Arama

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında - Sayfa 16

Güncelleme: 25 Eylül 2013 Gösterim: 252.313 Cevap: 158
CenneT-ul Meva - avatarı
CenneT-ul Meva
Ziyaretçi
27 Ekim 2010       Mesaj #151
CenneT-ul Meva - avatarı
Ziyaretçi
efendimizin cömertligi

Sponsorlu Bağlantılar
Bir gün, bir adam, Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) mer'ada otlayan keçilerini sayarken gelmiş ve bir kaç keçi istemişti. Rasûl-i Ekrem de ona bütün sürüyü vermişti. Adam sürüyü kabilesine götürdüğünde:

-Hepiniz müslüman olunuz Muhammed (S.A.V) o kadar cömert ki, fakirlikten hiç korkmuyor, demişti.


Rasûl-i Ekrem (S.A.V) bazen birinden bir şey satın alır, sonra onu yine ona hediye ederdi. Kendilerine bir şey geldimi, derhal onu, başkalarına hediye ederdi. yanlarında bir şey, bir gece kalacak olsa ondan üzüntü duyardı.


Rasûl-i Ekrem (S.A.V)'in Hanımı Ümmü Seleme (Radıyallahu anha validemiz anlatıyor:


Rasûlüllah'ın yüzünde bir değişiklik hissettim. Sebebini sorunca:


"Dün aldığım yedi dinarı veremedim yanımda kaldı.", buyurdu

kingmaster - avatarı
kingmaster
Ziyaretçi
4 Nisan 2011       Mesaj #152
kingmaster - avatarı
Ziyaretçi
Arapça isimlendirme şekliyle adı Muhammed bin Abdullah (Abdullah oğlu Muhammed) olarak geçer. Müslümanlar adını andıktan sonra sıkça "sallallâhu aleyhi ve sellem" (Arapça: صلى الله عليه و سلم) cümlesini söylerler. Yazında ise "s.a.s", "s.a.v" veya "s.a" olarak kısaltılan bu ifade kısaca, "Allah'ın selamı onun üzerine olsun" anlamına gelir. Türk-İslamî literatürde ise Hz. Muhammed (s.a.v) olarak yazılır. Muhammed Arapçada "övgü" kökü olan "hamd" fiilinden türetilmiştir. Mutad övgü alan, kişice övülen manasına gelir. Ayrıca halk tarafından Mustafa veya Ahmed ismiyle de anılır. Ahmed Arapça'da "daha çok övülen" anlamına gelir. Kur'an'da daha çok övülen manasında kullanılan ahmed kelimesi, kimi din adamlarına göre özel isim olarak adledilmiş ve Ahmed isminin Kur'an referansıyla Muhammed'in diğer bir ismi olduğu iddiasında bulunmuşlardır.
Kur'an'a göre Muhammed'in geleceği Tevrat'ta ve İncil'de bildirilmiştir. İslam peygamberi bir hadisinde şöyle demiştir:
Sponsorlu Bağlantılar
"Benim ismim Kur'ân'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed'dir."
Bununla birlikte Yahudi ve Hıristiyan Kutsal Kitaplarında Muhammed'den bahsedilmez. İslam'a göre bu durum Tevrat ve İncil'in zaman içerisinde tahrif edildiğine ve değiştirildiğine yorulur. Bazı İslam kaynaklarına göre İncil'de geçen Faraklit İslam peygamberidir. Bir başka iddiaya göre Tevrat'ta da Muhammed'in geleceğine işaretler vardır.
CeLebRindaL - avatarı
CeLebRindaL
VIP why did you go why
24 Aralık 2011       Mesaj #153
CeLebRindaL - avatarı
VIP why did you go why
HZ. PEYGAMBER'İN GİYİM TARZI
Hz. Peygamber'in hayatına baktığımızda, giyim konusunda şu üç ölçüyü öne çıkardığı görülür:

İsraftan sakınmak;
Giyinmeyi, kibir, gurur, azamet ve gösteriş vesilesi yapmamak;
İçinde bulunduğu sosyal sınıfın imkan ve şartlarına uygun biçimde giyinmek.
Kaynakların bize ulaştırdığı vesikalardan anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber'in giydiği kıyafetlerden -tek istisna ile- hiçbirisi, İslam'la birlikte ihdas (icat) edilmiş olmayıp, onların hepsi de, o günün toplumunda öteden beri giyilegelen giyim-kuşam çeşitleri idi. Nitekim kamîs, izâr, ridâ, cübbe, kulle, nâleyn gibi isimlerle anılan bu kıyafet çeşitleri; İslam öncesinde hanifler, putperestler ve gayr-ı müslimlerce giyilebildiği gibi, İslam'dan sonra da Müslümanlarca giyilmeye devam edilmiş eşyalardır.

Ancak, Rasûlullah’ın kıyafette getirdiği tek istisnai yenilik, baş kıyafetinde kendini göstermektedir. Bu da "sarık"tır. Zira mübarek başlarına; burnus veya kalensüve adı verilen bir külah üzerine sarılmış sarık (‘imame) giyerlerdi.

Üstlerine giyindikleri elbiseleri de ridâ, izâr ve kamîs şeklinde olurdu. Giyindikleri kıyafet –umumiyetle- iki parça olup; üst parçasına ridâ, alt parçasına da izâr denirdi. Kamîs ismi verilen önü kapalı entari gibi uzun gömlek giyinmeyi ise daha fazla tercih ederlerdi. Gerektiği zaman bunların üzerine; cübbe, aba, bürde gibi adlar verilen hırka nevinden bir kıyafet giydikleri de olurdu.

Ayaklarına giydikleri ayakkabı çeşidi ise; nâleyn adı verilen sandal tipi pabuçla, huffeyn denen potin veya mest tipi ayakkabılardır.

Kaynakların verdiği bilgilere göre; Hz. Peygamber'in bütün giyim eşyaları bu parçalardan meydana geliyordu. Kendilerinin çorap giymedikleri hususunda vesika değerini taşıyan bir kayda rastlayamadığımızı da belirtmeliyiz.

Bu arada, Rasûlullah Efendimiz; giydikleri elbisede herhangi bir renk üzerinde ısrar etmemişlerdir. Öyle ki; beyaz, siyah, sarı, yeşil ve kırmızı renklerden yapılmış elbiseleri çeşitli zamanlarda giymişlerdir. Ancak kendileri iklim icabı, beyaz rengi tercih ettikleri gibi Müslümanların da beyaz giymesini tavsiye etmişlerdir. Bunun dışında, renk tercihini zevklere bırakmışlardır.

Öte yandan, pamuktan yapılmış giyecekler yanında, yünden dokunmuş elbise giydikleri de olmuştur. Ancak, hem piyasanın ithal malı en pahalı kumaşı olduğundan, hem de erkekler için fazlaca lükse kaçtığından ipek kumaş kullanmamışlardır. Bununla birlikte, özel durumları olan bazı ashabının, ipekten dokunmuş gömlek giymelerine izin vermişlerdir.

Hz. Peygamber, gerek cuma ve bayramlarda, gerek yerli ve yabancı heyetleri kabul ettikleri zamanlarda, resmî kıyafet diyebileceğimiz özel bir kıyafet de kullanmışlardır.

Ebû Said el-Hudrî (ra) anlatıyor:

“Hz. Peygamber, her ne zaman yeni bir elbise giyseler, -ister sarık, ister gömlek, isterse hırka olsun- onun bizzat adını söyleyerek, şöyle dua ve niyazda bulunurlardı:

"Allah'ım, bana bunu giydirdiğin için, sana sonsuz hamdüsenalar olsun. Onun ve onu giyen azanın hayırlı olmasını niyaz ederim. Aynı şekilde, onun ve onu giyen azanın şerrinden de sana sığınırım Allah'ım!"
O Kadar Kalabalik ki Yalnizligim..
ChaosXL - avatarı
ChaosXL
Ziyaretçi
17 Ocak 2012       Mesaj #154
ChaosXL - avatarı
Ziyaretçi
Efendimizin Şemaili
· Yaratılış ve ahlâk itibariyle insanların en üstünü idi.

· Bütün Peygamberlerin en güzeli o idi.

· Boynu uzun ve gümüş gibi saf, omuzları ve pazuları kalın, parmakları uzundu.

· Kendisi şişman değildi.

· Uzuna yakın orta boylu, güçlü ve kuvvetli idi.

· Mübarek cildi ipekten yumuşaktı.

· Yüzü hafifçe yuvarlak, kaşları hilâl gibi idi.

· Kirpikleri uzun, gözleri kara, büyük ve son derece güzeldi.

· Saçları ne pek kıvırcık, ne de pek düz idi.

· Sakalı sık ve tamdı. Uzun değildi.

· Cismi güzel, kokusu hoş idi.

· Sünnetli olarak ve göbeği kesik vaziyette doğmuştu.

· Yüzü gül gibi kırmızıya benzeyen beyaz ve nuranî, berrak ve ışıklı idi. Dişleri inciler gibi beyazdı.




· Konuşurken ön dişlerinden nurlar saçılır, gülerken ağzında ışıkların bile aydınlandığı sanılırdı.

· Koku sürünsün veya sürünmesin teni ve teri en güzel kokulardan daha güzel kokardı.

· Mübarek eliyle bir çocuğun başını okşasa, o çocuk diğerleri arasından hemen seçilir, belli olurdu.

· Pek uzaktan işitir, kimsenin göremeyeceği mesafeden görürdü.

· Bir yere giderken sağına soluna bakıp yürümez, vakar ve süratle ilerlerdi. Yüzünde nur, sözünde kuvvet, lisanında bir güzellik vardı.

· Herkesin aklına göre söz söyler, herkese güler yüz gösterirdi.

· Kimsenin sözünü yarıda kesmez, haşin davranmaz, mütevazi yaşardı. O'nu ansızın görenler heyecan ve sevgiyle ürperir, konuşunca hayran olurdu.

· Bütün insanları hoş tutar, hizmetçilerine şefkatle muamele ederdi.

· Kendisi ne yer, ne giyerse, hizmetçilerine de onları yedirir, onları giydirirdi.

· Çocukları çok sever, saçlarını okşar, onlarla konuşurdu.

· Son derece cömert, sözüne sâdık ve merhametli idi.

· Güzel ahlâk bakımından insanların en üstünü idi.

· Hülasa kâinatın efendisi, Allah'ın sevgilisi, mü'minlerin baş tacı, hasta gönüllerin ilâcı, çaresizlerin yardımcısı, mazlumların koruyucusu, düşünülebilen her türlü üstünlüğün sahibi idi.

· Allah'ın salât ve selamı O'nun ve O'na yakın olanların üzerine olsun.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
8 Ekim 2012       Mesaj #155
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Günümüzde bizler Kur’an dan habersiz, din adına öyle şeylere inanıyoruz ki, bunu akılla, mantıkla, Kur’an ile izah etmek mümkün değil. İçimize fitne sokan, İslam ı yozlaştırmak adına içimize girmiş Yahudi fitnesi, bu konuda çok ustaca çalışmış ve de başarılı olmuştur.

Sizlere bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Lütfen bu örnekten yola çıkarak, bu söylenenleri değerlendiriniz, daha sonrada buna benzer yüzlerce, hatta binlerce yanlışın ardı sıra nasıl gittiğimizin de değerlendirmesini, lütfen kendi nefsinizde yapınız.

Aşağıdaki rivayet bilgileri, günümüzde çok güvenilen Buhari ve Müslim in hadis nakillerinden alınmıştır. Lütfen aşağıdaki sözleri önce değerlendirelim, daha sonra da, günümüz ilminin esneme konusuna verdiği cevaba bakalım. Acaba birileri İslam inancına ne fitneler sokmuş, farkına vara bilecek miyiz?

(Uyku, yorgunluk veya can sıkıntısı halinde, elde olmadan, ağzın kendiliğinden açılarak, uzunca bir nefes alıp verme hali


Bu hal bir bakıma dalgınlık ve gaflet haline benzer Bu ise Müslüman a pek yakışır bir durum değildir


Bunun için Hz Peygamber (s a s ) bu konuda şöyle buyurmuştur:


"Allah (c c ) aksırmayı sever fakat esnemeyi sevmez Bir kimse aksırıp "Elhamdülillâh" derse bunu işiten Müslümanların "yerhamükellah " diye karşılık vermesi gerekir Esneme ise şeytandandır Bunun için esneme ihtiyacı duyan kişi, mümkün olduğu kadar buna mani olsunÇünkü biriniz esnediği zaman şeytan ona güler" (Buhâri, Edeb, 165, 166; Müslim, Zühd, 54; Tirmizî Edeb, 1 4; Nesaî, Cenâiz, 52)


Şeytanın gülmesinden maksat esneyenin içine düştüğü gaflet ve bitkinlik hali ile gülünç durumundan şeytanın hoşlanmasıdır
Zaten inanan bir kişinin başına gelecek her kötülük, şeytanı memnun eder ve onu güldürür



Şeytanı güldürmemek için kişinin esneme belirtileri olunca; hareket ederek elini yüzünü yıkayarak abdest alarak yorgunsa dinlenerek, bu gaflet halinden kurtulmaya çalışması gerekir


Bütün bunlara rağmen esnemeden kurtulunamazsa esneme halinde ağzın el veya başka bir şeyle kapatılması İslâmi edep gereğidir Bir yazıda şöyle bir soru sorulmuş: Peygamberimiz (S A V) esnerken ağzını sol eli ile mi kapatırdı sağ eli ile mi? Cevabı şu; Hiçbiri

Çünkü Peygamberimizin (S A V) esnediği hiç görülmemiştir
Namazda esnemek şeytandandır. [Buhari]



Yukarıda yazılanları ben değerlendirecek değilim. Doğru olup olmadığını, aklı olan zaten anlayacaktır. Sorgusuz sualsiz iman etmeninde, ne denli büyük bir yanılgı olduğunu, bizleri Allahtan nasıl uzaklaştıracağını da fark edecektir.


Şimdide gelelim bugünün ilmine, bakalım ESNEME konusunda yaptığı araştırmalar, da ne gibi sonuçlara ulaşılmış.


(Henüz doğmamış bir bebek bile, 11. haftadan itibaren anne karnında esnemeye başlar. Doğduktan sonra, son nefesimizi verene dek ortalama 250.000 kez esneriz. Bu "çene esnetme egzersizi", aslen ciğerlerimizin çalışmasını düzenleyen koruyucu bir reflekstir. Ciğerlerimizde bulunan keseciklerin (karbon dioksit-oksijen dönüşümünün yapıldığı kesecikler) çökmesini önler.)

(Esneme nedir? Neden yapılır?
Esneme istemsiz olarak kademeli nefes almaları takiben kademesiz ve derin bir nefes vermedir. Alt çene ileri derecede açılır ve boyun adaleleri kasılır.
Oluşunun sebebi;
kanda birikmiş CO2′nin atılmasını temin etmek için boynun büyük toplardamarlarına baskı yaparak kanın temizlenmek üzere kalbe dönümünü hızlandırmasıdır. )

(Esnemek görme gücünü artırıyor...

Çinli bilim adamları yorgunluğun sinyali olan bazı hareketlerin, sadece uyarı anlamı taşımadığını, yapılmaları halinde organlara faydalı olduğunu bildirdi.


Çin Uluslar arası Radyosu'nun haberine göre, esnemek göz kaslarının gevşemesine yardımcı olduğu gibi, gözdeki kan dolaşımını da hızlandırabiliyor, gözü parlatıyor ve rahatlatıyor.)



(Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Aksu, sadece uykusu gelenin esnemediğini kaydetti. Prof. Dr. Aksu, esnemenin kandaki oksijen oranının düşmesi sonucu ortaya çıktığını belirtti. Aksu, esnemenin yalnızca insanlara özgü olmadığını, kuşlar ve memelilerle, bazı sürüngenlerin de esneyebildiğini söyledi. İnsanlarda esnemenin anne karnında 11'inci haftada başladığını ifade eden Prof. Dr. Aksu, "Vücudun oksijen gereksinimi koşullara bağlı olarak gün içinde değişir. Organizmanın artan oksijen ihtiyacı esneme ile karşılanır." dedi.)

(Yeni yapılan araştırmada ortaya çıkan bulgular, yorulduğumuz zaman niçin esnediğimizi açıklıyor. Esnemek, beyni serinletiyor ve daha randımanlı çalışmasını sağlıyor.

Esnemenin birincil amacı beyin sıcaklığını kontrol altına almak olduğunu açıklayan araştırmacılar, ortaya çıkan bulguların uykudan önce ve sonra niçin esnediğimiz, niçin belirli hastalıkların esnemeye yol açtığı, burundan nefes aldığımızda ve alnımız serinleyince esnemenin niçin durduğu gibi esneme hakkındaki çeşitli sırları çözdüğünü belirtiyorlar.

Binghamton Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde araştırmacı Andrew Gallup, "Beyin bilgisayarlar gibidir. Serinlediği zaman daha iyi çalışır. Esnemek de beyni serinletiyor ve dolayısıyla daha randımanlı çalışmasına yol açıyor. Başka bir deyişle esneme bilgisayarlardaki vantilatörün işlevini görüyor" dedi. )


Ne dersiniz, yazımın başında sizlere hatırlattığım rivayet bilgiler, sizce doğru olabilir mi? Peygamberimiz hayatında hiç esnememiş olabilir mi? Esnemek, sizce şeytandan mıdır, yoksa Yüce Rabbimin yarattığı kullarının en önemli ihtiyacımıdır? Yorum sizlerin.

Bizlere düşen Allah ın rehberiyle yatıp, Allahın rehberiyle kalkmak olmalıdır. Eğer bunu yaparsak, dine nifak sokmaya çalışanlar yanımıza bile yaklaşamazlar. Yok eğer, sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlere kanıp, onu yüksek bir yere asmış isek, birde üstüne üstlük Rabbin sakın velilerin ardına düşmeyin uyarısını göz ardı edip veliler, şeyhler edinmişsek, işte o zaman akı kara, karayı ak görmemiz kaçınılmaz olacaktır.


Dilerim Rabbimden Kur’an ı rehber alan, onu anlayarak okuyup, ayetler üzerinde düşünen aklını kullanan, kendi imtihanına bizzat kendisi hazırlanmak adına, Kur’an ı yanı başından ayırmayan, doğruyu aramak adına çaba gösteren, körü körüne hiçbir bilginin ardından gitmeyen, Rabbin halis kullarından oluruz.

Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

vertyucek - avatarı
vertyucek
Ziyaretçi
28 Ekim 2012       Mesaj #156
vertyucek - avatarı
Ziyaretçi
Sevgili Peygamberimiz S.A.V

SEVGİLİ PEYGAMBER EFENDİMİZ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN çeşitli şer odakları ve şerli kimseler tarafından haksızca karalandığı şu günlerde onun güzel ahlakını yeniden hatırlamak ona saldıran bedbahtlara verilecek en güzel cevap olacaktır.

RABBİMİZ CELLE CELALÜH buyuruyor :
Estaüzübillah
(Rasulüm)Sen Rabbinin nimetiyle mecnun değilsin.
Kuşkusuz senin için tükenmez bir ecir var.
Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.
Sen de göreceksin, onlar da görecek.
Hanginizde imiş o fitne ve cinnet.
KALEM SURESİ 2,3,4,5,6. ayetler.

Peygamberimizin Düşmanları Bile Onun Sıdkına Şâhittirler
1. Kırk yaşına kadar kendisine “Muhammedül-Emîn” diyen ve emanetlerini teslim eden düşmanlarının Onu, Peygamberlikle ortaya çıktığında red ve inkâr etmeleri, kendileri adına tenâkuzdan (sözdeki çelişki) başka bir şey değildir. Kendilerini akıllı, kültürlü ve mütefekkir (düşünür) gören bu insanlar, böylece tam kırk yıl aldatılıp uyutulduklarını kabul etmiş olmuyorlar mı? Öyleyse, inkârlarında başka bir maksat vardı; çünkü değişen ve dönen Peygamber değil, döneklik yapıp, Güneşe göz yuman bizzat onların kendileriydi.

2. Düşmanları Onu yalancılıkla itham edemiyor, getirdiklerini red ve inkâr edemiyor, sadece sâhir (uyuyamama hastası), şâir, mecnun (deli) yakıştırmalarında bulunuyorlardı. Mevcudiyet ve hakikatını inkâr edemedikleri mucîzelerine de sihir deyip geçiyorlardı.

3. Peygamberliğini kabûle yanaşmayan müşrikler, “Muhammed doğru söylüyor” diyor, fakat peygamberliğin Ona verilişini kibir ve gururlarına yediremeyip, “neden eşraftan falana, falana verilmedi de, bir yetime verildi” diye kendilerince sözde mazeret beyân ediyorlardı.

4. Mekke müşriklerinin, şiir ve belâgatta ileri seviyede oldukları halde, okuma ve yazması olmayan bir Zât tarafından, “destekçilerinizi de çağırıp haydi benzerini, hatta bir sûresinin benzerini siz de getirin” diye meydan okunarak tebliği yapılan Kurâna ve Peygamberlik davâsına karşı kendileri için en kolay ve tesirli yol olması gereken dille mücadeleyi bırakıp, en tehlikeli ve rizikolu yol olan kılıçla mücadeleye girmeleri de Onun peygamberliğine apaçık bir delildir.

5. Müşrikler, yine Onu yenmenin en kolay yollardan biri olması gereken açığını arama, yanlışını izhâr (açığa vurma) ve ilân etme mevzûunda çaresiz kalıyorlardı; zira, bir açığını ve yalanını bulsalardı hemen bütün cihâna ilân edeceklerdi.

6. Can alıcı düşmanlarının, kendisine kılıç çekmiş ve her kötülüğü yapmış hasımlarının zamanla birer birer eriyip dize gelmeleri ve Onun dairesine katılmakla müslüman olmaları da Ondaki doğruluğa, ismet (Günahsızlık, mâsumluk), fetânet (zeka) ve câzibeye ayrı bir delildir. Safvan, Ebû Süfyan, Amr ibn ül-Âs, Halid, İkrime, Hind ve Vahşî gibi en amansız hasımları ve daha niceleri sonunda hakkâniyetine(doğruluğuna) boyun eğmiş ve bu hakkâniyetin yaman mübelliğleri (savunan,Tebliğ eden, Bildiren,Duyuran) olmuşlardır.

Kaynak inancın gölgesinde-2 yazar SORULARLA İSLAMİYET. M. FETHULLAH GÜLEN HOCA EFENDİ.
KAPTAN - avatarı
KAPTAN
Ziyaretçi
27 Kasım 2012       Mesaj #157
KAPTAN - avatarı
Ziyaretçi
Peygamberimiz (sav) Kur'an'ı Nasıl Okurdu?

Efendimiz (a.s.m.) Kur’an’ı sahabelerine okurken kelimelerin ve ayetlerin manalarına dikkat çeker, ayetlerin verdiği mesajı anlatmaya çalışırdı. İslam âlimleri de Kur'an'ın her ayetini düşünerek, ondan ibret ve dersler çıkararak okurlardı. Acaba bizler de Kur’an’ı gerçek anlamıyla okuyabiliyor muyuz?

Kur’an-ı Kerim’le ilk defa Efendimiz (a.s.m.) muhatap olduğu gibi, ilk defa da o okumuştu. Ama asıl olarak Peygamberimize (a.s.m.) Kur’an’ı okumasını öğreten Yüce Rabb’imizdir. Peygamberimiz (a.s.m.) Kur’an’ı sadece okumakla emrolunmamış, okutmak ve insanlara öğretmekle de görevlendirilmişti. Bu görevini ayet şöyle bildiriyor:
“Kur’an’ı Biz sure sure, ayet ayet ayırdık ki, insanlara fasılalar halinde okuyasın ve anlayıp öğrenmeleri kolaylaşsın.” (İsrâ Suresi, 106)

Bunun için Kur'an bir kalp ve gönül rahatlığı içinde huşû ile okunmalı, okurken ayetlerin mana derinliğini düşünmeye çalışmalı ki istifade ve hissemiz fazla olsun. Rabb’imiz de Kur'an'ın bu şekilde okunmasını emrediyor:
“Onlar Kur'an'ın manasını düşünerek okumazlar mı?” (Nisâ Suresi, 82)

“Sana indirdiğimiz şu kitap çok mübarektir. Akıl sahipleri onun ayetlerini düşünsünler, ondan öğüt alsınlar.” (Sâd Suresi, 29)

Kur'an okumayı büyük bir zevk haline getiren âlimler, Kur'an'ın her ayetini düşünerek, ondan ibret ve dersler çıkararak okurlardı. Bu zatlar aynı zamanda bir sünneti de yerine getiriyorlardı.
Hz. Ebu Zer'in rivayetine göre Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir gece sabaha kadar şu ayeti tekrar etti:
“Ey Rabb’im, eğer Sen onları azabına çarptırırsan, onlar Sen’in kullarındır. Şayet bağışlarsan, muhakkak Sen hükmü her şeye galip, her şeyi hikmetle yapansın.” (Maide Suresi, 118)

Ashab-ı Kiram’dan bazı zatlar, kendilerine tesir eden ayetleri sık sık tekrarlar, saatlerce üzerinde düşünürlerdi. Bu hususta Elmalılı Hamdi Yazır şöyle der:
“Ehl-i Kur'an, Kur'an'ı bir eğlence gibi okumaz. Elfazını (kelimelerini), maânisini (manalarını), ahkâmını (hükümlerini) cidden gözete gözete dikkatli, saygılı ve devamlı bir surette ve bilmediklerini, anlamadıklarını ehlinden sora sora, hüsn-ü niyetle, temiz kalp, temiz ağızla okurlar. Gelişigüzel, baştankara bir eğlence gibi okumazlar. Şarkı, gazel, roman, hikâye yerine koymazlar. Kemal-i hürmet ve edeple okurlar.”

Kur’an’ın gerçek muhatabı kimdir?

Kur'an-ı Kerim’i okuyan kimse kendisini Kur'an'a tam bir muhatap olarak görmelidir. Anlayarak, anladıklarını düşünerek okumaya başladığı için de, her emir ve nehyin doğrudan kendisini ilgilendirdiğini bilmelidir.
Sahabe-i Kiram’dan Hz. İkrime, Kur'an'ı öyle bir şuur içinde okurdu ki, “Bu benim Rabb’imin kelamıdır, bu benim Rabb’imin kelamıdır” der, Rabb’ine muhatap olmanın hazzını yaşardı.

Kur'an okurken geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerin başından geçenlerden ibret almalıdır. Peygamberlerin türlü sıkıntı ve meşakkatler karşısında gösterdikleri o fevkalüde sabır ve metaneti örnek alarak dersler çıkarmalıdır.
Peygamberimiz (a.s.m.) her haliyle bir insandı şüphesiz. Çocuk oldu, genç oldu ve nihayet yaşı kemale erdi. Ama onu yaşlandıran unsurlar başkaydı. O’nun (a.s.m.) üzerinde yaşlılık izlerinin sebebi ayrıydı. Hayat yükü, dünya meşgalesi, iş, güç ve aile derdi değildi. O Kur’an’ın gerçek muhatabıydı. Kur’an onun ruhuna ve kalbine öyle işliyor, öyle tesirler vücuda getiriyordu, onu öyle bir hâle sevk ediyordu ki, vücut çizgilerini değiştiriyordu.
Bir seferinde Hz. Ebu Bekir (r.a.), Resulullah’a (a.s.m.) sordu:
“Ya Resulallah, yaşlandınız.”
Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdular:
“Hûd Suresi, el-Vâkıâ, ve’l-Murselâtü, Amme yetesâelûne ve İze’ş-şemsu kuvvirat sureleri beni yaşlandırdı.” (Tirmizî, et-Tâc, 4:251; Kenzü’l-Ummâl, 1:573)

Bu sureler kıyametin dehşetini, azametini ve kâinatın alacağı o korkunç şekli anlatıyordu. Kur’an’ın ifadesiyle “Çocukları ihtiyarlatan o gün” (Müzzemmil Suresi, 17) kıyamet günüydü.
İşte, Efendimiz (a.s.m.) okuduğu bu ayetlerin manalarını ruhunda hissediyor ve “Bunlar beni yaşlandırdı” diyordu.

Ayetlerin öteye yönelik mesajları

Efendimiz (a.s.m.) sahabilerin nazarını sürekli olarak ayetlerin manalarına çeker, İlahî maksatları idrak etmeye teşvik ederdi.
Ebu Hüreyre anlatıyor:
Resulullah (a.s.m) “O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir” (Zilzâl Suresi, 4) mealindeki ayeti okudu ve:
“Onun haberleri nedir, biliyor musunuz?” diye sordu.
Sahabiler, “Allah ve Resulü en iyisini bilir” dediler.
Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:
“Yeryüzünün haberleri, sırtı üstünde işlediklerine dair erkek ve kadın her kul hakkında şahitlik etmesidir ki, ‘falan gün falan ve falan işi yaptı’ diyecektir. İşte yeryüzünün haberleri budur.” (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an: 86)

Efendimiz (a.s.m.), sahabelerin dikkatlerini kıyamete, kıyametin dehşetine, kıyametten sonra insanın başına gelecek hadiselere çekiyordu. Asıl haberin, gerçek haberin nelerden ibaret olduğu, insanın başına gelecek bu olaylara nasıl hazırlanması gerektiğini bildiriyordu.
Hz. Âişe anlatıyor:
Resulullah (a.s.m.) Ay’a baktı ve “Ey Âişe!” buyurdu, “Bunun şerrinden Allah’a sığın. Çünkü o karanlığı çöktüğü zaman kapkaranlık olandır.” (Felak Suresi’nin üçüncü üyetini anlatıyor.) (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an: 92)
Bizim gibi Efendimiz (a.s.m.) de Ay’a bakıyordu. Fakat onun Ay’a bakışı, her bakışında olduğu gibi farklıydı. Ay’ın parlak ve güzel bir şekilde duruşunun bir gün gelip biteceğini, perdeleneceğini, kararacağını, her fani varlık gibi fonksiyonunu kaybedeceğini bildiriyordu. Çünkü Ay da kıyametin dehşeti karşısında varlığını ve güzelliğini koruyamayacaktır.

Sahabe-i Kiram her vesileyle, her seferinde, her fırsatta Peygamberimizden (a.s.m.) Kur’an’la ilgili bir şey öğrenmeye gayret ediyor, öğrendikleri her yeni hakikati anında hayatlarına geçiriyorlardı. Onların merakı, onların önceliği, onların öne çıkardığı ve onların üzerinde durdukları meseleler hep Kur’an çerçevesinde, Kur’an ölçüsünde ve Kur’an çizgisindeydi.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir vesilesini bulur, birer özel öğrencileri olan sahabelerine Kur’an hakikatlerini ders verirdi. Bir hediye gelse dahi o hediyenin arkasındaki asıl manayı ve güzelliği anlatırdı. Bir seferinde kendilerine bir hurma getirilmişti. Bakınız, bu hurmadan müminleri nasıl tarif ediyordu.
Rivayeti Enes b. Mâlik anlatıyor:
Resulullah’a (a.s.m.) hurma ağacından yapılmış bir kap içinde taze hurma getirildi. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m) “Kelime-i Tevhid’i Allah nasıl hoş bir ağaca benzetmiştir ki, onun kökü sabit, dalı ise semadadır. O güzel ağaç Rabb’inin izniyle her an meyvesini verir” mealindeki ayeti okudu ve “Bu hurma ağacıdır” buyurdu.
“İnkâr sözü ise kökü yerden koparılmış kötü bir ağaca benzer ki kökleşip tutunacağı bir yer yoktur” mealindeki ayeti okudu ve “Bu da Ebu Cehil karpuzudur (acı dülek)” buyurdu. (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an:15.)

Ayetlerin ardındaki önemli sırlar

Yasin-i Şerif’i çeşitli zamanlarda, özellikle cuma günleri okuyoruz. Çok zaman üzerinde, manalarını düşünmeden, akla getirmeden, hayatımıza getirdiği güzellikleri anlamadan okuyoruz. Mesela güneşle ilgili bazı ayetler bu surede yer alıyor. 38. ayetin tefsirini Peygamber Efendimiz şöyle dile getiriyordu.
Bu sohbeti Hazret-i Ebu Zer anlatıyor:
Bir gün güneş battığı sırada Mescit’te Resulullah (a.s.m.) ile beraberdim. Resulullah (a.s.m.) dediler ki:
“Ya Ebâ Zer, biliyor musun, güneş battıktan sonra nereye gidiyor?”
“Allah ve Resulü daha iyi bilir” dedim.
Resulullah (a.s.m.) “Muhakkak ki güneş, Arş-ı Âlâ’nın altında secde etmek için gidiyor, secde için önce izin ister ve ona izin verilir. Secde ettiği halde kendisinden bunu kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman da izin ister, fakat verilmez. Kendisine şöyle denir: ‘Geldiğin yere dön, battığın yerden doğ.’ O da battığı yerden doğacaktır.”
Daha sonra Resulullah (a.s.m.) şu ayeti okudu:
“Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisi için belirlenen bir yere doğru akıp gider. Bu, kudreti her şeye galip olan ve ilmi her şeyi kuşatan Allah’ın takdiridir.” (Yâsîn Suresi, 38)
Ve ilave etti:
“Bu durma hadisesi ne zamandır, bilir misiniz? Bu, kişiye imanının fayda vermeyeceği, artık inançsız hale geldiği zamandır.” (Buharî, Tefsir, Yâsin: 1)
Peygamber Efendimiz’in (a.s.m) Kur’an’ı Kerim’i okuma, anlama ve hayatında yaşamasıyla ilgili daha fazla bilgi Nesil Yayınları arasında çıkan “Hayatımızdaki Kur’an”, Kur’an’dan Reçeteler” ve “Olayların Kur’anca Yorumu” isimli kitaplarımızdan alınabilir.

Kur’an Sözlüğü

Tecvid: Kur’an’ı güzel biçimde okumak için uyulması gereken kuralları içeren bir ilim dalıdır. Kur’an’ın güzel okunması Müslümanların geleneklerin de önemli bir yer tutar. Peygamberimiz “Kur’an’ı seslerinizle güzelleştiriniz.” buyurmaktadır.

Mukabele: Kur’an’ın karşılıklı okunup takip edilmesidir. Kur’an’ın vahyedilmeye başlamasından sonraki her Ramazan ayında Peygamberimiz ve Cebrail o zamana kadar inen ayetleri karşılıklı olarak birbirlerine okuyorlardı. Bu durum 23 yıl sürmüştü. İşte Müslümanlar arasında yaygın olan Ramazan’da mukabele okuma geleneği, bir bakıma Peygamberimiz ile Cebrail arasındaki karşılıklı okuma örnek alınarak uygulanmıştır.

Hatim: Bir şeyi sona erdirmek anlamına gelmekte olup Kur’an’ı baştan sonuna kadar usulüne uygun okumaya hatim denmektedir.

Hafızlık: Kur’an’ın baştan sonuna kadar ezberlenmesine hafızlık, Kur’an’ı ezberleyen kişiye de hâfız denir. Peygamberimiz Kur’an öğrenimini tavsiye etmiş ve bu konu da “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” buyurmuştur.

Mehmet Paksu
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
9 Temmuz 2013       Mesaj #158
Avatarı yok
Yasaklı
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Kedi Sevgisi ve İslam'da Özel Bir Hayvan: Kedi

İslamiyet'te kediler "temizlik" ile simgelenmiştir ve saygın bir yer edinmişlerdir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bir kedi dostu olması Müslümanlar için bir övünç kaynağıdır. İşte kedilerin Müslümanlar'ın hayatındaki yerine dair bilgiler.

Kedi beslemek sünnettir. Hz. Muhammed (s.a.v.), Uhud seferinde, ordunun önüne yavrularını emziren bir kedi çıkınca, kedinin başına ezilmemesi için bir nöbetçi dikip koca bir orduyu o kedinin etrafından dolaştırmış. Ve seferden döndüğünde o nöbetçiden kediyi istemiş ve sahiplenerek adını Müezza koymuş. Siyah beyaz bir Habeş kedisiymiş Müezza. Ağzının içinde üst damağında lekeleri varmış. Bu sık rastlanmayan damağında leke olan kedilerin Müezza'nın soyundan geldiği kabul edilir. Müezza, muhtemelen bir sokak kedisiydi ve Mekke'nin sıcak kavurucu çöl sokaklarından Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ilgisi ile kurtulmuştu.

Hz. Muhammed (s.a.v.), kedisi Müezza'yı o kadar çok severmiş ki, Müezza bir gün sedirde oturan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in giysisinin ucunda uyuya kalmış. Her kedi dostu gibi uyuyan bu güzelliğe kıyamayan Efendimiz, Müezza'yı uyandırmaktansa giysisinin ucunu usulca keserek kalkmayı tercih etmiş. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), kedisi Müezza içtikten sonra kapta kalan su ile abdest alacakken Sahabe-i Kiram Ebu Nuaym "Ya Resul o sudan kedi içti" deyince, Resulullah "Onlar en temiz ağıza sahiptirler" buyurmuş ve abdest almıştır.[Hadisi Nakleden Peygamberimizin eşi Hz. Aişe (r.a.).]

Daha sonra da sahabeden Kâb kızı Kebşe isimli bir hanım şöyle anlatıyor: Eshab-ı kiramdan kayınpederim Ebu Katade'nin abdest alması için bir kaba su koymuştum. Kedi gelip bu kaptan su içiverince Ebu Katâde biraz daha su içmesi için, kabı kedinin önüne uzattı. Benim kendisine hayretle baktığımı görünce, "Niye hayret ettin ey kardeşimin kızı, Resulullah Efendimiz, "Kedi pis değildir, etrafınızda (evinizde) serbestçe dolaşsın buyurdu. Kendisi de abdest almıştı, ben de sünnet eylemekteyim" dedi (Nakleden: İmam Malik, Muvatta, Taharet [2.13]-Diğer Kaynaklar: Ebu Davud, Taharet, 1/38; Tirmizî, Taharet, 1/69; Nesaî, Taharet, 1/54; İbn Mace.Taharet, 1/32, Şeybanî, 90.)

Ebu Bekir Vasiti hazretleri anlatır: Bir gece Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm. Bir senedir, o kadar çok sıkıntının tesirinde kaldığımı, çok zayıflayıp ayakta namaz kılamaz hâle geldiğimi arz ettim. Evimizdeki kedi yavrulamıştı. Ben bu sıkıntı içinde düşünürken, bir köpeğin kedi yavrularından birisini yakalamaya çalıştığını gördüm. Bastonumu vurunca, kaçtı. Kedinin annesi gelip yavrusunu alıp gitti. Ondan sonra iyileştim; namazlarımı ayakta kılmaya başladım. O gece rüyamda yine Peygamber Efendimizi gördüm. "İyi olmanın sebebi, bir kedinin senin için teşekkür etmesidir" buyurdu.

Abdurrahman bin Sahr adlı bir sahabe (Ebu Hureyre) sokakta kalmış kedileri götürür onları yedirir severmiş. Resûl-ü Ekrem Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bundan haberi yokmuş.Sahabelerden biri bir gün bu durumu Peygamber Efendimize bildirmiş : "Pis kedileri toplayıp kulübesinde bakıyor!" demiş. Hz. Muhammed (s.a.v.) o anda bir şey söylememiş. Resulullah Efendimiz (s.a.v.) Ebu Hureyre'yi (r.a.) daha sonra sokakta görmüş, bu zât bir kedi yavrusu bulmuş.Peygamber Efendimiz'e sahabenin kendisi hakkında aktardıklarını bildiği için Resûl-ü Ekrem Peygamberimiz bir şey söyler diye, kediyi hemen hırkasının içine saklamış. Resûlullah kendisine, hırkanın altında ne sakladın buyurmuş. Hırkayı açmış küçük bir kedi yavrusu. Peygamber Efendimiz yavruyu sevmiş, okşamış, ve o zâta: "Ebu Hureyre utanma, öğün. Sen kedi babasısın" demiş. O günden sonra Abdurrahman bin Sahr'a artık Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in hitap ettiği gibi "Ebu Hureyre (Kedi babası)" hitap edilir . (Buhari: 5, 811).

Bir gün bir sohbet esnasında Resûlullah Efendimiz yanındakilere: "Hubbül hırratı minel iman" Türkçesi: "Kediyi sevmek imandandır" buyurmuş. "Niçin?" diye sormuşlar.Peygamber Efendimiz "Ebu Hureyre bilir" diye buyurmuş ve başka bir şey söylememiştir.

Kendisi de bir kedi dostu olan ve Peygamberimizin hadislerini aktaran Ebu Hureyre, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in kedilerin ticari alım satımını yasaklattığını söyler. Hatta Ebu Hureyre'nin aktardığı hadislerde "kedisini kapatıp aç bırakan bir kadının cehennemde çektiği cezadan" bahsedilir. Mesaj oldukça açıktır. Kedilere iyi muamele şarttır. Bu hadislerden dolayı çocukluğumuzda kedilerin canını acıtanlar için hep aynı şey söylenir dururdu. "Bir kediyi öldürürsen yedi cami yaptırman gerekir". İslamiyet'teki bu gizli kedi sevgisi sebebi ile İslam ülkelerinin sokakları kedilerle doludur. Ebu Hureyre kısa sürede İslam aleminin en önemli ve en güvenilir sahabelerinden birisi oldu. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisini çok seviyordu ve yanından ayırmıyordu. Hazret-i Ebu Hüreyre (r.a.), Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hep huzurunda ve yanında bulunduğu için, pek çok hadis-i şerif işitip rivayet etmiştir. Gece gündüz Peygamber Efendimizin yanından ayrılmaz, ondan duyduğu hadisleri öğrenmeye çalışırdı.

Savaşta ve barışta Resulullah Efendimizin yanından ayrılmazdı. Hafızası çok kuvvetli olduğundan, çok hadis-i şerif ezberlemişti. Eshab-ı kiramdan ve tabiinden 800'den fazla kimsenin, kendisinden hadis öğrendiği, Buhari'de yazılıdır. "Bilerek bana yalan isnat eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın" hadisinin ravisidir. Yani bu hadisin Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ait olduğunu ilk söyleyen kişidir. Hadis rivayet etmek istediğinde, bu hadisi zikrederdi. Sahabiler onun hadis rivayetindeki üstünlüğünü kabul edip, ondan hadis naklettiler. (Nakleden: Hakim Nişaburi, III, 513). Ebu Hüreyre, sahabe ve muhaddislerce son derece güvenilir, yüce bir zattır. (Nakleden: Buhari). O, benden daha hayırlı ve naklettiğini daha iyi bilendir. (Abdullah İbni Ömer). O, bizim işitmediğimiz bir çok hadisi işitmiştir. (Nakleden: Hazret-i Talha) (Nakleden: H. Nişaburi, III, 511).

İmam-ı Şafii gibi büyük âlimler, "Ebu Hureyre (r.a.), kendi dönemindeki hadis ravileri içinde, hafızası en sağlam olanıdır" buyurdu. (Nakleden: İbni Hacer, el-İsabe fi Temyizis-Sahabe, IV, 205). Buhâri'nin söylediği gibi Ebû Hureyre'den sekizyüz âlim hadis rivâyet etmiştir. O, sahâbe ve muhaddisler nazarında son derece güvenilir yüce bir şahsiyettir. İbn Ömer şöyle demiştir: "Ebu Hureyre benden daha hayırlı ve naklettiğini daha iyi bilendir." Cennet'le müjdelenenlerden biri olan Talha bin Ubeydullah da: "Şüphe yok ki Ebû Hureyre (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'den bizim işitmediğimiz hadisleri işitmiştir" demiştir (Hâkim El Nişâbûrî, III, 511, 512).

Bir gün namaz kılarken bir yılan Hz. Muhammed (s.a.v)'e arkasından yaklaşmış o sıra oralardan geçen ve bu hadiseyi gören bir adam hemen kedisini yılanın üzerine salmış. Ve bilindiği üzere yılanın amansız düşmanı olan kedi, yılanı boğmuş. Bu olay üzerine Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) kedinin sırtını okşamış. O günden beridir de kediler sırt üstü yere düşmezlermiş. Bediüzzaman Said-i Nursi gibi bazı alimler kedilerin çıkardığı mırmırların "Ya (Er) Rahim, Ya (Er) Rahim" şeklinde bir dua olduğunu, kedilerin bu şekilde şükredip, zikrettiklerini söylemektedirler. Said-i Nursi'nin kendi kedileri de vardı ve hayatının her döneminde kedileri çok sever ve beslerdi.

Dünyaya gelen canlı mitolojisinde Hz. Adem (a.s.) ile başlayan insan sürecinden sonra yaratılan ilk canlılar yılan ve kedidir. Ve ilginçtir ki, hemen her dinde, yılan kötülüğü kedi iyiliği temsil etmiştir. Bugün dahi yılanın en korktuğu canlı kedidir. Öyle ki, kedinin kokusunu aldığı yere yılan giremez. Evde kedi beslenebilir. Dini açıdan sakıncası yoktur. Nitekim Hz. Peygamberin (s.a.v.), çoğu sahabe-i kiramın ve çoğu evliya zatların evlerinde kedileri vardı. Örneğin Mevlana'nın velilerinden biri olan Pir Esad Sultan ya da yaygın lakabıyla "Pisili Sultan" da kedileri çok severdi. Tıpkı Hazreti Muhammed (s.a.v.) ile ilgili hadisleri bizlere aktaran Kedi Babası lakaplı Ebu Hureyre (r.a.) gibi. Öyle ki kedisi vefatından sonra sandukasının hemen sol tarafına ayak ucuna defnedilmişti. Kim bilir Pisili Sultan'ın ayak ucunda yatan bu kedicik, Mevlana'nın Mesnevisini süsleyen o muhteşem şiirleri sultanının eteğinde doğrudan Mevlana'dan dinlemişti.

Hadis-i Şerifler:

"Bir kadın, bir kediyi kapalı bir yere hapsetti. Kediye yiyecek, içecek vermedi. Dışarıda bir şey bulup yemesi için serbest de bırakmadı. Kedi öldü ve kadın da bu yüzden Cehenneme müstahak oldu." (Hadisi nakleden: Buhari [3.553]; Müslim).

"Yeryüzündeki mahlûklara acımayana, göktekiler acımaz." (Hadisi nakleden: Taberani)

"Merhameti olmayana merhamet edilmez." (Hadisi nakleden: Buhari)

"Eshab-ı kiram dediler ki: Ya Resulallah, hayvanlara iyilikte de, sevap var mıdır? Peygamber Efendimiz, "Her canlı hayvana yapılan iyilikte sevap vardır" buyurdu." (Hadisi nakleden: Buhari)

Sahabeden bir zat anlatır: Resulullahın, kedi su içtikten sonra kalanıyla abdest aldığı da olmuştur. (Hadisi nakleden: Ebu Nuaym) Hazret-i Ebu Hureyre (r.a.) anlatır: "Bir gün elbisemin içinde küçük bir kedi taşıyordum. Resulullah Efendimiz beni görünce, 'Nedir bu?' diye buyurdu. Ben de; 'Kedicik!' dedim. Bunun üzerine Resulullah, "Ey Ebu Hureyre" buyurdu. Yani kediyi seven, onlara ana babalık eden kimse diye buyurdu."

Bir gün Ahmed Rıfâi hazretlerinin paltosunun eteğinde, kedisi gelip uyudu. Namaz vakti geldi, kediyi uyandırmaya kıyamadı. Bir süre onu şefkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yaptığı gibi kedinin yattığı yeri kesip namaza gitti. Geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna dikti.

Ebu Bekir Vasiti Hazretleri anlatır: Bir gün giderken başımın üzerinde bir kuş uçmaya başladı. Dalgınlıkla kuşu yakaladım. O elimde iken, başka bir kuş daha uçuyordu. Elimdeki kuşun annesi sanarak kuşu elimden bıraktığım anda, kuş öldü. Buna çok üzüldüm. O günden sonra bende bir sıkıntı başladı ve bir sene geçmedi. Bir gece Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm. Bir senedir, o kadar çok sıkıntının tesirinde kaldığımı, çok zayıflayıp ayakta namaz kılamaz hâle geldiğimi arz ettim. O zaman; "Bunun sebebi, o kuşun, senden şikâyetçi olmasıdır" buyurdu. Evimizdeki kedi yavrulamıştı. Ben bu sıkıntı içinde düşünürken, bir köpeğin kedi yavrularından birisini yakalamaya çalıştığını gördüm. Bastonumu yere vurunca, kaçtı. Kedinin annesi gelip yavrusunu alıp gitti. Ondan sonra iyileştim. Namazlarımı ayakta kılmaya başladım. O gece rüyamda yine Peygamber Efendimizi gördüm. "İyi olmanın sebebi, bir kedinin senin için teşekkür etmesidir" buyurdu.

Hiçbir hayvana eziyet, işkence etmek, suda boğarak veya ateşte yakarak öldürmek caiz değildir. Hayvana işkence etmek, gayrimüslim vatandaşa işkence etmekten daha büyük günahtır. Gayrimüslim vatandaşa eziyet etmek de Müslüman'a eziyet etmekten daha büyük günahtır ( Dürr-ül Muhtar). Maksatsız olarak bir hayvanı öldürmek caiz değildir. Ahirette "Onu niçin öldürdün?" diye sorguya çekilecektir. Hayvanları birbiriyle dövüştürmek de caiz değildir. Hayvanların hakkına riayet etmeli, onlara acımalıdır. Hadis-i şerifte, 'Merhamet et ki, merhamet olunasın! buyuruldu.' (Söyleyen: Şir'a).

Peygamberimizin eşi Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: "Ben ve Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, daha önce kedinin ağzını dokundurup su içtiği bir kaptan su alıp guslettik." Urve bin Zübeyr, Hz. Aişe (r.a.)'dan aldığı rivayete göre şöyle demiştir: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in yanından kedi geçerken su kabını ona iyice meylettirir, kedi su içtikten sonra Efendimiz arta kalanı ile abdest alırdı."

Enes bin Malik (r.a.)'den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'de Bathan denilen yere çıktı ve "Ya Enes! Benim için abdest suyu doldur" buyurdu. Ben de suyu doldurup hazırladım. Resûlüllah (s.a.v.) tabii ihtiyacını giderdikten sonra su kabına doğru gelirken bir kedi o kaptan su içmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.), o su içinceye kadar durup bekledi. Sonra ben bunun (hükmünü) sorduğumda buyurdu ki: "Ya Enes! Doğrusu kedi de ev eşyasından biridir, bir şeyi kirletmez ve murdar da yapmaz..." (Hadisi Hakim el-Nişaburi, Müstedrek'te rivayet ettikten sonra, iki Şeyh'in (Buharî ve Müslim'in) şartlarına göre, sahihtir, demiştir. Aynı hadîsi az değişik bir ibareyle Darekutnî de rivayet etmiştir.

Peygamberimizin eşi Hz. Aişe (r.a.) tarafından yapılan rivayete göre Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle demiştir: Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz: "Şüphesiz ki kedi necis (pis) değildir, o da ev halkından bazısı gibidir" buyurdu.

İmam Şafii'ye göre, kedi su içtikten sonra arta kalanı temizdir.İmam Mâlik'e göre, kedinin artığı temizdir.İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, kedinin artığı temizdir, onunla abdest almak mekruh değildir.Ebu Davud'a göre de kedi necis (pis) değildir.

Hadîslerin ve İslam Alimlerinin Açık Delâletinden Anlaşılan Hükümler

1) Kedi necis (pis) değildir.

2) Artığı da necis (pis) olmaz, o bakımdan arta kalan su ile abdest alınır.

3) Kedinin su ve gıda ihtiyacını karşılamak ve bu hususta kolaylık sağlamak sünnettir.



Kaynak: İslam Arşivi
cHAKİ - avatarı
cHAKİ
Ziyaretçi
25 Eylül 2013       Mesaj #159
cHAKİ - avatarı
Ziyaretçi
peygamber efendimizin özellikleri


Peygamber efendimiz Hz. Muhammet (s.a.v) 'in ahlaki ve dış görünüş özellikleri..!!


Allahu Teala Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize öyle özellik ve hususiyetler vermiştir ki, onlar başka bir peygamberde yoktur. Bunlarıdan bir kısmını özetle zikredeceğiz. Bu konuda Rasulullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:


"Bana, benden evvel hiç kimseye verilmeyen beş şey verildi:

1-Bir aylık gibi uzun bir mesafeden düşman kalbine korku salmakla ilahi yardıma mazhar oldum.

2-Yeryüzü benim için namaz kılma mahalli ve temizlik vasıtası yapıldı. Ümmetimden kim bir namaz vaktine erişirse, hemen bulunduğu yerde namazını kılsın.

3-Ganimet benden evvel kimseye helal yapılmadığı halde bana helal kılındı.

4-Bana umumi şefaat yetkisi verildi.

5-Benden önceki peygamberler sadece kendi kavmine gönderiliyordu, ben bütün insanlığa peygamber olarak gönderildim."( Buhari, Salat, 56. Bkz: Müslim, No: 523; Ahmed, Müsned, II, 411; ibnu Mace, No: 567; ibnu Hıbban, Sahih, No: 2313)

Allahu Teala, Rasulullah (s.a.v) Efendimizin bütün insanlığa peygamber gönderildiğini şöyle haber vermektedir:

"Rasülüm biz seni bütün insanlar için müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar."( Sebe, 28.)

"Rasülüm de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisiyim."( A'raf, 158)

Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, Allah katında kendisine peygamberlik veriliş bakımından ilk peygamberdir, ancak, gönderiliş bakımından son peygamberdir. Hz. Adem daha yaratılmadan önce Ruh ile ceset arasında iken Allahu Teala Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizi peygamber olarak tayin buyurmuştur. Efendimiz'e (s.a.v): "Siz ne zaman peygamber oldunuz?"diye sorulunca:

"Adem ruhu ile cesedi arasında olup henüz yaratılmamışken ben peygamberdim" cevabını vermiştir.( Ahmed, Müsned, V, 59; Hakim, Müstedrek, II, 609.)

Peygamberlik onunla tamamlanmış ve son bulmuştur. Kur'an-ı Hakim'de, Efendimiz (s.a.v) "Hâtemün-Nebiyyin" yani peygambelerin sonuncusu sıfatıyla tanıtılmıştır.( Ahzab, 40.)

Hz. İsa'nın (a.s) ahir zamanda inmesi Onun bu sıfatını ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü Hz. İsa (a.s), Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin getirdiği din ve hükümlerle amel edecek, Onun ümmeti olacak, yeni bir din getirmeyecek, kendisine indirilen incil ile amel etmeyecek, Hristiyan ve Yahudileri de İslam'a davet edecek; kabul etmeyeni kılıçtan geçirecektir.( Nevevi, Şerhu Müslim, II, 190; ibnu Hacer, Fethu'l-Bari, VI, 491; Edib Keylani, Avnu'l-Mürid Şerhu Cevheretü't-Tevhid, II, 805.)

Efendimize (s.a.v) verilen "Kur'an mucizesi devamlıdır. Bütün mucizeler bitmiş, arkası kesilmiştir. Fakat Kur'an mucizesi kıyamete kadar devam edecektir. Kıyamet günü en fazla ümmet (s.a.v) Efendimizin olacaktır.( Müslim, iman, 196; ibnu Mende, iman, 890; Acurri, eş-Şeriatu, 467 (93. Bab) )

Rasulullah (s.a.v) Efendimizin ümmeti ve daveti hiç kesilmeden kıyamete kadar devam edecektir. Onun getirdiği Kur'an ve din tahrif edilemeyecek, aslı hiç bozulmayacaktır. Allahu Teala Kur'an-ı Hakim'i özel koruması altına almıştır. Kur'an'ın korunması onun tefsiri olan sünnetin de korunması demektir. Çünkü sünnet olmadan Yüce Kur'an'ın hakkıyla anlaşılması ve yaşanması mümkün değildir.

Allahu Teala, Rasulullah (s.a.v) Efendimizin getirdiği dini nesilden nesile taşıyacak raşid halifeler, rabbani alimler, gerçek varisler, kamil mürşidler yaratacak ve din kıyamete kadar bir gurup tarafından hakkıyla temsil, tebliğ ve tatbik edilecektir. Allah Rasülü (s.a.v) kendisine has bu durumu şöyle beyan buyurmuştur:

"İsrâiloğllarmı peygamberleri yönetip idare ederdi. Bir peygamber vefat edince yerine başka bir peygamber gelirdi. Benim ve ümmetimin durumu ise böyle değildir. Benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek fakat, (benim adıma bu işi yürütecek) halifeler bulunacak, adedleri de çok olacak.( Buhari, Enbiyâ, 50; Müslim, İmâre, 440 ibnu Mâce, Cihad, 42,

Ahmed, Müsned, II, 297.)Şu hadisler de bu konudadır:

"Allah Teâlâ, her yüz senenin başında bu ümmete dinini yenileyen ve canlandıran bir kimse (müceddid) gönderecektir."( Ebû Dâvud, Melâhim, 1; Hâkim, Müstedrek, IV, 523)

"Kıyamete kadar ümmetimden bir taife hak üzere kalmaya ve Allah'ın emrini yerine getirmeye devam edecektir. Onlara muhalif davrananlar kendilerine hiç bir zarar veremeyecek, onlar hakkı izhar ve isbatta muvaffak olacaklardır."( Buhari, i'tisâm, 10, Müslim, imaret, 53; Tirmizî Fiten, 27, İbnu Mâce, Mukaddime, 9.)

Ebû Ya'lâ'nın rivayetinde, hadis "İsa b. Meryem ininceye kadar." kısmıyla rivayet edilmiştir.( Bkz: Ebû Ya'lâ, Müsned, VII, 59-60 (No: 2078).)



Dış Görünüşüne ait özellikler:

1- O, dedesi Hz. İbrahim’in duası, Hz. İsa’nın müjdesiydi.

2- O, kendisinden bahsederken “Ben Muhammedim” buyururdu.

3- Diğer bir ismi Mahi’dir. Zira Allah onunla batılı ve küfrün karanlığını gidermiştir. Mahi; kötülüğü yok eden, gideren demektir.

4- O, cahiliye dönemin de bile -Peygamber olmadan önce de- hiçbir puta tapmadı.

5- Hayatında -Peygamberlikten önce de- hiç içki içmedi.

6- Vahiy almadan önce, apaydınlık rüyalar görürdü. Gördüğü rüyalar sonra çıkardı.

7- İlk zamanlarda -Peygamberlikten önce- yalnızlığı severdi. Hira’ya çekilir, orada kendince ibadet ederdi. İlk vahyini (Alak’ı) orada aldı.

8- Görenleri etkileyen bir görüntüsü vardı. O’nu gören kendine çekidüzen verme ihtiyacı duyardı.

9- Üzerinde daima parlak bir ışık yüzünü aydınlatırdı.

10- Ne garipsenecek kadar uzun, ne de kısaydı. Orta boyluydu.

11- Başı büyükçeydi.

12- Yüzü parlak beyazdı.

13- Sakalı genişçeydi.

14- Ağzı dengeli genişlikteydi. Hitabet gücü çok fazlaydı.

15- Yanakları yüzüne uygun yapıdaydı.

16- Göğsü ve karnı aynı seviyedeydi. Göbeği yoktu.

17- Boynu uzun ve güzeldi.

18- Sakal ve bıyıktaki beyaz tüylerin çekilip alınmasını hoş karşılamazdı.

19- Saç ve sakalındaki beyaz tüyün sayısı 20 civarındaydı.

20- Tatlı ve güzel bir yüzü vardı.

21- Yüzü dikdörtgen değil, yuvarlak -dairemsi- bir yapıya daha yakındı.

22- Göz uçları uzundu.

23- Avuç içi uzundu. Bu özelliği cömertliğine işaret sayılmıştır.

24- Yürürken sakin, vakur yürürdü. Dönerken bütün vücuduyla dönerdi.

25- Daima bir murakabe -düşünce- halindeydi. Gökten çok, yere bakardı.

Ahlakına ait özellikleri:

26- Her karşılaştığıyla selamlaşırdı.

27- Az ve öz konuşurdu. Gerekmedikçe konuşmazdı.

28- Boş vakit geçirmezdi. Mutlaka bir şeyle meşgul olur, daha çok ibadet ederdi.

29- Çok sabırlıydı. Son derece yumuşak karakterliydi.

30- Her türlü nimeti önemserdi.

31- Hak uğruna gazaplanırdı. Kendi şahsı için hiç hesap sormamıştır.

32- Yüzü güleçti. Daimi olarak tebessüm ederdi.

33- Geceyi üçe bölerdi. Birisini Rabbine ibadet için ayırırdı. Diğer bölümünü ailesine ayırırdı. Son bölümünü ise dinlenmekle geçirirdi.

34- Evinden çıktığında, dönünceye kadar kendisini (dini hususları) ilgilendirmeyen sözlerden uzak kalırdı.

35- Birleştirir, insanları kaynaştırırdı. Ayrılıktan, ayırmaktan uzak dururdu.

36- Bir kavmin ileri gelenine ikramda bulunurdu.

37- Arkadaşlarının durumunu sıkça sorardı.

38- Her probleme karşı hazırlıklıydı. Mutlaka çözüm üretirdi.

39- En değer verdiği insan, başkalarının yükünü hafifleten ve sürekli hayra vesile olan kişilerdi.

40- Oturuş ve kalkışında sürekli Allah’ı anardı. Hatırlatırdı.

41- Bir meclise girdiğinde en uygun olan boşluğa otururdu. Ashabına da böyle hareket etmelerini emrederdi.

42- Cemaatindeki herkesin yararlanacağı şeyler konuşur, her bir insanla özel ilgilenirdi. Kimseyi diğerlerinden ayırmazdı.

43- Biri kendisine soru sorduğunda mutlaka -yürüyor olsa bile- duraksar ve cevabını gülümseyerek verirdi. Sözlerin en yumuşağıyla hareket ederdi.

44- O’nun oturduğu meclise, yumuşaklık, hayâ, sabır ve ölçü hâkimdi.

45- Sokakta, mecliste veya çarşıda sesini yükselttiği görülmemiştir.

46- İnsanların mahremini ve özel hayatını hiç sorgulamazdı. Merak etmezdi.

47- Konuştuğunda insanlar başlarına konmuş olan bir kuşu ürkütmek istemezcesine sessizce dinlerlerdi. O susunca insanlar konuşurlardı.

48- Arkadaşlarının gülüştükleri şeylere O da gülerdi. Arkadaşlarının hayret ettiği şeylere O da hayret ederdi. (Kendini onlardan farklı bir konuma sokmazdı.)

49- Uzaktan gelmiş ve kitle içinde nasıl konuşacağını veya Peygamber’e nasıl muamele edeceğini bilmeyen kişiye anlayacağı dille konuşur ve onu rahatlatırdı.

50- Konuşanın sözünü asla kesmezdi.

51- Her kelimesini üç defa tekrar ederdi. İnsanlar söylediği sözü bir daha asla unutmazlardı.

52- Konuştuğunda O’nu dinleyen herkes ne demek istediğini anlardı. Halkın diliyle konuşurdu. Ağır, ağdalı, şaşaalı, süslü, yaldızlı konuşmalardan hoşlanmazdı.

53- Argo olan, sokak dili olan gayriciddi hiçbir kelime konuşmazdı. Her sözü ciddiydi. İnsanlar O’nun hafif sayılacak hiçbir sözünü duymamışlardı.

54- Düşünerek, ağır ağır ve tartarak konuşurdu. Kelime ve cümleleri birbiri ardınca yuvarlamazdı.

55- Sesi güzeldi.

56- Gömlek giymeyi severdi. Beyaz rengi daha çok tercih ederdi. Ancak kırmızı, yeşil gibi renkleri de seçerdi.

57- Yeni bir elbise aldığında cuma günü giyinmeyi isterdi.

58- Tırnaklarını kısa tutardı. Bıyıklarını dudaklarının üzerine kadar uzatmazdı.

59- Vücudundaki fazla tüyleri sık sık giderirdi. Haftada bir, mutlaka belli bölgelerin temizliğini yapardı.

60- Yola çıktığında, aynasını, tarağını, saç yağını, misvakını, göz sürmesini yanına alırdı. Son derece temiz dolaşırdı. Günde onlarca defa dişini misvakla temizlerdi. Saçını yıkar ve temiz yağla bakım yapardı. Aynaya bakarak saç, sakal ve bıyığını düzene koyardı. Dağınık hali görülmemiştir.

61- Yastığının içinde hurma dalı ve yaprakları vardı.

62- Tevhidi sarsacak, putperestliği anımsatacak bütün görüntü, gelenek ve âdetlere karşı hassas davranırdı.

63- Kendisine ait eşyalarına isim verirdi. Atının adı Murtecez, devesinin adı Düldül, kılıcının adı Zülfikâr, zırhının adı Zü’l fudul’du. Böylece hayvanlara bile bir kişilik -mecazi anlamda- kazandırırdı.

64- Atları severdi.

65- Yumuşak ve toleranslı hareket ederdi.

66- Hiçbir konuda aşırılığı kabul etmezdi.

Dua ve işleriyle ilgili hassasiyetleri:

67- Meyve yemeyi severdi. Meyve yerken şöyle dua ederdi: “Allah’ım! bu meyvemizi bereketli kıl”.

68- Medine şehrini severdi. Şöyle derdi Medine için: “Allah’ım! bu şehri bize bereketli kıl”.

69- Tuvalet ihtiyacı için girdiğinde şöyle dua ederdi giriş kapısında: “Allah’ım! Her türlü şeytanın şerrinden ve kötülüğünden Sana sığınırım”.

70- Tuvalet ihtiyacından sonra çıktığında şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Bizleri her türlü günah ve hatadan dolayı bağışla”.

71- Oturup küçük abdest gidermeye dikkat ederdi. Ama zaman zaman -yer müsait olmadığında- ayakta küçük su ihtiyacını giderdiği olmuştur.

72- Dişini temizlemek için sık sık misvak kullanırdı.

73- Abdestte yıkadığı organlarını üçer kez yıkamayı alışkanlık haline getirmişti.

74- Abdestten sonra bir havlu -mendil- ile kurulanırdı.

75- Abdest aldıktan sonra şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Günahımı bağışla. Evimdeki geçimim ve esenliğimi genişlet”.

76- Bazen 5 vakit namazı tek bir abdestle kılardı.

77- Yıkanması gerekirken -cünüplükten sonra- yıkanmadan uyumak isterse namaz abdesti gibi abdest alır ve uyurdu. Uyanınca yıkanırdı.

78- Cuma günü boy abdesti alırdı.

Günlük ibadetleri:

79- Öğle namazını sıcaklığın hafiflediği saate bırakırdı.

80- İkindi namazını güneş sararmaya başlamadan kılardı. (Yani öğleyi biraz geciktirir, ikindiyi ise geciktirmezdi.)

81- Akşam namazını güneş batı ufkunda tamamen kaybolduktan sonra kılardı.

82- Bazen yatsı namazını geciktirirdi.

83- Sahabesine ezanı öğrenmelerini söylerdi.

84- Bazen namaz için ezanı kendisi okurdu.

85- Sabah namazında “Kaf” suresi gibi sureleri okurdu.

86- Akşam namazında “Mürselat” suresini okudu.

87- Yatsı namazında “Tin” suresini okurdu.

88- Rukudan kalktığında tam doğrulurdu.

89- Rukuda baş ile belini aynı hizada tutar ve ellerini dizlerinin üzerine koyardı.

90- Secdede iken kollarını -pazularını- böğründen uzak tutardı.

91- Bazen namazda ağlardı.

92- Namaz için tekbir alacağında şöyle derdi:

“Allah’ım! Beyaz elbiseyi kirlerden arındırdığımız gibi, Sen de beni hatalarımdan arındır. Allah’ım! Beni hatalarımdan kar, dolu ve temiz suyla yıkayarak arındır.”

93- Rukuda şöyle derdi: “Subbuhun (Yani; Allah’ı her türlü eksiklikten uzak tutarım.) Kuddusun (Allah bütün ayıplardan arınmıştır.) Ey meleklerin ve ruhun Rabbi.”

94- Secdede şöyle dua ederdi: “Allah’ım Sana secde ettim. Sana iman ettim. Sana teslim oldum. Sen benim Rabbimsin. Şüphesiz benim yüzüm ancak kendisini yaratıp güzelleştiren, O’na duyma ve görme özelliklerini veren tek Allah’a secde eder. Allah ne kadar yücedir. O yaradanların en güzelidir.”
Msn GrinMsn GrinMsn GrinMsn GrinMsn GrinMsn Grin

Benzer Konular

9 Nisan 2009 / ayşe nur Soru-Cevap
15 Ekim 2018 / Şeb-i Yelda Hz. Muhammed
3 Haziran 2014 / Ziyaretç Soru-Cevap
8 Haziran 2014 / Misafir Cevaplanmış
30 Ağustos 2009 / Misafir Soru-Cevap