Ziyaretçi
BİYOLOG OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
Sayın melektaşlarımız aşağıda okuyacağınız haber Biyolog olmanın hem nekadar zor hem de nasıl korunması gerektiğini hepimize hatırlatması açısından gündeme alınmıştır.
Oda bizler gibi Biyoloji bölümünü bitirip alanında çalışmak istemiş ama Başta tabipler olmak üzere her gittiği kapından olumsuz yanıt almış ve kalkıp yurt dışına gitmiş........
Türk Biyolog doktorun böbrek taşı başarısı
Kaçımızın Haberi Oldu Bu Başarıdan ve Bu Konuda Olup Bitenden!!!
Böbrek taşlarına "nanobakteri" adı verilen bir mikroorganizmanın yol açtığını belirleyen Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, buluşuna destek bekliyor. 10 yıldır Finlandiya’da yaşayan ve Kuopio Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya ve Biyoteknoloji Bölümü’nden Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu, hedefi "nanobakteri"nin neden olduğu rahatsızlıkların tedavisini sağlamak.
Kısa bir süre için Türkiye’ye gelen Doç. Dr. Çiftçioğlu, Finlandiyalı bir bilim adamıyla birlikte, "böbrek taşlarına normal bir bakteriden yüz kat daha küçük bir mikroorganizmanın yol açtığını belirlediği" buluşunu anlattı.
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra, Ankara Üniversitesi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı’nda tıp doktorası yapan ve 10 yıldır Kuopio Üniversitesi’nde çalışan Doç. Dr. Çiftçioğlu, "nanobakteri"yi, "Dünyada daha önce tanımlanmamış birşey. Aynen bakteriye benziyor, bakteri gibi ürüyor, hastalıklara sebep oluyor. Boyutları küçük olduğu için nanobakteri dedik. Sonradan analizler ilerleyip araştırmaları ilerlettiğimiz zaman farkına vardık ki, bakteri ile pek alakası yok, ortak yanları var" diye açıkladı.
"Nanobakteri"nin, ısıya, radyasyona, ışınlara karşı son derece dirençli olduğunu anlatan Doç. Dr. Çiftçioğlu, "Nanobakteri dediğimiz bu organizmalar tarafından böbrek taşının oluşturulduğunu yaptığımız ilk araştırmalar gösterdi. İşin önemli yanı MayoClinic, Şikago Üniversitesi Nefroloji Bölümü gibi dünyada tıbbi araştırmalarıyla ünlü büyük hastanelerin araştırmaları bizim araştırmalarımızı tasdik edecek şekilde sonuçlanır ise artık bu tedavi de geliştirilmiş olacak" diye konuştu.
"Nanobakteri"nin önce laboratuvar koşullarında izlendiğini, bu çalışma döneminde, mikroorganizmanın ürediği ortamda bir çeşit taş oluşturduğunu belirlediklerini anlatan Doç. Dr. Çiftçioğlu, bunun yalnızca böbreklerde değil, vücudun diş ve kemik gibi yapılarında da bu taşın bulunduğunu ifade etti.
Araştırmaları sırasında nanobakteri adı verilen mikroorganizma konusunda NASA uzay üssü uzmanlarıyla da ortaklık kurduğunu belirten Doç. Dr. Çiftçioğlu, NASA uzmanlarının 1996’da Kuzey Kutbu’nda bulunan meteor taşlarında da aynı yapıya rastladıklarını, söz konusu mikroorganizmanın da normal bir bakteriden yüz kat küçük olduğunu söyledi.
Hastalık genetik mi?
Böbrek taşı hastalıklarının "genetik" olabileceğini düşündüklerini de kaydeden Doç. Dr. Çiftçioğlu, şöyle konuştu:
"Böyle bir faktör de söz konusu. Ailenin bireylerinden herhangi birinde böbrek taşı varsa diğer aile bireylerinin de hijyene, birtakım kurallara dikkat etmesi gerekir. Şu anda bizim odaklaştığımız konu böbrek taşı. Diyelim ki yeryüzünde 100 hastalık var. Bunun yüzde 25’inde kanser de dahil bilinmeyen sebeplerden dolayı komplikasyonlar oluşuyor. Mesela mamografiye gidiyorsunuz. Gözlenen şey küçük kireç odaklarıdır. Fakat hiç kimse bunun sebebini bilmez. Mesela göğüs hastalıklarından bir doktor akciğerde de kireçlenme odakları olduğunu söyledi. Ama sebepleri şimdiye kadar bilinmedi. Biz, ’bu nanobakteridendir’ demiyoruz ama bulduğumuz göstergeler, buluşlar şimdiye kadar ki araştırmalar gösteriyor ki, bu çok büyük bir olay. Bunun üzerine daha çok çalışmamız gerekiyor. Belki de bu hastalıkları birçoğunu tedavi edecek."
Dişlerde oluşan taşların da sebebinin bilinmediğine ve yapılan araştırmalarda diş taşlarında "nanobakteri"nin pozitif çıktığına işaret eden Doç. Dr. Çiftçioğlu, "Diş taşı olan hastaya ’böbrek taşı şikayetiniz de var mı?’ diye soruyorlar. Diş taşı olan hastaların yüzde 80’inin ya kendisinde ya da ailesinde böbrek taşı şikayeti var. Şimdiye kadar bunlara hiç dikkat çekilmemiş. Ama daha erken teşhisle bu hastalığın başka enfeksiyonlara, hastalıklarla sebep olması engellenebilir" dedi.
İnsanların yaşlanmasıyla ilgili de önemli gözlemleri olduğunu vurgulayan Çiftçioğlu, kafatasında bulunan salgı bezinde oluşan kireçlenmenin yaşlılığa ve ölüme neden olduğunu ve yeni doğmuş bir bebeğin kafatasındaki salgı bezinde hiçbir kireçlenmeye rastlanmadığını anlattı. Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, buradaki kireçlenmenin nedeninin de nanobakteriden olabileceğini ancak şu anda kesin bir sonuca varmanın mümkün olmayacağını kaydetti.
NASA’nın oluşturduğu Astrobiyoloji Enstitüsü’nün tek Türk üyesi olan 38 yaşındaki Dr. Neva Çiftçioğlu, sempozyumlarda veya basında yer alan haberlerde "Fin bilim adamı" olarak anılmasına çok üzüldüğünü de söyledi.
Hedefinin, normal bir bakteriden yüz kat küçük olan Nanobakteri’nin yol açtığı etkileri ortadan kaldıracak tedavi yöntemlerini geliştirmek olduğunu da belirten Doç. Dr. Çiftçioğlu, şöyle konuştu: "Eğer bizim dediğimiz şey gerçekten doğru ise ve diğer laboratuvarlarda da bu ispatlanırsa hakikaten birçok hastalık yok olacak, yaşam uzayacak. Erken teşhis söz konusu olduğu için birtakım ağrılardan kurtulmak mümkün olacak. Problemi bilip, ’biz problemin sebebini bulduk’ demek birşey değil. ’Biz problemin sebebini bulduk buna da çözüm bulduk’ diye ortaya çıkarsanız o zaman bunu dünyaya tanıtabilirsiniz. Şimdi biz sorunun sebebini bulduk, tedaviyle ilgili bulgulara da yaklaştık. Şu anda bunu tanıtacak durumda değiliz. Bu kaç yıl alır bilinmiyor. Çünkü bir de bulmaktan öte diğer kişileri buna inandırmak var. Şu anda elimizde birtakım tedaviler var. Hayvanlarda deniyoruz. Başarılı ama yan etkileri var. Destek görürsek sonuç daha kısa sürede olur. Desteğin akademik kuruluşlardan olması lazım."
Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, "Avrupa'nın Japonyası" sayılan Finlandiya'da doçentlik unvanını alan ilk yabancı oldu. Kireçlenmelerin müsebbibi bir mikrobu buldu: Nanobakteri!Bu buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller aldı.
Aynı mikrobu Mars'ta keşfeden Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) onu birlikte çalışmaya çağırınca 2.5 yıldır ABD'nin kalbine girmeyi başaran tek Türk kadını oldu.
Önümüzdeki yıllarda da kalp ve böbrek hastalıklarının teşhisine ilişkin, patenti yüzlerce milyon dolar değerindeki önemli bir buluşu açıklanacak.
Ama Türkiye onu tanımıyor. Şu ana kadar Türk yetkililerden aldığı tek Bir tebrik bile yok. Yıllar önce tezini çöpe atan Türk üniversiteleri hala birlikte çalışma teklifini kabul etmiyor. Bilim dünyasında ona "Türklüğünden vazgeç, daha çok parla" diye akıl verenlere ise inatla "Asla" demeye devam ediyor.
* Siz neyi keşfettiniz?
Finlandiya'ya gittiğim sıralarda söz konusu bakteri problemini Bulmuşlardı ama ne olduğunu bilmiyorlardı. Ben onların bulduklarının aslında ne olduğunu bulup, onlara bunu göstermenin yolunu buldum. Meğerse bütün vücuttaki tıkanıklıklar, kireçlenmeler bir mikrop yüzünden oluyormuş; ben buna "nanobakteri" nin neden olduğunu ortaya çıkardım.
* Türk olduğunuz için hiç tepki aldınız mı?
Türk olmam kadın olmamdan da büyük sorun oldu. Zaten benim Türk olduğum hiç anılmadı Finlandiya'da. Vatandaşlık başvurusu bile yapmamış olmama rağmen beni hep bir Finli gibi tanıttılar dünyaya. Mesela NASAya giderken Finlandiya'daki bir gazete "NASA'ya giden ilk Finli" diye başlık attı. 1996'da bütün başarılı bilim insanlarının bulunduğu bir törene çağrıldım; törende Türk bayrağının altına gittiğimde beni oradan alıp, Finlandiya bayrağının altına aldılar. Ve o kadar ağrıma gitti ki bu...
* NASA sizi nasıl keşfetti?
Finlandiya Hükümeti, buluşumu bilim dünyasına açıklamakla görevlendirip 1996'da beni ABD'ye gönderdi. New York'taki Cold Spring Harbor Labratories'e gittim. Burası dünyanın dört büyük laboratuarından Biridir ve böylece NASA'nın da buluşumdan haberi olmuş oldu. Meğerse onlar da o tarihlerde aynı bakteriyle Mars'ta karşılaşmışlar?
*İnsanlarda kireçlenmeye neden olan mikrobun aynısı Mars'ta da mı var yani?
Mars'tan düşen bir taşta karşılaştıkları bakteriyle benim bulduğum bakterinin şekilleri, boyutları aynı çıktı. Bunun üzerine birlikte bir enstitü kurduk: Astrobiology Institute.
Çalışmaların sonunda NASA baktı ki uzaktan doğru olmuyor, beni kendi İçine çağırdı.
*NASA'ya 11 Eylül saldırısından bir ay sonra girmişsiniz. Sizi hemen aralarına kabul ettiler mi?
Zaten o kadar çok araştırma, hatta sizin haberiniz bile olmadan o kadar çok kişilik testi yapıyorlar ki aralarına girdiğinizde artık sizi kabul etmiş oluyorlar. Mesela nasıl bir Müslüman olduğumu tam olarak anlayamamakla birlikte son derece saygılılar. Diyelim ki bir yemeğe gittiğimizde benim önüme hiç uyarmama bile gerek kalmadan domuz eti konmamış farklı bir mönü gelir. Soran olursa da "Neva tavuk seviyor" diye geçiştirirler.
* Aldığınız nefesi bile izliyorlar mıdır sizce?
Evde dahi izlendiğimi biliyorum. Hatta kimilerine göre uydu aracılığıyla şu anda nerede olduğumdan bile haberleri var. Çıktığı gün bu röportajdan da haberleri olur, konuştuklarımız incelemeye alınır.
* Türk kimliğiniz Müslüman olmanızdan daha büyük sorun galiba?..
Bakın ben aynı zamanda bulduğum bakteriyle ilgili olarak ABD'de büyük bir firmanın da sahiplerinden biriyim. Firmanın CEO'su olan kişi bana daha iki hafta önce "Senin Türk olmandan yoruldum" dedi ve bana ABD vatandaşlığına geçmemi önerdi. Zaten bunu herkes söylüyor. Çünkü bir Türk olarak vize almanız çok zor; NASA çalışsanız bile zor.
* Vazgeçmeyi düşündünüz mü?
Türklüğümden mi? Asla! Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor.
* Peki Türkiye sizi, sizin Türkiye'yi sevdiğiniz kadar seviyor mu?
Zaten yurtdışında asıl hayret ettikleri de bu: "Sana hiç kimse sahip çıkmıyor. Sen neden Türk olmak da ısrar ediyorsun?" diye soruyorlar. NA-SA'ya mı girdi? Aferin demek Sabancı'da başladı! Anne ve babamın çevresi benim ne iş yaptığımı bir türlü anlayamıyor. Kalp üzerinde mi çalışıyorum, böbrek mi yoksa Mars mı? Mesela babama bir tanıdığı ne yaptığımı sorup, "NASA'da" yanıtını alınca "Ya aferin, demek Sabancı'da başladı!" demiş.
* Pes dedirten olaylar
Doçentliğimi Ankara değil Finlandiya verdi Ankara Tıp Fakültesi'nde asistanım, doktoramı bitirmek üzereyim. Astım hastalığı üzerine bir tez hazırlayıp hocalarıma sundum. O zaman bölüm başkanı olan bir hocamız hastaların yanındayken tezimi aldı, yüzüme baktı ve sonra "Bu tez çöpe atılır" deyip herkesin gözü önünde kapağını bile kaldırmadığı tezimi çöpe attı. O çöpe atılan tezim birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlandı. Ankara bana doçentliğimi vermedi. Sırf bu yüzden Finlandiya'da doçentlik unvanım alan ilk yabancı oldum.
Proje önerdim 'iş mi arıyorsun' dediler Finlandiya'da bakteri çalışmalarını yaparken Bilkent Üniversitesi Rektörü ve Genetik Bölümü'ne başvurarak "Gelin bunu birlikte yapalım. Patenti Türkiye'ye ait olsun" dedim. Bana gelen yazılı yanıtı hala saklıyorum: "Siz galiba iş arıyorsunuz" deyip, önerimi kabul etmediler.
Hacettepe Tıp'a da aynı öneride bulundum. Orası da "Bu bizi aşar" yanıtını verdi. Oysa Finlandiya'da yaptığım her şeyi Türkiye'de de yapabilirdim ama neden bilmiyorum kabul etmek istemediler.
Vatan hasreti artık dayanılmaz boyutlara ulaştığı için bir dönem Türkiye'ye dönüp Başkent Üniversitesi'nde çalışmaya başladım. Ancak Finlandiya'daki bütün çalışmalarımı bırakıp benden mikrobiyoloji kliniğinde dışkı tahlili yapmamı istediler. Bu işi 9 ay boyunca yaptım. Sonunda Finlandiya'daki profesörüm "Orada ziyan oluyorsun" diye isyan etti ve Türkiye'ye beni almaya geldi. Başkent Üniversitesi'ne bu gelişimde 3. kez aynı teklifi götürdüm. Prof. Dr. Mehmet Haberal'a sunduğum teklif şöyle: "Şirkete ortak olun, size burada bir enstitü kurayım. ABD'deki teknolojiyi Türkiye'ye aktaralım. Şu anda prostat kanserlerinin teşhisinde kullanılan bir sistem var. Bu sistem size ABD'de birlikte çalıştığım şirketten geliyor.
Yaratan benim Hocam... ABD'den gelmesin bize, bizden ABD'ye gitsin bu sistem. Gelin bunun patentini bir Türk üniversitesi alsın. 5 sene sonra bütün dünyaya gelecek bu sistem için Türkiye milyonlarca dolar ödeyecek; onlar bize ödesin."
Ama Haberal üçüncü kez "Biz ortak olmayız, kendimiz yaparız" diyerek önerimi kabul etmedi. Hiçbir Türk yetkiliden tebrik almadım. Bana yurtdışında "Everest'in tepesine bayrak diken kadın" gözüyle bakıyorlar ama bugüne kadar yaptığım hiçbir buluş, hiçbir çalışma için hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım; hiçbir Türk yetkilisi tarafından aranmadım. Sadece bir kişi: Nasıl duydu bilmiyorum İskandinav Tıp Ödülü'nü kazandığım zaman Ziraat Bankası'nın eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi; hâlâ saklarım. Elimde sadece o kart var o kadar
Alıntıdır...
Sponsorlu Bağlantılar
Oda bizler gibi Biyoloji bölümünü bitirip alanında çalışmak istemiş ama Başta tabipler olmak üzere her gittiği kapından olumsuz yanıt almış ve kalkıp yurt dışına gitmiş........
Türk Biyolog doktorun böbrek taşı başarısı
Kaçımızın Haberi Oldu Bu Başarıdan ve Bu Konuda Olup Bitenden!!!
Böbrek taşlarına "nanobakteri" adı verilen bir mikroorganizmanın yol açtığını belirleyen Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, buluşuna destek bekliyor. 10 yıldır Finlandiya’da yaşayan ve Kuopio Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya ve Biyoteknoloji Bölümü’nden Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu, hedefi "nanobakteri"nin neden olduğu rahatsızlıkların tedavisini sağlamak.
Kısa bir süre için Türkiye’ye gelen Doç. Dr. Çiftçioğlu, Finlandiyalı bir bilim adamıyla birlikte, "böbrek taşlarına normal bir bakteriden yüz kat daha küçük bir mikroorganizmanın yol açtığını belirlediği" buluşunu anlattı.
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra, Ankara Üniversitesi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı’nda tıp doktorası yapan ve 10 yıldır Kuopio Üniversitesi’nde çalışan Doç. Dr. Çiftçioğlu, "nanobakteri"yi, "Dünyada daha önce tanımlanmamış birşey. Aynen bakteriye benziyor, bakteri gibi ürüyor, hastalıklara sebep oluyor. Boyutları küçük olduğu için nanobakteri dedik. Sonradan analizler ilerleyip araştırmaları ilerlettiğimiz zaman farkına vardık ki, bakteri ile pek alakası yok, ortak yanları var" diye açıkladı.
"Nanobakteri"nin, ısıya, radyasyona, ışınlara karşı son derece dirençli olduğunu anlatan Doç. Dr. Çiftçioğlu, "Nanobakteri dediğimiz bu organizmalar tarafından böbrek taşının oluşturulduğunu yaptığımız ilk araştırmalar gösterdi. İşin önemli yanı MayoClinic, Şikago Üniversitesi Nefroloji Bölümü gibi dünyada tıbbi araştırmalarıyla ünlü büyük hastanelerin araştırmaları bizim araştırmalarımızı tasdik edecek şekilde sonuçlanır ise artık bu tedavi de geliştirilmiş olacak" diye konuştu.
"Nanobakteri"nin önce laboratuvar koşullarında izlendiğini, bu çalışma döneminde, mikroorganizmanın ürediği ortamda bir çeşit taş oluşturduğunu belirlediklerini anlatan Doç. Dr. Çiftçioğlu, bunun yalnızca böbreklerde değil, vücudun diş ve kemik gibi yapılarında da bu taşın bulunduğunu ifade etti.
Araştırmaları sırasında nanobakteri adı verilen mikroorganizma konusunda NASA uzay üssü uzmanlarıyla da ortaklık kurduğunu belirten Doç. Dr. Çiftçioğlu, NASA uzmanlarının 1996’da Kuzey Kutbu’nda bulunan meteor taşlarında da aynı yapıya rastladıklarını, söz konusu mikroorganizmanın da normal bir bakteriden yüz kat küçük olduğunu söyledi.
Hastalık genetik mi?
Böbrek taşı hastalıklarının "genetik" olabileceğini düşündüklerini de kaydeden Doç. Dr. Çiftçioğlu, şöyle konuştu:
"Böyle bir faktör de söz konusu. Ailenin bireylerinden herhangi birinde böbrek taşı varsa diğer aile bireylerinin de hijyene, birtakım kurallara dikkat etmesi gerekir. Şu anda bizim odaklaştığımız konu böbrek taşı. Diyelim ki yeryüzünde 100 hastalık var. Bunun yüzde 25’inde kanser de dahil bilinmeyen sebeplerden dolayı komplikasyonlar oluşuyor. Mesela mamografiye gidiyorsunuz. Gözlenen şey küçük kireç odaklarıdır. Fakat hiç kimse bunun sebebini bilmez. Mesela göğüs hastalıklarından bir doktor akciğerde de kireçlenme odakları olduğunu söyledi. Ama sebepleri şimdiye kadar bilinmedi. Biz, ’bu nanobakteridendir’ demiyoruz ama bulduğumuz göstergeler, buluşlar şimdiye kadar ki araştırmalar gösteriyor ki, bu çok büyük bir olay. Bunun üzerine daha çok çalışmamız gerekiyor. Belki de bu hastalıkları birçoğunu tedavi edecek."
Dişlerde oluşan taşların da sebebinin bilinmediğine ve yapılan araştırmalarda diş taşlarında "nanobakteri"nin pozitif çıktığına işaret eden Doç. Dr. Çiftçioğlu, "Diş taşı olan hastaya ’böbrek taşı şikayetiniz de var mı?’ diye soruyorlar. Diş taşı olan hastaların yüzde 80’inin ya kendisinde ya da ailesinde böbrek taşı şikayeti var. Şimdiye kadar bunlara hiç dikkat çekilmemiş. Ama daha erken teşhisle bu hastalığın başka enfeksiyonlara, hastalıklarla sebep olması engellenebilir" dedi.
İnsanların yaşlanmasıyla ilgili de önemli gözlemleri olduğunu vurgulayan Çiftçioğlu, kafatasında bulunan salgı bezinde oluşan kireçlenmenin yaşlılığa ve ölüme neden olduğunu ve yeni doğmuş bir bebeğin kafatasındaki salgı bezinde hiçbir kireçlenmeye rastlanmadığını anlattı. Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, buradaki kireçlenmenin nedeninin de nanobakteriden olabileceğini ancak şu anda kesin bir sonuca varmanın mümkün olmayacağını kaydetti.
NASA’nın oluşturduğu Astrobiyoloji Enstitüsü’nün tek Türk üyesi olan 38 yaşındaki Dr. Neva Çiftçioğlu, sempozyumlarda veya basında yer alan haberlerde "Fin bilim adamı" olarak anılmasına çok üzüldüğünü de söyledi.
Hedefinin, normal bir bakteriden yüz kat küçük olan Nanobakteri’nin yol açtığı etkileri ortadan kaldıracak tedavi yöntemlerini geliştirmek olduğunu da belirten Doç. Dr. Çiftçioğlu, şöyle konuştu: "Eğer bizim dediğimiz şey gerçekten doğru ise ve diğer laboratuvarlarda da bu ispatlanırsa hakikaten birçok hastalık yok olacak, yaşam uzayacak. Erken teşhis söz konusu olduğu için birtakım ağrılardan kurtulmak mümkün olacak. Problemi bilip, ’biz problemin sebebini bulduk’ demek birşey değil. ’Biz problemin sebebini bulduk buna da çözüm bulduk’ diye ortaya çıkarsanız o zaman bunu dünyaya tanıtabilirsiniz. Şimdi biz sorunun sebebini bulduk, tedaviyle ilgili bulgulara da yaklaştık. Şu anda bunu tanıtacak durumda değiliz. Bu kaç yıl alır bilinmiyor. Çünkü bir de bulmaktan öte diğer kişileri buna inandırmak var. Şu anda elimizde birtakım tedaviler var. Hayvanlarda deniyoruz. Başarılı ama yan etkileri var. Destek görürsek sonuç daha kısa sürede olur. Desteğin akademik kuruluşlardan olması lazım."
Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, "Avrupa'nın Japonyası" sayılan Finlandiya'da doçentlik unvanını alan ilk yabancı oldu. Kireçlenmelerin müsebbibi bir mikrobu buldu: Nanobakteri!Bu buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller aldı.
Aynı mikrobu Mars'ta keşfeden Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) onu birlikte çalışmaya çağırınca 2.5 yıldır ABD'nin kalbine girmeyi başaran tek Türk kadını oldu.
Önümüzdeki yıllarda da kalp ve böbrek hastalıklarının teşhisine ilişkin, patenti yüzlerce milyon dolar değerindeki önemli bir buluşu açıklanacak.
Ama Türkiye onu tanımıyor. Şu ana kadar Türk yetkililerden aldığı tek Bir tebrik bile yok. Yıllar önce tezini çöpe atan Türk üniversiteleri hala birlikte çalışma teklifini kabul etmiyor. Bilim dünyasında ona "Türklüğünden vazgeç, daha çok parla" diye akıl verenlere ise inatla "Asla" demeye devam ediyor.
* Siz neyi keşfettiniz?
Finlandiya'ya gittiğim sıralarda söz konusu bakteri problemini Bulmuşlardı ama ne olduğunu bilmiyorlardı. Ben onların bulduklarının aslında ne olduğunu bulup, onlara bunu göstermenin yolunu buldum. Meğerse bütün vücuttaki tıkanıklıklar, kireçlenmeler bir mikrop yüzünden oluyormuş; ben buna "nanobakteri" nin neden olduğunu ortaya çıkardım.
* Türk olduğunuz için hiç tepki aldınız mı?
Türk olmam kadın olmamdan da büyük sorun oldu. Zaten benim Türk olduğum hiç anılmadı Finlandiya'da. Vatandaşlık başvurusu bile yapmamış olmama rağmen beni hep bir Finli gibi tanıttılar dünyaya. Mesela NASAya giderken Finlandiya'daki bir gazete "NASA'ya giden ilk Finli" diye başlık attı. 1996'da bütün başarılı bilim insanlarının bulunduğu bir törene çağrıldım; törende Türk bayrağının altına gittiğimde beni oradan alıp, Finlandiya bayrağının altına aldılar. Ve o kadar ağrıma gitti ki bu...
* NASA sizi nasıl keşfetti?
Finlandiya Hükümeti, buluşumu bilim dünyasına açıklamakla görevlendirip 1996'da beni ABD'ye gönderdi. New York'taki Cold Spring Harbor Labratories'e gittim. Burası dünyanın dört büyük laboratuarından Biridir ve böylece NASA'nın da buluşumdan haberi olmuş oldu. Meğerse onlar da o tarihlerde aynı bakteriyle Mars'ta karşılaşmışlar?
*İnsanlarda kireçlenmeye neden olan mikrobun aynısı Mars'ta da mı var yani?
Mars'tan düşen bir taşta karşılaştıkları bakteriyle benim bulduğum bakterinin şekilleri, boyutları aynı çıktı. Bunun üzerine birlikte bir enstitü kurduk: Astrobiology Institute.
Çalışmaların sonunda NASA baktı ki uzaktan doğru olmuyor, beni kendi İçine çağırdı.
*NASA'ya 11 Eylül saldırısından bir ay sonra girmişsiniz. Sizi hemen aralarına kabul ettiler mi?
Zaten o kadar çok araştırma, hatta sizin haberiniz bile olmadan o kadar çok kişilik testi yapıyorlar ki aralarına girdiğinizde artık sizi kabul etmiş oluyorlar. Mesela nasıl bir Müslüman olduğumu tam olarak anlayamamakla birlikte son derece saygılılar. Diyelim ki bir yemeğe gittiğimizde benim önüme hiç uyarmama bile gerek kalmadan domuz eti konmamış farklı bir mönü gelir. Soran olursa da "Neva tavuk seviyor" diye geçiştirirler.
* Aldığınız nefesi bile izliyorlar mıdır sizce?
Evde dahi izlendiğimi biliyorum. Hatta kimilerine göre uydu aracılığıyla şu anda nerede olduğumdan bile haberleri var. Çıktığı gün bu röportajdan da haberleri olur, konuştuklarımız incelemeye alınır.
* Türk kimliğiniz Müslüman olmanızdan daha büyük sorun galiba?..
Bakın ben aynı zamanda bulduğum bakteriyle ilgili olarak ABD'de büyük bir firmanın da sahiplerinden biriyim. Firmanın CEO'su olan kişi bana daha iki hafta önce "Senin Türk olmandan yoruldum" dedi ve bana ABD vatandaşlığına geçmemi önerdi. Zaten bunu herkes söylüyor. Çünkü bir Türk olarak vize almanız çok zor; NASA çalışsanız bile zor.
* Vazgeçmeyi düşündünüz mü?
Türklüğümden mi? Asla! Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor.
* Peki Türkiye sizi, sizin Türkiye'yi sevdiğiniz kadar seviyor mu?
Zaten yurtdışında asıl hayret ettikleri de bu: "Sana hiç kimse sahip çıkmıyor. Sen neden Türk olmak da ısrar ediyorsun?" diye soruyorlar. NA-SA'ya mı girdi? Aferin demek Sabancı'da başladı! Anne ve babamın çevresi benim ne iş yaptığımı bir türlü anlayamıyor. Kalp üzerinde mi çalışıyorum, böbrek mi yoksa Mars mı? Mesela babama bir tanıdığı ne yaptığımı sorup, "NASA'da" yanıtını alınca "Ya aferin, demek Sabancı'da başladı!" demiş.
* Pes dedirten olaylar
Doçentliğimi Ankara değil Finlandiya verdi Ankara Tıp Fakültesi'nde asistanım, doktoramı bitirmek üzereyim. Astım hastalığı üzerine bir tez hazırlayıp hocalarıma sundum. O zaman bölüm başkanı olan bir hocamız hastaların yanındayken tezimi aldı, yüzüme baktı ve sonra "Bu tez çöpe atılır" deyip herkesin gözü önünde kapağını bile kaldırmadığı tezimi çöpe attı. O çöpe atılan tezim birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlandı. Ankara bana doçentliğimi vermedi. Sırf bu yüzden Finlandiya'da doçentlik unvanım alan ilk yabancı oldum.
Proje önerdim 'iş mi arıyorsun' dediler Finlandiya'da bakteri çalışmalarını yaparken Bilkent Üniversitesi Rektörü ve Genetik Bölümü'ne başvurarak "Gelin bunu birlikte yapalım. Patenti Türkiye'ye ait olsun" dedim. Bana gelen yazılı yanıtı hala saklıyorum: "Siz galiba iş arıyorsunuz" deyip, önerimi kabul etmediler.
Hacettepe Tıp'a da aynı öneride bulundum. Orası da "Bu bizi aşar" yanıtını verdi. Oysa Finlandiya'da yaptığım her şeyi Türkiye'de de yapabilirdim ama neden bilmiyorum kabul etmek istemediler.
Vatan hasreti artık dayanılmaz boyutlara ulaştığı için bir dönem Türkiye'ye dönüp Başkent Üniversitesi'nde çalışmaya başladım. Ancak Finlandiya'daki bütün çalışmalarımı bırakıp benden mikrobiyoloji kliniğinde dışkı tahlili yapmamı istediler. Bu işi 9 ay boyunca yaptım. Sonunda Finlandiya'daki profesörüm "Orada ziyan oluyorsun" diye isyan etti ve Türkiye'ye beni almaya geldi. Başkent Üniversitesi'ne bu gelişimde 3. kez aynı teklifi götürdüm. Prof. Dr. Mehmet Haberal'a sunduğum teklif şöyle: "Şirkete ortak olun, size burada bir enstitü kurayım. ABD'deki teknolojiyi Türkiye'ye aktaralım. Şu anda prostat kanserlerinin teşhisinde kullanılan bir sistem var. Bu sistem size ABD'de birlikte çalıştığım şirketten geliyor.
Yaratan benim Hocam... ABD'den gelmesin bize, bizden ABD'ye gitsin bu sistem. Gelin bunun patentini bir Türk üniversitesi alsın. 5 sene sonra bütün dünyaya gelecek bu sistem için Türkiye milyonlarca dolar ödeyecek; onlar bize ödesin."
Ama Haberal üçüncü kez "Biz ortak olmayız, kendimiz yaparız" diyerek önerimi kabul etmedi. Hiçbir Türk yetkiliden tebrik almadım. Bana yurtdışında "Everest'in tepesine bayrak diken kadın" gözüyle bakıyorlar ama bugüne kadar yaptığım hiçbir buluş, hiçbir çalışma için hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım; hiçbir Türk yetkilisi tarafından aranmadım. Sadece bir kişi: Nasıl duydu bilmiyorum İskandinav Tıp Ödülü'nü kazandığım zaman Ziraat Bankası'nın eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi; hâlâ saklarım. Elimde sadece o kart var o kadar
Alıntıdır...