Arama

Fosil Yakıtlar

Güncelleme: 11 Şubat 2018 Gösterim: 33.964 Cevap: 10
dse - avatarı
dse
Ziyaretçi
4 Temmuz 2008       Mesaj #1
dse - avatarı
Ziyaretçi

Fosil Yakıtlar

Ad:  fosil yakıt1.jpg
Gösterim: 10581
Boyut:  19.1 KB

Fosil yakıtlar, çürüyen tarih öncesi bitki ve hayvanlardan milyonlarca yılda oluşmuş, kömür, petrol ve doğalgaz gibi yakıtlardır. Fosil yakıtlar yenilenebilir kaynaklar değillerdir. Yenilenemediği için de mevcutları dikkatli kullanmak gerekir. Yenisini yapmak ya da geliştirmekten söz edilemez, ancak doğayı korumak, erozyonu önlemek, sel ve benzeri doğal afetlere insanların katkısı yerine engelleri yapabilmek biraz da olsa mevcutların yokolmasını engeller. Kısaca söylemek gerekirse; kullanımda israftan kaçmak ve doğal afetler nedeniyle kaybolmalarını önlemek gerekir. Sağlam inşa edilen maden ocakları, toprak kayması, erozyon önlemleri önemli olarak sayılabilir.
Sponsorlu Bağlantılar

Kömür, petrol ve doğal gazı topluca belirten terim Adları canlı organizmaların artıkları olmalarından kaynaklanan fosil yakıtlardan petrol ve doğal gaz, planktonu oluşturan deniz bitki ve canlılarının deniz dibine çöküp gömüldükten sonra, zaman içinde ayrışmalarıyla, kömürse günümüzden yaklaşık 300 milyon yıl önce Karbon döneminde alçakı bataklık bölgelerde yetişen bitkilerin artıklarının birikmesiyle oluşmuşlardır: Toprağın altında kalan bu artıklar, ısı ve basıncın etkisiyle önce kömüre, sonra da antrasite dönüşürler; evlerde kullanılan kömürde, bitkilerin odunsu bölümlerinden kaynaklanan parlak şeritler ile tohumları ve çiçektozl arından kaynaklanan mat şeritler ayırt edilebilir.

BAKINIZ Fosil Nedir?
Son düzenleyen Safi; 14 Ağustos 2016 22:31
erdi1907 - avatarı
erdi1907
Ziyaretçi
4 Temmuz 2008       Mesaj #2
erdi1907 - avatarı
Ziyaretçi

FOSİLLER NASIL OLUŞUR:


Tarih öncesi zamanda yaşayan canlıların çok az bir kısmı fosil olarak korunmuştur. Birçoğunun ölümü sırasındaki koşullar onların korunması için gerekli şartları oluşturmuyordu. Birçok fosil nehir, göl ve deniz yataklarının çöktüğü bölgelerdeki kayalarda bulunmaktadır. Bugün toplanan hayvan ve bitki fosillerinin çoğunluğu, aslında bu bölgelerin yakınlarında ölmüş ve bu nehir, göl ve deniz yataklarında saklı kalmışlardır. Bu çöken bölgeler onların üzerini örtmüş ve zamanla bazı katmanlar öylesine kalınlaşmıştır ki birçok fosil kalıntısı yokolmuştur. Çökeltiler zamanla iyice sıkışmış ve kayaya dönüşmüştür. Bu kayaların hareket edip, yer değiştirmesi sonucunda içindeki fosil kalıntıları ortaya çıkmıştır. Bu süreç birkaçyüz milyon sürmektedir. Günümüzde kayaların aşınması veya kazı yapılmasıyla bu fosiller ortaya çıkmakta ve toplanmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar

Fosil oluşumu için en iyi koşullar

  • Nemli çökeltilerde hayvanların ani gömülmesi. Bu ölü hayvan artıklarıyla beslenen canlıların faaliyetini engeller ve ani gömülen hayvanın korunmasını sağlar.
  • Volkanik külllerdeki ani gömülme. Amerika'nın batısındaki pekçok dinozor kemiği volkanik kül içinde gömülü olarak bulunmuştur.
  • Sabit ısı koşulları.
  • Çok yoğun mineral içeren yeraltı suları.
DEVAMI Fosil Nedir?
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 17:00
dse - avatarı
dse
Ziyaretçi
4 Temmuz 2008       Mesaj #3
dse - avatarı
Ziyaretçi

Fosil yakıtlar işlenerek kullanılacak hale nasıl getirilir


Fosil yakıtlardan enerji üretiminin günümüzde karşılaştığı en önemli çevre sorunu, CO2 emisyonudur.
Yakıtın çıkarılmasını,taşınmasını,işlenmesini. proseste kullanılmasını kapsayan elektrik üretim sürecinde ortaya çıkacak CO2 miktarı (Kw/saat başına); kömür santrallarında 800-900 gram, fuel oil santrallarında 800 gram, doğalgaz santrallarında 400 gram iken, nükleer santallarda 20 gram civarındadır. Kömür veya linyitin kalitesine bağlı olarak emisyon 1000 gramın üstüne çıkabilmektedir. Küresel ısınmanın en önemli nedeni CO2 emisyonudur. Dünya genelinde CO2 emisyonu 80’li yıllarda yılda %1,3 artmış,1990-1997 yılları arasında bu artış %8 olmuştur. İçinde yaşadığımız gezegenimizin önümüzdeki 20-30 sene içinde karşılaşacağı en ciddi çevre felaketi,fosil yakıtlar olan bağımlılıktan kaynaklanacaktır. Nükleer enerjinin en önemli avantajı CO2 emisyonu yapmamasıdır.

Kuzey kürede 48’inci enlemden güneye inen buzul sayısı, küresel ısınma kendini hissettirmediği dönemlerde,senede 600 kadarken bu sayı günümüzde 1000 üstüne çıkmıştır. Her sene eksilen buz dağları kadar yeni buz dağları oluşmamaktadır. Kuzey kutuptaki buz kütlesi eriyerek azalmaktadır. Aynı etki güney kutbundada kendini göstermektedir. Fosil yakıt kullanımını artan oranlarda sürdürürsek önümüzdeki 50-60 sene içinde deniz seviyelerinde hesaplanan yükselmeler, en verimli ovaların sular altında kalması ile sonuçlanacaktır. Çukurovasız bir Türkiye veya Po ovasız bir İtalya düşünülemez.
Deniz sularındaki yükselme,tuzluluk oranlarındaki değişim milyarlarca yıl boyunca doğal ortamın oluşturduğu dengeyi alt üst edecektir. Avrupaya ılıman iklimi getiren Golfistrim akımının yön değiştirmesi ve bu kıtanın buzul çağına geri dönmesi, çevrecilerin yaptıkları hesaplara göre,sıfır bir olasılık değildir. Bilim adamlarının önerilerini dikkate alan AB siyaseti Kyoto protokolunun tüm dünya ülkelerince onaylanmasının en ciddi savunucusudur.

Küresel ısınma, nefes aldığımız havanın, soframıza konan besinlerin, içtiğimiz suların kalitesini bozan ve milyarlarca yıl boyunca yerkürenin ulaştığı ve tüm canlılara yaşam veren doğal dengeyi tehdit eden bir olgudur. ABD iklim değişikleri inceleme komitesi, sıklaşan sel felaketlerini,kasırgaları küresel ısınma ile ilişkilendirmişlerdir.

Toplumu tedirgin eden bu felaketlerden bir çıkış yolu var mıdır? CO2 emisyonuna sınır getiren Kyota protokolu bir çözüm önerisidir. 150 ülke protokolü imzalamış ve parlementoları onay vermiştir.
Nükleer reaktörler, küresel ısınmaya neden olan sera gazı emisyonu yapmazlar. Küresel ısınmanın getireceği sıkıntılara karşı duyarlı kamuoyu baskısı altında kalan siyaset ve iş çevreleri, nükleer rönesans ile ifade edilen yeni bir eylem formu oluşturmuşlardır. Bunun sonucu olarak, ömürleri 40 seneye göre tasarlanmış nükleer reaktörlerin ekonomik ömürlerini 60 seneye çıkaran, yeni teknolojiler geliştirilmiştir. Son10 sene içinde ABD’de çalışmakta olan 22 adet nükleer reaktör ömürlerini uzatmak için lisans almışlardır
Fosil yakıtlar aynı zamanda SO2 ve NO2 gibi çevreye zarar veren baca gazı yayarlar. Her iki iyon su buharı ile etkileştiğinde sülfrik ve nitrik asite dönüşür. Asit yağmurları denen olay meydana gelir. Fosil yakıtlı santrallarda hava kirliliğini önlemek için uygulanan desülfirizasyon ve denoksing sistemleri pahalı olduklarından üreticiler tarafıdan tercih edilmemektedir. Bu sistemler zorunlu hale getirilseler bile sadece kirliliğin şeklini değiştirmektedirler. Fosil yakıtların taşınması ayrı bir çevre sorunudur. Boğazında yaşanan tanker kazaları İstanbulu dahi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.

Fosil yakıtların çevre:

  • İklim değişiklikleri
  • Hava kirliliği
  • Asit yağmurları
  • Toksik atıklardan kirlenme (kömür tozu,curuf içinde bulunan ağır metal kirlenmeleri)
  • Yeraltı sularının kirlenmesi
  • Deniz kıyılarını kirlenmesi (ham petrol taşımacılığının yarattığı kirlilikler)
  • Arazinin bozulması
  • Büyük miktarlarda yakıt taşıma gereksiminin neden olduğu kirlilikler
  • Kaynakların tükenmesi olarak özetlenebilir.
Nükleer enerji geçmişi masum olan bir enerji üretim teknolojisi değildir. Özellikle 1986 da yaşanan Chernobil felaketi toplumun nükleer enerjiye sıcak bakmamasına neden olmuştur. Toplum bu kaygıları taşımakta haklıdır. Enerji çeşitli alternatileri olan ve artık vazgeçilmesi mümkün olmayan soyal, politik ve ekonomik bir paremetredir. Enerji üretimini ve bu üretimin cevresel etkilerini düşünmeyen bir siyaset uygulanamaz. Dolayısıyla enerji, toplumsal yaşamın temel girdilerinden, olmaz ise olmaz koşullarındandır. Bu kaçınılmaz durum karşısında yapılacak iş, tüm üretim seçeneklerini analiz ederek sürdürülebilir kalkınmayı sağlayacak teknolojilere öncelik verebilmektir. Toplumun kafasında nükleer enerji ile ilgili iki temel tedirginlik vardır. Bunlardan birincisi kaza olasılığı diğeri nükleer atıkların güvenli saklanabilmesi ile ilgilidir. Gelişen teknolojiler nükler kaza olasılığını nerdeyse sıfırlamıştır. Nükleer reaktörler araştırma ve güç reaktörleri olarak iki ayrı amaca yönelik çalışırlar. Araştırma reaktörlerinde elektrik üretimi, güç reaktörlerinde de araştırma yapılamaz. Chernobil kazası bir güç reaktöründe arştırma yapmak gibi uluslararası kurallara aykırı bir uygulama sonucu meydana gelmiştir. Gelişen teknolojiler bir güç reaktöründeki insan faktörünü,yani kaza olasılığını,minumum seviyeye düşürmüştür. Teknolojiye güvenen toplumun artık nükleer kazalardan kaygı duymamaktadır.

Nükleer enerjiye toplumun sıcak bakmamasının ikinci nedeni ise atıklardır. Her teknolojik üretim genelde atık problemi yaşar. Nükleer endüstri, nükleer atıkların programlı olarak ciddi bir teknoloji ile binlerce yıl saklanması gerektiğinin bilincinde olan bir endüstridir. Atık yönetimi bu bilincin ortaya çıkardığı bir uğraş alanıdır. Fosil kaynaklı atıkların saklanmasına dair bir bilinç ve kurallar mevcut değilken nükleer teknoloji atıkların saklanmasını teknik kurallara bağlamıştır.
Yüksek radyoaktivite içeren atıkların saklanması ile ilgili uygulanabilir güvenli bir teknoloji mevcuttur. Ancak depolama sadece teknolojik problem ile sınırlı değildir. Yanlış yönlendirmeler çözülmüş teknolojik bir problemi,siyasi bir polemik haline getirmiştir. Yüksek seviyeli atığın son depolanma süresini sonsuz kabul ederek geliştirilen teknolojiler uygulanmaya konmuştur. Atık ilk yirmi sene ıslak depolanma denilen havuzlarda ve reaktörün bulunduğu yerde yüksek güvenlik önlemleri altında saklanır. Atığın sıcaklığı bu süre sonunda yeterince düşer. Bundan sonra gelen yirmi senede kuru saklama denilen depolarda yine reaktörün bulunduğu yerde güvenli bir şekilde muhafaza edilir. Atıklar kırk sene sonra işlenebilir sıcaklığa (1kW/ton ısı üretir) ve aktivite düzeyine düşerler. Önce vitrifiye edilir, yani camlaştırılır. Camlaştırılan atık kurşunca zengin beton kalıplar içine yerleştirilir. Beton kalıplara çelik kasklar giydirilir. Bu aşamada atık aktivetesi güvenli taşımaya müsade edilen seviyelere düşer. Silindirik kasklar 400-500 metre derinlikte özel olarak yapılmış depolara nakledilir. Bu süreç sonunda atıklar, çevreye zarar vermeden, sonsuza kadar saklanabilirler.
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 17:33
erdi1907 - avatarı
erdi1907
Ziyaretçi
4 Temmuz 2008       Mesaj #4
erdi1907 - avatarı
Ziyaretçi

FOSİL YAKITLAR YENİLEBİLİR ENERJİ DEĞİLDİR


Fosil yakıtlar, çürüyen tarih öncesi bitki ve hayvanlardan milyonlarca yılda oluşmuş, kömür, petrol ve doğalgaz gibi yakıtlardır. Fosil yakıtlar yenilenebilir kaynaklar değillerdir.
Fosil yakıtların kullanılması, karbondioksit gazı biçiminde karbon açığa çıkmasına yol açar. Karbondioksit ise iklim değişikliği yaratan insan etkinliklerinin yaydığı en önemli sera gazıdır.
Bugün, özellikle kuraklıklar, seller ve rekor kıran sıcaklıklar yüzünden mercanların ağarması ve kutupların erimesi gibi iklim değişikliği etkilerini tüm dünyada tanık oluyoruz.

Türkiye'nin kirletici kömürlü termik santrallar işletme ve sözde "mobil" fuel oil termik santralları dahil daha birçok fosil yakıtlı termik santral planlama konusunda kötü bir ünü vardır.

Bilim insanları iklim değişikliğine ilişkin 'güvenli' sınırlar aşılmadan önce, atmosfere ne kadar karbon yayılabileceğini hesaplamışlardır. Bu sınır aşılırsa, iklim değişikliği o denli hızlı gerçekleşecektir ki ekosistemler, buna ayak uyduramayacak ve kontrolden çıkabilecek geri dönüşsüz bir süreç başlayacaktır.
İklim değişikliği açısından en fazla 'güvenli' sıcaklık artışı, bir derece santigrattır. Fosil yakıtları bu hızla yakmaya devam edersek, bu sınıra yalnızca 40 yılda ulaşılacaktır.

Fosil yakıt endüstrisinin bulduğu mevcut ekonomik kömür, petrol ve doğalgaz rezervleri, bu miktarın yaklaşık dört katıdır. Bir başka deyişle, tehlikeli iklim değişikliklerini önlemek istiyorsak, bu rezervin dörtte üçünü yakmamız mümkün olmayacaktır. Buna karşın, petrol devleri petrol arama çalışmalarına yatırım yapmaya devam ediyor. Çok uluslu petrol şirketlerinin yatırım yaptığı ana hedeflerden biri ise Hazar bölgesidir.

Bütün bunlar şu anlama gelmektedir: Hemen yenilenebilir enerji kaynakları yatırımlarına geçerek, acilen karbondioksit yayılımını azaltmaya ve fosil yakıtlardan vazgeçmeye başlamak zorundayız. Greenpeace, buna 'karbon mantığı' adını veriyor.

Petrol şirketleri, tehlikeli iklim değişikliklerine yol açmaya yetecek kadar petrolü zaten bulmuş durumdadır. Mevcut rezerv
leri piyasaya sunarlarsa, bunun iklim üzerindeki etkileri felaket olacaktır. Bu şirketler, daha fazla fosil yakıt aramak için para harcamak yerine, geleceğin temiz, sürdürülebilir enerji kaynaklarına şu anda yatırım yapmak zorundadır. Hiçbir şey olmamış gibi devam etmek, büyük ekolojik ve ekonomik yıkıma yol açarak milyonlarca insanın yaşamıyla kumar oynamaktır.

Endüstrileşmiş ülke hükümetleri, yenilenebilir enerjinin gelişimini dünya çapında desteklemeli ve fosil yakıtlara ve nükleer enerjiye dayalı geleneksel enerji sistemlerine her yıl verilen 250-300 milyar dolarlık sübvansiyonları kaldırmak için adım atmalıdır. Sürdürülebilir bir geleceğe giden tek yol, güneş kaynaklı enerjilere dayalı bir ekonomiye geçiştir.

100-150 yıldır yoğun bir şekilde kullandığımız kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil kökenli enerji kaynakları, neden oldukları çevresel zararlar yanında stratejik öneme de sahiptirler. Dünya ekonomisi büyük ölçüde bu enerji kaynaklarının fiyatına bağımlıdır. Bu gücü kontrol eden devletler ayni zamanda dünya ekonomisine de yön vermektedirler. Bu kaynakların kontrol edilmesi için büyük ölçüde stratejik ve askeri harcamalar yapılmaktadır.
1. Petrol Krizi ile sarsılan dünya ekonomisinin devleri bu konuda iyice hassaslaşmış ve Körfez Savaşını göze alarak büyük askeri harcamalar yapmışlardır. Bunlar aslında petrol ve doğalgazın maliyetinde, yani satış fiyatında görülmeyen harcamalardır. Eğer bu askeri harcama tutarları maliyetlere eklenmiş olsa, petrol ve doğal gazın satış fiyatı bugünkünden çok daha yüksek olacaktır. Günümüzde durum böyle olmasa da, yakın gelecekte böyle bir senaryo ile karşılaşmamız kaçınılmaz gözüküyor. Gelişmekte olan ülkelerden Çin, hem nüfusunun fazlalığı, hem de gelişme hızının büyüklüğü nedeniyle giderek daha fazla miktarda petrol ve doğal gaza gereksinim duymakta ve bu ihtiyacını çok büyük oranda ithalatla karşılamaktadır. Günün birinde artması muhtemel olan petrol fiyatları, Ãin’i karşılanması imkansız bir fatura ile yüz yüze getirecektir. Bu durum, Dünya siyaset ve ekonomisinde sonucu kestirilemeyen olaylara yol açabilecek bir handikaptır. Işte bu stratejik tehlikeleri sebebiyle, fosil yakıtlar daha tükenmeden, bunları ikame edecek tehlikesiz alternatifler üretmek zorundayız.
Ad:  fosil3.jpg
Gösterim: 12369
Boyut:  19.7 KB

Hava Kirliliği


Aslında fosil yakıtlardan petrol ve doğal gazın 20-50 yıl içinde tükeneceği hesaplanmaktadır. Kömür rezervleri ise 100-500 yıl yetecek miktarda olmasına rağmen geleceğin enerji sistemimizin sadece kömüre dayanması durumunda dünyamızdaki çevresel sorunlar, telafisi imkansız boyutlara ulaşacaktır. Bu açıdan fosil yakıtların üretim ve tüketiminin kısıtlanması ve azaltılması için en önemli sebep, bunların meydana getirdiği çevre kirliliği ve tahribatıdır. Kömür ve fuel oil gibi fosil yakıtların bünyesinde bulunan kükürt, bunların yakılmasıyla kükürt oksitlerine dönüşür. Benzin, mazot ve LPG gibi fosil yakıtlarla çalışan taşıt araçlarındaki içten yanmalı motorlarda ise, havadaki azotun oksijenle reaksiyonu sonucunda azot oksitleri meydana gelir. İşte bu gazların havadaki su buharıyla etkileşimi sonucu sülfürik ve nitrik asitler oluşur ki bunlar en kuvvetli asitlerdir. Yağmurların asitli hale gelmesi demek olan "asit yağmurları" dünyamızın ekosistemlerini tahrip eden en önemli etkenlerden biridir. Çünkü suların asitleşmesiyle su ekosisteminin dengesibozulur. Birçok canlı asitli sularda yaşayamaz ve ölür. Toprakta normalde çözünmeyen bazı maddeler, asitli yağışlarla çözünür hale gelir ve bunların gösterdiği zehirleyici etkiyle bitkiler ve diğer canlılar yavaş yavaş ölür.
Toprak ekosistemi de zarar görür. Ağaçların ve diğer bitkilerin yaprakları da asitli yağışlardan dolayı kurumaya başlar. Asitli yağışlar sadece canlılara zarar vermekle kalmaz, binaları ve tarihi yapıları bile aşındırırlar, hatta yer altındaki tesisata bile zarar verirler. Ayrıca azot oksitlerinin havadaki oksijenle etkileşimi sonucunda meydana gelen ozon gazı, çok aktif olması nedeniyle bitki, hayvan ve insan sağlığı için tehlikeli bir maddedir. Kömürün yanmasıyla havaya salınan tanecikli maddelerin, tozların ve dumanların da sağlığa ne kadar zararlı olduğu herkes tarafından bilinmektedir.

Su Kirliliği


Fosil yakıtlar su kirliliğine de neden olurlar. Bunun birçok sebebi vardır. Birincisi, asit yağmurlarının neden olduğu metal kirliliğidir. Asitli yağmurların topraktan erittiği zehirli ağır metallerin ve alüminyum tuzlarının sulardaki oranı gittikçe artmaktadır. Fosil yakıtlı enerji santrallerinin ve ısı tesislerinin soğutma suyu ihtiyacı sebebiyle, ısınan suyun tekrar kaynağa deşarjı sonucu suların ısınması da bir tür su kirliliğidir. Bu ısınma iki şekilde suyun oksijeninin azalmasına sebep olur. Birincisi, sudaki canlıların metabolik aktivitesi ısınma sonucunda artar ve bu artış daha fazla oksijen tüketimine neden olur. İkincisi, ısınan suyun oksijen tutma kabiliyetinin azalmasıdır. Suyunoksijeni azalınca aerobik, yani havalı yaşam sona erer; anaerobik yaşam başlar ki bu da açığa çıkan pis kokulu gazlarla hemen kendini belli eder.
Denizlerin, akarsuların ve göllerin petrol taşımacılığı ve petrol çıkarımı sırasındaki sızıntılarla ve ayrıca tankerlerin yıkama sularının ve gemilerin sintine sularının temizlemeye tabi tutulmadan deşarjı nedeniyle de sularımız kirletilmektedir.

Toprak Kirliliği


Fosil yakıtların çıkarılması ve yakılması ile birçok şekilde toprak kirliliği oluşur. Kömür madeni yatakları, açık işletmeler olarak çalıştırıldığında yüzeydeki tabaka kaldırıldığından toprak tahribatı meydana gelir. Kömürün yanması sonucunda oluşan külün atılmasıyla da büyük miktarda kirlilik oluşur. Termik santrallerin uçucu küllerinin depolanması için çok büyük barajlar inşa edilmektedir. Ve bu bölgeler tamamen verimsiz topraklar haline gelmektedir. Tozların ve diğer gazların bacadan atılmasıyla da topraklar verimsizleşir. Asit yağmurlarına bağlı çoraklaşma da buna eklendiğinde toprak tamamen yararsız hale gelmektedir.

Küresel Isınma


Fosil yakıtların yanma ürünü olan karbondioksitin atmosferdeki oranının artması yeryüzünden yansıyan ışınların kaçmasını engellediğinden, bu olay sera etkisi adı verilen ve yeryüzünün ortalama sıcaklığını yükselten hadiseyi ortaya çıkarır. Bu sıcaklık artışı kutuplardaki buzulların erimesine, yağışların artmasına, iklimlerin değişmesine, atmosfer olaylarının farklılaşmasına, El Nino gibi afetlere, kıyı bölgelerinin sular altında kalmasına neden olur. Tsunami benzeri su baskınları, geçimini topraktan sağlaya n fakir Asya ve Afrikalıları daha da yoksullaştıracaktır. İşin ilginç yönü, küresel ısınma sıcak kuşakta yaşayan fakir halklara zarar verirken, soğuk kuşakta yaşayan zengin ülkelerin ikliminin ılıman hale dönmesidir. Bu da o bölgeleri daha da yaşanır hale getirir. Yani küresel ısınma fakiri daha fakir, zengini ise daha zengin yapar.

Ozon Tabakasının Delinmesi


Atmosferin üst tabakası olan stratosferdeki ozon, güneşten gelen yüksek dalga boylu ışınları tutma özelliğine sahiptir. Burada bulunan ozonu tahrip eden iki faktör vardır. Bunlardan birincisi kloroflorokarbon gazları olup soğutucularda ve spreylerde kullanılmaktadır. Diğer faktör stratosferde ses üstü hızla uçan uçakların enerjisini temin eden fosil yakıtların yanma gazlarında bulunan azot oksitlerinin ozonu yok etmesidir. Bu şekilde delinen ozon tabakası, yeryüzündeki deri kanser vakalarının sayıca artmasına sebep olmuştur. Bu tehlikelerden korunmak için kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların kullanımına sınırlamalar getirmeli ve enerji ihtiyacımızı hidroelektrik, güneş, rüzgar, jeotermal ve biyokütle enerjileri gibi yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamaya çalışmalıyız. Bu sayede hem döviz kaybımızı azaltacak hem de sağlığımızı ve doğayı korumuş olacağız.
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 19:09
dse - avatarı
dse
Ziyaretçi
4 Temmuz 2008       Mesaj #5
dse - avatarı
Ziyaretçi

Fosil yakıtlar yanlış kullanılırlarsa ne olur?


Fosil yakıtların yoğun bir şekilde yakılması sonucu, başta karbondioksit olmak üzere, atmosferde sera gazlarının giderek artması ve buna bağlı olarak dünyamızın ısınması olayı, sera etkisi nedeniyle kürsele ısına olarak tanımlanmaktadır. Genelde sera etkisi yapan gazlar arasında, karbondioksit, metan, karbonmonoksit, hidrokarbonlar ve kloroflora karbonları saymak olasıdır. Örneğin CO2 derişimi 19. yy. başlarına kadar 290 ppm basamağında iken yaklaşık 100 yıl içinde 330 ppm basamağına yükselmiştir. CO2 güneşte gelen ve genelde kısa dalga boyunda olan ışınımlar geçirmekte buna karşılık, yerden yansıyan uzun dalga boyunda ışınımlar emmektedir. Bu nedenle son yüzyılda artan CO2 derişimi ne koşut olarak dünyamızın ortalama sıcaklığında bir artma olduğu saptanmıştır. Bu artmanın, yeryüzüne yakın yerlerde ısınma ve hava kürenin yukarı kısımlarında yaratacağı soğuma nedeniyle yüksek basınç sistemlerinin etkileneceği, buna bağlı olarak da aşırı iklim koşullarının görüleceği tahmin edilmektedir.

Ayrıca sera olayının en büyük etkisinin, kutuplardaki buzulların erimesine yol açması ve denizlerin yükselerek bir çok ülkenin sular altında kalması olacağı konusunda değişik senaryolar üretilmektedir. Bu senaryolara göre CO2 derişimi 2050 yılında ikiye katlanmış olacak ve 2100yilinda ise kabul edilebilir sınırların çok ötesinde olacaktır. Bu konuda yapılan çalışmalar, fosil yakıt tüketiminin aynı hızla sürmesi sonucunda, önümüzdeki 50 yıl içinde dünyamızın sıcaklığının 5 derece artacağını ve bunun da büyük felaketlere yol açacağını göstermektedir. Okyanus yüzeyi sıcaklığının 1 derece artması bile fırtınalardaki en küçük dayanabilirlik basıncını 15-20 milibar arasında azaltmakta ve bu da tayfunların daha sık şiddetli olmasına neden olmaktadır. Günümüzde yaşadıklarımızdan çok daha büyük tayfunlar ve sel felaketlerinin yanı sıra, kutuplardaki buzulların erimesi sonucu okyanusların 1.5-2 metre yükselmesi ile bir çok ada ve ülke toprakları sular altında kalacaktır. Bütün bunların sonucu olarak da, insan kaybı ve büyük maddi zarar meydana gelmesi beklenmektedir.

Ayrıca, sera etkisi nedeniyle yeryüzü sıcaklığının artması ile, denizlerden göllerden ve nehirlerden daha çok buharlaşma olacak, dolayısıyla daha fazla yağmur ve doğal sel felaketleri olacaktır. Ayrıca, rüzgarların yön değiştirmesi sonucu normalde yağış alan yerlerde aşırı kuraklık görülmesi de olasıdır. Dünyamızda 1980 yıllardan başlayarak günümüze kadar hiç görülmeyen yerlerde aşırı kuraklığa rastlanması da olasıdır. Bütün bu doğal felaketlerin yarattığı tehlikeler ve manevi zarar yanında maddi kayıplar trilyonlarca dolar tutmaktadır. Gelecekte beklenen daha büyük felaketler göz önüne alındığında, kayıpların ne olacağını hesaplamak bile son derece ürkütücüdür
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 18:23
erdi1907 - avatarı
erdi1907
Ziyaretçi
4 Temmuz 2008       Mesaj #6
erdi1907 - avatarı
Ziyaretçi

FOSİL YAKITLARI VE ZARARLARI


Fosil yakıtlar, yeraltındaki tortulardan 100 milyonlarca yılda oluşan, kömür, petrol ve doğalgaz gibi yakıtlardır. Kömür, petrol ve doğalgaz yoğunlaştırılmış enerji kaynağı olarak yeraltından kolay çıkarılır ve nakledilir. Yandığı zaman kömür ve petrol, çevreyi çok fazla kirletir. Fosil yakıtlı santrallerden yılda milyonlarca ton kükürt ve azotoksit ile on binlerce ton kirletici parçacıklar meydana gelir ve bunlar atmosfere yayılır. Kükürt ve azotoksitler asit yağmuruna yol açarlar. Asit yağmurları ise bitkilerin, nehir ve göllerdeki balıkların ölümüne sebep olurkten, metal sanayi ürünlerine de zarar verirler. Azotoksit, ozon tabakasının incelmesine ve delinmesine yol açar. Ozon tabakası, ultraviyole (mor ötesi) ışınları soğurarak biyosferi korur, stratosferi ısıtır. Ozon tabakasının incelmesinin insan sağlığına, ekolojik sisteme ve ekonomiye büyük zararları vardır. Fosil yakıtlardan bol miktarda CO2 yayılması olur. CO2 atmosferde sera etkisi yaratır, yani CO2 güneşten gelip yere ulaşan ve tekrar yükselen ışınları dünyaya geri yansıtır. Son zamanlarda havadaki kirletici gazların artışı; bölgesel yağışlarda belirgin farklılık, deniz yüzeyinin 10 ila 20 cm. arasında yükselmesi, hava ve okyanusların uzun süreli ortalama sıcaklığında artışlar, tropik bölgelerde buharlaşmanın artması ve buzulların erimeye başlaması gibi değişikliklere yol açmaktadır.

İklim değişiklikleri, hava kirlenmesi, oksijen azalması, asit yağmurları, ozon tabakası delinmesi, petrol savaşları fosil yakıtlarının bize verdiği zararlardan bazıları.
Fosil yakıtlardan dolayı yayılan diğer gaz ve parçacıklar ise, solunum yolları hastalıklarına, kanserlere ve erken ölümlere sebep olmaktadır. Ayrıca, kömür dumanlarında da radyoaktivite mevcuttur. Hatta termik santraller, nükleer tesislerden daha fazla radyoaktivite yayarlar.
Dünyanın tüm enerji ihtiyacının % 85 kadarı kömür, petrol, doğalgaz, bitümlü şist gibi fosil yakıtlardan üretilmektedir. Türkiye’deki elektrik üretiminin % 65′i fosil kaynaklı; % 35′i ise, hidrolik kaynaklıdır.
Fosil yakıtların bir başka problemi de mevcut rezervlerin bitiyor olmasıdır. Halen dünyamızda 700 milyar varil petrol rezervi mevcut olup, yıllık tüketimse 2 milyar varildir. Bu durumda 2020 yılına kadar petrol mevcuttur. Kömür rezervi 300 yıl, doğalgaz rezervide 50 yıl yetecek kadardır.
Nükleer enerjinin temelini oluşturan uranyum da yenilenemeyen bir enerji kaynağıdır ve fosil denen klasik yakıtların tersine parçalanabilir bir yakıt türüdür.
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 19:03
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Aralık 2011       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Fosil Yakıt Nedir?


Fosil yakıtlar, mineral yakıtlar olarak da bilinir, hidrokarbon içeren kömür, petrol ve doğal gaz gibi doğal enerji kaynaklarıdır. Fosil yakıtlar endüstriyel alanda çok geniş bir kullanım alanı bulmaktadır.
Fosil yakıtlar toprak altında bulunur. Bulmak için derin kuyular, tüneller vb. açmak gerekebilir.
Kömür En eski fosil yakıt örneklerinden biri.
Elektrik üretiminde, genelde fosil yakıtın yanması ile açığa çıkan enerji bir türbine güç olarak iletilir. Eski jeneratörlerde genelde yakıtın yanması ile elde edilen buhar türbini döndürmek için kullanılırdı, fakat yeni enerji santrallerinde yanma ile elde edilen gazlar, direkt olarak gaz türbinini döndürmektedir.

20 ve 21. yüzyılda dünya çapındaki teknolojik gelişmelerle, fosil yakıtlardan elde edilen enerjiye olan ihtiyaç artmaktadır. Özellikle petrolden elde edilen benzin, dünya çapında ve bölgesel olarak büyük çatışmaların ana sebebi haline gelmektedir. Dünya çapındaki bu enerji ihtiyacının artması ile çözüm arayışları, yenilenebilir enerji kaynaklarına doğru yönelinmelidir.
Ad:  fosil yakıt.JPG
Gösterim: 31826
Boyut:  22.6 KB


Fosil Yakıtlar Nasıl Oluşmuştur?


Fosil yakıtlar, çürüyen tarih öncesi bitki ve hayvanlardan milyonlarca yılda oluşmuş, kömür, petrol ve doğalgaz gibi yakıtlardır. Fosil yakıtlar yenilenebilir kaynaklar değillerdir.

Isı enerjisi elde etmek için kullandığımız yakıtların büyük bir kısmı fosil yakıtlardır. Fosil yakıtlar ; birikmiş güneş enerjisinin depo edilmiş şeklidir. Bitki ve hayvanların kalıntılarıyla oluşur. Oluşumları milyonlarca yıl sürer. Genellikle kaya katmanlarının altında sıkışmış ve gömülmüş olarak bulunur.

Kömür, bataklıklardaki bitkiler ve bitkisel atıklardan oluşur. Kömürlerin oluşması milyonlarca yıl sürebilir.
Petrol, hayvan ve bitki atıklarından oluşmuştur. Karaların hemen altında ya da deniz altındaki yataklarda bulunur.
Doğal gaz da petrol gibi karaların altındaki boşluklarda ya da deniz altında bulunur.
Yakıt olarak kullanılan odun, bitkilerden elde edilir. Bitkiler büyümeyi, gelişmeyi ve besin yapmayı güneş enerjisi ile gerçekleştirir. Bu enerjiyi depo eder. Odun yakıldığında bu enerji, ısı enerjisine dönüşü.

Petrolün oluşumu


Milyonlarca yıl önce, bugün bildiğimiz kara parçalarının çoğu denizlerle kaplıydı. Bu sularda sayısız bitki ve hayvan yaşıyordu. Bunlar ölünce kalıntıları dibe çöküp çürümüştü. Denizlere, ırmaklara çamur ve kum taşınıyordu.
Taşınan bu çamurlar ve kumlar, bitki ve hayvan kalıntılarının üstünü tabak örttü, eski tabakalar daha derinlere gömüldükçe üstlerindeki ağırlığın giderek çoğalmasıyla oluşan basınç , ısı meydana getirdi ve yavaş yavaş , milyonlarca yıl sonra ölü bitkiler ve hayvanlar petrol, ham petrol ve doğal gaz haline geldi.

Kaya sertleştikçe petrol ve gaz, yoğun kaya ve kumtaşının sıkışmasıyla dışarı çıkıyordu. Petrol, düşünmüş olabileceğiniz gibi yer altında petrol havzalarında birikmiyordu. Kumtaşlarının arasında ufak yerlerde birikiyordu. Örneğin, bir kovayı ağzına kadar kuru kumla doldurursanız, içine hala su koyabilirsiniz. Çünkü kum taneleri arasında suyun sığacağı daha pek çok yer vardır.
işte petrol de yeraltı kumtaşında bu şekilde bulunur. Basınç altında kalan petrol, boşluklar arasına ve geçirgen ortamlara doğru göç eder ve rezervuar dediğimiz yerlerde birikir. Bazen de yer kabuğundaki çatlaklardan yüzeye sızıp, ufak havuzlar ya da katran çukurları meydana getirir.

Yüzyıllar geçtikçe yerin kabuğu değişmiş, tabakalar değişmiş ya da kırılmış, denizler geri çekilmiş, dağlar oluşmuştu. Yaşlı deniz yatakları kum ve toprak haline gelmişti.
Yerin kabuğunun hareketi bazı kaya tabakalarının kıvrılmasına neden olmuş ve bazıları kemer şeklinde bükülmüştü. Petrol ise içinden geçemeyeceği yoğun kaya engelleri ile kapanıncaya kadar hareket etmiş, böylece petrolün içinde toplandığı kapanlar oluşmuştu.

Doğalgazın oluşumu


Denizlerin ve göllerin dibine çökelen tortularda önce yoğun bir bakteri etkinliği gerçekleşir ve buradaki organik maddelerden metan, karbondioksit, azot ve azot oksit ürer. Bu aşamada bol miktarda metan gazı oluşur. Buna karşılık etan ve daha ağır hidrokarbonlar hemen hemen hiç bulunmaz. Bazı bakterilerde hidrojen sülfür oluşturur. Çökellerin altındaki tortuların gömülmesiyle bakteri etkinliği sona erer ve organik maddeler, kerojene dönüşür. Kerojende ısıl ayrışmayla petrole ve doğalgaza dönüşür. 1000-3000 metre arasındaki derinliklerde ilk aşamada metan ve karbondioksit ile birlikte ham petrol oluşur. Daha aşağılarda, tortulun kalınlığı ve sıcaklığı arttıkça petrolün yerini, hafif ve gaz halindeki hidrokarbonların oluşumu alır. 5000m. altındaki derinliklerde ise molekül parçalanması kerojen artıkları ve kuru metan oluşumuna yol açar.Doğalgazda bulunan helyum ve argon radyoaktif parçalanma ürünleridir. Toryum ve uranyum radyo izotoplarından helyum, potasyumdan ise argon ürer. Doğalgaz yataktan çıkarıldığı haliyle kullanılmaz. Metan bakımından (%95) çok zengindir ve içinde ağır hidrokarbonlar da bulunur. Ayrıca çeşitli oranlarda azot, karbondioksit, hidrojen sülfür ve başka kükürt bileşikleri içerir. İçerdiği sıvıların ve katıların ayrışılması amacıyla çeşitli işlemlerden geçirilir. Ayrıca işlemi tamamlanınca ticari özelliklere uygun gaz elde edilir.
Son düzenleyen Safi; 27 Mayıs 2016 17:37
HayaLPeresT - avatarı
HayaLPeresT
VIP VIP Üye
26 Aralık 2012       Mesaj #8
HayaLPeresT - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  fossil7.jpg
Gösterim: 5519
Boyut:  14.1 KB

Fosil yakıtları nedir? Nereden gelir?


Küresel iklim değişikliğinin temelinde insanların toprağın altında milyonlarca yıldır yatan fosil yakıtlarını korkunç bir hızla yeryüzüne çıkartıp yakmalarında yatıyor. Bu değişikliklerin geleceğini tahmin edebilmek için de bu fosil yakıtlarının nasıl oluştuğunu ve daha da önemlisi, daha ne kadarının yerin altında olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu sebeple bir kaç yazımızı bu konuya ayırmayı düşündük. Devamını anlatabilmek için ilk yazımız biraz teknik temelli olacak.
Yaklaşık 4,5 milyar yıl yaşındaki dünyamızın atmosferi ilk oluştuğu sırada büyük volkanik patlamalar nedeniyle bugünkünden çok daha fazla karbondioksit içermekteydi. Günümüzden 500 milyon yıl (500 Myıl) önce CO2 miktarının 7000 ppm, yani bugünkü miktarın yaklaşık 20 katı olduğu düşünülmektedir. Bitkiler büyümek için karbondioksite ihtiyaç duyduklarından CO2 miktarının böylesine yüksek olması dünyanın zengin bir bitki örtüsüne de sahip olmasına sebep oldu. Bu dönemdeki ağaçlar ilk defa kabuk yapmayı becererek dev büyüklüklere ulaştılar. Evet, bu zamanın öncesinde bitkiler kabuk yapma yetisine sahip olmadıklarından boyları fazla uzuyamıyordu. Bu kalın kabuk tabakasını hazmedecek bakteriler de daha gelişmemiş olduğundan bu ağaç türleri çok geliştiler. Ancak Karbonifer (360-300 Myıl önce) ve Permiyen (300-250 Myıl önce) dönemlerinde bu bitkiler zamanla ölerek nemli ormanların dibinde kalın bir tabaka oluşturdular.

Bu kalın ve nemli tabaka içinde çamur da bulundurduğundan bu ağaç ve bitkilerin aerobik (hava bulunan ortamda) çürümeleri mümkün olmadı. Eğer bu bitki örtüsü aerobik ortamda çürüyecek olsa ortaya CO2 çıkacağı için atmosferdeki CO2 miktarı da sabit kalırdı. Ancak çürümeleri hava olmayan ortamda gerçekleşmiş olduğu için bugün kömür dediğimiz maddenin temelini oluşturdular. Bildiğiniz gibi bitkiler atmosferdeki CO2 ve suyu kullanarak, güneşten gelen enerji yardımıyla şeker molekülleri oluştururlar. Biz bu işleme fotosentez diyoruz. Şeker molekülleri beş veya altı karbon atomundan oluşan halkalardır ve doğanın mükemmel bir enerji saklama metodudur, çünkü bitkiler aynı zamanda bu halkalardan uzun zincirler de yapabilirler. Bitkilerin lifleri temelde bu uzun zincirlerden oluşur. Bitkiler bu ilksel bataklıklarda öldüğünde çamur ve üstlerindeki diğer bitkilerin ağırlığı su ve benzeri maddeleri dışarı atarak turba dediğimiz oluşuma neden olurlar. Turba temelde çamurla karışık nemli bitki atığıdır. Başka bir enerji kaynağı olmadığı zaman turbanın da yakılması mümkündür, ancak turbadan alınacak enerji verimi çok düşüktür.

Turba gömüldüğü derinliğe ve bu derinlikteki sıcaklık ve basınca bağlı olarak uzun zaman içerisinde kömüre dönüşür. Bu dönüşümdeki ilk basamak kahverengi kömür de denen linyittir.
Linyit enerji verimi en düşük ve en kirli kömürdür. Linyit daha uzun sure daha yüksek sıcaklık ve basınç altında kalacak olursa maden kömürüne, daha da yüksek sıcaklık ve basınçta da antrasite yani parlak taş kömürüne dönüşür. Genelde Karbonifer ve Permiyen dönemlerinin üzerinden çok zaman geçmiş olduğu için bu dönemde oluşan kömürler taşkömürü ve antrasittir. Daha sonra kömür oluşturma dönemi olan Kretase ve Tersiyer arasındaki dönem ise nispeten daha yeni olduğu için dünyadaki linyit kömürünün neredeyse tamamı bu dönemde oluşmuştur.
Milyonlarca yıl önce ormanlar gelişirken benzer bir gelişim o zamanlarda dünyayı saran sığ denizler ve göllerde de gözlendi. Buralarda yaşayan silisli ve mavi-yeşil algler gibi planktonik bitkiler ve foraminiferida gibi planktonik hayvanlar fazlasıyla ürediklerinden, öldükleri zaman da bu sığ suların dibinde çamurla karışık bir anaerobik tabaka yarattılar. Bu tabakanın kömürü oluşturan tabakadan temel farkı, ana maddesinin kömürde olduğu gibi uzun şeker zincirleri değil çok daha kısa karbon zincirleri olmasıydı. Ancak benzer şekilde basınç ve sıcaklık altında ince taneli tortul kayaların (şeyl) arasında sıkışan bu tabaka zaman içerisinde kerojene dönüştü. Kerojen ham petrolü yaratan ana maddedir.
İklim değişikliği açısından bu maddelerin tümü sürüklendiğimiz felaketi yaratan parçalardır.

Yer yağı ya da petrol


hidrokarbonlar oluşmuş, sudan yoğun kıvamda, koyu renkli, arıtılmamış, kendisine özgü kokusu olan, yeraltından çıkarılmış doğal yanıcı mineral yağdır. Latince’de taş anlamına gelen "petra" ile yağ anlamına gelen "oleum" sözcüklerinden oluşmuştur (Petra oleum= Petrol).
Petrol halk arasında, yalnız belirli bir yakıtı (Benzin, Gazyağı, Dizel - Motorin, Motor yağı, Fuel oil) olarak bilinmesine rağmen, aslında petrol kelimesi doğal halde bulunan ve yeraltından çıkarılan işlenmemiş ham petrol anlamına gelmektedir.

Petrol, hidrokarbonların karışımından meydana gelmiş olup, her zaman sabit bir kimyevî bileşimi yoktur. Doğal akaryakıt olan ham petrol, bulunduğu memleketlere göre değişen bileşimler gösterir. Örneğin; Amerika'da özellikle Pensilvanya bölgesinde çıkarılan petroller genellikle hidrokarbon sınıfından olan bileşikleri, Rusya petrolleri, kötü kokulu naften sınıfından bileşikleri; Romanya petrolleri ise bu ikisinin bir karışımını içerir.

Çeşitli tipteki petrollerin spesifik ağırlıkları 0,80-0,96; alevlenme noktaları 15-120 °C ve ortalama ısıtma kuvvetleri 10,500 cal/kg'dır. Ortalama elementel bileşimleri ise; karbon %84, hidrojen %12, oksijen %1 olup çok az miktarda da kükürt bulunur. Teksas ve Kaliforniya petrollerinde kükürt diğerlerine oranla fazladır.
Değişik kimyasal içeriğe sahip hidrokarbonların biraraya gelerek oluşturduğu değişik kimyevi bileşimde olan çok sayıda petrol tipi bulunmaktadır (Örneğin: parafin bazlı petrol, asfalt bazlı petrol gibi).

Yüz milyonlarca yıl önce, denizlerde yaşayan ya da suların denizlere sürüklediği hayvan ve bitki kalıntıları anaeorabik bir ortamda, gerekli şartlar altında (ısı basınç ve mikroorganizmaların etkisiyle), ham petrole benzer kerojeni meydana getirmiştir. Kerojen sonradan, yukarı tabakalara doğru göç etmesi esnasında gittikçe değişmiş ve ham petrolü meydana getirmiştir. Bu yüzden de hiçbir sahanın ham petrolü, tam olarak öteki bir sahanın ham petrolüne uymaz; muhakkak az çok farklar bulunur. Hatta bu durum, aynı bir petrol sahasında bile, çoğu zaman görülür.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2017 04:05
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
27 Mayıs 2016       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Kömür yanabilen organik bir kayadır. Kömür başlıca karbon, hidrojen ve oksijen gibi elementlerin bileşiminden oluşmuş olup, diğer kaya tabakalarının arasında
damar haline uzunca bir süre (milyonlarca yıl) ısı, basınç ve mikrobiyolojik etkilerin sonucunda meydana gelmiştir.

KÖMÜR NASILOLUŞUR?


Kömür, nebatların bataklık alanlarda birikmesi sonucu oluşan tabakaların değişime uğraması neticesi meydana gelmiştir. Bu tabakalar üzerine çeşitli çökeltilerin birikmesi ve arz'ın hareketleri sonucu derinliklere gömülmüştür. Gömülmüş olan bu nebatlar; artan ısı ve basınca maruz kaldıklarında bünyelerinde fiziksel ve kimyasal değişikliğe uğrayarak kömüre dönüşürler. Bu proses milyonlarca yıl içinde gerçekleşerek kömürler organik olgunluklarına göre Linyit, Altbitümlü, Kömür, Bitümlü kömür ve Antrasit tiplerine ayrılırlar.Linyit ve kısmen Alt Bitümlü kömürler genellikle yumuşak, kırılgan ve mat görünüştedirler. Bu tip kömürlerin ana özelliği göreceli olarak yüksek nem içerirler ve karbon içerikleri düşüktür. Antrasit ve Bitümlü kömürler ise genellikle sert ve parlak görünüştedirler. Göreceli olarak nem içerikleri düşük olup, karbon oranları yüksektir. Jeolojik olarak kömürlerin yaşları 400 milyon yıl ile 15 milyon yıl arasında değişir. Genellikle yaşlı kömürler daha kalitelidir.

Kömür Nedir Nasıl Oluşur?


Kömür homojen olmayan, kompakt, çoğunlukla lignoselülozik bitki parçalarından meydana gelen, tabakalaşma gösteren, içersinde çoğunlukla C, az miktarda H -O -S ve N elementlerinin bulunduğu ama inorganik (kil, silt, ,z elementleri gibi) maddelerinde olabildiği, bataklıklarda oluşan, kahverengi ve siyah renk tonlarında olan, yanabilen, katı fosil organik kütlelerdir. Kömürler yakıt hammaddesi oldukları gibi, değişik amaçlarda (kok yapımı, kimyasal madde üretimi gibi alanlarda) da kullanılırlar.
Kömürler, bataklık ortamlarda, uygun (nemli ve sıcak iklimin bulunması, yeterli organik maddenin ortama gelmesi, bataklık suyunun Ph şartlarının 4H5 civarında bulunması, bataklığın malzeme gelimi ile birlikte aşağı doğru çökelmesi, bataklığın zamana bağlı olarak örtülmesi gibi) şartların sağlanması durumunda, bitki parçalarının bozulması, parçalanması, bataklık suyu ile bir jel haline gelmesi, bazı kimyasal reaksiyonlar sonucu bu organik malzemenin fiziksel ve kimyasal değişikliklere uğraması sonucu meydana gelirler.

Petrol


sözcüğü, Latince’de taşanlamına gelen petraile yağ anlamına gelen oleum sözcüklerinden oluşmuştur.
Petrol halk arasında, yalnız belirli bir yakıtı (Benzin, Gazyağı, Dizel-Motorin, Motor yağı, Fuel oil) olarak bilinmesine rağmen, aslında petrol kelimesi doğal halde bulunan ve yeraltından çıkarılan işlenmemişham petrolanlamına gelmektedir.
Petrol, hidrokarbonların karışımından meydana gelmiş olup, her zaman sabit bir kimyevi bileşimi yoktur. Değişik kimyasal içeriğe sahip hidrokarbonların biraraya gelerek oluşturduğu değişik kimyevi bileşimde olan çok sayıda petrol tipi bulunmaktadır (Örneğin: parafin bazlı petrol, asfaltbazlı petrol gibi)
Yüzmilyonlarca yıl önce, denizlerde yaşayan ya da suların denizlere sürüklediği hayvan ve bitki kalıntıları anaeorabik bir ortamda, gerekli şartlar altında (ısı basınç ve mikroorganizmaların etkisiyle), ham petrole benzer kerojeni meydana getirmiştir. Kerojen sonradan, yukarı tabakalara doğru göç etmesi esnasında gittikçe değişmiş ve ham petrolü meydana getirmiştir. Bu yüzden de hiçbir sahanın ham petrolü, tam olarak öteki bir sahanın ham petrolüne uymaz; muhakkak az çok farklar bulunur. Hatta bu durum, aynı bir petrol sahasında bile, çoğu zaman görülür.

Petrolün kimyasal yapısı farklı uzunluklardaki hidrokarbon zincirlerinden oluşur.
Bu zincirler, petrolün arıtım sürecinde, damıtma sayesinde ayrıştırılıp benzin, jet yakıtı, kerosen gibi ürünler elde edilir.
Bu alkanların genel gösterimi CnH2n+2biçimindedir.
Örneğin benzindeyaygınolarak bulunan 2,2,4-Trimetilpentanın ifadesi: C8H18 biçiminde olup oksijen ile ısıveren tepkimesi şöyledir:
Ad:  fos1.JPG
Gösterim: 6754
Boyut:  12.6 KB
Petrolün veya benzinin kısmı yanması karbon monoksit ve/veya nitrik asit gibi zehirli gazların yayımına yol açar:
Ad:  fos2.JPG
Gösterim: 4527
Boyut:  15.5 KB
Petrol, yüksek ısı ve/veya basınç ortamında, ısıalan tepkimeler sonucunda oluşur. Örneğin kerojen farklı uzunluklardaki hidrokarbonlara bölünebilir:
Ad:  fos3.JPG
Gösterim: 4616
Boyut:  21.2 KB
Oktan, petrolde bulunan bir hidrokarbondur. Çizgiler metalik bağ, siyah küreler karbonve beyaz küreler oksijendirler.

Doğal gaz


halk arasında gaz olarak da adlandırılır, ana bileşeni metanolan gaz halindeki bir fosil yakıttır. Petrol, doğal gaz ve kömür yataklarında bulunur. Metanla zenginleştirilmiş gazlar, fosil olmayan ve oksijensiz bozunan organik maddeler ile üretildiklerinde, biyogaz adını alır.
Ticari olarak dağıtımı yapılan doğal gaz yandığında 1 m3'ü 38 megajoule yani 10.6 kWh. enerji açığa çıkarır.
Doğal gaz kokusuzdur. Bu sebeple ticari anlamda kullanılan gaz kokulandırma maddesi olan THT (tetrahidroteofen) veya TBM (Tersiyerbütilmerkaptan) belirli oranlarda katılarak özel olarak kokulandırılır.Doğal gaz zehirli değildir ancak yüksek gaz oranlarında oksijen olmayacağı için boğucu etkisi vardır. 1 m³ gazın yanması sonucu 8250 kcal ısı açığa çıkar. 1 m³ doğal gazın uygun koşullarda yanması için 10 m³ havaya gerek vardır.

Metan

Ad:  fos4.JPG
Gösterim: 7854
Boyut:  12.7 KB

Renksiz bir gazdır. Molekül formülü CH4
Bataklık gazı olarak da bilinir.

Yakıt türlerine gore birincil enerji tüketimi(1999/Tüsiad). Dünya enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılayan fosil yakıt rezervlerinin; 133,8.103 milyar kg’ının petrol, 10022,7.10-3 milyar kg’ının kömür ve 111,9.10-3 milyar m3’ünün ise doğalgaz rezervlerinden oluştuğu bilinmektedir. Bu bilgilere göre fosil yakıt rezervlerinin %70,4’ünü katı yakıtlar, %16,3’ünü petrol, %13,3’ünü ise doğalgaz sağlamaktadı. Exxon Mobil şirketi’nin 2003 yılında yaptığı araştırmaya göre, dünyadaki bilinen ham petrol rezervi, 40 yıl sonra tükenecek.Elde edilen son değerlendirmelere göre, linyitin 240 yıl, doğalgazın ise 51 yıllık ömrü bulunmaktadır.

Çevreye Etkileri
:insanlar tarafından fosil yakıtların yakılması, açığa çıkan karbondioksitgazı ve diğer zararlı gazlar, büyük oranda çevre kirlenmesine yol açmaktadır. Hidrokarbon bazlı yakıtların küçük bir bölümü de, atmosferik karbondioksitden elde edilmiş biyoyakıtlardır, bu yüzden bu yakıtların kullanımı atmosferdeki net karbondioksit miktarını arttırmaz.

ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN TANIMLANMASI


Çevre; insan veya başka bir canlının yaşamı boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Hava, su ve toprak bu çevrenin fiziksel unsurlarını, insan, hayvan, bitki ve diğer mikroorganizmalar ise biyolojik unsurlarını teşkil etmektedir.
Doğanın temel fiziksel unsurları olan, hava, su ve toprak üzerinde olumsuz etkilerin oluşması ile ortaya çıkan ve canlı öğelerin hayati aktivitelerini olumsuz önde etkileyen çevre sorunlarına "Çevre Kirliliği" adı verilmektedir. İnsanlar, toplumsal yaşam ilişkiler içerisinde doğal kaynaklan kullanarak, teknoloji geliştirerek, ekonomik faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerin gelişimi ile insanlar kendilerine yapay çevreyi oluştururlar. Toplumlar, yapay çevre içindeki yaşam koşullarını geliştirirken doğa ile sürekli bir ilişki içindedir. İnsan ve doğa arasındaki bu ilişki, ekolojik sistemin bir parçasıdır. İnsanoğlu'nun yer yüzünde yaşamaya ve kendisine ait yapay çevre oluşturmaya başlamasından bu yana insan ve doğa arasındaki denge, insan aleyhine devamlı olarak bozulmuştur. Özellikle son yıllarda ekolojik dengeyi süratle bozarak çevre sorunları yaratan insan, bu sorunların kendisine dönmesi ve sağlığını olumsuz yönde etkilemesi üzerine çevre bilincine varabilmiş ve bu kavramı kabul etmiştir.

ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN SINIFLANDIRILMASI


Çevrenin temel unsurlarından olan doğa, kendine has fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklere sahiptir. Bu özelliler dikkate alındığında çevre kirliliği şu bölümlere ayrılır:

l. Fiziksel Kirlenme


Çevreyi meydana getiren toprak, su ve havanın fiziksel özelliklerinin tamamının veya bir kısmının insan, hayvan ve bitki sağlığını tehdit edecek, olumsuz yönde etkileyecek biçimde bozulması ve değişmesi olayıdır. Örneğin; çeşitli fabrika atıklarının akarsu ve göllere boşaltılması, doğal erozyon ile toprakların göl ve denizlere taşınması açık kahverenginden, kırmızı siyaha kadar değişen renk almasına neden olmaktadır. Bu olay suların fiziksel kirlenmesidir.

2. Kimyasal Kirlenme


Doğal çevreyi oluşturan toprak, su ve havanın kimyasal özelliklerinin canlıların hayati faaliyetlerini ve aktivitelerini olumsuz yönde etkileyecek biçimde bozulmasıdır. Örneğin; çeşitli fabrika katı ve sıvı atıklarının verimli tarım arazilerine veya akarsu ve nehirlere boşaltılması söz konusu tarım topraklarının, akarsu ve göllerinin zararlı ağır metallerle kirlenerek kimyasal kirlenmeye maruz kaldığım gösterir.

3. Biyolojik Kirlenme


Doğal ortamı oluşturan toprak, hava ve suyun çeşitli mikroorganizmalarla kirlenmesi ve dolayısıyla mikrobiyolojik yapının bozulması mikrobi yal kirlenmeyi, aynı ortamların mikroorganizmalarla kirlenmesi ise biyolojik kirlenmeyi tanımlar. Örneğin, tarım alanlarının kanalizasyon suyu ile sulanması veya kanalizasyon sularının akarsu, göl ve denizlere boşaltılması ile kanalizasyon sularında bulunan hastalık yapıcı mikroorganizmalar toprağa, suya ve atmosfere geçerek bu ortamların mikrobiyolojik kirlenmesine yol açar.
Çevre unsurlarına göre çevre kirliliği 4 gruba ayrılır.
a) Hava kirliliği
b) Toprak kirliliği
c) Su kirliliği
d) Ses kirliliği
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
10 Nisan 2017       Mesaj #10
Avatarı yok
Yasaklı

Çimden Benzin Üretimi!


Bitkiler ancak çok uzun bir doğal süreç içerisinde petrole dönüşebilmekte. Araştırmacılar bu dönüşümün daha hızlı gerçekleşebilmesi için yeni bir yöntem geliştirdiler. İlgili yöntemle elden geçirilen çimlerin hızlı bir şekilde bozulmaları sağlanıyor, sonrasında jet yakıtı ve benzinin temel kaynağı olan dekanın (decane) oluşumu için Clostridium bakterisi ekleniyor.

Clostridium bakterisinin rahat bir şekilde faaliyete geçmesini sağlamak için çimen, parçalayıcı bir bileşim içine konuluyor ve bakteri takviyesi yapılıyor. Bu fermantasyon işlemi sonucunda kaproik asit oluşuyor. Daha yoğun bir işlem sonrasında ise dekan dönüşümü gerçekleşiyor.

Dekan vb ürünler yakıldıkları zaman açığa CO2 çıkıyor, bu nedenle temiz yakıt niteliği taşımıyorlar. Buna rağmen yoğun bir enerjinin ortaya çıkmasını sağlıyorlar. Bilim adamları söz konusu yöntemin oldukça verimli olduğunu, çimenin, benzin dönüşümü için ucuz bir alternatif nitelik taşıdığını belirtiyor.

Kaynak: Bilimnet / Science (7 Nisan 2017)

Benzer Konular

27 Mayıs 2016 / Misafir Cevaplanmış
27 Mayıs 2016 / Misafir Cevaplanmış
27 Mayıs 2016 / Misafirsekerkız Cevaplanmış
27 Mayıs 2016 / elmas Cevaplanmış
27 Mayıs 2016 / elmas Cevaplanmış