Arama

Medya ve Tekelleşme

Güncelleme: 31 Ekim 2008 Gösterim: 13.886 Cevap: 1
karayel - avatarı
karayel
Ziyaretçi
22 Temmuz 2008       Mesaj #1
karayel - avatarı
Ziyaretçi
MEDYA VE TEKELLEŞME

Sponsorlu Bağlantılar
İletişim konuları toplumu çok yakından ilgilendirir.Topluma, ekonomiye ve politikaya yön vermelerinden dolayı bu araçların kimlerin elinde bulundukları, nasıl yönetildikleri, kimlere hizmet ettiklerini ve kimlerce denetlendiklerini bilmek toplumun hakkıdır.



Tekelleşme tartışmaları Türkiye’de biraz geç ortaya çıkmakla birlikte,bu sorun çerçevesinde bütün hızıyla sürmektedir. Fakat bu konu incelenirken, yaşamını sürdüren basın kuruluşları kime satılırsa daha iyi kime satılırsa daha kötü olur gibi bir tartışmaya kesinlikle girilmemiştir

Medya alanındaki tekelleşme ise, bir kişinin ya da bir grubun bir ülkede birkaç gazeteyi ve dergiyi, televizyon ve radyo istasyonlarını ele geçirmesi olarak tanımlayabiliriz.




TEKELLEŞMENİN SONUÇLARI NELERDİR?

Tekelleşme sonucunda basın sektörü ne üretim ne basım ne de dağıtım aşamalarında toplumun ‘özgür iletişim’ ortamına kavuşmasına hizmet verememektedir. Tekelleşmenin getirdiği içeriksizleşme ve siyasal baskı karşısında toplumunda ‘özgür iletişim’ diye bir beklentisi neredeyse kalmamış durumdadır. Tekelleşmeler düşünce çoğulluğuna karşıdır. Gazete, dergi, televizyon ya da radyoda çalışanlar bir tek politikaya uymak zorunda kalırlar. Basın ve ifade özgürlüğü sınırlanır. Basında işsizlik yaratır çünkü; kuruluş sayısı azalınca işten çıkarmalar artar ve işsizlik artar. Gazeteler için yarattığı güçlüklerden biri de çalışma koşullarının daraltılmasıdır.Tekelleşen kitle iletişim sahipleri ya da yöneticileri basında yer edinmiş güçlü kalemleri yüksek ücretlerle kendi gazetelerine transfer ederler. Amaç özgür ve bağımsız kalemleri kırmak olabilir. Tekel sahipleri daha çok bankacılıkta, yapı ihale işlerinde, endüstri dallarında büyük kazançlar elde ederek ulusal çapta bazen de uluslararası çapta imparatorluk kurmuş kişilerdir. Bu kişiler tutucu eğilimli olup kurulu düzeni savunurlar, hükümetle çok iyi geçinmeye çalışırlar.



Son düzenleyen karayel; 31 Ekim 2008 20:21
LaDymm - avatarı
LaDymm
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #2
LaDymm - avatarı
Ziyaretçi
TEKEL
Tekel kavramı belli bir ilişkiler ağında bir gücün yönetimsel egemenliğini anlatır. Bu egemenlikte toplumsal üretimin her hangi bir alanındaki süreçlerin biri, birden fazlası veya tümünün yönetimi tek bir güç (tekel) veya güç kompozisyonu (oligopoli) tarafından kontrol edilir. Bu alan ekonomik, siyasal veya kültürel üretim alanı olabileceği gibi her üçünü de kapsamına alabilir. Kontrol edilen üretim süreci talebin kontrolüne kadar uzanabilir.
Sponsorlu Bağlantılar

Tekel konusunu eleştirel olarak irdeleyen Markist veya Marksist yönelimli yaklaşımlar yanında, Marksistlerden daha önce tekeli olumsuz olarak ilk ele alan Adam Smith olmuştur. Adam Smith’in görüşü ekonomik yapılanmalara ve sorunlara uygun bir şekilde değişikliklere uğratılarak günümüzdeki neo-liberalizme kadar gelmiştir. Bu sırada tekele olan teorik karşıtlık daima muhafaza edilmiştir. Kapitalistlerin de halka karşı kendi çıkarları için birleştiğini söyleyen Smith, tekelci uygulamalara şiddetle karşı çıkar. Örneğin loncaların, kendi üyelerinin çıkarını korumaktan başka bir işe yaramadığını ve getirdiği kuralların eşitliği bozduğunu söyler. Rekabeti, ekonomik gelişmeyi hızlandırdığı ve bunun da tüm toplum bireylerinin yararına olduğu için destekler. Smith, pazarlar büyüdükçe işgücüne talebin artacağını, bunun da sanayicilerin işçileri sömürmelerini önleyeceğini savunur. Ulusal zenginliğin gelişmesiyle emek ücretlerinin artacağını, toplumun refaha kavuşacağını öngörur. Devletin müdahalelerinin kaldırılarak ekonomik sistemde tam bir özgürlük sağlanmasının rekabeti artırarak tüm toplumun yararına olacağını savunur. Smith, bu durumun insanlara ilahi adalet, eşitlik ve mutluluk getireceğine inanır. Fizyokratların ‘bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler’ (Laissez faire- Laissez passer) düşüncesi Smith’te de devam etmiştir. Tekelciliğe karşı bu teorik açıklamayla gelen Smith’in, koloni edinme ve kolonilerle yapılan ticaret yaklaşımında tekelciliği hoş gördüğü görülür. Uzak kolonilerle yapılan ticaretin son derece riskli bir iş olduğunu ve bu riski ancak tekelci ticaret kumpanyalarının göğüsleyebileceğini belirtir (Smith, 1776/1948). Bu liberal siyasal ekonomi, diğer klasik ve neo-liberal ekonomistlerin görüşleriyle birlikte, hala günümüzde kapitalist yapının çevre talanını ve emek sömürüsünü doğal bir normallik, ontolojik bir evrensellik olarak sunmaya devam etmektedir.

Türkiye ve benzeri ülkelerde tekel öncelikle kamu hizmetindeki devlet kontrolü olarak ele alınır. Bu nedenle tekelle ilgili entelektüel bilinç genellikle bu alan içinde hapsedilmiştir. Bu bilinç, 1980’lerde hızlanan özelleştirme ve demokratikleştirme saldırısıyla daha da ön plana çıkmıştır. Fakat Amerika ve benzeri ülkelerde tekel sadece devlet kontrolü içine sıkıştırılmamıştır. Özel sektörün çeşitli yollarla üretimden tüketime kadar olan safhalarda pazarda rekabeti ortadan kaldıran egemenlik kurması olarak ele alınmış ve bu alanla ilgili olarak kapitalizmin serbest pazar ilkesini ve kamuyu koruma amaçlı anti-tröst yasaları gibi kontrol mekanizmaları kurulmuştur. Bu liberal teorik karşıtlığa rağmen kapitalizm dev şirketler biçimine doğru gelişerek günümüzde bir dünya egemenliği kurmuştur. Bu durum liberal teorinin pratiği yansıtmadığı; en iyi şekliyle teorinin pratiği normatif ve etik çerçeveler içine sokarak bilinç yönetimi aracı olduğunu gösterir. İletişim dahil diğer alanlarda kamu tekelini kötüleyen ve serbest pazarla özgürlük ve demokrasinin geldiğini müjdeleyenlerin yanlışlığı, bu müjdenin baş tellallığını yapan ABD’nin kendi ülkesinde ve dış ilişkilerinde yaptıklarına bakıldığında açıkça görülür: ABD yönetimi Pentagon ile birlikte savaş sanayisi için araştırma ve üretim yapan uluslararası ABD şirketlerini besler. Dışa karşı iç sanayiyi her zaman korur. Devlet dev tekelleri finans teşvikleri ve sübvansiyonlarla destekler. Bu sırada serbest pazar denen pazar yerel üreticiyi ve küçük sermayeyi zor durumda bırakır; kamu sektörünün fukaraya, ihtiyara, öğrenciye yardım hizmetlerini ortadan kaldırır.

Tekelleşme kapitalist pazarın büyümeye ve kontrole yönelik doğasının kaçınılmaz bir sonucudur. Egemen tekelleşme politikaları bu pazarın güç yapısı ve ideolojik ve normatif teorik meşrulaştırılmasıyla ilişkilidir. Liberal epistemoloji tekel bağlamında da yanlış temelden hareket etmekte, yetersiz kalmakta ve daha kötüsü ideolojiyi reddederken ve insancıllıktan bahsederken, kaynakların gaspını ve yoksun bırakmayı meşrulaştıran insanlık dışı bir ideolojik biçimlendirmeyle gelmektedir.

MEDYADA TEKELLEŞME

Medya kavramı günlük kullanımda kitle iletişim araçları anlamınadır. Akademik bağlamda, yanlış olsa da, kitle iletişiminde kamusal ve ticari örgütleri anlatmak için kullanılır. Medyada tekelleşme iki biçimde olmuştur. Birincisi medyanın kamu hizmeti görüşüyle gelen kamu tekeli olarak örgütlenmesidir. İkinci biçimde ise medyada tekelleşme özel şirketlerin kapitalist pazarda arz, dağıtım ve talep üzerinde kontrol kurmasını getiren çeşitli stratejilerle büyümenin bir sonucudur.

Adam Smith’in temelini attığı görüş kapitalizmin tekelci doğasına ve Avrupa, Amerika ve diğer kapitalist ülkelerde firmaların tekelleşmesi ve uluslararası dev şirketlerin gelişmesine rağmen, hala bu yaklaşımın temel varsayımı olarak devam etmektedir. Amerika’da ve diğer ülkelerdeki anti-tröst yasalar, bu yasalara dayanarak açılan davalar ve devleşen şirketlerin bölünmeleri “serbest pazar” ideolojisini destekleyen örnekler olarak sunulmaktadır. Dikkat edilirse, tekel konusu klasik-liberal ve onun küresel pazar koşullarını açıklayan yeni liberal görüşte pazarda ‘serbest rekabet koşullarını” korumanın garantisi olarak, devlet ve özel sermayenin tekelci kontroluna karşıtlık olarak öne sürülmektedir. Böylece sorun sermayenin temerküzü ve bunun önlenerek serbest pazar koşullarını koruma mücadelesi olarak biçimlendirilmektedir. Bu çerçeveye uygun olarak kapitalist pazarın dünya egemenliği beraberinde getirdiği deregulasyon, özelleştirme, global-yerelleşme ve demokratikleşme gibi yönetimsel ve ideolojik biçimlendirmelerle süslenen bir küreselleşme açıklamasını getirdi. Aynı anda, küreselleşme ile uluslararası şirketler ulusal devletlerden güçlü ve onların üstünde, onları kontrol eden, onlarla işbirliğindeki yapılara dönüştüler. Küresel “serbest pazarda” uluslararası sermaye ve onların ulusal-yerel ortakları “serbest” olurken, çevre, kaynaklar ve emek bu serbest sömürünün “serbest pazarı” oldu. Bu “serbest pazarı” kontrol eden şirketler arasında iletişim işiyle uğraşan şirketler ön sıralarda gelirler. Bu şirketlerin diğer şirketlerden çok önemli bir farkı vardır: Diğer şirketler kontrol ettikleri örgütlü yer ve zamanda materyal ilişkilerle hem maddeyi hem de düşünselini üretirler. İletişim şirketleri düşünseli üretme işini materyal üretimin yapıldığı örgütlü yer ve zaman dışına taşır. Bu taşıma ile iletişim şirketleri materyal çıkarlarını gerçekleştirirken, aynı zamanda kendi varoluşlarının koşulu olan üretim biçimini destekleyen bilincin de sürekli üretilmesi işini yaparlar. Özlüce, iletişim şirketleri iletişimle ekonomik fayda sağlama ve bilinç yönetimi işini yaparlar.

Bu şirketler diğer şirketleri satın almalar ve diğer şirketlerle birleşmeler yoluyla özellikle 1990’lardan beri dünyada herkesin dikkatini çeken bir büyümeyi gerçekleştirmektedir. Bu firmaların özellikle satın almaları genellikle yerel ve küçük olanı yutma biçiminde olmaktadır. Buna direnebilenler ise oldukça azdır. Bu firmalar artık iletişimin her alanına el attıkları gibi iletişim dışı sayısız alanda iş yapmaktadır. Örneğin tekelleşmede dünyadaki egemen yönelim iletişim şirketleriyle iletişim dışı şirketlerin birleşmesi biçiminde olmaktadır. Böylece iletişim sektörü artık diğer endüstrilerle ilişkisini sadece reklam endüstrisinden geçerek gerçekleştirmemektedir. Dolaylı iç içelik artık doğrudan hale gelmiştir. Bu durum Türkiye’de medya sahiplerinin diğer endüstrilerle olan sahiplik ve ortaklıklar biçiminde olmaktadır. Bu durum örneğin gazeteleri tüketim mallarının reklam ötesinde doğrudan pazarlamasını getirmiştir. Elbette uluslararası şirketlerde iletişim sektörüyle diğer sektörlerin evliliği çok daha ciddi sonuçlar getirecek biçimde olmaktadır. örneğin General Electrik ile Amerikan National Broadcasting Corporation (NBC) arasındaki birleşme teknoloji ile içerik arasındaki tarihsel “synergy” olarak bilinir. NBC’nin 5 milyar dolarlık satış gelirleri medya standartları bağlamında oldukça büyüktür, fakat GE’nin 80 milyar dolarlık geliri yanında yüzde 6,5’dan az kalmaktadır. Fakat birleşme ile birlikte elde edilen güçle NBC radyo ve televizyon sahipliği ötesine geçerek kablo ve uydu televizyonu işine girdi. Kablo kanalları satın aldı ve yarattı; diğer firmalardan önemli hisseler satın aldı (Media space; 2002).

Büyümeye gerekçeyi Murdock gibi medya Moğolları olarak nitelenen kişiler benzer şekilde vermektedir (Erdogan, 1994). Aynı gerekçe Time-Warner birleşmesinde firma yöneticileri tarafından verilmiştir: Çok geçmeden Planet Dünyadaki bütün medyayı kontrol eden beş firma olacak ve amacımız bu beş taneden biri olmaktır. Johnson’un belirttiği gibi (1995) henüz beş firma dünyayı kontrol etmiyor, fakat örneğin dünyadaki müziğin % 90’dan fazlasını kontrol eden altı firma var. Şimdi artık tek bir sermaye gazeteye, mecmuaya, televizyon ve radyo şirketlerine, film yapım şirketlerine, sinemalara, televizyon programlarına, kablo yayınlarına ve kitaplara sahip olmaktadır. Bu sahiplik multi-medya ve multi-ulusal biçimdedir. Benzer tekelleşme tıp ile (sağlık hizmetleri dahil) ilgili endüstrilerdeki üretim, dağıtım ve tüketimin biçimlendirilmesinde de olmaktadır. Özellikle tıp alanındaki tekelleşmede tüketicinin, örneğin, ilaç seçme şansı olmadığı için, tekellerin ürünlerini dağıtımda reklamlar ve promosyonlar doktorlara hitap etmektedir; firmalar tarafından ilaç tüketimini artırmak için çeşitli yollar kullanılarak doktorlar resmi “drug pushers” gibi kullanılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda şirketlerin başarılarının kapsamı ve yoğunluğunun araştırılması gerekir. Dağıtıcıları “kapı tutucu konumuna düşürülen doktorlar” olmayan endüstrilerde, tüketici hedef kitlelerin bilinçleri ve davranışları reklamlar ve halkla ilişkiler yardımıyla şekillendirilmektedir. Reklamın etkisi, duruma göre çok kısa zamanda olabileceği gibi, diğer etkenlerle birlikte uzun zaman içine yayılan bir karaktere sahip olabilir. Milyon dolarlık reklam yapan bir film şirketinin filmini görmeye gidenlerin sayısı ile, reklamı verilmeyen ve sadece kişiler arası iletişimden geçerek anlatılan bir filme gidenlerin sayısı arasında çok ciddi fark olacağını bilmek için dahi olmaya gerek yoktur.

Günümüzde Türkiye’de iletişim alanındaki tekelleşme sorunu, devletin kamu zenginliklerini satarak ve yasal biçimlendirmelerden geçerek bütün gücüyle teşvik ettiği özelleştirmeyle gelen bir oluşumdur. Artık konu TRT, Basın Kurulu veya kağıdın devlet tarafından kontrolü sorunu olmaktan çıkmıştır. İletişimde uluslararası şirketlerle işbirliğindeki özel ve devletin yarattığı bir pazar koşuluyla ilgilidir. Bu pazar koşulunda tekelleşme egemen olan ekonomik yapının karakterleri, mülkiyetin şekillenmesi ve mülkiyet ilişkileri, profesyonel ideolojiler ve iş yapış biçimleri, yasal kuralların şekillenmesi ve uygulanmasıyla ilişkilidir. Medyada tekelleşmeyle medya ürünlerinin üretiminde, dağıtımında ve tüketimin yönlendirilmesinde etkili güç elde edilir ve uygulanır; doğrudan ve dolaylı olarak ilgili pazarda rakipler yatay ve dikey konsentrasyonla ortadan kaldırılır; pazara giriş organizasyonların örgütlenme biçimleri ve politikalarıyla engellenir. Medyada tekelleşme aynı zamanda enformasyon çokluğu iddiasıyla bilgi yoksunluğunu ve bilgiçlik taslayan tüketim cehaletini yaratır ve besler.

Tekelleşme sürecinde, küreselleşme ve küreselleştirme faaliyetlerinin hızlandığı 1980’lerden beri Türkiye gibi liberal politikaları benimseyen ülkelerde siyasal iktidarlar teşvikler, krediler vb. yollarla sermaye gruplarını güçlendirdi. ciddi şekilde kaynaklar kötüye kullanıldı, bankaların içleri boşaltıldı ve büyük yolsuzluklar oldu. Bu sırada İletişim araçlarına sahip gruplar, tekelleşmenin sağladığı güçle hem siyasal alanda etkili olmaya hem de özel sektöre yön vermeye çalıştı. Bu gelişmelerle birlikte medya alanında yatırımlar hızla arttı. Ulaştırma sektörü içinde yer alan iletişim alanının payı 1980’de % 14.2’den 1996 yılında % 20.9’a çıktı. Özel sektörün ulaşım ve iletişim yatırımları 1980 yılında toplam yatırım hacminin yüzde 9.7’siyken 1996’da yüzde 17.6’ya yükseldi. Yatırımlarla birlikte şirketlerin büyümesi geldi. Aynı zamanda pazarda tekelleşme yaygınlaştı. Örneğin Aydın Doğan grubu hem medya (gazete, televizyon) hem de medya dışı (pazarlama, dağıtım) yatırımlara sahiptir. Hürriyet Holding daha yaygın bir dikey ve yatay entegrasyona gitmiştir. Holdingin dış ortaklığa da sahiptir. Çeşitli medya (radyo, televizyon, gazete, mecmua, müzik, kitap) sahipliği yanında medya dışında turizm, otomobil, sağlık, bankacılık, sigorta ve finans alanlarında yatırımları vardır. Benzer şekilde Cem Uzan’ın holdingleri ve Medya Grup işletmeleriyle medyada tekelleşme örnekleridir. Kısaca Türkiye iletişim pazarı dış ortaklıkları da olan birkaç dev şirketin elindedir.

Tekelleşme pazar kontrolüyle bağıntılıdır; dolayısıyla bu kontrolün teorik, dolayısıyla ideolojik savunması (ve eleştirisi) doğal olarak ortaya çıkacaktır. Bu da kendini özellikle tekellerin kendi üretim süreciyle ve aynı zamanda üniversitelerdeki üretimle gelir.

MEDYA TEKELİ, İDEOLOJİK SÜREÇLER VE PROFESYONEL PRATİKLER

Tekel, ifade özgürlüğü ve demokratik çoğulculuk

Liberal yaklaşım medya tekelinin sadece serbest pazar için tehlikeli olduğu iddiasıyla gelmez, aynı zamanda “çoğulcu demokrasinin çoğulcu fikirler ortamına sahip olduğu” ve tekelin bu ortam için tehlikeli olduğunu ileri sürer. “Eğer sayıca çok firma olursa, sayıca çok düşence üretilir” fikrine dayanan bu görüş oldukça geçersizdir; çünkü aynı üretim tarzındaki niceliksel çokluk asla niteliksel farklılığı ifade edemez. Dolayısıyla, medya tekelinin olması veya olmaması ideolojik bağlamda, düşünsel bağlamda bir demokratik çoğulculuk yaratmayacaktır. Ayrıca günümüzdeki tekellere bakıldığında, tekeller küçük olandan çok daha fazla kaynakları kullanma kapasitesine sahip olduğu ve farklı kitlelere ulaşmak ve onları şekillendirmek gerektiği için, çok daha planlı bir şekilde çoğulculuk ideolojisini ve görünümünü verecek üretim yapabilir ve de yapmaktadır. Bunun en belirgin örneği günümüzde, mevsimlik moda endüstrileri örneği yanında, “esnek üretim” adı altında gelen türde üretimle üretimde bireysel çeşitliliğe kadar indiği iddiasıdır. Ayrıca farklı kaynakların var olması o kaynakların kullanılacağı anlamına asla gelmez. Susadığı zaman aklına Coca Cola veya pepsi gelen bir kitlenin önünde farklı tercihlerin olmasının anlamı nedir? Demokratik çoğulculuk mu? Özgürlük mü? Pepsiyi veya Coca Colayı meyve suyuna tercih etme, özgür bir tercihi mi ifade eder? Marlboro ve Samsun sigarasından birini tercih ne tür bir tercihi anlatır? Bu tercihin ekonomik ve bilişsel anlamları ne? Kaç doktorun ilaç yazarken tercihi bilinçli bir çıkara veya farkında olmadan bir çıkar yapısına bağlı olmayan özgür bir kararı anlatır? Potansiyel veya gerçek alternatifin varlığı, o sistemi demokratik veya özgür yapmaz. “Alternatif olmazsa daha kötü değil mi?” sözü ise iyinin yok edildiği veya olmadığı yerde sahtenin ve kötünün kendini iyi ve gerçek olarak satmasına yardım eden meşrulaştırma mekanizmalarından biri olarak işlev görür. Amerika gibi gerçek anlamda enformasyon bolluğunun olduğunun iddia edildiği bir yerde bile, seçmenlerin ve tüketicilerin tercihleri çoğulcu bir karakterden çok uzaktadır. Dolayısıyla, temel sorun tekel olması veya olmaması değil, üretim biçimi ve ilişkilerinin egemen doğasıdır. Liberal yaklaşımın bu bağlamdaki düşüncesine göre, tekel durumunda insanların düşüncelerini ifade kanalları birkaç firmanın eline geçmekte, böylece ifade özgürlüğü ortadan kalkmaktadır. Böylece sorun ekonomik yoksun bırakma ve kontrol temelinden alınıp, düşünsel ve soyut özgürlük alanına taşınarak ciddi bir saptırma ve bilinç yönetimi yapılmaktadır. Tekeller yerine çok firma olması bu ifade özgürlüğünün asla garantisi olamaz, çünkü çok firmanın olması çok firmanın ifade özgürlüğüdür, çok insanın değil. Bu özgürlük en somut biçimde gazetelerde seslerini duyurmak isteyen grupların buna hakkı olduğunu belirten Florida mahkemesi ve bunu onaylayan Florida Anayasa mahkemesinin kararını bozan ABD Anayasa Mahkemesinin açıklamasında kendini ifade etmektedir: Gazeteden erişim hakkı isteyen yurttaş değil, gazete sahibi özgürlük hakkına sahiptir; bu hak aynı zamanda sansür hakkını da içerir (Johnson,1995). Böylece gazetelerden erişim hakkı (=yani gazeteyi kullanarak ifade özgürlüğünü kullanma) olmadığı öğrenildi. Aynı şey radyoda da oldu: Gerekli ödeme neyse verileceği kabul edildiği halde radyonun işine gelmediği için bir teybi yayınlamaması sonucundaki davada ABD Anayasa Mahkemesi gene aynı kararı verdi. Tekel konusu Türkiye gibi ülkelerde etkin bir şekilde devlete karşı kullanılmış ve özelleştirme saldırısındaki temel silah olmuştur. TRT’ye karşı yönetilen saldırılar tekel ve özgürlük kavramları etrafında kurgulanmıştır. Böylece tekel konusu kamu kaynaklarının özele peşkeş çekilmesinde ciddi işlevselliğe sahiptir. Televizyon da doğal olarak bu hakka sahip. O zaman iletişim araçlarına ifade için ulaşılamadığında, ifade özgürlüğünün anlamı kalmıyor. Çözüm? Tekele karşı mücadele edilecek ve basın/medya halkın gözü ve kulağı olacak iddiasıyla gelen “dördüncü güç” ideolojisi çözüm olarak sunulur. Elbette bu çözüm değildir; kontrollü alternatifle gelen bir bilinç yönetiminden öteye pek gidemez.

Sahiplik ve içerik belirleme

Tekelleşme konusunda ileri sürülen bir yanlış değerlendirme de sanki medya baronları, örneğin milliyet gazetesinin sahibi veya Tv sahipleri programcılara nasıl program yapacaklarını dikte ettikleri, dolayısıyla sahiplikle kurulan bu tür bir kontrol olduğudur. Bu kontrol belli ölçüde olabilir veya hiç olmayabilir. Asıl sorun medya profesyonellerinin medya sahipleri tarafından kontrolü değildir. Bu sahte bir gündem yaratma ve medya profesyonellerinin bağımsızlığı çığırtkanlığını yapan sahte demokrasinin bilinç yönetimi stratejilerinden biridir. Medyadaki profesyonel pratiğin doğası dün oluşmadı ve medyada profesyonel olarak çalışanlar o ortama gökten inmediler: İkisinin de bir tarihsel geçmişi var. Bu tarihsel geçmişte medyanın parçası olduğu endüstriyel kültürel pratiklerin egemenliği altında yetişen, ta ilk okuldan başlayarak ücret politikalarının okuldaki yansıması olan not politikalarıyla, iş bulma tasaları ve işsizlik kabuslarıyla beslenen insan medya profesyoneli olduğunda artık o demire nasıl su verileceğinin ve kılıcı nasıl kuşanacağı ve kalemi nasıl kullanacağının çok iyi farkındadır. Dolayısıyla, medya profesyoneli sözündeki profesyonel kavramı özel olarak sahibinin ve genel olarak sermayenin sesi anlamına gelir. Yani olay sahip ile ücretli kölesi arasındaki özgürlük çekişmesi değildir; olay bir endüstriyel iş yapış biçiminin doğasıdır. Bu iş yapış biçimi de tarihsel bir geçmişe sahiptir. Bu tarihsel geçmişle kurulan örgüt kültüründe sahip kölesini her gün kontrol ediyor olabilir. Başında duruyor olabilir. Fakat medya konusuna gelindiğinde profesyonel ideolojiler sahibinin çıkarını iyi bilen ve onu en iyi bir şekilde gerçekleştirmeye çalışanların taşıdığı pazar ideolojisidir. Bu profesyonel, eğer yönetici sınıfın çocuğu değilse, kendi sınıf bilincinden uzak bir bilince sahiptir.

Profesyonel pratikler: Konular ve içerik

Tekelci ekonomik pratik özgürlük ideoloji ötesinde diğer bilinç yönetimi şekilleriyle gelir. Bu şekiller en etkin bir şekilde medya paketleri ve içeriklerinde somutlaştırılır. Medya Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de egemen bir pazar yapısının, dolayısıyla bu yapının egemen sınıfının, ideolojisini görevine sadık bir şekilde yansıtır. Bunu yapması için tekel olması veya olmaması koşulu yoktur. Henüz tekeller arasında centilmenlik anlaşması olmadığı ve/veya anlaşmalar bozulmak için yapıldığı için, Türkiye’de laik sermayenin kendi arasında yaptığı sınıf içi çıkar mücadelesi zaman zaman suçlamalar biçiminde izleyiciye sunulmaktadır. Medya işindeki tekellerin mücadelesi laik olan ile teolojik olan arasında bu şiddette olmamaktadır. Teolojik medya devlet ve ordu dışındaki siyasal güçleri ve faaliyetleri ve sonuçlarını çok daha eleştirel bir şekilde sunmaktadır. AKP’nin iktidar olmasıyla, bu medya eskisinden farklı bir konuma gelmiştir. Fakat medyanın her biri sermayenin çıkarını gerçekleştiren bilinç yapısını yeniden üretmek işini yapmaktadır. Medya bu üretme işini sunduklarıyla, konular ve bu konuların içerikleriyle gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla toplumda olanlar, ilgiler ve bilgiler arasından konular seçilmektedir. Bu seçme ile bazı konular gündeme alınırken bazıları yok sayılmaktadır. Böylece ilk yanlılık başlamaktadır: Tekelci pratiğin en çok uyguladığı iletişim stratejisinin başında “katmama, ele almama, yok sayma” gelir. Böylece aslında ele alınması gereken önemli bir konu gündem dışı bırakılır. Örneğin tıp ve ilaç endüstrisiyle ilgili haberlerde, doktor mesleğini ve örgütlenmesini içeren programlarda daima en uç ve marjinal olanlar verilmektedir. Bu uç ve marjinal olanlar seçildiğinde de bu endüstriyel alan ve pratikleri yüceltecek konular ele alınmaktadır.

Katmama ve ele almama sadece konu dışı bırakmayla yapılmaz. Aynı zamanda konu olarak ele alındığında konunun özü yerine biçimi, mekaniksel yanı, duygusal ve sansasyonel bir biçimde vurgulanarak verilir. Böylece ciddi bir konu birden bire farklı bir biçim alır. Hastahanelerdeki bakımla ilgili sorunlar en iyi şekliye hastahane yöneticisi sorumlu tutularak veya bir doktor suçlanarak giderilmeye çalışılır. Hastahanelerde rehin tutulan hastalar haberi duygusal mecraya aktarılarak işlenir.

Toplumdaki bazı olaylar gündem dışı bırakılamayacak kadar açıkta ve kamusal alanda olduğunda, konuyu zorunlu olarak medya gündeme getirir. Eğer bu Susurluk gibi bir sorunsa, devletin lekelenmemesi için, sorun başka mecralara çekilir; mümkün olduğu kadar az gündemde tutulmaya çalışılır; devlet içinde kontrol edilemeyen ve devleti dinlemeyen meçhul birimlere indirgenir.

Medya pratiklerinde destekleme ve yüceltme, küçültme ve kötüleme işinde klişe kavramlar kullanır. Örneğin dengelerin korunması, düzen, liderlik, sağlıklı ekonomi, çağdaşlaşma, terörist, sokak kadınları, huzur bozma, grevcilerin bağırması, saldırma, öğrencilerin polise saldırması, polisin ihtar etmesi, polisin zor kullanmak zorunda kalması, bölücü, IMF reformları gibi.

İkinci ve bir o kadar ciddi yanlılık “konunun işlenmesinde,” yani içeriğin doldurulma biçimlerinde, paketlemede işe sokulmaktadır. Paketleme biçimleri “bir kazı yolmanın bin bir yolu vardır” sözünü kanıtlayacak kadar çoktur. Örneğin sorunlar bireysel seviyeye indirgenerek ele alınır. Bireysel seviyede de güç ve sınıfsal karakter ön plana çıkar: İyi ve güzel insanlar, imrenilecek ve model olarak görülecek insanlar başarılı olan, yani “çok para kazanan” meşhur insanlardır. Öte yandan kötüler, suç işleyenler, katiller, saldırganlar, dayak atan ve yiyenler, birbirine kötülük edenler ise çalışan sınıfın insanlarıdır. Bu insanlar aynı zamanda acı çekerler; ama o onların çirkin hayatlarının bir parçasıdır. Polisler, doktorlar, hakimler, iyi kalpli zenginler ve hatta duygu sömürüsüyle rating yapan Reha Muhtarlar bile bütün çabalarına ve iyi niyetlerine rağmen onlara yardım edemezler. Bazen suçlu birim olarak bazı “kötü eczacılar” veya doktorlar veya hemşireler bazı şeyler için sorumlu tutulur. Fakat bireyselleştirilmiş suçlar daima kişilerin sapık, normal olmayan, insanlık dışı veya duyarsız davranışlarıyla ilişkilendirilir. Asıl sansasyonel olanlar göz ardı edilirken, örneğin “hastasına tecavüze yeltenen doktor” sansasyonelleştirilir. Asıl tuzak kurularak bilgi edinilmesi gerekenler yok sayılırken, üfürükçüler, muska yazanlar, araba hırsızları, doktorlar, hemşireler ve hastahaneler Amerika’da FBI’ın bir zamanlar senatörlere ve milletvekillerine karşı kullandığı suça teşvik yöntemleri kullanılarak ve gizli kameralarla kayıt yapılarak suçlanır. Bu sırada endüstriyel yapı ve faaliyetlere herhangi bir ciddi eleştiri getirilmez; aksine yüceltilir. Özel güzeldir, küçük ve basit bile olsa. Kamu olan kötü veya yetersiz veya özgürlükleri engelleyicidir. Kamu tekeli ve örneğin Sağlık Bakanlığı özelin işine karıştığı için yerilirken, ilaç sanayisindeki tekel ve fiyat politikaları asla haber olmaz ve soruşturulmaz.

Medyanın tekel olması kamu sağlığıyla ilgili haber ve programların, toplumdaki diğer olgular ve olaylardan çok daha titizlikle seçilerek verileceği gerçeğini çok daha öne çıkartır. Tekel olmaması durumunda teorik olarak rekabet ortamı daha yaygın olacak ve tıp ve sağlıkla ilgilenme daha çeşitli olacaktır. Bu sadece teoride kalmaya mahkumdur, Çünkü gene güçlü bir tıp ve ilaç endüstrisi ve onlardan geçinen diğer endüstriler hakkında negatif olan gerçekler üzerinde durma farklı olmayacaktır. Gene New York’ta kuyruğuna basılan köpeğin Londra’da havlayıp inlemesi haber yapılacak ve kuyruk acısını dindiren mucize ilaç ve meşhur doktorun insanlığa ve sağlığa katkıları öykülenecektir. Bu sırada New York’ta köpeğin kuyruğuna basılması garantiye alınacak ki mucize ilaç üretilmeye ve dağıtılmaya devam etsin. Kuyruğuna basılan köpekler sadece kuyruk sancısı çekmeyecek elbet, AIDS olacaklar, çevreden ve sigaradan kanser olacaklar, bin bir tür alerji ve kalp rahatsızlıkları satın alacaklar. İnsanı ve çevreyi zehirleyen zehirler reklamlarda “akıllı molekülle beyazı daha beyaz yapın” diye pahalı ve süslü paketlerde satılmaya devam edilirken, güçlülerin çevre ve sağlığı koruma yemekleri ve toplantılarının haberleri verilecektir. Bir gün birden bir Türk doktoru kanser ilacını bulacak, bir İngiliz doktoru beş dakikada seri üretimle kalp ameliyatı yapacak, tıp teknolojisindeki gelişmeyle mikro-ameliyat kolaylaşacak, insanın kopyası yapılacak ve tanrının işine karışma tartışılmaya başlayacak ve sürecek bir müddet. Ardından tıpta bir başka şahane teknolojik uygulama veya buluş. Fakat bu sırada sağlık sistemi sağlıksızlığın üretilmesi ve sağlıksızlığı üretmeye katkıyla trilyon dolarlık çıkar yapısını sürdürerek kendi ve kendi varlığını yaratan koşulları tutmaya devam edecek. Bunun anlamı tıp ve ilgili endüstriler bir şey yapmıyor değil, çok şey yapıyor. Ama ne tür koşullarda, ne tür koşulları sürdürerek, geliştirerek nasıl ve kim için? Endüstriyel gelişmeyle birlikte tıp ve ilgili endüstriler de gelişiyor: Endüstriyel yapının yarattığı ve nicel ve nitel olarak artırdığı çevre ve insanlık durumundan beslenen ve gelişen bu endüstriler yirmi birinci yüzyılın insanlık durumunu yaratan bir dünya pazarının bütünleşik parçasıdır. Bu parça sigorta ve avukat şirketlerinin çıkar sağlama işine katılmasıyla, artan sağlık sorunlarıyla artıp beslenen bir devasa yapı oluştururlar. Bu yapıda genellikle profesyonel-emekçi durumunda bırakılan doktorlar gibi yapının en zayıf halkaları gerektiğinde medya tarafından sansasyonel haberlerle övülür ve gerektiğinde de suçlanarak dövülür.

Medyanın tıp ve sağlık haberleri doğal olarak bilinçlerde belli izler bırakır. Örneğin, yaşları 19-22 yaşları arasında 100 kişiye “Televizyonda bazen tıp ile ilgili haberler verilmektedir. Bu haberlerden aklınızda kalanlar var mı? Varsa bunlar neler?” sorusu soruldu. Cevap verenlerin % 10’u hiç ve % 80’i birden fazla haber hatırlamamaktadır. En çok hatırlananlar diyet, sağlıklı beslenme ve zayıflamayı ele alan haberler olmaktadır ve bu haberlerde manken vücutları sergilenmektedir. En fazla hatırlanan ikinci haber selüloit, estetik cerrahi, silikon, yağları yok etme gibi kadınların güzellikleriyle ilgili olanlar olmaktadır. Bunları saç dökülmesine/kelliğe mucize ilaç ve meşhurların hastalıklarıyla ilgili haberler (Erbil, Denktaş, Ecevit) ve mucize tedaviler takip etmektedir...


Benzer Konular

13 Ekim 2017 / Misafir Genel Mesajlar
28 Ekim 2016 / ThinkerBeLL İletişim Bilimleri
28 Ekim 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
18 Temmuz 2009 / ThinkerBeLL Ekonomi