Arama

Hayata Dair - Sayfa 77

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 269.152 Cevap: 1.657
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
8 Haziran 2007       Mesaj #761
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Hayat

Sponsorlu Bağlantılar

Kır çiçeklerinin yurt tuttuğu
Her dağın hüzünlü bir patikası var
Kuytusuna yaralı düşen kuşlar
Son kez baktıklarında görürler onu

Gövdem bir dağ gülüm
Kalbim onun patikası
Son kuşların giderken bıraktığı
Kuytulara resmedilmiş yaralı bakış ömrüm

Ayrılık uçurumunda çiçeklenir
Sürgünü kendinde ömür ağacı
Gezginlerin geçerken umursamadığı
Seçilmiş yalnızlığın içindedir
Hayata çığlık veren sancı

Herkesin kimliğinde bir Ferhat
Dağları delmeğe hazır aşk için
Herkesin uçurumu bir Şirin
Sorgulanan günlerin toplamıdır hayat




Babür Pınar

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
15 Haziran 2007       Mesaj #762
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Neden derken başlayan bir hayat mı? Hayatla başlayan nedenler mi?
Kafası allak bullak olmuş bir sürü beden, ruhlarına bile yansıyor bu karmaşa, elleri kafalarında, içinde beyin diye bir organ olan kafa tasını sıkıştırıyor, sanki sıktıkça rahatlıyor, e aslında psikolojik bir rahatlama tabi ki bu. “Kafa patlatmak” diye bir değim var, günümüzde bu anlam kargaşası içinde kendiside karışmış vaziyette bu değimin. Öyle değil mi sanki kafa patlatmadan yaşayan insanlar varmış gibi bu günlerde. Bu günler, bu günler hangi günler, hangi zamandayız, acaba bilinen ilk yılların öncesi ne kadar geniş ve acaba son ne zamana denk geliyor. Çok atlamalı bol zıplamalı az sesli seyrek sukutlu bir olgu bu. Ne kadarda kolay insanın kafasını karıştırmak. Yada şöyle mi demeli, insan denen varlık ne kadar karmaşık ve ne kadar basit. Çevresindekilerin hiç farkında değilmiş gibi bir belgeselde etrafına bakıp şükretmeyi öğrenen insanlar mıyız biz. Yoksa doğduğumuzda mı bu bilgi bize zaten verilmişti yada bazı gerçekleri görebilen varlıklar mıyız bizler. Dünyayı kuşatan bir madde kargaşası içinde bedenlerimizin de dahil olduğu bu gruba bir tek ruhlarımız mı girmiyor yoksa insan oğlunun dışında başka ruh grupları da var mı? Ne kadar çok akla gelmeyen kavram ve bilmediğimiz doğurgan kavramlar var. İnandığımız felsefeyi seviyoruz, peki neden sevdiğimize inanamıyoruz. Haz duyusu en karmaşık duyu olsa gerek ki, düşünmesi bile yeter kafamızın içindeki sinir silsilesi kimyasal kıvrımlar için. Sevgiyi, sevmeyi, hoşlanmayı, aşkı, tutkuyu tarif etmek sığmıyor nede olsa değimli satırlara, kim neden bahsetse bunlarla ilgili her ilgilenen için bir eksik kalır cevaplarda, hep insanın kendisinde bulduğu özel bir şeyler vardır. Bir şeyler demek zorunda bırakan, bir terim içine sığmayan şeyler. Aslında bu duyu dışında bir çok konu için de bahsedilebilir bu “şey”lerden. Virgülle ayrılamayacak kadar dar, nokta konmayacak kadar geniş, manevi bir olgu demeye çekiniyorum, acaba o kadar derin bir mesafesi olmasına karşın buna karşı koyabilecek beyinlerde var mıdır diye.
Sponsorlu Bağlantılar

İnsan oğluna verilmiş yetilerle sınırlandırılmış bir dünya, bir de beyin kimyamızın yaklaşabildiği bilmediğimiz bir dünya mı var acaba? Belki de daha öğrenmemiz gereken çok şey var, kim bilir belki de hazır değilizdir bazılarının dediği gibi. Değişime açık ruhlar her bedende kök salabilecekler, kimyamızla başlayan derin değişim bir anda bizi fiziksel boyutta tatmin edecek farklı bir değişikliğe mi uğratacak. Yada beklenen an kimsenin bilmediği gerçek son buluş mu? Gerçek maneviyata yada başka bir değişle mutlaklığın bu hayatında insan oğlu ulaşamayacağı olgunluğa gerçek sonla mı ulaşacak. Yitirdiğimiz değerler bize acı verdiğinde hep bir eksiklik vardır derinlerde, kazandığımızda aldığımız hazzın tarifsizliğine denk, beklide o eksiklikle ölmemek gerek. Var olan kimyamız ruhla bir bütünlük içerisinde çalışıyor besbelli, üzüldüğümüzde yorulan kalbimiz ve mutluluk veren hormonlarımız, olumlu yada olumsuz her şeye cevap veren ruh ve beden ortak düşleri paylaşırlar.Bu iki olgu arasında çatışma yoktur, dengeli bir çalışma vardır. Sıkıntı denen bir kavram gibi hem kimyasalı hem duygusalı kapsayan kavramlar sayesinde biraz daha yaklaşıyorum o derin mevzuata. Mantığı ve duygusallığı birlikte götürebilen kaç insan tanıyorsunuz, ne kadar başarabiliyorlar. Her kavram ya maneviyattan yada maddiyattan fırlamış, her biçimin iki yanı var bu anlamda, nereye baksanız farklılık bir sürü ayrı değerlendirme, gözünüzden içeri giren ışık ışınları size bir çok kavramı aynı anda ayrı-ayrı sunuyor, o kadar çok kargaşa var ki, renkler, dokular, uzunluklar, ağırlıklar, incelik, kalınlık, enlem, boylam, zaman, mekan ve bu kadar karmaşaya eklenecek bir o kadar daha olgu, bekli de çok daha fazlası, insan. Yaşamak böyle bir tarife haiz değil. Yaşamın sırlarını aramaktansa bu karmaşada, yaşamı açmaya çalışıyorum, yaşamdaki mantığı ve maneviyatı, maddiyatı öğrenmeye çalışıyorum. Bir sır varsa bu mutluluk hakkında olmasa gerek, her ruhun kendi sırrını bulması, bu hayata dair kendi konumunu deşifre etmesi gerek. Her insanın kendine, bulunduğu kavme, zamana, mekana ve hatta bulunduğu kalplere göre potansiyel bulması gerek, belki de kendini bilmek budur. Belki de her şey bizden ibarettir, artı ve eksimizi biz yarattığımız gibi. Hani yaydığımız elektrik var ya ondan bahsediyorum. Hatta kaynağı bu olan “ne ekersen onu biçersin” cümlesi gibi.
Bu kadar basit mi?, bu kadar kolay bir anlatıma haiz olabilir mi?
Bu kadar kolay olan, insanın özüne inebilmek ve insan olduğun için insanı anlayabilmektir. Gerçeği görüp insana yormak, insanı görüp gerçekle bir tutmak değildir. İnsan dışındaki karmaşayı göz önüne alınca insan bu karmaşadan daha karmaşık olsa gerek diyorum. Aslında insan bu karmaşa içinde var olmasa dahi gördüğümüz göreceğimizden daha büyük bir bilinmezlik vardır tek başına insan oğlunda. Öyle ki insanın bu dünyada var olabilmesi kavramı, insan denen varlığın kıyametten sonrada çözemeyeceği bir bilinmeyen gibi. Neyse ki iletişim denen bir kavram bir olguya düşmüş varoluştan bu yana insan. O vahim sırları çözemese de, iletişimin, ilişkinin, olumlu hazlara yol veren birer kavram olduğu şüphesizdir. Sosyalizmin derdi bu noktada başlayıp, doğallığın ve maneviyatın sembolü bu noktada bitse de yaşayan, var olan, okuyan, ve bir nedeni olan herkesin çözümüdür ilişkiler ve ilişkilerdeki iletişim. Yaşayan herkes birbiriyle ilişki içerisindedir aslında yanınızdan geçen bir insanın sizinle ilişkisi olduğuna inanmak yada bunu düşünmek kimin yaptığı bir şeydir ki, oysa gerçekten herkesin potansiyel bir ilişki çizgisi ve yansımasıdır. İş yerinizde çok yoğun olabilirsiniz hatta sekreterinizin sesini telefonlarınıza cevap verip işini yaparken duymaktan başka bir zamanda nasıl konuştuğunu bile bilmiyor olabilirsiniz ama sizin sekreterinizle bir ilişkiniz ve bu ilişkinin de bir boyutu vardır. Sahada topa vururken sadece oyuncu arkadaşlarınızla değil karşı takımın oyuncularıyla olduğu kadar maçı izleyen seyircilerle de bir ilişkiniz vardır. Daha yakın bir örnekle haber spikeriyseniz milyonlarla olan ilişkiniz sizin kalitenizi ve sunumuzu etkiler hatta kanalınızın ve cebinizin finanssal durumunu değiştirir. Çarşıda pazarda dolanırken attığınız her adım bir ilişkidir, bir ressamın attığı her fırça darbesi bir iletişim yoludur, her tüzel kurumun reklamı tüketiciyle olan ayrı bir ilişkidir. İlişkilerimize yön verirken bu kadar geniş bir yelpazede düşünemeyiz, bu kadar hassas olmak insana özgün değil. Oysa çözeceğimiz o kadar çok karmaşa vardır ki, bir de bunlarla mı uğraşacağız. Yaşamayı iş, para kazanmayı iş, sanatı iş, zevklerimizi bile iş olmaktan kurtarmak insanın kendi derininde saklı olduğu buradan çıkageldi aklıma. Her kazılan kuyudan ayrı lezzette su çıkması, her rüzgarın her dağda farklı esmesi gibi sınıfların, ayrımların arasında sınıflandırmadan ve ayırım yapmadan gerçekçi kalabilmeye ben yaşam diyorum. Yaşam kelimesini her bakımdan tarifim bu değil ama çok yaklaştırdı beni bu anlamda, bu hayata dair, hani sanki herkesin farklı bir hayat yaşadığını bilmezcesine, aslında bu noktada hepimizin aynı olduğunu vurgulamak. Başka yaşamları kollamak, böyle potansiyel olmak, ama potansiyelimizi kendimize göre kullanmak, çok karmaşık beklide yaşamak. Beklide bu anlamamamız çözmeyi başaramamamız yaşamaktır. Paradoks yaratıp durmak yaşamak olsaydı bu bir paradoks olur muydu? Bu soruyu biraz fazla düşünelim. Herkes kendi paradoksunu yarattı bile, işte bu kadar basit ve arta kalanlar kadar da karmaşık…


Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
16 Haziran 2007       Mesaj #763
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi


En eski yalnızlığımdır aşk benim
Gitgide büyüyen, karanlıklarla
Ne zaman sevdiysem tutuştu tenim
Bir ateşin açtığı yanıklarla

Sabahı olmazdı çok gecelerin
Alır, götürürlerdi beni onlar
Öptüğüm elleriyle, korkunç, derin
Bir uçurumun kenarına kadar

Sonra bırakır giderlerdi, üzgün
Bakardım sessizce arkalarından
Sonra umutsuzluk, gözyaşı ve kan

Bütün umutlarım biterdi bir gün
Bir gecenin ortasında kalırdım
Tek başına ben, ve yalnızlığım

Ümit Yaşar Oğuzcan
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #764
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Acıları kurutmalısın,yüreğindeki sayfalarda.
Umut olmalı,heyecan olmalı kahverengi gözlerinde
Hüzünlerden kederlerden uzak olmalısın
Hayat bulamlısın ,huzur dolmalısın
İşte yaşamak bu,nefes almak bu demelisin
Gözlerimi düşündükce daha fazla sevmelisin
Bende seni senin gibi öyle sevmeliyim.
Korktuğumda sıkıca sarılabilmeliyim sana, Üşüdüğümde soğuktan titredğimde
Sen ısıtmalısın beni yüreğinle
Çocuklaşıp ağladığımda okşamalısın saçlarımı,
Tesellim olmalısın tesellin olmalıyım.
Yüreğinde merhamet düşüncelerinde vicdan olmalı,
Bütün güzelliklere kalbinde yer açmalısın.
Düşenlerin dostu,gülenlerin huzuru
Ağlayan herkesin umudu olmalısın.
Yağmurlar gibi yağmalısın,bir adım gelene,
Şimşekler gibi çakmalısın,karanlıkta gezene
Güneş gibi doğmalısın,garibanın gönlüne,
Yıldırım gibi düşmelisin,zalimlerin üzerine
Sen hep böyle olmalısın.
Ben seni sevdiğimden gurur duymalıyım
Acılara gülümseyebilmelisin
Hayat denizinden attığın her oltaya
Gülücükler takılmalı,umutlar yakalamalısın,
Umutların bugün doğmuş bebek gibi olmalı
Geçen her zaman büyütmeli onları
Bazan küçük bir tebessümün yaşatmalı beni
Bazanda koca bir yürekten akan sevgin.
Sevdamız sınırsız ve ölümsüz olmalı
Biz toprak olsakta sevgimiz dillerde dolaşmalı.
Ne varsa hayata dair paylaşmalısın benimle
Acolarını,sevinçlerini vede korkularını bilmeliyim.
Gözyaşlarımızı gizlemeden ağlayabilmeliyiz,
Sevinçlerimizi paylaşıp gülebilmeliyiz,
Korkularını anlatmalısın hiç çekinmeden
Korktuğunda hiç kimselerin bilmediği sığınağın olmalıyım.
Korkuları birlikte yenmeliyiz.
Sevmediklerini söyleyebilmelisin bana, bende sana
İçimde olmalısın yanımda yoksan bile
Hissetmeliyim varlığını fizanda olsan yinede
Tutkunsam,yanıksam sevdalıysam sana
Bedeli ölüm olmamalı, yaşatmalı beni
Senin vazgeçilmezin ben olmalıyım
Sende benim vazgeçilmezim olmalısın
Paylaşmak istemediğin tek varlık ben olmalıyım
Sen paylaşılmazım olmalısın
Beni herşeyimle kabullenmelisin ben buyum,böyleyim diyebilmeliyim korkusuzca
Hüzünlendiğimde huzur bulduğum kucak,
Mutluluğumda sarıldığım beden olmalısın.
Bütün şarkılarım sana hitap etmeli
İç çekmelerimin nedeni
Şiirlerimin ilhamı
Bütün sohbetlerimin konusu sen olmalısın.
Bir anda dört mevsimi yaşatmalısın bana.
Sevginle kış ortasında baharı getirmelisin,
Beni düşündüğünde güneş doğmalı şehre
Birdaha asla batmamalı.
Bedenimdeki bütün hücrelerimde sen olmalısın.
Damarlarımda sen dolaşmalısın,
Damarlarında dolaşmalıyım kan yerine
Hücrelerinde hissetmelisin beni bende seni
Canım olmalısın sen yaşatmalısın beni
Canın olmalıyım ben yaşatmalıyım seni.
sen ve ben olmamalı Türkçe'de ve diğer dillerde,
Biz olmalıyız yalnızca biz
Tek yürek, tek beden,Tek can olmalıyız.
Ben beni, sende yaşamalıyım
Sende seni,bende yaşamalısın.
Masallar anlatmalısın aşka dair,
Sevdalar işlemelisin yüreğinle yüreğime
Ayrılık kelimesi geçmemeli sözlerinde
Sen saçlarımı okşarken yanımdayken bile,
Yüreğimdeki denizlerden,hasret şiirleri haykırmalıyım
Bütün çılgın dalgalar,fısıldamalı kulağına
Kahverengi gözlerin yaşamamın tek nedeni olmalı
Saçların rüzgar olup göyaşlarımı kurutmalı
Uzaklardada olsak düşünmemeliyiz mesafelerle ayları
Zaman kavramı olmamalı içimizde
Sevgimiz büyümeli sığmamalı yüreğimize
Taşmalıyız ırmaklar gibi
Coşmalıyız ilkbaharda dereler gibi
Çöllerde Vaha olmalıyız
Bozkırlar sevgimizle yeşile dönmeli
Gözlerin karanlıkta ışığım olmalı
Sözlerin bilinmezliklere uçurmalı
Bulmacaların olmalıyım
Beni sen çözmelisin
İpuçların olmalıyımki,rahatlayabilesin
Benim olmalısın baenimsin diyebilmeliyim.
Senin olmalıyım,benimsin diyebilmelisin.
Bütün duyguların bende yoğunlaşmalı
Seviyorsan tek sevdiğin ben olmalıyım
Kızabilmelisin bana bağırıp çağırabilmelisin
Küsebilmelisin bana, arasıra çekip gitmelisin.
Geri bana gelebilmelisin
Yenebilmelisin gururunu
Sevdiğini defalarca söylemelisin
Nefretini bütün açıklığıyla haykırmalısın
Sitem etmelisin edebilmelisin bana
Öfkeni yenebilmek için tokat bile atabilmelisin
Seni herhalinle sevebilmeliyim.
Kölemdir diye tanıtsanda dostlarına
Başım dik ve gururla evet kölenim diyebilmeliyim
eziyet etsende bana, ben seni sevdiğimi söyleyebilmeliyim.
Bir damla suyu bir parça ekmeği
Oturup katıksız yemeliyim senleKimseler bilmemeli açlığımızı bile
Sana ve bana ait ne varsa paylaşmalıyız senle verdiklerinle değil yalın halinlede
Sevmeliyim hissetmeliim seni.Düşüncelerinde yalnızben olmalıyım
Hayalimle yüreğini ben süslemeliyim.
Gözlerindeki aşk kıvılcımıyla yalnız ben yanmalıyım.
Vede benim ateşimle sen yanmalısın
Yüreğinle sarmalı,gözlerinle ısıtmalısın
Tenime her dokunuşunda ben inlemeliyim
Sen hiç tatmadığın kadar haz almalısın
Ve hiç bir zaman doymamalısın bana bende sana doymamalıyım
İhanetlerini aldatmalarını bilmeliyim
Açıkca söylemelisin bana
Bugün A şahsi ile seviştim diyebilmelisin
Fakat o an hayalinde ben olmalıyım
Öptüğün o tenin kokusunda hissetmelisin beni
Bedenine sahip olmalı o her kimse
yüreğin vede aldığın haz bana ait olmalı
Senleyken korkmamalıyım ölümden bile
Senin gibi mert senin gibi erkek olmalıyım
Yiğitliğin destanını öğretmelisin bana
Sonra cahilliğimi yüzüme vurmamalısın
Git dediğinde surat asmadan gitmeliyim
Kal dediğinde ateşinle daha çok yanmalıyım.Allahtan sonra taptığım tek varlığım olmalısın
Yüreğimden gelen sesle erkeğimsin diyebilmeliyim
Böyle sevmelisin beni,bende seni
Senin ruhun bende olmalı
Benim ruhum sende
sen öldüğünde bende yaşamamalıyım
İşte bitanem böyle sevmelisin beni bende seni
Kabülümsün,
Vazgeçilmezlerinle,
Olmazsa olmazlarınla,
bende senin kabulünsem,
Hazırım...
Hazırım senle tüm savaşlara....
minessa_23 - avatarı
minessa_23
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #765
minessa_23 - avatarı
Ziyaretçi
Tek bir sözle ifade etmek istiyorum.....

HAYAT GEÇ KALANI ASLA AFFETMEZ......!!!!!
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #766
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Kemanlar aramıza girmeye başladığında
sen romantik değildin artık
satmıştın romanlarını engizisyonculara
gittiğin başka sevdalar işkenciler yetiştirirken
sen bihaber, ben namüsait...

romanlarını satmış bir romantiksin sen,
gel demişsin, kopar yeni sevda damarlarımı
duymamışım kulaklarım kan içinde
başımda işkencecilerin, avuçlarımda çiviler
sırtımda kamburum, umut kaçtı kaçacak saçlarımdan
kanamasına güler mi hiç insan?
duydum...şaşırmışsın, saygılıymışsın,
teklifini yapmışsın,
ve gözlerime bakmışsın,
gözlerini saçlarıma takmışsın, ağlamaklı...
bilirsin, son derece cüzzamlıyım
elimden çeksen beni, ancak kolumu alırsın

sırf seni olduğun yerden etmemek için
onu da senin gibi sevmek isterdim oysa
dünyanın en acaip üçgenini çizmek isterdim sırf senin için
büyü tahtalarının sihirli eşkenar üçgenini
ve her yönden aynı görünen o muhteşem çemberini
ve bir dostun dediği gibi belki
en sağlam ilişkiler üçgendir
ip cambazı değilsen iki nokta arasında ayakların yerden kesilir
armonica ağlamaya başladığında
susar bütün ağlayan çocuklar
yanaklarındaki göz yaşlarını yalarlar
ve üç kişilik sevdaların alıştırmasını yapar


(mehmet güreli)
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #767
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
NEDEN ve NASIL KEŞKESİZ BİR HAYAT

Hayat bir matematik hesabından başka bir şey değildir aslında. Davranışta bulunurken sana neler getireceği ve senden neler alabileceği üzerinde düşünür de davranırsan daha az acı çekersin. "Keşke" diye bir şey yok. Sende olan aklın sana zaten bunun için verilmiştir. Yapacağın şeyin sonucunu düşünmelisin. İnsanlar eylemlerinde özgürdür.



Kendi davranışlarından bizzat kendisi sorumludur insan. Özgür iradesiyle karar verdiği bir davranışın sonuçlarına katlanamayacaksa niye yapar o zaman.



Bazen kötü iki şeyden birini seçmek zorunda kalırsın. O zaman da biraz kadercilikle işin içinden yine sıyrılırsın. Demek ki birini yaşamak zorundasın. Çünkü hiç bir şey tesadüf değil. Bu hayat bize bir şeyler öğretmek için çok özenilerek hazırlanmış. Başına gelen her olay insan için bir fırsat. Anlayabilene...



Neden insanlar geçmişi unutmaz? Geçmiş, gelecekte aynı hatayı yapmamak için vardır. Ama geçmişe takılıp kalmak da, bizim için ne getireceği belli olmayan bir gelecek için endişe duymak da yanlış. Doğrusu; geçmişten ders alıp geleceğe hazırlanırken "an"da kalmak. Çünkü geçmiş adı üstünde geçmişte kaldı. Gelecek ise henüz gelmedi. Bizi biz yapan "an"da yaşadıklarımız ve "an"da seçtiklerimizdir.



"Keşke" insanı mutsuz etmekten başka hiç bir şeye yaramaz...

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #768
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
BASİT BİR MANTIK

Harvard Üniversitesi'nin mezunlar derneğinin NewYork'ta bir şubesi
varmış. Yüzlerce eski mezun öğlenleri gelip orada yemek yermiş.
Günlerden bir gün Harvard Üniversitesi rektörü NewYork'a işi düştüğünde
oraya yemek yemeye gelmiş. Tabii ki tanınmıyor.Kapıdan girmiş ve
vestiyerdeki yaşlı zenciye şapkasını, paltosunu ve şemsiyesini uzatmış.

Saygılı vestiyer memuru yaşlı zenci şapka, şemsiye vepaltoyu almış,
bembeyaz dişlerini gösteren bir selam ve gülücük sarkıtarak, eşyaları
kabul etmiş, ama hiçbir fiş,bilet makbuz vermemiş.Rektör şaşırmış ama
bir şey dememiş. Nasıl olsa çıkarken bana yanlış giysileri verirler diye
düşünmüş, o zaman da zaten buranın müdürü benim ile beraber dışarıya
gelecek olduğu için, onu ikaz ederim ve fiş sistemini başlatırlar
yaklaşımına girmiş.

Gerçekten de mezunlar derneğinin müdürü onun yanına gelmiş, beraber
yemek yemişler, yemekten sonra da müdür rektörü kapıya kadar çıkartmış,
kapıda vestiyere gelmişler, rektör yaşlı zencininönüne dikilip,
malzemelerini istemiş, zenci gene müthiş dişlerini gösteren gülücüğünü
saçarak vestiyerin arkasına geçmiş ve doğru şapka,doğru palto ve doğru
şemsiyeyi getirerek rektörün eline tutuşturmuş. Tabiirektör fena halde
bozulmuş. Çünkü doğru malzeme kendisine geriverilince itiraz senaryosu
çalışmıyor, nutuk atılamıyor, müdür ikaz edilemiyor.Duruma bozulan
rektör gene de kurcalamaya çalışmış.

- Bu şapka, şemsiye ve paltonun benim olduğunu nereden biliyorsunuz?
diye sorarak hırçınlanmış. Zenci gene dişlerini ve saygılı selamını
sarkıtarak;

- Bunların size ait olup olmadığını bilmiyorum efendim! demiş.

İşte şimdi yakaladım! diye aşka gelen rektör derhal saldırmış: O zaman
bunları neden bana verdiniz? Zenci bir kere daha gülücük ve diş dolu
selamını saygı ile vererek yinelemiş

- Çünkü onları bana siz vermiştiniz!

Diploma, apolet, unvan, uzmanlık falan filan hiçbiri önemli değil.
Hayatta başarı için gerekli olan basit ve sağlam bir mantıktır.

DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
18 Haziran 2007       Mesaj #769
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU


Bir varmış, bir yokmuş… eski bir çiftlikte yaşayan bir ördek ailesi varmış. Anne ördeğin yeni yavrular için kuluçkaya yatma süresi yeni dolmuş. Güzel bir sabah, altı tane kıpır kıpır ördek yavrusu, cıvıldayarak yumurtadan çıkmışlar. Ama diğerlerinden daha büyük olan bir yumurta açılmamış. Anne ördek bu yedinci yumurtayı yumurtladığını hatırlamıyormuş. Peki burada ne işi varmış? TAK! TAK! İçeride hapis kalan yavru, yumurtanın kabuğuna vurmaya devam ediyormuş.

“Acaba sayıyı şaşırmış olabilir miyim?” diye kendi kendine sormuş, anne ördek. Ama şüphelerini açığa kavuşturacak zaman bulamamış, çünkü geç kalan yumurta da açılıvermiş: Sarı değil de gri tüyleri olan tuhaf bir ördek yavrusu yumurtadan çıkıp şaşkın şaşkın annesine bakmış.

Ördek yavruları hızla büyüyormuş. Ama anne ördek dertliymiş. Ne zaman en son doğana baksa: “O kadar çirkin ki, bu nasıl benim yavrum olur anlamıyorum!” diyormuş, şaşkın şaşkın. Gerçekten de, gri ördek yavrusu güzel olmadığı gibi, kardeşlerinden daha çok yediği için de hepsinden daha iriymiş.

İlerleyen günler zavallı ördek yavrusuna yalnızca üzüntü getirmiş. Çirkin ve hantal olduğu için kardeşleri onunla oyun oynamak istememişler. Kümesteki diğer hayvanlar da ona gülüyorlarmış. Kısacası, arada sırada anne ördek onu teselli etse de, kendini yalnız ve mutsuz hissediyormuş: “Zavallı çirkin oğlum!” dermiş annesi, “Neden sen de diğerlerine benzemedin sanki?” Zavallı küçük yavrunun mutsuzluğu günden güne artıyormuş. Herkesin kendisini dışladığını düşünüyor, geceleri gizli gizli ağlıyormuş. “Kimse beni sevmiyor, burada benimle herkes alay ediyor. Ah! Ne için ben de kardeşlerime benzemiyorum?”

Bir sabah, çiftlikten kaçmış. Mola verdiği küçük gölde, karşısına çıkan herkese soruyormuş: “Benim gibi gri tüyleri olan ördekler nerede, biliyor musunuz?” Herkes başını sallıyor, “Senin kadar çirkin kimseyi tanımıyoruz” diyormuş. Ördek yavrusu yılmamış ve aynı soruyu sormaya devam etmiş. Bir su birikintisine gelmiş ve karşılaştığı iki kaz ona aynı yanıtı vermişler. Hatta onu uyarmışlar: “Hemen buradan kaç, burası tehlikeli, etrafta avcılar var!” Ördek yavrusu, çiftliğin yolunu bulamadığı için yeniden ağlamaya başlamış. Bir gün yine böyle başı boş gezinirken, yaşlı bir köylü kadının kulübesinin yakınlarına gelmiş. Kadın onu yolunu şaşırmış bir kaz zannedip yakalamış. “Bunu kafese koyacağım. Umarım dişidir de, bir sürü yumurta verir!” demiş gözleri iyi görmeyen yaşlı kadın. Ama ördek yavrusu yumurtlamamış.

Tavuk onu sürekli korkutuyormuş: “Göreceksin, yumurta vermezsen, bu kadın kafanı koparıp seni tencereye atacak!” Kedi de yangına körükle gidiyormuş: “Heh! Heh! Umarım yaşlı kadın seni bir an önce pişirir; ben de kemiklerini sıyırırım!” Zavallı ördek yavrusunun korkudan iştahı da kaçmış. Köylü kadın da söylenmeye devam ediyormuş: “Madem yumurtlamıyorsun, inşallah çabuk semirirsin!”

“Ne kadar acımasızlar!” diyormuş dehşete kapılan ördekçik, “Böyle giderse, korkudan öleceğim! Keşke biri beni sevseydi.”

Derken bir gece kafesin aralık kalan kapısından kaçıvermiş. Hızla kulübeden uzaklaşmış. Gün doğarken kendini sık bir sazlığın ortasında buluvermiş. “Madem kimse beni istemiyor, ben de sonsuza dek burada saklanırım.” demiş. Yiyecek bolmuş ve ördek yavrusu huzur bulmaya başlamış, ama yalnızlık çekiyormuş. Bir sabah güneye göç etmekte olan kıvrık boyunlu, sarı gagalı, kocaman kanatlı, gösterişli, beyaz kuşlar görmüş. “Oh, bir gün için bile olsa onlar kadar güzel olabilseydim!” demiş yavru ördek, onları uzaktan hayranlıkla izlerken.

Kış gelmiş ve sazlığın suyu buz tutmuş. Zavallı ördek yavrusu karda yiyecek aramaya çıkmış. Ama yorgunluktan bitkin düşmüş. Oradan geçen bir çiftçi onu bulup ceketinin geniş cebine yerleştirmiş. “Onu çocuklarıma götüreyim de iyileştirsinler. Zavallıcık! Tamamen donmuş! demiş adamcağız, onu okşayarak. Evdeki herkes bu yeni gelenle çok ilgilenmiş, böylece ördek yavrusu kış soğuğunda donmaktan kurtulmuş. Ama ilkbahar gelene kadar öyle büyümüş ki, çiftçi karar vermiş: “Onu göle götürüp serbest bırakacağım!” İşte o zaman, ördek yavrusu sudaki yansımasını görmüş: “İmkansız! Nasıl da değişmişim! Artık kendini tanıyamıyorum!”

Göç ettiği yerden dönen kuğu sürüsü göle inmiş. Ördek yavrusu yeni gelenleri görünce tıpkı kendisine benzediklerini fark etmiş ve kısa zamanda onlarla arkadaşlık kurmuş.

“Bizler de senin gibi kuğuyuz! Şimdiye kadar nerede saklandın?” diye sormuşlar ona.

“Bu uzun hikaye!” diye yanıtlamış, hala şaşkınlığı üzerinden atamayan genç kuğu. Şimdi benzerlerinin arasında gururla yüzüyormuş.

Günlerden bir gün, kıyıdaki birkaç çocuğun konuşmasını duymuş: “Bakın, şu genç kuğuya bakın, en güzeli o!” Artık kendini çok mutlu hissediyormuş.
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
19 Haziran 2007       Mesaj #770
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Hayat
hayat çok garip,bir dakikadan öbür dakikaya ağlayabiliyoruz.
ben en çok içten gülmeleri özledim,yapmacık olmadan sessizce değil kedersiz ve dertsiz bir hayatin başlangıcıyla beraber.
acıları artık bir beyaz tüle sarıp yemyeşil çimenlerin üzerine koyup bırakmaları özledim.
gözlerden akan yaşları kana kana içmeyi özledim,yangın yüreğimi o şekilde söndürmeyi.
mutluluklarıma bir kitap yazmak yazabilmek ki zaten yüreğe kazılmış bir acıya rağmen tükenmez kalemle tükenmeden bitmeden mutlu olmayı özledim.
akan zamanı geriye getirmek değil de çocukken kedersizken büyümek öne almak isterdim o zamanı
evcil acılarımı evden uzaklaştırmak gönlümü koparıp alnıma çivileyip gezmek isterdim
dilimin dökemediği kani onun dökebilmesi için
ben en çok özlemlerimi özledim dobra dobra
tertemiz bir aşkı beklemeyi,kirletilmiş sevgiyi unutmak değil de,sapasağlam bir sevdayı yakalamak isterdim ağımda
ben en çok hayati özledim yasamak varken her saniye ölümü göze alarak sevmeyi özledim
ben bırakıp gitmeyi özledim,arkama bakmadan ve hiçbir et parçasını geride bırakmadan
evet ben en çok hayatı özledim gerçekleriyle yaşamayı
hadi kalbim biraz gayret ve bırak artık durmayı..


Esra Karataş

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri