Arama

Ünlülerden Nükteler

Güncelleme: 2 Temmuz 2014 Gösterim: 17.422 Cevap: 19
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
10 Ocak 2008       Mesaj #1
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Sultan IV. Murat Han Bağdat seferi sırasında kurduğu divanda müzakereler devam ediyordu. Herkes düşüncesini söylemekte iken o sırada dışarıda ahırların birindeki eşekler de anırmaya başlamış. Bunu üzerine padişah şöyle konuşmuş:

Sponsorlu Bağlantılar
"Hep bir ağızdan konuşmayın, zira dışarıda zırlayan ile içeride dırlayanlanı fark edemiyoruz.

Yavuz Sultan Selim devlet harcamalarında olduğu gibi şahsi harcamalarında da sadeliği ön planda tutardı. Lüks ve israfa kaçan süslü elbiseleri giymeyi sevmezdi
Süslü elbiselerin kadınlara yakıştığını düşünür ve erkeklerin böyle giyinmelerini de doğru bulmazdı
Günün birinde oğlu Şehzade Süleyman , pek süslü ve parlak elbiseler giyinmiş ve pahalı mücevherleri takınmış olduğu halde huzuruna çıktı
Oğlunun bu süslü giyimini gören Padişah, şöyle dedi
Sen böyle giyinirsen anan ne giyinsin Süleyman? Anana takacak ziynet bırakmamışsın."

Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, İstanbul'a gidecek olan Nedimi Şair Nihat Bey'den gelirken getirmesi için beyaz renkli, çok iyi bir eşek istemiş. Fakat Nihat Bey eşeği almayı unutmuş. Mısır'a geldiğinde ise Paşa haklı olarak hemen sormuş
Nihat Bey, bizim eşek nerede kaldı?" Şair şaşkınlıkla şöyle demiş:
Vallahi unuttum Paşam, şimdi sizi gördüm de hatırıma geldi."
Paşa, aldığı cevaba memnun olmamış; ama yine de gülümseyerek şöyle demiş:
Neyse, siz geldiniz ya, artık lüzumu kalmadı."

Sultan Mahmut Han, İzzet Molla'ya camsız bir gözlük hediye etti. Molla, gözlüğü gözüne taktı, Edirne kapısına doğru bakarak:

"Hüvel Hallâkul Bakî" diye okumaya başladı. Padişah:
"Efendi Maşallah pek uzakları görüyorsun" deyince,
Molla:
- "Padişahım camları olsaydı Lehv-i Mahfuzu okurdum" dedi.

Sultan Mahmud Han asrı ricalinden bir zat, ramazanda bazı ahbab ve tanıdıklarını iftara davet etmiş. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış.

Yatsı ezanı okunmuş, cemaatle teravih namazına başlamışlar. İmamlık eden zât, neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar namazı acele kıldırıyormuş. Daha beş dakika olmadan onuncu rekatın tahiyyatına gelmişler. O aralık dışarıdan bir adam gelip bunların namaz kıldıklarını görünce:

- "Hazır abdestim var iken ben de namaza yetişeyim" diye düşüp safa dahil olacağı zaman, cemaat selam vermiş. İzzet Molla dönüp şöyle demiş.

- "Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?"

HAYATI SEYRETMEK
Yazar Kazancakis, bir ihtiyara "neye bakıyorsun?" diye sorduğunda, ihtiyar adam gözlerini akan sudan ayırmadan şu cevabı verir:
- Hayatıma oğlum, akıp giden hayatıma.

SELÂMDAKİ İNCELİK
Muzaffer Ozak Hocanın sahaflar çarşısındaki dükkanına giren bir genç:
- Selâmunaleyküm babalık... diye selâm verince, hazret selâmı alır:
Aleykümselâm kurukalabalık...
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
13 Ocak 2008       Mesaj #2
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Boğaziçi’nin yüksekçe bir yerinde oturan Râgıp Paşa, sıcak bir yaz günü evine giderken yorulup bir taşa oturmuş. Çok susamış olduğu için ötede oynayan çocukların birinden su istemiş. Sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk (müstakbel Haşmet) paşaya büyücek bir kâsenin içinde turşu suyu getirmiş. Paşa içtikten sonra; "Oğlum, ben senden su istemiştim. Neden turşu suyu getirdin". Çocuk da cevaben: "Annemin yaptığı lahana turşusuna sıçan düştü de gelene geçene dağıtıyoruz." deyince paşa öfke ile kâseyi yere vurup kırmış. Çocuk ağlamaya başlamış. Paşa, çocuğun ağladığını görünce, biraz yumuşayarak niçin ağladığını sormuş. Çocuk: "Elbette ağlarım ya. Köpeğimin kâsesini kırdın. Şimdi ben ona neyle su vereceğim" demiş. Çocuğun zeki ve nüktedan olduğunu anlayan paşa onu yanına almış.
Sponsorlu Bağlantılar
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
14 Ocak 2008       Mesaj #3
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Koca Râgıp Paşanın güzel bir halayığı varmış. Haşmet, Râgıp Paşaya misafir geldikçe bu halayık kahve getirir, Haşmet de ona sulanırmış. Bir gün Haşmet yine Râgıp Paşa’ya misafir gelmiş. Zaten işin farkında olan Koca Râgıp Paşa halayığı çağırarak yine kahve götürmesini, fakat çok naz ve işve yaparak Haşmet sulandıkça parasını, değerli eşyasını ve en sonunda teslim olmak için dinini, imanını istemesini tembih etmiş. Halayık, paşanın dediği gibi yaparak Haşmet’i bir bir soymuş. Nihayet halayık demiş ki: "Ben sana teslim olurum amma cahil bir kızım; dinden, imandan haberim yok. Ölürsem imansız gitmeyeyim. Bana dinini imanını ver!" Bunun üzerine Haşmet heyecanla ayağa kalkarak, "Vallahi de yok, billahi de yok" demiş. Kapıdan dinlemekte olan Râgıp Paşa içeri girerek "Ne yaptın Haşmet?" diye sorunca Haşmet: "Ne yapalım paşa hazretleri? Var desem onu da alacak. Onun için yok dedim" demiş.
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
16 Ocak 2008       Mesaj #4
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Haşmet’i bir şehre kadı göndermişler. Bir müddet sonra dönüp gelmiş. Bir gün bir kalabalık bağırıp çağırarak meydana çıkmışlar. Râgıp Paşa sormuş. Ahali: "Falan şehrin ahalisiyiz. Yolladığınız kadı bizi soyup soğana çevirdi. Şikâyetçiyiz." demişler. Râgıp Paşa Haşmet’e bu nedir diye sorunca Haşmet: "Paşam, merak etme, yalandır. Bu muhakkak beni sevmeyenlerin uydurduğu bir şeydir. Ben onları öyle bir soyup soğana çevirdim ki İstanbul'a değil, bir saatlik yola gidecek halleri kalmadı" demiş.


Rakının yasak olduğu bir devirde Haşmet bir mezarlıkta bir kafatasıyla rakı içiyormuş. Kılık değiştirerek gezen padişah onu görüp ne yapıyorsun deyince Haşmet irticalen şu beyti okumuş:
Ezelde câm-ı Cemşîdi sifâle saymıyan serler
Felek sakisi destinde gezer peymânedir şimdi.
Padişah beyti mütemadiyen tekrarlatmaya başlayınca Haşmet’i bir korku almış ve belki beni idam ettirir diye düşünerek padişahın ayaklarına kapanmış. Padişah: "Şair değil misiniz? Hepiniz korkak olursunuz. Beyit çok hoşuma gittiği için her tekrarına bir altın verecektim. Kendin bu kadarla iktifa ettin" demiş.


Koca Râgıp Paşa bütün vezirleri, ricali, maiyetindekileri çağırarak rüşvet almadıklarına dair yemin teklif etmiş. Herkes yemin etmiş; yalnız Haşmet sesini çıkarmamış. Paşa niçin yemin etmediğini sorunca Haşmet: "Paşam, beş dakika bekle. Bunlar çatlamazsa ben yemin ederim." demiş.
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
19 Ocak 2008       Mesaj #5
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
FATİH'İN DİLENCİ KARDEŞİ

Taşköprülüzâde Mehmed Kemâlüddin Efendi’nin (Tuhfetü-l Ahbab) yâhut “Târih-i Sâf” adındaki eserinin birinci cüzünün 1287 İstanbul tab’ının 57-58. sayfalarında Fatih Sultan Mehmed’in hazır cevaplığını gösteren çok hoş bir menkıbe nakledilir: Hem kıssa, hem hisse sayılabilecek olan bu tatlı menkıbeye göre İstanbul Fâtih Sultan Mehmet bir gün atına binip ava çıkarken, karşısına bir dilenci çıkar: Fatih de cebinden bir altın çıkarıp verir, bir altını az gören dilenci:

— Padişahım, ben senin kardeşin olduğum halde nasıl oluyor da sen bana tek bir altın verirsin? Şu hareketin insâfa sığar mı?

Diye feryâd ve figâna başlamış! Bunun üzerine Hz. Fâtih atının dizginini çekip durmuş ve dilenciyi yanına çağırıp sormuş:

— Bu ne söz böyle. Sen benim kardeşim olduğunu nasıl iddiâ edebilirsin?

Dilenci de hemen cevabını dayamış:

— Nasıl olur da sen benim kardeşim olduğunu bilmezsin? Hiç öyle şey olur mu?

Fatih Sultan Mehmed, kardeşliğin sırrını öğrenmekte ısrâr edince, nihâyet cesur dilenciden şu cevâbı almış:

— Padişahım, ikimiz de Âdem babamızın oğulları değil miyiz?

Bu cevaptan çok hoşlanan Sultan da şöyle mukâbele etmiş:

— Eğer öteki kardeşlerimiz de haber alacak olurlarsa, senin hissene bu bir altın bile düşmez!

Bununla beraber, bu nükte çok hoşuna gittiği için, cömert Sultan dilenci kardeşine ihsanda bulunmuş.


yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
11 Şubat 2008       Mesaj #6
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
"Lafı uzatanlara ne yapmak lazim?" diye Farabiye sormuslar, şöyle demis..
"Uzun konusani kisa dinlemeli.."

İngiltere kralı George ile görüştüğü sırada, Gandhi'nin üzerinde her zamanki beyaz örtüsü vardır. Bir gazeteci sorar:

-Kıyafetiniz, bir kralla buluşmak icin yeterli miydi?

Gandhi hic aldirmadan cevap verir:

-Kral ikimize yetecek kadar giyimliydi.


Necip Fazil Kısakürek vapurla Karaköye gecerken yanina biri yaklasip;

-Üstad peygamberlere ne diye gerek duyuldu biz kendi yolumuzu bulabilirdik. demis

Necip Fazil okudugu kitaptan basini kaldirmadan:

-Ne diye vapura bindin ki yüzerek geçsene karsiya. "demis


Kulaklarinin büyüklüğü ile bilinen Galile'ye hasımlarindan biri;

-Kulaklariniz bir insan icin büyük degil mi? diye sormus

Galile ise;
-Dogru demis benim kulaklarim bir insan icin buyuk ama seninkilerde bir e s e k icin fazla kucuk degil mi....

Amerikali iş adami Çinli' ye sormus;

-Mezarlarina koydugunuz pirinçleri ölüleriniz ne zaman yiyecek???

Çinli gayet sakin ;

-Sizin ölüleriniz, koydugunuz çiçekleri kokladigi zaman..


Bir toplantida zamane genclerinden biri Mehmet Akif Ersoy' u güya küçük düşürmeye calisarak;

-Afedersiniz siz baytardiniz değil mi???

M.Akif hic istifini bozmadan:

-Evet, bir yerin mi ağrıyordu???
sahra_87 - avatarı
sahra_87
Ziyaretçi
18 Şubat 2008       Mesaj #7
sahra_87 - avatarı
Ziyaretçi
Necip Fazil Kısakürek vapurla Karaköye gecerken yanina biri yaklasip;

-Üstad peygamberlere ne diye gerek duyuldu biz kendi yolumuzu bulabilirdik. demis

Necip Fazil okudugu kitaptan basini kaldirmadan:

-Ne diye vapura bindin ki yüzerek geçsene karsiya. "demis

Bir toplantida zamane genclerinden biri Mehmet Akif Ersoy' u güya küçük düşürmeye calisarak;

-Afedersiniz siz baytardiniz değil mi???

M.Akif hic istifini bozmadan:

-Evet, bir yerin mi ağrıyordu???

bu ikisi gerçekten güzelmiş yaw
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
21 Şubat 2008       Mesaj #8
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
ANLAYAN YOK AMA

Dünyanın tanıdıgı iki ünlü kisi olan Charlie Chaplin ile Albert Einstein sohbet ediyorlarmıs. Bu sohbet sırasında Einstein ünlü yönetmene takdirlerini sunmus:

— Bütün dünya sizin filmlerinizi anlıyor ve takdir ediyor. Mensup oldugu sanat dalını evrensellestiren ender kisilerden
birisiniz...

Charlie Chaplin:

— Haklısınız, demis, bunlar iltifat degil gerçegin ifadesidir. Fakat sizin durumunuz daha enteresan. Sizi anlayabilen kimse yok. Buna ragmen tüm dünya sizi tanıyor ve size hayran...

KIME OKUTTUN?

Rüzgar Gibi Geçti hin yazarı Margaret Mitchell (1900-1949), romanı yayımlanıp büyük sükse yapıncaya kadar adı sanı duyulmamıs, sıradan bir ev kadınıymıs. Ama "Rüzgar Gibi Geçti" birden bire yazarını da üne kavusturmus. Margaret Mitchell’e uzaktan yakından kutlamalar yagmaya baslamıs. Bu arada yazarın komsusu bir kadın, kıskançlık duygusuyla karısık takdir sunmus:

— Kitabın tahminlerin tersinde güzel, kime yazdırdın?

Yazarın cevabı çok zekice olmus:

— Begendigine sevindim, kime okuttun?
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
23 Şubat 2008       Mesaj #9
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Hocanın Ölçüsü
Nasreddin Hoca vaaz vermek istediği salona girmiş.Salon, ön sırada oturan seyis dışıda boşmuş.Konuşup konuşmama konusunda düşünen hoca sonunda seyise sormuş:
-Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mı, yoksa konusmamalımıyım? Seyis cevap vermis:
-Hoca ben basit bir insanim, bu konulardan anlamam.Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim.
Bu sözlere hak veren Nasreddin Hoca vaaza başlamış iki saatin üzerinde konuşmuş durmuş.Dua da ettikten sonra kendini mutlu hissetmiş ve dinleyicisinin de vaazın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş:
-Vaazımı nasıl buldun? Seyis cevap vermiş:
-Sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim.Gene de eğer ahıra gelip biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim dedim ama elimdeki tüm yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım.
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
2 Mart 2008       Mesaj #10
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Yavuz Sultan Selim'in İran Şahı'na Müthiş Cevabı
Yavuz Sultan Selim zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor Sultan Selim'e.Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas,kadife kumaşlar çıkıyor.Fakat bir de pis bir koku yayılıyor.Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor.
Neyse en alttaki büzgünümadan insan pisliği çıkıyooooor..
Yani Osmanlıya acayip bir hakaret!!!!!
Cihan padişahı emir veriyor,"herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermeliyiz"
Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor.Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir
Sandık hazırlatıyor.İçine o zamanın Osmanlı İstanbul'unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir pusula ve bir satır yazı. Gönderiyor...
Şah sandığı açıyor. Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum.
Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor.
Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor:
"Herkes yediğinden ikram eder" !!!!!