipinde karşılaşılabileceğini düşünür: "Halklar arasında özgürlük neyle ölçülür? Aşılması gereken dirençleyukan'ya çıkmak için katlanılan çabayla. Öyleyse en yüksek özgür insan tipi, en güçlü direncin sürekli olarak kırılması gereken yerde, Uranlığın yanı başında, kölelik tehlikesinin hemen eşiğinde aranmalıdır” (Götzendaemme- rung [Putların alacakaranlığı], 38).
Heidegger'e göre, doğruluğu temellen diren özgürlük, her şeyden önce kişinin kendini olduğu gibi ortaya koymasına ve göstermesine olanak vermektir: "Özgürlük yalnızca [...] yeğlememizi şu ya da bu aşırılığa doğru yöneltmek konusunda bazen kendimizi kaptırıverdiğimiz heves değildir. Özgürlük, eylem ya da eylemsizlik olanaklarımıza ilişkin basit bir kısıtlama yokluğu da değildir. Hepsinden önce [...] özgürlük, var olanın var olan olarak ortaya çıkmasına olanak vermektir" (Vom Wesen der Wahrheit) [Doğrunun özü üzerine],
Sartre'a göre, verilmiş ve donmuş bir insan doğasından söz edilemez, “bir başka deyişle, gerekircilik yoktur, insan özgürdür, insan özgürlüktür” (Varoluşçuluk) [L’ existentialisme est un humanisme). Ancak sartrecı özgürlük, maddi gerçeklik içinde yer aldığı için, somut bir özgürlük olmaya yönelir. Sartre, insanın içinde bulunduğu durumların özgürlük için bir engel oluşturmadıklarını, tersine, özgürlüğün kaynaklandığı temel olduklarını düşünür: “Mutlak engel yoktur; ancak engel, özgür olarak yaratılan ve özgür olarak edinilen tekniklerde kendi karşıtlık gücünü gösterir; o da bunu özgürlüğün ortaya koyduğu ereğin değerine göre açığa vurur. Böylece özgürlük çelişkisini sezmeye başlarız: özgürlük, ancak durum içinde vardır, durum da ancak özgürlükle vardır” (Tbtre et le NĞant [Varlık ve hiçlik], 4,2).
—Huk. Düşünce özgürlüğü. Çağdaş demokrasilerde daha çok “ifade (açıklama) özgürlüğü” anlamında kullanılrjıakla birlikte, bunun da önkoşulu durumundaki başka birtakım hak ve serbestlikleri de içeren geniş kapsamlı bir özgürlüktür. Düşünce özgürlüğü ilkin, düşüncenin ana malzemesini oluşturan bilgilere, haberlere ve başkalarınca üretilmiş düşüncelere ulaşabilme özgürlüğünü içerir (bilim ve sanatı öğrenme, bilim ve sanat ürünlerine ulaşabilme, haber alma özgürlükleri), ikinci olarak, edinilen düşünce ve inançlardan dolayı kınanmama hakkı ve özgürlüğü yer alır (kanaat özgürlüğü). Bu, her türlü felsefi, siyasi, dini, vb. inanç ve düşüncenin mutlak olarak saygı görmesidir. Özellikle dinsel inançlar sözkonusuysa “din ve vicdan özgürlüğü” terimi kullanılır. Düşünce ve inançlarından dolayı kınanmama hakkı, bunları açıklamaya zorlanamama hakkını da gerektirir (konuşmama özgürlüğü). Bu, özellikle dinsel inançlarını ya da inançsızlığını açıklamaya zorlanmama hakkını koruyan bir güvencedir. Bazı özel durumlarda da, konuşmama özgürlüğü özel olarak korunur (sanığın, avukatı gelene dek konuşmama hakkı, kimsenin kendini ya da yakınlarını suçlayıcı açıklamalarda bulunmaya ya da delil göstermeye zorlanamaması). Düşünce özgürlüğünün modern çağdaki anlamı ve özü, onun üçüncü boyutunu oluşturan “düşünceleri açıklama" (ifade) özgürlüğüdür. Hatta, kişinin iç dünyasında kalan düşüncelerin korunmasının özgürlük açısından büyük bir anlam taşımaması ve bunların bilinebilmesinin de zor oluşu nedeniyle, günümüzde düşünce özgürlüğü kavramını “ifade özgürlüğü” ya da “söz özgürlüğü” terimleriyle karşılayan hukuk sistemleri vardır (özellikle ABD).
Düşünce ve inançların açıklanması çeşitli biçimlerde gerçekleşebilir. Bunun en yaygın ve geleneksel biçimi, söz ya da konuşma yoluyla açıklamadır (konferans, söylev, söyleşi, müzik, toplu slogan vb.). Düşüncelerini başkalarına aktarmanın bir yöntemi de yazı yoludur. Burada, bireysel yollardan (özel yazışmalar) daha çok etkili olan yöntem, yığınlara seslenen basım ve yayım yoludur (gazete, kitap, broşür, dergi vb.). Ancak, düşünceyi açıklamanın yolları söz ve basına indirgenemez; bunlar önceden kestirilemeyecek ve tüketile- meyecek kadar çoktur. Radyo, televizyon, sinema, tiyatro, resim, karikatür vb. en çok yaygınlığı ve etkisi olan ifade yolları ve biçimleridir. Bilim ve sanatı öğretme ve yayma, toplantı ve gösteri düzenleme, dernek ve siyasal parti özgürlükleri de düşünce özgürlüğünün uzantıları ve açıklanış biçimlerindendir. Düşünceler, sessiz, pasif ya da sembolik yollardan da açıklanabilir (pandomim, açlık ya da sakal grevi, protesto duruşu, çiçek koyma vb.).
Düşünceyi açıklama özgürlüğünün kapsamına, düşüncesini aktif biçimde savunma, başkalarına aşılamaya çalışma hakkı da girer. Bu bağlamda, düşüncenin aktif ve sistemli bir biçimde ve taraftar kazanmak amacıyla başkalarına aktarılması ya da yayılması anlamına gelen "propaganda" da, düşüncenin açıklanabilmesi özgürlüğünün kapsamı içinde yer alır. Zaten propaganda sözcüğü de, "yaymak” anlamına gelen latince propagare fiilinden türemiştir. Bu açıdan, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasilerde “düşünce suçu" anlamında bir "propaganda suçu”na yer yoktur.
Bununla birlikte, felsefi ve siyasal içeriği bakımından sınırsız sayılan düşünce özgürlüğünün doğal birtakım sınırlarının bulunduğu açıktır Bir kere, “düşünce" kavramının dışında kalan hakaret, küfür, iftira biçimindeki ifadeler, düşünceleri açıklama özgürlüğünün sağladığı korumadan yararlanamaz. Bunun gibi, toplumu ve kamuyu ilgilendirmeyen ve tümüyle kişisel konularla ilgili ifadeler de (özel yaşama ilişkin bilgiler, dedikodu, vb.) düşüncelerin açıklanması kavramı altında yer almaz (bu konuda, devlet ve siyaset adamlarının yaşamlarıyla ilgili bazı istisnalar vardır: bunların özel hayatlarının kamuya sergilenmesi bazı durumlarda kısmen düşünceyi açıklama özgürlüğü çerçevesi içinde sayılmaktadır). Ayrıca, ticari ve kâr amaçlı ifadeler (reklam, ilan), düşünce özgürlüğünden çok, mülkiyet, ticaret ve özel girişim özgürlükleri çerçevesinde ele alınır bunların bağlı olduğu hukuki rejim çerçevesinde düzenlenir (haksız rekabet, vb.).
Düşünce açıklamalarıyla ilgili bir başka doğal sınır, belli bir durumda somut olarak suça kışkırtıcı (şiddet kullanmak, adam öldürmek, başkasının özgürlük haklarını kullanmasını engellemek) nitelikteki ifadelerin cezalandırılmasıdır. Batı demokrasilerinde resmi bir devlet ideolojisinin bulunmayışı, dolayısıyla bütün düşünce ve inançların serbestçe açıklanıp yayılabilmesi ve bu anlamda "düşünce suç- ları”nın ortadan kalkmış olması (birtakım hukuk sistemlerinde ırkçılık propagandası yasağı gibi istisnalar hariç), belli bir durumda somut olarak suç işlemeye çağrı (ayaklanma, şiddete başvurma vb.) niteliği taşıyan ifadelerin sahiplerinin cezalandırılmasına engel olmamaktadır. Şu farkla ki, burada da içeriği ne olursa olsun belli bir siyasal ya da felsefi düşüncenin açıklanması yasaklanmış değildir; sadece bu düşüncenin "somut ve yakın bir tehlike” yaratacak ve başkalarını suç işlemeye itecek biçimde kullanılmış olması cezalandırılmaktadır. ABD Yüksek mahke- mesi’nin “açık ve somut tehlike” ya da "açık ve yakın tehlike” ölçüleriyle gelişen bu anlayış, gerek bu ülkede gerekse öteki batı demokrasilerinde, zaman zaman siyasal koşullara göre değişime uğramış olmakla birlikte genel olarak kabul görmüştür. Böylece, özünde cebir ve şiddet ya da antidemokratik öğeler içerse bile, herhangi bir siyasal düşünce ya da doktrinin soyut olarak açıklanması, savunulması ve propagandası yasaklanmamakta (“ırkçılık propagandası”yla ilgili bazı sınırlamalar hariç), ancak bunların belli somut olaylarda suça kışkırtma aracı olarak kullanılması durumunda ve sadece bu olayla sınırlı olarak hukuki yaptırım uygulanmaktadır.
Resmi bir devlet ideolojisine yer veren otoriter rejimlerde ise, düşünceleri açıklama özgürlüğü, sistemin felsefi sınırları içinde kullanılabilmektedir.
Türkiye’de düşünce özgürlüğünün kapsamlı bir biçimde tanınması 1961 Anayasasıyla olmuştur. Daha önceleri anayasalarda bu konu ya düzenlenmemişti (sadece basın özgürlüğünden kısıtlı bir şekilde söz eden 1876 Kanunuesasisi ile, temel hak ve özgürlüklere yer vermeyen 1921 Anayasası) ya da çok kısa formüllerle geçiştirilmişti (1924 Anayasası). 1961 Anayasası ilk kez bu özgürlüğü mutlak bir kapsamla tanımladı ve içeriğinin sınırlanabileceği yolunda herhangi bir kural öngörmedi. Ayrıca, düşünce özgürlüğünün uzantıları da (basım ve yayım, dernek, toplantı ve gösteri, bilim ve sanat vb.) önemli güvencelerle donatıldı. Buna karşılık, yasalarda var olan ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayıcı birtakım kuralların varlığı da bir başka olguydu. Anayasa mahkemesi, 1962'den sonra verdiği kararlarda, bunların Anayasa'ya aykırı olmadığı sonucuna vardı. Yüksek mahkeme’ ye göre, salt ve dokunulmaz olan yalnızca bilim ve sanat özgürlüğü ile kişilerin kendi iç dünyalarında kalan düşünce ve inançlardı; bu düşüncelerin açıklanması ise sınırlanabilirdi ve Anayasa buna engel değildi. 1982 Anayasası bu ayrımı benimseyerek, "düşünce ve kanaat hürriyeti” ile “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” ni ayrı maddeler halinde düzenledi. Yeni anayasa bunlardan birincisiyle ilgili olarak herhangi bir sınırlama öngörmemiş, açıklama ve yayma özgürlüğünü ise gerek kendi maddesinde, gerekse genel bir sınırlama kuralı getiren 13 ve 14’üncü maddelerle kısıtlama yoluna gitmiştir. Böylece 1961 Anayasası döneminde Anayasa mahkemesi tarafından Anayasa’ya uygun sayıldıkları halde kamuoyu ve hukuk doktrininin bir bölümü tarafından tartışma konusu olmaya devam eden bazı yasa kurallarının (özellikle Türk cez. k.'nun 141, 142 ve 163. maddeleri). Anayasa’ya uygun oldukları vurgulanmış, bu kısıtlama ancak 9 yıl sonra, söz konusu maddelerin 12.4.1991 tarih ve 3713 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmasıyla sona ermiştir.
—ikonogr. Siracusa’da ele geçirilen yunan paralarında özgürlük zapt edilemeyen bir at, roma paralarındaysa yuvarlak başlıklı bir kadın olarak temsil edilir. 1789 tarihinden başlayarak sanatçılar, özgürlüğü, phrygia başlığı giymiş bir kadın olarak canlandırdılar. 1830'da Delacroix, Halka' yol gösteren özgürlük adlı tabloyu yaptı. 1886'da Fransa, Bartholdi’nin gerçekleştirdiği Dünyayı aydınlatan özgürlük adlı dev heykeli ABD'ye armağan etti ve heykel New York limanının girişine yerleştirildi; bu heykelin, ABD tarafından armağan edilen daha küçük bir örneği, Paris’teki Grenelle köprüsü’nü süslemektedir.
Özgürlük madalyası ya da Medal of Freedom, 1945 yılında ihdas edilen amerikan nişanı. 1963’te, bunun yerine Cumhurbaşkanlığı özgürlük madalyası (Presldential Medal ot Freedom) çıkarıldı. Bu madalya, amerikan çıkarlarının güvenliği ya da savunulması, dünya barışı ya da kültür konularında üstün hizmetleri görülen kimselere verilir.
Özgürlük üzerine (On Liberty), John Stuart Mill'in denemesi (1859). Mill’e göre, devlet, “demokrasi”nin azınlıkların ezilmesine yol açmamasına özen göstererek bireyi ve topluluğu korumakla yetinmelidir.
Kaynak: Büyük Larousse